166. Bölüm

166. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

EFLAL KARAHANLI

 

 

Sabah güneş daha doğmadan uyandım. Ama sanki geceden beri zaten hiç uyumamış gibiydim. Karnımda belirsiz bir kıpırtı, kalbimdeyse kocaman bir coşku vardı. İlk defa o küçük mucizeyle karşı karşıya gelecektik bugün. İlk defa onun kalp atışlarını duyacaktık. Her şey resmiyet kazanacaktı artık… sadece kelimelerle, tahminlerle değil; görüntüyle, sesle, gerçeklikle.

Yatağın köşesinde, sırtı bana dönük oturan Alparslan’a uzun uzun baktım. Sessizdi. Sırt kasları hafifçe kasılmıştı, ellerini dizlerinde birleştirmişti. Savaş öncesi sessizliğe benziyordu bu hali. Biliyordum; benim kadar o da gergindi. Yaklaştım, başımı omzuna koydum.

“Çok sessizsin…” dedim usulca.

Gülümsedi. “Biliyor musun, bu kadar heyecanlandığım tek zaman seninle ilk saha görevimizdi birinin dikkatini çekecektin üzerindeki kırmızı elbise duruşun, öz güvenin hala ilk günkü gibi aklımda. İçimde hem heycan, hem gerginlik ,hem endişe vardı.”

“Benimle mi? O zaman da mı böyle gergindin?”

“O zaman da kalbim karnımdaydı,” dedi ve kahkaha attık birlikte.

Üzerimi değiştirirken durup aynaya baktım. Henüz dışarıdan belli olacak bir şey yoktu ama ben içimde bir dünya taşıyordum. O kadar gerçekti ki bu duygu, bastıramadım, gözlerim doldu. Alparslan yanıma geldi, aynada bakıştık. Elleri usulca belime sarıldı, alnını saç diplerime yasladı.

“Sen sadece bir asker değilmişsin Lâl'im … Sen koca bir orduymuşsun meğer. Şimdi içimizde yepyeni bir savaşçı büyüyor.”

Gözlerimi yumdum. Onun varlığı bana hep güven vermişti. Şimdi göğsümde atan kalpten başka bir kalp daha taşıyordum ve o da onunla tanışacaktı.

Hastaneye vardığımızda sıra numaramızı alıp bekleme alanına geçtik. İçerisi kadınlarla doluydu. Bazıları elinde ultrason görüntüleriyle sevinçle çıkıyor, bazıları daha tedirgindi. Ben hepsini izliyor ama en çok Alparslan’a bakıyordum. Yanımda oturuyordu, elleri ellerimdeydi.

“Birlikte nice tehlikeye yürüdük,” dedi, sesi kısık. “Ama ilk defa bu kadar korkuyorum.”

“Elimi bırakma, olur mu?”

“Benim görevim senin yanında olmak… Artık üçümüzün,” dedi ve parmak uçlarını karnıma götürdü.

Doktorun sesiyle kendimize geldik.

“Eflal Karahanlı?”

Göz göze geldik. Ayağa kalktık. Birlikte yürüdük. Yürümek değil de… sanki yeni bir hayata ilk adımı atmak gibiydi.

Odaya girdiğimizde doktor gülümsedi.

“İlk gebelik muayenemiz, değil mi?”

Başımı salladım. Alparslan sessizdi, ama gözleri her şeyi söylüyordu.

"Aslında bakarsanız sadece evde test yaptık."

Kadın başını anladım anlamında salladı. Sonrada bana sedyeyi gösterdi.

“Hazırsanız bakalım miniğimiz ordamıymış,” dedi doktor, esprili bir dille. Alparslan’ın omzuna baktım, istemsizce gülümsedim.

Ultrason cihazı çalışmaya başladığında içime sanki bir fırtına koptu. Gözlerim ekranda ama kalbim... karnımdaydı.

Ve o ses.

O hızlı, düzensiz, mucize gibi ritim.

Ellerimle ağzımı kapattım. Duygularım taşmak üzereydi. “Duyuyor musun?” dedim fısıltıyla.

Alparslan yaklaşmıştı. Ekrana değil, bana bakıyordu.

“Hayat buymuş işte…” dedi. Sonra başını eğdi, elleriyle karnımı kavradı. Oraya dudaklarını yasladı. “Baban burada, küçük bebeğim. Biz geldik.”

Doktor gülümsedi.

“Her şey yolunda görünüyor. Bebek 8 haftalık. Kalp atışları gayet güçlü. Ama ikinize de birkaç uyarım olacak.”

Birlikte dönüp baktık.

“Eflal Hanım… siz asker misiniz?”

Başımı salladım.

“Ve eşiniz de…”

“Evet.”

“O zaman ikinize de şunu söyleyeyim: Bu süreç savaş değil. Burası cephe değil. Kontrol, emir-komuta zinciri ya da disiplin değil. Sakinlik, uyum, anlayış ve sabır istiyor. Dinlenmeyi öğreneceksiniz. Özellikle siz Eflal Hanım… hareketlerinize dikkat etmelisiniz.”

Alparslan ciddi bir şekilde başını salladı.

“Dinlenmesini ben sağlayacağım.”

Doktor güldü. “Peki o zaman… bir sonraki kontrolde görüşmek üzere. Ama lütfen tartışma çıkacaksa bile fısıltıyla tartışın, bebek duyar artık.”

Kapıdan çıkarken kendimi tutamadım, kahkaha attım. Alparslan başımı okşadı.

“Fısıltıyla savaşalım o zaman,” dedi.

Asansöre doğru yürürken elim belime gitti. O artık sadece benim değildi. Artık biz üç kişiydik.

Arabaya biner binmez Alparslan koltuğunu bana çevirdi.

“Seninle hiç böyle hayal etmemiştim bu günü. Ama şu an, hayatımda ilk kez bu kadar tam, bu kadar doğru hissediyorum.”

Yavaşça eğildi, alnını alnıma yasladı.

“Sen bu hayatta verdiğim en doğru kararsın.”

Gözlerimden süzülen yaşları durduramadım. Artık gözyaşı dökmek zayıflık değildi.

Bu, güçtü.

Aile olmaya giden ilk adımın gücü.

Hastaneden çıktığımızda hava güneşliydi ama rüzgârda bir serinlik vardı. Sanki içimdeki karmaşayı dengeleyen bir doğa hali…

Alparslan arabanın kapısını açtı. Sessizdi ama ben onun sessizliğini yıllar önce öğrenmiştim; bu suskunluk, kelimelerin taşırmaya cesaret edemediği duygularla doluydu.

Emniyet kemerimi takarken elimi tuttu. Öylece tuttu…

“İyi misin?” diye sordu.

O an cevap vermek istemedim. İçimde kıyamet kadar şey vardı ama dışımda tek bir kelimeye bile yer yoktu.

“Sen?” dedim sadece.

Gözlerini yoldan ayırmadan başını iki kez salladı.

“Sadece… çok sevdim seni bugün. Her zamankinden fazla.”

Bu kadar sade, bu kadar derin bir cümleyle darmadağın oldum. Gözlerim doldu, ama artık saklamıyordum hiçbir şeyi. Bu hamilelik bedenimi değil, içimi büyütüyordu en çok.

Elimi karnıma götürdüm.

“Sen de duydun, değil mi?” diye fısıldadım içimdeki minik kalbe. “Baban beni ne kadar sevdiğini söyledi. Bu hayatta seni en güzel o sevecek. Ama beni hep çok sevecek sende büyüdüğünde en çok anneyi sev olur mu?"

Söylediklerim ile arabada kahkahası duyuldu. Çenemden tutup yüzümü kendine çevirdi sonrada dudaklarıma küçük bir buse kondurdu. İkimizde gülüyorduk.

Eve geldiğimizde yorgundum ama kalbim dinlenmiyordu. Çantamı yere bıraktım, ayakkabılarımı çıkardım, sonra usulca oturma odasına geçtim.

Alparslan arkamdan geldi.

Bir şey demedi.

Beni sırtımdan sardı.

Kollarını göğsümün önünden doladı.

Başını boynuma yasladı.

Ve öylece sustuk.

Zaman durmuş gibiydi.

Kalbimiz yavaş, ama ritmik atıyordu.

Sanki artık biz değilmişiz gibi… sanki üçümüz birden odayı doldurmuştuk.

“Bir isim düşündün mü?” diye fısıldadı aniden.

“Daha çok erken değil mi?”

“Biz erken başlamışız birbirimize, o da erken gelsin ismine.”

Gülümsedim. “Erken gelen, kıymetiyle gelir.”

Sonra başımı ona yasladım.

“Eğer kız olursa… güçlü ama zarif bir isim olsun.”

“Eğer erkek olursa… yumuşak ama gururlu bir isim.”

İkimiz de sustuk sonra. Çünkü o an ne isim, ne cinsiyet önemliydi. Önemli olan varlıktı. Hayatta olduğuydu. Bize geldiğiydi.

Gece olduğunda yatağa uzandık. Işıkları kapattık. Ama uykumuz yoktu.

Alparslan karnıma başını yasladı.

Elini usulca koydu.

Sessizce bekledi, sanki onunla konuşuyormuş gibi.

“Merhaba bebeğim…” dedi sonunda.

Ben gözlerimi sımsıkı kapattım.

“Sana söz veriyorum… anneni hep koruyacağım. Senin için savaşmam gerekirse savaşırım. Ama seni hiçbir savaşa bırakmam. Gölge bile değmeyecek üstüne.”

Gözlerimden yaşlar süzülürken elleri elimdeydi.

“Ve sen… Lâl'im ’im,” dedi.

“Seninle evlendiğimde bir hayat kuracağımı sanmıştım. Meğer bir evrenin kapısını açmışım. Beni ev yapan sensin. İçinde can taşıyan, taşıdığı canı bana emanet eden kadın… Sana bin kere daha aşık oldum bugün.”

O gece uzun uzun konuştuk.

Bebeğe ne hissettirdiğimizi… hangi duyguları ilk öğreteceğimizi… nasıl bir dünyaya doğacağını…

Ve sonra birlikte sustuk.

Sustum çünkü içimde her şey konuşuyordu.

Alparslan sustu çünkü sessizlikte ben vardım.

O gece Alparslan’ın kollarında uyuyakaldım.

Karnımda büyüyen hayatla, göğsümdeki sevgiyle…

Ben artık sadece bir kadın, bir asker değil…

Bir anneydim.

 

KARAN KIZILTUĞ

 

Görev dönüşü bu kadar yorgun olacağımı düşünmemiştim. Sırtımdaki çantayı zor bela arabanın arkasına attım. Bahçeye doğru yürürken içimde tarifsiz bir özlem vardı. Mavişimi görmek, o gülüşünü duymak, başımı onun boynuna yaslayıp sadece bir süre sessizce durmak... Hepsine açtım.

Ama köşe dönülür dönülmez tüm o özlem, yerini buz gibi bir soğuğa bıraktı.

Duvar kenarında biri vardı. Ve o biri, Kerem’di.

Abim.

Hainliğin ve ihanetten örülmüş geçmişin tek adı.

Ve karşısında, elleri üzerindeki elbisenin eteklerini sıkan , gözleri huzursuz olan kadın... Şehrazat’tı. Benim mavişimdi....

Benim karım.

İçimde bir şey koptu o an. Ayaklarım çakıldı toprağa. Gözlerim, ikisine takıldı.

Konuşuyorlardı. Kerem hafifçe eğilmiş, ona bir şeyler söylüyordu. Yüzünde tanıdık bir ifade: pişkinlik, kendini beğenmişlik, karşısındakini hafife alma.

Tanrı şahidim, bir an her şey anlamsızlaştı.

“Bu kadar mı?” dedim içimden.

“Ben evden uzak kalınca olan bu mu?”

Şehrazat bir adım geri çekildi. Yüzüme bakmadığı halde gözlerindeki sıkıntıyı hissedebiliyordum. Tam o anda sırtımı döndüm. Gitmekti niyetim. Evi görmek istemiyordum. İhaneti yeniden yaşamak istemiyordum.

Ama kalbim...

Kalbim, yıllar önce kırılmıştı. Aklımda ise bambaşka bir hatıra belirdi.

("Şayet günün birinde kalbini kırarasam bilki bilmeden istemeden olmuştur gelip gözlerime bak. Bak ki gerçeği gör. Ben sana bile isteye zarar vermem Karan. ")

Bu defa yeniden parçalanmadan önce gerçeği öğrenmek istedi.

Durdum. Derin bir nefes alıp döndüm.

Adımlarımı duymadıkları için hâlâ konuşuyorlardı.

Sonra...

"Seni bırakıp gitti değil mi? Ne yazık senin gibi güzel bir kadın evde beklerken dağlara çıkmak tam bir aptallık."

Şehrazat’ın sesi sertleşti:

— "Senin ne yüzle karşıma çıktığını bilmiyorum ama bu söylediklerinin hiçbir anlamı yok, Kerem. Ben Karan’ın karısıyım. Eğer tüm bu olanları ona anlamadıysan sevdiğim katil olmasın diye o mesleğini kaybetmesin diyedir. Ama sakın bir daha karşıma çıkma. Sakın bana yaklaşma!"

Kerem, bir şey diyecek oldu ama Şehrazat elini kaldırdı.

— "Senin geçmişte yaptığın şeyi biliyorum. Ne kadar alçakabileceğini... ama sakın beni o kadınla katıştırma Karan kayil olmasın diye susabilirim ama bir daha haddini aşıp katşımıza çıkarsan inan bana bu kadar sağ duyulu olmam. Sen iğrenç bir yaratıksın. Onu en zayıf yerinden vurdun. Ve ben o yaraların üzerinden bir yuva kurdum. Sen o yuvaya yaklaşamazsın."

Tam o anda göz göze geldik Şehrazat’la.

Gözleri büyüdü. Birkaç adım bana doğru atıldı.

— "Karan..." dedi sadece. Nefesi kesilmişti.

Yanına vardım. Elimi onun beline koydum, yüzümü Kerem’e döndüm.

— "Ne konuşuyordun karımla?"

Kerem konuşmaya çalıştı ama ben sesimi yükselttim:

— "seni gebertirim allah yarattı demem sakın bir daha benim olana yaklaşma. Onu huzursuzedersen senin leşini ayaklarının dibine sererim."

Şehrazat sessizce elimi tuttu.

Benim sesim titriyordu ama onunki sabitti:

— evimize gidelim."

Kerem’in yüzü kızardı. Geri çekildi, küfürlü bir homurtu fısıldadı ve uzaklaştı.

Ben hâlâ Şehrazat’ın yanındaydım.

— "Affet," dedim.

— "Sana haksızlık ettim. Onunla konuşurken gördüğümde... kafamda o kadar çok şey... Eskiden kalma kırıklar var hâlâ belli ki."

Şehrazat gözlerimin içine baktı.

— "Kırıklardan saray yapmadık mı biz?"

Gülümsedim.

O an kalbim bir kez daha ona yenildi. Bir kez daha onunla gurur duydum.

Ve kendime yemin ettim:

Bir daha Mavişimin duruşunu sorgularsam, geçmişi değil, onu yeniden kaybetme korkumu hatırlayacağım. İkimiz yan yana lojmanın içine girdik üç gündür yoktum ve onu çok özlemiştim.

Evin kapısını sessizce açtı. Ayakkabılarını çıkartırkende hiç bir şey söylemedi. Koridordan geçerken birkaç adım geride kalmıştı, ben ise ellerimi birbirine kenetlemiş, mutfağa yönelmiştim. Sırtım dönüktü ama bakışlarını üzerimde hissediyordum.

Mutfağa girip su almak bahanesiyle dolaba yöneldim. Az önceki karşılaşmanın, yüzündeki hayal kırıklığını görmenin, onu kırdığım düşüncesinin ağırlığı... Hepsi içime çökmüştü. Bardağı tezgâha bıraktım.

Arkamdan yavaşça yaklaştı.

Sessizce.

Dokunmadan.

Sadece oradaydı.

Sonra o tanıdık sesiyle fısıldadı:

— “Sana ihanet ettiğimi sandın değil mi?”

Başımı eğdim. Cevap vermek istemedim ama sustuğum her an, aramızdaki duvarı kalınlaştırıyordu. Onu daha fazla susturmak istemedim.

— “Hayır… Sadece geçmişin gölgesi çok uzunmuş, Maviş. Üzerimize bile düşmüş.”

Elini yanağıma uzattı. Sıcaktı. Kararlıydı.

— “Geçmişim dediğin şey, senin yüzüne bakınca sönüyor artık. Ama bu gün seni orda görünce aklından geçenleri okudum sanki. Karan seni seviyorum. Sana bunu nasıl anlatırım bilmiyorum . İnsan bu kadar severken ihanet etmez.”

Gözlerinin içine baktım. Oradaydı. O kırılgan, naif kadın. Benim kadınım...

— “affet mavişim ama allah şahidim bir daha senden şüphe etmem. Kolay değil birine güvenmek çok zor. Ama başarıcam. Sevmekte zordu ama sevdim. Şimdi o güven tohumunu yüreğime ektim yeşermesini bekliycem o kadar.”

Bunu söylediğimde gözleri nemlendi.

Lakin dudakları kıvrıldı.

"O tohumun bir an önce büyümesi için her gün sevgimle suluyacam komutan."

— “Bugün seni izlerken... içimden bir ses ‘git’ dedi. Ama sonra... geri döndüm. Çünkü biliyordum. Sen... bambaşkasın.”

Adımlarını attı. Artık aramızda boşluk kalmamıştı.

Kollarını belime doladı.

— “Senin duruşun... beni susturdu. Beni mahvetti. Aynı zamanda onardı. Şehrazat, sen benim her şeyimsin. Gururum, evim, yuvam...”

Boynuma başını yasladı. Ben de başımı onun saçlarına gömdüm. Mis kokusunu doya doya soludum.

Bir süre konuşmadık. Kalp atışları konuştu. Soluklarımız birbirine karıştı.

Sonra ben fısıldadım:

— “Bir daha kendinden değil, benden şüphe edersen... seni bırakırım.”

Gülümsedim. Burnunmu saçlarına gömdüm.

— “Bir daha kendime güvenimi kaybedersem... izin ver seni yeniden seveyim. Her şeyin ilacı o çünkü.”

Gözlerini öptüm. O an sessizliğimizde her şeyi konuşturduk.

Kelimelere sığmayan bir anlaşmayla, birbirimizin hatalarını örttük.

Birbirimizin yarasını, sadece biz sarabilirdik.

Ve biz... yine bunu yaptık. Hafif geri çekilip yüzüne gelen saçları parmaklarımla geriye doğru taradım. Göz bebekleri yüzümün her bir noktasında gezindi mavi hareleri titriyordu. Dudakları hafif aralıktı nemli dudakları beni günaha davet ediyordu. Mavişim, Şehrazat'ım benim saf, ürkek, naif karım... dudaklarımızı yavaşça birleştirdim kollarını boynuma dolayıp istekle daha fazlasını talep etti. Sırtına dolanan ellerim yavaş yavaş aşağılara doğru yol aldı. Elbisesinin üzerinden kalçalarını sıktım ağzımın içerisine doğru inledi.

"Ahhhh.."

Parmak uçlarına çıkıp daha fazlasını talep edercesine bedenini bedenime yasladı. Ellerim uslu durmuyor kah kalçalarını sıkıyor kah bedenini okşuyordu... bu elbise fazlalıktı olabildiğince hızlı bir şekilde elbiseyi yukarı doğru çekiştirmeye başladım. Elbisenin etekleri yukarı çıktıkça çıplak teni avuçlarımın arasındaydı. Yumuşacık teni cayır cayır yanıyordu. Ellerim iç çamaşırının kenarından kadınlığına uzandı parmaklarımla hareket ediyor ovuşturuyordum. Daha fazla parmak uçlarında duramayacak olacak ki kollarını boynuma dolamış ayakta durmak için çaba harcıyordu. Dudaklarımızı ayırmadan bedenini kucaklayıp mutfak masasının üzerine bıraktım. Sanırım bu daha iyiydi. Dudaklarımızı kısa bir an ayırıp gözlerinin içine baktım.

"Hazır mısın mavişim?"

"Seninle her şeye..."

Düşünmeden verdiği cevapla dudaklarım kıvrıldı sırtını yavaşça masanın üzerine yatırdım. Bacaklarını iki yana ayırmadan önce üzerindeki iç çamaşırından kurtuldum. Dudaklarımı her iki dizine bastırdım.

"Ihmmm..."

Sırtı yay gibi gerildi. Daha sonrasında iç bacaklarını öptüm. En son kadınlığının üzerine de dudaklarımı bastırdıktan sonra istekle dilimi içine ittim aynı anda adımı inlemişti.

"Ahhh Karan..."

Elleri masanın kenarlarını sıkmıştı. Yavaş yavaş dilimle aşağıdan yukarıya kadınlığını yalıyor ıslaklığını her yana yaymaya çalışıyordum.

"Ahhhh.. Karan."

"Mavişim!"

Ikimiz de sınırdaydık ve sanırım şu an ikimize de işkence ediyordum. Hazır olduğunu düşündüğümde ayağa kalktım üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup yavaşça içine girdim.

"Karan... ahhhh..ıhhh.."

ondan inleme daha koptu. Aldığı her soluk, dudaklarından kopan her inleme benim aklımı kaybetmeme neden oluyordu. İçinde git geller yaparken boynundan destek verip masanın üzerinde oturur pozisyonu almasına yardımcı oldum dudaklarımızı birleştirip o güzel tadına bir kere daha vardım. Mutfak duvarlarına çarpan etin ete çarpan sesi ve inlemelerimiz dışında hiçbir ses yoktu ve ben onun inleyişlerini ömrüm boyunca dinlemek istiyordum. Önce bedeni kasıldı daha sonra titremeye başladı. Bedeni kasıldığından dolayı kadınlığı da kasılmış beni daha çok kavrar hale gelmişti. Ben de sonlardaydım o henüz titriyorken içine tüm tohumlarımı serptim. İkimizde nefes nefese kalmıştık ve yarı çıplak sayılırdık. İkimizin de dudaklarında yorgun ama mutlu bir tebessüm vardı.

"Seni seviyorum Karam Kızıltuğ. Bunu sakın bir an bile olsa aklından çıkarma."

"Ben de mavişim... Ben de seni çok seviyorum."

Dudaklarından kısacık da olsa bir öpücük daha çaldım sonrasında yorgun bedenini kucaklayıp banyoya doğru ilerledim. Hani derler ya her şerde bir hayır vardır diye gerçekten de öyleydi. Ben her ne kadar içten içe ona güvendiğimi söylesem de aklımın bir köşesini her zaman bir acaba kurcalayacaktı ve bugün ben o acabalardan kurtulmuştum. Ben sevdiğim kadına ,mavişim'e ömrüm yettiğince güvenecek ve onu hep sevecektim.....

Bölüm : 07.07.2025 15:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 166. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

402.41k Okunma

29.68k Oy

0 Takip
174
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm164. Bölüm165. Bölüm166. Bölüm167. Bölüm168. Bölüm169. Bölüm170. Bölüm171. Bölüm172. BölümMUTLU SONSUZ174. Bölüm175. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...