
MİHRE KARA
Gözlerimi araladığımda, odanın yumuşak ışıkları yüzüme düşüyordu. Yanımda hâlâ uyuyan Ertuğrul’u izledim; saçları dağılmış, yüzünde geceyi saklayan o huzursuz ama bir o kadar da güvenli ifade vardı. Kalbim hâlâ hızlı hızlı atıyor, hâlâ dün gecenin yankılarını içimde hissediyordum.
Kaçırılmış olmanın korkusu, çaresizlik, panik… Hepsi bir gecede, onun yanında eriyip gitmiş gibiydi. Ertuğrul’un dokunuşlarıyla, onun yakınlığıyla, sanki dünya biraz daha güvenli olmuştu. Gözlerimi kapatıp o anları düşündüm; her temasında, her bakışında, korkumun yerini bir nebze olsun huzur almıştı.
“İyi uyudun mu?” diye fısıldadı sesiyle, ve içimde birden sıcak bir dalga yükseldi.
Başımı hafifçe salladım, kelimeler boğazımda düğümlenmişti. “Evet… seninle… her şey huzur dolu,” diyebildim nihayet. Sesi, kendi kulağımda bile fısıltı gibi hafifti.
Onu izlerken fark ettim ki, bu gece sadece bir tutku değil, aynı zamanda bir teselli olmuştu. Ertuğrul’un yanında kendimi hem kırılgan hem de güven içinde hissetmek… İlk defa, o kadar karmaşık ve korkutucu bir olaydan sonra, bir insanın yanında gerçekten iyi olabileceğimi hissetmiştim.
Kalbim hâlâ titriyordu ama bu titreme artık korkudan değil, onun yanındaki huzurdan geliyordu. Ve bir şey biliyordum:dün gece aramızda oluşan bağ, sadece bedenlerimizi değil, ruhlarımızı da birbirine dokundurmuştu. Ve artık hiçbir şey, bu geceyi silmeye yetmeyecekti.
"Duş almak ister misin."
"Senin kollarında olacaksa, isterim."
Dediğimle dudakları kıvrıldı; sonrasında beklemeden ayaklanıp çıplak bedenimi kucakladı. Adımları banyoya ilerledi, suyu ayarladıktan sonra ikimizi suyun altına aldı. Elleri, çıplak tenimi okşuyor, dokunuşları ile rahatlamama yardımcı oluyordu.
Suyun sıcaklığı vücudumu gevşetiyor, kendimi her geçen saniye daha da iyi hissetmeme yardımcı oluyordu. Gözlerim istemsiz olarak çıplak bedeninde dolaştı; bu, yanaklarımın kızarmasına neden oldu. Çünkü en son duş için banyoya girdiğimizde çok ateşli bir geceye merhaba demiştik. Aklımdan geçenleri anlamış olacak ki, dudakları kıvrılmış bana bakıyordu.
— Gülme.
— Gülmüyorum.
— Ertuğrul, ya gülme ama.
— Güneşim, gülmüyorum.
Bu defa ben de onun gibi gülmeye başladım.
— Beni baştan çıkarıyorsun.
— Şu an iftira atıyorsun.
— Evet, ama bunu ispatlayamazsın.
Dediğimle banyoda gülüşü yankılandı. Haklıydı; onu baştan çıkaran bendim, o bir şey yapmamıştı.
— Ayrıca kocamı istememin nesi kötü?
— Haşa, ben öyle bir şey demedim. Sen ne zaman, nasıl istersen kocan emrine amade.
Kollarımı beline dolayıp yanağımı göğsüne bastırdım.
— Huzursun Ertuğrul, bu dünyadaki tek sığınağımsın, hiç gitme, olur mu?
— Asla, asla gitmem. Sen de gitme.
— Yeminim olsun, seni ömrüm yettiğince seveceğim.
Söylediğimle kısacık bir an dudaklarımızı birleştirdi.
— Hadi bakalım, yeter bu kadar, seni çıkaralım; hasta olacaksın.
