130. Bölüm

130. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARCA

 

Dün hepimiz sorgu odasından çıktığımızda kapıdan ayrılamamış beklemiştim. İçeriden kırılma ,yumruk ve tekme sesleri geliyordu. Alparslan odaya dalmadan önce şerefsiz hiç bir soruya cevap vermiyordu. Onlar içeri girince ise bülbül gibi şakımıştı. Yanıma ilk geldiğinde içeceğime ilaç atmışlar mesela. Ve hiç birimizin dikkatini çekmemişti. Dünkü dayaktan sonra her şeyi ayrıntıları ile itiraf etmişti tabiki. Babamla, Alparslan içeriden çıktığında sağlıkçılar içeri girmek durumunda kalmışlardı. Yüzü gözü dağılmıştı. Kolu kırıktı. Sol el parmaklarında ezilme vardı. Sağ ayağında ise çatlak. Sonuç olarak adam merdivenlerden düşmüş. Tutulduğu nezarette ise rahat durmamış üç kişi ile kavga etmişti. Şimdi ise bu sabah gelen emir ile hepimiz apar topar karargaha gelmiştik. Geldiğimizde ise hepimiz şaşkınlık içindeydik.Hepimiz albayın karşısına dizilmiştik. Hepimizden kastım sadece bizim tim değildi. Kan ve Şafak timleride buradaydı. Hatta acemi erler bile, kısacası tüm karargah işte. Tahir komutan da karşımızdaydı. Babamın bakışları kısa bir an bana kaydı. Çaktırmadan göz kırptı. Dudaklarım hafif kıvrıldı. Ama belli etmemeye çalışıyordum. Sayımdan sonra Tahir komutan konuşmaya başladı. Pür dikkat onu dinlemeye başladım.

"Hepinizi neden buraya topladığımızı merak ettiğinizin farkındayım. Bu gün, akşam saatlerinde buraya üç amerikan timi gelecek. Buraya hem ziyaret, hem dostluk amacı ile geliyorlarmış. Askerlerimiz arasında dostane bir karşılaşma düzenlememiz istendi. Her timden iki kişi bu karşılaşmada yer alacak. Tim komutanları ve yanında seçeceği bir diğer asker yarın ki müsabakada yarışacak. Bu her ne kadar dostane bir karşılaşma olsada askeri bir karşılaşma. Sizden istediğim yarışacak arkadaşların en iyisini yapması. Yarın her ne olursa olsun o yarışta bu üç timden birinin birinci çıkmasını istiyorum. Türk askerinin dayanıklılığı ve zekasını göstermenizi istiyorum. Yarın burada göreceklerini gittikleri her yerde korku ile anlatmalılar. ANLAŞILDIMI ASKER."

"EMREDERSINIZ KOMUTANIM "

Tahir komutanın dağılın emri ile tüm askerler etrafa dağılmaya başladı. Kan timi ve Şafak timinin komutanları gözlerini bizimkilerin üzerinde gezdirdi. Sonrasında kendi timlerine göz gezdirdiler. Büyük ihtimalle Bozkurt timinden kimin yarışacağını düşünüyorlardı. Açıkçası bu düşünce benim de aklımdan geçiyordu. Acaba Alparslan kimi seçecekti. Alparslan'ın adımları hangara doğru ilerlerken bizimkilerde peşine takıldı. Tabi ben de beklemeden onlarla birlikte ilerledim. Hangarda masaya oturduğunda biz de her iki yanına oturduk. Sözü ilk devralan Karan oldu.

"Kardeşim ne düşünüyorsun?"

"Zor bir karşılaşma olacak. Bizimkileri geçtim bir de amerikalılar çıktı başımıza."

"Haklısın, zor bir karar lakin seçeceğin kişinin hem parkurda, hem atışlarda ,hem de pratik zeka da çok iyi olması gerekiyor."

"Açıkçası her birinize tek tek güvenim tam. Kimi seçersem seçeyim yarın yüzümü kara çıkarmayacağını biliyorum."

"Komutanım benim atışlar yaş biliyorsunuz şu an timdeki en kötü atış derecesine sahip olan benim."

Diye konuştu Ali. Onu Karan devam ettirdi.

"Benim atışlarım iyi. Lakin parkurda biraz ağır kalıyorum. Özellikle cüsse olarak."

Dediği ile hepimiz gülmüştük. Gerçekten de Alparslan'dan sonra en büyük cüsseye sahip olan oydu. Tabi bu cüsseyle özellikle sürünme alanında parkurda epey bir geride kalıyordu.

"Beni de geçin komutanım malum yaşlandım artık."

Rıdvan abi işi şakaya vurmayı tercih etmişti. Diğerleri de düşünceliydi.

"Eğer sizin için de uygunsa ben Lâl'in yarışmasını istiyorum."

Bakışlarım onun yüzünü buldu. Gerçekten bana güveniyor muydu! Bunu yapabileceğimi düşünüyor muydu!

"Ben mi!"

"Ben komutanıma katılıyorum. Sonuçta timin keskin nişancısı sensin. Keskin nişancı olmanı geçtim şu an bu karargahta senden daha iyi atış atabilen tek bir insan evladı yok."

Devran'ın kurduğu cümlelerle dutaklarım yukarı doğru kırıldı. Benim hakkımda böyle güzel şeyler söylemesi hoşuma gitmişti.

"Parkurda da çok hızlısın civciv. Özellikle sürünme alanında. Cüsen küçük olduğu için engellerden hemen çıkabiliyorsun."

Rıdvan abiye de tebessüm ettim.

"Vallahi ne yalan söyleyeyim zekanın önünde de şapka çıkarırım ben."

Diye konuşmuştu Dursun ona katılansa Ateş oldu.

"Candaşıma katılıyorum. Her şeyin üstesinden bir çırpı da gelirsin sen."

Ateş'i Sinan devam ettirdi.

"Yarın arkandan nal toplarlar."

Dediği ile ortamda gülüşmeler duyuldu.

"Parkur hakkında bize bilgi verdiler. Yarın tamamen sana emanet olacağım. Ve bunu yapabileceğinden adım kadar eminim."

Alparslan'ın söylediği ile bakışlarım hızla onu buldu. Ne demekti bu. Sana emanet olacağım ne demek. Lakin sözlerinin devamını getirmedi. Yerinden kalkıp yavaş adımlarla hangarın dışına çıktı. Bakışlarım diğerlerine kaysa da onlar sadece bana tebessüm etmekle kalmışlardı.

