
MİHRE KARA
Kucağımdaki küçük kızla salonda oturuyordum. Çenemi başına yaslayıp mis gibi kokusunu derince soludum. Başını göğsüme koymuş öylece dışarıyı izliyordu. Keşke dedim içimden. Keşke böyle olmasaydı. Onları arkamızda bırakıp aşağıya indiğimizden beri epey bir zaman geçti. Lakin hala hiç kimse aşağı inmemişti. Şirin'le birlikte kahvaltımızı yapmış şimdi de boş boş dışarıyı izliyorduk. Hava günden güne ısınmaya başlamıştı. Artık yavaştan bahara giriyorduk. Merdivenden gelen ayak sesleri ile başımı o tarafa çevirdim. Önde Ertuğrul bey olmak üzere diğerleri de arkasından aşağıya indi. Gözlerinde hem hüzün hem de karanlık vardı. Okuyabildiğim tek duygusu şu an çok fazla üzgün olduğuydu. Onun dışındaki her şey sanki bir sis perdesinin arkasında gibiydi. Gelip tam karşımda durdu. Küçük kızın önünde dizlerinin üzerine çöktü. Küçük ellerini avuçlarına aldı. Şirin'in de bakışları amcasına kaydı. Siyah gözleri yeşil gözlerinin içine bakıyordu.
"Amcam... Ben çok üzgünüm. Daha önce fark edemediğim, seni koruyamadığım için çok üzgünüm. Yemin ederim bir daha böyle bir şey asla yaşanmayacak. Kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim. Ne olursa olsun seni hep koruyacağım. Çok, çok üzgünüm amcam. Çok özür dilerim. Beni affedebilecek misin?"
Şirin arkası dönük kucağımda oturduğu için yüzünde nasıl bir duygu olduğunu bilemiyordum. Lakin Ertuğrul Bey'in çok üzgün olduğu her halinden belliydi. Kucağımda oluşan hareketlenme ile kollarımı biraz gevşettim. Benim kollarımı gevşetmemle Şirin'in de amcasının boynuna atılması bir oldu. Bu hareketi ile Ertuğrul Bey de en az hepimiz kadar şoka girmişti. Birkaç saniye sonra kendine gelip kollarını küçük bedene doladı. Boynundan derince kokladı. Saçlarını sevdi. Elleri usul usul sırtında dolaştı. Olabildiğince onu bağrına basıp yaptığı hatayı unutturmaya çalışıyordu.Birkaç saniye sonra diğerleri de gelip tek tek karşımızdaki koltuklara kuruldu. Şirin'in babaannesi ve halası da gelip ona sarılmıştı. Lakin demin amcasına yaptığı gibi onlara sarılmadı.
"Şey biz tanışamadık. Çınar ben bu arada."
Bakışlarım karşımda oturan açık kumral saçlı, kahverengi gözlü ,uzun boylu adama kaydı. Bana tebessümle bakıyordu. Açıkçası pek güzel bir tanışma olmamıştı. Adam beni ilk gördüğünde bir kadına saldırmakla meşguldüm. Ben de gözündeki ilk izlenimi silebilmek için genişçe tebessüm ettim.
"Merhaba Çınar Bey Mihre bende. Şey demin için kusura bakmayın, sanırım pek hoş bir karşılaşma olmadı."
"Vallahi ne yalan söyleyeyim ben de böyle bir karşılama beklemiyordum. Standartlarımın üzerindeydi."
Söylediği ile hepimiz gülümsemiştik. Sabahtan beri gergin ve hüzünlü ortamı dağıtabilen birinin olması hepimize iyi gelmişti.
"Diyorum ki havalar güzelleşmeye başladı. Hep birlikte çiftliğe mi gitsek?"
Ayla hanımın ortaya attığı fikirle hepimiz ona baktık. Aslında bu güzel olabilirdi. En azından Şirin için. Bulunduğu bu kaos ortamından biraz uzaklaşmak ,dış dünyayı görmek ona iyi gelebilirdi.
"Ertuğrul ne dersin?"
Bu defa hepimiz ona baktık. Gözleri bir kucağımdaki küçük kız da bir bende dolaştı. Şirin'i anlıyordum ama bana niye öyle bakıyordu ki.
"Olur siz nasıl isterseniz. Hazırlığınızı yapın gerisini ben hallederim."
Sonrasında ben henüz ne olduğunu anlayamadan ortada bir curcuna kopmuş. Herkes bir yandan hazırlığa girişmişti. Ben de Şirin de bu ortamda öylece oturuyorduk. Üzerimde hissettiğim bakışlarla gözlerim yanı başımdaki adama kaydı. Bana niye öyle bakıyordu ki.
"Bir şey mi söyleyeceksiniz?"
"Yok hayır."
"Niye öyle bakıyorsunuz o zaman."
"Nasıl bakıyormuşum?"
"Böyle işte."
Söylediğimle sadece tebessüm etmişti. Ben de daha fazla muhatap olmamak adına bakışlarımı diğerlerine çevirdim. Lakin onlar kendi aralarında konuşuyor. Bir şeyleri planlamaya çalışıyorlardı. Bakışlarını üzerimde hissetmek yerimde rahatsızca kıpırdanmama neden oldu. Derin derin nefesler alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
********************
Birkaç saat içerisinde tüm hazırlıklar yapılmıştı. Şimdi de üç araba halinde toprak yolda ilerliyorduk. Herkesi anlarım da benim onların yanında ne işim vardı onu bir türlü anlayamıyordum. Onlar bir aileydi. Ama ben bu aileye dahil değildim. Kendimi dış kapının dış mandalı gibi hissediyordum. Gelmemek için ne kadar ısrar edersem edeyim Ertuğrul Bey bana seçenek sunmamış. Onlarla gelmem konusunda çok ısrarcı olmuştu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kendimi arabada bulmuştum. Şu an aracın içerisinde ben Şirin ve Ertuğrul Bey dışında kimse yoktu. Diğerleri ayrı arabalarla gelmeyi tercih etmişti. Bir süre sonra toprak yoldan taşlı bir yola geçiş yaptık. Fazla ilerlemeden araç büyük bir çiftliğin önünde durdu. Gerçekten çok güzel bir yerdi. Karşıda uçsuz bucaksız bir arazi yer alıyordu. Yolun hemen kenarında çitlerle çevrilmiş toprak bir alan vardı. Birkaç adam atların yularından tutmuş onları yürütüyordu. Çok güzel görünüyorlardı. İlerideki ağıldan kuzu ve tavukların sesleri duyuluyordu. Modern bir köy evi gibiydi. Birkaç adam gelip araçlardaki çantaları aldı. Ertuğrul Bey inince ben de aşağıya indim. Sonra da Şirin'in inmesine yardımcı oldum. Şirin bir elini benim avucuma bırakmış. Diğeri ile amcasının elini tutmuştu. Bu hareketi niye ise tuhaf hissetmeme neden oldu. Ne bileyim sanki bir aile gibiydik. Daha doğrusu bir süredir öyle davranıyorduk.
"Amcam tarçını görmek ister misin?"
Ertuğrul Bey'in Şirin'e sorduğu soruyla benim de bakışlarım ona döndü. Tarçın kimdi? Gerçekten merak etmiştim. Şirin tepki vermese de başını aşağı yukarı olumlu anlamda sallamıştı. Ertuğrul Bey eğilip onu kucağına almış arkasına dönüp ağıla doğru yürüyordu ki ,adımları duraksayıp bana döndü.
"Avukat sen gelmiyor musun?"
"Şey ben gelmesem"
Bakışları biraz tuhaf baksa da daha fazla ısrar etmedi. Onlar ağıla doğru ilerlerken benim adımlarım evin içine doğru ilerledi.
İçerde ahşap ,beyaz ve krem renkleri hakimdi. Gerçekten bir çiftliğe göre çok modern dizayn edilmişti. Salonda dışarıyı görebileceğimiz devasa camlar vardı. Koltuk takımı krem rengindeydi. Geri kalan eşyaların çoğunluğu ahşaptan oluşuyordu. Yemek masası mutfağa konmak yerine salonun başka bir köşesine yerleştirilmişti. Burada ailece kahvaltı etmek hoş olabilirdi. Özellikle onlarınki gibi büyük bir aileye sahipseniz. Mutfaktan çıkan Ayşe teyze ile ona seslendim.
"Ayşe teyze!"
"Efendim kuzum"
"Şey Acaba ben nerede kalıcam?"
"Gel benimle canım benim sana odanı göstereyim."
O önde ben arkasında bir üst kata çıktık. Adımları koridorda ilerledi. Koridorun sonunda karşılıklı duran iki odanın önünde durdu. Sağdaki kapıyı açıp bana döndü.
"Ertuğrul bey sizin için bu odayı tahsis etti."
"Çok teşekkür ederim."
"Rica ederim kuzum benim, bir şeye ihtiyacın olursa seslenmen yeter."
Onun adımları aşağı ilerlerken ben odaya ilerledim. Oda da en az evin geri kalanı gibi ferah ve moderndi. Evin geri kalan kısmına göre burada ahşap veya başka renkler yoktu. Tamamı beyaz renklerle döşenmişti. Temiz tutması oldukça zor bir renkti. Tabi bu benim gibi sıradan insanların düşüncesiydi. Bu kadar zengin bir ailenin böyle bir düşüncesi olamazdı. Yüksek ihtimalle onlar için sadece duruşu ve görselliği önemliydi. Ne yalan söyleyeyim gerçekten çok hoş duruyordu. Odanın tam ortasına çift kişilik kocaman bir yatak konmuştu. Yatağın dört bir tarafına beyaz ahşaptan dört kiriş yerleştirilmişti. Kirişlere ise beyaz tüller tutturulmuş aşağıya doğru sarkıtılmıştı. Kısacası masallardaki prenseslerin odalarına benziyordu. Hemen sağ tarafında dışarıyı izleyebileceğimiz kocaman bir cam vardı. Camın önüne de yine aynı şekilde beyaz tüllerden perde asılmıştı. Yatağın her iki ucunda yine aynı renkte iki komidin vardı .Hemen karşısına ise şifonyer yerleştirilmiş, üzerine ise bana lazım olabilecek birkaç eşya konmuştu. Çoğu henüz hiç açılmamıştı. Bu kadar ayrıntıyı hangi ara düşünmüştü. Gerçekten hiç bilmiyordum. Belki de o düşünmemiştir. Ayla veya babaannesi düşünmüş olabilir diye geçirdim içimden. Çevremde olup biten her şeyi ona yormayı bırakmalıydım. Bu tehlikeliydi. O bana yasaktı. Kendime yasaklamıştım onu. Odanın içerisinde iki ayrı kapı vardı. Muhtemelen birisi banyo diğeri ise giyinme odasıydı. Açıp baktığında ise yanılmadığımı anladım. Oda da biraz zaman geçirdikten sonra canım sıkılmaya başladı. Ben de yerimden kalkıp aşağıya indim. Salonda Seher Hanım ,Ayla ve Ayşe teyze vardı. Bakışları bana değince üçüde gülümsedi. Biraz farklı bakıyorlardı. Nedense utanmıştım. Saçımı kulağımın arkasına attım. Olduğum yerde fazla dikildiğimi anlayınca yanlarına gidip oturdum.
"Mihrecim beğendin mi burayı?"
"Evet ,gerçekten çok hoş bir yer insanın ömür boyu burada yaşayası geliyor."
Söylediğim ile nedense Seher hanımın tebessümü genişlemişti.
"İnanır mısın benim de en sevdiğim yer burası."
"Şehirden, kalabalıktan ,İstanbul trafiğinden uzak. İnsan daha ne ister ki?"
"Dışarıyı gezdirmemi ister misin?"
"Aslında olabilir."
O ayaklanınca ben de peşinden ayaklandım. İkimiz yan yana dışarı çıktık. Önce çiftliğin arkasını gezdirdi. Çiftliğin sınırlarına sıra sıra gül fideleri ekilmişti. Baharda açtıklarında eminim burası bir cennet gibi görünüyordur. Biraz uzakta yapay bir gölet vardı. Göletin içerisinde ise kazlar yüzüyordu. Bu tebessüm etmeme neden oldu. Kış aylarının sonunda olsak bile bulunduğumuz yerde hava ılıktı. Yerde çimler yeşermişti. Biraz daha ilerleyip bir ağılın önüne geldik. İçeriden atların sesleri geliyordu. Adımlarımız içeri girdi. Ertuğrul Bey ve Şirin küçük bir tayın önünde durmuş onu seviyorlardı. Biz de onlara doğru ilerledik.
"Amcam bak Tarçın seni çok özlemiş. Sen de özledin mi?"
Şirin sesli bir şekilde yanıt vermese de başını olumlu anlamda salladı. Ertuğrul Bey onu kucağına almış küçük ellerini tayın alnına koymuştu. İkisi de yan yana onu seviyordu. Ertuğrul Bey yandan bir havucu alıp tayın ağzına tuttuğunda çok tatlı bir şekilde ısırıp yemişti.
"Kolay gelsin."
Sesimle bize döndüler. Bana mı öyle geldi yoksa bizi gördüğüne mutlu mu olmuştu.
"Gelsene avukat seni Tarçınla tanıştırayım."
Açıkçası çok şirin bulsam da uzakta kalmayı tercih ediyordum. Hayvanları çok severdim. Lakin uzaktan. Yanlarına yaklaşmaya cesaret edemiyordum. Bakışları anlamsızca üzerimde dolaştı. Sanırım ne olduğunu anlamamıştı Benim de anlatmaya pek niyetim yoktu. Ürkek adımlarım onlara doğru ilerledi. Gidip birkaç adım uzaklarında durdum. Taya çok fazla sokulmadım. Bu davranışım gözünden kaçmadı. Lakin bir şey de söylemedi. Onlar Tarçın'ı severken ben birkaç adım uzakta onları izliyordum. Gerçekten çok hoş görünüyorlardı. Ertuğrul Bey'in ilk defa bu kadar gülümsediğini görüyordum. Başımı hafif sallayıp kafamdaki düşünceleri silmeye çalıştım. Kendime gelmeliydim. Onun hakkında böyle düşünmemem gerekiyordu. Tehlikeliydi. Benim için oldukça tehlikeliydi. Gelen seslerle başımı yana çevirdim. Poyraz Bey ve Çınar Bey iki atın üzerinde bize doğru geliyorlardı. Onların gelişiyle benim adımlarım duvara biraz daha yanaştı.
"Ertuğrul var mısın yarışa?"
Çınar Bey'in teklifi ile Ertuğrul Bey ona döndü.
"Yok siz keyfinize bakın."
"Hadi ama İnci'yi aylardır bölmesinden çıkarmadın. Yazık hayvancağıza."
"Siz keyfinize bakın dedim."
Onlar yanımdan geçerken ben bir tık daha duvara yaslandım. Ve tabi bu onun gözünden kaçmadı.
"Avukat "
Bakışlarımı giden atlardan ona çevirdim.
"Efendim"
"Sen atlardan mı korkuyorsun?"
"Yoooo ne münasebet neden korkacakmışım ki"
"Bana öyle geldi o zaman."
Başımı evet anlamında salladım.
"Yani şimdi İnci'ye binmeni istesem binersin?"
"Yani binerim de ne gerek var şimdi değil mi durduk yere."
"Yok yok buraya kadar gelmişken sen şöyle bir gezintiye çık derim."
"Yok istemiyorum. Hem zaten ben daha önce hiç ata binmedim ki."
"Hiç binmedin mi!"
"Hiç. Nasıl ata binilir bilmiyorum."
"O zaman bu senin için güzel bir deneyim olacak."
Gözlerimin içine bakıp söylediği şeyle niyeyse ben derince yutkunmak zorunda kaldım. Evet daha önce ata hiç binmemiştim. Ama bunun dışında onlardan epeyce bir korkuyordum da. Kahyaya seslenmesi ile ben daha ne olduğunu anlayamadan kendimi onunla birlikte ağılın dışında bulmuştum. Birkaç dakika sonra karşımıza simsiyah tüylü çok çok güzel ,safkan bir at eğerlenmiş şekilde karşımızda durdu. Onların hemen yanımızda durması ile ben derince yutkundum. Yanımdaki adama baktım.
"Hadi bakalım şimdi önce şu takozun üzerine çık. Sonrasında ben sana yardımcı olacağım."
"Binmesem"
"Hadi avukat çok seveceksin gerçekten."
"Yapmak istemiyorum. Hem ne gerek var ki."
Çocuk gibi söylenmem karşısında derin bir nefes aldı. Sonrasında ise ben daha ne olduğunu anlayamadan kendisi tek hamlede ata bindi. Eğilip bana elini uzattı. Bal rengi gözlerim siyah irislerinde dolaştı. O kadar tuhaf bakıyordu ki o an kendimi ona teslim etmek istedim. Hemen sonrasında beynimde yankılanan sesle bundan vazgeçtim. Hemen toparlanıp kendime geldim.
"Hadi avukat sana elimi uzatıyorum tutmayacak mısın?"
"Olmaz yapamam bunu."
"Neden?"
(Çünkü elini tutarsam bir daha bırakmak istemem. Ve sen bırakırsan benim kalbim çok kırılır. Benim kalbimin kırılmasına dayanacak gücüm yok.)
Kafamın içinde her ne kadar farklı sesler yankı yapsa da, dudaklarımdan çok farklı cümleler döküldü.
"Şey, canı acır. Çok ağır olur. İkimizi birden kaldıramaz."
Şefkatle yüzüme baktı. Gözlerindeki bu bakış şu ana kadar ilkti. Ne bileyim bu bakışı daha önce hiç kimsenin gözlerinde görmemiştim.
"O senin kaç katın ağırlığın da biliyor musun? Merak etme canı acımaz, bundan çok daha fazlasını kaldırabilecek güce sahip. Hadi tut elimi."
Sesi o kadar dingindi ki bakışları o kadar derindi ki ellerim beynimde yankı yapan sese inat ,mantığıma inat havalanıp kendini ona bıraktı. Elimi avucunun içine bıraktım. Ve ben daha ne olduğunu anlamadan beni kaldırıp önüne bindirdi. Hem şaşkın hem de korkmuştum. Kollarını her iki yanımdan uzatıp atın dizginlerini tuttu. Sıcak nefesini boynumda saçlarımın arasında hissedebiliyordum.
"Dizginleri tutmak ister misin?"
"Be Ben mi?"
Ben daha cevap veremeden ellerimi koca ellerinin arasına alıp dizginleri avuçlarıma bıraktı. Onun elleri ise üstten benim elimi kavramıştı. Sırtım göğsüne dayalıydı. Kalbim olduğundan çok daha hızlı çarpıyordu. Neydi bu duygu. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Yabancıydı bunlar bana. Bilmiyordum. Ve bilmediğim her şey beni korkuturdu. Bir süre çitlerin sardığı toprak alanda dolaştık. Yandan gördüğüm kadarıyla Seher Hanım, Ayla ,Şirin, Ayşe teyze ,Poyraz Bey, Çınar Bey kısacası tüm ev ahalisi uzaktan bizi izliyordu. Hepsinin dudaklarında bir tebessüm vardı. Bunda onları bu kadar eğlendirecek ne vardı anlamıyordum.
"Biraz hızlanalım mı?"
"Ne! hayır."
"Güven bana çok seveceksin."
"Ben ,ben korkuyorum"
"Korkmana hiç gerek yok. Ben senin yanındayım. Sana zarar gelmesine asla izin vermeyeceğim söz veriyorum."
Kolları belimi biraz daha sardı. Bedenimi bedenine yasladı. Ata bir kere daha komut vermesiyle at koşar adım çitlerin dışına çıktı. Bu beni hem korkutmuş hem de heyecanlanmama sebep olmuştu. Rüzgar saçlarımı savuruyordu. Yüzümde sanki ılık bir meltem esintisi vardı. O kadar güzel hissettirmişti ki. Ellerimi avuçlarından ayırdım. Kollarımı iki yana açıp rüzgarın tüm bedenimi okşamasına izin verdim. Sanki uçuyor gibiydik. O kadar güzeldi ki bu his. Dudaklarıma benden habersiz bir tebessüm yerleşti. Sıcak nefesini boynumda hissettim. Sanki kokumu içine çekiyordu. Bu biraz gerilmeme neden oldu.
"Şey geri dönelim mi?"
Başını yavaşça olumlu anlamda salladı. Sonrasında atın dizginlerinden tutup bizi geldiğimiz yöne doğru geri döndürdü. Bir süre sonra diğerleri görüş alanımıza girdi. At çiftliğin içerisine girince toprak alanda durdu. Önce kendisi indi, sonrasında benim inmeme yardımcı oldu. Kolları belimin her iki yanında duruyordu. Saçlarım yüzüme gelmişti. Bir elini kaldırıp yüzüme gelen saçları geriye itti. Sıcak nefesi yüzümü okşadı sanki .Gözlerim kapandı .Ağzımdan kaçan titrek nefese engel olamadım. Yüzü çok yakındı. Hem de çok fazla.
(Sakın Mihre. Sakın kendini bırakma. Böylelerine kendini bırakırsan onların tek gecelik zevki olursun. Sen buna dayanamazsın. Sakın kendini ona bırakma.)
Beynimde yankı yapan sesle hızla onu kendimden ittim. Neye uğradığını şaşıran yüzü allak bullaktı. Ama benim içim kadar değil.
"Ben, ben gideyim. Teşekkür ederim. Yani ata bindirdiğiniz için. Size iyi günler."
Bir şeyler saçmalayıp arkama bile bakmadan çiftliğin içine yol aldım.
Arkamdan baktığını hissediyordum. Ama dönüp bakmadım. İyi yapmıştım .Böyleleri etraflarında olan bütün kadınların ilgisini toplamaya alışkındı. Benim ilgimin olmaması onun için bir kayıp değildi sonuçta. Evin içine girdiğimde ev ahalisi camın önünde demin olduğum alana bakıyordu. Bunlar bizimi izliyordu. O zaman iyiyki onu itmiştim. Yanlış anlaşılabilirdi. Ben girince bakışları bana döndü. Lakin ben hiçbir şey söylemeden bana verdikleri odaya ilerledim. Bir an önce bu aileden uzaklaşmam gerekti. En azından o adamdan....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.57k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |