44. Bölüm

44. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

MİHRE KARA

 

Öğleden sonraydı. Güneş tüm ihtişamı ile gökte parlıyordu. Biz ise koyun koyuna salondaki koltuklarda oturuyorduk. Acıktığımı söyledikten sonra mutfakta beraber bir şeyler hazırlamış sonrada keyifle yemiştik. Şimdi ise sessizce oturuyorduk. Allahım rüyada mıyım. Hala gerçek olduğuna inanamıyorum. O da beni seviyormuş. Bu nasıl mümkün olabilir ki. Elleri bir an olsun durmamış. Saçlarımı okşamıştı. Arada saçlarıma dudaklarını bastırıyordu.

"Güneşim!"

Yüzümü ona doğru kaldırdım.

"Efendim?"

"Ne düşünüyorsun?"

"Ben..... Hala gerçek olduğuna inanamıyorum."

Gözlerinin içi parlıyordu. Onu ilk defa böyle görüyordum. En derin duygularını. En salt halini. Benden saklanmıyordu.

"Sen benim için hayal gibiydin..... Ben yani ooofff.... Nasıl anlatıcam içimi?"

Elini yanağıma koydu. Gözlerim kapandı.

"Sanki bu anın hayalini kurmak bile yasakmış gibi. İmkansızı istemek gibi. Nasıl anlamam ki diyor insan. O gözler bana öyle bakarken böyle bir sevgiyi nasıl görmem.... Bende ilk başlarda öyleydim. İnsan güneşe nasıl aşık olurki. Oluyormuş. Dünyamı aydınlattın. İçimi sıcacık etti senin sevdan. İlk başlarda o kadar uzak geliyordun ki bana. O kadar imkansız. Kendimi hep kirli gördüm. Yetersiz. Ben kimim ki bu kadın beni sevecek dedim. Benim gibi birinin sevgisi bile lanetli dedim. Beni neden sevsin dedim."

Gözlerimin içine bakıyordu. Siyah göz bebekleri titriyordu. Ağlamamak için kendimi öyle zor tutuyordum ki.

"Ama sonra gördüm. Bana olan bakışını. O güzel gözlerindeki titreyişi. Kalbindeki sevdayı... çok tanıdıktı Güneşim. Tıpkı benim gibiydin.... ama aramızda tek fark vardı. Sen bu dünyadaki en güzel sevgiye layıkken. Ben sana olan sevgim yeterlimi diye düşündüm. Mihre'm ben seni çok seviyorum. Seni çok kırdım. İncittim biliyorum. Ama öğrenicem. Seni ,senin gibi güzel sevmeyi ,acıtmadan sevmeyi öğrenicem. O zaman sevgine layık olurum."

Söyledikleri ile içimden bir parça koptu sanki. Elimi yüzüne koydum.

"Güzel sevmekten kastın ne bilmiyorum. Lakin ben sevdana talibim Ertuğrul Arslanlı. O kirli dediğin, yetersiz gördüğün sevdan varya. Kusurlu dediğin. İşte ben o sevdaya talibim. Benim sende kalbim var. Senin o kalbe eş olmaya rızan varmı?"

Eğilip dudaklarımızı birleştirdi. Sanki sabah onunla öpüşen ben değilmişim gibi utandım. Yüzüm yandı. Geri çekilip anlını anlıma yasladı.

"Ömrüm, canım, kalbim... neyim var neyim yok hepsi senin. Yeterki gitme benden."

"Son nefesime kadar."

"Son nefesime kadar..."

"Ertuğrul!"

Eli yüzümü okşarken gözlerime baktı.

"Eve dönelim mi?"

"Sıkıldın mı?"

"Saçmalama... Tabiki hayır. Sadece Şirin'i çok özledim. Geçen gün Ayla geldi. Ama o gelmek istemememiş. Bana çok kırıldı değil mi?"

"Sana yalan söyleyemem Güneşim... malesef çok kırgın. Ama düzelir üzülme."

"Dönelim mi. Ben onu öyle özledim ki. Sende burdaydın. Kim bilir nasıl üzgündür."

Eli saçlarıma uzandı.

"Sen nasıl istersen birtanem."

Elimi dudaklarına götürüp üstüne dudaklarını bastırdı. Hala inanamıyordum. İkimizde ayaklanıp çiftlikten ayrıldık. İçim içime sığmıyordu. Araba yolda ilerlerken ona döndüm.

"Ertuğrul!"