***************

Allah'ım ne olur, sen benim yüzümü kara çıkarma. Lütfen arkadaşlarımı, sevdiğim adamı bana güvendikleri için pişman etme ya rabbim. Parkurun başında duruyordum. Parkurun sonunda ise sevdiğim adam vardı. Bizimkiler diğer askerler ve üst rütbeliler ile beraber kenarda bizi izliyordu. İlk önce iki yüz metre kadar koşacaktık. Sonrasında yerde dikenli tellerin altında sürünecektik. Sürünmeyi bitiren ilk kişiyle parkurun sonunda tim komutanlarımızın üzerinde bulunduğu bir düzenek vardı. Düzenek açılacak ve onlar suyun içine düşecekti. Yani yavaş kalırsam ilk bitirenin bitirmesi ile Alparslan suyun içinde olması gerekenden daha fazla kalacaktı. Bizler tırmanma ve yüksek atlamayı bitirdikten sonra dört yüz metre uzağımızda bulunan renkli toplara ateş edecek ve o topların içerisinden çıkan bir anahtarı alacaktık. Anahtar onların içine düştüğü su dolu haznelerin kapağını açacaktı. Kısacası onlar suyun altında dururken bizim olabildiğince hızlı olmamız gerekiyordu. Ben parkurda koşarken Alparslan düzeneğin üzerindeydi Kan timinden Sinem ve Yiğit komutan karşılaşmaya katılmıştı. Açıkçası buna hiç şaşırmamıştım. Onların timinden Sinem'in yarışacak olmasını elbette bekliyordum. Sonuçta o da keskin nişancıydı. Ama sadece iyi nişan alabilmek yeterli değildi. Şafak timinden ise Ahmet komutan ve Serhat üsteğmen yarışmaya katılmıştı. Amerikan timlerindense altı kişi ikişerli gruplar halinde seçilmiş ve yerlerini almışlardı. Parkurda koşacak olanlar parkurun bir ucunda sıraya dizilmiştik. Hepimiz başlangıç atışını bekliyorduk. Startı vericek olan askerin havaya bir el ateş etmesi ile hepimiz hızla koşmaya başladık. Cüssemin küçük oluşu ve bacaklarımın kısa oluşu koşarken onlardan bir tık daha geride kalmama neden oluyordu. Ardımda sadece bir amerikan askeri ve serhat üstteğmen vardı. Epey bir geride kalmıştım. İlk başlarda yavaş ve tempolu başlasam da koşunun sonlarına doğru hızlanmaya başladım. İlk başlarda hızlı koşanların şimdilerde nefesleri tükendiği için yavaş yavaş geride kalmaya başlamışlardı. Koşu parkurunu bitirdiğimde iki amerikan askerini ve Serhat'ı gerimde bırakmıştım. Şimdilerde Sinem'le başa baş gelmiş bir amerikan askerinin hemen ardında sürünme parkurunun başına gelmiştik. Burada daha avantajlıydım. Onlar tellere takılıyor ya da koca bedenlerini yerde sürünerek taşımaya çalıştıkları için daha fazla güç ve enerji harcıyorlardı. Ben ise sürünme teline neredeyse hiç değmemiş. Küçük olmanın hakkını vermiştim. Onların on beş dakikada tamamladığı parkuru ben yedi sekiz dakikada tamamlamıştım. Benim telin altından çıkmam ile karşı taraftan bir silah sesi daha duyuldu. Alparslan ve diğer tim komutanlarının elleri ve ayakları bağlı şekilde su dolu haznelerin içine bırakıldılar. Şu saatten sonra çok daha hızlı olmalıydım. Sanki ayaklarım bu komutu bekliyormuş gibi çok daha hızlı koşmaya başladılar. Eminim ki diğerleri benden bu performansı beklemiyordu. Çünkü hiçbir zaman bu parkuru o kadar hızlı koşmamıştım. Tırmanma parkurunun başına geldiğimde düğümlü halata ellerimi dolayıp ayaklarımla duvardan destek aldım. Olabildiğince hızlı şekilde kendimi yukarı çektim. Tepeye tırmandığımda Alparslan'ın suyun altında beni izlediğini görebiliyordum. İçimden dayan dedim. Dayan sevgilim. Az kaldı geliyorum. Her ne olursa olsun onun yüzünü kara çıkarmayacaktım. Kendimi hızla duvardan aşağıya attım. Hiç bir zaman bu mesafeden aşağıya atlamazdık. Bu kadar yüksekten atlamamız sakatlığa sebep olabilirdi. Diğerleride benden bunu beklemiyordu. Yere düştüğümde kendi etrafında bir tur takla atsam da hemen dengemi sağlayıp ayağa kalktım. Koşmaya devam ettim. Bu parkurunda sonuna geldiğimde nihayet en iyi olduğum şeye gelmiştim. İki yüz metrelik atış hizası. Yere uzanıp silahı elime aldığımda nefes nefese kalmıştım. Nefeslerimi toparlamak epey bir zor olmuştu. Beklemeden üst üste üç atış attım. Rüzgar güllerine bağlı üç top hareket halindeydi. Üçünü de tekte indirip anahtarın yere düşmesini sağladım. Belki de daha anahtar yere düşmeden hızla yerimden kalktım. Kimse kendimden bu kadar emin olmamı beklemiyordu. Anahtar metal zeminin üzerine düşmüştü. Elimi atmamla geri çekmem bir oldu. Elektrik mi! Cidden mi! Lanet olsun. Biran önce o anahtarı o metal zeminden almam gerekiyordu. Etrafa bakındım. Lakin anahtarı oradan alabileceğim herhangi bir şey yoktu. Diğerleride bunu beklemiyor olacak ki endişeli bakışları üzerimdeydi. Babamla Tahir komutan ise ne yapacağımı bekliyordu. Bakışlarım ayağımdaki postallara kaydı. Hızla eğilip onları çıkardım. Daha fazla beklemeden anahtarı postallarımla yere düşürdüm. Sonrasında postalları tekrar ayağıma giymekle uğraşmayıp anahtarı hızla elime aldım. Koşar adım Alparslan'ın yanına ilerledim. Suyun içinde dahi olsa yüzündeki tebessümü görebiliyordum. Bakışlarındaki gurur herşeye bedeldi. Ben onun yanına ulaştığımda diğerleri hala atış atmakla meşguldü. Elimdeki anahtarı haznenin alt katmanındaki kilide yerleştirmeye çalıştım. Lakin bu çalışmaktan öteye geçemedi. Kahretsin nasıl ya! Yanlış anahtarı mı aldım. Ellerim hızla camı buldu. Camın ardında bakışları gözlerimi buldu. Gözlerimdeki endişeyi görüyor muydu. Gözlerim parkuru taradı. Hayır kendi hizamda bulunan hedefe nişan almıştım. Endişeli bakışlarım ona kaydı. Onun da kaşları çatılmıştı. Büyük ihtimalle o da benim gibi anahtarın niçin kilide uymadığını düşünüyordu.

