
MİHRE KARA
Sabah uyandığımda içim içime sığmıyordu.
Bugün bizim için özel bir gündü. Bugün Çınar'ın doğum günüydü. Dün dışarı çıkıp bütün hazırlıklarımı tamamlamıştım. Bugün ona çok büyük bir sürprizim vardı. Onun mutlu olmasının yanı sıra bir de işin ucunda Ertuğrul ile girdiğimiz iddia vardı. Yerimden kalkıp dolaba ilerledim. Dün alışveriş merkezinden aldığım beyaz gömleği elime alıp odamdan dışarı çıktım. Koridorda ilerleyip Ertuğrul'un kapısının önüne geldim. Kapıyı hafif tıklatıp içeriden onayını alınca yavaşça içeri girdim. Siyah gözleri beni gördüğünde dudakları yukarı doğru kıvrıldı.
"Günaydın."
"Günaydın güzelim!"
"Şey ben dün bunu sana aldım. Eğer giyersen çok mutlu olurum."
Elimdeki beyaz gömleği ona uzattım. Tamam pek onun tarzı olmadığının farkındaydım. Ama bugün bunu giymesini istiyordum. Gözleri bir gözlerimde, bir de ellerimdeki gömlekte gidip geldi.
"Güneşim bu beyaz!"
"Evet beyaz. Ve sana çok yakışacak giyer misin?"
"Madem güneşim istiyor. Zevkle giyerim."
Verdiği cevapla dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Beni kırmaması çok hoşuma gitmişti. Yanağına dudaklarımı bastırdım. Sonra da arkama bakmadan kaçtım.
oradan. Bu defa adımlarımı Şirin'in odasına yönlendirdim. Kapıyı aralayıp içeri girdiğimde Şirin de gözlerini açıp bana baktı.
"Günaydın meleğim. Hadi bakalım doğru banyoya. Bugün seni biraz erken hazırlıycaz. Çınar amcanın doğum günü bu gün."
Yerinden kalkıp küçük adımlarla banyoya ilerledi. Ben de yatağın üzerine oturup onu beklemeye başladım. İşini bitirip dışarı çıktığında şaşkınlıkla bana baktı. Normalde banyodan çıkana kadar ben onun giyeceği kıyafetleri hazırlamış olurdum. Bu defa beni oturuyor görmek onu şaşırtmış olmalıydı.
"Giyeceğin kıyafetlerin niçin hazırlamadığımı mı düşünüyorsun?"
Başını evet anlamında salladı.
"Bugün özel bir gün. Bu yüzden biz de özel kıyafetler giyelim istedim. Hadi bakalım gel benimle."
Elinden tutup kendi odama yönlendirdim. İkimiz birlikte odanın içine girdiğimizde kapıyı ardımızdan kapattım. Kendi dolabıma yönelip dünkü alışveriş poşetlerinden ikimiz için aldığım takım elbiseleri çıkardım. Siyah yelek ,siyah pantolon ve beyaz gömlekler. Ertuğrul genel olarak zaten siyah yelek ve pantolonlarını giyiyordu. Bizimkilerden tek farkı yeleklerinin altına siyah gömlekler giyiyor oluşuydu. Zaten onu tanıdım tanıyalı ya siyah gömlek giyiyordu ya da lacivert. Hiç açık renkli gömlekler giydiğini görmemiştim. Sanırım bugün ilk olacaktı. Biz de bu takımları diyerek ona uyum sağlayacaktık. Bugün gerçek bir aile olalım istiyordum. Hepimiz farklı kanlardan, farklı insanlardık. Ama kader bizi bir araya getirmişti işte. Kimin ne düşündüğü umrumda değildi. Ben bu küçük kızı kendi öz kızım gibi seviyordum. Onu öyle benimsemiş, öyle sahiplenmiştim. Ertuğrul ile sonumuz ne olur bilmiyorum. Ama şayet Allah nasip eder de bir aile olursak ondan çok güzel bir baba olacağına emindim. Çevresindeki herkese zaten bir baba gibi davranıyordu. Koruyor, kolluyor, güven veriyordu. Önce Şirin'in giyinmesine yardımcı oldum. Sonrasında kendim giyindim. Aşağıdan gelen seslerle hazırlıkların yavaştan başladığının farkına vardım. Bugün biraz kalabalık olacaktık. Dışarıdan Ertuğrul ve Çınar'ın arkadaşları gelecekti. Ve tabi iş yaptıkları birkaç kişi daha. Hem aile arasında olacaktık, hem de ailenin dışında onlara yakın olan insanlar gelecekti. Tarağı alıp Şirin'in saçlarını usul usul taramaya başladım. Güzel saçları zaten dümdüz olduğu için hemen şekil almıştı. Uçları hafif kıvrıktı. Onun işi bittiğinde bu defa kendi saçlarımı taradım. Spreyle hafif şekil verdim. Ama toplamadım. İkimiz de yan yana boy aynasının karşısına geçtik. Şimdi gerçekten anne kız gibi duruyorduk. Dudakları iki yana kıvrıldı.
"Beğendin mi?"
Başını hevesle evet anlamında salladı. Onu böyle mutlu görmek beni de çok mutlu ediyordu.
"Aşağıda sana bir sürprizim daha var. Bence bunu da çok seveceksin."
Ne demek istediğimi anlamadı ama uzattığım elime küçük ellerini bıraktı. İkimiz yan yana aşağıya doğru indik. Şirin'in ayaklarında rugan düz taban ayakkabıları vardı. Benim ayaklarımda ise siyah stilettolarım vardı. Merdivenlerden aşağıya indiğimizde topuk seslerime herkes bize baktı. İkimize değen her göz ilk başta bizi süzüyor ,sonra da bakışlarını Ertuğrul'a çeviriyordu. Ertuğrul'un sırtı bize dönük telefonla konuşuyordu. Konuşması bitmiş olacak ki yavaşça bize döndü. Sabah ona verdiğim beyaz gömleği giymişti. Ve tahminim doğruydu. Üzerine siyah bir yelek geçirmişti, kravat takmayı sevmiyordu, bu yüzden kravatı yoktu. Bakışları ikimizin arasında gidip geldi. Dudakları kıvrıldı. Başımı yana eğip ona baktım. Gözlerimin içine ruhuma işlemek istermişçesine baktı. Ağır adımlarla gelip tam karşımızda durdu. Şirin'de aşağıdan başını kaldırıp bana baktı.
"Hayatımda bu kadar güzel iki kadın daha tanımadım."
"Çok yakışmış."
"Alan kişinin zevki güzelse demek."
"Giyen kişi çok yakışıklı ise demek."
Alt dudağına dişlerini geçirip başını her iki yana salladı. Sonrasında eğilip Şirin'i kucakladı.
"Prensesim bugün ne kadar da güzel olmuşsun sen böyle."
Şirin ise cevap olarak sadece kollarını boynuna dolamış ,yanağını küçük bir buse kondurmuştu. Adımlarımız diğerlerine döndüğünde onlar da bize tebessüm ediyordu.
"Ben de diyorum ki Ertuğrul bunca zaman sonra neden beyaz gömlek giydi."
Diye şaka ile karışık takıldı Çınar.
"Maşallah üçünüze de Allah sizi birbirinizden ayırmasın."
Babaannemin duasına içimden amin dedim. Allah'ım sen bizi birbirimizden ayırma. Diğerleri tek tek hem övmüş hem de tebessümle bize bakmışlardı. Yavaş yavaş diğer insanlar da gelmeye başladı.
"Ertuğrulcuğum , Mihreciğim hediyelerinizi dört gözle bekler oldum. Artık verseniz mi."
Çınar'ın hem tripli hem de meraklı sesi ile ona döndüm.
"Tamam o zaman. Önce Ertuğrul versin."
Onun da dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Kendinden oldukça emindi. Ama ben de kendimden emindim. Bu iddiayı her ne olursa olsun ben kazanacaktım. Diğerleri de merakla bize bakıyordu. Ertuğrul elini cebine atıp tahmin ettiğim gibi Çınar'ın istediği arabanın anahtarını çıkardı. Anahtarı ve arabanın ruhsatını sehpanın üzerinden ona doğru uzattı. Çınar'ın gözleri ve ağzı şaşkınlıkla açıldı.
"Hadi canım. Harbi mi ,aldın mı!"
"Güle güle kullan kardeşim. Lakin hız yapıp kaza falan yapayım dersen, seni o arabayla birlikte denize atarım haberin olsun."
Gerçekten çok değişik bir adamdı. Hem çocuğa hediye almıştı. Hem de bu şekilde tehdit ediyordu.
"Abi doğum günümde uçak istiyorum."
Umay'ın ortaya söylediği ile hepimiz kahkaha atmaya başladık. Çünkü şu an bayağı ciddiydi.
"Allem etti, kallem etti ,sonunda istediğini aldırdı ya pes doğrusu."
Poyraz'ın Çınar'a kınayan sözleri ile bu defa bakışlarımız ona döndü.
"Kıskanma kardeşim. Kıskanma bu ailede en sevilen çocuk benim diye. Ne bu kıskançlık."
"Çocuk mu? Biraz daha küçül de cebime gir."
İkisi arasındaki tartışma Çınar'ın bu defa bana dönmesiyle son buldu.
"Yengeciğim, sıra senin hediyende. İnan bana bunu çok merak ediyorum. Çünkü Ertuğrul çıtayı epey bir yükseltti haberin olsun. Bunun üstüne çıkman için gerçekten bana jet, uçak falan alman lazım."
"Bence o kadar emin olma."
O sırada çalan kapıyla herkes birbirine baktı.
"Başka birini bekliyor muyduk?"
Ayla'ya cevabı ben verdim.
"Evet. Bir kişi daha bekliyorum."
Ayşe teyze kapıya gidip açtı. Dışarıdan konuşma sesleri geldi. Birkaç saniye içerisinde salonun girişinde biricik arkadaşım göründü. Çınar'ın arkası dönüktü ama Poyraz ,Umay ve Ayla kapıdaki Nazlı'yı görünce şaşkınlıkla bana baktılar.
"Çınarcığım bir misafirin daha var."
Çınar'ın bakışları ilk beni buldu. Sonrasında yavaşça ayağa kalkıp arkasına baktı. Gördüğü yüzle olduğu yerde durakladı. Elindeki araba anahtarını yere düşürdü.Ne konuşabildi ,ne de hareket edebildi. Şaşkınlıktan küçük dilini yutmak bu olsa gerekti sanırım.
"Nazlı!"
Nazlı gülümseyerek ona doğru birkaç adım atıp tam karşısına geldi. Ertuğrul ise hüsran dolu gözlerle bana baktı. Ona ne haber dermiş gibi göz kırptım. Bu yaptığıma sadece gülümsemekle yetinmişti.
"Doğum günün kutlu olsun Çınar."
"Sen.... sen nasıl! Gelmeyeceğini söylemiştin."
"Geleceğimi söylesem sürpriz olmazdı. Öyle değil mi?"
Çınar'ın yüzündeki şaşkınlık açık bir gülüşe döndü. Aradaki kısa mesafeyi bir İki adımda aştı. Çınar, Nazlı'ya sarılmak için kollarını açtığında Nazlı onun elini sıkmak için elini havaya kaldırdı. İkisinin de aynı anda yaptığı atakla yine ikisi de aynı anda durdu. Bu defa Çınar elini uzatmış ,Nazlı sarılmak için hamle yapmıştı. Lakin ikisi de birbirinin tersine hareket ettiği için yine durmak zorunda kaldılar. Nazlı kıkırtı ile gülerken, Çınar gülümsemiş elini ensesine atıp utangaçça ovmuştu. İkisi de ne yapacağını bilemeyerek etraflarına baktılar. En son atağı benim şaşkın arkadaşım yapmış, hızla kollarını Çınar'ın beline dolamıştı. Anladığım kadarıyla bu ikisi tanıştıktan bu yana konuşuyorlardı. Ve benim sevgili arkadaşım Çınar'a karşı bir şeyler hissediyordu. Tabi bu duygularından henüz kendinin bile haberi yoktu. Çünkü Nazlı insanlara temas etmekten nefret eden biriydi. Çınar ilk birkaç saniye bu yaptığına şaşırsa da, sonrasında hemen kollarını Nazlı'nın bedenine doladı. Bir eli sırtındayken, diğeri saçlarına gitmişti. Nazlı'nın sarı saçlarını yavaş yavaş okşamış, ona belli etmemeye çalışarak kokusunu solumuştu. Bu bizim tarafımızdan görünse de ,Nazlı hissetti mi, ya da ne kadarını hissetti bilmiyorum. En son geri çekildiklerinde ikisinin de yüzünde çok güzel bir gülümseme vardı. Bu ikisinden olurdu. Hem de çok güzel olurdu. Etrafta duyulan homurtulu sesle bu defa hepimiz Çiçek'e baktık.
"Nazlı arkadaşım ,belki doğum günü çocuğundan fark etmedin ama biz de buradayız."
Çiçeğin serzenişine katılmamak elde değildi.
"Bu küçük Çiçek'e katılıyorum. Seni buraya çağıran bendim. Neyse bu defalık görmezden geliyorum."
"Saçmalamayın ,gelin buraya."
İkimiz de birbirimize bakıp gülümsemiştik. Sonra da aynı anda Nazlı'nın kollarına koşmuştuk. Beni sol kolu ile sararken, Çiçek'i sağ kolu ile sarmıştı. Biz de ikimiz kollarımızı bedenine dolamış uzun zamandır görmediğimiz arkadaşımızla özlem gidermiştik. Diğerleri bize sadece bakmakla yetinmişti. Sanırım onu tanıştırmak bana düşüyordu.
"Nazlı bu Ertuğrul'un babaannesi Seher hanım , yani ben de ona babaanne diyorum, ablası Ayla, Çınar'ı tanıyorsun zaten. Poyraz Ertuğrul ve Çınar'ın yakın arkadaşı. Umay da aynı şekilde kardeşim sayılır.Tabi senin de oluyor bu durumda, ve ailenin en önemli üyesi, aslında siz tanışıyorsunuz. Benim biricik meleğim Şirin."
Herkesi tek tek tanıttıktan sonra en son Şirin'i tanıtırken onu kucağıma almış yanağına dudaklarımı bastırmıştım. Şirin başını göğsüme yaslamış kaçamak bakışlarını Nazlı'nın üzerinde gezdirmişti.
"Memnun oldum efendim. Şirin merhaba beni hatırladın mı? Hani daha önce tanışmıştık. Görüntülü konuşurken."
Şirin ona cevap vermemiş başını boynuma saklamayı tercih etmişti. Ama ondan korkmadığını fark ediyordum. Sadece utanmıştı. Nazlı'da gözlerini bizim üzerimizden çekip Babaanneme doğru ilerlemiş ,elini öpüp alnına koymuştu. Diğerleri ile tek tek el sıkışmakla yetinmişti. Babaannem ona tebessümle bakmıştı. Ve o gözlerdeki bakışı biliyordum. Babaannem şu an Nazlı'ya alıcı gözüyle bakıyordu. Dudaklarındaki gülümseme olurunu aldığına dairdi sanırım. Nazlı gülümseyerek ilerleyip çiçeğin yanına oturdu. Gülen gözleri tam karşısında oturan Çınar'a kayınca utançla bakışlarını kaçırdı. Sonrasında yüzüne gelen saçlarını kulağının arkasına itti. Çınar ise onun utangaç bakışlarının aksine gözlerini bir an olsun onun üzerinden ayırmıyordu. Ben de kucağımdaki Şirin'le beraber ilerleyip Ertuğrul'un yanına oturdum.
"Sanırım iddianın kazananı belli oldu. Ne dersin?"
"Belli oldu güneşim. Belli oldu. Hoş iddiayı kazanmasan da emrine amadeyim. Benden ne istersen başım gözüm üstüne. Yeter ki sen iste."
Dedikleriyle dudaklarım kıvrıldı. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda o da başını eğmiş bana bakıyordu. Tanrım yüzü çok yakındı. Siyah hareleri ile içimde tarifi imkansız bir duygu belirdi. Neydi bu istek. Bu arzu... Şu an keşke yalnız olsaydık. Sanırım onun dudaklarına kapanırdım. Boğazım kurmuştu. Göğsüm cayır cayır yanıyordu. Derince yutkunma ihtiyacı hissettim. Dilimle dudaklarımı ıslattım. Eğer biraz daha bu şekilde onu izlemeye devam edersem yer, zaman, mekan fark etmeksizin onu öpecektim. Bu yüzden genzimi temizleyip başımı diğerlerine çevirdim. Ama bedenim hala terliyordu.
"Meleğim sen beni bekle, ben de su içip geleceğim tamam mı?"
Şirin'i kucağımdan kanepeye indirip ayaklandım. Gerçekten acilen gidip su içmem gerekiyordu. Seri adımlarla mutfağa ilerledim. Dolaptan bir bardak alıp tezgahtaki sürahiden su doldurdum. İlk bardağa kafama diktim. Derin derin nefesler aldım. Lakin bu yeterli olmadı. İkinci bir bardak daha doldurdum onu dudaklarıma dayamıştım ki arkamda hissettiğim bedenle bardağı dudaklarından çekip arkama döndüm. Ertuğrul peşimden gelmişti. Gözlerindeki karanlık şafak çökmeden hemen önceki karanlık gibiydi. Gecenin en karanlık olduğu an. Peki karanlıktan bu kadar korkan ben neden onun gözlerine dalmak, o karanlıkta kaybolmak istiyordum,
"Şey ben çok susamışım sanırım."
Dudaklarımda minik bir tebessüm oluştu. Lakin utançtan ellerim titriyordu. Onun karşısında böyle hissetmek çok utanç vericiydi. Eğer demin yanından kalkmasam belki de onu öpecektim. Ve bedenim sadece öpüşmekle kalmak istemiyordu. Onunla ilgili hep daha fazlasını istiyordum. Hep daha fazlasını hayal ediyordum. Hiçbir şey söylemedi. Sadece gözlerimin içine baktı. Adımları yavaş yavaş bana doğru geldi. Hemen dibime girdi. Bedeninin ısısı benim bedenime nüfuz ediyordu. Bu adamın acilen geri çekilmesi gerekiyor. Benim akıl sağlığımı koruyabilmem için gerçekten geri çekilmesi gerek.
"Ertuğrul biraz geri çekilmen lazım."
"Neden, neden geri çekilmem lazım."
Sıcak nefesi yanağımı ve boynumu okşuyordu.
"Ertuğrul birileri gelecek."
"Sorun bu mu? Seni engelleyen, içinden geçeni yapmanı engelleyen şey evdeki insanlar mı?"
"İçimden ne geçtiğini nereden biliyorsun ki?"
"Çünkü gözlerine her baktığımda kendi kalbimden geçeni görüyorum."
"Madem görüyorsun şu an geri çekilmen gerektiğini de biliyor olmalısın."
"Yanlış ,şu an senden uzaklaşmam değil, tam tersine sana daha da fazla yakınlaşmam gerek."
"Ertuğrul lütfen, biri görecek."
Bir eli bedenimdeydi. Belimi yavaş yavaş okşadı. Her geçen saniye onun koca gövdesine biraz daha yaklaşıyordum. Sanırım şu an çok daha fazla ileri gitmiş olsak, sesim anca bu kadar arzulu çıkabilirdi. Sanki ona muhtaçtım. Bedeni benden hafif uzaklaştığında vazgeçtiğini düşündüm. Tam rahat bir nefes alacaktım ki parmakları elime dolandı. Ben daha ne olduğunu anlamadan beni peşinden sürükleyerek mutfak kapısından dışarı çıkardı. O an nereye gittiğimizin bir önemi yoktu. Arkamızda bıraktığımız bir ev dolusu aile dostumuz, arkadaşlarımızın olması... Hiçbir şeyin önemi yoktu. Önemli olan tek şey şu an elime kenetlenmiş eli ve oradan bedenime nüfuz eden sıcaklığıydı. Arka bahçede biraz daha ilerledik. Evin bu tarafında koruma sayısı daha azdı. Hatta yoktu... Burası tamamen ormandı. Ormanın sınırına hiç gelmemiştim. Buradan sonrasında ne vardı bilmiyordum. Hatta bu eve ilk geldiğimde eğer günün birinde buradan kaçacaksam bu ormanda ilerlemeyi planlıyordum. Adımlarımız ağaçların arasında ilerledi. Artık ağaçlar ve çalılar bizi saklar konuma gelmişti. Sanırım yeterince uzaklaştığımızı düşünmüş olacak ki hızla bana doğru dönüp dudaklarımızı birleştirdi. Ağzımdan kaçan inleme onun dudakları arasında kayboldu. Bir eli belime dolanmışken diğerini yanağıma koydu. Baş parmağı yanağımı usul usul okşadı. Ellerim benden bağımsız olarak hareket etti. Parmaklarım ensesindeki saçları önce okşadı. Daha sonrada yavaş yavaş çekiştirmeye başladı. Dilini ağzımın içine itmesi ile ben de bedenimi ona doğru ittim. Bedenim daha fazlası için çırpınıyordu adeta. Yanağındaki elini de belime doğru yönlendirdi. Ben kendimi ona bastırınca bu defa iki eliyle beni kendine bastırdı. Ağzının içine bir kere daha inledim. Elleri belimden kalçalarıma doğru gitti. Her iki eli de aynı anda kalçamı sıkınca istekle ağzının içine bir kere daha inledim. Geri çekilip gözlerimin içine baktı. Göz bebekleri genişlemiş gözlerindeki siyahlık daha da koyulaşmıştı. Çok çok güzeldi. Tarifi imkansızdı. Teni ,kokusu, öpüşü ,dokunuşu.... Her şeyi ayrı güzeldi. Bu defa dudaklarına kapanan ben oldum. Ona fırsat tanımadan kendime doğru bastırdım. Ağzının içine dilimi itmemle bu defa hırlayan o oldu. Dilim diline dolandı. Ah tanrım tadını almak ,onu hissetmek çok güzeldi. Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp hafif ısırdı, sonra da acısını almak için dilini üzerinde gezdirip yaladı. Bu niye kendimi bu kadar iyi hissettirdi ki. Bu defa üst dudağımı ağzına aldı. Sanki bir şekeri emiyormuş gibi emmeye başladı. İnlemelerim gittikçe yükseliyordu.
"Ertuğrul!"
Adı dudaklarımdan döküldü. Lakin onun ağzının içinde kayboldu. Daha fazlası için kıvranıyordum. Ama durmamız gerektiğinin de farkındaydım. Dudakları yavaş yavaş boynuma indi. Görmeleğin düğmelerinin kapatamadığı gerdanımda dili dolanmaya başladı. Saçlarının arasındaki ellerim başını boynuma doğru biraz daha yasladı. Aklım ve mantığım durmamız gerektiğini söylese de, bedenim ve kalbim buna yanaşmıyordu. Gerdanıma küçük ısırıklar bıraktı. Sonra da oradaki sızıyı almak için diliyle yalayıp emmeye başladı.
"Ertuğrul ahhh ......durmamız gerek..."
"Güneşim... bu öyle zor ki... sana bu kadar susamışken durmak...."
"Biliyorum ama yapamayız. Lütfen kendimde o takati bulamıyorum. Ertuğrul lütfen dur."
Söylediklerimden sonra yaptığı şeyi bıraktı. Siyah gözlerinde sanki gökyüzündeki tüm yıldızlar yer edinmişti. Aldığım derin soluklardan dolayı göğsüm hızlı hızlı havalanıp iniyordu.
"Ben de seni istiyorum ,ama böyle değil. Bu şekilde, hayatında bir yer edinmeden değil."
Elini yanağıma koyup usul usula okşadı. Eğilip alnıma dudaklarını bastırdı. Bu deminki öpüşlerinden farklıydı. Deminki öpüşü de en az bunun kadar sevgi doluydu. Lakin onlardaki arzu ve tutku bunda yoktu. Onlar da öyle bir şehvet vardı ki insanı günaha davet ediyordu. Ama bundaki şefkat, sevgi, güven onlarda yoktu işte.
"Allah şahidim olsun güneşim, seni tertemiz nasibim olarak alacağım koynuma. İşte o zaman ikimiz de vuslata ereceğiz."
Söyledikleriyle içime doğan güven duygusu biraz daha büyümüştü. Kollarımı bedenine doladım. Sarabildiğim kadar sıkı sardım. Ev gibiydi burası. İnsan kendini evinde ne kadar güvende hissedebiliyorsa bu kolların arasında ben de kendimi o kadar güvende hissediyordum.
"Seni seviyorum Ertuğrul Arslanlı. Dilerim Allah seni benim kaderime yazmış olsun. Çünkü başka türlüsü benim için ölüm demek."
Geri çekilip yüzüme baktı. Gözleri parlıyordu.
"Bir ömür elimden tut yalvarırım. Asla bırakma. Sen bırakırsan ben karanlıkta kaybolurum."
Kolları bedenimi kendine çekti. Sonrasında geri çekilmeden bedenimi bir kolunun altında eve yönlendirdi. Evdekilere ne diyecektik biz şimdi.......
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |