
POYRAZ SÜVARİOĞLU
Hayat nihayet bizim için normale dönmeye başlamıştı. Şirketteki masamda oturmuş, dosyaları inceliyordum. Son birkaç gündür Mihre’yi bulmak için geri kalan tüm her şeyi göz ardı etmiştik. Hepimizin tek dileği, onun iyi olmasıydı ve şükürler olsun ki Allah, bizim gibi günahkâr adamların dahi dualarını karşılıksız bırakmamış; onu sağ salim bulmamıza yardım etmişti. Yardım, hiç beklemediğimiz birinden gelmişti ama şu an bunun da bir önemi yoktu. O küçük kadının iyi olması, önemli olan tek şeydi.
Kabul etmesi zor olsa da hepimizin hayatında, yeri doldurulmaz biri haline gelmişti. Gözlerim, önümdeki dosyayı incelemeye devam etti. Dosyada gördüğüm pürüzle kaşlarım çatıldı. Oranın altını çizdim ve devam ettim. Kaşlarımdaki çatılma, her geçen saniye daha da arttı. Bu saçma şeyi kim masama koymuştu? Hayır, uluslararası bir anlaşmada nasıl oluyordu da böyle yanlışlıklar yapılıyordu? Çıkmasını istediğim maddelerin üzeri çizilmişti; yetmemiş, tonlarca imla hatası vardı. Anlaşılan Gamze Hanım’a fazla tolerans tanımışım. İşle alakalı hatalara göz yummazdım.
Elime telefonu alıp dahili hattından aradım ama hanımefendi açmadı. Bu defa sekreterini aradım.
— Buyurun, Poyraz Bey.
— Gamze Hanım’a, odama gelmesini söyleyin.
Karşıda bir sessizlik oluştu.
— Dediğimi duymadın mı?
— Efendim, Gamze Hanım daha gelmediler.
— Ne demek gelmedi? Saatten haberiniz var mı?
Telefonu kadının suratına kapattım. Elime kendi telefonumu alıp şahsi numarasını aradım. Çaldı, çaldı ama açan olmadı. Bu, daha fazla sinirlenmeme neden oldu. Tekrar aradım. Uzun uzun çaldı, lakin tekrar kapandı. Derin bir soluk aldım. Bu defa Nazlı’yı aradım. Birkaç çalıştan sonra karşıdan sesini duydum.
— Efendim?
— Nazlı, merhaba. Bugün Gamze ile konuştun mu?
— Sabah ben evden çıkmadan önce o da yeni kalkmıştı. Bir şey mi oldu?
Sonlara doğru sesi fazlasıyla telaşlı çıkmaya başladı. Onu korkutmamak için yalan söyledim.
— Yok, ona birkaç dosya bıraktım ama daha getirmedi. Ondan sordum.
— Tamam o zaman.
— Görüşürüz.
— Hoşça kal.
Telefonu kapattığımda nedensiz yere endişe etmiştim. Bana neydi o küçük cadıdan? Geldiğinde çıkışını verip ondan kurtulacaktım. Koltuğumda geriye yaslandım. Elimdeki kalemi birkaç defa çevirdim. O sırada masadaki telefon çaldı. Elime alıp açtığımda asistanımın sesini işittim.
— Efendim, Karlı Holding yönetim kurulu toplantı için geldi.
Doğru ya, bugün geleceklerdi. Bu inşaat şirketi ile anlaşabilirsem bizim için çok iyi olurdu.
— Efendim, orada mısınız?
Kadına cevap vermeden önce ayağa kalktım.
— Toplantıya katılamayacağımı bildir.
— Anlamadım?
— Neyini anlamadın? Selçuk Bey’e, benim yerime katılmasını söyle. Benim başka bir işim var.
Daha fazla açıklama yapmadım. Bu kadarı için bile şükretmeliydi ya da hâlâ bir işi olduğu için… Telefonumu cebime koyup ofisten çıktım. Bunu neden yaptığım hakkında bir fikrim yoktu. Yapmak istemiştim, o kadar. Bir nedene ihtiyacım yoktu.