"Söyle Güneşim."

"Evdekiler.... Yani onlara nasıl.."

"Merak etme güzelim benim. Onlar bizi yan yana görünce zaten her şeyi anlayacak."

"Nasıl!"

"Bebeğim sana olan sevadam sen hariç herkese ayandı. Sana bakarken içimin gidişini cümle alem gördü."

Şaşkınlıkla ona baktım. Bayağı ciddiydi. Nasıl ya. Ben nasıl görmedim.

(Gördün canım. Hemde defalarca. Ama kendini o sevgiye layık görmedin. Öyle biri beni sevmez anca gönül eğlendirir dedin. Sonuçta anne baban sevmemiş o niye sevsin ki dedin.)

"Güneşim ne oldu?"

"Ben.... sadece bunca zaman sana gözlerimi, kulaklarımı kapadım. Şimdi düşünüyordum. Nasıl oldu diye. Ben kendimi sevgine layık görmemişim.... Yani benim gibiler bu hayatta kendini güzel şeylere layık göremiyor. "

Elimi kaldırıp dudaklarını bastırdı. Öpüşü öyle içtendi ki.

"Asıl sana layık olmayan benim. Hayatıma, kalbime ışık getirdin sen. Sana nasıl aşık olmazdım ki. Seni sevmek seçenek değildi. Mecbuyetti. Öyle güzelsin ki. Öyle özel. Sanırım bu hayattaki tüm şansımı burda kullanmışım. İyiki de yapmışım."

Dudaklarında çok güzel bir tebessüm vardı. Araç malikanenin önünde durunca bende beklemeden indim. Beni gören korumalar önce şaşırmış sonrada tebessüm etmişti. Hızla kapıya doğru koştum. Ertuğrul arkamdan gülerek geliyordu.

"ŞİRİİİİN, BABAANNE, AYLA.... BEN GELDİM."

"Koşma düşeceksin"

Kapıya ulaştığımda sesini duydum. Elimle kapıya hızlı hızlı vurdum.

"AYŞE TEYZE, UMAY.... "

Kısa bir süre sonra kapı açıldı. Ayşe teyze beni görünce şaşkınlık ve mutlulukla baktı. Hemen boynuna sarıldım.

"Kızııım!"

"Naber Ayşe teyze. Şirin nerde?"

Hızlı hızlı konuşup içeri girdim. Heycanıma o da gülmüştü. Ertuğrul'un ise gülüşü gittikçe büyüyordu.

"ŞİRİN BEN GELDİM."

salona doğru bağırdım. Bir kaç saniye sonra mutfak kapısında göründü. Ela gözlerinden şaşkınlık geçti.

"Meleğim!"

Bana doğru koşunca bende beklemedim. Kollarımı açıp ona ilerledim. Yaklaştığında diz çöküp kollarımın arasına aldım. Küçük bedenini öyle bir sardım ki. Canı acırmıydı acaba. O da küçük kolları ile boynumu sıkı sıkıya sardı. Geri çekilip yüzünü ellerimin arasına aldım.

"Meleğim benim...... canım. Bir tanem. "

Tekrar kollarıma aldım. Saçlarına boynuna yüzüne öpücükler bıraktım. Kokusunu doya doya içime çektim. Diğerleri mutfağın kapısında bize bakıyordu. Hepsinin dudakları kıvrılmıştı.

"Gerçekten kıskanıyorum ama. Hani bana sarılma yok mu?"

Ertuğrul'un şaka ile karışık tripli sesi doldu kulaklarımıza ikimizde gülümseyerek ona baktık.

"Vermemki ben Meleğimi. Kimselere vermem."

Yanağına dudaklarımı bastırdım.

"Senin meleğinde benim neyim. Benimde prensesim. "

Kollarını ona uzatınca Şirin onun kollarına atlamıştı. Amcasının yanağına dudağını bastırdı. Acaba bu ne içindi. Ertuğrul kulağına yaklaşıp birşey söyledi. Sonra geri çekildi. Ama her ne söyledi ise Şirin'in dudaklarındaki tebessüm dahada büyüdü.

"Mihre kızım!"

"Babannem."

Gidip kollarının arasına sığındım. Gözlerinde gerçek bir mutluluk vardı. Bu öyle iyi hissettirmişti ki.

"Artık gitmek yok değilmi. Hep buradasın?"

Ayla'nın sorusu ile bakışlarım ona kaydı. Umay ile bana umutla bakıyorlardı. Bu soruya nasıl bir cevap vereceğimi bilemedim. Nasıl söylenirdi ki. Arkamdan elime dolanan el ile bakışlarım onu buldu. Ertuğrul kucağında Şirin ile bana gülümseyerek baktı.

"Evet abla. Artık hep burda. Onun yeri benim yanım."

Dediği ile öyle utandım ki. Başkalarının yanında böyle şeyler söylemesi beni utandırmıştı.

"Çok şükür be."

Çınar'ın çıkışı ile gözlerim şokla ona baktı. Fanatik olduğu takımın gol atmasına sevinirmiş gibi seviniyordu. Poyraz ise gülümsemekle yetinmişti. Hepsine utangaç bir gülüş bahşettim. Gerçekten de herkes biliyormuş.

"Hadi herkes sofraya geçsin."

Ayşe teyzenin sesi ile hepimiz mutfağa geçtik. Her şey bıraktığım gibiydi. Ertuğrul baş köşeye oturmuş benide hemen yanı başına oturtmuştu. Şirin'de yanıma oturunca gülümseyerek ona baktım.

"Maşallah, rabbim hep böyle bir arada olmayı nasip etsin."

Babaannemin ettiği dua ile hepimiz amin demiştik.

"Mihrecim!"

"Efendim Çınar?"

"Sen şimdi yengem oldun ya."

Dediği ile gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ertuğrul açıkça sırıtırken. Diğerleri gülmemek için kendini tutuyordu. Ağzım açılıp kapandı.

"Yavrum bu kadar düşünecek ne var. Çocuk haklı. Yengesisin."

Bu defa şokla ona baktım. Benim şaşkın halim ona keyif veriyordu.

"Daha yengesi değilim. Henüz hiç bir şey belli değil sonuçta."

Dediğim ile panikle yüzüme baktı.

"O ne demek. Nasıl belli değil. Yengesisin."

Ellerimi havaya kaldırdım.

"Valla şöyle bir elime bakıyorum bir yüzük yok. Edilen bir teklif yok. Sevgililik teklifi bile yok. Yani ben hala bekar bir kadınım."

Sen misin bana gülen. Şimdi herkes onun kıvranışına gülüyordu.

"Güzelim seni şimdi nikah masasına oturtmamı istemiyorsan böyle konuşma."

(Ya istiyorsam!)

İçimden geçeni dile getiremedim. Sadece gülmekle yetindim.

"Kardeşim bir şey söyleyeceğim arada kaynatmayın!"

Çınar'ın serzenişi ile tekrar ona döndüm.

"Yengelirin en biriciği. Ne oldu benim iş."

Kaşlarım çatıldı.

"Hangi iş?"

"Hani şu Nazlı güzel vardı ya. Hani kalbimi çalan. Hani sen bir ağzını ararım demiştin."

Dişimi dudağıma geçirdim.

"Çınar özür dilerim. Ben konuşamadım."

(Yalandan kim ölmüş.)

Başımı önüme eğdim.

"Bu aralar pek iyi değildim."

Elimin üzerinde Ertuğrul'un elini hissedince gözlerim ona kaydı.

"Üzülme yengecim... Hem artık hep buradasın. Konuşursun değil mi?"

"Bir yolunu bulucam söz."

"Bence kızın başını yakma."

Umay'ın takılması ile Çınar ona karşılık vermeye başlayınca masada curcuna kopmuştu. Bakışlarımı Şirin'e çevirdim.

"Meleğim sen ne dersin."

Ellerini bilmem dercesine kaldırdı. Gülümseyerek yanağından öptüm. Yenen keyifli yemekler, edilen sohbetlerden sonra kendi odama çekilmiştim. Ertuğrul her ne kadar birlikte kalmayı teklif etsede hoş olmaz diye red etmiştim. Şimdi ise pijamalarımı giymiş yatağın içinde öylece oturuyordum. Uykum gelmiyordu. Kapıdan gelen tıkırtılar ile bakışlarım oraya kaydı. Bir kaç uğraştan sonra kapı açıldı. Şirin küçük adımlarla içeri girdi. Gelip yanımda durdu.

"Seninde mi uykun kaçtı?"

Başını evet anlamında salladı.

"Benimde kaçtı. Ne yapıcaz?"

Sadece bakmakla yetindi. Aklıma gelenle yüzüne gülümseyerek baktım.

"Buldum. Hadi gel benimle."

Yerimden kalkıp onun elinden tuttum. İkimizde yalın ayak üzerimizde pijamalar ile Ertuğrul'un odasının kapısına geldik. Elimi kaldırıp tıklattım. İçeriden sesini işitince kapıyı yavaşça araladım. Şirin hemen önümde duruyordu. Gözleri ikimizin üzerinde gezindi.

"Bizim uykumuz kaçtı.... gelebilir miyiz."

Dediğim ile dudaklarındaki tebessüm açık bir gülüşe döndü.

"Hala orda mısınız?"

Dediği ile ikimizde önce birbirimize bakıp gülümsedik. Sonrasında hızlı adımlarla yatağa ilerledik. Ben sağ tarafa geçerken Şirin soluna geçti. Kollarını açınca ikimizde göğsüne sığındık. Önce onun saçlarından öptü. Sonrada dudaklarını benim anlıma bastırdı. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Dudaklarında güzel bir gülümseme vardı.

"Ertuğrul!"

"Efendim?"

"Masal.."

Dediğim ile gülüşü büyüdü. Şirin'de benim gibi başını kaldırmış ona bakıyordu.

"Madem güzellerim istiyor."

"Kralla peri masalının devamını anlatır mısın?"

"Siz isteyin yeter."

Biraz durup en son nerde kaldığını hatırlamaya çalıştı.

"Kralın periyi kendi krallağına hapsetmesinin üzerinden epey bir zaman geçmiş. Günler haftaları , haftalar ayları kovalar olmuş. Bu zaman zarfında perinin ışığı günden güne artmış. Öyleki artık krallıkta aydınlık olmayan tek bir yer kalmamış. Peri farkına varmadan krala ilgi duymaya onu sevmeye başlamış. Bu sevgi en az kralın sevgisi kadar büyükmüş. Öyleki ışığı bu sevgi ile eskisinden bile daha parlaklaşmış. Bu sırada krallığın göğünde parlaklığını kaybetmek üzere olan küçük bir dilek yıldızı varmış. Krallığın karanlığına öyle bir saklanmış ki bu küçük yıldız güneş ışığını görmemeye başlamış. Kendi ışığı günden güne solmuş. Oysa o küçük yıldız karanlık kralın en değerlisiymiş. Ama kral o kadar mutsuz, herkesten , herşeyden uzaklaşmış ki küçük yıldızının solmak üzere olduğunun farkına varamamış. Işık perisinin ışığı krallığı aydınlatmaya başlayınca küçük yıldızda o ışıkla parlamaya başlamış. Kapkaranlık krallıkta ikisinin ışığı öyle parlaklaşmış ki kral ilk defa kendi kalbinde de bir ışık fark etmiş. Perinin güzelliği çevredeki tüm hastalıkları , kötülükleri uzaklaştırıyormuş. Gel zaman git zaman kral artık perinin bu sevgiden haberdar olmasını istemeye başlamış. Ama korkuyormuş. Ya peri sevgime inanmazsa beni istemezse diye ödü kopuyormuş. Bir gün dayanamamış. Tüm cesaretini toplamış ve perinin karşısına çıkmış...."

"Korktuğu gibi mi olmuş?"

Dudaklarındaki güzel tebessüm ile bana baktı. Şirin uyuyalı epey olmuştu. Masalın geri kalanını bana anlatıyordu. Benimde gözlerim kapanıyordu. Ama sonunu öyle merak ediyordum ki. Uyanık kalmak için kendimi zorluyordum.

"Başlarda evet. Peri ona inanmamakta ısrar etmiş. Ama kralda en az onun kadar inatçıymış. Aşkından vazgeçmeye niyeti yokmuş. Tüm uğraşların sonunda periyi aşkına ikna etmiş. Perinin bir sarılışı çekilen tüm acıları, açılan tüm yaraları iyi etmiş... son."

"Mutlu son."

Eğilip saçlarımdan öptü.

"Evet mutlu son."

Daha fazla uyanık kalamadım. Kendimi huzurlu bir uykuya bıraktım. Peki içimden bir ses neden masalın burda bitmediğini söylüyordu. Uykuya dalsamda eli saçlarımı okşamayı kesmemiş. Tenini tenimden ayırmamıştı. Sabah aşağıdan gelen boğuk sesler ile gözlerim aralanmıştı. Şirin hala derin bir uykudaydı . Ertuğrul'da öyle. Elim yavaşça havalandı. Siyah saçlarında dolaştı. Çok yumuşaktı. Uzaktan bakıldığında sert görünüyordu. Baş parmağım elmacık kemiklerini sevdi. Yerimden yavaşça doğrulup yanağına dudaklarımı bastırdım. Kokusunu derince içime çektim. Hala inanması imkansız gibiydi. Bu adam beni gerçekten seviyordu. Onları uyandırmamak için yerimden yavaşça doğruldum. Ve aynı yavaşlıkta odanın dışına çıktım. İçim içime sığmıyordu. Ben ömrümde bu kadar mutlu olduğum bir an hatırlamıyordum. Her şey o kadar güzeldi ki. Nasıl anlatılır bilmiyorum işte. Tabi ben odanın dışına çıkar çıkmaz uyuyor sandığım adamın gözlerini açtığını arkamdan gülümseyerek baktığını. Hiç bilmeyecektim. Kendi odama gidip üzerimi değiştim. Hava çok güzeldi. Üzerime krem rengi yazlık bir elbise geçirdim. Elbisenin üzerindeki çiçekler baharı yansıtıyordu. Dizimin biraz üzerinde biten bir yırtmacı vardı. Ve nedense içimden bir ses Ertuğrul'un bu detaya epey bir takılacağını söylüyordu. Telefonumu elime aldığımda beklediğim kişiden mesaj geldiğini gördüm. Ona cevap verdim. Dudaklarım kıvrıldı. Bu gün dışarı çıkmam gerekiyordu. Aşağıya indiğimde Ertuğrul ve Şirin'in benden önce indiğini gördüm. Ne çabuk inmişlerdi. Yada ben yukarda epey oyalanmıştım. Onlara doğru ilerlediğimde Ertuğrul'un bakışları açılan bacağıma kaydı. Derince yutkunduğunu gördüm. Bu hoşuma gitti. Belli etmemeye çalışarak gidip yanına oturdum. Bu defa dudakları kıvrıldı.

"Herkese günaydın."

"Günaydın kızım."

"Günaydın canım."

"Güneşim.!"

Diğerleri bana cevap verirken o bana seslenmeyi seçmişti.

"Efendim?"

"Eteğin!"

"Ne olmuş eteğime?"

Anlamazdan gelip eteğimi elimle düzeltmeye çalıştım.

"Yavrum dikilmemiş. Daha ne olsun."

Diğerleri kahkaha atmamak için kendini zorluyordu. Çünkü şuan gerçekten çok komik görünüyordu.

"Yok onun modeli öyle."

"Bence dikilmemiş. Böyle model mi olur. Bunları dikenlerin anaları, bacıları, eşleri yokmu.... yok bu iş böyle olmayacak. Modaya el atmam gerek."

Yüzüne şaşkınca baktım. Çünkü bayağı ciddi görünüyordu.

"Karışma kıza. Kıskançlıkta arşı aştım demiyorda."

Babaannemin çıkışı ile ona baktım. Memnun bir şekilde ona bakıyordu.

"Kıskançlık ne alaka babaanne. Dikmemişler diye şey ettim. "

Yerine sinmesi ile ağzımdan kaçan kıkırtıya engel olamadım. Gözleri gülüşümde kaldı. İçime işlemek ister gibi bakıyordu. Kahvaltı masasına oturduğumuzda bakışlarımı ona çevirdim. O ise masadaki poğaçalardan birini benim tabağıma bıraktı. Uzanıp bir başkasını Şirin'in tabağına bırakınca o da benim gibi ona baktı.

"Hiç bakmayın. İkimizde çok zayıfladınız."

El mahkum elime alıp yemeye başladım. Benim başlamam ile Şirin'de başladı. Bu yaptığı ile gülümsemeden edemedim.

"Ertuğrul!"

"Efendim."

"Ben bu gün dışarı çıkıcam da. Acaba sorun...."

Dediğimden memnun olmuştu. Ondan izin almıyordum. Ama haberinin olması gerekirdi. Heleki hayatı bu şekilde iken. Polyanacılık oynamaya gerek yoktu. Sevdiğim adam tehlikeli işler yapıyordu. Ve ben onu daha fazla zora sokmak istemiyordum.

"Tamam güzelim. Ben Arif'e söylerim.... şey acaba çıkarken üstünü değişmeyi düşünür müsün?"

"Sanmam. Bence bu elbise bana yakışıyor."

Dediğim ile istediğini alamamış olmakla somurtarak kahvaltısına devam etti.

Bakışlarım masadakilere kaydı. Çınar tabağındaki zeytinlerle oynuyordu.

"Çınar!"

Öyle dalmıştı ki başını kaldırıp bakmadı bile. Şirin dahil diğer herkes bana baktı.

"Çınar!"

Bu defa başını kaldırıp baktı.

"Efendim?"

"İyi misin?"

Derin bir soluk alıp bıraktı.

"Dün gece Nazlı'yı aradım. Doğum günüm için gelebilir mi diye sordum.... işi varmış. Gelemem dedi."

Sesi epey üzgün geliyordu.

"Bu aralar çok yoğun çalışıy...."

"Çalıştığı otel arkadaşıma ait. Adam oteli devredeceği için müşteri almıyor. Yani yoğun falan değil. Hatta bu aralar epey boş. Belliki gelmek istemedi... neyse işte."

Ah Çınar ah. Umarım çok üzülmezdi.

"Ne bu surat. Doğum günü çocuğusun sen."

Umay ona takılınca buruk bir tebessüm ile ona baktı. Sonrada yüzündeki tebessümü arka plana attı. Çınar göründüğü gibi umursamaz değildi. Umursamazlık onun maskesiydi.

"Eğer Ertuğrulcuğum istediğim arabayı alırsa daha keyifli olabilirim."

Dediği ile hepimiz gülmeye başladık. Çünkü şuan Ertuğrul ona sen ne zaman adam olacaksın dermiş gibi bakıyordu.

"Bence benim hediyemi hepsinden çok beğeneceksin."

Sesim ile merakla bana baktı.

"Ne aldın ki?"

"Söylemem."

"Güzelim çok iddialı konuşma çünkü benimkinin üzerine çıkamazsın."

Ertuğrul'un kendini beğenmiş sesi ile ona baktım. Serçe parmağımı ona doğrulttum.

"İddiaya var mısın?"

Dudakları iki yana kıvrıldı.

"Kaybeden bir günlüğüne diğerinin her istediğini yapar."

Başımı tamam anlamında salladım.

"Sana zerre acımıycağımı bil Arslanlı. "

Dediğim ile gülüşü dahada büyüdü. Ona meydan okumam hoşuna gidiyordu.

"Elinden geleni ardına koyma bayan Arslanlı "

Dediği ile gözlerim şaşkınlık ile açılıp kapandı. Kendimi toparlayıp ona baktım.

"Kara demek istedin sanırım."

"Nıç... bayağı Arslanlı demek istedim."

"Değilim ama."

"Olacaksın ama....er yada geç. "

Bana göz kırpıp kahvaltısına döndü. Babannem memnun şekilde arkasına yaslanıp çayını yudumladı.

"Ayşe biz şu sandıkları açalım."

Ne sandığıydı ki.

"Yaşasın düğün var."

Umay ve Ayla çok başka bir havadaydı. Şuan düğün planı yapıyorlardı. Dudaklarım açılıp kapandı.

"Valla yalana gerek yok üzgün değilim kardeşim. Kaçınılmaz son."

Poyraz'ın sesi ile ona döndüm. Gülümseyerek ağzına bir zeytin attı.

"Bu suratsıza katılıyorum. Düğünde ne taksam acaba. Kız tarafı mı olsam. "

Çınar ilk benle konuşsada sonrasında kendi kendine mırıldanıyordu. Şaşkın bakışlarım onu bulsada bana göz kırpmaktan ileri gitmemişti. Biraz fazla hızlı gitmiyor muyduk. Tamam onunla evlenmeyi elbet istiyorum ama ne biliyim. Hem daha evlenme teklifi bile etmedi. "Güzelim!"

Başımı tabağımdan kaldırıp ona baktım. Gözlerinde içindeki karmaşayı yansıtan bir bakış vardı.

"Her şey yolunda mı?"

"Şey... evet . Sorun yok."

İnanmasada bir şey demedi. Sonrasında Çınar ne kadar ısrar etsede ona hediyesinin ne olduğunu söylememiş yarını beklemesini söylemiştim. En son pes etmişti. Poyraz ensesinden tutup sürükleyerek işe götürmüştü. Şirin'i okula uğurlamış Ertuğrul'u geçirmiştim. En son ben evden ayrılmıştım. Bu gün yapılacak çok işim vardı.......

Bölüm : 08.04.2025 11:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...