Ben karşılık veremeden bedenime havluyu sarıp duştan çıkardı. Beklemeden bedenimi kucaklayıp odanın içine taşıdı. Yaptığı hiçbir şeye tepki vermiyor, tam tersine onun kollarında olmanın tadını çıkarıyordum.
Beni yatağa oturttuktan sonra dolabın karşısına geçip kıyafetlerime göz gezdirdi. En son gözüne kestirdiği beyaz bir elbiseyi eline alıp bana döndü.
— Bugün bunu giyer misin?
— Sen istiyorsan, seve seve.
Dediğimle dudakları kıvrıldı; önümde diz çöktü, ellerimi avuçlarının arasına aldı. Önce avuç içime dudaklarını bastırdı, sonrasında anlımdan öptü. Nedendir bilmem, bu yaptığı içimde ılık bir şeylerin akmasına neden olmuştu. Ben elbiseyi aldığımda, o da kendi için kıyafet seçmeye geçti. Çok da zor bir seçim olmayacaktı, çünkü sevgili kocam siyahtan asla şaşmıyordu.
İkimiz de üzerimizi giydiğimizde, eline tarağı alıp saçlarımı usul usul taramaya başladı. Bu, öyle iyi hissettirmişti ki, o sırada kapıdan tıkırtılar duyuldu. Bu, dudaklarımın kıvrılmasına neden oldu. Çok geçmeden kapı aralandı ve Şirin içeri girdi. Gözleri odanın içindeki bizi taradı. Bir şey söylemiyordu ama gözlerindeki merak ve dikkat her şeyi anlatıyordu. Küçük adımları odanın içine doğru ilerledi. Gelip tam karşımda durdu. Dizlerimin üzerine çöktüm ve onu kucakladım. Minik kolları boynuma sarıldığında, içimde hem şefkat hem de sorumluluk duygusu patladı. Bu küçük varlık, bana bakıyor ama cevap veremiyordu; yine de her bakışı, her minik hareketiyle bana olan güvenini belli ediyordu.
Ertuğrul yanımıza geldi, hafifçe gülümseyerek Şirin’i izledi. Eli şefkatle Şirin'in saçlarında gezindi:
— Hazır mısınız?
Şirin sessizce başını salladı, gözlerindeki anlayış ve hafif gülümseme her şeyi anlatıyordu. Konuşamasa da her kelimeyi anlamıştı; biz de onun sessizliğine özenle yanıt veriyorduk. Ben her hareketimde ona güven vermeye çalışıyor, onu kucağıma aldıkça içimde tarifsiz bir sıcaklık hissediyordum.
Hazırlıklarımız tamamlandığında, birlikte aşağıya indik. Mutfağa indiğimizde ailemizin gözleri bizi buldu; özellikle benim üzerimde fazla oyalanıyorlardı. Kızlar da beni merak ediyor olacak ki hepsi buradaydı. Onları daha fazla meraklandırmamak için yüzüme en gerçekçi ve samimi gülüşümü yerleştirdim.
— Herkese günaydın.
Bana ilk cevap veren babaannem oldu.
— Günaydın, güzel kızım.
Yerimize yerleştiğimizde Ayşe teyze gelip saçlarımdan öptü. Bu yaptığı ile gözlerim nemlendi, ama belli etmemeye çalıştım.
— Günaydın, Bambi, kendini nasıl hissediyorsun?
Çınar merakla bana bakıyordu; tabi yanındaki Nazlı’nın ondan aşağı kalır yanı yoktu.
— Gayet iyiyim, şöyle bakmayı kesin.
— Nasıl keselim, nasıl korktuk senin için?
Gamze’nin sesi üzgün ve endişeliydi.
— Biliyorum, canım benim, ama geçti, iyiyim. İyi olacağım; hem siz yanımdasınız.
— Her zaman yanında olmaya devam edeceğiz.
Umay’ın kurduğu cümle ve sesindeki titreme, onu ilk defa böyle görmüştüm; sesi titriyordu. Diğerleri de en az benim kadar şaşkındı.
— Kuzu, ne oldu sana?
Yerinden kalkıp arkamdan boynuma sarıldı.
— Çok korktum, sana bir şey olacak diye, yine kimsesiz kalacağız diye çok korktum.
Kulağıma fısıldadıkları ile dudaklarım açılıp kapandı. Böyle bir şey duymayı beklemiyordum. Ertuğrul’u bir baba olarak gördüklerinin farkındaydım. Kaç yaşlarına gelirlerse gelsinler, hep sevgiye aç ve ilgiye muhtaçlardı; Ertuğrul’un onları bu şekilde sahiplenmesi onlara güven veriyordu. Ama bir anne rolü aldığımdan haberim yoktu. Boynumdaki kollarının üzerine ellerimi koydum.
— Nefesim yettiğince yanınızda olacağım, sakın korkma.
Ben de onun gibi fısıldamıştım ama gözlerindeki nemlilik, içindeki duygu selini ortaya çıkarıyordu. Omzumdaki yanağına doğru dönüp dudaklarımı bastırdım.
— Siz ne fısıldaşıyorsunuz, bakayım?
Poyraz’ın sesi ile kendini geri çekti.
— Sana ne, acaba? Tüm ilgi sende olmayınca huysuzlanıyorsun.
Umay’ın çıkışması ile hepimiz gülmeye başladık; çünkü yüzünü ekşitmişti.
— Mihrecim, istediğin bir şey var mı?
Ayla’nın sesi ile ona döndüm.
— Yok canım, çok teşekkür ederim.
— Diyorum ki, bugün bir şeyler yapalım, ha? Ne dersiniz?
Çiçek'in sesi ile hepimiz dikkatimizi ona verdik.
— Nasıl bir şeyler, çiçeğim?
Arif, kolunu omzuna atıp onu kendine çekmişti; gözlerindeki aşkla sevdiği kadına bakıyordu. Bu durum, Çiçek'in biraz utanmasına neden olsa da gülümsemeden edememişti.
— Bilmem, belki yüzmeye gidebiliriz.
Sunduğu seçenek ile yüzüm düştü; masadaki elimin üzerinde hissettiğim sıcaklık ile gözlerim onu buldu. Gözlerini açıp kapattı; varlığı ile içimde tarifsiz bir mutluluk oluştu.
— Ben varım!
Diye atladı Gamze; çünkü kendisi bir deniz kızı sayılırdı, suyu aşırı seviyordu.
— Ben de varım.
Dedi Nazlı.
— Bizi de sayın, değil mi Umay?
Umay, Ayla’nın dediğini onayladı.
— Ben zaten geliyorum.
— Dedi Çınar; ama cümleyi kurarken gözleri Nazlı’nın üstündeydi. Bu ikisi arasında ne dönüyordu, en kısa zamanda Nazlı’yı sorguya çekecektim.
— Biz de geliriz, değil mi Güneşim?
Bakışlarım sevdiğim adama döndü.
— Ama Ertuğrul, ben…
— Sen merak etme, kocan yanında.
Dediği ile tebessüm ettim.
— Tamam o zaman, biz de geliyoruz.....
Meleğim, gidelim mi?
Şirin yüzüme masum masum baktı; o da benim gibi korkuyordu. Bedenini kucağıma çekip saçlarından öptüm.
— Korkma bir tanem, amcan var; o varken bize bir şey olmaz.
— Aynen öyle, ben varken size bir şey olmasına asla izin vermem.
Ertuğrul bize gülümseyerek bakıyordu; gözlerinde öyle büyük bir sevgi, öyle büyük bir şefkat vardı ki kelimelerle anlatılmazdı.
— Peki, nereye gideceğiz?
— Otele, tabii ki.
Nazlı’yı Çınar cevaplamıştı. İkisi konuşurken yüzleri birbirine dönüyor ve aralarında soyut bir bağ oluşuyordu. Her defasında Nazlı utanarak gözlerini kaçırıyordu.
— Babaannem, siz de geliyor musunuz?
— Yok daha neler, bizim ne işimiz var orada?
Çınar’ın babaanneme takılması ile ortamda eğlenceli bir curcuna kopmuştu.
— Ay Ayşe, görüyor musun? Kurt kocayınca nasıl da maskara oluyor.
— Doğru söylüyorsun, Seher hanım, zamane gençleri işte.
Ayşe teyze ile diyalogları gerçekten de komikti. Keyifli bir kahvaltının ardından hepimiz hazırlanmak için dağılmıştık. Küçük bir çantaya benim ve Şirin’in eşyalarını yerleştirdim. Başka bir çantaya ise bizim sığmayan eşyalarımızı ve Ertuğrul’un eşyalarını koydum. Hazır olduğumuza karar verdiğimizde, Ertuğrul içeri gelip çantaları alıp aşağı indirmişti. Ben de o sırada Şirin’i hazırlayıp indirmiştim. Aşağı indiğimde her zamankinden daha fazla koruma ile karşılaşmak benim için sürpriz olmadı; gözlerimdeki bakıştan anlamıştı.
— Güneşim.
— Efendim?
Siyah gözlerinin içine mahzunca baktım.
— Eğer rahatsız…
— Hayır elbette...rahatsız olmak ne demek? Ertuğrul, ben seni biliyorum, anlıyorum. Ben seni her halinle kabul ettim; günahınla sevabınla sevdim. Sana “Evet” derken ne iş yaptığını biliyordum, bir masalın içinde yaşamadığımızı da biliyorum. Zaten sen de bana masal değil, bir destan vaat ettin; bana hayatım boyunca yaşayamayacağım kadar güzel günler yaşattın. O yüzden sen neyi, nasıl istersen öyle yaparım; sen yeter ki hep yanımda ol.
Söylediklerim karşısında öylece kalmıştı. Her kelimemde gözlerindeki aşk büyümüş, devasa boyutlara ulaşmıştı. Sustuğumda ise beklemeden kollarının arasına almıştı. Bedenim kollarında sıcacık olmuştu. Ama bu fazla sürmedi...Fazla oyalanmadan ayrılmak zorunda kaldık; ikimiz de araca binip otelin yolunu tuttuk.
**************
Otelin havuzuna vardığımızda, güneş tüm ihtişamıyla parlıyordu. Şirin, kucağımda hafifçe mırıltılar çıkarıyor, güneşin sıcaklığını hissediyordu. Ertuğrul yanımızda yürürken, gözlerindeki koruma ve tatlı bir merak ifadesi, yüzünde hafif bir tebessümle birleşiyordu. Etraf hayli kalabalıktı özellikle bizim gelişimiz bir çok insanın havuz kısmını tercih etmesine neden olmuştu.
Havuzun kenarına geldiğimizde, şimdilik kızların gelmediğini gördüm Çınar ve Poyraz burdaydı. İkiside kaslarını gözler önüne serecek şekilde şezlonglarda uzanmış bir çok kadının onlara bakmasına neden olmuştu. Bakışlarım yanımdaki adama kaydı üzerinde siyah bir tişört ve şort vardı.
"Ertuğrul!"
"Efendim?"
"Sen tişörtünü çıkarma!"
Söylediğimi ilk bir kaç saniye algılayamadı. Ne demek istediğimi anladığında ise sesli bir şekilde gülmüş bir çok gözün bize dönmesine neden olmuştu.
"Bence sen toplum içinde gülmede...."
Bu defa epey bir şaşırmıştı ama dediğimi tebessümle karşılamıştı.
"O zaman bende senden bir şey istesem."
Gözlerim yüzünde gezindi.
"Üstündekini çıkarmasan hiç bir göz sana değmese."
"Çıkarmam.... değmesin. Benim istediğim bir çift siyah göz dışında başka hiç bir göz değmesin."
Söylediklerimden sonra elini belime atıp dudaklarını saçlarıma bastırdı. Şirin meraklı gözlerle etrafa bakıyordu. Elinden tutup çocuk havuzuna yöneldim. Ama hala tereddütleri vardı. Önünde diz çöküp yüzüne baktım.
"Meleğim korkuyor musun?"
Başını evet anlamında salladı. Ne diyebilirdim ki onu çok iyi anlıyordum. Bakışlarımı bizi izleyen adama çevirdim. Derdimi anlamış olacak ki bize doğru adımladı.
Ertuğrul, yanımıza gelerek hafifçe suya girdi ve Şirin’i nazikçe suyun kenarına oturttu.
"Prensesim korkma bak ben burdayım."
Küçük bedenini kucaklayıp suyun içerisine aldı. Şirin ilk bir kaç saniye korku ile kollarını boynuna sarsada sonrasında alışmış bu havuzda bir şey olmayacağını anlamıştı bu dudaklarındaki tebessümden belli oluyordu. Ertuğrul onu yavaşça havuzun içine bıraktı. Ona güven vermek istercesine başı ile hadi anlamında işaret verdi. Şirin bu komut doğrultusunda yavaş yavaş ve ürkek adımlarla diğer çocukların arasına karıştı. Onlarla suya atlayıp oyunlara başladığında, biz de kenarda oturup onları izledik. Gözlerim etrafta dolaştığını nihayet kızların geldiğini gördüm. Onları görünce dudaklarım kıvrıldı.
"Acaba Güneşim ben dışında neye gülüyor."
Ertuğrul’un sorusuna karşıyı işaret ederek cevap verdim. O da benim gibi sırıttı.
"Birileri krize girecek."
Dediği ile gülüşüm sesli bir hal aldı. Zira düşündüğümüz gibi de oldu. Arif Çiçek'in üzerindeki mavi bikiniyi görür görmez yanındaki havluyu üzerine kapatmaya çalışmıştı. Çiçek ise bu durumdan hiç hoşlanmamış onu kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.
"Arif durur musun?"
"Çiçeğim güneş çok yakıcı tenini yakmasın diye şey ettim."
"Sen bir şey etme Arif senin neyi niye şey ettiğini biliyorum. "
Arif ise sanki Çiçek hiç bir şey dememiş gibi havluyu tekrar onun üstüne atmıştı.
"Arif!"
Çiçek bu defa çıkışınca el mahkum durmak zorunda kaldı. Umay ve Ayla şanslı olanlardı. Kendilerini bizim yanımızdaki şezlonglara atıp bizim gibi diğerlerini izlemeye başladılar.
"Ne yapıyor bunlar?"
"Kıskançlıklarını belli etmemeye...."
Kurduğum cümle ile ikiside kahkaha atmıştı.
Nazlı’nın üzerindeki pembe mayo ise gerçekten çok hoş olmuştu. Sarı saçları ile güzel bir uyum içindeydi. Özellikle mayonun belindeki küçük dekolte detayları ayrı bir seksilik katmıştı. Ve arkadaşlarım diye demiyorum mankenlere taş çıkarırlardı. Ama karşısına Çınar engeli çıkmıştı.
"Nazlı!"
"Efendim?"
"Mayon yırtılmış sanırım!"
Kurduğu cümle ile kahkaha attım. Bakışlarım istemsiz yanımdaki adamı buldu.
"Bu replik bana bir yerden tanıdık geldi sanki."
Ne dediğimi hemen anladı o da benim gibi gülüp bedenimi göğsüne çekti.
"Yok onun modeli öyle."
Nazlının verdiği cevap ise hayli tanıdıktı. Dudakları saç diplerimi öptü.
"Hadi ya..... Ben belki rahatsız olursun diye dedim..."
"Yok niye olayım ki... herkes böyle giyiniyor."
"Belki bakan olur onlardan rahatsız olursun."
"Olmam."
Nazlının son söylediği ile Çınar hem öfkelenmiş hemde hayal kırıklığı ile bakmıştı.
"Yani bakan olmaz.. Sen.... Yani siz varsınız. Korursunuz değil mi?"
Bu defa deminkinin aksine Çınar gülümseyerek bakmıştı.
"Ben varken kimse seni rahatsız edemez. İstediğini giy istediğini yap."
Nazlı saçlarını kulağının arkasına aldı yüzünde utangaç bir gülümseme belirdi.
"Teşekkür ederim. "
O sırada Gamze'de üzerindeki siyah poreoyu üzerinden sıyırdı.
"Siktir!"
Bu kibar tepkiyi Poyraz vermişti.
Gamzenin esmer teninde siyah bir bikini takımı vardı. Ve şuan alandaki bir çok erkeğin dikkatini çekmişti bile. Bu durum Poyraz'ın etraftakilere öldürecekmiş gibi bakmasına neden oldu. Ama bizimki ne onun nede diğerlerinin bakışlarının farkında değildi.
"Size doyum olmaz ama ben suya giriyorum. "
Başka bir şey demeden kendini havuzun içine atmıştı. Bu kız umursamazlığı ile dikkatleri üzerine çekiyordu. Şu atlayışı bile öyle seksiydi ki ben bile yükselebilirdim.
— Bakın, Şirin yüzüyor! — diye bağırdı Umay.
Gözlerim minik meleğimi buldu. Kollarındaki simitlerle suyun içinde kulaç atıyordu. Havuzdaki eğitmen onlara yardımcı oluyordu. Çok tatlıydı.
Bu defa Ertuğrul’a baktım; gözlerinde hem tatlı bir gurur hem de derin bir huzur vardı. O an, kelimelere gerek yoktu. Her bakışımız, birbirimize ve minik ailemize duyduğumuz sevgiyi anlatıyordu. Öte yanda olan hareketlilik ile tekrar koca bebeklere döndüm. Poyraz Çınar'a doğru gelmişti. Sessiz konuşsada ben duyuyordum.
"Burayı hemen boşaltıyorsun!"
Resmen burnundan soluyordu.
"Anlamadım!"
Valla Çınarcım bende anlamadım.
"Neyini anlamadın lan. Boşalt şu havuzu yalnız biz kalalım."
"Neden kardeşim hayır biz bir şey demiyoruz sana ne oluyor."
Artı bir... Çınar'a katılıyordum. Ona neydi ki.
"Lan herkes kızlara bakıyor."
"Sen rahat ol kardeşim biz onların yanındayız rahatsız eden olursa o bikinileri onlara giydirir köçek diye oynatırım."
Dudaklarım kıvrıldı. Çınar haklıydı, başkalarının ahlaksızlığı yüzünden kadın kısıtlanmamalıydı.
"Çınar!"
Nazlı seslenince ikisi konuşmasına ara verdi.
"Birlikte yüzelim mi?"
Sorusu ile Çınar gülümsedi.
"Geliyorum."
Tam gidiyordu ki Poyraz kolundan tuttu.
"Bana bak otelinin dağılmasını istemiyorsan hemen şimdi şu lanet yeri boşalt!"
Başka bir şey dememişti. Arkasını dönüp havuza atlamış suyun altında tek nefeste Gamze’nin olduğu tarafa doğru yüzmüştü. Şimdi fark ettiğim bir diğer detay ise bir kaç erkeğin dikkatini çeken arkadaşımın bu gözlerden habersiz suyun tadını çıkarıyor oluşuydu. Kısa bir süre sonra Çınar Poyraz'ın istediğini yapmıştı. Etraftaki diğer insanlar bir bir havuzu terk etmişti. Garsonlar herkese tek tek bir şeyler söylemiş sonrasında insanlar çıkıp gitmişti. Havuzda saatler, kahkahalar ve suyun serinliğiyle akıp geçti.
"Seninle birlikte gerçekleştirmek istediğim bir hayalim var."
Kulağıma fısıldadığı sözler ile göğsündeki bedenimi dikleştirip yüzüne baktım.
"Ne?"
"Benimle gel desem?"
"Ölüme bile gelirim."
Dudakları kıvrıldı ayaklanıp elini bana uzattı. Bir an bile düşünmedim tereddüt etmedim bana uzattığı eline tutundum. Bedenimin ayaklanması ile önden yürümeye devam etti. Ne olacağı umrumda değildi o vardı. Ve o varken mutsuzluk, hüzün ,göz yaşı yoktu.......
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |