
MİHRE KARA
İçimdeki burukluğa rağmen kendimi cesaretlendirdim. Herkes aşağıda sohbet ediyordu. Ertuğrul bey akşam yemeğinden sonra çalışma odasına çekilmişti. Kapısının önünde bir kaç saniye bekleyip derin bir nefes aldım. Sonrasında elimi kaldırıp kapıyı tıklattım. Gelen tok sesten sonra kapıyı aralayıp bedenimi içeri buyur ettim.
"Gelebilir miyim?"
Bakışlarını önündeki dosyadan kaldırıp bana baktı. Dudakları yukarı kıvrıldı. Beni gördüğüne sevindimi o.
"Gel tabi."
"Ertuğrul bey, ben sizinle bir konu hakkında konuşmak istiyorum. "
Geriye yaslanıp yüzüme baktı. Tüm dikkati bendeydi.
"Seni dinliyorum. "
"Ertuğrul bey ,ben gitmek istiyorum. "
Kaşları çatıldı.
"Anlamadım. "
"Ben. Ben artık burda kalmak istemiyorum. Kendi evime gitmek istiyorum. Avukatlığınızı yapmaya devam etmem için burda kalmam gerekmiyor ki."
Odada gülüşü yankılandı. Ama bu sıradan bir gülüş değildi. Yerinden ayaklandı. Arkasını döndü. Elleri burun kemerini sıktı. Derin nefesler alıp kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama gözlerindeki karanlık her geçen saniye büyüyordu. Bu korkmama neden oldu.
"Gitmek istiyorsun."
Başını aşağı yukarı salladı. Ayağa kalkıp önünde durdum.
"Bakın istediğiniz gibi avukatlığınızı yapmaya devam edicem. Ama burda kalmak istemiyorum. "
Masadaki kahve kupasını duvara fırlatması ile ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım. Korku ile ondan uzaklaşıp duvar dibine sığındım.
"DALGAMI GEÇİYORSUN SEN BENİMLE. GİTMEK İSTİYORMUŞ."
Bağırışı ile gözlerimdeki yaşlara engel olamadım. Ellerim benden habersiz üzerimdeki elbiseyi sıkıyordu. Ondan korkmaya başlamıştım.
Bana doğru dönüp parmağını kaldırdı. Göz akındaki kılcal damarlar kızarmıştı. Siyah irisleri dahada kararmıştı.
"GİTMİYCEKSİN. DUYDUN MU BENİ. BEN İZİN VERMEDİĞİM SÜRECE HİÇ BİR YERE GİDEMEZSİN."
Masadaki çerçeveyide kaldırıp yere çaldı. Kendinde değil gibiydi. Demin oturduğu koltuğu kaldırıp arkasındaki cama fırlattı. Cam tuzla buz oldu. Koltuk aşağıya düştü. Ağlayışlarım çığırından çıkmıştı. Son yaptığı ile avazım çıktığı kadar çığlık attım. Kapı hızla açıldı. Poyraz ve Çınar hızla gelip onu iki kolundan tutmaya başladı. Duvara yumruk atıyordu. Elinin üzeri kanamıştı. İçim acıdı. Şuan o kadar çok duyguyu iç içe yaşıyordum ki.
"Mihre dışarı çık!"
Poyraz'ın sesini duysamda yerimden kımıldayamadım. Baş edemiyeceklerini anlayınca onu sırt üstü yatırdılar. Tüm ağırlıklarını onun üzerine vermeye çalışsalarda hareketsiz tutmayı başaramıyorlardı. Sesi evi inletiyordu.
"GİDEMEZSİN. DUYDUN MU. DUY. GİDEMEZSİN."
Durmadan bana gidemeyeceğimi söylüyordu.
"Ayla doktoru çağır çabuk. Kriz geçiriyor. "
Çınar'ın söylediği ile kalbim sıkıştı sanki. Ayla dolu gözlerini ondan çekip telefondan doktoru aradı. Seher hanım kenarda durmuş nemli gözleri ile torununa bakıyordu. Onun bakışları ise bendeydi. İlk anlarda yaptığı gibi bağırmasada hala gidemezsin diye sayıklıyordu. Eli sanki bana doğru uzandı. Adımlarım yavaşça ona doğru ilerledi.
"Mihre abicim gelme."
Diye uyarıda bulundu Poyraz. Ama ben onlara doğru ilerlemeye devam ettim.
"Mihre gelme. Kendinde değil. Sana zarar verebilir."
Bu defa uyaran Çınar'dı. O sırada kapıda Arif, Kenan ve Rüzgar'da belirdi.
"O bana zarar vermez. Söz verdi."
Hiç birini dinlemedim. Adımlarım baş ucuna gitti. Yere çöküp başını dizlerime koydum. Elim saçlarında yavaşça dolaştı. Usul usul sevdim. Saçları çok yumuşaktı. En az Şirin'in saçları kadar yumuşacıktı. Gözümden akan yaş onun yanağına damladı. Benim yüzümden olmuştu.
"Tamam... Gitmiycem.... Özür dilerim. Ama ne olur sizde kendinize zarar vermeyin. Ben çok korkuyorum."
Saçlarındaki elim biran olsun durmadı. O da çırpınmayı kesmişti. Siyah irisleri gözlerimin en derinine işledi sanki. İçimdeki tüm duyguları gördü sandım o an.
"Nasıl ya!"
Çınar'ın sesini işittim.
"Bunu bende beklemiyordum. "
Diye karşılık verdi Poyraz. Bir kaç dakika sonra çırpınmayı bıraktı. O sırada Umay elinde bir şırınga ile içeri girdi.
"Tamam sakinleştirciyi getirdim."
"Gerek kalmadı."
Ona cevabı Çınar verdi.
"Nasıl ya!"
Hepsi şaşkınlıkla bize bakıyordu. Çınar ve Poyraz onu bıraktı. Elini kaldırıp yanağımdan akan yaşı silmeye çalıştı.
"Gitmiyceksin."
"Yok gitmiycem. Ama sizde bir daha böyle yapmayın. Ben çok korkuyorum."
Dizlerimden doğrulup beni kucağına çekti. Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım.
Eli saçlarımı okşadı. Demin benim yaptığımı şimdi o yapıyordu.
"Gitmek yok. Söz ver."
Kollarının arasında başımı tamam anlamında salladım.
"Tamam. Söz bir daha gitmek istemiycem. "
"Şşşş ağlama bak ben iyiyim. Sende iyisin. Kimseye bir şey olmadı."
"Sözünüzü tutmayacaksınız sandım. Bana, bana zarar vericeksiniz sandım. Çok korktum. Sanki siz değildiniz."
"Asla. Aklımı yitirsem bile sana zarar vermem."
Beni bağrına öyle bir bastırdıki üzerindeki gömleği sıkıca tuttum.
O sırada içeri elinde çantası ile doktor girdi. Şaşkın bakışları hepimizin üzerinde gezindi. En son onun üzerinde durdu.
"Kriz geçirdiğinizi söylediler."
"Öyleydi."
"Bunca zaman sonra ne tetikledi."
Bu sorusuna bakışları bana kaydı. Ama cevap vermedi.
"Peki nasıl. Yani şuan iyi görünüyorsunuz. Sakinleştiricimi verdiniz."
Bakışları diğerlerine kaydı.
"Yok Mihre'yi verdik."
Olmadık cevabı Çınar verdi.
"Mihre onu sakinleştirdi. Telkin etti demek istiyor bu boş konuşan arkadaş."
"Pek anlamadım ama neyse. Sanırım bana pek gerek kalmamış. Ama yinede bir iğne yapalım dilerseniz."
"O şeyi benden uzak tut doktor."
"Peki, madem istemiyorsunuz. Ama bir ağrı kesici alın isterseniz."
Adam geldiği gibi hiç bir şey yapmadan gitti. Bakışlarım anlamazca onda gezindi.
"Rica etsem beni odama götürür müsün?"
Başımı tamam anlamında salladım. Sonrada kolunun altına girip destek verdim. Başını eğip yüzüme baktı. Sanki demin ortalığı birbirine katan o değilmiş gibi gülümsedi. Kapıdan çıkarken Ayla ve babaannesine baktı. İkisinede iyi olduğuna dair gözlerini yumdu. Sonrada ben destek olamasam dahi sanki yardım ediyormuşum gibi ordan uzaklaştık. Adımları onun odasına ilerledi. Kapıyı yavaşça araladı odanın içi benim odamın aksine çoğunluğu ahşap ve siyahtan oluşuyordu. Çok sade dizayn edilmişti. Buraya geldiğimden beri ilk defa odasına giriyordum. Diğer odalara göre çok daha büyüktü. Tam ortada üç kişilik yatak duruyordu. Yatağın sağında boydan boya camdan bir duvar vardı. Sol tarafta ise iki tane kapı. Yavaş adımlarla onu yatağına doğru ilerlettim. Yerine uzanmadan önce siyah gözleri bal rengi gözlerimi talan etti.
"Avukat"
"Efendim"
"Rica etsem bu gece beni yalnız bırakmasan olur mu?"
Ben kendimi kötü hissettiğimde o beni bırakmamıştı. Bende etik değerleri bir kenara bırakıp yatağa doğru ilerledim. Bir şey söyleme gereksinimi duymadan uzandım. Bakışlarım tavana kaydı. Çatısı camdan devasa bir kubbe vardı. Yıldızlar görünüyordu. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı.
"Beğendin mi?"
"Çok çok güzel. Açık havada uyumak gibi."
Tebessümle ona baktım. Oda bana bakıyordu. Yüzündeki gülüş. Ne biliyim güzeldi işte. Bir kaç saniye sonra o da gelip yanımdaki yerini aldı. Gözlerim yüzünü talan etti. Onun da bakışları benim yüzümdeydi. Ama bir süre sonra yorgunluktan gözleri kapandı. Bende çok uzun süre ayık kalamadım. Gözlerim karanlığa kapandı.
Bedenim beni saran sıcaklığa biraz daha yanaştı. Bu öyle bir şeydi ki. Ne sigara ,ne alkol ,ne uyuşturucu sanırım hiç biri beni bu şekilde bağımlı hale getiremezdi. Odanın içinde kıkırtılar duyuyordum. Bilincim yavaş yavaş kendine geldi. Bir çift kol beni belimden sarmış ,kendi bedenine yapıştırmıştı. Benim bir bacağım ise onun gövdesinin üzerindeydi. Üst bedenimi tamamen ona yaslamış, başımı kalbinin üzerine koymuştum. Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne çevirdim. O da sanırım benim gibi henüz uyanıyor olacak ki uyku mahmurluğu ile yüzüme baktı. İkimiz de birkaç saniyeliğine birbirimizin gözlerinin içine daldık sanki. Sonrasında arkamda hissettiğim bedenler ve duyduğum kıkırtılarla ,onun kollarından hızla çıktım. Ama bu yaptığım ani hareketle üzerimizdeki yorgan ayaklarıma dolandı. Ve birden kalçamın üzerine yere düştüm. Tabi bu şu an odanın içerisinde dikilmiş bizi gülerek izleyen Poyraz, Çınar ve Ayla'nın kahkahalarla gülmesine neden oldu. Hem utanç, hem sinirle onlara baktım. O ise tebessümle beni izliyordu.
"Şey biz sadece yattık. Yani yattık derken uyuduk anlamında. Öyle yanlış anlaşılacak bir şey yok. O iyi değildi .Ben de yanında durdum o kadar."
Yaptığım saçma açıklama ile bana gülmeye devam ettiler. Utançla bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim.
"Siz niye kapıyı çalmadan içeri giriyorsunuz?"
Sinirle diğerlerine bakıp onlara hesap sordu.
"Vallahi kardeşim biz çaldık .Ama siz nasıl rahat uyuduysanız bizi duymadınız. Biz de içeri girdik"
"Ben ,ben gidiyim."
Yerimden hızla kalkıp odanın dışına çıktım. Arkamdan ise gülüştüklerini duyabiliyordum. Tanrım bu gerçekten çok utanç vericiydi. Yani kaç avukat müvekili ile birlikte aynı yatakta uyurdu ki. Bu doğru değildi. Bu etik değildi. Her şeyi geçtim .Bu kalbime iyi gelmiyordu. Dün gece yaşananlardan sonra ondan uzaklaşamıyordum. Gitmeme izin vermiyordu. Vermeyecekti .Ama bu şekilde de devam edemezdim. Odaya girdikten sonra kendimi direkt duşa attım. Sıcak suyun üzerimdeki hem yorgunluğu hem karmaşayı hem de demin yaşadığım utancı alıp götürmesini istedim ama tabi ki sadece bedenime iyi gelebildi. Aklımdaki düşünceler hala olduğu gibi duruyordu. Duştan çıktıktan sonra üzerimi değiştim. Kahverengi dizlerimin altında biten kısa kollu bir elbise giymiştim. Elbisenin üst kısmı göğsüme tam otururken etek kısımları aşağıya doğru açılıyordu. Ayaklarıma da siyah topuklu ayakkabılarımı giydim. Hoş görünüyordum. Adımlarım Şirin'in odasına doğru ilerledi. Kapıyı hafif tıklatıp içeri girdim. Henüz yeni uyanmış uykulu gözlerle etrafına bakıyordu.
"Günaydın meleğim."
Yanına gidip yanaklarından öptüm.
"Hadi bakalım önce yüzünü yıka. Sonra üzerini değiştirelim, doğru kahvaltıya anlaştık mı?"
Başını sadece olumlu anlamda salladı. O banyoya doğru ilerlerken, ben de dolaptan onun için giyebileceği bir şeyler çıkardım.
Pembe bir kazak ve siyah bir pantolon hoş görünebilirdi. Yanıma geldiğinde koltuk altlarından tutup onu yatağa oturttum. Üzerindeki pijamaları sıyırıp, demin dolaptan çıkardıklarımı ona tekrar giydirdim. Elime tarağı alıp açık kumral saçlarını yavaş yavaş taramaya başladım. Yumuşacık saçlarında ellerim dolaşırken aklıma dün gece geldi. Onun saçları da bu şekilde yumuşacıktı. Başımı hafif sallayıp aklımdaki düşüncelerden kurtulmaya çalıştım.
"Bugün saçlarını toplayalım mı? Yoksa böyle açık mı kalsın."
Elini saçlarını attı. Hafif okşadı. Sanırım açık kalmasını istiyordu. Elinden tutup ayağa kaldırdım.
"O zaman şimdi kahvaltı vakti. Yürü bakalım küçük hanım."
İkimiz birlikte aşağıya indiğimizde herkes kahvaltı sofrasına oturmuştu. Biz de fazla oyalanmadan kendi yerlerimize kurulduk. Biz daha oturmadan Ertuğrul Bey ikimizin de tabaklarına yiyebileceğimiz kadar ,daha doğrusu yiyebileceğimizi düşündüğü kadarını yerleştirmişti. Her ne kadar doldurduğu tabakları ikimiz de bitiremeyecek olsak da ısrarları sonucu yemeye çalışıyorduk.
"Ertuğrul Bey!"
Başını önündeki kahvaltı tabağından kaldırıp yüzüme baktı.
"Şey kaç gündür sürekli size sormam gereken sorular var diyorum, ama bir türlü yanınıza gelip sormam gereken soruları soramıyorum. Aceleniz yoksa çıkmadan sorsam?"
"Tabi kahvaltını bitirdikten sonra çalışma odasına gel. Birlikte bakalım."
"Salonda baksak."
Sunduğum seçenek ile bakışları çok farklı bakmaya başladı. Sanırım ondan korktuğumu düşünüyordu. Yani evet eskiden korkuyordum. Ama artık öyle değildi. İlk başlarda var olan korkunun yerini şu an çok farklı duygular almıştı. Çalışma odasına girmek istemememin nedeni ondan korkuyor oluşum değildi. Geldiğim ilk zamanlarda bana güvenmediğinden dolayı beni suçlamasıydı.
"Avukat dün yaşananlar için ben çok üzgünüm. Bir daha aynı şeyler yaşanmayacak. Korkma benden."
"Sizden korkmuyorum. Yani en azından artık korkmuyorum. Ama çalışma odanıza da girmek istemiyorum. Dün geldim. Çünkü siz zaten odadaydınız. Ama bir daha oraya girmek istemiyorum."
"Sanırım ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım geçmişi telafi edemeyeceğim."
Bakışlarımı önümdeki kahvaltı tabağına çevirdim. Haklıydı ne yaparsak yapalım geçmişin bir telafisi yoktu. Her şeyi bir düzene soksak dahi geçmiş bir şekilde anıları ile, izler ile karşımıza çıkardı. Çünkü yaralar her ne kadar iyileşmiş gibi görünse de izleri her daim bedenimizde kalırdı. Ben de o çalışma odasının kapısından her geçtiğimde o dosya için beni suçladığı ve karanlık odaya kitlediği zamanları hatırlıyordum. Bu ,kalbimin çok ama çok acımasına neden oluyordu. Elimdeki çatalla tabaktaki kahvaltılıklarla oynamaya başladım.
"Sen nasıl istersen öyle olsun avukat ama lütfen şimdi kahvaltını yap."
Söylediği ile bıkkın bir nefes bıraktım. Ama hepimiz biliyorduk ki o istediğini almadan vazgeçmezdi. Bu yüzden yavaşça kahvaltımı yapmaya başladım.
Kısa bir süre önce Şirin kreşe gitmek için evden ayrılmıştı. İkimiz de yanaklarından öpüp onu yolcu etmiştik. Sonrasında salona geri dönmüştük. Ayla, Poyraz, Çınar ve Umay işe gitmişti. Seher Hanım ve Ayşe teyze ise mutfaktaydı. İkimiz karşılıklı koltuklarda oturmuş, önümüzdeki dosyaya bakıyorduk.
"Dosyanın içeriğini size anlatmama gerek yok sanırım."
Başını olumlu anlamda salladı.
"Ertuğrul bey burada kafama oturmayan o kadar çok şey var ki ,yani nereden tutsam elimde kalıyor. Ben anlamıyorum. Ne biliyim böyle bir suçu üzerinize kim atabilir ki."
"Çok değişik bir kadınsın biliyor musun?"
Benim söylediklerimle onun söyledikleri tamamen alakasızdı. Benim sorduğum soruyla bu söylediği şeyi birbirine bağlamak imkansız gibi bir şeydi.
"Anlamadım... Yani söylediğim şeyle değişik olmam, ki değişik olduğumu düşünmüyorum ,sizin söylediğiniz şey ne alaka."
"Bana güveniyorsun."
Evet güveniyordum. Ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Kaldı ki nereden anlamıştı.
"Bunu nereden çıkardınız?"
"Avukat farkında mısın? Şu an önünde bir cinayet dosyası var. Ama sen bırak bana sen mi yaptın diye sormayı ,etrafımda bu suçu üzerime atabilecek birilerini arıyorsun."
Dediği ile alt dudağıma dişimi geçirdim. Haklıydı masumiyetine o kadar körü körüne inanıyordum ki, yapmış olma ihtimali aklımın ucundan bile geçmemişti.
"Şey ben masumiyetinize inanmak zorundayım. Eğer inanmazsam sizi savunamam öyle değil mi?"
Tebessümle sadece yüzüme baktı. Ben de konuşmama devam ettim.
"Şu gelen isimsiz ihbar. Kim olabileceği hakkında herhangi bir fikriniz var mı?"
"Kimin olamayacağını düşünürsem sanırım daha kısa sürer."
"Öldürülen kişi, yani maktülün ölümü kime kâr sağlar?"
"Açık ve net söyleyeyim öldürülen kişi kim onu bile bilmiyorum. Tek bildiğim silahımdan o gün bir kurşun çıkmış olduğu. Ve bu çıkan kurşundan birinin öldürüldüğünü iddia ettikleri. Zaten şu ana kadar halen dışarıda olmamı sağlayan tek şey de bu. Ellerinde kanıtın olmayışı... Avukat bak sana karşı dürüst olucam. Çünkü bende sana güveniyorum. Belki senin bana güvendiğinden bile çok.... yasa dışı bir çok işim var. Ama seninle ilk tanıştığımızda saydıklarının hiç biri bunlardan değil. Savunduğun dosyalardan bazıları doğru. Ama sana bunların hangisi olduğunu söyleyemem."
"Ben... avukatlar suçu değil suçluyu savunurlar. Ben neden bilmiyorum ama... sanki siz ne yaparsanız yapın bir nedeni varmış gibi geliyor."
Yüzünde çok güzel bir tebessüm yer edindi. Utançla başımı önüme eğdim. Hala yerine oturmayan o kadar çok taş vardı ki. Bir süre daha, neler yapabileceğimiz, dava dosyasındaki kör noktalar ,açıklar... Hepsini tek tek incelemiş. Olabildiğince birbirimizle iletişime geçmeye çalışmış. Fikir beyanında bulunmuştuk. Sonrasında o kalkıp kendi işine gitmişti. Ben de biraz ara verdim. Mutfağa Ayşe teyze ve Seher Hanım'ın yanına gittim.
"Kolay gelsin hanımlar."
İkiside gülerek yüzüme bakıyordu
"Hoş geldin kızım gel otur"
Seher Hanım'ın daveti ile gidip yanlarına oturdum.
"Ee ne yapıyorsunuz bakalım?"
"Akşam için içli köfte yapacağız ,sever misin?"
"Sevmez olur muyum bayılırım. Var mı yardım edebileceğim bir şey?"
"Mihre kızım sen mutfak işlerinden anlar mısın?"
"Açıkçası yemek yapmayı çok severim. Ayrıca yurt hayatımı saymazsak yıllardır yalnız yaşıyorum. Tüm işlerimi kendim yaptım. E haliyle insan kendini biraz geliştiriyor."
Söylediğim ile babaannem ile Ayşe teyze gülümsemişti. Seher Hanım'a babaanne diye seslenmek çok tuhafıma gitse de kendimi alıştırmaya çalışıyordum. İçli köftenin iç harcı ve hamuru hazır olunca, onların yanına ben de oturdum. Her birimiz bir yandan açmaya ve doldurmaya başladık. Bir süre sonra yemek hazır olmuştu. Onlar tatlısıydı, çorbasıydı devam ederken, ben de salona kendi işimin başına geçtim. Bir süre çalışıp birkaç dakika mola veriyordum. Artık bu kaçıncı olduğunu bilmediğim kahve ve çay kupalarını tepsiye koyup mutfağa götürdüm. Kapının çalınma sesi ile zaten salonda olduğum için ben baktım. Kapıda beyaz tenli yeşil gözlü boya olduğu belli olan sarı saçlı bir bayan vardı. Onu daha önce hiç görmemiştim.
"Buyrun kime bakmıştınız?"
"Ah canım ,sen yeni hizmetçi olmalısın. Yeliz ben. Yeliz Taşkıran Şule'nin kız kardeşi."
Kadının ilk söylediğine takılmamaya özen gösterdim. Ama duyduğum isimle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Yanlış anlamıyorsam bu kadın Şirin'in teyzesiydi. Kapıyı biraz daha aralayıp onu içeri buyur ettim. O sırada babaannem ve Ayşe teyze içeri girdi. Onu gördüklerine biraz şaşırmış görünüyorlardı.
"Yeliz!"
"Aaa Seher Hanım. Sizi burada görmeyi beklemiyordum açıkçası."
"Asıl biz seni burada görmeyi beklemiyorduk. Malum en son Amerika'daydın. Kaldı ki burası torunumun evi burada olmam doğal değil mi ?"
Kadının yüzü bozulsa da belli etmemeye çalıştı. Onlar salona geçip oturduğunda ben ilerleyemeden kapı tekrar çaldı .Ben de yönümü tekrar kapıya çevirdim. Bu defa gözlerim her ne kadar inkar etsem de, gittiğinden beri görmeyi umut ettiğim kişiyi gördü. Ertuğrul Bey kucağında Şirin ile evin içine girdi. Hemen arkalarında Ayla, Poyraz, Umay ve Çınar vardı. Hepsine hoş geldiniz diyip. İçeri buyur ettim. Ertuğrul Bey içeri girmeden Şirin kollarını bana doğru uzatmış kucağıma gelmek istemişti .Ben de onu geri çevirmeyip kucakladım.
"Hoş geldin meleğim benim. Nasıl geçti günün?"
Sadece yüzüme baktı ama gözlerindeki bakıştan anladığım kadarıyla güzel geçmişti.
"Gel bakalım. İçeride senin bir misafirin var."
Gözleri anlamazca baktı. Sonrasında ikimiz el ele salona geçtik. Diğerleri bizden önce içeri girmelerine rağmen hala ayakta bekliyorlardı. Kadın Şirin'in teyzesiydi
Bu kadar şaşırılacak ne vardı anlamıyordum.
Şirin'le birlikte içeri girdiğimizde kadının yeşil gözleri onu buldu. Dudaklarında gerçekliği tartışılır olan bir gülümseme peyda oldu.
"Şirin! teyzeciğim."
Lakin Şirin bırak ona doğru gitmeyi veya bir tepki vermeyi benim eteğime biraz daha tutundu. Bu kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Ondan korkmuyordu değil mi. Önünde diz çöktüm. İkimizin bakışlarını birleştirdim.
"Bir tanem ondan korkuyor musun?"
Başını hayır anlamında salladığında benim de içimdeki korku tuzla buz oldu. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Diğerleri ona ne sorduğumu duyamamışlardı. Lakin biran olsun dibimizden ayrılmayan adam sorduğum soruyu net bir şekilde duymuştu. Tekrar ayağa kalktım.
"Şirincim Yeliz Hanım'a merhaba demek ister misin?"
Şirin elimi bırakmadan teyzesine doğru küçük adımlarla ilerledi . Kadın her ne kadar ona sarılmak istese de kendini biraz geri çekip elini uzatmıştı. Kadın bu kadarını bile beklemiyordu. Açıkçası bunu gözlerinden anlayabiliyordum. Şirin'in durumunu bilmesine rağmen ona sarılmaya çalışması biraz gösteriş gibi geldi. Sonrasında elini uzatıp Şirin'in küçük elini sıktı.
"Seni burada görmeyi beklemiyordum Yeliz."
"Evet uzun zamandır yoktum. Ama artık geri döndüm. Bana ait olan her şeyi almak istiyorum. İzin verirseniz bir süre yeğenimle vakit geçirmek istiyorum."
Bana ait olan her şey derken o kadın ne için Ertuğrul Bey'in gözlerinin içine bakmıştı. Tam olarak neyden bahsediyordu. Hiçbir fikrim yoktu. Ama çok fazla kurcalamamam gerektiğinin farkına varmıştım. Bu adamın hayatında sayısız kadın vardı. Ve belki de bir o kadarı daha olacaktı. Diğerleri de öfkeli gözlerle kadına bakıyordu.
Ayşe teyzenin sofranın hazır olduğunu söylemesi ile hepimiz ayaklanıp mutfağa doğru ilerledik. Yalnız bu iş gittikçe karmaşıklaşıyordu. Umarım bu hengamede canı yanan ben olmazdım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |