
ÇINAR TAŞKIRAN
Ertuğrul, Mihre’yi odasına götürünce bakışlarım istemsiz olarak sarı çiçeğime kaydı. Mavi gözleri bu iki günde kızarmış, ağlamaktan helak olmuştu. Mihre için çok endişelenmişti; şimdi iyi olduğunu görmek onu rahatlatmış olmalıydı.
“Acaba biz de mi yanına gitsek?”
Endişeli sesiyle dudaklarım kıvrıldı. Yavaşça yanına yaklaştım.
“Bence bu pek de iyi bir fikir olmazdı.”
Kulağına doğru fısıldamam ile bakışları yüzümü buldu.
“Neden ki?”
“Belki hasret gidermek isterler diye.”
Ne demek istediğimi ilk birkaç saniye anlayamadı, kaşları çatıldı. Sonrasında anlamış olacak ki yüzü çok komik bir hal aldı; yanakları kızarmaya başladı. Bu hâli çok tatlıydı.
“Hadi sizi eve bırakayım, siz de çok yoruldunuz.”
“Gerek yok, biz gideriz. Hadi kızlar.”
Ben daha ne olduğunu anlayamadan kızların kolundan çekiştirip evden çıkarmıştı.
“Ne oluyor?”
Umay şaşkınlıkla arkalarından bakmıştı.
“Bilmiyorum, son bir haftadır böyle. Benimle yan yana gelince kaçıyor. Hayır, ne olduğunu da anlamıyorum. Sorunu bilsem çözeceğim ama yok, her şeyi anlayan ben bir bu kadını anlayamıyorum.”
“En son ne oldu?”
“Bir hafta önce… Sabah otelin lobisinde karşılaştığımızda bile her şey normaldi. Sonrasında, her ne olduysa böyle davranmaya başladı.”
“Onu sormuyorum Çınar. Gün içerisinde dikkatini çeken anormal bir şey oldu mu?”
Umay’ın söylediğinden sonra birkaç dakika aklımın içerisinden o gün olanları bir bir geçirdim. Çünkü Umay haklıydı; her ne olduysa o günden sonra olmuştu. Beynime doluşan anılarla ağzımdan kaçan küfüre engel olamadım. Salondakiler bana şaşkınlıkla bakıyordu. Daha fazla beklemedim, onların peşinden ben de hızlıca evden ayrıldım.
Lanet olsun, kesinlikle yanlış anlamıştı. Yanlış anlamış ve olayları kendine göre yorumlamıştı. O gün ben odamda çalışırken müşteri hizmetlerinde çalışan müdür odama gelmişti. Kadının içerideki yürüyüşü, topuklu ayakkabılarının tıngırtısı dâhil, ne için geldiğinin habercisiydi. O, gözlerini benim üzerime dikse de benim gözlerim önümdeki dosyaları inceliyordu. Görüşmenin ilk birkaç dakikasında sadece iş konuşmuş, birkaç çalışan ile alakalı küçük pürüzleri dile getirmişti.
Sonrasında bana doğru gelip masa ile benim oturduğum koltuğun arasına girdi; kalçasını masaya yaslayıp üzerime doğru eğildi. Anın verdiği şaşkınlıkla onu ne itebilmiş ne de hesap sorabilmiştim. Kadın tam yüzüme doğru eğilmişti ki hızla kendimi geri çekip öfkeli bir şekilde ona baktım. Bu davranışı beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla bana baktı.
“Yapma, benden kaçma. Aylardır beni görmeni bekliyorum.”
“Ne saçmalıyorsun sen? Çık, git!”
Bana doğru gelip kollarını boynuma doladı. Karşımdaki bir kadın olmasaydı şimdiye çoktan çok farklı şekilde karşılık vermiş olurdum. Boynuma değen ellerini kendimden uzaklaştırdım.
“Bana bak, şayet karşımda bir kadın olarak durmuyor olsaydın çoktan kemiklerini kırmış olurdum. Şimdi önce bu odadan, sonra da otelimden defolup git!”
Kadın, uğradığı başarısızlıkla dışarı çıkmıştı. Bazı kadınlar gerçekten kendini iğrenç bir konuma düşürüyordu. O gün akşama kadar odamda dosyaları incelemiştim. Gün içerisinde her ne kadar gözlerim onu arasa da hiç yanıma uğramamış veyahut aramamıştı. En son akşam çıkış saati geldiğinde ben de dayanamamış, bir umut onu görme ihtimaliyle lobiye inmiştim.
Tahmin ettiğim gibi, çıkış saati geldiğinde çantasını almış, çıkışa doğru ilerliyordu. Bakışları bir an olsun benim olduğum tarafa değmedi. Beni görmemiş miydi? Beni görmezden gelmesi hoşuma gitmedi. O beni görmüyorsa, ben kendimi ona gösterirdim. Yavaşça onun ilerlediği yöne doğru gidip karşısında durdum.
“Nazlı.”
Ona seslenişimle birkaç saniye durdu. Yüzünü bana döndüğünde şaşkınlık içerisindeydim. Gözlerinde gayet belirgin bir iğrenme vardı. Böyle bir bakışa maruz kalmamın sebebi neydi?
“Buyurun Çınar Bey.”
“Bey… Bu ‘Bey’ konusunu konuşup anlaştığımızı düşünüyordum. Yalnızken sadece ‘Çınar’ diyecektin. Yanlış mıyım?”
“Yok, yanlış olan siz değilsiniz. Benim izninizle…”
Başka bir şey söyleyemedim. Arkasını dönüp gitmişti. Birkaç saniye öylece arkasından bakakaldım. Neydi bu şimdi? Bakışı, ses tonu… Kendimi çok farklı hissettirmişti. O günden sonraki tüm zamanlarda yüzünde hep aynı bakış, konuşmasında sesinde hep bir mesafe vardı. Ne yaparsam yapayım ona bir türlü ulaşamamış, karşımda eski Nazlı’yı bulamamıştım.
En son Mihre’nin kaçırıldığını öğrendiğinde, uğradığı korku ve endişenin vermiş olduğu üzüntüyle göğsüme sığınmış, hıçkırıklarla ağlamıştı. Bu iki gün içerisinde eski Nazlı’ydı. Lakin şimdi, Mihre’nin iyi olduğunu görmesiyle yine o eski soğuk zamanlarına dönmüştü.
Belli ki her ne olduysa o kadınla alakalıydı. Bir şey mi gördü? O kadın mı bir şey söyledi, yoksa bir şey mi duydu, emin değilim. Ama bu işin içerisinde onunla alakalı bir şey olduğunun farkındaydım. Ve her ne olursa olsun, aşkımın peşinden gidecek, o sarışına her şeyi anlatacaktım. İnatçı keçinin tekiydi, inandırması zor olacaktı. Neyse ki ben ondan daha inatçıydım. Bunca yıldan sonra onu bulmuşken kaybetmeye hiç niyetim yoktu.
Yolda hızla ilerliyordum. Evlerinin bulunduğu sokağa geldiğimde yavaşladım. En son kapılarının önünde durdum. Telefonumu elime alıp numarasını çevirdim. Çaldı, çaldı, lakin açılmadı. Uyuyor olamazdı çünkü odasının ışığı açıktı. Pes etmedim, tekrar aradım. Bu defa da uzun uzun çaldı; tam kapanıyordu ki karşıdan müptelası olduğum sesi duyuldu.
“Efendim?”
“Aşağıya iner misin?”
“Aşağıya mı?”
Sesindeki şaşkın ton gülümsememe neden oldu. Telefonda hışırtı sesleri duyuldu; kısa süre sonra camdan gül cemalini görmüştüm.
“Neden geldiniz?”
“Aşağıya iner misin?”
“Gelemem, müsait değilim.”
“İyi, ben gelirim.”
Elimi kapıya atıp açtım, ardından hızla indim.
“Gelmeyin, istemiyorum.”
“Konuşmamız gerek.”
“Konuşacak neyimiz var ki?”
“Sen in bakalım, konuşacak bir şeyimiz var mı yok mu.”
“İstemiyorum.”
“Nazlı, inmezsen yukarı çıkarım ama bu gece konuşmadan gitmem.”
Derin bir soluk sesi duyuldu.
“Beni zorlamanızı sevmiyorum.”
“Bekliyorum.”
Yakınması bile öyle tatlıydı ki… Öyle saf, masum bir çocuktu; sanki adı gibiydi: nazlı bir güzel. Bir süre sonra apartmanın kapısı açıldı ve nihayet beklediğim kişi göründü. Üzerinde pijaması vardı, saçları tepesinde topuzdu. Bu hâli de güzeldi, lakin en sevdiğim o sarı buklelerin omuzlarından aşağıya uzandığı hâlleriydi. Onu görünce istemsiz iç çekmiştim.
Adımları yavaş yavaş bana doğru geldi, en son tam önümde durdu. Bakışları yerdeydi, yüzüme bakmayışı canımı sıkıyordu. Benim o mavileri görmem gerekiyordu.
“Sizi dinliyorum.”
“Nazlı… başını kaldırır mısın?”
Dediğimle yerdeki bakışlarını kaldırıp bana baktı.
---Ne oluyor?
— Bunu sizin söylemeniz gerekmez mi? Kapıma gelen sizsiniz.
— Gelen benim ama konuşması gereken sensin.
— Ben ne konuşacağım ki?
— Mesela bana neden “siz” dediğinden başlayabilirsin.
— Patronumsunuz, olması gereken bu.
— Bu mu yani? Aramızda sadece patron-çalışan ilişkisi mi var?
— Başka bir şey yok, olamaz da.
Dediği şeyle iyiden iyiye sinirlenmeye başlamıştım. Aramızda patron-çalışan ilişkisinden çok daha fazlası vardı ve daha da fazlası olacaktı.
— Nazlı, ne oldu?
— Bir şey olmadı diyorum ama bana inanmıyorsunuz ki.
— Yani birden bire bana iğrenir gibi bakmanın, aramıza böyle berbat bir mesafe koymanın bir nedeni yok mu?
— Yok. Sizinle alakalı hiçbir şeyin bir nedeni, alakası, sebebi yok. Hem bana ne ki sizden? Beni ne ilgilendirir sizin hayatınız? Kiminle öpüştüğünüz, ilişkiniz… Bunlardan bana ne?
Dedikleriyle dudaklarım kıvrıldı. Farkında olmadan sorunun ne olduğunu söylemişti zaten. Demek ki o kadınla aramda bir şeyler yaşandığını sanıyordu. Bakışlarını benden çekti, kaşları çatılmıştı. Bu, içimde yüzlerce yılkı atının aynı anda koşması gibi bir etki yaratmıştı. Beni kıskanmış mıydı?
— Ben kimseyi öpmedim.
— Bana ne canım, koca adamsınız, istediğinizi öpersiniz.
— Nazlı, beni dinlemiyor musun? Öpmedim diyorum.
— Ben de “bana ne” diyorum. Sizi kimin öptüğü beni ilgilendirmez ki zaten.
— Nazlı, hâlâ dinlemiyorsun.
— Bana ne ki zaten hayatında kimin olduğundan…
Sesi titriyordu. Bu kadın beni neden duymuyordu? Elimle çenesini tutup kendime çevirdim. Şimdi gözlerinin içine bakıyordum.
— Beni dinlemiyor musun be kadın? Ben kimseyi öpmedim, kimsenin tenine dokunmadım. Zira dokunmak istediğim tek bir kadın var. Ben tüm ilklerimi kendi kadınımla yaşamak istiyorum. Duydun mu? O kadını öpmedim, anladın mı?
— Duydum.
Şaşkın bakışları öyle komikti ki…
— O kadını öpmemişsin.
Dudaklarım kıvrıldı, nihayet…
— Tüm ilklerini kadınına adamak istemişsin.
— Nihayet be sarışın, nihayet!
Bakışları öyle bir sarsılmışlıkla bakıyordu ki… Gözlerimizdeki bağ her geçen an daha da büyüdü, sanki somut bir hâl aldı. Ellerim ona dokunmak için yanıyordu. O an dokunmazsam ölecekmişim gibi hissettim. Ellerim benden bağımsız havalanıp beline uzandı. Ağzından titrek bir nefes bıraktı, gözleri kapandı. Her geçen saniye daha fazla yaklaştım. Şimdi onu öpsem ne olurdu ki? Küçük, masum bir öpücük ister miydi? Benim onu istediğim gibi o da beni ister miydi?
— Çınar…
Siktir! Bu nasıl bir ses tonuydu? Öl dese ölürdüm. Bu sesle bana yaptıramayacağı şey yoktu.
— Sarışın…
Peki bu ses bana mı aitti? Sanki ses tonum biraz sertleşse kırılacak gibi hissediyordum. Belindeki ellerimden birini çekip yavaşça yüzüne yerleştirdim. Yanağı ateş gibi yanıyordu. Baş parmağım yanağını okşadı, öylece duruyordu. Yüzüm yavaşça ona eğildi, hedefim belliydi. İlk öpücüğümü âşık olduğum kadından istiyordum. Umarım o da istiyordur. Dudaklarım tam onunkilere mühürleniyordu ki sokağa giren araba ile hızla benden uzaklaştı. Sanki demin kendinden geçmiş de şimdi gerçek dünyaya dönmüştü. Yanakları pembeleşmeye başladı, sık nefesler alıyordu.
— Ben… ben eve çıkayım.
— Nazlı…
— Sana iyi geceler.
— Nazlı…
— Ben şey yapacaktım… Onu şey yapayım.
— Nazlı…
— Sonra şey yaparız.
— Nazlı…
— “Şey yaparız” derken şey anlamında şey değil…
— Sarışın, bekle…
— İyi geceler.
Ve bir kez daha beni dinlememiş, arkasına dönüp hızla eve koşmuştu. Ben bu kadınla ne yapacaktım böyle? Dudaklarımdaki gülüşe engel olamadım. Heyecanlanınca çok tatlı oluyordu. Arkasından gülümseyerek baktım, başımı her iki yana salladım. O eve girince ben de daha fazla durmadım, arabaya bindim, sonra da kendi evime doğru sürdüm.
Şükür ki halledebilmiştik. Benden uzak durmasına, benden kaçmasına katlanamıyordum. Bu hayatta yakın olmak istediğiniz tek insan sizden uzak durunca hayat dayanılmaz bir hâl alıyordu. Telefonumun titremesiyle elime aldım. Gördüğüm isimle dudaklarım kıvrıldı.
— Çınar…
— Efendim?
— Ben demin biraz saçmalamış olabilirim.
— Öyle mi oldu?
Arabayı kenara çektim ve gelecek cevabı beklemeye başladım.
— Tamam, olabilirim… Değil, bayağı saçmaladım.
— Ben öyle bir şey hatırlamıyorum.
— Çınar ya…
Neden şu an çocuk gibi mızmızlandığını düşünüyordum. Keşke burada olsaydı da izleseydim.
— Sarışın…
— Efendim?
— Saçmalamadın, hatta keşke biraz daha kalsaydın.
Bir süre bekledim ama cevap vermedi.
— Nazlı…
— Efendim?
— Bana artık “Bey” demeyeceksin, değil mi?
— Demeyeyim mi?
— Deme.
— Tamam, demem.
— Kaçmak da yok.
— Ben senden kaçmıyordum ki.
— Ha… Bana öyle geldi. Bir haftadır beni görünce yolunu değiştirmedin, yüzüme bile bakmamazlık yapmadın mı?
— Ben öyle bir şey yapmadım.
— Nazlı, bu gece olanlar…
Ben daha mesajın devamını yazamadan ekrana hızlıca cevap düştü:
— Benim uykum geldi.
Bu cevap beni şaşırtmamıştı. Gülüşüm daha da büyüdü. Utanmak ona çok yakışıyordu. Anlaşılan bu konuyu konuşmaya hazır değildi. Duygularından bir emin olabilsem açılacaktım da… Olamıyorum ki. Hayat beni ne hâle getirmişti böyle…
— İyi geceler, sarışın.
— Sana da… Dikkatli git.
— Merak etme.
— Ederim.
— Eder misin? Yani beni merak eder misin?
— Ben hayatıma kolay insan almam. Aldıysam değerlidir. Değer verdiklerimi önemserim, merak ederim.
— Değerli miyim?
— Evet, benim için çok değerlisin.
— Sen de benim için, sarışın. Sen de benim için çok değerlisin.
— Yarın görüşürüz.
— Görüşürüz.
Dediği şeyle her geçen saniye daha fazla gülümsemiştim. Bu iş olacaktı, başka seçenek yoktu. Ben bu kadın olmadan yaşayamazdım…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |