139. Bölüm

139. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARCA

 

İki hafta, yaklaşık iki haftadır dağlardaydık. Pusu kuruyor, çatışıyorduk. Şimdi ise mevzi almış karşıdaki adamları izliyorduk. Bu dördüncü yerdi. Lakin hedeften en ufak bir haber yoktu. Adamın izine raslamamıştık. Dürbün ile etrafı taradım. Şayet o şerefsiz burdaysa işimiz erken biterdi. Üç gün önce sınır karakoluna uğramış biraz dinlenmiş, mühimmat desteği almıştık. Sanırım iki haftadır ilk defa düzgünce uyuyabilmiştik. Alparslan'a yaklaşmamaya özen gösteriyordum. Gözler üzerimizdeydi. Tim neysede diğer askerlerde bize destek veriyordu. Yanımızda bir manga jandarma vardı. İçlerindeki tek kadın olmam dikkatleri üzerime çekiyordu. En son göreve çıkarken sarılabilmiştim. Kokusuna hasrettim.

***************

Hepimiz apartmanın girişinde durmuştuk. Nergis abla, Songül, Eylül , Şehrazat, annemler... herkes bizi yolcu etmek için gelmişti. Sinan beklemeden Eylül'ü bağrına basmış kokusunu solumuştu. Saçlarının arasından ona bir şeyler mırıldanmıştı. Songül'de Ateş'in göğsüne saklandı.

"Kendine dikkat et tamam mı?"

"Aklın bende kalmasın gülüm. Allaha emanetsin. "

Karısının akan yaşlarını silmeye çalıştı. Devran, Dursun ve Ali annemlerin karşısına geçip elini öptü. Ali ile Fulya birbirine baktılar. Ama Alparslan var diye bu kadar ile kaldılar.

"Dikkat et."

"Sende."

Gözleri daha çok şey söylüyordu ama dilleri anca bu kadarını söyleyebildi.

Rıdvan abi karısı ve oğlunu aynı anda bağrına bastı. Çınar babasının gidişine çok üzülüyordu. İyiki bende onlarla gidebiliyordum. Yoksa kafayı yerdim. Bende annemin karşısına geçtim.

"Annem!"

"Güzel kızım benim."

Uzanıp elini öptüm. Benim ardımdan Alparslan elini öpüp sarıldı. Bende o sırada Fulya ile vedalaştım.

"Önce Allaha sonra birbirinize emanetsiniz."

"Sizde anacım. Allaha emanet olun."

Biz geri çekildiğimiz de bakışlarımız Karan ve Şehrazat'a kaydı. Ne konuşmuşlardı. Nede hareket etmişlerdi. İkisininde gözleri birbirine kenetlenmiş öylece duruyorlardı.

"Maviş!"

Şehrazat mavi gözlerini ona kitlemiş sadece bakabilmişti.

"Allaha emanet ol. "

"Se..sende."

Daha fazla konuşmadılar. Hepimiz arkamızı dönüp karargaha doğru yol almıştık ki

"KARAN!"

Şehrazat'ın arkamızdan bağırışı ile durduk. Karan şaşkın hali ile ona döndü. Şehrazat aramızdaki mesafeyi koşarak aşmaya başladı. Karan'da onu karşılıksız bırakmadı. O da karısına doğru koşmuştu. Şehrazat beklemeden onun kollarına atılmıştı. Bu yaptığına bende şaşırmıştım. Ona güvendiğini biliyordum. Sanırım bu güven ve sevgi düşündüğümden daha derindi. Karan başını Şehrazat'ın kıvırcık saçlarına gömüp derin derin soluklandı. Geri çekildiğinde bile ellerini üzerinden çekememişti. Onlar için daha zordu. Tanıştıklarından bu yana ilk defa bu kadar uzun ayrı kalacaklardı.

"Söz verdin unutma. Döneceksin."

"Elimden ne gelirse yapacapığımdan emin ol."

"Ardında bir bekleyenin var bil."

Karan eğilip karısının anlına dudaklarını bastırdı. Şehrazat'ın gözleri kapandı. Gözünden akan yaş şakağına doğru yol aldı.

"Taşmasın o denizler."

"Ne olur Karan. Beni kimsesiz bırakma."1

"Bekle beni Mavişim. Sana dönücem. Ne olursa olsun."

Şehrazat son defa ona sarılmıştı.

******************

Dilerim Karan sözünü tutabilirdi. Sorun dönmek değildi ki. Biz kimseyi arkada bırakmazdık. Önemli olan nasıl döneceğiydi. Bazen öyle bir dönerdik ki sevdiklerimiz keşke gelmeseydi biz bir ömür beklerdik derlerdi. Gözlerim karşıki dağlarda gezindi. Karşı tepemizde pusuya yatmış iki keskin nişancı vardı. Alparslan'ın emri ile ilk işim o ikisini indirmek olacaktı.1

"Herkes yerini aldı mı?"

Hepimizden olumlu yanıt geldi.

"Lâl!"

"Emredin Yüzbaşım?"

Şuan neden dudaklarının kıvrıldığını düşünüyorum.

"İlk atış sende!"

"İki nişancı var. Onları indiriyorum Yüzbaşım."

"Tamamdır... Lâl'in atışı ile atış serbest. "

Tüfeğin namlusunu tam çeviriyordum ki gördüğüm ile durdum. Aradığımız piç dışarı çıktı. Lakin o tek değildi. Ardından mağaranın içinden sekiz on tane kadın çıkarıldı.

"Yüzbaşım!"

"Gördüm."

"Ne yapıcaz?"

Aklımdaki soruyu soran Karan oldu.

"Sessizce onları almaya çalışıcaz. Lâl nişancıları sessizce indir."

"Emredersiniz. "

Tüfeğime susturucuyu takıp ilk adamı hedef aldım. Bu diğerine göre daha gerideydi. İlkini indirirsem görebilirdi. Kafasına aldığı isabet ile tüfeği düştü. Bu defa diğerini hedef aldım. İyi saklanmıştı. Adamı zor olsada indirmeyi başardığımda telsize konuştum.

"Hedefler tamam."

"Biz sivilleri alıcaz. Lâl geriden destek sağla."

"Emredersiniz. "

Onlar yavaş yavaş sızmaya başladılar. Tepeden her hareketlerini izlemeye başladım. Hepsi tek tek gözüne kestirdiği iti indiriyordu. Alparslan duvar dibinden bir mağaranın içine girdi. Onu gözden kaybetmiş olmak içimde bir sıkıntı oluşmasına neden oldu. Bir süre içeriden çıkmasını bekledim. Lakin hala ortada yoktu. Bizimkilerin etraftaki adamları tek tek indirmesi ile diğerleri de kuşkulanmış siper almışlardı. Ehmed denilen adam korkak bakışlarla etrafı süzmüş, sonrasında demin Alparslan'ın girdiği mağaraya girmişti. Sanırım benim gördüğümü Alparslan'da görmüş olacak ki peşinden gitmişti. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından bizimkiler etraftaki tüm adamları tek tek indirmiş, kadınları kurtarmışlardı. Lakin içeriden ne alacağımız hedef ne de Alparslan çıkmamıştı. İçimdeki sıkıntı gittikçe büyüyordu. Neden hep böyle olmak zorundaydı ki. Tam kavuştuk bitti ,artık mutluyuz derken, neden bir şekilde, bir yerden bir şey, biri çıkıp mutluluğunuza gölge düşürüyordu. Mağaranın girişinde gördüğüm silüetle tam rahat bir nefes alacaktım ki ,dışarı doğru birkaç adım atmasıyla aldığım soluğu geri veremedim. Ehmed denilen adam Alparslan'ın başına silah dayamıştı. Nasıl... Onu nasıl derdest etti bilmiyorum ,ama şu an bizimkiler silahlarını ona doğrultmuş, yüksek ihtimalle Alparslan'ı bırakması için ikna etmeye çalışıyorlardı. Buradan kurtuluşunun olmadığını o da biliyordu. Alparslan'ın gövdesinin ona göre daha geniş olması ona saklanabileceği alan sağlıyordu. Kulaklıktan Karan'ın sesi duyuldu.

"Eflal hedefi görüyor musun?"

"Olumsuz. Tamamen Alparslan'ın bedenin arkasına sığınmış durumda."

Adamın görünen tek yeri Alparslan'ın sağ omzunun arkasında görünen sağ gözüydü. Onu indirmemiz için önce Alparslan'ı vurmamız gerekti. Ve benim bunu yapmaya ne gücüm vardı. Ne de görmeye takatim. Bizimkiler biraz daha çabalasa da hiç görüşleri yoktu. Adam sırtını tamamen kayaya yaslamış. Alparslan'ı da üzerine doğru çekmişti.

(Bir şey yap yüzbaşı. Yalvarırım sana bir şey yap. Kurtul o şerefsizden.Aksi takdirde seni benden alacak. Allah'ım sen bize yardım et. Yalvarırım bu acıyı bana yaşatma)

"Eflal!"

Telsizden tekrar Karan'ın sesini işittim.

"İndir"

" Hedef yüzbaşının arkasında görüş netliği yok komutanım."

"Üsteğmen! Gereğini yap!"

Nasıl! Nasıl yapardım ki... İnsan kendi canına nasıl kurşun sıkardı. Bunu benden istememeleri gerekiyordu. Gözlerimin içi yanmaya başladı. Yanaklarından akan yaşlara engel olamadım. Ellerim titriyordu.

"Komutanım yapamam!"

"Sana yap dedim üsteğmen!"

"Abi bunu istemeyin benden nolur!"

"Kardeşim. Önce vatan dedik."

Söylediği ile boğazıma bir yumru oturdu. Haklıydı önce vatan demiştik. Bu şerefsizi bırakamazdık. Benim ona ateş etmem bir ihtimal dahi olsa Alparslan'ın hayatını kurtarabilirdi. Bu yüzden bunu benden istiyorlardı. Yoksa şimdiye o iti çoktan kevgire çevirmişlerdi. Derin bir nefes almaya çalıştım. Gözlerimde biriken yaşları ellerimle sildim. Ellerimdeki titreme hala geçmemişti. Nefes almak bu kadar zor muydu. Bu kadar zahmetli bir iş miydi nefes almak. Oysa ki nefes almak insanın bu hayatta istemsiz olarak gerçekleştirdiği en kolay şeylerden biri değil miydi. Peki ben neden şimdi bu kadar zorlanıyordum. Boğazımdan artık hırıltılı nefes almaya başlamıştım. Elim başımdaki kaskın kemerine gitti ,tek hamlede çıkarıp onu kenara fırlattım. Sonrasında tekrar tüfeğimi elime aldım. Ayak ucundan tepesine kadar her tarafını taradı gözlerim. Burnumdan derin bir nefes alıp ağzımdan yavaşça verdim. Hadi kuzgun yaparsın sen. Madem sevdiğinin canı senin ellerinde ,yapmaktan başka çaren yok. Yapmak zorundasın. Zor bir atış olacaktı ,ama imkansız değildi. Tüfeğin dürbününü Alparslan'ın yüzüne çevirdim. Belki de son defa kirpiklerini, gözlerini ,dudaklarını tüm yüzünü hafızama kazırcasına taradım. Dudaklarında buruk bir tebessüm vardı. Sanki şu an benden ne gelirse gelsin başı gözü üstüne idi. Gelecek olan ölüm dahi olsa. Yavaşça dudaklarını oynattı. Gözlerim söylediği şeye takıldı.

"Yap şunu!"

Demesi kolaydı. O olsa yapar mıydı. Nefesimi tuttum. Tüfeğin dürbününü sağ omzuna doğru çevirdim. Adamın görünen tek gözünü hedef noktası belirledim. Elim milim kayarsa ,veyahut Alparslan milim hareket ederse, adamın en ufak hareketinde belki de onu vuracaktım. (Allah'ım bana güç kuvvet ver. Sana Yusuf'un sesi ile sesleniyorum Ya Rab. ümmeti Muhammed'in hatırına yardım et. Allah'ım sevdiğimi bana bağışla. Beni bu acıyı yaşamak zorunda bırakma. Elimi sevdiğimin kanına bulama ya Rabbim.) Aldığım nefesi yavaşça ağzımdan verirken aynı anda işaret parmağımla tetiğe bastım. Birkaç saniye içerisinde kurşun hedefini bulmuştu. Dürbünden gördüğüm kadarıyla hem Alparslan hem de adam yere serildi. Ellerimdeki titreme daha da arttı. Gözlerimden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Daha fazlasını izleyemedim. Ardına gizlendiğim kayaya sırtımı yasladım. Onu mu vurmuştum. Ben silah arkadaşımın katil mi olmuştum. Ben bir Türk askerinin canına mı kıymıştım. Ben sevdiğim adama mı kıymıştım. Nefesim göğsümü zorladı. Ben bunun için yetiştirilmedim. Bu kadarı çok fazlaydı. Telsizden birkaç hışırtı, uğultu duyulmaya başladı. Onu kulağımdan söküp yere fırlattım. Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım. Ağlamanın bir faydası var mıydı. Ben ne yapmıştım böyle. Belki de bana güvenmişti. Yapabileceğime inanmıştı. Ama yapamadım işte Ellerim tüfeğime uzandı. Zorda olsa çöktüğüm yerden ayaklanmaya çalıştım. Ona gitmek istiyordum. Hakkım var mı bilmiyorum ama ben sevdiğimi son defa dahi olsa görmek istiyorum. Bulunduğum mevzi ile onların bulunduğu yer arasında epey bir mesafe vardı. Gittiğimde göreceğim şeyden ödüm kopuyordu. Bir yandan da ölesiye oraya gitmek istiyordum. Dağdan aşağıya inerken birkaç defa bedenimi taşıyamamış yere düşmüştüm. Avuçlarıma ,dizlerime taşlar batmış, ellerimin içerisi yer yer kanamıştı. Ama umurumda değildi. Benim kalbim kanıyordu. Yüreğim pare pare olmuştu. Ellerimdeki şuncacık yara bana ne yapabilirdi ki. Keşke biri benim de kafama sıksaydı. O zaman diner miydi bu acı. Safsak adımlarım biraz daha ilerlediğinde timin tamamının sırtı bana dönük, onların olduğu yere baktığını gördüm. Aldığım nefesleri vermekte zorlanıyordum. Göğsüm havalansa da ciğerlerimdeki hava dışarı çıkmıyor, yeni soluklar alamıyordum. Birkaç adım daha ilerlediğimde benim adım seslerime onların bakışları beni buldu. Sinan ve Ateş iki yana çekildiğinde, gözlerimdeki yaşlar gördüğü ile daha çok akmaya başladı. Dudaklarımda ise buruk bir tebessüm vardı. Şakağına biraz kan sıçramıştı. Ama gördüğüm kadarıyla onun kanı değildi. Elimdeki tüfek yeri boyladı. O an ne görevde oluşumuz ,ne etrafımızda bir manga asker oluşu, ne zaman, ne mekan hiçbiri umrumda olmadı. Koşar adım ,hızla boynuna atladım. Ağzımdan kaçan hıçkırıklar dağlarda yankı buluyordu. Kollarımı boynuna sarmam ile hızla beni göğsüne yaslamış ,kolları hemen bedenimi sarmıştı. Başımı boynuna gömüp derin soluklar aldım. Gözlerimden akan yaşlar boynunu ve üzerindeki kamuflajını ıslatıyordu. Elleri bandanamın saklayamadığı saçlarımda gezindi.

"Çok korktum... Seni kaybettim diye çok korktum... Sana zarar verdim diye çok korktum...."

"Şşşşş Geçti. Geçti bebeğim benim... bak iyiyim."

"Seni vurdum sandım...... Çok küçük bir mesafe vardı. Sana isabet etti sandım......"

Ağlayışlarımın arasından hem konuşuyor hem de boynundaki kollarımı daha çok sıkıyordum. Sanki birazcık gevşetsem kaybedecektim.

"Beni sen kurtardın ,güzelim benim. En ufak bir şüphem yoktu. Yapacağından adım kadar emindim."

Elleri sırtımı sıvazlamış. Ben sakinleşene kadar bedenimi kendinden uzaklaştırmamıştı. Hıçkırıklarım iç çekişlere döndüğünde kendini hafif geri çekip gözlerime baktı. Elleri yanaklarımı buldu. Kirpiklerimde asılı kalan gözyaşlarımı sildi.

"Ağlama daha fazla yalvarırım. Sen ağladığında kafama sıkmak geliyor içimden."

"Elimden başka türlüsü gelmiyor ki.."

Eğilip dudaklarını alnıma bastırdı. Onun sıcaklığını hissetmek ,gözlerine bakabilmek kendimi çok daha iyi hissettiriyordu. Gözlerim kısa bir an hemen arkasında yatan bedene kaydı. Sağ gözünün ortasında benim sıktığım kurşunun izi vardı. Yüzü gerçekten iğrenç görünüyordu. Eğer sağlam bir mideye sahip değilseniz bu görüntü kusmanıza, hatta belki haftalarca yemek yememenize neden olabilirdi. Lakin hayatım boyunca o kadar çok iğrenç şeyle karşılaşmıştım ki, bu artık beni etkilemiyordu. Alparslan hafif geri çekilip cebinden telefonu çıkardı. Adamın yüzünün fotoğrafını çekip babama yolladı. Birkaç dakika sonra adamın kimliği doğrulandı. Etkisiz hale getirildiğinden emin olmuş oldular. Babamın geri dönebileceğimize dair gönderdiği mesajın altında ekstra bir not vardı. Gördüğümde dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Karan ve Alparslan da aynı şekilde benim gibi gülümsemişlerdi.

"Üsteğmene söyle bir sonraki sefere adamın yüzünden vurmasın. Sonra tanımakta zorluk çekiyoruz."

Sanırım haklıydı. Ve yalan yoktu, bundan önceki birçok hedefi imha ettiğimde ,ya uzuvları kopmuş oluyordu ,ya da gerçekten tanınmayacak halde oluyorlardı. Öyle ki bazen DNA örneği almak zorunda kalıyordum. Şimdi bu size canice gelebilir, lakin benim karşılaştığım yaratıklar, onlara insan demek insanlığa büyük bir hakaret. Benim onlara yaşattığımdan çok daha fazlasını hak ediyorlardı. Kadınlara tecavüz ediyorlardı. Hatta bazen çocuklara kız erkek fark etmeksizin. Onları zorla dağlara çıkarıyorlar, devletimizi onlarla tehdit ediyorlardı. Bunların lisanı yoktu, vicdanı yoktu. Ben herhangi bir amaçları olduğuna da inanmıyordum. Şimdi çoğu insana sorsam bunların kürt olduğunu ya da ne bileyim bir devlet istediklerini falan savunabilirlerdi. Ama işin üç yüzü bu değildi. Her milletten, her devletten insanlar toplanmış ve sanki üzerimize üzerimize geliyorlardı. İçlerinde öyle bir vahşet vardı ki anlatmak imkansız, yaşamak öyle iğrençti. Ki bazen elimden gelse hepsini diri diri ateşe atar canlı canlı derilerini yüzerdim. Tıpkı onların yaptığı gibi. Bu öldürdüğümüz adam araptı mesela, bir önceki belki Fransız ve belki bir sonraki amerikalı ,fark etmeyecekti. Durmayacaklardı... Ama unuttukları bir gerçek vardı. Yeryüzünde hiçbir vahşet karşılıksız kalmazdı. Biz ve bizim gibiler var olduğu sürece onlar mazlumlara adalet borçluydu. Ve ben nefes aldığım sürece o adaleti kendi lisanımda sağlayacaktım. Adamla veyahut ondan artık geriye ne kaldıysa arama Alparslan bedeniyle set çekti. Bakışlarım gök mavi gözlerine takıldı. Gözlerinde öyle bir karmaşa vardı ki. Şu an ne düşünüyordu acaba.1

