
MİHRE KARA
Allahım ben ne yaptım. Ertuğrul Bey'in telefonu çaldıktan sonra o dışarı çıkınca yatağımın üstünde öylece oturuyordum. Gözlerimden akan yaşa hakim olamadım. Ne yapmıştım ben böyle. Nasıl böyle bir hataya düşmüştüm anlamıyorum. Babaannem, Umay, Ayla ,diğerleri... Kim bilir dünkü hareketlerimden nasıl bir çıkarımda bulunmuşlardı. Yok, yok bu böyle olamaz. Benim bunu düzeltmem lazım. Hızla yerimden kalktım. Yalın ayak üzerimdeki pijamalarla merdivenlerden aşağıya doğru koştum. Hemen herkes aşağıda oturmuş sohbet ediyordu. Beni öyle saçı başı dağınık, yalın ayak salonda gördüklerinde epey bir şaşırmışlardı. Gözlerimi ilk babaanneme diktim. Adımlarım yavaş yavaş ilerledi. En son onun tam karşısında durdum. Onlar da bu halimden hiçbir şey anlamamış olacaklar ki telaşla ayağa kalktılar.
"Babaanne! Babaanne ben çok özür dilerim. Dün gece söylediğim şeyler için çok özür dilerim. Ben... Ben ilk defa öyle bir şey geldi benim başıma. Hepinizden, hepinizden çok özür dilerim. Yemin ederim. Yemin ederim ki söylediğim şeyler hiçbir zaman gerçek düşüncelerim olmadı. Gerçek duygularım değil ki onlar yemin ederim."
Babaannemin elini avuçlarımın arasına aldım. Bir yandan konuşurken diğer yandan gözlerim hepsinin üzerinde dolaştı. Acaba içlerinden benim hakkımda nasıl duygular geçiyordu. Kafalarının içinde ne düşünceler vardı. Bunu bilmeyi o kadar çok isterdim ki. Hepsinin gözlerinde çok farklı duygular yer edindi.
"Kızım sen ne diyorsun. Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum ben. Ne için özür diliyorsun. Ne oldu. Bu halin ne. Önce bir sakinleş otur söyle."
Her ne kadar beni sakinleştirmeye çalışsa da, başımı hızla her iki yana salladım.
"Yok, yok benim kendimi anlatmam lazım. Dün gece yaptıklarımın gerçek düşüncelerim olmadığını bilmeniz lazım."
"Mihreciğim biraz sakinleşir misin? Ne oldu? Niye bu kadar paniksin. Hiçbir şey anlamıyoruz hiçbirimiz."
"Ayla! Ertuğrul Bey anlattı. Dün gece ben istemeden alkol aldım. Sonrasında olanları hatırlamıyorum. Ama bana yaptığım her şeyi bir bir anlattı. Sana saldırmaya kalktığımı. Umay ile dalga geçtiğimi. Babaanneme söylediğim kötü sözleri. Kim bilir daha niceleri ,o anlatmasa bile ben onun anlattıklarından sonra yeterince utandım."
"Kızım! Ne diyorsun sen! Bu söylediklerinin hiçbirini yapmadın."
Babaannem elindeki elimin üzerine diğer elinide yerleştirip şefkatle okşadı. Dudaklarında güzel bir tebessüm yer edindi. Diğerleri de onun gibi bana bakıyordu. Hiçbir şeyi anlamayan bakışlarım onların üzerinde gezindi. O sırada merdivenlerden koşar adım inen adımların sesi geldi. Hepimizin bakışları oraya kaydı. Ertuğrul beyin paniklemiş hali ve bakışları benim üzerimde durdu. Ne yani beni kandırmış mıydı. Böyle bir şeyi niye yapmıştı ki.
"Mihre!"
Adımı mı söyledi o. Dudaklarından ilk defa adım dökülmüştü. Normalde hep avukat diye seslenirdi. Onun sesinden adımı işitmek içimin bir tuhaf olmasına neden oldu. Ama kalbim kırılmıştı. Beni niçin kandırma gereksinimi duymuştu ki. Nemli bakışlarımı ondan çevirdim.
"Mihre , bak ben sana gerçeği söyleyecektim. Telefonum çalmasaydı söyleyecektim gerçekten. Sadece küçük bir şakaydı. Ufak bir şaka."
Şaka mı. Gerçekten mi. Ne kadar üzüldüğümün farkında mıydı acaba. Kalbim ne kadar acımıştı. O söylediklerini yapmış olma ihtimalim beynimden vurulmuşa döndürmüştü beni. Tüm söylediklerine rağmen ben tek kelime etmedim.
"Benimle konuşmayacak mısın?"
Diğerlerinin üzerinde gezinen bakışlarım ona dönmedi. Hiçbir şey söylemedim. Bundan böyle de zor duyardı zaten sesimi. En azından onunla konuşmayacaktım.
"Hasiktir."
Duyduğum küfürle bakışlarım ani bir şekilde onu bulsa da tek kelime etmedim. Normal şartlar altında olsak bu konuda onu uyarabilirdim. Ama şu an umurumda bile değildi. Merdivenlerden duyduğum küçük adım sesleriyle bakışlarım oraya döndü. Şirin uykulu gözleriyle bize bakıyordu. Üzerinde hala pijamaları vardı. Karşımdaki adamı umursamazlıktan gelip adımlarımı ona yönlendirdim.
"Meleğim uyandın mı?"
Yanına gidip önünde diz çöktüm. Dudaklarımı her iki yanağına bastırdım. Allah'ım baldan tatlıydı bu kız. O da kollarını boynuma doladı. Şefkatle bastırdım bağrıma. Ona olan düşkünlüğüm ve sevgim farklı bir boyuttaydı. Kendi canımdan kendi kanımdan olsaydı bu kadar severdim herhalde. Neydi bu sevgim. Ona olan bu zaafım, anne ve babasız büyümüş olmam mı. Sanki karşımda Şirin değil de küçük Mihre vardı. Öyle seviyordum onu. O sırada kapıdan gelen tıkırtılarla bakışlarımız o yöne döndü. Yeliz geceden kalmış olduğu belli olan dağılmış hali ile evin içine girdi. Adımları yalpalıyordu. Dün sıkı bir at kuyruğu şeklinde topladığı saçları darmadağınıktı. Makyajsız hali daha doğrusu gece dağıldığı belli olan makyajı ile evin içine girdi. Boynunda ve gerdanında kızarıklıklar vardı. Sanırım gecesi yalnız geçmemişti. Bakışları hepimizin üzerinde gezindi. En son umursamaz bir tavırla konuşmaya başladı.
"Herkese günaydın. Ve iyi geceler. Ben kahvaltı yapmayacağım."
Sonrasında hiçbirimizi umursamayıp merdivenlerden odasına doğru ilerlemişti. Açıkçası evdekiler de onu ayıplamaktan başka pek de bir şey yapmamışlardı. Sanırım onların da umurunda değildi. Bizden uzak olsun da ne hali varsa görsün gibi bir tavır hakimdi.
"Gel meleğim. Önce kahvaltımızı yapalım. Sonra üzerini değiştirelim okula geç kalma olur mu."
Başını tamam anlamında salladı. Onu kucakladığım gibi adımlarım mutfağa doğru ilerledi.
"Mihre! Tamam benimle konuşmuyorsun bari Şirin'i bana ver. Ben taşıyayım."
Sesini duysam da sanki hiç duymamış gibi davrandım. Ben mutfağa ilerleyince diğerleri de peşimden geldi. Her zamanki yerime oturup önce Şirin'in tabağına birkaç kahvaltılık yerleştirdim. Sonrasında kendi tabağıma bir şeyler almaya başladım. Diğerleri de gelip kendi yerlerine kuruldular. Masada bulunan börekler bir bir tabaklara servis edildi. Son börek dilimini Çınar kendi tabağına aldı. Umay'dan kınayan bir ses çıktı.
"Boşalt da semerini ye. İnsan bize de bırakır değil mi."
"Benim çok yemem lazım çirkin. Sen başka şeyler ye. Hem sen kadınsın. Ne bileyim domates ,salatalık ,biber falan ye. Biraz otçul beslen. Kadın dediğin zayıf olur."
"Allah Allah ben gayet de fit ve zayıfım tamam mı. Sen kendine bak saman kafalı."
İkisinin de çocukça birbiriyle atışması ile dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Gerçekten de evin iki küçük çocuğu gibi kavga ediyorlardı. Umay bakışlarını bu defa Ertuğrul beye çevirdi.
"Şu saman kafaya bir şey söyler misin?"
Ertuğrul Bey tabağına diktiği bakışlarını Çınar'a çevirdi.
"Oğlum, ne zaman büyüyeceksin sen. Kızın yemeğine mi göz dikiyorsun."
"Aman be. Hemen de ispiyonluyor sanki küçücük çocuk. Al yemedik böreğini."
Tabağındaki böreklerden birini Umay'ın tabağına geri bıraktı. Umay Ertuğrul beye dönüp.
"Abilerin en yakışıklı, en bir tanesisin. Sen de olmasan bunun hakkından kimse gelemez."
Umayın gülerek söylediği şeylerden benim çekip çıkardığım tek bir kelime olmuştu. 'ABİ'
Abi mi demişti o. Nasıl yani. Sevgilisi değil miydi. Abisi miydi. Kalbim birden bire olması gerekenden çok daha hızlı atmaya başladı. Bakışlarım her ikisi arasında dönüp durdu. Bal rengi gözlerim şok ile aralanmış öylece bakıyordum. Kimseye bir şey de soramıyordum. Abisiydi. Şaka gibi. Ben bunca zaman kendi kendime mi kurdum yani. Diğerlerinin de yüzünde güzel bir tebessüm vardı. Tam olarak onlar neye gülüyordu. Ertuğrul Bey Umay'a göz kırpmakla yetinmişti. Masadaki portakal suyuna elim uzandı. Ama içim içime öyle bir sığmıyor ,öyle bir titriyordum ki. Titreyen ellerimden bardak masaya devrilmiş ve benim panikle aynı anda ayağa kalkmam bir olmuştu.
"Ayyyyy döküldü. Şey birden sakarlık tuttuda."
Masadakilerden kıkırtılar yükseldi. Ben ise önümdeki peçetelerle dökülen portakal suyunu temizlemeye çalışıyordum. Beceremeyeceğimi anlayınca bırakmak durumunda kaldım. Utançla bakışlarımı diğerlerinin üzerinde gezdirdim. Alt dudağıma dişlerimi geçirip sandalyem de olabildiğince küçülmeye çalıştım. Yanımda olan hareketlenme ile bakışlarım Şirin'e kaydı. Kahvaltısını bitirmiş olacak ki ayaklanmaya çalışıyordu.
"Meleğim doydun mu?"
Başını evet anlamında salladı. Ben de onunla birlikte ayaklandım. Önce onun üzerini değiştirecektim. Sonra da okula uğurlayacaktım. İyiden iyiye annesi olmuştum. Aklımda bu düşünceler geçse de kalbimde farklı duykular vardı. İkimiz birlikte Şirin'in odasına yöneldik. Onun üzerine pembe pileli bir elbise geçirdim. Elbisesinin üzerine de gri renk bir hırka giydirdim. Havalar eskisi kadar soğuk olmasa da üşüyebilirdi. Hasta olmasını istemiyordum. Kendi odama gidip kahverengi bir takım geçirdim üzerime. Şirin'in sırt çantasını elime aldım. Onun elinden tutup merdivenlerden birlikte aşağıya indik. Kapıya geldiğimizde Ertuğrul bey ve diğerleri işe gitmek için hazırlanmıştı. Onlar kapıdan çıkmadan biz de yanlarına ulaştık.
"Prensesim okulda çok eğlen olur mu."
Şirin amcasına doğru kollarını kaldırınca Ertuğrul bey eğilip onu kucakladı. Sonrasında yanaklarına dudaklarını bastırdı. Şirin iyiden iyiye aralarındaki duvarları kırıyordu. Bu iyi bir şeydi.
"Akşam gelirken benden istediğin bir şey var mı?"
Şirin başını hayır anlamında salladı. Bakışları bu defa bana döndü.
"Senin istediğin bir şey var mı? Eğer istersen gelirken sevdiğin çikolatalardan alabilirim."
Bu adam çocuk mu kandırıyordu.
Hiçbir şekilde cevap vermedim. Bakışlarımı etrafta gezdirdim. Bu halime diğerleri bıyık altından gülüyordu. Çünkü ben onunla konuşmadığım için şu an kuduruyordu. Kudurmaya da devam edebilirdi. Çünkü onu hiçbir şekilde affetmeyi düşünmüyorum. Yaptığı şey çok ayıptı.
"Anlaşılan konuşmayacaksın. Ama ben kendimi affettirmenin bir yolunu bulacağım."
Bu söylediklerine de cevap vermedim. Çok istiyorsa bir yol bulabilirdi. Ama ben öyle bir yol olduğunu düşünmüyordum. Çünkü küslük konusunda üstüme tanımazdım. Bir keresinde Nazlı ile iki ay konuşmamıştım. Ki o zamanlar daha sadece onbeş yaşındaydım. Onlar dışarı çıkarken ben de peşlerinden çıktım.
"Meleğim Allah zihin açıklığı versin. Ve ne yapıyorduk. Çok eğleniyorduk. Kimsenin bizi üzmesine asla ama asla izin vermiyorduk. Anlaştık mı?"
Söylediklerimden sonra başını aşağı yukarı olumlu anlamda salladı. Onlara doğru yaklaşıp Şirin'in yanağını dudaklarımı bastırdım. Hala amcasının kollarında olduğu için ona biraz fazla yakınlaşmama neden olmuştu. Bu durum karşısında kendimi hafif geri çektim. Onun da bakışları üzerimdeydi. Saçlarımı kulağımın arkasına atıp diğerlerine baktım.
"Hepinize hayırlı işler. Malum ben çıkamıyorum."
Onlar da bu halime gülüp arabalarına bindiler. Araçlar bir bir malikanenin bahçesinden dışarı çıktı. Ben de evin içine geri girdim. Birkaç gün sonra yapılacak olan dava dosyasını son defa incelemeye başladım. Öğle saatlerine kadar dosyayı incelemiş , kendi kaldığım odayı toparlamaya çalışmıştım. Aşağıya indiğimde ev telefonu çalmaya başladı. Babaannem oturduğu yerden ayaklanıp telefonu açtı. Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra bakışları telaşla bana kaldı.
"Tamam... tamam biz hemen geliyoruz."
"Babaanne bir şey mi oldu?"
"Şirin! Şirin okulda kavga etmiş. Ertuğrul'a ulaşmaya çalışmışlar ama telefonunu açmamış. Bu yüzden de ev telefonunu aramışlar. Bizi okula çağırıyorlar."
"Tamam ,tamam sakin ol. Hemen çıkalım o zaman. Çocuk onlar, kavga edebilirler."
"Kızım Şirin'im daha önce hiç böyle şeyler yapmazdı. İlk defa böyle bir şey için aranıyoruz."
"Babaanne tamam sakin olur musun. Şu an panik yaptığın için ben de paniklemeye başladım. Sakin ol .Arif'e söyleriz şimdi bizi bırakır olur mu?"
Daha fazla oyalanmamak adına babaannemin montunu aldıktan sonra kendi üzerime de kahverengi uzun kaşe kabanımı aldım. Ayaklarımda krem rengi stiletto topuklu ayakkabılarım vardı. Kapıya çıktığımızda Arif'e okula gideceğimizi söyledim. İkimiz arka koltuğa oturduğumuzda Arif sürücü koltuğuna geçmiş ve İstanbul'un yollarında aracı Şirin'in okuluna doğru sürmeye başlamıştı. Yaklaşık yarım saatlik yolculuğun ardından araç okulun önünde durdu. Babaanneme belli etmemeye çalışsam da benim de içim içimi yiyordu aslında. Şirin öyle kavga edecek bir çocuk değildi. Ne olmuştu da kavgaya karışmıştı. Veyahut yanındaki arkadaşına zarar vermeyi aklından geçirmişti. Anlamıyorum onun gibi sakin iyi huylu hele ki içine kapanık bir çocuk. Sorun kavga etmesi değildi. Kavga edebilirdi. Çocuktu o daha. Elbette böyle şeyler yaşayacaktı. Lakin onun gibi bir çocuğu bu derece çileden çıkaracak bir şey, eminim ki kalbini çok fazla kırmış olmalıydı. Okulun içerisine doğru ilerlediğimizde bizim müdürün odasına yönlendirdiler. Koridorda topuk seslerim yankılanıyordu. Müdürün odasının bulunduğu koridora ilerlediğimizde Şirin kapının önünde bulunan sandalyelere oturmuş ,bakışları yerde öylece oturuyordu. Hemen yan tarafında ise başka bir erkek çocuğunun annesi oğlunu sakinleştirmeye korumaya çalışıyordu. Şirin'in yanında hiç kimse yokken kadın ve diğer çocuğun yanında öğretmenleri ve müdür vardı. Bu nasıl bir saçmalıktı böyle. Adım seslerimizle bakışları bize döndü. Diğerlerini hiç umursamadan hızla gidip Şirin'in karşısında oturdum. Ela gözleri beni bulduğunda kollarını hızla boynuma doladı. Canım benim. Belli ki çok korkmuştu ,çok üzülmüştü.
"Meleğim. Canım benim. Ne oldu, iyi misin birtanem. "
"Babaannem! Kınalı kuzum benim. İyi misin?"
Şirin boynumdaki kollarını sıktığında ben de sırtını sıvazlamaya onu sakinleştirmeye çalıştım. Dudaklarım saçlarında ,boynunda, yüzünde gezindi. Hafif geri çekilip ela gözlerinden akan yaşları silmeye çalıştım.
"Meleğim ne oldu? Niye bu kadar üzüldün? Korkma ,korkma... Bak ben buradayım. Biz buradayız hiçbir şey olmayacak."
Anlına son defa dudaklarımı bastırdım.Ayaklanıp bakışlarımı bu defa diğerlerine çevirdim. Babaannem
Şirin'in yanına oturdu. Kolunu omzuna atıp onu bağrına bastı. Şirin demin bana yaptığını yapmamış babaannesine karşı tepkisiz kalmıştı. Sert bakışlarım üç kadının üzerinde gezindi.
"Şirin'in ailesini aramışsınız buyurun sizi dinliyoruz."
"Siz Şirin'in nesi oluyorsunuz?"
"Fark eder mi?"
"Şu hale bak. Nasıl bir aile ise ,çocuklarıyla nasıl ilgileniyorlarsa, zaten hem annesiz hem babasız büyüyen bir çocuktan da daha fazla ne beklenebilirdi ki?"
Yanımızda hadsizce konuşan kadına bakışlarım döndü. Bu söylediklerine seni pişman etmezsem Mihre değilim. Çünkü söylediklerini Şirin de duymuş ve üzgün bakışlarını bana dikmişti.
"Çocukların yanında bu şekilde konuşmayalım isterseniz. İçeride konuşalım."
Onları beklemeden adımlarımı müdüre hanımın odasına yönlendirdim. Onlar da peşimden geldi.
"Sizi dinliyorum. Sorun nedir?"
Bakışlarım müdüre hanımın üzerindeydi.
Ama beklediğim cevabı müdüre hanım değil yanımdaki kadın verdi.
"Daha ne olacak hanımefendi. Oğlumu itmiş."
"Soruyu size sorduğumu hatırlamıyorum hanımefendi. Bırakalım da öğretmenleri bize olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini anlatsın .Öyle değil mi!"
Söylediğimden sonra sesini kesip kenara çekilmişti. Ben de bakışlarımı diğer iki öğretmene çevirdim. Şu an sessiz kalıyordum. Ama bu işin sonunda onlar da paylarına düşeni alacaklardı elbet.
"Bu sabah Şirin Berkcan'ı sınıfta itti. Biz de bu duruma şaşırdık aslında. Direkt müdahale edip sizleri aradık. Ertuğrul beye ulaşmaya çalıştık. Lakin telefonlarını açmadı. Takdir edersiniz ki Hale hanımı da sakinleştirmek biraz zor oldu."
"Demek Hale hanımı sakinleştirmek zor oldu. Peki söyler misiniz. Bir yetişkin kadını iki öğretmen sakinleştirmeye çalışmak yerine niçin biriniz de diğer çocukla ilgilenmediniz. Dışarıda küçücük bir kız çocuğunun korku ile beklemesini bana nasıl açıklamayı planlıyorsunuz."
"Bakın bu konunun konuşulacağı kişi siz değilsiniz. Daha adınızı bile bilmiyoruz. Ertuğrul beyin burada olması daha münasip olacaktır."
"Avukat Mihre Kara. Ve inanın bana şu an bu söylediklerinizle birlikte sizin için hazırladığım çok güzel planlarım var.
"Sen kimsin ya. Bu ne hadsizlik. Sen o çocuğun nesi oluyorsun da bu şekilde bizimle konuşabiliyorsun."
Yanımdaki kadının yükselmesi ile ben daha fazla sinirlendim. Parmağımı kaldırıp ona doğrulttum. Şuan onun saçını başını yolmamak için kendimi zor tutuyordum.
"ANNESİYİM. VE KİMSE BENİM KIZIMI ÜZEMEZ. KÜÇÜCÜK BİR ÇOCUĞA ZORBALIK YAPMANIN NE DEMEK OLDUĞUNU ÖĞRENECEKSİNİZ. BUNDAN SONRASINI AVUKATINIZLA GÖRÜŞÜRÜZ. "
Bakışlarımı bu defa müdüreye ve öğretmene çevirdim. Öfkemden onlarda nasibini alacaktı.
"Ve siz, okulunuzla vedalaşsanız iyi edersiniz. Zira sizinle işim bittiğinde bir daha bu meslekte yer edinecek hiçbir kurum bulamayacaksınız. Ha bunun olmasını istemiyorsanız üçünüz de, hemen şu an ,benimle dışarı çıkıp kızımdan özür dileyeceksiniz."
"Ne saçmalıyorsun sen ya. Küçücük kızdan özür mü dileyeceğim ben."
"Küçücük bir kızla haddini aşarak konuşmayı bilip onu üzebiliyorsan, özür dilemeyi de bileceksin .Aksi takdirde seninle mahkemede konuşuruz."
Tam çıkacaktım ki açık kapıdan bizi izleyen Ertuğrul bey ,babaannem ve Şirin ile göz göze geldim. Acaba nasıl bir tepki vereceklerdi bana. Benimle birlikte okulun müdürü ve Şirin'in öğretmeni de Ertuğrul beyi görmüştü.
"Ah Ertuğrul bey geldiniz demek. Biz de Mihre hanımla uzlaşmaya çalışıyorduk."
Uzlaşmak mı! Bu kadın ne saçmalıyordu. Uzlaşma falan olmayacaktı. Onlar Şirin'den özür dileyecekti. Çatık kaşlarım karşısında Ertuğrul bey de içeri doğru bir adım attı.
"Benim duyduklarım ise bu durumun tam tersini gösteriyor. Sanırım söylenecek her şey söylendi. Mihre gidelim mi?"
Bana elini uzatsa da ne elini tutabildim ne de ona cevap verdim. Sadece adımlarımı onlara doğru yönlendirdim. Bu yaptığımla dudakları yukarı doğru kırıldı. Demin üç kadına kafa tutan dişli avukat gitmiş. Onun yerine sabah ona küsen küçük kız çocuğu gelmişti.Bizler odadan dışarı çıkmış evimize dönüyorduk ki. Arkamızdan gelen sesle adımlarımız durdu.
"Ertuğrul bey ,Mihre hanım!"
Her üç kadın da odadan dışarı çıkmış bizim peşimizden gelmişlerdi.
"Söylediklerinizde haklıydınız Mihre hanım. Biz bu olanlar için gerçekten çok üzgünüz. Bir daha böyle bir şeyin yaşanmayacağından emin olabilirsiniz."
"Üzgünüm avukat hanım, Ertuğrul Bey sizden de özür dilerim."
Müdürün özür dileyişinden sonra diğer kadında özür dilemişti. Ama benim için bu yeterli değildi.
"Özür dileyeceğiniz kişiler bizler değildik hanımefendi. Sanırım şaşırdınız."
Kadın önce bir şaşırsa da bozuntuya vermemeye çabalıyordu. Bakışlarını Şirin'e çevirdi.
"Şirinciğim sana söylediklerim eğer kalbini kırdıysa ve seni üzdüyse üzgünüm."
Onun özründen sonra ben de ha şöyle dermiş gibi baktım. İşte böyle böyle hizaya geleceklerdi. Kadın özrünü diledikten sonra daha fazla muhatap olmamak adına biz de ardımızı dönmüş ve okuldan ayrılmıştık. Araca girdiğimizde ben, babaannem ve Şirin arka koltuğa geçmiştik. Ertuğrul Bey ise ön koltuktaydı. Şirin kollarını belime dolamış başını bana yaslamıştı. Onun bana sığındığını görmek ,ya da beni benimsediğini hissetmek o kadar güzel bir duyguydu ki. Ben de kollarımı beline doladım. Onu bağrıma daha çok bastım. Saçlarından derince koklayıp öptüm. Lakin o gün benim asla bilmediğim belki de hiçbir zaman haberimin olmayacağı bir şey yaşanmıştı. Ben o odanın içerisinde annesiyim diye bağırırken kapı açıktı. Ve bunu Şirin dahil herkes duymuştu. Babaannem benimle gurur duyarken, Ertuğrul beyin kalbinde bambaşka bir yer edinmiştim. Ve Şüphesiz ki kalbinde yer edindiğim ve kimseye nasip olmayacak bir kişi daha vardı. Bugüne kadar Şirin'in kalbinde koruyucu bir ablaydım. Ama şu saatten sonra o beni annesi yerine koymuş. Ben de onu kızım olarak görmüştüm. Kısacası o güne kadar ikimizin de yüreğinden geçenleri ben o gün ilk defa dile dökmüştüm. İkimiz de birbirimize karşı konuşamasak da, yüreğimizden birbirimizin kalbine dökülen bir anne evlat sevgisi vardı. Ve bu sevgi hiçbir şeye, hiç kimseye değişilmezdi....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |