41. Bölüm

41. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

ERTUĞRUL ARSLANLI

 

Dava sona ermişti. Diğerlerine bir umut açılabilirim diye bizi yalnız bırakmalarını söyledim. Son yarım saattir kulağım kapıda onu bekliyorum. Bekliyorum ama Allah biliyor ya keşke gelmese. Onu tanıdığımdan bu yana ilk defa yanıma gelmesini istemiyorum. Gelmesindi, gitmek için gelmesindi. Nasıl bırakırım onu. Böyle severken beni sevdiğini bilirken nasıl bırakırım. Kapının çalınması ile içimdeki umut söndü. Gelmişti.... gitmeyi istemek için gelmişti. Olabildiğince kendimi sakin tutmaya çalıştım. Hadi bakalım gazamız mübarek olsun. Narin bedeni içeri girince tüm odaya kokusu yayıldı. Gözlerinde hüzün vardı. Ah be güneşim. Sende gitmek istemiyorsun. Ne olur zorlamasan. İçimdeki endişeyi gizlemeye çalıştım. Gitmek istediğini bilmeme rağmen zorladım. Gözlerim üzerinde gezindi.

"Aslında ne söyleyeceğimi biliyorsunuz. Sözünüzde durmanızı istiyorum."

"Senden duymak istemiyorum. "

Derince yutkundu. Gözleri ben hariç odadaki her yerde gezindi.

"İşim bittiğinde gitmeme izin verecektiniz. Ve benim işim bitti. Gitmek istiyorum. "

"Kalmanı istiyorum desem. Kalman gerekiyor desem."

Kal ne olur. Kal güneşim. Sevgilim... Sana çok ihtiyacım var. Benim yaşamak için sana ihtiyacım var.

"Olmaz. Kalamam."

Sesi sertleşti. Ben üstüne gittikçe o da geriliyordu.

"Neden?"

"Nedenini biliyorsunuz."

"Nedenini senden duymak istiyorum. "

Nefes alışları hızlandı. Öfkeleniyordu. Ve öfke içindeki duyguları dışarı vuruyordu.

"ERTUĞRUL BEY. SÖZÜNÜZDE DURUN. İZİN VERECEĞİNİZE DAİR SÖZ VERDİNİZ."

Onun öfkesine rağmen ben sakinliğimi korudum. Oturduğum koltuktan kalkıp karşısına geçtim.

"Bana nedenini söyle. Yoksa bunu yapmayacağım."

"SİZ FARKINDA DEĞİLSİNİZ AMA BİZ DÜN GECE NEREDEYSE ÖPÜŞÜYORDUK. BU ASLA OLMAMASI GEREKEN BİR ŞEYDİ. ŞİMDİ KAPIDAKİLERE SÖYLEYİN GİDİYİM."

Sinirden bedeni titriyordu. Daha fazla dayanamadım.

"O zaman yarım kalanı tamamlayalım"

Adımlarım hızla ona doğru ilerledi. İki elimi yanaklarına koyup dudaklarımızı birleştirdim. Pürüzsüz tenini hissetmek. Allahım ben ondan nasıl uzak kalmıştım bunca zaman. Öpüşmüyorduk. Sadece dudaklarımı dudaklarına yasladım. Bu küçücük temas bile içimdeki volkanın patlamasına neden oldu. Bu kadarı ile böyle yandıysam daha fazlasını düşünemiyordum. Göğsümden itmeye çalışınca bedenini bedenime daha fazla yasladım. Elim sırtına gitti. Elbisesinin sırtındaki düğmeleri avuçlarımda sıkmam ile dökülmeleri bir oldu. Çıplak teni elimin altındaydı. Cayır cayır yanıyordu. Tıpkı benim gibi. Ağzını aralaması ile içime bir umut doğdu. Belki karşılık verir diye düşündüm. Lakin dudağımı ısırması ve ağzıma gelen metalik tatla tutuşum gevşedi. Hızla kendini geri çekti. O an sanki bende kendime geldim. Güzel gözlerinden akan yaşları görmek kendimden nefret ettirdi. Yüzüme karşı bağırışı ile nefret edenin sadece ben olmadığımı anladım.

"SENDEN NEFRET EDİYORUM!"

Arkasına bakmadan dışarı çıktı. Masadan bir peçete alıp kanayan dudağıma bastırdım. Kahretsin. Hızla peşinden koştum. Merdivenleri inmem ile bir kaç saniye duraksadım. O halde korumaların arasından geçmezdi. Dahası kapıdaki adamlar onu bırakmazdı. Gözlerim hala açık duran mutfak kapısına kaydı. Evin arkasındaki yürüyüş parkuruna gitmiş olmalıydı. Bize ait olan arazinin sınırları yüksek duvarlar ile kapalıydı. Üzerinden ise güvenlik için elektrik telleri geçiyordu. Evden o duvarlar görünmüyordu. Ve o bunu bilmiyordu. Büyük ihtimalle orman sanmıştı. Koşarak o tarafa ilerledim. Fazla uzaklaşmadan gördüm zaten. Peşinden seslendim.

"MİHRE... DUR LÜTFEN. "

Arkasından bağırmam ile koşmaya başladı. Daha hızlanmadan koşup yakaladım. Korku ile çığlık atıp kendini geri çekti.

"Tamam.... tamam, dokunmuyorum. "

"UZAK DUR BENDEN....YAKLAŞMA...."

Gözleri korku ile etrafta gezindi. Yardım isteyeceği birini mi arıyordu. Allah benim belamı versin. Nasıl korkutmuştum onu. Ona zarar vereceğimi sanmıştı. Üzerimize yağmur çiselemeye başladı. Tüm bedeni titriyordu. Korkudan mıydı bu titreyişi yoksa soğuktan mı. İkiside. İkiside salak herif.

"Mihre!"

"Yaklaşma! Uzak dur."

Güzel gözlerinden yaşlar akıyordu. Yağmur hızını arttırmaya başladı. Kahretsin. Bu kızın üzerinde sırtı yırtılmış olan ince bir elbiseden başka bir şey yoktu. Bu onu korumaya yetmezdi. Üzerimdeki ceketi çıkarıp ona doğru bir adım atmıştım ki hızla geri gitti. İki elini kendini koruma iç güdüsü ile bana doğru kaldırdı.

"Yaklaşma dedim.... Yaklaşma bana!"

"Sadece ceketi verecektim. Üşüyorsun."

Başını her iki yana salladı. Gözlerindeki yaşların dur durağı yoktu.

"İstemiyorum. Sizden hiçbir şey istemiyorum. Ben sadece evime gitmek istiyorum. "

"Mihre.... Sana zarar vermem. Ne olur sakinleş konuşalım."

"Hayır... hayır sizi dinlemiycem. İstemiyorum. Size güvenmiyorum. Uzak durun benden."

Ne yapacağımı bilmiyordum. Allahım ne olur yardım et. İşleri bok etmekten başka yaptığım bir şey yoktu. Bakışlarım yüzündeydi. Titreyen bedeni geriye doğru sendeledi. İyi değildi. Daha arkaya düşmeden kollarım onu sardı. Başı geriye doğru düştü.

"Mihre!"

Yüzüne gelen saçları geriye ittim. Dudakları morarmıştı. Hızla kucaklayıp eve doğru ilerledim. Mutfak kapısından içeri girdiğimde dışarıdan henüz gelen ev ahalisi ile karşılaştım. Hepsinin gözleri merak ve endişe ile bana baktı. Lakin onlara laf anlatacak zamanım yoktu.

"Arif doktoru ara hemen."

O başını sallayınca. Bende yukarı doğru çıkmaya başladım. Diğerleri peşimden geldi.

"Ertuğrul ne oldu kıza?"

"Sonra babaanne!"

Sesim sertti. Öfkeliydim. Öfkem kendimeydi. Onu kendi odama götürdüm. Yatağa yatırdığımda soğuktan dudakları titriyordu. Babaannem kolumdan tutup hızla kendine çevirdi.

"Ne oldu bu kıza!"

Elimi saçlarımdan geçirdim.

"HER ŞEYİ BOK ETTİM. OLDU MU?"

"Sana ne oldu dedim?"

Gözlerim doldu. Bakışlarımı kaçırdım.

"Ben... biran kendimi kaybettim. Onu zorla....."

Cümlemin devamı gelmedi. Yüzüme inen tokatla başım yana döndü. Babannem öfke saçan gözler ile bana bakıyordu. O bize bu güne kadar bir fiske dahi vurmamıştı. Bu ilkti. Ve Allah şahit ne kırgınlığım ne kızgınlığım vardı. Diğerleride endişe ile bize bakıyordu.

"Kızın ırzına mı geçtin...."

Bu defa şoka giren ben oldum.

"Hayır...... öyle değil..... sedace... zorla öptüm. O da çok korktu."

Bakışlarım yataktaki kadına kaydı.

"Ben... kendimi nasıl öyle kaybettim bilmiyorum. Ona nasıl kıydım bilmiyorum."

Babaannemin elini tutup yanağıma yerleştirdim.

"Vur babaanne. Binlerce kez daha vur. Hakkettim. Atacağın tüm tokatları hakkettim. Ona nasıl kıydım babanne. Ben ona nasıl zarar verdim."

Dizlerim beni taşımadı. Babaannemin ayaklarının dibine çöktüm. Ağlayışım sesli bir hal aldı. Eğilip kollarımdan tuttu. Sonrada ayağa kaldırdı. Ben anne ve babamın mezarında bile ağlamamıştım. Abimlerin ölümünde bile öfkeme sığınmış, şehirde kıyamet koparmış onlarca can almıştım. Ama şimdi. Şimdi kendi canımdan can koparmıştım. Hemde kendi ellerim ile.

Gözleri gözlerimi buldu.

"Allah şahidim, şayet ona dokunmuş olsaydın seni kendi ellerim ile öldürürdüm. Bu kız bana can verdi. Şirinimin canını kurtardı. Şayet onun canını yaksaydın seni canından ederdim..."

Sözleri ilk baştaki gibi öfkeli değildi. Lakin sertti. Bakışlarımı Ayla'ya çevirdim.

"Üzerini değişir misin. Çok üşüdü"

Başını tamam anlamında sallayınca. Poyraz ve Çınar ile birlikte dışarı çıktık. Sırtımı kapının tam karşısındaki duvara dayadım. Ona en fazla bu kadar uzak kalabilirdim. Bir fısıltısında yanında olmam gerekti.

"Ertuğrul!"

Bakışlarım Poyraz'a kaydı.

"İyi misin?"

"Her şeyi bok ettim. Sence iyi miyim Poyraz. "

Alt dudağıma dişimi geçirdim. Daha önce hiç biri beni böyle görmemişti. Tüm duygularımı öfkemin ardına saklıyordum. Ama şimdi güçlü durmak çok zordu.

"Yapma kardeşim. Düzelir.... buluruz bir yolunu."

"Nasıl. Nasıl düzelir bu saatten sonra. Öyle korkmuştu ki. Öyle çaresiz duruyordu ki. Allah kahretsin. Nasıl düzelir Çınar. Nasıl...."

Onda olan bakışlarımı kapıya çevirdim. Yanağıma doğru bir yaş aktı. Silme gereksinimi duymadım. Kapı açılınca yaslandığım yerden doğruldum. Adımlarım hızla içeri girdi. Dudaklarındaki morarma geçmemişti. Hala titriyordu. Elim anlına gitti. Cayır cayır yanıyordu bu kız. Elim saçlarına uzandı.

"Özür dilerim. Affet bebeğim. Affet bu salak adamı. Daha adam gibi sevmeyi beceremiyorken senin sevdana talip olduğu için affet. "

Eğilip anlına dudaklarımı bastırdım. Diğerleri arkamda bizi izliyordu. Gözlerinde nasıl duygular vardı bilmiyorum. Doktorun içeri girmesi ile geri çekildim. Ateşine ve tansiyonuna baktıktan sonra koluna bir serum taktı. Bir kaç ilaç yazıp bize uzattı.

"Endişelenecek bir şey yok. Üşütmüş o kadar. Ama bünyesi zayıf olduğu için baygınlık geçirmiş. Bir kaç gıda takviyesi de yazdım. Beslenmesine dikkat etsin ilaçlarını düzenli kullansın hemen ayaklanır. Geçmiş olsun."

Doktor dışarı çıkarken Arif reçeteyi alıp gitti. Bende olmam gereken yere adımladım. Baş ucuna. Saçlarına uzandı elim. Belki hakkım yoktu ona dokunmaya, sevmeye. Lakin ne gelirdi elden, seviyordum işte. Deli gibi, muhtaç olurcasına seviyordum. Lanetliydi benim sevgim. Kirliydi ellerim... karanlıktı hayatım. Zindandı onun için. Allahım ne olur bir şans ver bize. Onu hayatıma almak bencillikti , ama ondan başka hayatım yoktu işte.

"Yapmaa....."

İnlemesi doldurdu odanın içini. Elleri üzerindeki yorganı sıkı sıkıya tuttu.

"Lütfen..... yapma. Bırak."

Bana mı yalvarıyordu. Bırakmasını istediği kişi ben miydim. Onun sevdiği olmak isterken kabusu mu olmuştum. Saçlarına dudaklarımı bastırdım. Ellerini avuçlarımın arasına alıp üzerinden öptüm.

"Özür dilerim.... seni kırdığım için, sana acı çektirdiğim için çok özür dilerim güneşim."

"Karanlık..... ışıkları açın nolur."

Kaşları çatıldı. Bedeni hala titriyordu. Gözleri hafif aralandı. Kısa çok kısa bir an gözlerime baktı.

"Karanlık..."

Elimi saçlarına uzattım. Usul usul okşadım. Göz kapakları tekrar kapandı. Ellerinin üzerindeki elimi iki eli ile sardı. Bu içimi bir nebzede olsa rahatlattı. Saçlarındaki elimi küçük ellerine sardım. Dudaklarımda varla yok arası bir tebessüm oluştu.

"Güneşim!"

Gözleri bir kez daha aralandı.

"Gitme... "

"Gitmem... hiç gitmem. Sen yeterki kalmamı iste."

Ve bir kez daha kapadı gözlerini. Babaannemin diğerlerine işaret vermesi ile hepsi tek tek dışarı çıktı. Ellerim ellerini bir an olsun bırakmadı.

"Müdüre hanım karanlık.... nolur ışıkları açın...."

Duyduklarım ile gözlerimden yaşlar aktı. Ne yaşatmıştı bu kadın ona. Yüreğinde nasıl bir yara açmıştıda karanlıktan bu kadar korkar olmuştu.

"Anneee..... baba kurtarın beni."

Kapalı göz kapaklarının arasından bir damla yaş şakağına doğru süzüldü. Kimsesizliği iliklerine kadar hissetmek böyle bir şey miydi. Ama artık kimsesiz değildi. Ben vardım. Ben onun ailesi olurdum. Her şeyden herkesten korurdum. Bir kendimden korumayı beceremiyordum. Ama öğrenirim. Yemin olsun öğrenirim.

"Üşüyorum.... çok soğuk."

Yerimden doğrulup yanına uzandım. Küçük bedenini kendime doğru çekip kollarımla sardım. Kollarımın arasında kuş gibi titriyordu. Ellerim sırtında gezindi. Bir süre sonra titremeleri durdu. Lakin bedenini bedenimden ayırmadım. Kaç saat geçmişti. Ne kadardır kollarımın arasındaydı. Elim saçlarında yanağında gezindi. Bal rengi gözleri yavaşça açıldı. Göz bebekleri etrafta gezindi. Sonrasında gözlerimi buldu. Elleri üzerimdeki gömleği sıkıyordu.

"Ne oldu?"

Anlaşılan daha kendine gelmemişti.

"Hastalandın. Ateşin vardı. Ama artık iyisin, ben sana çok iyi bakıcam."

Söylediklerim ile dudakları kıvrıldı.

"Nerdeyiz"

"Evdeyiz."

"Ama benim evim yok ki!"

Elimi yanağına koydum. Gözleri kapandı. Hala ateşi vardı. Yanakları pespembeydi. Gözlerinin içide kızarmıştı.

"Senin evin benim ya."

Elini göğsüme koydu. Avuç içi tam kalbimin üzerindeydi.

"Burası mı?"

"Evet orası. Tamamen senin."

Bu defa elini çekip başını kalbimin üzerine koydu.

"Güneşim!"

Başını kaldırıp yüzüme baktı. Gözleri şaşkınlık ile aralanmıştı.

"Ben senin miyim!"

"Öylesin ,sen benim ışığımsın."

"Peki sen benim neyimsin?"

"Ne istersen. Annen , baban, kardeşin, dostun, sevgilin. Her şeyin."

"O zaman yetim olmam değil mi?"

Dediği ile derince yutkunma ihtiyacı hissettim. Boğazıma bir yumru oturdu.

"Olmazsın."

"O zaman hoş geldin.... yetimliğimin sahibi."

Dediği şey ile kollarım biraz daha sıkılaştı. Onu göğsüme bastırabildiğim kadar bastırdım.

"Mihrem"

"Hııı"

"Karanlıktan neden korkuyorsun?"

Göğsümdeki başını kaldırıp yüzüme baktı. Gözleri dolmuştu. Elim yanağına uzandı.

"Dolmasın gözlerin nolur. Sadece..... sadece bilmek istedim. Korkularını, sevgini, umudunu, hayallerini bilmek istiyorum. "

Alt dudağına dişlerini geçirdi. Kendinde olmasa dahi konuşup konuşmaması gerektiğini düşünebilecek kadar algısı vardı sanırım. Bir insana korkularını anlatmak büyük cesaret isterdi. Başını tekrar göğsüme koydu. Elleri üzerimdeki gömleği avuçlarında sıktı. Anlatmayacaktı. Umudumu kesmiştim ki sesi duyuldu.

"Biz küçükken.... Yani o zamanlar Şirin kadardım sanırım. Müdür baba hastalandı. Uzunca bir süre gelmedi. Başka bir kadın geliyordu onun yerine. Bize hep ceza veriyordu. Bahçede sesimiz çok çıkarsa odasına çağırır ellerimize sopa ile vururdu. Yatakhanede gürültü olsa ,gece soğukta bekletirdi. Sabah geç kalkarsak kahvaltı yaptırmazdı. Bir keresinde saçlarımı tarıyamamıştım. İlk geldiği zamanlardı. Hep müdür baba tarardı. Uzun olduğu için elim yetişmiyordu. Saçlarımı kısacık kesti. Ama ben babam gelirse sever diye uzatıyordum. Çok ağladım. Canım çok yandı."

Söyledikleri ile benim bile canım yanmıştı. Çocuktu onlar. Kanadı kırık yaralı çocuklardı. Ellerim saçlarını sevgi ile okşadı. Nasıl kıymıştı bu güzel saçlara. Gözlerinden akan yaşlar üzerimdeki gömleği ıslatıyordu.

"Bir keresinde hastaydım. Ellerim çok titriyordu. Masadaki bardağı tutamadım, kırıldı..... o.. o bana çok kızdı. Çok kızdığı zaman yurdun bodrumuna kitliyordu. Orası çok karanlıktı. Yemek ve suda vermezdi. Kimsenin gelmesinede izin vermezdi. O zamanlar Ahmet diye bir arkadışım vardı. Görsen öyle temiz yaradılışlı bir çocuktu ki. İlk günün akşamında kapıdan tıkırtılar geldi. Sonrasında kapıdan küçük bedeni göründü. Elinde kuru bir ekmek parçası vardı. Yemekten senin için aldım. Demişti. O an ardında o kadın belirdi. Onun kolunu öyle bir sıktı ki. Ona çok kızdı. Buraya inmek yasak demedim mi diye bağırmaya başladı. Ahmet karşı koymaya çalışınca onu öyle bir itti ki. Küçük bedeni ayakta duramadı. Geri düştü. Düşerken başını ordaki masaya çarptı. Hareket etmedi.... Gözlerinide açmadı.... O kadın düştüğünü gördü ama dönüp bakmadı. Onu öyle bırakıp üzerimize kapıyı kitledi. Yanına gidip uyandırmaya çalıştım, ama uyanmadıda.... o gece çok ağladım. Uyansın istedim.... çok bağırdım. Ama sesimi kimse duymadı. Sabah olduğunda o kadınla bir adam geldi. Küçük bedenini kucaklayıp götürdüler. Hastaneye götürücez dedi. İnandım. Küçüktüm. Aptaldım...... biliyor musun o küçük adamı bir daha hiç görmedim. O gittikten sonra bile beni ordan çıkarmadı. Bir bardak kırmanın cezası bu kadar ağır olmamalıydı.....Üç gün.... Tam üç gün kaldım orda. Ne zaman çıktığımı bilmiyorum bile, bayılmışım. Çok ağladım biliyor musun. O günden sonra çok ağlayınca bayılıyorum. Ama ben şanslıydım. Gamze'yi yedi gün bıraktı. O artık yanlız kalamıyor. O zaman kimse yoktu ki. Kimse gelmedi. Sen gelmedin."

İki kolumu dahada sıkı sardım. Saçlarına dudaklarımı bastırdım. Gözlerindeki yaşlar üzerimi ıslatmıştı. Şayet bu kadın yaşıyorsa ölü sayılırdı. Onu elimden kimse alamayacaktı. Sesindeki acı çok büyüktü.

"Özür dilerim.... Sana gelemediğim için. Sen acı çekerken yanında olamadığım için... tüm acılarının üzerine sana acı çektirdiğim için. Hepsi için çok özür dilerim. "

Benimde gözlerimden yaşlar aktı. Başını kaldırıp yüzüme baktı. Elleri gözlerimden akan yaşlara gitti.

"Ağlama.... Bir daha anlatmıycam."

"Yok. Anlat sen. Bilmek istiyorum. "

Başını her iki yana salladı.

"Ağladın. Benim yüzümden. Daha anlatmam. Ağlama ne olur."

Başını göğsüme yaslayıp saçlarından öptüm.

"Tamam. Ağlamıyorum yeterki sen üzülme."

"Uykum geliyor."

"Uyu güzelim. Ben burdayım. "

"Karanlık olursa mum yakar mısın?"

"Bir daha karanlık olmayacak. Hadi kapat gözlerini."

Başını tamam anlamında sallayıp gözlerini kapadı. Acaba yarın uyandığında bunları hatırlayacak mıydı. Bende daha fazla duramadım. Gözlerimi huzurla kapadım. Sevdiğimin kokusu ciğerlerime doluyordu. Nasıl huzur bulmazdım.......

Bölüm : 28.03.2025 02:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...