
MİHRE KARA
Sabah gözlerim yine ağrı ile aralanmıştı. Ayağımın üzerindeki yorganı hafif çekmem ile gözlerim şokla açıldı. Çünkü şişlik artmış üstüne morluk dahada çoğalmıştı. Gözlerim doldu. Allahım neydi bu başıma gelenler. Kapının tıklatılması ile kapıya bağırdım.
"Eğer Ertuğrul beysen gelme!"
Ama kapı açıldı ve içeri o girdi. Bakışları ne olduğunu anlamadığını bariz belli ediyordu. Dolu gözlerimi görünce hızla bana doğru geldi.
"Ne oldu?"
"Ayağım. Çok kötü olmuş. Baksanıza mosmor olmuş."
Yorganı biraz daha çekip onunda görebileceği şekilde açtım. Şokla ayağıma baktı. Hemen yanıma gelip beni kucağına aldı.
"Siktir. Hemen hastaneye gidicez korkma tamam mı?"
Bir şey diyemedim. Kucağında hızlı şekilde aşağı indik. Tüm korumalar bir ona birde kucakladığı bana bakıyordu.
"Arif biran önce hastaneye hemen."
Yaptığı panikle ben daha çok korkmaya başladım. Bakışları yüzümü buldu.
"Çok mu ağrıyor?"
"Çok değil. Ama siz neden bu kadar panik yaptınız? Çok mu kötü. Kesecekler mi ayağımı. Sakat mı kalıcam?"
Dediklerim ile bakışları karman çorman olmuştu. Ama ben ne yapabilirdim. Düşünsenize bir sabah uyanıyorsunuz ayağınız tamamen morarmış. Kan akımı resmen yok. Ampute etmezler değil mi. Kaldı ki o hep ketumdu ilk defa böyle panik görmüştüm. O bile korktuysa...
"Yok. Yok öyle bir şey sakın korkma."
Tamam anlamında başımı salladım. Araba hızla asfalt yolda ilerliyordu. En yakın hastanenin önünde durdu. İlk o indi. Hemen ardından gelip beni kucakladı. İçeri girdiğimizde sedyeye yatırdı. Gelen sağlıkçılara olanları anlattı. Tabi tüm açıklığı ile değil. Film çekilmişti. Sonuç her şeyin üstüne birde çıkık vardı. Ayağım yerine oturtulup tekrar sarılmıştı. Yanı başımda birde eve gelen doktora sövüyordu. Çıkık olduğunu nasıl anlamaz diye. İşimiz bitince yine kucağında arabaya gitmiştim. Zaten çok geç olmadan eve varmıştık. O yukarı çıkarken ben canım sıkıldığı için salondan bahçeye çıkmıştım. Arif, Rüzgar ve adının Ahmet olduğunu öğrendiğim bir koruma sohbet ediyordu. Rüzgar beni görünce yardıma geldi. Kolumdan destek vermesi ile kenarda ki koltuklara oturdum.
"Siz neden tepemde dikiliyorsunuz. Otursanıza."
Dediğim ile tebessüm etmişlerdi. Gelip yanıma oturdular.
"Ee sizin çayınız falan yok mu?"
Dediğim ile gülüşleri büyüdü. Ahmet ayaklanıp banada ince belli bir bardakta çay getirdi. Bir kaç dakika sonra Kenan da bize dahil oldu. Çayımdan bir yudum aldım.
"Ee Arif anlat bakalım."
"Neyi efendim?"
Ona yeme beni dermiş gibi baktım.
"Arkadaşıma neden böyle erimiş peynir gibi baktığını canım kardeşim."
"Hadi canım!"
"Harbi mi lan"
"Ne ara"
Herkesten ayrı tepkiler yağıyordu. Arif'in utançtan kızarışı ile kahkaha attım.
"Yaa kıyamam Arif çok tatlısın"
"Ne oluyor burda?"
Gelen sesle hepimiz oraya döndük. Diğerleri biraz tırsmıştı. Ama o bana yöneldi.
"Sana dışarı çıkabileceğini kim söyledi." Elleri koluma yapıştı. Gözlerinden resmen ateş çıkıyordu.
"Sana ne dedim çalışanlarla muhatap olmayacaksın. Dışarı adım atmayacaksın anladın mı beni."
Eli her saniye biraz daha sıkıyordu kolumu. Gözlerim doldu. Ben yanlış bir şey yapmamıştım.
"Canım acıyor. Lütfen dur."
Sesim o kadar güçsüz çıktı ki. Ondan gerçekten korkuyordum. Sanki demin beni hastaneye kollarında taşıyan o değilmiş gibi şimdi bu şekilde davranması ağrıma gitmişti. Gözlerindeki öfke yerini başka bir duyguya bıraktı. Pişmanlık. Ama inanmadım. Ben artık onda ne görürsem göreyim inanmazdım ki. Elleri gevşedi. Bu defa canımın ne kadar yandığı umrumda olmadı. Kimseden yardım alamazdım.
Adımlarım yavaş ve sancılı olsada evin içine girmeyi başardım. Arkamdan bana olan bakışlarını hissettim. Biri hariç diğerlerinde acıma vardı. Ama onlarında bir suçu yoktu. Kollarım sızlıyordu. Moraratmıştı kesin. Hayvan herif. Benim etim neydi. Budum neydi. Üzerimde hayvan kuvvetini kullanıyordu. Bir süre salonda oyalandım. Kahvaltıya çağırsalarda gitmedim. Canım burda da sıkılmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kendimi biraz daha zorlayıp odaya çıktım. Nefesim kesilmişti resmen. İlaçlarımı da içmememiştim. Ağrım dahada çoğalmıştı. Kendimi yatağa bıraktım. Gözümden bir damla yaş akıp yastığa damladı. Elimle silip gözlerimi kapadım...
"Avukat uyan hadi."
Başımı yastığa biraz daha gömdüm. Gitsindi. Uyanmak istemiyorum.
"Hadi. Bir şeyler yemen gerek. Dünden beri bir şey yemedin."
O kadar ısrarcıydı ki uykum en sonunda açıldı. Gözlerim gözlerine kenetlendi. Ama başımı çevirdim. Ayaklanmaya çalıştım. Hemen öne atıldı. Geri çekilmek istesemde dinlemedi.
"Yeter bu kadar. Kendine acı çektirmek hoşuna mı gidiyor?"
"Benim değil. Ama belliki acı çekmem sizin hoşunuza gidiyor."
Bakışları yüzümü arşınladı. Derince yutkundu.
"Ne olur bırakın gidiyim. Ben size ne yaptım. Neden durmadan yaralıyorsunuz. Şu halimize bakın. Hepsi sizin bu nedensiz ısrarınız yüzünden."
"Nedensiz değil."
"Ne peki"
Ama bana cevap vermedi. Adımları aşağıya yöneldi. Merdivenlerin sonunda duraksadı.
"Babaanne!"
Benimde bakışlarım kapıya yöneldi. Yaşlı bir kadın. Otuzlarında genç alımlı başka bir kadın. Onun yaşlarında bir erkek. Ve henüz dört beş yaşlarında küçük bir kız çocuğu. Kimdi bu insanlar. Onlarda en az benim kadar şaşkındı. Gözleri onda ve kucağındaki bendeydi. Utandım. Kucağından inmek için hareketlensemde bırakmadı. Onun yerine tutuşunu sıkılaştırdı.
"Ertuğrul bey. İndirin artık."
Bana baktı. Gözlerini karşıdaki insanlarda gezdirdi. Kafasında ne tarttı bilmiyorum ama adımları salon koltuklarına ilerledi. Beni üçlü koltuğa yerleştirdi. Ayağımı Öndeki masaya uzattı. Geri çekilmeden altına bir kırlent yerleştirdi. Diğerleri ise onu inceliyordu.
"Ulan bir hoş geldiniz demeyecek misin eşek sıpası."
"Diyecem babaanne diyecem"
Geri çekilip kadının elini öptü. Diğer genç kadına sarılıp saçlarına dudaklarını bastırdı. Gözleri genç adama kaydı.
"Kardeşim. Hoş geldin."
"Hoş buldum kardeşim"
İkisi erkeksi bir şekilde kucaklaştı. Bakışları küçük kıza takıldı.
"Şirin, amcam. Hoşgeldin."
Küçük kızı kucaklayıp yanağına dudaklarını bastırdı. Gerçekten çok tatlıydı. Ama hiç tepki vermiyordu. Bu normal değildi.
Hepsi şuan koltuklarda oturmuş beni izliyordu. Yerimde rahatsızca kıpırdandım.
"Ee bize gelin kızı tanıtmayacak mısın torun. Kendisi bir el dahi öpmüyor malum."
Dediği ile şokla yüzüne baktım.
"Anlamadım ne gelini!"
"Babaanne ne diyorsun sen"
"Asıl sen ne yapıyorsun. Örf adet bilmez misin. Hadi gönlün kaydı. Sevdalandın. Nikahsız aynı evde oturmak ne demek. Kızım senin anan baban bu işe kızmıyor mu. Bu nasıl bir terbiye vermek"
Dedikleri ile gözlerim hırsla ona kaydı.
"Kendinize gelin. Ben sizin gelininiz de değilim. Torununuzun kapatmasıda. "
"Avukat!"
Elimi hızla havaya kaldırdım. Beni susuturamazdı. Hakkı yoktu. Kimse benim namusuma laf edemezdi.
"Ben sadece iş için burdayım. Ki kısa bir süre önce iş ilişkimizde sona erdi. Beni yargılayacak insanlar değilsiniz."
Söylediklerim ile kaşları çatıldı.
"Ya ne demeye burdasın o vakit. Oğlanın kucağında ne işin var?"
Dediği ile hızla ayaklanmaya çalıştım. Ama üzerine basmamla ağrısı dayanılmaz bir hal aldı.
"Onu torununuza sorun. Ayağımı bu hale getirende beni burda zorla tutanda o. "
Gözlerim doldu. Onun bakışlarında ki öfke ise muhattabını değiştirdi.
"Kız ne diyor Ertuğrul. "
Babaannesinin bağırması ile o da sinirlendi. Ama geri adım atmadı. Kurduğu cümleler ile benim yeni yeşeren umutlarım koparılıp çiğnendi.
"Doğru söylüyor "
"Kıza vurdun mu? Sana söylüyorum ulan deyyus kıza vurdun mu"
"Yok hayır vurmadı. Yanlış anlaşılma olmuştu. Doğrusunu artık biliyor. Ama ne olur söyleyin beni bıraksın."
Dediklerim ile demin dinen siniri tekrar gün yüzüne çıktı.
"Kızı derhal bırakacaksın."
"Olmaz"
"Ne demek olmaz?"
"Olmaz işte Babaanne. İşime karışmayın."
"Lan babası kılıklı ne işi. Yazık değil mi kıza şu hale bak. Anası babası kim bilir nasıl merak etmiştir."
Dediği ile benim gözlerimdeki yaşlar artık durmadı. Bir bir döküldü. Ağladığımı görünce bakışlarındaki öfke yerini başka duygulara bıraktı.
"Onun anneside, babasıda, aileside benim."
Yerdeki bakışlarım hızla onu buldu. Ne diyordu bu adam. Kafayı yemişti. Banada yedirmek istiyordu. Diğerleride böyle bir çıkış beklemiyor olacaklar ki şaşkınlıkla bakıyorlardı. Bana doğru gelip ellerini yanaklarıma koydu. Baş parmakları akan yaşları sildi.
"Hadi bir şeyler ye. Sonra ilaçlarını al. Zaten dünden beri bir şey yemedin. İlaçta almadın. Ağrın çok olmalı"
Ağzım balık gibi açılıp kapandı. Ben ne düşünüyordum bu adam ne diyordu. Ama gözlerinde öyle bir bakış vardı ki şu an tek derdi benim yemek yemememdi. Bir elini bacaklarımdan geçirdi. Diğerini sırtıma koydu. Kucaklayıp mutfağa geçti. Yürürken arkaya seslenmeyide ihmal etmedi.
"Siz acıkmadınız mı?"
Onlarda peşimizden gelip boş yerlere oturdu.
"Şey tanışmadık. Ben Ayla Ertuğrul'un ablasıyım."
Başımı salladım.
"Buda Şirin yeğenimiz. Babaannem Seher."
Bakışlarım önce küçük kıza kaydı. Ama sanki bu dünyadan bağlantısını kesmiş gibiydi. Sonra Seher hanıma baktım. Gözleri beni tanımak istermiş gibi süzüyordu.
"Bu da Poyraz. Yakın dostumuz."
"Memnun oldum. Bende Mihre. Yakın tarihe kadar Ertuğrul beyin avukatıydım."
"Hala öylesin"
Duyduğum ile sinirim tepeme çıktı.
"Değilim."
"Olmadığını düşünmeye devam et."
"Sizin için hiç bir şey yapmayacam"
Gözüm kısa bir an küçük kıza kaydı. Sesimi düşürdüm.
"Beni karanlığa kitlediniz. Yetmedi evinizde hapis tutuyorsunuz. Sürekili bağırıyorsunuz. Kolumuda morarttınız."
Tüm bakışlar bana döndü. Ama ben onları takmadım.
"Hem kimbilir belki polis sizi tutuklar. Birde adam kaçırmadan ceza yersiniz. Bende özgür kalırım."
Dudakları alayvari bir şekilde kıvrıldı.
"Bu dediğine inanıyor musun?"
Sesinde tehtid vardı.
"Aa Ayşe teyzenin sarması mı o . Ayşe teyze çok güzel yapar."
Alya hanımın ortamı yumuşatma çabasına hepimiz ayak uydurduk. Birşeyler yedikten sora doyduğumu hissettim. Arkama yaslanmıştım ki önümdeki tabağa birkaç tane sarma koyuldu. Gözlerim beni deli çıkarmaya yemin etmiş adama kaydı.
"Doydum."
"Önündekileride ye"
"Doydum ama"
Derin bir nefes aldı.
"Avukat seni zorlamak için yapmıyorum. İnat etme. Doktor iyi beslenmen gerek dedi."
"Halt etmiş o doktor. Ben iyi besleniyorum zaten"
"Belli. Çırpı gibisin şu haline bak"
"Gayette iyi duruyorum."
"Seni taşırken zorlanmıyorum bile"
"O benden kaynaklanmıyor"
Dediğim ile kendime şaşırdım. Adama resmen sen çok güçlüsün mü dedim. Dudakları yukarı kıvrıldı. Ama bende geri vites yoktu ki.
"Hayvan gibi olan sizsiniz"
Bu defa kaşları çatıldı.
"Önündekileri ye Avukat yoksa bu masadan kalkamazsın."
Çatalı birine batırıp ağzıma aldım.
"Her şeyi zorla yaptırıyorsunuz "
"Beni buna zorlayanda sesin."
Omuzlarımı aşağı yukarı kaldırdım. Derin bir nefes bıraktı. Ama yemeğimi yiyiyor olmam hoşuna gidiyordu. Yüzünde tebessümle bana bakıyordu. Diğerleride şokla ona. Bu kadar şok olacak ne vardı. Hadi ben çok kısa bir zamandır tanıyordum. Ondan şok oldum. Bunlara ne oluyorsa. Zaten tanıdıkça daha çok güler olmuştu.....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |