159. Bölüm

159. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARCA

Gözlerim, hissettiğim bulantıyla açılmıştı.

“Ah Tanrım! Yine mi?”

Yerimden hızla doğrulup banyoya doğru koştum. Bu hisse daha fazla dayanamıyordum. Gece yediğim ne varsa, hepsini klozete kusmuştum. Öğürme seslerinden Alparslan da uyanmış olacak ki, soluğu yanımda aldı.

Kendim için üzülüyordum, evet… Ama onun bunları yaşamak zorunda kalması beni daha çok yaralıyordu. Uzun zamandır bu kusmalar geçmiş, iyileştiğimi düşünmüştüm. Göreve gittiği birkaç gün içerisinde kusmalar tekrar başlamış, gece kabusları yine boy göstermişti. Onun kollarındayken her ne kadar geceleri kabus görmesem de sonunda kusmalarıma engel olamıyordum.

İçimdeki zehrin tamamını kustuktan sonra doğrulmaya çalıştım. Bana bırakmadan yüzümdeki saçlarımı geriye doğru çekmiş, klozetin sifonuna basmıştı. Bedenime destek olup beni lavabonun önüne getirdi. Musluğu açtıktan sonra avucuna su doldurup dudaklarıma yaklaştırdı. Kendimi ona yük oluyormuşum gibi hissediyordum. Onun yardımıyla ağzımı birkaç kez çalkalayıp tekrar tükürdüm. İşimiz bittiğinde musluğu kapattı. Gözlerimi gözlerine diktim.

— Üzgünüm.

— Ne oldu, güzelim?

— Alparslan, bu çok ağır gelmeye başladı. Kaç gündür uyanıyorum… Sen de benim yüzümden bunları çekmek zorundaymışsın gibi hissediyorum. Alparslan… Ben sana yük mü oluyorum?

Söylediklerimle dudakları açılıp kapandı. Gözbebeklerim titreşiyor, gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. İki elini yanaklarıma koyup gözlerimizi birleştirdi.

— Bebeğim… Cennetim… Niye böyle şeyler söylüyorsun? Bu söylediklerin doğru değil. Senin bana yük olduğun falan yok. Tam tersine, senin yokluğun yüreğime büyük bir yük. Ben sensiz nefes alamıyorum. Sen de bensiz... İkimiz de birbirimize bu kadar âşıkken, birbirimizin her haline böyle muhtaçken böyle düşünmen… Sence de biraz saçma değil mi?

— Saçma…

Verdiğim cevapla dudakları kıvrıldı, sonra da beni göğsüne çekti. Kollarımı beline dolayıp onun kollarında olmanın tadını çıkarmaya başladım. Bu gece kınam vardı. Yarın ise Allah’ın izniyle düğünümüz olacaktı. Acaba tüm bunlar ruh halimi fazla mı etkiliyordu? Dudaklarını saçlarımın tepesine bastırdı.

— Benim güzel karım… Ebedim, ezelim, her şeyim… Kokuna bile hasretim. Allah seni benden almasın.

— Seni de benden almasın, Yüzbaşım… Bu hayatta her şeye dayanabilirmişim de, bir sensizliğe dayanamazmışım. Zor oldu, acı oldu… Ama ben bunu çok iyi öğrendim.

— Üzgünüm güzelim… Ama bunu bilmek bana huzur veriyor. Çünkü bunu bilmek, senin de en az benim seni sevdiğim kadar beni sevdiğine işaret.

— Çok seviyorum… Hem de çok…

Kollarını hafif gevşetince bedenimi hafifçe geri çektim.

— Acıkmadın mı?

— Bir şey diyeyim mi? Kurt gibi açım.

— O zaman yürü bakalım. Bunlar evlenmeden önceki son kahvaltılar. Bundan böyle kahvaltılarımızı kocan elleriyle hazırlayacak sana.

Sözlerini bitirdikten sonra ellerimden tuttu, beni içeri yönlendirdi. Annemler daha uyanmamış olacak ki, evde çıt çıkmıyordu. İkimiz yan yana mutfağa geçtik. Ben çay suyunu koyarken o da dolaptan kahvaltılık bir şeyler çıkardı. Suyu koyduktan sonra ben de ona yardıma yöneldim. Dolaptan çıkardığım domates ve salatalıkları doğramaya başladım.

— Alparslan, patates kızartır mısın?

— Kızartırım elbet, nefesim. Sen yeter ki iste…

İştahımın açık oluşu ve ondan bir şeyler isteyişimi çok seviyordu, bunu gözlerinden anlayabiliyordum. Ondan her yemek için bir şey istediğimde, ya da acıktığımı söylediğimde, mavi gözleri parlıyordu. Birkaç tane patates çıkarıp tezgâhın üzerine koydum. O onları doğramaya başladığında ben de dolaptaki reçelleri çıkardım. Rafta gördüğüm incir reçeliyle gözlerim parlamıştı. Alparslan patatesleri çıkarırken, çekmeceden bir kaşık alıp masaya yerleştim. Kavanozun kapağını açıp incir reçelini kaşıklayarak yemeye başladım. Arkası dönük olduğu için, bir yandan da sevgili kocamın bedenini süzmeden edemiyordum. Hareket ederken kasları hafif hareketleniyordu. Geniş omuzları, uzun boyu… Gerçekten ağız sulandırıcıydı. Tanrım bu adam, neden bu kadar yakışıklıydı ya?

Patateslerle işi bitmiş olacak ki ocaktaki kızgın yağın içine attı. Sonra da yönünü bana çevirdi. Üzerindeki bakışlarımı gördüğünde gözleri şaşkınlıkla açıldı.

— Ne?

— Yavrum, sen ne yapıyorsun öyle?

— Reçel yiyiyorum.

— Reçelden çok beni yiyormuşsun gibi görünüyor buradan.

— Yani… Birazcık olabilir. Ama sadece birazcık…

Dediğimle kahkaha atmıştı. Gözleri yavaşça kucağımdaki reçel kavanozuna kaydı, sonra da şaşkınlıkla tekrar gözlerimi buldu. Birkaç adımda yanıma gelip kucağımdaki kavanozu eline aldı. Tamam onu izlemeye dalmışken ayarı biraz fazla kaçırmış olabilirim. Birazdan kastım, kavanozun dibini görüyor oluşumdu tabii -Dolu değildi...

Söylediğimle gözleri kısa bir an gözlerime değdi, dudakları açılıp kapandı.

— Bebeğim, ben bu kavanozu dün gece dolapta gördüm ve doluydu.

— Aşk olsun…Birkaç lokma reçeli mi sakındın benden?

— Yok, canımın canı. Hiç olur mu öyle şey? Sen yeter ki yemek ye. Ben sana koli koli alırım da… Dokunmasın sonra.

Söylediğinde haklı olabilirdi. Ama bu düşünceyi sadece beynimin içinden geçirdim, yüzüne karşı söylemedim.

— Patatesler…

— Birkaç dakikaya hazır olur. İstersen o süre zarfında sen de annemi uyandır.

Ben gülümseyerek yerimden kalkıp annemin odasına doğru ilerledim. En son mutfaktan çıkarken gördüğüm şey, şaşkın bakışlar içerisinde elindeki kavanozu tezgâha bırakışıydı. Tamam, biraz fazla yemiş olabilirim ama bunda bu kadar abartılacak ne var canım? Bu adam benim lokmalarımı mı sayıyordu acaba?

Başımı iki yana hızlı hızlı sallayıp annemin odasına daldım. Evet, resmen daldım. Kapı sesini duyan annem hafifçe uyandı zaten. Yanına gidip dudaklarımı yanağına bastırdım. Yaptığımla tatlı bir kıkırtı odada duyuldu.

— Annelerin en güzeli, en biriciği… Hadi kalk, kahvaltı yapalım.

— Sana da günaydın benim kara kuzum. Hadi sen içeri geç, ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum.

Son defa diğer yanağına da dudaklarımı bastırıp içeri geçtim. Alparslan, kahvaltı sofrasındaki son dokunuşları yapmış, hatta çayları bile doldurmuştu. Beklemeden yerime oturup tabağıma bir şeyler almaya başladım. Kendimi gerçekten aşırı aç hissediyordum. Bu hareketimle Alparslan’ın bakışları kısa bir an üzerimde dolaştı. Ben de tabağımdaki bakışlarımı kaldırıp ona baktım.

— Yine ne oldu?

— Bir şey olmadı, bebeğim. Sadece… Demin yediğin bir kavanoz reçelden sonra bu kadar iştahlı olman biraz şaşırttı.

— Sen ne ima etmeye çalışıyorsun? Demin “bir kavanoz reçel yedin” dedin. Bir kere, o kavanoz yarımdı. Hatta üçte ikisi yenilmişti. Ne o? Kilo alırım da çirkinleşirim diye mi korkuyorsun?

Yüzüne karşı çemkirmemle birlikte şaşkın bakışları etrafta dolandı. Ne diyeceğini bilemedi, ağzı açılıp kapandı. O sırada annem de içeri girdi. Bu tuhaf halimize o da merakla baktı.

— Ne oldu bakayım ikinize?

— Yüzbaşıya sor anne! Sabahtan beri resmen lokmalarımı sayıyor. Hayır, bilmesem cimri biri sanacağım. Alt tarafı birazcık reçel yedim....

— Yok bebeğim, vallahi öyle bir şey değil. Sadece böyle iştahlı olman dikkatimi çekti.

— Çekmesin dikkatini. Patatesleri uzat!

Sonlara doğru sesim epey bir tripli çıkmıştı ama beni daha fazla sinirlendirmemek adına yanındaki patates tabağını bana uzattı. Hazırladığım kahvaltı tabağına bir miktar da patates yerleştirdikten sonra kahvaltımı yapmaya başladım. Ama sinirlenmiştim ona; o yüzden kahvaltı boyunca yüzüne bakmadım.

— Canımın canı… Yüzüme bakmayacak mısın?

Tamam, ben onun gözlerine bakmadan yapamazdım. Tabağımdaki bakışlarımı kaldırıp onun gözlerine baktım. Gözleri munzurlukla bakıyordu.

— Tamam, affettim say. Ama bir daha yemeklerime karışma, bu hiç hoş değil.

— Söz. Bir daha dünyaları yesen de karışmayacağım. Tek kelime edersem vur beni!

Tek kaşımı havaya kaldırdım. Artık ne kadar becerebildiysem...

Sürekli "Onu yaparsam vur beni, bunu yaparsam vur beni." diyorsun ama günün birinde vurursam görürsün.

— Senden ne gelecekse başım üstüne.

— Kızım, hadi kahvaltınızı bir an önce edin. Birazdan kızlar gelecek, kına için malzemeleri getirecekler. Deli bozuk, sen de cilveleşmeyi bırak.

Annemin bizi uyarmasıyla ikimizin de bakışları ona döndü. Gerçekten de onun burada olduğunu unutmuştuk ve haklıydı. Bir yarım saatte kalmaz kızlar damlardı. Dursun’la Devran sağ olsunlar, kına malzemeleri için dün listeyi almış, bugün de bütün her şeyi buraya getireceklerdi. Erkekler dışarıda plan yapmışlardı, biz kızlar olarak da evde kınamızı yapacaktık. Ben bunları düşünürken o sırada kapı çaldı. Alparslan bana bırakmadan kendi ayaklanıp kapıyı açtı. Kapıdan duyulan curcunadan bizimkilerin geldiğini anladım. Birkaç dakika içinde Nergis Abla, Şehrazat, Eylül, Songül, Fulya — hepsi kapıda görünmüştü.

— Günaydın, hoş geldiniz!

— Hoş bulduk da canım benim, sen hâlâ oturuyor musun? Bugün senin kınan var, hadi biraz hızlı, seri ol!

Nergis Ablamın bana çıkışmasıyla hızlıca yerimden kalktım. Alparslan o sırada arkadan bana işaret verince onlardan izin isteyip peşinden gittim. Bizim odamıza geçince ben de onunla birlikte ilerledim. Kapıdan geçmemle kapıyı kapatıp bedenimi kapıya yasladı. Nefesimi kestiğinin farkında mıydı acaba?

— Yüzbaşı, ne yapıyorsun?

Cümlemin son bulmasıyla dudaklarını dudaklarıma yasladı. Öyle bir öpüyordu ki birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından ben de ona karşılık verdim. Ağzımı aralamamla birlikte dilini ağzımın içine itti. Elleri kalçama inmiş, kısa şortumun el verdiğince tenimde gezinmeye, kalçamı sıkmaya başlamıştı. İstekle bedenimi ona yasladım. Kaç gündür ona hasrettim. Nefesimin kesilmeye başladığını anladığında hafif geri çekildi.

— Akşama kadar yetmesi gerek.

Derin bir soluk aldım. Dudaklarının üstüne fısıldadım, ben de onun gibi:

— Ya yetmezse?

— Akşam geldiğimde acısını çıkarırım o zaman.

Cümlesini bitirdikten sonra dudaklarıma kısa bir öpücük daha bıraktı, sonra da dolaba yöneldi. O üzerini değiştirirken ben de arkamı dönüp kızların yanına gittim. Şehrazat , Nergis abla ve annem mutfaktaki hazırlıklarla ilgilenirken kızlar salondaki mobilyaları kenara çekip ortada yer açmaya çalışıyorlardı. Kapının çalmasıyla adımlarım kapıya yöneldi. Devran ve Dursun kına malzemelerini getirip teslim ettikten sonra izin isteyip çıktılar. Onların hemen ardından Alparslan da üzerini giyinip karşı daireye, Kara’nın yanına geçmişti. Aslında kına akşamdı, kızlar biraz erken gelmişti hazırlıklar için ama anladığım kadarıyla ayak altında dolanmak istemediği için o da kaçmayı seçmişti. Kızlar her şeyle ilgilenirken ben de kendi odama geçtim. Zaten hiçbir şeye el sürdürmüyorlardı.

Dolap kapağına asılı olan elbiseyle göz göze geldiğimde dudaklarım kıvrıldı. Gerçekten çok güzel bir elbiseydi ve umut ediyordum ki Alparslan da çok beğenecekti. Dolaptan iç çamaşırlarımı alıp banyoya ilerledim. Kendimi sıcak suyun altına attığımda, sanki üzerimden akan suyla birlikte bedenimdeki, ruhumdaki, zihnimdeki tüm acılar, tüm yorgunluklar gider deliğinden akıp gidiyordu. Çok yorulmuştuk, çok acı çekmiştik ve şimdi mutlu olmak hakkımızdı.

Suyun altında ne kadar kaldım bilmiyorum ama en son parmaklarımın buruşmaya başladığını anladığımda artık çıkmam gerektiğini fark ettim. Havluyu bedenime sardım, aynadaki yansımama tebessümle baktım. Üzerimi kurulayıp iç çamaşırlarımı giydim. Elbiseyi giymeden önce tüm bedenimi nemlendirdim. Sonrasında adımlarımı banyonun dışına attım.

Straplez, kırmızı bir elbiseydi. Belinin sağ kısmında taşlardan bir çiçek yapılmış ve eteğinden oraya doğru tutturulmuştu. Uzun kuyruğu gerçekten çok hoş duruyordu. Elbisenin göğüs kısmında tek tek küçük taşlar yerleştirilmişti. İki göğsümün ortasından aşağıya doğru hafif bir dekoltesi mevcuttu. Bu elbiseyi ilk gördüğümde özellikle rengi dikkatimi çekmişti. Kırmızı renk her ne kadar beni tedirgin etse de Alparslan’ın hoşuna gidiyordu... Özellikle benim üzerimde görmek... Kırmızı onun için aşkı, tutkuyu, arzuyu, beni temsil ediyordu. Evde yapılacak olan bir kına için her ne kadar fazla görünse de bu umurumda olmadı. Çünkü gecenin ilerleyen saatlerinde Alparslan da kınaya katılacaktı ve ben onun beni beğenmesini istiyordum.

Üzerimi giyindim, saçlarımı yapmaya başladım. Önce hafif dalgalandırdıktan sonra yukarıda dağınık bir topuz yaptım. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra aynadaki yansımama baktım. Saçtı, makyajdı derken saat epey geç olmuştu. Zaten duşun altında nereden baksan bir buçuk saat kalmıştım.

Yavaş yavaş kızlar da hazırlanmak için odanın içine girmişlerdi. Beni ilk gördüklerinde önce bir şaşırıyorlar, sonra da tebessüm edip çok güzel olduğumu söylüyorlardı. Onlardan bunları duymak gerçekten çok hoştu. Ama asıl düşüncesini merak ettiğim kişi kesinlikle sevgili kocamdı.

Herkesin hazır olduğuna kanaat getirdikten sonra odanın dışına doğru ilerledim. Kızlar odanın ortasına bir tane sandalye koymuş, evi de gerçekten çok güzel süslemişlerdi. Bu kadarını beklemiyordum. Ben içeri girince şaşkın suratıma önce gülmüşler, sonra da elimden tutup ortadaki sandalyeye oturtmuşlardı.

Arkadan tüm kınaların olmazsa olmazı olan şarkılar çalıyor, onlar ise ellerindeki kına kaseleriyle etrafımda dolanıp beni ağlatmaya çalışıyorlardı. Lakin daha çok çalışmaları gerekirdi. Zira sevdiğim adamın kadını oluyordum ve bu gece, her ne olursa olsun, hiçbir güç beni ağlatamazdı.

— Eflal, Allah rızası için pişmiş kelle gibi sırıtıp durma!

Songül’ün çıkışmasıyla bu defa kahkaha atmıştım. Çünkü gerçekten hepsi ona katılıyordu. Özellikle onlar beni ağlatmaya çalışırken benim gülüyor oluşum, sinirlerini bozmaya başlamıştı.

— Canım arkadaşım, hani diyorum... Mini minnacık ağlasan da biz de kurtulsak?

Eylül’ün söylediğiyle bu defa ona baktım. Dudaklarımı, gülmemek için birbirine bastırdım.

— Bırak Eylül, bırak. Bıraksak zil takıp oynayacak.

Nergis ablanın söylediğiyle bu defa kendimi tutmayı bırakıp sesli bir şekilde güldüm.

— Ya ama ne yapayım? Bunca zamandan sonra sevdiğim adamla evleniyorum. Kendimi bildim bileli hayatımda bu kadar mutlu olduğum bir an daha hatırlamıyorum. Gülmek benim hakkım. Hiç kusura bakmayın, ağlayamam. Yakacaksanız yakın kınayı.

Şimdi bana hak vermiş olacaklar ki etrafımda deli danalar gibi dönmeyi bırakıp kınayı yakmaya karar verdiler. Nergis abla önümde diz çöktü, tepsideki kınadan bir miktar avcuna aldı. Lakin ben elimi açmayınca bu defa Sevgi anneme seslendi:

— Sevgi teyze, gelinin elini açmıyor!

İmalı sesiyle annem, dün hazırladığı altını çıkarıp getirdi. Nergis abla altını alıp avuçlarıma yerleştirdiğinde ben de parmaklarımı açtım, kınayı yakmasına izin verdim.

Birkaç saniye sonra zil sesi duyuldu. Fulya koşar adım kapıyı açmaya gitti. Birkaç saniye sonrasında tim’in erkekleri, önde sevdiğim adam olmak üzere, salona giriş yaptılar. Gözlerimi elimdeki kınadan çekip ona baktım. Üzerinde siyah bir gömlek vardı, kravat takmamıştı. Altında ise kumaş bir pantolon… Allah’ım, çok yakışıklıydı!

Onu görmemle göğüs kafesimi zorlayan kalbim daha da hızlanmaya başladı. Birkaç saniye kapıda duraksamış, diğerlerinin onunla alay etmesine neden olmuştu. Karan’ın onu dürtmesiyle kendini toparlayıp birkaç adımda yanıma geldi. Ali’nin hemen yanıma bir sandalye yerleştirdiğini hayal meyal hatırlıyorum. Çünkü gözlerimi ondan alamıyordum. Gelip yanıma yerleşti. Nergis abla onun serçe parmağına da kına yaktı. Gülümseyerek önce parmağına, sonra da bana baktı.

— Nefesim…

— Yüzbaşım…

Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Elini yanağıma koydu, sonra da eğilip alnıma sıcak dudaklarını bastırdı. Bu öyle iyi hissettirmişti ki…

— Çok, çok güzelsin canımın canı…

Söylediğiyle niyeyse utanmıştım. Daha birkaç saat öncesinde odada "beğensin, güzel bulsun" diye uğraşan ben değil miydim? Şimdi bu söylediğiyle neden utanmıştım ki?

İkimizin de kınasının yakılmasıyla herkesten alkış ve tebrik sözcükleri duyduk. O sırada bakışlarım sevdiklerimize kaydı. Annem hemen yanı başımda durmuş, kendini ağlamamak için zorluyordu. Babam da diğer tarafımızdaydı. Her ne kadar sert durmaya çalışsa da bakışlarındaki duygusallığı okuyabiliyordum.

Karan, Şehrazat’ı kolunun altına almış, gülümseyerek ona bakıyordu. Şehrazat ona her ne söylüyorsa, bu gülüşünün daha da büyümesine sebep oluyordu. Gözlerindeki beğeniyi görmemek için kör olmak gerekirdi.

Sinan, arkadan Eylül’ün bedenine sarılmış, başını omzunun üstüne koymuştu. İkisi de tebessümle bize bakıyordu. Ateş ve Songül kendi köşelerine çekilmiş, bir şeylerden bahsediyorlardı. Devran ile Dursun masanın arkasında durmuş, bir yandan bir şeyler yiyor, bir yandan da Devran’ın söylediklerini tartışıyorlardı. Aralarında her ne geçiyorsa, bu Devran’ı sinir ediyor, Dursun’u eğlendiriyordu.

Fulya ile Ali ise yan yana durmuş, bize gülümseyerek bakıyorlardı. Fazla yakın olmamaya çabalasalar da Fulya’nın elinin arkaya doğru uzandığını ve Ali’nin onun elini tuttuğuna şu an adım kadar emindim. Ve bu yaptıklarını hem Alparslan'dan hem de evdeki geri kalan insanlardan saklamaya çalışıyorlardı. Gerçekten çok tatlıydılar.

Elimde hissettiğim sıcaklıkla bakışlarım sevdiğim adama kaydı.

— Çakırım…

— Çakır’ın göz bebeği…

— Alparslan… Biz yarın evleniyoruz.

— Biz evliyiz. Sadece yarın düğünümüzü yapıyoruz.

Sanırım buna bir türlü alışamayacaktım. Her defasında evli olduğumuzu unutuyor, sanki yarın evleniyormuşuz gibi konuşuyordum. Ve o, her defasında bıkmadan usanmadan beni düzeltiyordu.

"Allah'ın izniyle sen yarından itibaren Lâl Karahanlı olacaksın."

"Bu öyle güzel hissettiriyor ki Alparslan... Sanki kalbim duracak, bu heyecana dayanamayacakmışım gibi hissediyorum."

Elimi avucuna alıp sıktı.

"Her an, her saniye yanında olacağım ve tıpkı şu an olduğu gibi elini sıkacağım. Bundan gayrı, hayatımızın her alanında yan yana olacağız ve hiç ayrılmayacağız."

"Söz mü?"

"Söz, güzelim. Yüzbaşı sözü."

Verdiği sözler, ettiği yeminler, ses tonu, kullandığı kelimeler, hitapları, aşkı, bakışları… Bir adam, her hâliyle, her hareketiyle bir kadını kendine nasıl bu kadar âşık edebilirdi?

Peki, bir kadın, bir adamın her zerresine nasıl böyle âşık olabilirdi?

Sanki bu dünyadaki en kötü, en karanlık, en berbat şeyi dahi yapsa, sırf o yaptığı için o artık güzel olacaktı.

Bu dünyadaki tüm güzellikler, iyilikler sanki hep onunla ilgiliydi. Ve bu dünyadaki tüm kötülükler, o var olduğu sürece yok olacaktı.

Onun yokluğu karanlıktı, uykusuzluktu, acıydı, işkenceydi...

Ama varlığı farklıydı. Berrak okyanuslar, aydınlık gökyüzleri, açan çiçekler, baharlardı.

Bu adamın varlığı benim için umuttu, yaşamdı.

Diyorum ya, güzel olan her şey onunla ilgiliydi.

Ve bu dünyadaki tüm kötülüklerin yok olması için onun varlığına ihtiyaç vardı.

Yaşamak için benim ona ihtiyacım vardı.

Nefes almak, yaşamaya yetmiyordu ki...

Bakışlarını gözlerinden çekemiyordum.

Şimdi burada olmasak, bu kalabalıkta olmasak, öpsem onu doya doya… Kana kana öpsem...

Tadını alsam... Dudakları dudaklarımda, boynumda, tenimde dolaşsa…

Kokusunu solusam, doya doya...

"Nefesim."

"Hııı?"

Konuşmak zorlaşmıştı yine. Bu adamın varlığı, normal şartlarda yapabildiğim bazı yetilerimi kaybetmeme neden oluyordu.

"Bebeğim, şöyle bakmasan?"

"Nasıl?"

"Böyle... Açlıkla, arzu ile, tutkuyla bakmasan..."

"Ama Yüzbaşı... Ben senin aşkın, tutkun, arzun değil miyim? Gözlerim sana bakarken nasıl kendim olmaktan vazgeçeyim?"

"Kurban olduğum, yapma. İkimiz de yanarız."

"Yanalım Yüzbaşı. Ben seninle ateşlerde kül olmaya razıyım."

Söylediklerimden sonra derince yutkunmuştu. Adem elması hareket etti.

Şimdi dudaklarımı bastırsam oraya...

Düşüncelerimle kendime kızdım: "Kendine gel Eflal! Ortam müsait değil. Bir gececik… Bir gececik daha dayanabilirsin. Yarından sonra tüm geceler sizin."

Kendimi toparlayıp bakışlarımı onun üzerinden çektim.

Lakin onun mavi bakışları hâlâ bedenimi süzüyordu, bunu hissediyordum.

Ve bu, bedenimin sızlamasına neden oluyordu.

Sanki yüzlerce küçük iğne tenime batıyordu.

Birkaç saat bu şekilde devam etmiştik. Diğerleri yavaş yavaş izin isteyip evden ayrılmıştı.

Biz de etrafı sabah toplamaya karar verip kendi odalarımıza dağılmıştık.

Yatak odasına geçtiğimde saçlarımdaki tokaları çıkarmaya çalıştım.

Saçlarımda hissettiğim ellerle aynadan arkama baktım.

Yüzbaşı, saçımdaki tel tokaları bana bırakmadan yavaş yavaş çıkarmaya çalıştı.

Allah’tan buradaydı, yoksa o tokaları çıkarmak saatlerimi alabilirdi.

Birkaç dakikalık uğraşın ardından siyah saçlarım omuzlarıma dökülmeye başladı.

Son tel tokayı da çıkarıp şifonyerin üzerine koydu.

Ellerimle saçlarımı sol omzumda toparladı.

İki elini de omuzlarıma koyup eğildi, dudaklarını sağ omzuma bastırdı.

Sonrasında yavaşça boynuma doğru ilerledi.

Ona yer açmak adına başımı sola doğru yatırdım.

Boynumdaki ıslak öpücükleriyle ağzımdan kaçan inlemeye engel olamadım.

"Yüzbaşı..."

"Yüzbaşının canı..."

Dudakları tenimdeyken cevap vermişti. Söylediği kelimeler boğuk çıkmıştı.

Hafif ısırıklar bırakıyor, sonra da yalayarak oradaki sızıyı almaya çalışıyordu.

Bu işkenceye daha fazla dayanamadım.

Yerimden kalkıp ona doğru döndüm.

Dudaklarımızı birleştirip tutkuyla öpmeye başladım.

Çok güzeldi...

Onu öpmek, bu dünyadaki en güzel şeylerden biriydi.

Elleri kalçalarımda, sırtımda geziniyordu.

Geri çekildiğinde ikimizin de gözleri kapalıydı.

Sıcak nefesi yüzümü okşuyordu.

"Sabır, nefesim... Bu gece de sabır. Yarından sonra durmak yok. Teninin her yerine, her bir santimine değecek dudaklarım."

"Çok zor... Alparslan sana, dayanmak çok zor. Bir dokunuşun, sesin tüm bedenimi ateşe veriyor sanki..."

Son defa dudaklarıma küçük bir öpücük bırakmış, sonra da yönünü banyoya çevirmişti.

Arkasından dudaklarıma dişlerimi geçirdim.

O banyoya girdiğinde ben de yönümü dolaba çevirip üzerimdeki elbiseden kurtulmuştum.

Dolaptan ona ait olan bir tişörtü üzerime geçirip yatağa geçtim.

Bugün bu kadar yorucu mu geçmişti ya?

Niyetim onun banyodan çıkışını beklemekti, lakin dayanamadım.

Göz kapaklarım bana ihanet etti ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama en son hatırladığım, bedenime sarılan kollarıydı.

Ona biraz daha sokuldum, sonra da onun güzel kokusunu soluyarak uykuma kaldığım yerden devam ettim.

Bölüm : 02.06.2025 22:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 159. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

402.47k Okunma

29.7k Oy

0 Takip
174
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm164. Bölüm165. Bölüm166. Bölüm167. Bölüm168. Bölüm169. Bölüm170. Bölüm171. Bölüm172. BölümMUTLU SONSUZ174. Bölüm175. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...