71. Bölüm

71. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

ERTUĞRUL ARSLANLI

 

 

Güneşimin elinden tutup onu bizim için özel olarak hazırlattığım odaya yönlendirdim. Meraklı gözlerle hem etrafına hem bana bakıyordu. Odanın kapısını açıpta içeri girdiğimizde bile hala ne olduğunu anlamadı.

"Ertuğrul buraya neden geldik?"

"Buraya geldik çünkü ben sana yüzme öğretmek istiyorum. "

Dediğim ile önce bir şaşırdı sonrasında gözlerinde oluşan tedirginlik ile yüzüme baktı.

"Ama..."

"Denemeden bilemeyiz güneşim. Benim için dener misin?"

Son söylediğim ile korkuları ve benim aramda bir ikilemde kalmıştı.

"Senin için."

Bu kadardı işte bu kadının kalbimi sökmesi sadece iki kelime ile mümkündü. Ondan başkası böyle bir şey yapamazdı.

"Hadi sen hazırlan. Senin için seçtiklerim içerde."

"Sana inanamıyorum resmen planlamışsın."

"Bunu ne kadar zaman önce planladığımı bilsen böyle konuşmazdın."

Yüzünde bir gülümseme ile içeri geçti. Bende üzerimdeki tişörtten kurtulup beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra onun için seçtiğim yeşil mayo ile karşımdaydı.

"Siktir" lanet olsun bu şey bu kadar iyi miydi ya... kimi kandırıyorsun oğlum iyi olan üzerindeki değil giyen kadın. Bu kadın çuval giyse aklımı başımdan alırdı. Artık nasıl bir açlıkla bakıyorsam gözlerini kaçırdı. Elleri önünde birleşmiş parmakları ile oynuyordu. Bu yaptığına tebessüm ettim. Yanına gidip çenesini kendime doğru kaldırdım. Lakin gözlerinde gördüğüm kıvılcımlar demin aklımdan geçenlerin doğru olmadığının kanıtıydı. Utanmıyordu...Tam tersine o da en az benim kadar şehvet doluydu.

"Güneşim...."

"Sana üstünü çıkarma demiştim."

Dudaklarımda arsız bir gülüş yer edindi.

"Sen onu dışarsı için söylemedin mi. Ben senin yanında çıplak gezebilirim diye düşünmüştüm. Haksız mıyım?"

"Haklısın....Yani gez....Yani gezebilirsin..... Yani ben....."

Daha fazla konuşmasına izin vermedim eğilip dudaklarımızı birleştirdim. Geri çekildiğimde kendinden geçmişti bile.

Gözlerini açıp benimlilerin içine baktı.

"Ertuğrul!"

"Güneşim!"

"Bakma şöyle... ayrıca kocamsın seni arzulamam, istemem normal."

"Bir şey demedim ki kurban olduğum."

"Gözlerin susmuyor ama."

Huysuzca söylenmesi ile odada kahkaham yankılandı.

"Hadi!"

Elinden tutup balkona ilerledim.büyük odanın balkonunda müşterilere özel bir havuzu vardı ve ben bunu burda yapmayı uygun görmüştüm. Çünkü rahatsız olmasını istemiyordum. Balkona girdiğimizde küçük havuzun suyu sessizce parlıyordu. Perdeler hafif aralıktı, içeri süzülen gün ışığı suyun üstünde dans ediyor, odadaki sessizliğe huzurlu bir hava katıyordu. Göz göze geldiğimizde yüzündeki gerginliği fark etmemek imkânsızdı. Dudaklarını kemiriyor, kollarını göğsünde sıkıca kavuşturuyordu.

“Hazır mısın?” diye sordum hafif bir gülümsemeyle.

Başını iki yana salladı. “Ben… yapamıycam,” dedi titrek bir sesle.

Bir adım yaklaştım, gözlerinin en derinine baktım. “Mihrem… burası derin değil. Ayağın yere basacak. Hem ben yanındayım.”

Gözleri kararsızca suya kaydı, sonra tekrar bana döndü. O bakışta korkudan çok, kendiyle savaşı vardı. Yüzme bilmemenin utancı, boğulma ihtimalinin yarattığı panik, suya dair geçmişteki kötü bir anı… Hepsi tek bir ifadeye sıkışmış gibiydi.

“Elimi tut,” dedim yumuşak bir sesle. “Sadece kenara kadar geleceğiz, başka bir şey yapmayacağız.”

Bir an durdu, sonra tereddütle elini uzattı. Küçük, titreyen parmaklarını avuçlarımın arasına aldığımda ürkek bir serinlik hissettim. Onu yavaşça kenara doğru götürdüm. Suyun içine ilk adımını attığında omuzları irkildi, nefesi hızlandı.