"Güzelim! Daha fazla bakma."

"Be Ben..."

"Aklından şu an ne geçiyor bilmiyorum. Ne hissettiğini ilk defa anlayamıyorum .Ama daha fazla ona bakma."

Başımı tamam anlamında sallayıp diğerlerine döndüm. Sanırım o iğrenç görüntünün hafızama kazanıp geceleri kabuslarıma karışmasından korkuyordu. Bir yerde haklıydı da. Evet artık uykuyla uyanıklık arasında gidip gelmiyordum. Lakin bir çok asker gibi görev esnasında yaşadıklarım bir şekilde bilinçaltıma yerleşiyor sonra da beynimin bana oyunlar oynamasına neden oluyordu. Gündüzleri yeterince zor bir hayatımız yokmuş gibi gece uykularımızda haram oluyordu. Adımlarım time doğru ilerledi. Bizimkilerin tam karşısında durdum.

"Helal kız civciv!"

Yanlarına vardığımda Rıdvan abi bir kolunu omzuma atıp beni bağrına basmıştı. Benim de dudaklarım kıvrıldı. Lakin Allah biliyor ya yanlarına varıp onu sağ salim görene kadar canımdan bin can gitmişti. O an ,o kayanın arkasında kendi kafama sıkmak bile geçti içimden.

"Bir de yapamam diyordun. Sana zoru göster. Nasıl başardığını izle."

Karan'ın takılması ile bakışlarım ona kaydı.

"Deme abi! Canımdan can gitti yemin ederim."

"Yemin etmene gerek yok kardeşim. Sen ne kadar güçlü olduğunu hepimize bir kere daha kanıtladın."

Dediği ile bakışlarım yeri buldu.

"Eğme şu başını yere. Yakışmıyor sana."

Ateş'in dediğiyle başımı kaldırıp ona baktım.

"Çok korktum!"

Gözlerim doldu.

"Biliyoruz abla. Allah şahit ben olsam o tetiğe basamazdım."

"Ali haklı. Namlunun ucunda sevdiğin varken o tetiğe basmak yürek ister."

Bakışlarım bu defa Devran'a kaydı.

"O yürekte buradaki herkesten çok sende var."

Dudaklarım tebessüm etse de Gözlerimdeki yaşlarla Sinan'a baktım.

"Ağlama ama. Seni böyle görmek hiç hoşumuza gitmiyor bil."

Bu defa konuşan, sonrasında gelip saçlarımı dağıtan Dursun oldu. Çatık kaşlarla ona baktım. Ama korkmak yerine kahkaha atmayı tercih etmişti. Jandarma komandolar ise uzaktan bizi izliyorlardı. Bir çoğunun gözlerinde gurur vardı. Bunu görebiliyordum. Belki de bu göreve ilk çıktığımızda beni bu timin zayıf halkası olarak görüyorlardı. Kadın olmak zordu. Hele bizim ülkemizde kadın olmak daha da zordu. Birçok meslek erkeklerle özdeşleşmişti. Aslında ben güçlü bir kadın değildim. Ama erkeklerin arasında tutunup bu mesleği icra ediyor oluşum toplum tarafından güçlü bir kadın olarak nitelendirilmeme neden oluyordu. Halbuki bunun okulunu okuyup, eğitimini alan her kadın, her insan bu mesleği ,yahut ne bileyim pilotluk olsun ,iş makinesini kullanmak olsun daha birçok mesleği icra edebilirdi. Ne yazık ki günümüzde bu tarz meslekleri icra eden kadınlar gördüğümüzde çok güçlü kadın diyorduk. Halbuki taarruz pilotlarımız vardı, iş insanları, inşaat şirketlerinde iş makineleri kullanan kadınlarımız vardı. Polislerimiz, öğretmenlerimiz, doktorlarımız vardı. Ve bu kadınların hepsi çok güçlüydü. Ama toplum birçoğunu görmezden geliyordu. Alparslan yanımıza gelip dönüş emrinin geldiğini söylediğinde gözleri kısa bir an benim üzerimde gezindi. Fiziksel olarak iyi olduğumu görüyordu. Lakin mavi gözleri siyah gözlerimin en derinine bakıyor, ruhumda herhangi bir yara açılıp açılmadığını görmek istiyordu.

( Sen nefes al ,sen nefes al ve yanımda ol benim ruhumda, kalbimde açılan her yara, her delhiz bir şekilde kapanır. Kapatmanın bir yolunu bulurum Yüzbaşı. Yeter ki yanımda ol.)

Sonrasında hepimiz toparlanmış helikopterin ineceği buluşma noktasına doğru ilerlemiştik. İniş noktasına vardığımızda helikopter bizi bekliyordu. Zaten biz de oyalanmadan bindik. Herkes sözleşmiş gibi kendi köşesine çekildi. Ben de olmam gereken yere ,sevdiğimin kolunun hemen dibine sindim. Bindiğimiz helikopterde bizim tim dışında kimse yoktu. Zaten onlar da bizi takmıyordu. Hoş baksalarda bizim pek de umrumuzda değildi. Zaten aramızdaki ilişkiyi herkes bilir hale gelmişti. Onlar bizi yadırgamazdı, ayıplamazdı. Beklemeden kollarımı beline doladım. O da bir kolunu kaldırıp beni göğsüne çekti. Saçlarımın üzerine dudaklarını bastırdı. Kaç gündür yıkanmıyorduk. Dağ bayır dolanıyorduk. Güneş tepemizdeydi ve epey bir terlemiştik. Allah biliyor ya ona bu kadar yakın durmasam belki de daha iyiydi. Lakin elimden başka türlüsü gelmiyordu. Acaba kötü kokuyor muyum. O kokmuyordu. Barutla karışmış mis gibi kokusu ciğerlerime doldu. Başımı hafif kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerini kapatmış başını hafif saçlarımın arasına eğmişti.

"Yüzbaşı!"

Gözlerini aralayıp gözlerimin içine baktı. Öyle derin bakıyordu ki içim titredi bir an.

"Kötü kokuyor muyum?"

İlk birkaç saniye ne demek istediğimi algılayamadığı için kaşları hafif çatıldı. Sonrasında ne demek istediğimi anlamış olacak ki dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Başını eğip boynumdan derince kokladı.

"Gül gibi kokuyorsun. Tenin ,kokun, saçların her şeyin beyaz gül gibi. Ne ter kokusu, ne barut kokusu teninin kokusunu bastıramıyor. Nefes almadan yapabilirim de senin kokunu solumadan yapamazmışım gibi geliyor."

"Yüzbaşı biliyor musun. Senin kokunu da hiçbir şeye bastıramıyor. Hatta ilk zamanlarda eğitimlerde çok koşmuş terlemiştik. Senin kokunu içime çekip rezil olmamak için kendimi öyle zor tutmuştum ki. O zamanlar bile hayret etmiştim biliyor musun. Bir insan o kadar terlemişken nasıl kötü kokmazdı. Günlerdir duş almıyoruz. Dağ bayır dolanıyoruz ama ne bileyim kokun... Hani sen diyorsun ya gül kokuyorsun diye, yüzbaşı senin kokun hiç bir şeye benzemiyor. Tarifi yok. Sen yanımda değilken şunu yanıma alayım ya da şunu koklayayım da onun kokusunu soluyabileyim, onun yanında gibi hissedeyim diyebileceğim bir şey yok. Yüzbaşı seni anlatacak hiçbir şey yok."

Sözlerim bittiğinde omuzlarımdaki kolu beni bedenine daha çok bastırdı. Saçlarımdan derince koklamaya devam etti. Elleri saçlarımda yavaş yavaş gezinmeye başladı. Ve ben kendimi tutamadım. İki haftadır uyusak bile ondan uzakta uyuyordum. İki haftanın sonunda hem onun kollarında olmak, hem kokusunu solumak, hem de saçlarımı okşayışı uykumu getirmişti. Kendimi karanlığa bırakmadan edemedim. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Lakin yanağımda dolanan eli ve kulaklarıma dolan güzel sesiyle göz kapaklarım aralandı.

"Cennetim... geldik hadi uyan."

Dediği ile göğsündeki başımı yavaşça kaldırdım. Sersem bakışlarım etrafta dolandı. Gözlerim kapanmadan önce herkes kendi halinde ya konuşuyor ya da dinlenmeye çalışıyordu. Ama şu an hepsinin bakışları benim üzerimdeydi. Dudaklarında ise güzel bir tebessüm vardı. Utandığım için bakışlarımı etrafta gezdirmeye çalıştım. Hiçbiriyle göz göze gelmeye cesaret edemedim. Gözlerim en son yüzbaşının gözlerine değdi. Sanırım bunca olup bitenden, bunca zamandan sonra hala utanıyor oluşum hoşuna gitmişti. Dudaklarında açık bir gülüş peydaydı. Kaşlarım çatıldı lakin bu onu gülümsemekten geri koymadı. Helikopterden ilk o indi ,ardından Karan ve onun peşi sıra hepimiz. Helikopterden inip rütbe sıramıza göre albayın karşısına dizildik. Gözleri hepimizin üzerinde gezindi. Benim üzerimde biraz fazla durup baştan aşağı inceledi. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. İyi olduğumu görmek onun hoşuna gitmişti. Onu her gördüğümde veyahut ne bileyim görev dönüşü karşımda bulmak, benimle gurur duyduğunu görmek tarifi imkansız bir duyguydu. Ona layık bir evlat olmak için elimden ne geliyorsa yapıyordum. Alparslan bir adım öne çıktı babamın karşısına esas duruşa geçti.

"GÖREV BAŞARI İLE TAMAMLANMIŞTIR KOMUTANIM!"

"Aferin asker. Hepiniz iki gün izinlisiniz gidin ve dinlenin çocuklar."

Babam ardına dönüp gittiğinde Alparslan bize dönmüş dağılabileceğimizi söylemişti. Herkes kendi halinde bir yere dağılmıştı. O ise tam karşıma gelip yukarıdan gözlerime baktı. Başımı kaldırıp gök mavi harelerine daldım.

"Nefesim!"

"Yüzbaşım!"

"Eve gidelim mi?"

"Alparslan benim evime gitsek olur mu? Seni çok özledim."

"Olur güzelim, annemlere uğrayalım iyi olduğumuzu görsünler sonra sana geçeriz olur mu?"

Başımı tamam anlamında salladım. Daha sonrasında ikimiz yan yana karargahın çıkışına doğru ilerledik. Kendimi çok yorgun hissediyordum. Özellikle bugün yaşadıklarım hem ruhuma, hem bedenime çok ağır gelmeye başlamıştı. Ve bu yorgunluğu atabileceğim tek yer onun kollarıydı. Bir an önce beni kollarıyla sarıp sarmalayıp göğsünde dinlendirmeliydi. Aksi takdirde nefes alacak dahi mecalim yoktu.......

Bölüm : 09.04.2025 23:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 139. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

216.9k Okunma

20.02k Oy

0 Takip
157
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...