56. Bölüm

56. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

POYRAZ SÜVARİOĞLU

 

 

Günlerdir İtalyanlarla yapacağımız iş görüşmesi üzerinde çalışıyordum. Öyle ki artık evime uğramaz olmuştum. Neredeyse Çınar'ın aklı bir karış havadaydı. Şimdilerde var olan tüm dikkatti de Nazlı'nın üzerindeydi. Yalnız, helal olsundu adama; iki günde âşık olmuş, sonra da kızı kendine âşık etmek için elinden ne geliyorsa yapıyordu. Ertuğrul ise zaten bambaşka bir kafadaydı. Onun odak noktası diğer işlerdi; karanlık işler. Ertuğrul çoğunlukla illegal işlerimizle uğraşıyordu. Gerektiğinde bize gerekli talimatları veriyor, ne yapacağımızı söylüyordu. Ortakları olarak biz, her konuda her alanda onun yanında durmaya çaba gösteriyorduk.

Bir hafta önce, Uluslararası İlişkiler Departmanı’ndaki müdürü işten çıkarmıştım. Çünkü kendi zimmetine para geçirdiğini fark etmiştik. Aslında onun cezası bana göre sadece işten çıkarılma değildi. Ama işte, Ertuğrul çaldığı paranın çok küçük bir meblağ olduğunu, bu yüzden de sadece iş hayatında değil başka hiçbir yerde tutunamayacağı şekilde referans mektupları yazmamız gerektiğini söylemişti. Hoş, bu bir nevi onu intihara sürüklemekti.

Şimdi ise masada oturmuş, ön elemeyi geçmiş olan dört kişiyle birebir görüşecektim. Bunlardan ikisi şimdi, ikisi öğleden sonra gelecekti. Bu iş görüşmeleri kısmını hiç sevmiyordum. İnsanlara gerekli gereksiz bir sürü soru soruyor, bizimle çalışmaya uygun olup olmadıklarını anlamaya çalışıyordum. Ertuğrul bu konuda olabildiğince titiz davranmamızı söylüyordu. Hoş, bir yerde de haklıydı. Şirketlerde, otellerde, birçok mekânda birçok defa şirketlere sızmış olan köstebekler yakalamıştık. Hepsi de bir şekilde bize zarar vermek için çabalıyordu; düşmanlarımızla iş birliği içerisindeydi. Masada çalan telefonun sesiyle daldığım düşüncelerden çıktım.

— Poyraz Bey, iş görüşmesi için ilk adayımız geldi.

— Tamam, içeri alın.

Bu kadının da iyiden iyiye suyu ısınmıştı. Geçen haftalardaki küçük yakınlaşmadan sonra kendini hayatımda bir yer edinebileceğine inandırmıştı. Bu şekilde devam ederse işinden olacaktı.

Birkaç dakika sonra kapı çalındı. Uzun boylu, sarışın bir bayan içeri girdi. Kadının üzerindeki beyaz gömleğin ilk birkaç düğmesi açıktı. Uzun boylu, beyaz gerdanı gözler önündeydi. Dudaklarım belli belirsiz kıvrıldı. Anlaşılan birileri dikkatimi başka yöne çekmeye çalışıyordu. Başarısız olduğunu da söyleyemezdim. Uzun, süt beyaz bacakları, hafif dalgalı sarı saçları, kırmızıya boyadığı dolgun dudakları gerçekten dikkat çekiciydi. Ama neyse ki iş alımlarını sadece dış görünüşe göre yapmıyorduk. Öyle değil mi?

Umarım bu iyi görüntünün bir de zeka kısmı vardır. Elimle önümdeki koltuğu işaret ettim. Kadın, mini eteğinin el verdiğince bir manken edasıyla yürüyüp karşımda oturdu. Bacak bacak üstüne atmasıyla üzerindeki etek yukarı çekildi. Zaten mini olan etek, şimdilerde bir taraflarını zar zor kapatıyordu.

Önüme konulan dosyasını incelemeye başladım. Bundan önce birkaç küçük şirkette uluslararası ilişkiler departmanında yönetici asistanlığı yapmıştı. Mezun olduğu okulda ise herhangi bir derece veya kayda değer bir başarısı yoktu. Eğitimini İstanbul'da özel bir üniversitede tamamlamıştı. Kısacası baba parasıyla bir yerlere gelmişti. Ama sanırım istediği noktada olmayacak ki, şimdi olmak istediği yere bedeniyle gelmeye çalışan bir kadındı.

Bakışlarımı ona çevirdim. Kışkırtıcı bir gülümsemeyle yüzüme bakıyordu.

— Evet Meltem Hanım, sizi dinliyorum.

— Aslında söylenecek bir şey yok. İş hayatımla alakalı her şey önünüzdeki dosyada mevcut.

— Haklısınız, iş hayatınızla alakalı her şey bu dosyada mevcut. Lakin dosyada mevcut olanlar Arslanlı Grup Holding ve Süvarioğlu Holding'de işe başlamanız için yeterli değil.

— İşi almam için yeterli olacak başka şeyler de biliyorum.

Kadının alt dudağına dişlerini geçirmesiyle dudaklarım kıvrıldı. Ne kastettiğini elbette anlamıştım. İstediğini bu şekilde elde edebileceğini düşünmesi gerçekten aptalcaydı. Hele ki benim sadece uçkuru ile düşünen bir adam olduğumu düşünmesi acınasıydı.

— Dosyanızda yazmayan yeteneklerinizin şirketimize pek bir yararı olacağını düşünmüyorum. Her neyse, görüşmemizi burada sonlandıralım. Biz sizi ararız.

— Nasıl? Anlamadım.

— Anlaşılmayacak bir şey yok. Görüşme talebiniz olumlu veya olumsuz sonuçlandığında mutlaka size geri dönüş yapılacaktır. Şimdi izninizle, bir sonraki aday ile görüşeceğim.

Elimle kapıyı işaret ettim. Kadın bu söylediklerime sinirlenmiş olacak ki topuklarını yere vura vura dışarı çıktı. Ardından da kapıyı sert bir şekilde çarptı. Anlaşılan, istediğini almaya alışkın bir kadındı. Ama bu hayatta istediğimiz her şeyi elde edemiyorduk, öyle değil mi?

Telefonu elime alıp asistanı aradım. Sıradaki adayı içeri almasını söyledim. Birkaç dakika sonra kapı çalındı. Onay vermemle yavaşça açıldı. Önümdeki dosyadaki bakışlarımı yavaşça kaldırdığımda görmeyi beklediğim kesinlikle bu değildi. Bu küçük kadının burada ne işi vardı? Şaka falan mıydı bu? Şayet şakaysa, hiç komik değildi. Derken, onun da suratındaki ifadeden en az benim kadar şaşkın olduğu görülüyordu. Dudakları bir balık gibi açılıp kapandı. Kapının önünde, eli kapı kolunda öylece duruyordu. Bir şey söylemem gerektiğini anlayıp boğazımı hafifçe temizledim.

— Sen?

— İş görüşmesi için gelmiştim aslında.

Elimle önümdeki koltuğu gösterdim.

— Geç, lütfen otur.

Kahverengi saçlarının uçları hafif kıvrılmıştı. Yüzünde sade bir makyaj vardı. Volümlü kirpikleri yukarı doğru kıvrılmıştı. Bu görüşmeyi beklemiyor olacak ki göz kapaklarını hızlı hızlı kırpıp duruyordu. Üzerinde koyu mavi bir gömlek vardı. Altına da gri renkli, bol bir pantolon giymişti. Pantolonun paçaları yerlere kadar uzanıyordu. Ayağında yüksek ihtimalle bir karış kadar topuklu ayakkabı vardı ve buna rağmen boyu hâlâ kısacık duruyordu. Elindeki çantayı yavaşça yanına koydu. Bacak bacak üstüne atıp yönünü bana çevirdi. Üzerindeki ilk şaşkınlığı atmış olacak ki meydan okuyan bakışlarını bana çevirdi.

— Ne desem bilemedim. Seni gördüğüme gerçekten şaşırdım.

— Sizi anlıyorum. Ben de iş başvurusu yaptığımda buranın size ait olduğunu bilmiyordum.

— Bilsen?

— Şayet bilseydim gelmezdim.

— İşe ihtiyacın var. Bizim de bu alanda işinin ehli olan birine. Neden gelmezdin?

— Sizinle bu konuda tartışmak istemiyorum. Konuyu kapatabilir miyiz?

Dediğiyle dudaklarım hafif kıvrılsa da yüzümdeki tebessümü ondan gizlemeye çalıştım. Önümdeki dosyanın kapağını açıp incelemeye başladım. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde bölümünü birincilikle bitirmişti. Türkiye'de ve yurt dışında 3 farklı şirkette uluslararası ilişkiler departmanında müdür olarak çalışmıştı. Stajyerliği boyunca birçok övgü mektubu almış, okulunu da ayrıca burslu olarak tamamlamıştı. Ayrıldığı iş yerlerinden her defasında kendisi istifa etmişti. Özel hayatı kısmında ise sadece yurtta büyüdüğüne ilişkin bir not bırakılmıştı, o kadar.

— CV’n gerçekten güzel. Peki, söyler misin? Seni niye işe alayım?

— Önünüzdeki CV’min yeterli olacağını düşünüyorum. Ama siz öyle düşünmüyorsanız, bu sizin kaybınız olur. Eminim, dört farklı dil bilen, okulunu birincilikle tamamlamış, yurt dışında ve yurt içinde birçok iyi şirkette üst düzey yönetici olarak çalışmış birini işe alacak birileri vardır. İzninizle.

Ben daha bir şey söyleyemeden ayağa kalkıp çantasını aldı. Elini önümdeki dosyaya uzatmıştı ki dosyayı ondan önce geri çektim.

"Dosyanıza öfke problemleriniz olduğunu eklemeyi unutmuşsunuz sanırım."

"Benim öfke problemlerim yok."

Bunu söylerken bile kahverengi gözlerinde şimşekler çakıyordu. Şayet şu anda bir iş görüşmesinde onun patronu olarak bu odada bulunmasaydım, çoktan üzerime atlamış olurdu. Bunu o gözlerden görebiliyordum.

"Sakin olmanı tavsiye ederim Gamze Yıldız. Çünkü şu an potansiyel patronunla konuşuyorsun."

"Belki de burası bana uygun bir yer değildir. Dosya sende kalsın," dedi ve kapıya doğru ilerledi.

"Sizinle çalışmak bizim için de şereftir, Gamze Hanım."

Sözümle eli kapının kolunda kaldı, bakışlarını bana çevirdi.

"Anlamadım?"

"Anlaşılmayacak bir şey yok. Dışarıdaki sorunlarımı işime yansıtan bir insan değilim. Sizin tam aksinize. Dışarıdaki hayatımızda iyi anlaşamıyor olabiliriz. Lakin buraya ilk girdiğinizde söylediğiniz gibi, sizi işe almam için dosyanızdaki bilgiler yeterli."

"Benimle çalışmak mı istiyorsun?"

"Şayet sen de istiyorsan."

Birkaç saniye duraksadım, sonra masanın arkasından onun yanına doğru yavaş adımlarla ilerledim.

"Gamze, bak... Çok güzel bir karşılaşmamız olmadığının farkındayım. Söylediklerimle seni incittiğimin, hatta eşeklik ettiğimin de farkındayım. Ve gerçekten çok özür dilerim. Haksızdım. Ama sen de kabul et, sen de benim gibi ön yargılıydın. Daha beni görmeden, sadece sesimi duyarak ağzına geleni saydırmıştın."

Son söylediğimle dudakları kıvrıldı. Gülüşünü benden gizlemek için başını yana çevirdi, lakin ben bunu görmüştüm. Elimi ona doğru uzattım.

"Yeniden başlayalım mı?"

Küçük elini avuçlarıma koydu. Gözlerini kaldırıp yüzüme baktı. O her zamanki öfke kıvılcımları yoktu. Hani bazı insanlar gözleriyle gülerler ya, bu kadın da onlardan biriydi. Kahverengi gözlerinde gülümserken öyle hareler oluşuyordu ki, sanki şu an burada bir kıvılcım çaksa ikimiz de alev alacak gibiydik. Gözleri çok farklıydı. Hemen kendimi toparladım.

Lanet olsun, ne düşünüyorum ben böyle? Bana ne kadının gözlerinden... Zaten kısacık boyu var, türlü türlü huyu var. İki dakika bile kavga etmeden duramıyor: Hırçın, inatçı, kavgacı, dik başlı. Kısacası, bir kadında sevmediğim ne kadar özellik varsa hepsine sahip.

"O zaman hayırlı olsun diyelim mi?"

"Diyelim... Ve teşekkür ederim, özür dilediğin için."

"O zaman ben asistanıma haber veriyorum, girişini yapsınlar. Pazartesi işe başlarsın."

Başını 'tamam' anlamında salladı, sonra da "Hoşça kal," deyip dışarı çıktı. Dışarı çıkarken arkasından niye o kadar uzun süre baktığımı ben de anlamadım. Şu an fark ediyordum ki, odaya girdiği andan beri kokusu tüm odayı sarmıştı. Ne kokuyordu bu kadın böyle? Kokusunu tarif etmek imkansızdı; bir tür kır çiçeği gibiydi. Lakin hangi çiçek olduğunu tarif et deseniz edemezdim. Akılda kalıcı bir kokuydu; alışılması kolay, vazgeçilmesi zordu.

Sikerler böyle işi... Lanet kadın! Ben bu kadını niye işe aldım ki?

Verdiğim karardan şimdiden pişmandım. Lakin çok geçti. Telefonu elime alıp asistanıma, diğer adaylara olumsuz dönüş yapılmasını, Gamze ile birlikte çalışacağımızı bildirmesini söyledim. Geri kalanını o hallederdi.

Masama geçip ihale dosyalarını incelemeye devam ettim. Aradan epey bir zaman geçmişti. Kapı çalınmadan biri içeri girdiğinde, kimin geldiğini anlamak çok da zor olmadı. Bıkmış bakışlarımı Çınar’a çevirdim. Benim illallah etmiş bakışlarıma hiç aldırmadan gülümseyerek gelip karşı koltuğa oturdu.

"Eee kardeşim, nasılsın? Nasıl gidiyor işler?"

"İyi gidiyor işler. Tabii sen bir ucundan tutsan çok daha güzel yerlere gidebilir."

"Ama benim canım kardeşim, ben otellerle ilgileniyorum ya."

"Siktir lan! Otellerle ilgileniyormuş. Şayet Nazlı otelde işe başlamasa, sen o otelin önünden bile geçmezsin. Bilmiyor muyum ben?

"Bak ama kalbimi kırıyorsun. İş üstündeyim ben, ince işlerle uğraşıyorum oğlum. Ben sizin gibi dan dun değilim, gelecek hayalleri, planları kuruyorum. Ah şu Nazlı çiçeğimi bir kendime âşık edebilsem..."

"Ulan yılışık! Kızın eteğinden biraz geri dursan, kız da bir rahat nefes alsa belki sana gelecek. Ama izin vermiyorsun ki!"

"Özlüyorum kardeşim, özlüyorum. Sen bu işlerden anlamazsın."

Dediğiyle gülerek başımı iki yana salladım. Evet, gerçekten de anlamazdım. Aşk meşk işleri bana göre değildi. Uzakta olsundu. Ertuğrul'un da Arif’in de, bu Çınar’ın da halleri ortadaydı. Hanımcı olup çıkmışlardı.

"Ben halimden memnunum kardeşim. Bu arada Gamze’yi işe aldım."

"Hangi Gamze’yi? Bizim kızların Gamze’yi mi?"

"Evet. Birkaç saat öncesinde iş görüşmesine geldi. İkimiz için de sürpriz oldu ama dosyasına baktım; gerçekten çok başarılı biri. Takdir ettim doğrusu. Hayatta tek başına bir yerlere gelmek, kendi çabasıyla, tırnaklarıyla kazıyarak başarılı olmak herkesin harcı değil."

Başını ağır ağır salladı.

"Hepsi, gerçekten de hepsi öyle. Dik başlı, onurlu, zeki kızlar. Hepsi de birbirinden güzel. Allah var yukarıda. Yengem de, Gamze de, Çiçek de, Nazlı'm da… Onların yerinde başkaları olsaydı, düşünüyorum da, belki kolay yoldan zengin olmanın yollarını ararlardı. Lakin onlar, dişleriyle, tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere gelmişler. Hepsi birbirinden başarılı. Birbirlerine de bir o kadar düşkünler. Geçen Nazlı ile sohbet ederken biraz bahsetti. Hepsinin hayatı birbirinden zormuş ama onlar birbirine tutunmuş. Biri düştüyse, diğerleri kaldırmış. Bir lokma ekmeği dörde bölüp yemişler. Varlıkta da yoklukta da yan yana durmuşlar."

"Onlardan bahsederken gerçekten hayranlık içindesin, farkındasın değil mi?"

"Hayran olunmayacak gibi değiller ki oğlum! Tamam, bizim de hayatımız zordu ama bir şekilde elimizde avucumuzda vardı. Biz onlar gibi değildik. Ve kabul et, bu ülkede kadın olmak çok daha zordur. Hele ki kimsesizsen…"

"Bunu kabul etmemek için ahmağın teki olmak gerekir ki, ben o ahmaklardan değilim."

Son söylediğimle ikimiz de kahkahalarla gülmüştük.

"Ertuğrul’la Mihre’nin evlilik olayına ne dediler?"

"Üçü de başta biraz kızmış, o an orada olamadıkları için üzülmüşler ama en sonunda mutluluktan birbirine sarılıp ağlamışlar. En azından benim Nazlı güzelim öyle söylüyor."

Söylediğiyle bir kere daha kahkaha atmıştım.

"Sen bu kıza bayağı bayağı abayı yaktın yani?"

"Abayı değil, ben komple kendimi yaktım kardeş. 'Öl' dese ölürüm, o raddedeyim."

"Dilerim çok mutlu olursun kardeşim."

"Amin."

Gerçekten de Çınar farklıydı. Bugüne kadar onu hiçbir kadının yanında görmemiştim. Hatta öyle ki, bir ara ciddi ciddi acaba erkeklerden mi hoşlanıyor diye düşünmüştüm. Çünkü yanına gelen her kadını kendinden uzaklaştırıyor, ona dokunmalarına bile izin vermiyordu. Çınar çok başkaydı. Hep "Hayatımın aşkını bulacağım" diye ortalarda dolaşır dururdu. Nazlı da iyi bir kıza benziyordu. Dilerim ikisi için de güzel şeyler olurdu......

 

Bölüm : 26.05.2025 22:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...