“Ertuğrul… çok soğuk,” diye fısıldadı.

Gülümsedim. “Alışacaksın. Sadece derin bir nefes al ve bana bak.”

Sözlerimle değil, bakışlarımla sakinleştirmeye çalışıyordum onu. Benim güvenimde huzur bulsun istiyordum. Elleri hâlâ avuçlarımdaydı.

“Tamam… şimdi sırtını biraz suya bırakmanı istiyorum. Ben seni tutacağım, bırakmam.”

Başını hızla salladı. “Hayır, düşerim. Boğulurum.”

Bir adım daha yaklaşıp alnına küçük bir öpücük kondurdum, sesi kesildi. “Ben yanındayken asla olmaz öyle bir şey. Sana bir şey olmasına izin verir miyim sanıyorsun?”

Bu kez gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve suya biraz daha yaklaştı. Avuçlarıma biraz daha sıkı tutunuyordu, tırnakları hafifçe elime battı ama umurumda değildi. Önemli olan korkusunu yenmesiydi.

“Şimdi…” dedim alçak bir sesle, “sadece dizlerini bük ve suyun seni taşımasına izin ver.”

Titreyerek dediğimi yaptı. Gövdesi yavaşça suya değdiğinde gözlerini hızla açtı, nefesi kesilmiş gibiydi ama düşmediğini fark edince bir anlığına şaşkınlıkla bana baktı.

“Bak…” dedim, gülümseyerek. “Su seni taşıyor, değil mi?”

Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Çok küçük, ama değerli bir tebessümdü bu.

“Evet…” diye fısıldadı, “ama sakın bırakma.”

“Bırakmam,” dedim ve parmaklarımı daha sıkı kenetledim onun eline. “sadece bugün değil, hiçbir zaman.”

O an gözlerindeki korku yavaş yavaş çözülürken, içimde tuhaf bir sıcaklık yayıldı. Onu izlerken sadece yüzme öğrenmesini değil, bana güvenmesini de istiyordum. Ve biliyordum… birazdan suyla barışacak, ama önce bana inanması gerekiyordu. Nefesi yavaş yavaş düzene girmişti. Ellerimizi hâlâ birbirine kenetlemiş haldeydik, suyun yüzeyinde usulca süzülüyorduk. Omuzlarındaki gerginlik hafifliyor, gözlerindeki panik yerini derin bir dikkate bırakıyordu. Beni dinliyordu. Bu, başlı başına bir zaferdi.

“Hazır mısın?” diye sordum fısıltıyla.

Kaşları çatıldı, dudaklarını ısırdı. “Ne için?”

“Orta kısma gideceğiz. Su biraz daha derin… Ama ayağın yine yere değecek, merak etme. Sonra da sana nefes tutmayı göstereceğim.”

Gözleri büyüdü. “Hayır… başımı suya sokamam, Ertuğrul. Boğulurum.”

Sözlerini sakince dinledim, sonra ellerinin üzerine kendi ellerimi kapadım. “Ben yanındayım, güneşim. Bırakmam seni. Sen bana inanmazsan, kime inanacaksın?”

Bir süre sessizlik oldu. Sadece suyun hafif şıpırtısı vardı aramızda. Bakışlarını kaçırıyordu ama parmaklarını gevşetmedi; bu, içindeki korkuya rağmen bana güvendiğinin işaretiydi.

“Peki…” dedi kısık bir sesle, neredeyse kendi kendine konuşur gibi.

Gülümseyip başımı salladım. “Aferin sana.”

Yavaşça havuzun ortasına doğru ilerledik. Suyun derinliği biraz artmıştı, omuzlarımıza kadar geliyordu artık. Mihre’nin nefesi yeniden hızlanmıştı; anlıyordum, kalbi deli gibi atıyordu. Elini daha sıkı tuttum.

“Tamam, derin bir nefes al… ve gözlerini bana dik,” dedim, sesimle değil bakışlarımla onu yakalamak istiyordum.

Gözlerimin içine baktı. O an dünyada yalnızca ikimiz vardık.

“Elini bırakacağım… ama sadece birkaç saniyeliğine. Ben buradayım, sana dokunmam yeter.”

“Hayır…” diye fısıldadı ve başını iki yana salladı.

Avuçlarını okşadım, parmak uçlarıma sıcaklığı geçti. “Güneşim … bana güven. Eğer bir şey olursa seni hemen çekerim. Bunu yapabilirsin.”

Uzun bir an tereddüt etti… sonra küçük bir nefes alıp başını çok hafifçe eğdi. Bu, sessiz bir “tamam”dı.

“Elini göğsünde birleştir,” dedim yumuşakça. “Gözlerini kapat. Ben üçe kadar sayacağım. Sonra başını biraz suya sokacağız. Sadece bir saniye. Hazır mısın?”

Başını güçlükle salladı.

“Bir…” dedim, gözlerini kapadığını görünce hafifçe gülümsedim. “İki… derin nefes… Ve üç.”

Beraberce eğildik, ellerim sırtındaydı, onu tamamen kontrol altında tutuyordum. Mihre’nin başı suya değdiği an vücudu bir anda kasıldı. Nefesini tutmuştu. Yarım saniye bile geçmeden hızla başını kaldırıp bana bakarak derin bir nefes aldı.

Gözleri korkuyla büyümüştü ama aynı anda yüzünde, farkında olmadan beliren bir gurur ifadesi vardı.

“Gördün mü?” dedim gülerek. “Yaptın.”

Başta bir şey demedi, sadece derin derin nefes aldı. Sonra başını eğip hafifçe kıkırdadı. “Ama… çok kısa sürdü,” dedi utanarak.

“Önemli değil. İlk adımı attın.”

Bir anda bana sarıldı. Sıcacık kolları suyun serinliğini bastırmıştı. Öylece, sessizce, bir süre kaldık. Kalp atışlarını göğsümde hissedebiliyordum.

O an fark ettim… Bu sadece yüzmeyi öğrenmek değildi. Mihre, bana korkularını, çaresizliklerini ve güvenini emanet ediyordu. Ve ben, o güveni asla boşa çıkarmayacaktım. Geri çekilip yüzüme baktı. Güzel gözlerine ulaşan bir tebessümü vardı bana yaşadığımı hissettiren.

Artık ellerimi eskisi kadar sıkmıyordu; hâlâ temkinliydi, ama biraz olsun cesaret toplamıştı.

“Hazır mısın?” diye sordum, omuzlarının hemen yanındaydım.

Tereddütle bana baktı, dudaklarını ısırdı. “Ne için?”

“Bu kez biraz serbest bırakacağım seni,” dedim yumuşak bir gülümsemeyle. “Ayakların yere basıyor zaten, korkma. Ben buradayım.”

Gözlerindeki o ince titreme hâlâ oradaydı ama bu kez beni dinledi. Yavaşça başını salladı.

“Tamam… ama sakın gitme,” dedi kısık bir sesle.

“Elimi bırakacağım ama seni bırakmayacağım,” diye fısıldadım, gözlerinin içine bakarak. “Ben yanındayım, güzelim.”

Yavaşça, dikkatlice avuçlarını bıraktım. Su ona hafifçe dokunuyor, bedeninin etrafında küçük halkalar oluşturuyordu. İlk başta kollarını yanına kapattı, sonra bir an için gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

“Bak… hiç batmıyorsun,” dedim sakin bir sesle.

Göz kapaklarını açıp bana baktı, gözlerinde şaşkınlık vardı. Küçük bir tebessümle fısıldadı: “Gerçekten… duruyorum.”

Tam o an… omuzlarının biraz daha gevşediğini hissettim. Yavaş yavaş bana değil, suya güvenmeye başlamıştı.

“Harika gidiyorsun,” dedim, “şimdi başını biraz eğip nefesini tutmayı deneyeceğiz. Hazır mısın?”

Korkuyla yutkundu ama bu kez geri adım atmadı. Başını yavaşça suya eğdi… ama bir şey oldu.

Bir anda yüzüne su sıçradı, burnundan içeri biraz kaçtı. Gözleri panikle açıldı, kolları kontrolsüzce çırpınmaya başladı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi.

“Ertuğrul!” diye haykırdı, sesi titriyordu.

Saniyeler içinde yanına vardım, kollarının altından tuttum ve göğsüme doğru çektim. Başını sudan kaldırdığımda nefes nefeseydi, dudakları titriyordu. Kalbinin hızlı atışını göğsümde hissediyordum.

“Tamam… tamam, sakin ol. Buradayım,” dedim, saçlarının arasına yüzümü gömerek. “Bir şey olmadı, Güneşim. Ben buradayım.”

Kolları refleksle boynuma dolandı. Çenesini omzuma yasladı, nefesi hâlâ düzensizdi. Elimi sırtına koyup küçük daireler çizerek onu sakinleştirmeye çalıştım.

“Boğulacaktım…” diye fısıldadı titreyen bir sesle.

“Hayır,” dedim, kulağına çok yumuşak bir sesle. “Ben yanındayken asla. Sana bir şey olmasına asla izin vermem.”

Yavaş yavaş nefesi düzene girdi. Kolları hâlâ boynumdaydı, ayrılmak istemiyordu. Onu havuzun kenarına doğru götürdüm, orada oturttum. Yanına diz çöktüm, ellerini tuttum.

“Bak…” dedim, yüzüne dokunarak. “Bu bir başarısızlık değil, Güneşim.Panik oldun, hepsi bu. Ama gördün mü? Seni hemen tuttum. Güvendesin.”

Gözlerini kocaman açtı, bir süre bana baktı. Sonra başını hafifçe öne eğdi, neredeyse fısıltıyla konuştu:

“Sen yanımdayken… korkmuyorum.”

O cümle… içime işledi. Ona baktım, bir an hiçbir şey söyleyemedim. Sadece elini avuçlarımın arasına alıp sıktım.

“Ve ben,” dedim sessizce, “yanındayken hiçbir şeyi riske atmam. Sana söz veriyorum.”

Gözlerimizin kilitlendiği o an… havuzun sessizliği, suyun kokusu, kalp atışlarımızın yankısı… Hepsi tek bir noktada buluşmuş gibiydi. Artık sadece yüzme öğrenmiyordu bana güvenmeyi öğreniyordu. Ve o güven… benim için her şeyden daha değerliydi.

Elimi uzatıp parmaklarımla çenesini kavradım. Bakışlarımızı birleştirdim bal rengi gözlerinde kıvılcımlar çakıyordu sanki. Yutkunmadan edemedim. Islak saçlarından ve bedeninden su damlaları aşağıya doğru akıyordu. O an bir su damlası olmak istedim onun teninde yol alan küçük bir damla.

"Güneşim...."

"Ertuğrul...."

Sesi fısıltıyla çıktı. Ellerini göğsüme koydu olduğu yerden doğrulup dizlerinin üzerine kalktı sonrasında sabahtan beri yapmak için tutuştuğum şeyi yaptı nihayet dudaklarımızı birleştirdi. Ağzımı aralayıp tadına varmaya çalıştım. Dili dilime dolandı. Nefesinin kesildiğini anladığımda geri çekilmek zorunda kaldım. Sık nefesler alsada yüzünde tatlı bir tebessüm vardı.

"Sanırım su sana yükselmeme neden oluyor."

Dili dudaklarının üzerinde gezindi. Sanki demin tatlı bir şey yemişti dudaklarında kalan tadı almak istermiş gibiydi.

"Güneşim!"

Konuşmama izin vermedi bu defa sert ve hızlı bir şekilde dudaklarıma yapıştı bu yaptığı benimde dayanacak olan son irade zerremide kırdı elim çıplak bacağına uzandım bedenini kendime bastırırken buldum kendimi. Alt dudağını ağzıma alıp emdim bırakmadan önce dişlerimin arasına alıp kıstırdım.

"Ahhhhh...."

İnleyişi ortamda duyuldu. Geri çekilip yüzümü izledi.

"Üstümüzdekiler ıslak bence çıkarmalıyız."

Her kelimesi beni benden alıyordu.

"Öylemi yapmalıyız."

"Hı hı hasta olmayalım. Değil mi?"

"Öyle tabi."

"Ertuğrul "

"Güneşim!"

"Bir sonraki ders ne zaman olacak."

Bunu yüzme aşkından sormadığını burnunu burnuma sürtüşünden anlamıştım.

"Neden sordun bebeğim."

"Kıyafetler ıslak.... Yani kısa süre sonra olacaksa bir sonraki dersi çıplak yapmak zorunda kalabiliriz."

Sözleri, o sözleri söylerkenki ses tonu , cilvesi....

Aklımı başımdan alıyordu. Dilimle dudaklarımı ıslattım. Bu yaptığım ile kalçalarını kucağımda ileri geri hareket ettirdi. Bu inlememe neden oldu. Elimi mayonun sırtına atıp çekiştirdim. Mayo üzerinde parçalandı aynı anda ağzından küçük bir çığlık kaçtı şaşkınlıkla bana baktı.

"Hiç bakma öyle çok bile dayandım."

Dudakları kıvrıldı.

"Bunu sevmiştim."

"Sana yenisini alırım.... çok daha fazlasını."

"Dersler için mi?"

Dudaklarına kapandım geri çekilip yüzüne baktım.

"Belki sonrası için... derslerde giymene gerek yok gibi."

Daha fazla konuşmasına izin vermedim. Üzerinde yarısı yırtılmış olan mayonun geri kalanından kurtuldum. Artık kollarımın arasında çıplaktı. Her zaman olması gerektiği gibi. Kalçalarından kavrayıp kucağıma aldım. Adımlarımı odanın içine yönlendirdim. Zira şuan ona doymam gereken konular vardı. Akşam işim vardı ve benim özlemden delirmemem için bu şarttı.....

Bölüm : 23.08.2025 11:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...