Şirketten çıkıp arabama atladım ve yönümü o küçük cadının evine çevirdim. Eğer evdeyse neden işe gelmediğini bilmek istiyordum. Dahası… başına bir şey gelmediğinden emin olmak. Son yaşananlardan sonra istemesek de onları da tehlikeye atmıştık. Sırf yakınımızda olmaları, zarar görmelerine yeterdi. Çevremiz ne yazık ki kadın-erkek ayrımı yapmaksızın saldıran düşmanlarla doluydu.
Araba, onların evinin önünde durduğunda gözlüğümü çıkarıp torpidonun üstüne bıraktım. Araçtan inip apartmana ilerledim. Aklım hâlâ almıyordu; kazık kadar kadın neden kendi evinde yaşamıyordu? Bence bizim verdiğimiz maaşlar gayet iyiydi. Kaldı ki çok iyi para kazandığına emindim. Maddi olanakları yüzünden arkadaşlarıyla yaşadığını düşünmüyordum.
Adımlarım kapısının önüne geldiğinde elimi uzatıp zili çaldım. Birkaç dakika bekledim ama açan olmadı. Tekrar çaldım. İçeriden birilerinin varlığına dair ses yoktu. Bu defa elimle kapıya vurdum. Birkaç vuruştan sonra beklemeye devam ettim. Elim son defa zile gitti. Eğer yine açmazsa gidecektim. Uzunca basıp beklemeye başladım. Tam umudumu kesmiştim ki kapıdan tıkırtılar geldi. Nihayet birkaç tıkırtıdan sonra kapı hafif aralandı.
Karşımda gördüğüm yüz, afallamama neden oldu.
— Gamze?
— Po… Poyraz Bey…
Yüzü, saçları terden sırılsıklam olmuştu. Gözleri kayıyordu resmen. Ben daha fazla bir şey diyemeden öne doğru düştü. Beklemeden kollarımı beline sardım. Başı göğsüme düştü. Şaşkınlıktan ilk birkaç saniye ne yapacağımı bilemedim. Kendime geldiğimde bedenini kucaklayıp içeri girdim. Kapısı hâlâ aralık olan odaya daldım. Umarım onun odasıdır.
Yatağa yatırdığımda hâlâ baygındı. Telefonu çıkarıp doktoru aradım, adresi verip kapattım. Aldığım derin soluktan odanın ona ait olduğunu anladım. Kokusu tüm odaya yayılmıştı ve lanet olsun ki bende derin soluklar alıp ciğerlerime hapsetme isteği uyandırmıştı. Elim alnına gitti; ateş gibiydi. Üzeri sırılsıklamdı. Bu hâli, nedense içimin kederle dolmasına neden oldu.
Saat on ikiye geliyordu. Bu kız kaç saattir bu durumdaydı? Telefonu açamayacak kadar kötüydü. Belki de iyi olsa birini arayıp yardım isteyebilirdi ama ona bile mecali kalmamıştı. Uyandığında bana kızacağını bilsem bile üzerini değiştirmeye karar verdim. Bu şekilde duramazdı.
Yönümü dolabına çevirdim. İlk kapıyı açtığımda buranın iş kıyafetlerine ayrıldığını anladım. Genel olarak pantolon, gömlek ya da diz altında biten etek ve elbiseler vardı. Tanıdığım çoğu kadına göre oldukça düzgün giyiniyor, bedenini teşhir etmiyordu. Başka bir dolap kapağını açtığımda burada abiye elbiseler vardı.
Yönümü çekmecelere çevirdim. İlk çekmeceyi açtım ve açtığım gibi kapattım. Burası iç giyime ayrılmıştı. Siktir. Gördüğüm şey kırmızı bir sütyendi. Bu, biraz terlememe neden oldu. Başka bir çekmece açtığımda daha fazla gerildim. Burada gecelik ve pijamaları vardı ve en üstte siyah, dantel detaylı bir gecelik vardı. İstemsiz olarak onu içinde hayal ettim ve kurduğum hayal ile kendime sövdüm.
El mahkûm çekmeceyi biraz kurcalayıp pembe bir takım çıkardım. Bu biraz daha iyiydi. Doktor gelecekti; onu öyle görmesindi. Benlik sorun yoktu, beni ilgilendirmezdi ama o rahatsız olurdu. Yoksa başkasının onu o gecelikle görmesi beni neden rahatsız etsin ki?
Çıkardığım takımı elime alıp yönümü yatağa çevirdim. Hâlâ uyanmamıştı. Yatağın kenarına oturdum.
— Gamze…
Belki gözlerini açar da üzerini kendi değiştirirdi.
— Gamze, kalkman gerek.
Gözleri hafif aralandı.
— Uyanman gerek.
— Üş… üşüyorum…
Sesi o kadar cılız ve çaresiz çıkmıştı ki kalbim sızladı.
— Üzerini değiştirmemiz gerek.
Göz kapakları açılıp kapandı.
— Sen değiştirebilir misin?
— Hıhı.
Onaylasa da kalkmak için herhangi bir şey yapmadı. Onun yerine göz kapaklarını tekrar kapadı. Elim saçlarına gitti; yüzüne yapışan saçları geriye aldım.
— Gamze…
Kahverengi gözleri bir kez daha aralandı.
— Ben değiştireyim mi, rahatsız olur musun?
— Değiştir.
Dediğiyle nedense mutlu oldum. Bu haldeyken kendini bana bırakması, güvendiği anlamına gelirdi. Elimi üzerindeki pijamanın eteklerine uzattım. Yavaşça yukarı doğru çekiştirip başından çıkardım. Olabildiğince bakmamaya çabalıyordum. Bana izin vermişti lakin güvenine ihanet etmek istemiyordum.
Elimdeki üstü önce başından, sonra da kollarından geçirip aşağıya çekiştirdim. Bu defa şortunu belinden sıyırmaya çalıştım. Yavaş yavaş aşağıya çekiştirdim. Elime gelen kabarıklık ile gözlerim orayı buldu; kalçasının hemen yanında izler vardı. Yanık izleriydi bunlar… Sigara yanığı.
Nefesim sıklaştı, hissettiğim sinir arşı aşmıştı. Kim.... ona bunu kim yapmıştı? Daha fazla oyalanmadan üzerini giydirdim. Bakışlarım yüzünde gezindi; ne kadar da masum duruyordu. Uyurken o her zaman ki cadıdan eser yoktu.
Çalan kapıyla yerimden kalkıp kapıya gittim. Gelen doktoru içeri alıp odasına yönlendirdim. Yatakta, her şeyden habersiz öylece uyuyordu. Alnında terler birikmişti. Doktor önce ateşine baktı, sonrasında tansiyon ve nabzına.
— Ateşi çok yükselmiş, çağırmanız iyi olmuş. Biraz daha böyle kalsa havale geçirecekmiş.
Doktorun dediğiyle derince yutkundum. Bakışlarımı ondan çekemiyordum.
— Şimdi serum takacağım, bu iyi gelecektir. İlaçlarını temin edip bir an önce başlayalım. Kısa zamanda toparlayacaktır.
Söyleyeceğini söylemiş, sonra da serum takmıştı. İlaçları yazıp reçeteyi bana uzattı. Ben de beklemeden Ahmet’i aradım. Kısa zamanda gelmiş, ilaçları almıştı. Epey bir zaman geçmesine rağmen hâlâ uyanmamıştı.
— Yapma…
Duyduğum sesle gözlerim yüzünü buldu. Kaşları çatılmıştı, sanırım kâbus görüyordu.
— Dokunma… Bı… bırak…
Sayıkladıkları, içimin sıkılmasına hatta kalbimde bir sızı oluşmasına neden oldu.
— Dokunma… çekil… Dokunma…
Söyledikleri, gördüğüm izler… Bunlar aklıma hiç iyi şeyler getirmiyordu. Elleri yatağın çarşaflarını sıkmaya başladı. Kapalı göz kapaklarından yaşlar aktı.
— Bırak beni… Allah rızası için bırak…
Artık sayıklamıyor, ağlıyordu. Ellerim saçlarına gitti.
— Gamze…
— Yapma, bırak…
— Gamze, aç gözlerini.
— Bırak beni… Dokunma…
— Gamze, kâbus görüyorsun. Hadi aç gözlerini.
Bu defa kayıtsız kalmadı; göz kapakları yavaşça açıldı. Beni gördüğüne şaşırmış görünüyordu.
— Poyraz Bey…
— Efendim?
— Sizin burada ne işiniz var?
— Ben.... senin için geldim.
Ne diyeceğimi bilemedim.
— Bana ne oldu ki?
— Ateşin çıkmıştı ama şimdi iyi sayılırsın.
— Teşekkür ederim.
— Ne için?
— Yalnız bırakmadığınız için.
Eli, üzerini buldu. Pembe geceliğini görünce kaşları şaşkınlıkla havalandı.
— Üzerimi… siz?
— Senden izin aldım. Bak, hatırlamıyor olabilirsin ama izin verdin. Ayrıca bakmadım, yemin ederim.
— Sağ ol.
Söylediklerimle dudaklarında tebessüm oluştu, sonra da gözlerini kapattı.
— Üşüyorum…
Kapalı gözlerinin aksine konuşmuştu.
— Ateşin dinince geçecek.
Ama bana cevap vermedi. Onun yerine uykusuna kaldığı yerden devam etti. Gözlerim odasını taradı. Çok büyük bir oda değildi ama küçük de sayılmazdı. Karşıda büyükçe bir cam vardı. Beyaz duvarlara nazaran siyah renkler hâkimdi. Ahşap ve siyah tonlar birbirine eşlik ediyordu. Yatağının hemen başucunda bir komodin vardı. Karşı duvarda yan yana dizilmiş üç giysi dolabı… Cam kenarına büyük bir kitaplık koymuştu. Birkaç farklı dilde kitaplar vardı. Kendi gibi sade ama dikkat çekiciydi.
— Üşüyorum…
Sesi tekrar duyuldu. Ellerim alnına gitti. Serum biraz iyi gelse de ateşi yine yükselmişti. Üzerindeki battaniyeyi çekip ince bir çarşaf örttüm. Onu bulmak ayrı bir çaba gerektirmişti.
— Çok soğuk…
— Ateşin var.
— Üşüyorum ama…
Gözleri nemlenmişti. Dudaklarım açılıp kapandı. Bu bakışlara kayıtsız kalmak… Neden bu kadar zorlaşmıştı ki şimdi. Kalamadım. O böyle çaresiz bakarken geri çeviremedim. Bedenimi yanına bıraktım, kollarım beline sarındı. Bilinçli yaptığını düşünmüyordum ama hemen göğsüme sığındı. Elleri ikimizin arasında bir set gibi durdu. Başını göğsüme gömdü. Sıcak nefesini boynumda hissediyordum. Küçüktü… çok küçük. Bu hâli fazla savunmasızdı. Onu böyle görmeye alışık değildim. Sanki o, hep dişli, herkese çemkiren, gerektiğinde tüm dünyaya kafa tutabilecek olan kadın olmalıydı.
Ellerim saçlarına gitti. Saçları her daim dümdüzdü. Diğer kadınlar gibi ekstra bir şey yapmadığı belliydi. Çok da yumuşaktı; insanda okşama hissi uyandırıyordu. Ben de sevmeden edemedim. Ellerim saçlarını usul usul okşadı. Bir de kokusu vardı; saçlarından burnuma efil efil esiyordu. Sanki ciğerlerim bu koku ile şenlendi. Ve bu durum, gözlerimin bir süre sonra kapanmasına neden oldu. Kollarım onu sararken uykuya daldım. Lakin ikimiz de uyurken hareket etmemiş, bir an olsun birbirimizden uzaklaşmamıştık.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Odanın içinde oluşan hareketlilik ile göz kapaklarım aralandı. Başımızda dikilen şaşkın bir Nazlı ve Çınar vardı.
— Siz neye bakıyorsunuz öyle?
Nazlı başını iki yana salladı.
— Siz ne ara…
Çınar’ın dediğiyle kaşlarım çatıldı. Ne saçmalıyordu bu?
— Saçmalamayın. Ayrıca sessiz olun, kızı uyandıracaksınız.
Yerimden doğruldum. Yanakları kızarmıştı. Düzenli solukları hâlâ derin bir uykuda olduğunu gösteriyordu. Elim alnına uzandı; hâlâ biraz ateşi vardı. Bu halimize bir anlam verememiş olacaklar ki hâlâ şaşkın şaşkın bakıyorlardı.
Bir şey söyleme gereği duymadan yavaşça doğruldum, yönümü kapıya çevirdim. Onlar da peşimden geldi. Salona geçtiğimizde ikisi de merakla yüzüme bakıyordu.
— Bakmayın öyle. Hastalandığı için işe gelememiş, ben de merak ettim. Son olanlardan sonra gelip bakmak istedim. Kapıyı zor da olsa açtı, sonra da bayıldı. Doktor çağırdım. Şimdi iyi, merak etmeyin.
Nazlı’nın dudakları açılıp kapandı, kafasını “anladım” anlamında salladı.
— Keşke arasaydın.
Dediğiyle gerildim. Sahi, ben neden aramamıştım?
— Aklıma gelmedi.
Başka bir şey sormadı.
— Kahve içer misiniz?
Bizden aldığı onayla yönünü mutfağa çevirdi. Çınar’ın ima dolu bakışlarını üzerimde hissetsem de dönüp bakmadım. Zira aklından az çok neler geçtiğini anlayabiliyordum. Lakin daha çok beklerdi. Kısa bir süre sonra Nazlı, kahve tepsisiyle içeri girdi. Kupalarımızı aldıktan sonra o da karşımıza geçip oturdu.
— Bir şey sorabilir miyim?
— Tabii.
— Neden başka bir evde yaşamıyor? Yani, yanlış anlama… Sadece merak ettim. Niçin ikiniz aynı evde yaşıyorsunuz?
— Gamze yalnız kalamaz.
— O da ne demek?
Derin bir nefes alıp verdi. Anladığım kadarıyla bunun bir nedeni vardı ve bu neden her neyse, çok ağırdı. Bu yüzden bana söyleyip söylememek arasında kalmıştı.
— Bunu size söylemem doğru olmaz.
Başımı anladım anlamında salladım. Haklıydı. Belli ki ağır bir travması vardı ve bunu onun anlatması doğru olmazdı.
— Yardım edin!
Duyduğum çığlıkla yerimden hızla kalktım. Elimdeki kahve bardağı yere düşmüştü. Hızla kapıyı açıp içeri girdim. Yatağında oturmuş, sırtı yatak başlığına dayalıydı. Bacaklarını kendine çekmiş, duvar dibine sığınan bir çocuk gibi öylece ağlıyordu. İçeri girmemle başını kaldırdı; yüzü ağlamaktan ıslanmıştı. Hızla yanına koştum.
— Gamze!
Kollarını boynuma dolamasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Kollarını öyle bir sıkıyordu ki, her ne gördüyse onu çok korkutmuştu. Ellerim sırtını sıvazladı.
— Şşş… Geçti, geçti. Korkma.
Başını hızlı hızlı salladı.
— Korkma, buradayım. Ben yanındayım.
— Gitme… Yalnız kalmak istemiyorum.
— Gitmeyeceğim, korkma.
Geri çekilip yüzüne baktım. Hâlâ ağlıyordu. Ellerim yanağına gitti, yavaş yavaş okşadım, gözlerinin içine baktım.
— Neyden korktun böyle?
— Konuşmayalım… İstemiyorum.
Başını göğsüme doğru çektim. Elim sırtında ve saçlarında gezindi. Çınar, Nazlı’nın omzuna elini koyup “Hadi” dermiş gibi işaret yaptı. Nazlı her ne kadar istemese de kabul etmiş, peşinden dışarı çıkmıştı.
Bedenini yavaşça yatağa yatırdım. Gözleri yüzümü inceliyordu.
— Fazla yakışıklıyım, biliyorum.
— Hiç de değil.
Dediğiyle kaşlarım çatıldı.
— Benden daha yakışıklı kim var?
— Şu an aklıma gelmedi.
Verdiği cevap beni gülümsetti.
— Bence bulamadın.
Omuzlarını çocuk gibi kaldırıp indirdi.
— Ne gördün?
Sorumla bakışlarını kaçırdı.
— Sormasan…
— Peki, başka bir şey sorabilir miyim?
— Sor.
— Neden yalnız kalamıyorsun?
Birkaç saniye duraksadı.
— Bunu neden merak ediyorsun ki?
— Bilmiyorum.
Bilmiyordum ama öğrenmek için adeta çıldırıyordum. Öğrendiğimde ne olacaktı sanki? Ama öğrenmek istiyordum işte.
— Kaldığımız yurtta “Müdür Baba” hastalanınca vekaleten başka bir müdür yollarlardı. Bir keresinde kalbi rahatsızlandı, çok uzun süre gelemedi. Yerine bir kadın gelmişti…
Dişlerini alt dudağına geçirdi, gözleri nemlendi.
— Yaramazlık yapınca ceza veriyordu. Bazen yapmasak da veriyordu. Bir gün lavaboda musluğu açtım ama su çok tazyikli akmaya başladı. Yerler, üstüm başım hep ıslandı. Kadın bunu görünce çok kızdı. Ben neye kızdığını anlayacak durumda bile değildim. O kadar küçüktüm ki… Durmadan bağırıyordu. Sonra kolumdan tutup çekiştirmeye başladı. Bodrum katında bir oda var… Çok karanlık. Işık almaz, nefes bile alamaz insan. Beni oraya kilitledi. Sadece beni değil; kızınca herkesi kilitlerdi.
Bir hafta… Tam bir hafta orada kaldım. Ara ara bayılıyordum. Her defasında gözlerimi açarken “Tamam” diyordum. “Tamam, artık o karanlıkta değilsin, yalnız değilsin. Gözlerini açacaksın ve kızlar yanında olacak.” Ama olmadı. Ne zaman uyansam yalnız oluyordum. Çok korkunçtu. Küçük bir çocuk için çok ağırdı.
Üçüncü günün sonunda arada gelir oldu. İlk başlarda sevindim. Öyle bir durumdaydım ki… O iblis geliyordu da yalnız kalmıyorum diye sevinir hale gelmiştim. Geldiğinde bana iğrenç bir şeymişim gibi bakardı. Sigara içerdi, sonra… sonra onları tenimde söndürürdü. Çok acıtıyordu Poyraz. Ben yalnız kalmak istemiyorum. Yalnızlık çok korkunç.
Söylediği her kelimede yüreğim daha da sıkıştı, daha kötü acıdı. Fazlaydı… Bu kötülük, bu küçük kadına fazlaydı. O kadını bulacaktım, ne olursa olsun bulacaktım. Öldüyse mezarına tükürecektim. Ama ona böyle bir kötülüğü reva gören, öbür dünyada bile rahat yüzü görmemeliydi.
— Kalmayacaksın artık… Hiç yalnız kalmayacaksın. İzin vermeyeceğim.
Göğsümdeki başını kaldırdı, nemli gözlerle yüzüme baktı. Bu bakış içime işledi. Sanki gözlerimi ne zaman kapatsam artık hep bu bakışı görecektim. Böylesi içten bakmamıştı kimse…
— Gerçekten mi?
— Gerçekten… Artık ben varım.
— Teşekkür ederim. Sen iyi bir insansın.
Dediği yutkunmama neden oldu.
— Ben günahkâr biriyim, küçük kız.
— Ama bana değilsin. Bak, bana sarılıyorsun. Hastayken baktın da iyi ettin.
— Başkalarını yok ettim ama…
— Olsun. Bence sen iyi birisin. Sağ ol.
— Neden?
— Var olduğun için.
Ellerim saçlarında öylece kalmıştım.
— Uyu hadi.
— Gitme ama, tamam mı? Gidersen de Nazlı’yı çağır.
— Tamam, gitmeyeceğim. Hadi kapat gözlerini.
Başını “Tamam” anlamında sallayıp gözlerini yumdu. Kısa süre sonra yorgun bedeni uykuya yenik düştü. Aradan geçen birkaç saatin ardından Nazlı gelip onu kontrol etmişti. Birbirine sarılı hâlimizi gördüğünde şaşırmıştı ama bir şey demeden geri gitmişti. O an neden yaptım bilmiyorum. Çıkıp gitsem giderdim aslında. Nazlı evdeydi sonuçta. Ama ben kalmak istemiştim, ondan gitmek istemedim. Küçük cadıya kıyamadım. Bir süre sonra ben de uyuya kaldım…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.57k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |