29. Bölüm

29. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

MİHRE KARA

 

Aynadaki yansımama bir kez daha baktım. Siyah midi boy belden oturtmalı uzun kollu bir elbiseydi. Bu elbiseyi özellikle seçmiştim. Çünkü elbisenin bir benzerini Şirin'in dolabında görmüştüm. Ve bu gün okuluna giderken o elbiseyi giydiricektim. Böyle günlerde anneler kızları ile bir giyinirdi. Onun eksik hissetmesini istemiyordum. Saçlarımı maşa yapmıştım. Hafif bir makyajla iyi görünüyordum. Bir saat sonra çıkmamız gerekti. Bende Şirin'in odasına gitmek için çıktım. Koridorda Yeliz hanım ile karşılaştım. Her ne kadar saygıyı hak etmesede mesafe açısından hanım diye hitap ediyordum.

"Okul için mi hazırlandın?"

"Sizede günaydın. Ve evet okul için giyindim."

"Çokta bir şey becerememişsin. Ordaki aileler klas giyinir. İçlerinde çok sırıtıcaksın. Neyse gitmeye cesaret ederek bu rezilliği hak ettin bence."

Alayla yüzüne baktım.

"İnsanlar dış görünüşleri ile ağırlanır. Fikirleri ile uğurlanır. Arada aklınızı devreye sokmayı sizede tavsiye ederim. Sadece dişiliğiniz ile bir yerlere gelmeye çalışmak... Ne biliyim arada kişiliğinizide ortaya çıkarın. Tabi varsa."

"Bu ne hadsizlik. Küstah."

Elini kaldırıp bana tokat atmaya yeltendi. Ama bu girişimi sadece istemekle kaldı. Yanımızda beliren Umay kadının elini havada yakalamıştı.

"Ne oldu Yeliz. Doğruları duymak zoruna mı gitti yoksa."

Kadının gözlerindeki korku o kadar salttı ki. Elimi uzatsam dokunabilirdim.

"Eğer bir daha o elin bu kadına kalkarsa kırmaktan zevk duyarım."

Elini geriye savurduğunda Yeliz'in bileğinde bariz bir kızarıklık vardı. Arkasını dönüp merdivenlere yöneldi. Topuklularının sesi çok öteden duyuluyordu.

"İyi misin?"

"Evet, teşekkür ederim. "

Yüzüme samimi bir tebessümle baktı. Bu durum her geçen saniye beni daha çok utandırıyordu. İçim acıdı. Kadın kadının kurdudur derlerdi. Öyle değildi işte. Bazı kadınlar birbirine yurt olurdu. Ve bu kız insana yurt olurdu. Bakışlarımı utançla eğdim.

"Mihre!"

"Efendim"

"Neden bakışlarında çok farklı bir şey görüyorum. Ne olduğunu anlayamıyorum. Lakin sürekli bir mahcubiyet var. Neden."

"Yok sana öyl....."

"Bana öyle gelmiyor. Biliyorum. Bu bakışı tanıdım bir kere. Mihre sana bakınca bir kız kardeş görüyorum. Ama aramıza koyduğun bu sınırı aşamıyorum. Sorun ne?"

"Sorun yok Umay. Gerçekten. Sen çok iyi bir insansın. Ve bende seni kardeş gibi görüyorum. Benden sana asla zarar gelmez bil olurmu. Ne olursa olsun. Seni üzecek bir şey yapmam."

Söylediklerimden tek kelime anlamadığı o kadar aşikardı ki. Yüzüne hüzünlü bir tebessümle baktım. O sırada koridorda başka adımlar duyuldu.

"Siz sabah sabah koridorda ne yapıyorsunuz?"

Tüm heybetiyle Ertuğrul bey yanımıza doğru yaklaştı gelip tam karşımızda durdu. Kolunu kaldırıp Umay'ın omzuna koydu. Saçlarına dudaklarını bastırdığında içimden öyle bir şey koptu ki. Bunun tarifi imkansızdı.

"Önemli bir şey değil. Umay ile koridorda karşılaştık. Ben de şimdi Şirin'in odasına gidiyordum. Onu hazırlayınca aşağıya inerim."

Başını olumlu anlamda salladı. Ama gözlerinde gördüğüm. Bu söylediğime hiç inanmadığıydı. Kurduğum cümlelerden sonra Umay da şaşkınlıkla yüzüme bakmıştı .Sabah sabah adama yaşadıklarımı anlatacak değildim ya. En iyisi hiç yaşanmamış saymaktı. Onları geride bırakıp Şirin'in odasına yöneldim. Ben kapıyı çalıp içeri girdiğimde ,o da gözlerini çıkardığım seslerle araladı.

"Günaydın meleğim. Hazır mısın ? Bu gün büyük gün."

Yüzümdeki tebessümle ona baktım. Yerinden kalkıp bana doğru geldi. Kollarını bacaklarıma sardığında hafif geri çekilip karşısında diz çöktüm. Gözlerinin içine baktım.

"Bir sorun yok değil mi?"

Başını hayır anlamında salladı. Bu içimin bir nebze de olsa rahatlamasını sağladı. Çünkü çok uzun zamandan sonra ,bu onun için ilkti. Ve içinde herhangi bir burukluk veya hüzün olsun istemiyordum.

"Hadi bakalım küçük hanım siz doğru banyoya. Ben de sizin giyeceğiniz elbiseyi çıkaracağım."

O banyoya doğru ilerlerken , ben de adımlarımı dolabına yönlendirdim. Daha önce gördüğüm siyah elbiseyi çıkardım. onun altına giyebilmesi için siyah çorap ve siyah pabuçlarını ayarladım. Ben elbisenin altına siyah çorap giymesem de altında siyah topuklu ayakkabılarım vardı. Geri geldiğinde, önce üzerindeki pijamaları çıkardım, sonra hazırladığım elbiseyi giydirdim. Bakışları bir üzerindeki elbiseye bir de benim üzerimdeki elbiseye kaydı. Gülümseyerek ona göz kırptım. Sonrasında ayakkabılarını giymesine yardımcı oldum. Arkasına geçip saçlarını yavaşça taradım.

"Saçlarını nasıl yapmamızı istersin meleğim?"

Yüzüme bakıp elini benim saçlarıma attı. Sanırım benimki gibi açık bırakmak istiyordu. Ben de güzelce taradıktan sonra ayağa kalktım. Elimi ona uzattığımda beni bekletmeden küçük elini avucumun içine bıraktı. İkimiz yan yana salona indik. Merdivenlerin başında çıkardığımız topuk seslerinden herkesin gözleri bize kaydı.

"Allah'ım sana geliyorum."

Diye bayılırmış gibi davranan Çınar oldu.

"Ben hayatımda böyle bir güzellik görmedim."

Dedi Poyraz.

"Bunlar bizim kızlar mı!"

Ayla'da gülerek bize baktı.

"Maşallah benim kızlarıma. Allah ikisinide nazarlardan saklasın."

Demişti babaannem. Herkesten ayrı ayrı beğeni dolu sözler almıştık. Gülümseyerek onlara baktım. Ertuğrul Bey ise dudaklarında çok hoş bir tebessümle ikimize baktı. Ama hiçbir şey söylemedi. Kahvaltıdan sonra üçümüz el ele Ertuğrul beyin arabasına binmiş, sonrasında okula doğru yol almıştık. Yaklaşık yarım saatlik yolculuğun ardından araç iki, katlı bahçeli bir binanın önünde durdu. İçeride ki çocuk cıvıltıları buradan bile duyuluyordu. Biz durunca arkamızdaki iki araç dolusu korumada durdu. Biz arabadan inmeden onlar çevrenin güvenliğini sağladılar. Sonrasında bizim kapılarımızı açtılar. Üçümüz yan yana binanın içerisine doğru yol aldık. Havanın güzel oluşunu fırsat bilmiş olacaklar ki etkinliği dışarıda yapmışlardı. Etraf rengarenk balonlarla süslenmişti. Çocuklar için palyaçolar çağrılmış ,prenses ve prens kostümü giyen insanlarla şenlendirilmişti. Bahçenin bir köşesine kurulan masada ailelerin getirdiği yemekler sergileniyordu. Masadaki yiyeceklere baktığımızda yanılmamış olduğumu anladık. Çoğu pasta ,kurabiye kek tarzı şeyler getirmişti. Bir çoğunun hazır alındığı o kadar belliydi ki. Tabi bunca güzel görünen yiyeceğin yanında bizim ecüş bücüş sardığımız sarmalarımız yerini alınca biraz tuhaf görünüyordu.

"Şirinciğim! Hoş geldin. Ertuğrul Bey siz de hoş geldiniz."

Bize doğru gelen kumral saçlı orta boylu kadının tebessümüyle biz de ona baktık. Güler yüzlü samimi bir kadındı.Sanırım bu Şirin'in öğretmeniydi. Önce Şirin ve Ertuğrul beye selam vermiş. Sonrasında gelip bizimle tokalaşmıştı.

"Açıkçası katılımınızı beklemiyordum."

"Doğrusunu söylemek gerekirse biz de beklemiyorduk."

Ertuğrul Bey kadına cevap verdikten sonra tebessümle yanımızdaki küçük kıza bakmıştı. O ise etraftan bağını koparmış, elimi tutmuş çevresini seyrediyordu. Çevrede özellikle anne ve babaların çocuklarıyla eğlenmesi ,vakit geçirmesi, Şirin'in bu etkinliğe katılmak istememesinin başlıca nedenlerinden biriydi sanırım. Kendimi onun yerine koymadan edemedim. Onun küçük kalbi gerçekten çok kırılmış olmalıydı. Önünde diz çöküp göz kontağı kurdum.

"Meleğim!"

Başını kaldırıp yüzüme baktı.

"Bana okulun bahçesini gezdirir misin?"

Elimden tutup ilerlemeye başladı.Ben de peşinden yürüdüm. Ertuğrul Bey demin yanımıza gelen öğretmenle sohbet etmeye devam etti. Ama bakışlarını üzerimizde hissediyordum. Önce okulun kum havuzunu gezdirdi. Sonrasında salıncak ve kaydırağın olduğu küçük park alanına geldik. Parkın hemen yanında ördeklerin olduğu etrafı çitlerle çevrili küçük bir kümes vardı. Sanırım çocuklara hayvan sevgisini aşılamaya çalışıyorlardı. Ve bu gerçekten çok hoş bir şeydi.

"Meleğim parkta oyun oynamak ister misin?"

Önce yüzüme baktı .Sonra küçük adımları salıncağa doğru ilerledi. Ben de onu fazla bekletmeden peşinden gittim. O çocuk salıncağına oturunca, ben de arkasına geçip yavaş yavaş sallamaya başladım. Gülüş sesini duymasam da mutlu olduğunu hissedebiliyordum. Bir süre bu şekilde vakit geçirdik. Etrafta duyulan güzel müzik sesi ile ben de onu sallamayı bırakıp yanına gittim.

"Bu kadar yeter mi? Amcanın yanına gitmemizi ister misin?"

Başını evet anlamında sallayınca elinden tutup onlara doğru ilerledik. Birkaç anne dans etmek için kurulan küçük platformda çocukları ile dans ediyordu. Kimi oğlu ile kimi kızıyla eğlenceli vakit geçiriyordu. Kucağımdaki küçük kız başını omzuma koydu. Ama bakışları onlardaydı. Ertuğrul bey de hüzünle bize baktı.

"Meleğim sen de dans etmek ister misin? Ben dans etmeyi çok severim."

Başını kaldırıp sadece yüzüme baktı ama bunu istediğini biliyordum. Kucağımdan yere indirip elimi ona doğru uzattım. tebessümle yüzüne baktım.

"Hadi."

Küçük elini avucumun içine bırakmasıyla ikimiz de dans eden insanların yanına doğru ilerlemeye başladık.

Dans pistine geldiğimizde küçük ellerinden tutup onu kendi etrafında çevirdim. İki eli de avuçlarımdaydı.

"Önce sağa doğru adım ,sonra sola. Bana doğru bir adım at bir tanem. Şimdi geriye. Aferin sana şimdi sağ kolunu kaldırıp kolumun altından dön."

Tek tek hangi adımı atması gerektiğini söylüyordum. Bir yandan da müziğe eşlik edecek şekilde onunla ben de adım atıyordum. Sonrasında tekrar kendi etrafında döndürüp ağırlığını bir elimin üzerine bırakmasını sağladım. Güzel saçları yere doğru uzandı. Tekrar doğrulttum. O sırada zaten müzikte sona ermişti. Yüzünde çok tatlı bir tebessüm vardı. Ben de ona gülümseyerek baktım. Yere çöküp yanaklarına dudaklarımı bastırdım. Allahım baldan tatlıydı bu kız. Yönümüz bizi bekleyen adama dönmüştü ki elindeki telefonla bizi videoya aldığını gördüm. Sanırım evdekiler için yapıyordu. Buna hiçbir şey söyleme gereksinimi duymadım. Akşama kadar çocuklar ve aileleriyle tanışmış ,öğretmenleriyle eğlenceli vakit geçirmiştik. Sardığımız sarmalar gerçekten çok beğenilmiş, öğretmeninden hem Şirin'e hem bize özellikle övgüler gelmişti. Çünkü diğerlerinin hazır alındığı veya çocuğun iştirak etmediği açıkça belli oluyordu. Bu hem Şirin'i hem de bizi mutlu etti. Akşam eve döndüğümüzde üçümüz de gerçekten çok yorulmuştuk. Şirin daha biz eve varmadan arabada benim kucağımda uyukluyordu. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Araç evin bahçesinde durduğunda o da hafif silkinip kendine geldi. Biz daha evin içine girmeden dış kapı açılmış ev ahalisinin tamamı kapıya çıkmıştı.

"Ay kuzularım benim. Gününüz nasıl geçti. Öyle merak ettim ki anlatamam."

Babaannemin sevgi dolu sözlerine hepimiz tebessümle bakmıştık.

"Bilmem. Ben şahsen çok eğlendim nasıl geçtiğini bir de Şirin'e sormak gerek.Öyle değil mi Ertuğrul Bey?"

"Kesinlikle çok haklısın avukat."

"Halacığım nasıl geçti günün?"

Şirin halasının yüzüne bakıp tebessüm etti. Ayla'nın yüzündeki gülüş dünyalara bedeldi. Çünkü Şirin ilk defa ona da tepki vermişti. Bu o kadar güzel hissettiriyordu ki. Sonrasında hepimiz içeri girmiş, yemeğimizi yemiştik. Saat epey geç olmuştu. Ve yarın büyük gündü. Yarın balo gecesiydi. Gündüzden moda evinden gelecek bizim için elbiseler getireceklerdi. Sonrasında saç ve makyaj için birkaç kadın gelecek ve bizi hazırlayacaktı. Anladığım kadarıyla Yeliz hanımın kavalyesi olmasa da bu davete iştirak edecekti. Şirin elbisemin eteğini çekince başımı ona döndürdüm. Gözlerinden uyku akıyordu.

"Uykun mu geldi bir tanem?"

Başını evet anlamında sallayıp kollarını bana doğru uzattı.

"Amcam seni ben taşısam olur mu?"

Ertuğrul bey yerinden kalkıp onu kucakladı. Şirin günden güne biraz daha büyüyordu. Ve her ne kadar onu ben taşımak istesem de Ertuğrul bey onun ağır olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden de olabildiğince benim yerime onu taşımaya çalışıyordu. Amcasının kucağına gitse de gözleri yine bendeydi. Sanırım benim de gitmemi istiyordu. Ben de yerimden kalkıp onların peşinden gittim. Adımlarımız Şirin'in odasına doğru ilerlemişti ki. Şirin amcasının boynundaki kollarını sıkılaştırdı.

"Ne oldu bir tanem?"

Eli ile Ertuğrul beyin odasını işaret etti.

"Amcacım benim odamda mı uyumak istiyorsun?"

Başını evet anlamında salladı. Ertuğrul bey de saçlarına dudaklarını bastırıp adımlarını kendi odasına doğru yönlendirdi.

Odasına geçtiğimizde Şirin'i yatağa yatırdık. Üzerine örtüyü çektikten sonra alnına dudaklarımı bastırdım.

"İyi geceler meleğim."

Tam ben çıkıyordum ki küçük eli elimi kavradı.

"Ne oldu canım?"

Yeşil gözleri sadece gözlerimin içine bakıyordu. Sanırım onunla birlikte uyumamı istiyordu. İyi de onun odasında uyumak doğru olmazdı. Yani daha önce bir kere onunla birlikte uyumuştuk ama...

"Senin için de sorun olmayacaksa bu gece bu odada kalsan olur mu?"

Gözlerim karşımdaki adama kaydı. Beklenti ile gözlerimin içine bakıyordu. Ben de başımı tamam anlamında salladım.

"Şey ben üzerimi değiştirip geleyim."

Onları arkamda bırakıp kendi odama gittim. Üzerime kısa kollu uzun bir pijama takımı giydim. Sonrasında Ertuğrul beyin odasına geri gittim. Odaya girdiğimde Ertuğrul bey de benim gibi üzerini değişmiş yatağın bir ucuna kıvrılmıştı. Ben de Şirin'in diğer tarafına doğru ilerleyip uzandım. Lakin Şirin uyumuyordu.

"Güzelim hadi kapat gözlerini."

Başını hayır anlamında salladı. İlk defa bu kadar inatçılık yapıyordu. Sorunun ne olduğunu bir türlü çözemiyorduk.

"Peki neden uyumak istemiyorsun amcam?"

Lakin ona da cevap vermemişti. Ne yapabileceğimiz hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu. En son aklıma gelen şeyle ona baktım.

"Masal mı istiyorsun?"

Başını evet anlamında salladı.

"Şey ben masal bilmiyorum. Ertuğrul bey siz biliyor musunuz?"

"Yani ben de pek bilmiyorum ama küçük hanıma uyutacak kadar bir şeyler anlatabilirim."

İkimiz de gülümseyerek ona baktık. Başımı yastığa koyduğumda Şirin de başını göğsüme yerleştirdi. İkimizin de bakışları Ertuğrul beydeydi.

"Şimdi... Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal pireler berber iken. Çok uzak bir ülkede karanlık bir kral varmış. Bu kral gücünü kendi dünyasının karanlığından alırmış. Onun hayatında hiç ışık yokmuş. Dahası, kendisi de ışığa yer olmadığını düşünüyormuş. Karanlıkta yaralarını, acılarını, mutsuzluğunu daha iyi saklayabildiğini düşünürmüş. Ona göre dünyada iyilik yokmuş. Saf kötülük olduğunu düşünürmüş. Ama aynı dünyada başka bir noktada, hatta karanlık kralın karanlığının çok yakınlarında bir tane de ışık perisi yaşarmış. Işık perisi o kadar güzel, o kadar saf ,o kadar masummuş ki çevresinde bulunan insanlar onu sevmeden edemezmiş. Kuşlar ,kediler, köpekler ,ağaçlar, esen rüzgar bile onun bu iyiliğine kayıtsız kalamaz ,mutlaka onunla arkadaşlık kurmak istermiş. Bir gün ışık perisi ormanda yürürken karanlık krala denk gelmiş. Kral, ışık perisine ilk gördüğü anda aşık olmuş. Onu öyle sevmiş ,öyle aşık olmuş ki yanına almak istemiş. Ama bir yanı da çok korkuyormuş. Sonuçta o bir ışık perisiymiş. Ya kralın karanlığında ışığı sönerse diye ödü kopuyormuş. Lakin ondan uzak kalınca da kalbi o kadar çok acıyormuş ki, ışık perisi istemese de bir şekilde kral onu alıp kendi şatosuna hapsetmiş. Işık perisi ışığını kaybetmese bile kralla aralarında yaşanan yanlış anlaşılmalardan dolayı ondan korkup kaçmaya başlamış. Kralın kalbi bu durumdan her geçen gün biraz daha yara alıyormuş. Keşke diyormuş. Keşke o da benim onu sevdiğim gibi sevse. Gel zaman, git zaman. Işık perisinin içindeki korkular, önyargılar bir bir kırılmış. Kralın aslında düşündüğü gibi, kötü biri olmadığını fark etmeye başlamış. Tabi bu düşünceleri ile solmak üzere olan ışığı, her gün biraz daha fazlalaşmış. Karanlık kral ,her ne kadar karanlığının ışık perisinin ışığını söndüreceğini düşünse de ,tam tersi olmuş. Perinin ışığı, onun karanlığını yok etmiş. Hayatı her geçen gün biraz daha aydınlanmış. Oluşan bu aydınlıkla birlikte karanlığın ruhundaki yaraları görmeye başlamış.

"Işık perisi de kralı sevmiş mi?"

Şirin düzenli nefesler alıyordu. Sanırım uyumuştu. Sorduğum soruyla Ertuğrul beyin gözlerinde şefkat belirdi. Yüzüme bakıp tebessüm etti. Merak etmiştim masalın devamını. Ne yapabilirdim ki. Daha önce kimse bana masal okumamıştı ki.

"Bilmem."

"Nasıl bilmezsiniz masalın sonunu bilmiyor musunuz?"

"Aslında masalı demin kendim uydurdum."

Dediği şeyle dudaklarım o şeklini aldı. Birkaç dakika içinde aklından böyle bir senaryo nasıl yazabilmişti ki. Çok şaşırmıştım. Ama çok da beğenmiştim.

"Sonunu o zaman siz yazar mısınız?"

"Peki sence nasıl olmalı? Yani masalın sonu sence nasıl bitmeli?"

"Bence peri de kralı sevmeli. Belki ikisi de mutlu olurlar. O zaman kralın ruhundaki yaralar iyileşir. Kalbi iyilikle dolar. Olmaz mı?"

Söylediğim şey ile dudaklarındaki tebessüm her geçen saniye daha fazla büyüdü. Tabi kurduğum cümlelerden sonra benim göz kapaklarımda yavaştan kapanmaya başladı. Kollarımı Şirin'in küçük bedenine doladım ve kendimi karanlığın kollarına bıraktım. Benim karanlığımın bir kralı bir prensi yoktu. Uyku ile uyanıklık halinde bir şeyler mırıldandım.

"Sevsin o da sevsin."

Kulağıma gülüşü doldu.Yüzümdeki saçları elleriyle geri çekti.

"Kim bilir belki bir gün sever."

"Işığı kapatmayın olur mu? Karanlık olur yoksa."

"Asla, seni asla karanlıkta bırakmam. Işığının sönmesine asla izin vermem. Sana sözüm olsun."

Son duyduklarımdan sonra bilincim kendini tamamen karanlığa bıraktı. Ama en son hissettiğim şey alnıma değen sıcak dudaklarıydı. Bakalım yarın ne olacaktı. Hayat bana yarın ne getirecekti. Çünkü yarın balo için ona eşlik edecektim. Ve her ne kadar duygularımı bastırmaya çalışsam da içim heyecandan kıpır kıpırdı. Kalbim göğüs kafesimi dövüyordu.....

Bölüm : 15.02.2025 12:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...