48. Bölüm

48. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

ERTUĞRUL ARSLANLI

 

Doktorların onu ameliyathaneye götürmesi ile ellerimiz ayrıldı. Şimdi yalnızdı. Yanında değildim. Korkuyor muydu. Korkmasın, burdayım ben. Allahın ne olur ona bir şey olmasın. Koridor başından gelen sesler ile bakışlarım oraya döndü. Bizimkiler bana doğru geliyordu. Yanlarında arkadaşları Çiçek ve Nazlı'da vardı. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarını ıslatmıştı. İkiside perişan haldeydi. Hepsinin meraklı gözleri beni buldu.

"Mihre..... kardeşim nerde? İyi mi o?"

"Ertuğrul bey kardeşimiz iyi mi? Ne olur bir şey söyleyin."

Bakışlarımı kaçırdım.

"Bben bilmiyorum. İçeri aldılar."

Babaannem gelip karşımda durdu. Beni bağrına basması ile küçük bir çocuk gibi sığındım.

"Babaanne iyi olsun ne olur. İyi olması gerek... yakarım bu şehri babaanne. Ahtım olsun ona bir şey olursa yakarım."

"Sakin ol. O çok güçlü biri. Elbet iyi olacak. Sizi bırakmaz."

Geri çekildiğinde siyah gözlerim benimkilerin benzerine kaydı. Sanki aynadaki yansımamdı bu gözler.

"Ertuğrul!"

Bakışlarım bu defa ablama kaydı. Gözümden akan yaşa engel olamadım.

"Koruyamadım abla. Gözümden sakındığımı koruyamadım. "

Gelip o da bana sarıldı. Ellerim onu sardı. Yüreğim yangın yeriydi.

"Ertuğrul sakinleş. O iyi olacak."

Bakışlarım Poyraz'a kaydı.

"Olacak tabi. Yengem hepinizden daha güçlü."

Çınar şakayla karışık ses tonu ile konuşsada sesindeki hüznü hepimiz seziyorduk.

"Hem daha yeni kavuştunuz. Bırakmaz seni abi."

Son olarak Umay konuştu. Hepsinde gezindi gözlerim. En son yan yana duran iki kızda durdu. İkiside ağlıyordu. Belliki aralarındaki bağ çok kuvvetliydi.

"Ben.... sizi nasıl teselli edebilirim bilmiyorum. Onu korumak benim görevimdi. Ama yapamadım.

"Kendini suçlama. Senin yapabileceğin bir şey olsa eminim yapardın."

Dedi Nazlı. Sesinde hüzün ,gözlerinde yaş vardı.

"Ayrıca uyandığında kendini suçladığını duyarsa çok kızar benden söylemesi."

Çiçek'in çocukça söylediği şey ile dudaklarımda hüzünlü bir tebessüm oluştu.

"Sen söylemezsen duymaz."

"Bu dediğini münasip bir zamanda hatırlarsan iyi edersin enişte bey!"

Başımı tamam anlamında salladım. Sırtımı duvara dayayıp beklemeye başladım. İçeri alınalı neredeyse iki saat olmuştu. Ama hala çıkan yoktu, çıkanlarda beklememizi söyleyip gidiyordu. Bir saat önce Arif gelmişti. Şirin'i eve bırakmış Ayşe teyzeye teslim etmişti. Babaannemi zor bela ikna edip yanına göndermiştim. Kimbilir nasıl korkmuştur. Şimdi ise Çınar yanına oturan Nazlı'nın omzuna ceketini bırakmıştı. Nazlı başını yerden kaldırıp ona bakmış sonrada sesli bir şekilde burnunu çekip ağlamaya başlamıştı. Çınar ellerini yanaklarına koyup akan yaşları silmeye çalıştı. Sonrada kollarını ona doladı. Arif ise geldiği andan beri Çiçek'i bağrına basmış. Bir an bile durmadan saçlarını okşayıp onu sakinleştirmeye çalışmıştı. Umay ve Ayla yan yana oturmuş sakince oturuyordu. Hissettiğim gölge ile bakışlarımı yanımda duran adama çevirdim.

"İyi misin?"

"Göründüğüm gibiyim."

"Sen hiçbir zaman göründüğün kadar değilsindir Ertuğrul. "

Haklıydı. İçimde öyle bir tufan kopuyordu ki. Bunu yapan piçlerin ecdadını yeryüzünden silecektim.

"Yapanı buldunuz mu?"

"Adamlar arıyor. Bulunması yakındır."

"Kim... sence kim."

"Aklındaki ismi söylememi bekliyorsun."

Başımı evet anlamında salladım.

"Mert piçi... buna ondan başkası cesaret edemez. Heleki yapılan sevkiyattan sonra."

"Poyraz!"

Kahve gözleri siyah gözlerimin içindekini görmek için baktı.

"Herkesi topla. Toplantıya katılmayanları sileceğimi bildir. O itin kellesini istiyorum. "

Başını tamam anlamında salladı. Omzuma konan el ile başımı diğer tarafa çevirdim. Çınar karanlık bakışlar ile bana bakıyordu. O karanlığı biliyordum. O göründüğü gibi biri değildi. Şüphesiz aramızdaki en tehlikeli kişiydi. Çünkü kafasında ne döndüğünü asla bilemezdiniz. Size gülüp iki dakika sonra kıyamet koparabilirdi. Yada yanınızda küçük bir çocuk gibi ağlayıp hemen ardından vahşice adam öldürebilirdi.

"Yanındayız sen ne istersen her zaman."

"O bizimde kardeşimiz. Ve onun canına zarar verenin canını almak boynumuzun borcu."

İkisininde bana destek çıkması ile minnet dolu bakışlarım üzerlerinde gezindi. Ameliyathane kapılarının açılması ile hızla oraya koştum.

"Mihre Kara!"

"Durumu nasıl?"

"Durumu şimdilik iyi merak etmeyin. Kurşunu çıkardık. Kurşun bedene girerken atar damarlardan birini parçalamıştı. Çok kan kaybetmişti. Damarı onardık. Sabaha kendine gelir diye umud ediyoruz. Geçmiş olsun."

Doktorun söyledikleri ile derin bir soluk alıp verdim. Çok şükür allahım. Çok şükür. Poyraz kollarını bana sarınca bende ona karşılık verdim. Herkesten şükür nidaları yükseliyordu. Kızlar bu defada mutluluktan ağlıyordu. Ayla beklemeden babaannemi arayıp güzel haberi verdi. Poyraz'ın telefonu çalınca kısa bir süre uzaklaştı. Karşı tarafı dinledikten sonra bakışları beni buldu. Anlamam gerekeni anladım.

"Abla!"

Ayla telefon konuşmasını bitirip bana döndü.

"Bizim biraz işimiz var. Onu size emanet ediyorum. Merak etmeyin korumalar burda."

"Nereye gidiyorsun. Ya uyanır......"

"O uyanmadan dönmüş olucam."

Daha fazla konuşmadım. Ben çıkışa yönelince Poyraz, Çınar ve Arif'te peşimden gelmeye başladı. Koridorda Kenan ve Rüzgar'ı görünce onlara dikkatli olmalarını söyledim. Arabaya geldiğimde hafif yağmur çiseliyordu. Bahar aylarındaydık. Ama sanki bu gün gök yüzü ona ağlıyordu. Sanki bulutlar güneşimin canının yandığının farkındaydı. Sana söz güneşim senin canını yakanları canından edicem. Ayağımı gazdan biran olsun çekmemiştim. Diğerleride hemen hemen aynı hızda arkamdan geliyordu. İstanbul trafiğinde dört araba arka arkaya son sürat ilerliyordu. Uzaktan görenler yarış yaptığımız izlenimine kapılıyordu. Toplantının yapılacağı noktaya vardığımızda ani fren ile araba otelin kapısında durdu. Otel bizimdi. Burada sıradan müşteriler ağırlanmazdı. Burda yapılan davetler, kalan insanlar hep üst düzey nüfüza sahip kişilerdi. Bu gece ise boştu. İçeriye sadece toplantıya katılacak olan bir kaç ailenin temsilcisi vardı. Bu aileler ülkede yasa dışı yapılan hemen her işin başındaki ailelerdi. Ve bunların arasında en güçlülerden biri bendim. Özellikle yanımda duran iki kardeşimin desteği ile bir çoğuna kafa tutuyordum. Onların giremeyeceği bir çok işi üçümüz birlikte bitiriyorduk. E bu durum bir çoğunun gözünü korkutuyordu. Çünkü bu bizi yenilmesi zor bir hale getiriyordu. Bükemeyecekleri bileği ya öpeceklerdi, ya kıracaklardı. Ama bu gece bir çoğundan istediğim şey ilkiydi. Kendimden emin adımlarım toplantının yapılacağı salona girdiğinde hepsi masanın etrafında toplanmıştı. Biz girince bakışları bizi buldu. Ben kendi koltuğuma kurulunca Çınar ve Poyraz'da kendi yerlerine geçtiler. Arif hemen arkamda tetikte bekliyordu.

"Hayırdır Arslanlı bu salona ne zamandan beri koruma ile giriyorsun?"

"Kadınıma ve kanımdan olana bu salondakiler tarafından kurşun sıkıldığından beri Denktaş!"

Sesimin sertliği ile ortamda sessizlik oluştu. Bir kaç göz anlamaz ifadeler ile bana baktı.

"Ne demek istiyorsun?"

Şahin beyin sorusu ile gözlerim onu buldu. Varisi olan oğlu Tufan hemen yanı başındaydı. Ama oy hakkı yoktu.

"Mert Keskin! ..... Bu gün müstakbel karıma ve yeğenime suikast düzenledi."

Kaşları çatıldı. Gözlerim hepsinin üzerinde gezindi.

"Ben bu güne kadar kadına, çocuğa dokunmadım. Bir başkasının dokunmasına izin vermedim. ŞİMDİ SOYSUZUN BİRİ GELİP BENİM OLANA DOKUNMAYA KALKIYOR YAŞAMASINA İZİN VERİR MİYİM."

"Sakin ol Arslanlı. Bizden ne istiyorsun?"

Konuşan bu defa kaçakçılık işini yapan Semih'ti.

"O iti istiyorum. Ona yardım eden herkesin kellesini istiyorum. "

"Böyle bir şey savaşa sebep olur."

Karanlık bakışlarım Tufan'ın gözlerini buldu.

"O savaş çoktan başladı. Sizin yapacağınız hangi tarafta olacağınızı belirlemek."

"Ertuğrul böyle bir şeye müsade edemeyiz."

"Sizden müsade isteyen olmadı zaten. Ben sadece olacaklar için sizi haberdar ediyorum. Olurda yanlış tarafta karşıma çıkmayın diye."

"Sen bizi tehdit mi ediyorsun. "

Ortaya atılan İsmet denen piç ile yerimden sakince kalktım. Çünkü Mert denen itin yakın dostuydu. En az onun kadar şerefsizdi.

"Benim birini tehdit ettiğimi ne zaman gördün İsmet...."

"Kadınların çocukların bu işlere bulaştırılmasına bizde karşıyız ama böyle bir savaş hepimizi zararlı çıkarır."

"Öyle mi Tufan Giray. Ne yapayım kadınımın akan kanını unutup sineye mi çekeyim. Sen çektin mi. Söylesene yıllardır tüm dünyada kimi arıyorsun.... ya sen Şahin bey. Sen vazgeçtin mi intikamından. İstanbul sokaklarına astığın adamı ne çabuk unuttun. Bundan böyle kimse benden merhamet beklemesin...."

Daha fazla kalmadım. Ben arkamı dönünce Poyraz ve Çınar'da kalktı.

"Sizde mi bu delinin aklına uyuyorsunuz?"

İsmet denen deyyus bu defa onlara sıçramıştı.

"O deliyi siz akıllılara değişmeyiz daha öğrenemedin mi?"

Bunu diyen Çınar'dı. Hemen ardından Poyraz konuştu.

"Ayrıca akan kan kardeşimin kanı. Senide o seslendirdiğin piçi de bu dünyadan silmeme az kaldı. Bekle.... Sen sadece bekle... önce o sik kırığı. Sonra sıra sanada gelecek."

Sözlerinin ardından adımları arkamdan gelmişti. Böyle kardeşlere sahip olduğum için çok şanslıydım. Arabanın yanına geldiğimde Arif gözlerimin içine baktı.

"O piçi bulun Arif. Yerin dibine girse kazıp çıkarın ama karşıma getirin."

Başını tamam anlamında salladı. Ben arabaya bindiğimde o telefona sarılmıştı. Saat epey geç olmuştu. Arabayı hastaneye sürdüm. Güneşim ne olur uyan.

Araba hastanenin önünde durduğunda hızlı adımlarla onun katına çıktım. Kızlar koridorda bıraktığım gibi duruyordu. Ablamın yanına gittiğimde gözleri beni buldu. Diğerleride koridorun başında göründü.

"Bir gelişme var mı?"

"Yok. Beklemeye devam ediyoruz."

Başımı tamam anlamında salladım.

"Ertuğrul nereye gittiniz."

"Bunu yapanı bulmaya."

"Nerede"

"Masayı topladık."

Benim yerime Çınar cevap verdi. Çünkü hiçbir soruya cevap verecek takatimin kalmadığını farkındalardı.

"Ve?"

Bu defa konuşan Umay oldu.

"Ertuğrul masadakileri tehdit etti. Ya yanımda olursunuz ya karşımda dedi."

Poyraz'ın sesi ile kızlarda pür dikkat bizi dinliyordu. Ayla elini omzuma koydu.

"Yanındayım. Her zaman."

Söyledikleri ile şaşkınlıkla ona baktım. Normalde hep sakin olmamı isterdi.

"Ayla sakin ol demeyecek misin!"

Diğerleride benim gibi şaşırmış olacak ki Poyraz sordu.

"O eskidendi. Kardeşimin kanı akmadan canımın canı böyle yanmadan önceydi..... yak Ertuğrul. Eğer aileni korumak için bu şehri yakman gerekiyorsa yak."

Hızla ona sarıldım. Yapacaktım. Gerekirse onları korumak için yakıp yıkacak ama bir daha onlara zarar gelmesine izin vermeyecektim. Odadan çıkan doktor ile oraya döndük. Adam hepimizin bakışlarından rahatsız olmuş olacak ki yerinde rahatsızca kıpırdandı.

"Hastayı normal odaya alıcaz. Yanına girebilirsiniz."

Adamın dedikleri ile göğsümdeki ağırlık kalktı. Nihayet onu görebilecektim. Bir kaç saat içinde başka bir odaya alınmıştı. Şimdi hepimiz odada uyanmasını bekliyorduk. Gözlerim üzerindeydi. En ufak hareketini kaçırmak istemiyordum. Sanki çok yorulmuşta dinleniyor gibiydi. Kirpiklerinin hareket edişi ile hızla ona ilerledim. Kaşları çatıldı. Elini avuçlarımın arasına aldım. Bir elim saçlarına gitti. Gözlerini açmadan dudaklarından adım çıktı.

"Ertuğrul!"

Sesi öyle kısık çıkıyordu ki. Duymak çok zordu.

"Güneşim..."

Göz kapakları usulca açıldı. Bal rengi gözlerinde anlamsız duygular peyda oldu. Sonrasında endişe. Gözleri beni bulunca parladı. Göz kapakları açılıp kapandı. Gözünden şakağına doğru bir damla yaş süzüldü.

"Şşşş ağlama Güneşim... ağlama ömrüm.."

Elimle akan yaşları silmeye çalıştım.

"Çok korktum."

"Korkma bebeğim.... bak yanındayım."

"Gitme tamam mı!"

"Asla... Asla gitmem."

Elinin üzerine dudaklarımı bastırdım. Saçlarını okşadım. Kısa bir süre sonra tekrar uyuya kaldı. Sanırım hala narkozun etkisindeydi. Olsun ben onu beklerim. Yeterki o iyi olsun. Uyanacağını bileyim yeter ki. Ben hep beklerim. Gerekirse bir ömür sürsün. Bakışlarımı diğerlerine çevirdim.

"Hadi siz gidin. Ben burdayım. Bir şey olursa ararım."

"Olmaz... gitmem ben"

İlk itiraz eden Çiçek oldu. Onu takip eden ise Nazlı.

"Bende."

Bakışlarımı Çınar ve Arif'e çevirdim.

"Nazlı gel ben seni eve götüreyim. Burada yapabileceğin bir şey yok."

"Olsun ben yinede bekliycem."

"Mihre iyi bak. Sabah seni yine getiririm."

"Ama...."

"Uyandığında sizi böyle görmesini istemezsiniz değil mi?"

Bakışlarını ilk yataktaki kadına çevirdi. Sonrada başını tamam anlamında salladı. Yerinden kalkıp kapıya yöneldiğinde minnetle Çınar'a baktım.

"Çiçeğim!"

"Arif olmaz..... Ne olur, kalmak istiyorum. Hem belki bir ihtiyacı olur."

"Ama çiçeğim bak abim burda kalacak. Hem belki onlar yalnız kalmak ister."

Dediği ile kaşlarım çatık şekilde ona baktım. Çiçek'teki gözleri çekingenlikle bana kaydı. Hey allahım ya. Çiçek'te bunu kafasında tartmış sonrada mantıklı olduğunu düşünüp ayaklanmıştı. Onlar gidince Umay ve Ayla'yı Poyraz ile eve göndermiştim. Yataktaki kadından tekrar cılız bir ses çıktı.

"Ertuğrul!"

"Güneşim."

Gözleri etrafta gezindi.

"Herkes nerde?"

"Onları eve gönderdim. "

Elim benden bağımsız saçlarına gitti.

"İyi yapmışsın."

Gözleri yüzümde gezindi.

"Yorgun görünüyorsun?"

"Sen uyanana kadar öyleydim."

Bedenini kenara çekmeye çalıştı.

"Yanıma gel."

"Olmaz bebeğim. Hadi uyu sen."

"Senin kollarında uyumak istiyorum gel işte..."

Başımı her iki yana salladım. Dudaklarım kıvrılmıştı. Onu daha fazla uğraştırmak istemedim. Çünkü buna benimde ihtiyacım vardı. Geçip yanına uzandım. Başını hemen göğsüme koydu. Kollarımı bedenine sardım.

"Biliyor musun çok korktum.... korktuğum ölüm değildi."

Başını kaldırıp yüzüme baktı.

"Seni daha yeni bulmuşken kaybetmekten öyle korktum ki. Bizim sevgimiz daha yaşanmadı allahım bize şans ver diye Allaha yakardım ama sesim çıkmadı..... ağlayan sesini.... Bana seslenişini duyuyordum. Ama sana karşılık vermeye gücüm yetmedi."

Gözleri dolmuştu. İçim acıdı. Kollarımı sıkılaştırdım.

"Döndün ya bana... geri kalan hiç bir şeyin önemi yok... seni öyle seviyorum ki güneşim. Beni karanlığa bırakmadığın için minnettarım. "

"Bende seni seviyorum. Hemde çok."

Saçlarına dudaklarımı bastırdım.

Ellerim saçlarında gezindi. Bir süre sonra düzenli nefeslerini hissettim. Bende kendimi uykunun kollarına bıraktım......

Bölüm : 16.04.2025 22:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...