(Düşün Eflal. Düşün kuzgun. Hadi.... Anahtar neden olmuyor. Neden...Neden.) Birden gözlerim Alparslan'ın ayaklarındaki kilide kaydı. Önümdeki kilidin bir benzeriydi. Ellerini ve ayaklarını arkadan bağlayan zincir. Tabi ya anahtar haznenin kapağını açmak için değildi. Anahtar onların bileklerindeki zincirleri çözmek içindi. Ama benim haznenin tepesine ulaşmam gerekiyor. Haznenin tepesine ulaşmak için onlar merdivenleri kullanmışlardı. Lakin şu an merdivenler oraya dayalı değildi. Sadece bir direk vardı. Üzerimdeki parkayı çıkardım. Kendi etrafında dolayıp kalın bir halat haline getirdim. Direğin etrafından geçirip iki elimide yandan sıkı sıkıya tuttum. Önce parkayı yukarı doğru ittim. Sonrasında bedenimi hafif geri çekip çıplak ayaklarımı direğe dayadım. Her defasında önce parkayı yukarı itiyor, sonrasında ayaklarımla bedenimi yukarı itmeye çalışıyordum. Böyle böyle birkaç dakikanın sonunda nihayet gelmem gereken tepeye ulaştım. Parkayı bırakıp hızla kendimi suyun içine attım. Alparslan'ın nefesi artık çok zorlanıyor olacak ki suyun altında öksürmeye başlamıştı. Daha fazla oyalanmadım. Hızla önce ayaklarındaki zincirleri söktüm. Benim zincirleri sökmem ile elleri arkadan zincirli olsa da üst bedenini hareketlendirip kendini hızla yukarı çıkarmaya başladı. Bende ona destek vermeye çalıştım. Başımı sudan dışarı çıkarıp derin bir soluk aldım. Aynı hızla tekrar suyun dibine dalıp ellerindeki zincirleri de söktüm. Tekrar su yüzeyine çıktığımda gülen gözlerle bana bakıyordu. Benim çıkmam ile bir el bitiş atışı duyuldu. Diğer askerler durdu. Sudaki komutanlarını çıkarmak için yandaki askerler hareketlendi. İkimizde bir birimize çok yakındık. Sıcak nefesi yüzümü okşuyordu.

"Bana güvendin."

"Başaracağından en ufak bir kuşkum yoktu.

"Sen bana güvendin. Ben de senin güvenini boşa çıkarmadım."

"Güzelim benim. Canımın canı. Benim güvenimi böyle şeylerle test etmene gerek yok ki. Ben sana canımı ,ömrümü ,kalbimi emanet ettim. İnsan güvenmediği birine kalbini verebilir mi."

Dedikleri ile kalbim sanki o an bedenimi terk etti. Gidip onun kalbine dolandı. Haklıydı. Benim ondan şüphe etmemem gerekiyordu. Ama ne yapabilirdim ki. Her defasında bir şekilde sanki bana güvenmiyormuş gibi davranıyor sonra da bana ona güvenmediğim için kırılıyordu. Ben ona canımı verecek kadar çok güveniyordum. Lakin onun bana olan güveninden bir türlü emin olamıyordum. Bu da onun suçuydu. Biz kendi aramızda dünyadan bağımızı koparmış, birbirimizin gözlerinin içine dalmışken etrafta hem alkış sesleri ,hem de bizimkilerin tezahüratları yankılanıyordu. Bizim tim övgüler ve alkışlarla bize doğru geldi. Biz de daha fazla suyun içine oyalanmayıp çıktık. Sinem ve Yiğit komutanın gözlerindeki hırs ve kıskançlığı net bir şekilde görebiliyordum. Şafak timinin komutanı ve Serhat üstemeğinin gözlerinde ise hem övgü hem de gıpta vardı. Amerikan askerleri ise.... Onların bakışlarını anlatmaya kelimeler yetmezdi. Babamla Tahir komutanın gözlerinde ise gurur vardı. Hele ki babamın gözlerindeki gurur dünyalara bedeldi. Bir onun o bakışları bir de Alparslan'ın gözlerindeki güven ve gururu bu dünyada hiçbir şeye değişmezdim. Tabi bozkurt timinin bizi övmesi ve diğer geri kalan askerlere hava atması da ayrı bir mevzuydu. Gidip komutanlarımızın karşısında esas duruşa geçtik. İkimizin de üzerinden sular akıyordu. Tahir komutan bir adım öne çıkıp karşımızda durdu.

"Alparslan yüzbaşı! Eflal üsteğmen! İkiniz de bir kez daha ne kadar başarılı askerler olduğunuz kanıtladınız. Bizi gururlandırdınız. Allah sizin gibi askerleri başımızdan eksik etmesin. İkinizle de gurur duyuyorum var olun çocuklar."

"Sağ ol."

"Hadi gidip üzerinizi değiştirin daha fazla bu şekilde durmayın."

Dağılabileceğimize dair emir verdiğinde ikimiz daha fazla orada oyalanmamış birbirimize kaçamak bakışlar atarak kendi odalarımıza yönelmiştik... Ben kendi odama ilerlerken o kendi odasına ilerlemişti. Odadaki yedek formayı giyip dışarı çıktım. Etraf fazla sessizdi. Hadi ama o kadar birinci olduk. İnsan bir tebrik eder.

"Lâl!"

Arkamdan duyduğum sesi ile gözlerim onu buldu.

"Ne oldu?"

"Bilmem."

Sesimde belli etmemeye çalıştığım bir sitem vardı.

"Hadi söyle. Ne oldu?"

"Ne biliyim. O kadar birinci olduk. Bir tebrik... Ne biliyim bir kutlama bekliyordum."

İkimizde hem konuşuyor. Hem kantine doğru ilerliyorduk. Bu küçük sitemime gülmekle yetinmişti. Kantin kapısından içeri girmemiz ile başımızdan aşağıya konfeti patlatılması bir olmuştu. Ani ses ve tepki ile istemsiz Alparslan'a yanaşmıştım. Kolunu bana dolayıp beni bağrına bastı. Gülüşü kantinde yankılandı. Yavrusunu korumaya çalışan bir aslana benziyordu.

"Demek kutlama öylemi bizim kız."

Karan'ın sesi ile şaşkın bakışlarım onu buldu.

"Yok komutanım. Yok. Bu kız bizi hiç tanımamış. Şuna bak birde sitem ediyor. Hain civciv. "

Rıdvan abinin dediği ile gülüşüm büyüdü. Gidip sarıldım. Beni şefkat ile sardı. Diğerleride tek tek tebrik etmişti. Kantinde sadece bizim tim yoktu. Şafak timi ve diğer subaylarda vardı.

"Komutanım sen o anahtarı almayı nasıl akıl ettin öyle."

Salih'in şaşkınlıkla söylediği şey ile gülerek ona baktım.

"Meslek sırrı söylemem."

"Hele o atışlar. Komutanım bizde eğitimlerden sonra öyle olur muyuz?"

Yeni gelen acemi erin dediği ile tebessümle ona baktım.

"Sen çok çalış. Daha iyisi bile olursun."

"Siz yinede çok heveslenmeyin. Sonuçta kuz.... "

Dursun'un söylemek üzere olduğu şey ile hepimizin gözleri açıldı. Ateş hızla yanındaki candaşının ağzına önündeki kurabiyelerden bir tane tıktı.. Alparslan bu duruma alışmış artık kendi haline bırakmış olacak ki burun kemerini sabır istermiş gibi sıktı.

"Yani bozkurt timinin nişancısı olmak herkesin harcı değil."

Sözlerini değiştirip tamamladı. Bizimkilerde sen adam olmazsın dermiş gibi bakıyordu. Gelen dikkat emri ile hepimiz esas duruşa geçtik. İçeri babam ve Tahir komutan girdi. İkiside gelip karşımızda durdu. Tahir komutan iki elini omuzlarıma koyup anlımdan öptü. Sonra aynı şeyi Alparslan'a yaptı. Gözlerim hızla açılıp kapandı. O geri çekilirken Alparslan kolu ile çaktırmadan kolumu dürttü. Hızla kendimi toparladım. Bu defa bize doğru gelen babam oldu.

"Kızım!"

Dediği ile albay kimliğini bıraktığını anladım.

"Babam!"

"Seninle hep gurur duydum. Lakin sen beni gururlandırmayı biran olsun bırakmadın. Allah seni ve senin gibi olanları korusun."

Kollarını bana dolayınca bende ona sarıldım. Gözümden akan yaşa engel olamadım.

"Senide babam. Allah seni başımdan eksik etmesin."

Geri çekilip bakışlarını Alparslan'a dikti.

"Evlat!"

"Komutanım "

"Beni hiç yanıltmadın. Varolasın."

"Sağolun komutanım "

"Bu ikisi iyi asker lakin sevda işinde aynı şeyi söyleyemem. Öyle değil mi İbrahim albayım."2

Tahir komutanın kurduğu cümle ile gözlerim şaşkın tavşan gibi açıldı. Gözlerim etrafta gezindi. Etrafta aramızdaki ilişkiyi bilmeyen askerler vardı. Resmi nikahımız yoktu. Sadece imam nikahımız vardı. Ve bu durum etrafta nasıl bir tepki yaratır bilmiyordum. Neyseki diğer erler kendi halindeydi. Onlar ise bu halime bıyık altından gülüyordu. Aramızdaki ilişkinin ne olduğunu tam anlamı ile bilen bizim tim, babam ve Tahir komutandı. Başkaları anlamazdı. Anlayamazdı. Tahir komutanın bakışları bu defa Alparslan'a döndü.

"Eee yüzbaşı. Epey bir geride kaldın. Karan yüzbaşı hayat arkadaşını buldu. Ya sen. Daha ne kadar oyalanacaksın. "

Aramızdaki konuşmaya timin geri kalanıda katıldı. Hepsi pür dikkat Alparslan'ın söyleyeceği şeyi bekliyordu. Ne yalan söyleyeyim bu soruya nasıl bir cevabı vardı bende merak ediyordum.

"Komutanım aslanın dişiside aslandır. Takdir edersiniz ki vahşi bir aslanı ehlileştiremezsiniz. İkna etmesi zor. Kararlıyım ama. Allah izin verirse bu iş daha fazla uzamayacak."

Kararlı sesi ile bende şaşırdım. Kurduğu cümlenin sonunda bana göz kırpmıştı. Ben ise utançla gözlerimi kaçırdım. Bu söylediğini nasıl yapacağını merak ediyordum. Çünkü benim kafama az çok bir şeyler yerleşmişti.....1

 

Bölüm : 12.03.2025 05:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 130. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

217.68k Okunma

20.07k Oy

0 Takip
157
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...