
MİHRE KARA
Kucağımdaki küçük kızla gecenin karanlığında öylece oturuyordum.. Saçlarını usul usul sevdim. Başını göğsüme koymuş o da benim gibi karanlık ormanı izliyordu. Öğleden sonra hepimiz arabayla eve gelmiştik. Şirin göğsümden bir an olsun ayrılmamış , ben nereye gidersem gideyim peşimden gelmişti. Ne yalan söyleyeyim benim de onu kendimden ayırasım yoktu. Şimdi ise bahçedeki salıncakta oturmuş birlikte öylece duruyorduk. Onunla birlikte boş boş durmak bile güzeldi. Babaannem ve Ertuğrul bey büyük ihtimalle içeride diğerlerine bugün yaşananları anlatıyordu. O konuşmalardan uzak durmasını istiyordum.
"Meleğim!"
Başını hafif kaldırıp gözlerimin içine baktı. Ela gözleri karanlığın içinde birer inci tanesi gibi parlıyordu.
"Bir tanem, bugün arkadaşını neden ittin?"
Sadece bakmakla yetindi. Bir şey olmuştu. Kalbini kıran bir şey.Lakin ne olduğunu ne söylüyor, ne de hareketleriyle anlatmaya çalışıyordu.
"Meleğim arkadaşın seni incitecek bir şey mi yaptı?"
Başına evet anlamında salladı.
"Söyledi mi sadece. Yani seni sözleri ile mi incitti."
Başını yine evet anlamında salladı. Derin bir nefes aldım. Elimi yanağına yerleştirip yavaşça okşadım.
"Güzelim! Ben sana kimsenin seni üzmesine izin verme dedim biliyorum. Lakin bu şekilde başkasına zarar veremezsin. Bu yanlış. Kendimizi koruyacağız diye bir başkasını incitemeyiz. Seni üzen ,inciten bir şey olduğunda ya bana, ya amcana, ya babaannene ,ya halana gel olur mu?"
Bakışlarını birkaç saniyeliğine yere indirdi. Sonrasında tekrar gözlerime bakıp başını tamam anlamında salladı.
"Aferin benim meleğime."
Saçlarından öpüp tekrar bağrıma bastım. O an nedendir bilinmez içimden ona şarkı söylemek gelmişti. Ve dudaklarımdan Sezen Aksu'nun Küçüğüm şarkısı döküldü.
***Küçüğüm, daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Öğünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi
Özel, önemli zannetmem****
Küçük kolları biraz daha belime dolandı. Ben de onu geri çevirmedim. Bir kolumla onu sarmışken diğeriyle yumuşacık saçlarını okşuyordum.
***Küçüğüm, daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden kendime hâlâ
Güvensizliğim***
Bedenim her ne kadar şu an burada olsa da aklımda kendi küçüklüğüm vardı. Kendi yoksunluğum ,tüm yaşadıklarım, acılarım.... Heveslerim, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarım. Arkadaşlarım ,hiç var olmamış ailem. Kendimi hiç kimseye ve hiçbir yere kabul ettirememiş olmam. Canım öyle çok yanıyordu ki. Bunu kimse anlayamazdı. Bu can yangınını bizden başka kimse bilemezdi.
***Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az, yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman, rengârenk
Geçici, oyuncak zaferler
Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az, yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman, rengârenk
Geçici, oyuncak zaferler***
Bir de sevda işi vardı değil mi. Kalbimi deli gibi çarptıran, lakin kalbinde zerre kadar yerim olmayan adam. Bir de o vardı. Canımı yakan kimse tarafından sevilememiş olmak. O kadar ağır bir şeydi ki. İnsan bu hayatta her şeyle başa çıkabiliyor. Bu karanlık dünyanın her türlü kötü huyuyla baş edebiliyor. Ama sevgisizlikle değil. Kaç yaşıma gelirsem geleyim, nerelere gelirsem geleyim içimde hep sevgiye aç bir çocuk vardı. Kalpti benimki de. Acıyordu ,inciniyordu, kırılıyordu. Sevdiği kadar sevilmek istiyordu mesela.
***Küçüğüm, daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm, daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için
Didinmem***
Acaba o da beni sevse farklı olur muydu. Ne bileyim beni diğer kadınlarından farklı tutsa. Hayatında benden başka kimseye yer vermezse mesela. Ruhumu, kalbimi, bedenimi, aklımı ona adadığım gibi o da her şeyini bana adasa. Farklı olur muydu hayatımız. Kim bilir belki o zaman benim de bir ailem olurdu. Kendi kurduğum, mutlu olduğum, mutlu ettiğim bir aile. Diğer kadınlardan vazgeçer miydi o zaman. Bu düşündüğümle ben bile kendimle dalga geçtim. Bir de akıllı geçinirdim. Onun gibi biri ne beni severdi, ne de diğer kadınları hayatından çıkarırdı. Zaten beni kim niye sevsindi. Bazen ben bile kendime tahammül edemiyorum. Belki de biterdi. Belki değil kesin bitecek. Bir sonraki duruşma, dosyaların en büyüğü. O duruşmayı kazanırsam şayet ondan sonrakiler için mahkemeye gelmesine bile gerek kalmayacaktır. Devede kulak bile değil geri kalan dosyalar. Şayet ki dediği gibi sözlerinin eri ise beni özgür bırakacak. Ve bu gerçekleştiğinde ben onu geride bırakacağım. Bu evden çekip gideceğim. Gel gör ki çekip giderken geride bıraktığım sadece o olmayacak. Sanırım kalbimi de burada bırakacağım.
***Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az, yolun başındaymışım meğer Elimde yalandan kocaman, rengârenk
Geçici, oyuncak zaferler
Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az, yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman, rengârenk
Geçici, oyuncak zaferler
Küçüğüm, daha çok küçüğüm***
Şarkı sözlerinin bitişi ile ben de derin bir nefes aldım. Hava soğumaya başlamıştı. Şirin'in burda üşümesini istemezdim. Başımı ona doğru eğdiğimde göğsümde uyuyakaldığını gördüm. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Canım benim bugün zor şeyler yaşamıştı. Onu uyandırmamaya çalışarak hafif hareketlendim. Üzerimde hissettiğim gölge ile başımı yukarı kaldırdığımda siyah irisleri ile göz göze geldim. Ne zamandır buradaydı.
"Onu ben taşıyım istersen."
Başımı tamam anlamında salladım. Aklından ne geçiyordu bilmiyorum. Lakin dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Yüzünde çok güzel bir tebessüm vardı. Gülmek ona çok ama çok yakışıyordu. Bana doğru eğilip Şirin'i kucakladı. Eğildiğinde kokusu ciğerlerime doldu sanki. Bir insan ev gibi kokabilir miydi. Oluyormuş demek ki. O adımlarını Şirin'in odasına doğru yönlendirince ben de peşinden gittim. İçeri geçtiğimizde diğerlerinin gözlerini üzerimizde hissetsem de çok fazla üzerinde durmadım. Ha bir de aklımda hala ne yaşandığını bilmediğim bir gece var. O bana doğruyu söylemiyordu. Diğerlerine sormaya ise çekiniyordum. Ve umarım kendimi rezil edecek bir şey yapmamışımdır diye düşünüyordum. Şirin'in odasına geldiğimizde yatak örtüsünü kaldırıp onu yatırmasını bekledim. O Şirin'i yatırınca ayaklarındaki ayakkabıları çıkardım. Sonrasında üzerini örtüp dudaklarımı saçlarına bastırdım.
"Mihre!"
Başımı kaldırıp sadece yüzüne baktım. Çünkü hala onunla konuşmuyorum.
"Benimle hala mı konuşmayacaksın?"
Bu söylediğine de sessiz kaldım. Eğilip dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı. Nefesini yanağıma doğru üflediğinde içimde tuhaf bir şey hissettim. Daha önce hiç hissetmediğim bir şey.
"İstediğin kadar kaç benden, istediğin kadar sus. Ama sen de biliyorsun ki benimle eninde sonunda konuşacaksın."
Kızgın bakışlarımı yüzüne çevirdim. Yüzünde kendini beğenmiş bir gülümseme vardı. Omzuna çarpıp odanın dışına çıktım. Arkamdan geldiğini duyduğum adım seslerinden anlayabiliyordum. Aşağıya indiğimde diğerleri neşeli bir sohbetin içindeydi.
"Bana bak Poyraz bu sene şöyle kallavi bir hediye istiyorum."
Çınar'ın Poyraz'a doğru konuşarak söylediği şey ile bende meraklandım.
"Hayırdır?"
"Hiç sorma ,üç hafta sonra bu şebeğin doğum günü. Şimdiden hediye siparişi veriyor."
Umay'ın bıkkınlık ile söylediği şeye kahkaha attım.
"Ama kalbimi kırıyorsun Mihrecim. Bunda gülünecek ne var?"
Çınar'ın bana bakarak incinmiş gibi takındığı tavır ile bende kendimi toparladım.
"Üzgünüm... sadece biraz komik geldi. Ama haklısın. Bencede hiç kullanmayacağın hediyelere sahip olup ne yapacaksın öyle değil mi. Şimdiden söylemek çok mantıklı."
Söylediklerim ile gülüşü büyüdü.
"İşte hayatımın kadını. Sen bu katnem Ertuğrul'u bırak. Benim avukatım ol. Bakın ne güzel mantıklı mantıklı savundu beni."
Söylediklerine dayanamayıp gülmüştüm.
" Mihre Allah rızası için şuna gaz verme. Zaten tepemize çıktı. "
Poyraz'ın söyledikleri ile ona döndüm.
"Deme öyle ne olacak istediğini alsanız."
"Hediye olarak ne istiyor biliyor musun?"
Başımı hayır anlamında salladım. En fazla ne isteyebilirdi ki...
"Dünyada sadece dört tane olan bir araba."
"NE!"
"Yaa"
Başımı Çınar'a çevirdiğimde tatlı tatlı sırıtıyordu.
"Sencede biraz abartmış olamaz mısın?"
İşaret ve baş parmağımı birleştirip ona azıcık işareti yaptım. Gelip yanıma oturup kolunu omzuma attı.
"Bebeğim ben nadir ve özel bir varlığım...."
"Çınar o kolunu çekmezsen o nadir ve özelliğin bir uzvu kopmuş olacak. Ayrıca bebeğim ne lan."
Ertuğrul beyin sinirli bakışları ile omzumdaki kolunu yavaşça çekti. Gözlerinde anlamlandıramadığım bir sinir vardı. Çınar kolunu çekince normal haline döndü.
"Ben rahatsız olmuyorum. Bu sizi neden rahatsız etti onu da anlamıyorum. "
"Gereksiz samimiyete gerek yok diye..."
Dediği şey ile içim ezildi sanki. Hala mı aynı şeyleri düşünüyordu. Hızla ayağa kalktım.
"Ertuğrul bey yeter artık. Her fırsatta beni bu şekilde aşağlayamazsınız. Aklınızda nasıl bir yer edindim bilmiyorum ama evinizde gördüğüm her erkeğe asılan ona yanaşmaya çalışan bir kadın değilim."
Diğerleride bu duruma üzülmüştü. Arkamı dönüp gidiyordum ki bileğimden tuttu.
"Yanlış anladın beni."
"Neyi yanlış anladım. Ben öyle herkesle samimiyet kurmaya çalışmıyorum ki. Önce Arif ve diğer korumalar şimdi de Çınar. Ben onlara sen diye hitap etmiyordum bile. Onlar arkadaş olmak istedi. Sizde onayladınız. Ama şimdi sanki arkadaşınızı baştan çıkarma...."
Parmağını hızla bana doğrulttu. Gözlerinden ateş çıkıyordu sanki.
"Sakın o cümleyi tamamlama!"
Gözlerinde öyle bir duygu oluştu ki ne yapacağımı bilemedim. Gözlerini açıp kapadı. Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Ertuğrul sakin ol."
Poyraz panikle ayaklanıp yanımıza geldi. Çınar'da tetikte bekliyordu. Kriz geçirmesinden korkuyorlardı. Bileğimdeki eli o kadar sıkıyordu ki. Canımın acısı ile bakışlarım onu buldu. Ağlamak üzereydim.
"Acıyor..."
Gözlerini açıp gözlerimin içine baktı. Bakışları bileğimi sıkı sıkıya tutan eline kaydı. Ateşe değmiş gibi kendini geri çekti. Gözleri ben hariç her yerde gezindi.
"Üzgünüm..... Sana zarar vermek istemedim. "
Gözleri kızarık olan bileğimdeydi. Daha fazla oraya bakmasını istemedim. Elimi arkama gizledim.
"Tamam."
"Ben senin söylediklerin için uzak durmasını söylemedim. Senin öyle bir kadın olmadığını biliyorum. Senin hakkında asla öyle şeyler düşünmedim."
"Neden durmadan öyle imalarda bulunuyorsunuz o zaman?"
"Ben öyle imalarda bulunmuyorum. Ama sen öyle anlıyorsun."
"Ha ben kıt akıllıyım öyle mi?"
Gözleri yok artık dermiş gibi açıldı. Büyük ihtimalle konuşmalarını buraya nasıl çektiğimi düşünüyordu.
"Bunu da nerden çıkardın."
"Aklımdan bir şeyler uyduruyorum öyle mi. Deli miyim ben."
"Yok ben öyle demek istemedim. Yanlış..."
"Ha birde her şeyi yanlış anlıyorsun diyorsunuz."
Gözleri şaşkınlıkla açılıp kapandı.
"Ben.... Ben....."
Dudaklarımdan kaçan kıkırtı ile ne yaptığımı anladı. Bakışları onaylamazdı.
"Beni kandırdın."
"Sizde beni kandırmıştınız. Ödeştik.... ama benimle bir daha böyle konuşursanız tavrım çok farklı olabilir. Birbirimizi henüz hiç tanımıyorken yanlış anlaşılmalara neden olacak söylemlerden kaçınmalısınız."
Dediklerim ile gülüşü büyüdü.
"Bu beni affetin demek mi?"
"Hayır. Sadece konuşmak zorunda kaldım demek. Duruşma yaklaşıyor onun için yani."
Gidip demin kalktığım yere tekrar oturdum. İkimizinde sakinleşmesi ile diğerleride rahat bir nefes aldı. O ise ukala bir gülüşle gelip yanıma oturdu. O sırada ortamda telefonumun sesi yankılandı. Eğilip sehpanın üzerinde duran telefonu aldım. Gördüğüm isimle gülümsedim.
"Nazlı kuşum."
"Mihre napıyorsun?"
Tam ayaklanıyordum ki tekrar bileğimi tutması ile ekrandaki bakışlarım onu buldu.
"Burda konuşabilirsin."
Tamam anlamında başımı salladım.
"İyiyim canım sen nasılsın."
"Bende iyi olmaya çalışıyorum."
"Hayırdır. Bir sorun mu var."
Derin bir soluk bıraktı.
"Nazlı!"
"Hakan pisliği. Kapıya dayandı."
Kaşlarım çatıldı.
"Sana bir şey yaptı mı?"
"Hayır. Ama biraz korktum."
"Şey.... Mihre istersen ben yardımcı olabilirim."
Çınar'ın sözleri ile ona döndüm. Nasıl bir yardımdan bahsediyordu ki. Elini bana uzatınca Nazlı'ya bir dakika diyip telefonumu ona uzattım. Bir kaç saniye ekrana baka kalsada kısa sürede kendini toparladı. Gemzini temizleyip nihayet konuşmaya başladı.
"Merhaba. Çınar ben. Mihre'nin arkadaşıyım."
"Merhaba Çınar Bey Nazlı bende memnun oldum."
Elini ensesine atıp kaşıdı. Utandı mı o!
"Şey kusura bakmayın. Siz konuşurken kulak misafiri oldum. Eğer isterseniz ben yardımcı olabilirim."
"Nasıl yardım edeceksiniz ki?"
"Siz bana o bahsettiğiniz puş.. şey yani adamın isim ve soy ismini ,birde telefonunu gönderin gerisini ben hallederim. "
"Ben... benim yüzümden başınızın belaya girmesini istemem."
"Mihre benim için değerli biri. Tabi arkadaşlarıda öyle. Lütfen sizin için bunu yapmama izin verin. Ve ayrıca başım belaya girmeyecek. Emin olun."
"Peki o zaman. Ben Mihre'den numaranızı alırım. Sizin içinde uygunsa."
"Sonra görüşürüz o zaman. Görüşürüz değil mi?"
"Görüşürüz. Hoşça kalın."
Ben telefonu bana vermesini bekliyordum lakin Çınar telefonu sanki onunmuş gibi kapatıp cebine koydu. Hülyalı hülyalı karşıya bakıyordu. Hadi canım!
"Immm Çınaar. "
"Efendim."
"Telefon?"
"Ne telefonu?"
"Cebine indirdiğin telefon. Hani benim olan."
Dediğim ile diğerleri gülerken o şaşkınlıkla bana bakıyordu. Telefonumu çıkarıp bana uzattı.
"Mihre!"
"Efendim."
"Bu arkadaşın. Yani Nazlı olan."
Evet dermiş gibi baktım.
"Onun sevgilisi falan var mı"
Sorduğu soru ile ben şoka girdim.
"Yuh artık!"
Bu tatlı! Tepkiyi Poyraz verdi.
"Aşık mı oldun!"
Diye şaşkınlıkla konuştu Ertuğrul bey.
"Kaçıncı saniyede?"
Diye devam ettirdi onu Ayla.
"Bunu bende beklemiyordum"
Diye devam etti Umay.
"Hadi hayırlısı. Geriye kaldı biri."
Diye konuşan babannem oldu. Kalan kimdi.
Çınar'ın yavru köpek bakışları hala bendeydi.
"Çınar ben... Yani bilmiyorum. "
"Nasıl bilmiyorsun. O senin arkadaşın değil mi!"
Çıkışı ile neye uğradığımı şaşırdım.
"Bilmediğim o değil Çınar. Yani sen.... offf Çınar arkadaşımı üzme ihtimalin beni korkutuyor."
"Üzmem. Mihre sadece tanışmak istiyorum. Bak bunu şuan ciddiye almıyor olabilirsin ama sesi. Mihre kızın sesi kalbime işledi sanki. Telefonu o yüzden istedim. Yoksa sen kapadıktan sonrada yardım teklifinde bulunabilirdim. Ben... Ben onu görmek istedim. Mihre o kızın sarı saçları, yeşil gözleri. Gülüşü... Ben galiba arkadaşını tanımadan aşık oldum."
Gözlerim hem şok, hem anlayış ile ona bakıyordu.
"Yok."
"Ne yok."
"Sevdiği yok."
Söylediğim ile içi rahatlamış olacak ki omuzları verdiği rahat nefes ile hareket etti.
"Peki. Acaba. Sen şu biricik, eşsiz kardeşine bir kıyak yapsan."
Bilemiyorum dermiş gibi baktım. Yerinden ayaklanıp yanıma geldi. Elimi avuçlarına aldı.
"Mihre yap bir kıyak be. Bak gelecekteki yeğenlerinin hatrına. Hadi be. Bak çocuklarıma Mihre teyzeniz sayesinde tanıştık derim."
"Abartma Çınar. "
"Ne abartması. Kızım şu kardeşine yardım etsen ne olur. Kimimiz kimsemiz yok ki. Yoksa bizde biliriz büyüklerimizi kapısına göndermeyi."
Dediği şey ile içime hüzün çöktü.
"O ne demek Çınar. Deme bir daha öyle şeyler. Sende bende kimsesiz değiliz. Burda kapı gibi kardeşin var."
Umay'ın kurduğu cümle ile daha çok üzüldüm. Onlarda mı benim gibiydi.
"Bak söz veremem. Sonuçta bu Nazlı'nın vereceği bir karar. Ama ağzını ararım. Eğer birazcık gönlü varsa yan yana gelmeniz için çabalarım. Tamam mı."
"Tamam olmaz mı be."
Coşkulu yükselişi ile boynuma atılması bir oldu. Gülerek onu kendimden uzaklaştırdım.
************
Elimdeki su bardağını kafama diktim. Gece yarısını geçmiştik. İçim yanmış olacak ki susuzluk hissi ile uyandım. Suyumu içip arkamı dönmüştüm ki karşımdaki silüt ile korkuyla irkildim.
"Korkma benim"
"Sizi fark etmedim"
Gülümseyerek bana baktı.
"Daha iyi misin?"
"Hıhı iyiyim. "
Elim kalbimde masaya oturdum. Eline bir bardak alıp su doldurdu. Sonrada bana uzattı. Uzattığı suyu alıp bir yudum aldım.
"Teşekkür ederim. "
O da gelip karşıma oturdu. Gözlerinin içi parlıyordu. Neden böyle bakıyor ki.
"Ertuğrul bey!"
Gözleri yüzümdeydi.
"Çınar ve Umay. Onların ailesine ne oldu. Bu gün söyledikleri..."
Hüzünlü gözlerime anlayış ile baktı.
"Çınar ve Poyraz benim hem çocukluk arkadaşım hemde iş ortağım. Çınar ailesini küçük yaşta trafik kazasında kaybetti. Tek başına kalınca amcasının yanına taşındı. Lakin orda çok kalmadı. Amcasının eşi onu istemeyince babaannem , o da benim evladım diyip yanına aldı. Bizim babalarımız dosttu. O zamanlar babannem memlekette yaşardı. Umay ile ordan tanışıyorlar. Umay'ında babası vefat edince annesi onu aneanesine bırakmış. Sonrada başka biri ile evlenmiş. Bir dahada onu görmeye gelmemiş. Aynı mahallede aynı okulda okudular. Birlikte büyüdüler. Bizde gide gele onlarla kaynaşıp dost olduk. İkiside canımdan can gibi. Poyraz biraz daha dikkatli tertiplidir. Çınar ise evin haşarı çocuğu. Umay. Umay bizim göz bebeğimiz. Canı yansada söylemez. Ama biz biliriz. Bildiklerimiz bizi zora sokmasın diye daha çok saklar. Küçük kardeştir işte. Büyüdükçe acılarımızı sadece kendimize saklar olduk. Daha çok yakınlaştık. Ve işte burdayız. Aynı kandan olmayan koca bir aile."
"Peki ya siz.... siz bu ailenin neresindesiniz?"
"Bilmem... sanırım sen sorana kadar hiç düşünmedim."
(Bence sen farkında değilsin. Lakin sen bu ailenin babasısın. Dayanağı. Çınar ağacı.)
Tebessüm ile yüzüne baktım.
"Ben kalkayım."
"Mihre!"
"Efendim."
"Şey.. iki hafta sonra bir düğüne davetliyim. Red edemeyeceğim bir düğün. Benimle gelmeni istesem."
Dediği şey ile derince yutkundum.
"Ben gelmesem."
Bakışlarında ki umut ile yüzüme baktı. Ama sen böyle bakarsan ben nasıl hayır derim be adam.
"Ertuğrul bey. En son size eşlik ettiğimde hayatımda ne yaşadığımı bilmediğim bir gece oldu. Bu beni korkutuyor. Bence Ayla ile gidin. Yada Umay ile."
"Ayla'nın o gece işi var. Umay'ında öyle. Yani lütfen."
"Ben.. Beni mazur görün."
"Eğer sorun o gece ise. Ben sana anlatırım."
Tek kaşım havalandı. Yani artık becerebildiğim kadar.
"Size nasıl inanayım. En son beni kandırdınız."
"Seni kandırmadım. Sana şaka yapmak istedim. Dozunu kaçırdım."
Oturduğum sandalyede arkama yaslandım.
"Siz bir anlatın. Sorun olduğunu düşündüğüm bir şey yoksa gelirim.
"Söz ağızdan bir kere çıkar. Hatun dediğin sözünde durur. "
Benim laflarımı bana mı satıyordu bu adam.
Elimi ona doğru uzattım. Başını gülerek her iki yana salladı. Sonrada koca eli küçük elimi kavrayıp sıktı. Allahım ne olur saçmalamamış olayım....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |