47. Bölüm

47. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

MİHRE KARA

 

Sabah gözlerimi sevgi dolu dokunuşlar ile açmıştım. Karanlık geceyi andıran siyah irisleri yaz aylarındaki geceler gibi ışıl ışıldı. Gözlerim yüzünün tamamında gezindi. Gözlerinde, yanaklarında, kirpiklerinde, dudaklarında.....

"Günaydın güneşim."

Elimi uzatıp yanağına dokundum. Gözleri kapandı.

"Şayet gece karası gözlerindeki parlak yıldızları görmeseydim günün aydınlandığını düşünebilirdim. "

Dudakları kıvrıldı.

"Güneşim!"

Eli saçlarımda gezindi. Sevgi ile okşadı. Dokunuşları o kadar güzeldi ki.

"Ertuğrul bu duygu o kadar güzel ki...."

"Hangi duygu güzelim... çünkü ben senin yanında o kadar çok güzel şey hissediyorum ki."

"Dokunuşun, bakışın, saçlarımı okşayışın.... Her şeyin, Ertuğrul o kadar güzel ki.... Hayal gibi."

Eğilip dudaklarını benimkilerin üzerine kapadı. Gözlerim kendiliğinden kapandı. Beklemeden karşılık verdim. Ellerim ensesine gitti. Saçlarının arasında yavaş yavaş gezindi.

"Hayal değilmiş bak.... Ben her hayal olduğunu düşündüğümde seni öpüyorum. "

Dedikleri ile gülümseyerek ona baktım.

"Ertuğrul "

"Mihre'm"

"Üzerimden kalkta kahvaltıya inelim. Ayıp olacak."

"Böyle kalsak keşke. Kokunu bundan bile yakından duysam."

Başını boynuma gömdü. Derin bir kaç soluk aldı.

"Ertuğrul kalk lütfen. Aşağıdakilere ayıp olacak."

Aldığı soluğu sesli bir şekilde bıraktı. Gülümseyerek yerimden kalktım. Onu arkamda bıraktığımda somurtuyordu. Banyoya gidip işlerimi hallettim. Tekrar dolaba yöneldiğimde hala aynı yerde oturuyordu. Elimi yeşil çiçekli bir elbiseye uzattım. Dizlerimin altında bitiyordu. Banyoya gidip giyindim. Dışarı çıktığımda gözleri beni baştan aşağıya inceledi. En son yüzümde durdu.

"İnelim mi?"

"İnelim güzelim."

Ayağa kalkıp ellerimizi kenetledi. Aşağıya indiğimizde herkes kahvaltı sofrasına oturmuştu. Bu sabah Şirin'i Ayla hazırlamak istemişti. Şirin de isteyince bana laf düşmedi. Gidip yerlerimize oturduk. Şirin başını tabağından kaldırıp bana baktı. Eğilip anlına dudaklarımı bastırdım.

"Günaydın birtanem. "

Gözleri kapanıp açıldı. Sonrasında hepimiz kahvaltımızı yapmaya başladık. Çınar bu gün yoktu. Ama gülen yüzlerden her şeyin yolunda olduğunu anlayabildim.Herkes tek tek kalkıp işe gitmek üzere evden ayrıldı. Ertuğrul kalkınca bende peşinden kalktım. Şirin'de elimden tutmuştu. Önce ikimiz onu öpüp okula göndermiştik. Sonrasında ben Ertuğrul'u yolcu etmiştim. Onlar gidince bende tekrar eve girdim. Bir süre geri kalan dosyaları inceledim. Bu dava dosyaları için Ertuğrul'un mahkemeye gelmesi gerekmiyordu. Çoğunlukla işleri ben halledecektim. Biraz babannemlere yardım ettim. Kendi odama gidip biraz toparladım. En son saate baktığımda saat öğleden sonra birdi. Aklıma gelen fikir ile çantamı alıp aşağıya indim. Babannem ve Ayşe teyze salonda oturmuş sohbet ediyordu. Beni görünce merakla baktılar.

"Babaanne ben Şirin'i almaya gidicem. Dışarıdan istediğiniz bir şey var mı?"

İkiside tebessüm ile bana baktı.

"Yok kızım. Dikkat et."

Tamam diyip dışarı çıktım. Arif beni görünce arabanın kapısını açtı.

"Arif !Şirin'i almaya gidicez. "

"Tamamdır."

O da şoför koltuğuna geçince araba hareket etti. Araba şehrin içinde akıp gidiyordu sanki, bir süre sonra araç okulun önünde durdu. Arabadan inip beklemeye başladım. Birkaç dakika içerisinde çıkacaktı. Arif'te araçtan inip benimle birlikte beklemeye başladı.

"Eğer işin varsa sen gidebilirsin."

"Benim sizden başka işim yok."

"Arif bana ne zaman siz demekten vazgeçeceksin."

"Kusura bakmayın Mihre hanım ama siz abimin eşisiniz, en azından yakın zaman sonra öyle olacaksınız. Bir nevi patronumsunuz."

Hey Allah'ım ya

"Eğer o şekilde düşünürsek sen de benim eniştem sayılıyorsun farkındasın değil mi."

"Olabilir ama siz de benim yengem sayılıyorsunuz farkındaysanız."

"Peki sen ne zamandan beri aile ilişkin olan insanlara siz diye hitap ediyorsun."

Derin bir nefes alıp bıraktı.

"Bu isteğinizden sizi hiçbir şey vazgeçiremeyecek değil mi"

Başımı hızlı hızlı hayır anlamında salladım. Bana gülerek baktı.

"Peki madem. Sen nasıl istersen."

Dediği şey ile bu defa gülen ben oldum. İstediğimi almıştım nihayet. Ben onlara bakınca çoğu zaman bir kardeş bir abi görüyordum. Bana siz diye hitap ettiklerinde gerçekten kendimi yabancılaşmış hissediyordum. Bir ailemiz yoktu ve bu yüzden aynı kandan olmasak dahi bize yakın olan insanların samimi olmasını isterdik. Onlara samimi davranırdık. Kim ne derse desin o evdeki her koruma tek tek kardeşim gibiydi. Çünkü bakışlarından görüyordum. Yaşı benden küçük olanlar birer abla gibi bakarken, aramızda bir yaş dahi olsa geri kalanlar bana kardeşi gözüyle bakıyordu. Ve bu durum beni gerçekten mutlu ediyordu. Birkaç dakika içerisinde okulun çıkış zili çaldı. Heyecanla beklemeye başladım. Çocuklar yavaş yavaş okulu boşaltmaya başladıklarında, gözlerim okulun kapısında görmek istediği yüzü aradı. Birkaç dakika içerisinde nihayet o da göründü. Sırtında pembe sırt çantası, üzerinde çantasının bir ton koyusu olan hırkası vardı. Altına ise beyaz mini bir etek giymişti. Saçlarını bu sabah Ayla at kuyruğu şeklinde bağlamıştı, gerçekten çok tatlıydı. Diğer çocuklar bağıra çağıra kahkahalar atarak çıksa da, o sessizce ilerlemişti. Etrafında dolanan gözleri kapıda Rüzgar yerine beni görmesiyle dudaklarında bir tebessüme neden oldu. Birkaç saniye olduğu yerde durdu. Dizlerimin üzerine çöküp kollarımı açtım. Beni bekletmeden koşar adım kollarıma atıldı. Kollarımı beline sarıp sıkı sıkı bağrıma bastım. Dudaklarımı saçlarına bastırdım.

"Meleğim benim."

Geri çekilip yüzüne baktım dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Onu mutlu görmek bu dünyadaki her şeyden daha güzeldi.

"Gününüz nasıl geçti küçük hanım."

Kollarını tekrar boynuma doladı.

"Hım ......Sanırım bu güzel geçti demek."

Geri çekilip başını hızlı hızlı evet anlamında salladı.

"O zaman bu güzel hanımefendiye bir dondurma ısmarlayabilir miyim?"

Buna da başına olumlu anlamda salladı. Elinden tutup arabaya yönlendirdim. İkimiz arka koltuğa geçerken Arif ön koltuğa geçti. Rüzgar da diğer arabayla arkadan bizi takip ediyordu, yanında iki kişi daha vardı. Ertuğrul Şirin'i korumaları için bu adamları özellikle seçmişti. Son bir aydır her zaman okul çıkışında bekliyorlardı. Herkes diken üzerindeydi. Acaba ona böyle haber vermeden çıkmamız sorun olur muydu. Elime telefonu alıp onu aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.

"Güneşim!"

"Ertuğrul! Müsait misin?"

"Senin için her zaman müsaitim."

Dediği ile dudaklarımda çok güzel bir gülümseme yer edindi. Sürekli böyle güzel şeyler söylemeyi bırakması gerekiyordu. Yoksa bu gidişle kalbim bu kadar hızlı çarptığı için patlayacaktı.

"Şey ben Şirin'i okuldan almaya geldim de, dışarıda dondurma yemek istiyoruz sorun olur mu?"

Birkaç saniye duraksadı ,sanırım bu fikri kafasında tartıyordu.

"Güzelim yanınızda birileri var mı?"

"Şirin'le birlikte okula gönderdiğin korumalar var. Bir de benim yanımda Arif var."

"Tamam bebeğim....Sizden ricam çok dikkatli olun olur mu. En ufak bir şey de hemen beni ara ve olabildiğince hızlı eve dönmenizi istiyorum."

"Ertuğrul ,eğer sorun olacaksa gitmeyebiliriz."

"Güneşim senden bir şey saklamak istemiyorum. Bu aralar işler biraz karışık."

Söyledikleri ile biraz düşündüm. Eğer böyle bir şey varsa ne kendi hayatımı ,ne de Şirin'in hayatını tehlikeye atamazdım. Dahası yanımızdaki korumaların da öyle. Onlar bizi korumak için buradaydı.Lakin kimsenin canının tehlikeye girmesini istemiyordum.

"Ertuğrul akşam gelirken bize dondurma alır mısın?"

"Seni öyle seviyorum ki, beni anlaman o kadar güzel ki güneşim. İyi ki varsın."

"Sen de, sen de iyi ki varsın. Ertuğrul......"

Ben daha cümlemi tamamlayamadan arabanın camına isabet eden kurşunla çığlık sesim arabanın içinde yankılandı. Arabanın camının patlaması ile Arif de direksiyon hakimiyetini birkaç saniyeliğine kaybetti. Ama hemen toparladı. Hızla bedenimi Şirin'in üzerine siper ettim. Yere düşen telefondan Ertuğrul'un sesi duyuluyordu, lakin ona cevap verebilecek durumda değildim. Arka cama bir kurşun daha isabet etti ve benden bir çığlık daha koptu. Arif olabildiğince arabayı hızlı kullanıyor bizi oradan çıkarmaya çalışıyordu. Rüzgar'ın kullandığı aracın içindeki korumalar camlardan adamlara ateş etmeye başladılar. Lakin bir arabada onların arkasından geliyordu. Birkaç dakika bu şekilde devam ettik. Bir süre sonra Rüzgar'ların aracının lastiği patladı sanırım. Çünkü bizi takip etmeyi bıraktılar. Ama hem yanımızda, hem de arkamızda bize ateş eden iki araba dolusu adam vardı. Kimdi bu insanlar, ne istiyorlardı bizden. İçinde bulunduğumuz aracın camları tamamen paramparça olmuştu. Arabanın gövdesi de birkaç yerden hasar almıştı. Yere düşen telefonumdan artık ses gelmiyordu. Gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Allah'ım ne olur ,ne olur yardım et. Neredesin Ertuğrul .Yetiş ne olur. Benim olduğum tarafa birkaç el daha ateş edildi. Şirin'i olabildiğince bedenimin altına almış ellerimle başını kapatmaya çalışıyordum. Birkaç dakika sonra silah sesleri arttı.

"Korkmayın bunlar bizimkiler!"

Arif'in kurduğu cümle ile dudaklarımda hüzünlü bir tebessüm belirdi. Gelmişti işte, ateşin içinden dahi olsa çekip çıkaracaktı bizi. Çok şükür Allah'ım. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Lakin bir süre sonra silah sesleri kesilmeye başladı. Arif de arabayı kenara çekti. Biz durunca arkamızdan arka arkaya birçok fren sesi duyuldu. Birkaç saniye sonra Ertuğrul'un bağırışı duyuldu.

"MİHRE, ŞİRİN...... MİHREM İYİ MİSİNİZ."

Başımı kaldırıp ona cevap veremedim bile. Tüm bedenim titriyordu. Arabadan ilk Arif indi, birkaç saniye sonra Şirin'in bulunduğu tarafın kapısı açıldı. Gözlerim gözleriyle kenetlendi. O karanlık gözlerde ilk defa böyle bir korku görüyordum. Ben de çok korkmuştum, öleceğimizi sandım. Ama geldi işte, kurtardı bizi. Şirin'in üzerinden çekilip ona alan tanıdım. Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. Ertuğrul hızla Şirin'i arabanın içerisinden çıkarıp bağrına bastı. Gözlerim onlardaydı, lakin tüm o anlar boyunca hissetmediğin bir şey hissettim. Elim karnımın alt tarafına değdi. Bakışlarımı onlardan çekip bedenime baktığımda elbisemin eteklerinin kana bulandığını gördüm. Bedenimde tarifi imkansız bir acı vardı. Vurulmuş muydum! Peki şu ana kadar ne için hiç acı hissetmemiştim. Aslında nedeni açıktı tüm o anlar boyunca beynimin, kalbimin odaklandığı tek bir şey vardı, yanımdaki küçük bedeni korumak. Gözlerim tekrar onları buldu.

"E Ertuğrul..."

Sesimde engelleyemediğim bir acı vardı. Sesim kısık çıksa bile siyah gözleri beni buldu. Bal rengi gözlerimde sadece acı vardı. Çünkü canım çok yanıyordu. Göz bebekleri titreşti. Ne olduğunu anlayamadı. Şu an yaramın olduğu yer onun bulunduğu noktadan görünmüyordu.

"Güneşim!"

Şirin'i Poyraz'ın kucağına verip bana doğru birkaç adım yaklaştı. Nefeslerim sıklaşmıştı. Bakışları gözlerimden yavaş yavaş bedenime kaydı. En son yaramın olduğu noktada durdu. Dudakları açılıp kapandı. Neydi o gözlerdeki... Acı, çaresizlik ,endişe ,korku öyle çok duygu vardı ki o karanlık gözlerde. Bu duyguları görmeye henüz hazır değildim. Gözlerimi daha fazla açık tutamadım. Bedenimi karanlığa bıraktım. Son hatırladığım şey Ertuğrul'un adımı haykıran sesiydi. Gözlerimi açmak istesem bile buna gücüm yetmedi. Bedenimin havalandığını hissettim. Kulaklarımda acı sesi vardı. Beynim o sesi algılamasa da, ona cevap verecek takati kendinde bulamasa da, sesi yüreğimde yankı yapıyordu. Kalbim sesinin tınısını her hissettiğinde yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu.

"Dayan güneşim... Yalvarırım dayan. Ne olur bırakma beni. Bırakma güneşim. Sen gidersen ben karanlıkta kaybolurum."

Ona cevap vermek için tüm ömrümü verirdim. Çünkü ağlıyordu. Bu adam ağlamamalıydı. Keşke hep gülseydi. O kadar güzel gülüyordu ki oysa. Belki bu yüzdendi bu kadar güzel oluşu. Çok nadir gülüyordu. Sanırım beni bir arabaya bindirdi. Hala bedeninin sıcaklığını hissediyordum. Bir süre sonra araba hareket etti, gözlerimi açmak için kendimi zorladım. Siyah gözleri dolmuştu... Karanlık geceleri andıran gözlerinden bir damla yaş benim göz pınarlarıma damladı. Elleri saçlarımı okşuyordu. Onun ellerinde de tıpkı benimkiler de olduğu gibi benim kanım vardı.

"Er....Ertuğrul!"

Sesim ile bakışları yüzümü taradı.

"Dayan güneşim........ Bak geldik az kaldı.... İyi olacaksın."

"Seni.... seni seviyorum."

Elimi kaldırıp yüzünü okşamak istedim. Lakin buna da gücüm yetmedi. Elim hafif havalansa da tenine dokunamadan tekrar kucağıma düştü. Düşen ellerimi avuçlayıp kendi yanağına yerleştirdi. Hissettiğim acıya rağmen dudaklarım kıvrıldı. Ona dokunmak o kadar güzeldi ki... Ölümün kıyısındayken bile çok güzeldi.

"Ben de bebeğim... Ben de seni çok seviyorum... Dayan ne olur bizim için dayan."

"Şirin?

"Iyi... o çok iyi. Hiç merak etme. Sen de iyi olacaksın. Bak geldik. Hastaneye geldik. Seni iyi edecekler."

Sesinde öyle bir çaresizlik vardı ki. Var olan tüm gücümü kullanmak istedim. Gözlerimi açık tutabilmek için çabalayabileceğim kadar çabaladım. Onu böyle görmeye alışık değildim. O hep güçlü, mağrur ,dik duruşlu biriydi. Böyle bir çaresizlik onun sesinde, yüzünde, bedeninde olmaması gereken bir şeydi. Gel gör ki bu lanet olasıca acı ,alışık olduğum bir şey değildi. Nefeslerim biraz daha sıklaştı. Bedenim üşüyordu. Sanki vücudumdaki tüm kan çekilmiş gibiydi. Hatta gibisi fazla, vurulduğumu ilk anladığım anda bile üzerimdeki elbisenin bir çoğu kanla kaplıydı. Sanırım ilk ateş edildiğinde vurulmuştum. Ama o an bunun farkına bile varamamıştım. Şimdiye dek epey bir kan kaybetmiş olmalıydım.

"Üş...Üşüyorum."

Bedenimi kendine biraz daha yasladı. Kollarıyla olabildiğince sarmaya çalıştı.

"Az kaldı güneşim..... Biraz daha dayan. İyi olacaksın. Yalvarırım benden gitme."

Ben senden nasıl giderim ki ,insan evinden nasıl gidebilir. Ama bunu ona söyleyemedim. Daha fazla dayanamadım. Gözlerimi karanlığa kapadım. Durmadan adımı zikrediyordu. Gözlerimi açmam için bana yalvarıyordu. Lakin gözlerimi açabilecek takatim yoktu. Eğer toz zerresi kadar gücüm olsa bunu yapardım. Birkaç dakika içerisinde araç fren yaptı. Ani freninin etkisiyle benimle birlikte bedeni ileri atılmış olacak ki kolları sarsılmayayım diye bedenimi biraz daha sıktı. Birkaç saniye içerisinde birinin yardımı ile araçtan indik. Sedye isteyen sesi doldu kulaklarıma. Kısa bir süre sonra bedenim bir yere yatırıldı. Avucumun arasında sıcak elini hissediyordum. Üşüyen bedenime rağmen elleri sıcacıktı. Gözlerimi aralayıp ona bakmak istedim ama o da olmadı. Kısa bir süre sonra avuçlarımdaki eli benden uzaklaştı. Ruhumun derinliklerinde korkunç bir duygu peyda oldu. Dehşet vericiydi. O kadar çok korktum ki ,ben hayatımda bu kadar korktuğumu hatırlamadım. Keşke elleri ellerimi sarmaya devam etseydi. Ayırmışlardı bizi... Kısa bir süre sonra yarı açık olan bilincim de kapandı. Sonrası yoktu ,sonrası karanlıktı. Bana ne yaptılar, veyahut ne yapacaklardı, bundan sonrası var mıydı. Bizim bir sonumuz var mıydı bilmiyorum. Ertuğrul ,Şirin, babaannem ,arkadaşlarım, dostlarım onları bir daha görebilecek miydin. Allah'ım ne olur bana biçtiğin ömür bu kadar olmasın. Hayatımda ilk defa birini bu kadar çok sevdim. İlk defa kendimi güvende hissettim. İlk defa birine koşulsuz şartsız güvendim, ona sığındım. Yalvarırım bizi birbirimize bağışla. Ne Olur Allah'ım. Bizim sevdamız böyle son bulmayı hak etmiyor. Beynimin içinde dolaşan tonlarca düşünceye, kalbimde oluşan bu büyük korkuya rağmen bedenim kendini karanlığa bıraktı. Aklımda ise tek bir isim vardı... Sevdiğim aşık olduğum adamın ismi. Ertuğrul.....

Bölüm : 15.04.2025 23:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...