77. Bölüm

77. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

ÇINAR TAŞKIRAN

 

Gözlerim etraftaki seslerle aralandı. Kimdi bu insanlar? Göğsümde şiddetli bir ağrı vardı. Göz kapaklarımı ilk açtığımda ışığa dayanamadığı için tekrar tekrar kapatıp açtım. Birkaç saniye sonra açıldığında bir hastane odasındaydım.

— Çınar Bey, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

— Biraz ağrım var.

— Ne olduğunu hatırlıyor musunuz?

— Ben en son yoldaydım. Sanırım, kaza yaptım.

— Doğru hatırlıyorsunuz; ama merak etmeyin, şu an her şey yolunda. Küçük sıyrıklar dışında ciddi bir yaranız yok.

— Ailem?

— Aileniz dışarda. Şimdi haber vereceğiz; gerçekten çok fazla seveniniz varmış. Dediğiyle dudaklarım kıvrıldı. Kadın gerekli açıklamayı yapıp dışarı çıktığında beklemeye başladım. Daha çıkalı birkaç saniye olmuştu ki kapı hızla açıldı. Gördüğüm yüzle şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Bedenim yaslandığı yerden hızla doğruldu. Yeşil gözlerinin içi kızarmıştı, dudakları ve yüzü şiş haldeydi. Benim için mi ağlamıştı böyle?

— Çınar!

— Nazlı!

Hızla bana doğru koşup kollarını boynuma doladı. Ağzından kaçan hıçkırıklar odada yankılanıyordu. Üstümdeki şaşkınlığı atar atmaz ellerim sırtına uzanıp var gücüyle sardı. Güzel kokusunu içime çektim; sanki deniz kenarındaydım. Kollarını çekmeden hafifçe çekildi; dudakları yanağımda, alnımda, yüzümün her yerinde gezindi. En son boynuma derin birkaç öpücük bırakıp aynı hızla sımsıkı sarıldı. Rüya falan görüyor olamazdım, değil mi? Şayet öyle ise beni uyandıranın ecdadını sikerdim. Rüyada dahi olsa o güzel dudakları tenime değdi ya daha da iflah olmazdım. Kokusunu içime çekmeye devam ettim. Allahım, bu nasıl bir kokudur; insanı kendine meftun ederdi. Madem rüyadaydım, bu kokusu nasıl böyle gerçek olabilirdi?

— Şşşş, ağlama. Ağlama, iyiyim.

Geri çekilip yüzüme baktı.

— Sana bir şey olacak diye çok korktum.

Yeşillerinden akan yaşları ellerimle sildim.

— Olmadı bak, ben gayet iyiyim.

— Bir daha o şekilde araba sürersen seni gebertirim!

Söyledikleriyle ben de sesli şekilde güldüm; dayanamadım, onu göğsüme çektim.

— Neden gittin, Çınar?

Başını kaldırıp yüzüme bakmaya çalıştı.

— Neden o kadar hızlı sürdün? O aracı niye o kadar süratli sürüyordun? Derdin neydi? Arkanda kalanları hiç mi düşünmedin? Bizi hiç mi düşünmedin?

Dedikleriyle yutkunma ihtiyacı hissettim.

— Nasıl bu kadar düşüncesizce davranabilirsin?

—Nazlı?

— Ne Nazlı?

—Benden rahatsız oluyor musun?

Bunu sormak zorundaydım; gayrı canıma tak etmişti. Yeterdi. Ben sevdiğimi yanımda istiyordum.

Gözleri hiçbir şey anlamadığını kanıtlar gibi baktı.

— O ne demek?

— Ben sana yaklaşınca rahatsız oluyor musun? Ne bileyim, varlığım seni tedirgin ediyor mu?

— Ne saçma bir soru bu. Senden rahatsız olsam bu halde mi olurduk, akıllım?

Dedikleriyle dudaklarım kıvrıldı.

— Olmazdık, değil mi?

— Olmazdık... Ben senden hiç rahatsız olmadım; olmam da.

— Neden?

— Çünkü... çünkü...

— Tamam yavrum, sakin ol...

Kapıdan Ertuğrul’un sesi duyulunca birbirimizden uzaklaşmak zorunda kaldık. Ben şansıma söylenirken o utançla geri çekildi.

— Bak şimdi Çınar'a vericem; kendi gözlerinle gör ama sakın yerinden kalkma.

Endişeli sesiyle biz de ona baktık. Elindeki telefonla görüntülü konuşuyordu.

— Çabuk ol o zaman, böyle bir şeyi benden nasıl saklarsınız?

Mihre'nin endişeli sesi yüksek çıkmıştı. Ertuğrul telefonu bana uzatınca anlayışla tebessüm ettim.

— Mihre?

— Çınar... Çınar iyi misin?

— İyiyim, sakin ol.

— Bunlar beni getirmedi; seni öyle merak ettim ki, gelmeme izin vermiyorlar.

— İyi yapıyorlar; sakın "geleyim" deme.

Yüzü düştü, omuzları hüsranla çöktü. Ne yani, benim izin vereceğimi mi düşünmüştü?

— Ama ben yanında olmalıydım.

— Ben iyiyim, güzel yengem; hem yalnız değilim ki.

Gözlerindeki endişe bana öyle şeyler hatırlatıyordu ki...

— Elimde değil.

— Beni özledin, biliyorum. Merak etme; hemen yanınıza gelicem. Yeğenime ve kendine iyi bak.

Gözlerim kısacık bir an Ertuğrul'a kaydı; tebessümle bana bakıyordu.

— Bu kocan kızgın bakıyor; beni dövmeden telefonu ona vericem.

— Ne! Ertuğrul çocuğa sakın karışma!

Sesindeki kızgınlıkla istediğimi almış oldum. Tabi Ertuğrul bu yaptığıma gülmekle yetindi. Telefonu ona uzatınca gelip elimden aldı; elini saçlarıma atıp karıştırdı.

— Hasretini gider. Döndüğümde o aracı o kadar hızlı sürmenin hesabını vereceksin.

Bir baba evladını hata yaptığında nasıl sorguya çekiyorsa öyle bir etki yaratmıştı; kızmamıştı ama ,endişelenmişti.

— Güzelim, bunun neresi çocuk?

— Ertuğrul, bak sakın... sakın ona kızayım deme; çok fena olur. Hasta o.

— Tamam, eve gelene kadar söz; bir şey demeyeceğim.

Gözleriyle "sonra görüşürüz" dermiş gibi baktı. Ben ise bilmiş bir şekilde sırıttım; arkamda yengem varken sıkardı o biraz.

Ertuğrul çıkınca yine baş başa kaldık.

— Bir şey söylüyordun?

Heyecanlı sesimle tebessüm etti.

— Ben diğerlerine haber vereyim; seni çok merak ettiler.

Yüzümdeki tebessümün yerinde yeller esti ama o bu halime de güldü. Sonra dışarı çıkıp diğerlerini içeri aldı. Birkaç saniye içinde herkes odaya gelmişti.

— Çınar...

—Çirkin şey ne bu halin?

dediğimle Umay sesli bir şekilde burnunu çekti.

— Seni çok merak ettim, gerizekalı.

Sitemiyle yüzümde derin bir gülüş oluştu. Kollarımı açınca hemen gelip sarılmıştı.

— Oy, ben kıyamam çirkin ördeğime. Abisi için ağlar mıymış?

Takılsam da cevap vermemişti; bu çok üzüldüğünü gösteriyordu.

— Güzelim.

Başını kaldırıp yüzüme baktı.

— Hııı.

— Hadi ama bak, turp gibiyim.

— Çürük turp.

— Hadi ordan, maşallahım var kızım.

— Yaa ne demezsin!

Poyraz’ın imalı sesiyle ona döndüm.

— Kardeşim?

— Zıkkım.

— Beni bu kadar mı özlediniz lan?

—Çınar, bir iyileş; seni tekrar hastanelik etmeyen Poyraz değil.

— Bayağı özlenmişim.

— Çınar, seni şimdi bir özlerim.

Poyraz'ın sinirli sesiyle gülüşüm sesli bir hal aldı.

— Küçük prensim, canın acıyor mu?

— Aylacım, bana ne olabilir? Acı da neymiş?

— Abla, Allah rızası için şımartmayın şunu.

Ertuğrul’un sesi sinirli olduğunun kanıtıydı.

— Kıskanmayın; kardeşim en yakışıklınız benim, en sevilende benim.

— Geçmiş olsun Çınar, bizi çok korkuttun.

Gamze çekinerek bana bakıyordu; onda ayrı bir şey vardı, çabalıyordu ama bir türlü yaklaşamıyordu.

— Korkmayıp ne yapacaksınız güzellik, bu dünyadaki yakışıklılık oranı neredeyse yarıya düşüyordu.

Enseme gelen şaplak ile Poyraz’a baktım.

— Güzellik ne lan?

sesinde bariz bir sinir vardı.

— Sana ne kardeşim? Gamze kızmıyor. Kızdın mı kardeşim?

Gamze tebessümle bana baktı.

— Kızmadım; belli ki Poyraz Bey ile senin güzellik anlayışın uyuşmuyor, sen takılma.

— Bacımsın, helal kız sana.

Aramıza katılmalıydı; hele ki salak arkadaşımın aklını işgal etmişken. Poyraz hislerinin farkına varamayacak kadar salak biriydi ama neyse ki ben daha zekiyim; önce kendi işimi halledeceğim. Sonra onun için bir şeyler düşünürüm teşekküre gerek yok.

— Geçmiş olsun, iyi olmana çok sevindim.

Arif’in yanı başında duran Çiçek de bana gülümsedi.

— Eyvallah, küçük yenge

Dediğimle sinirli şekilde Arif'e baktı. Bizimki ne bok yemişti acaba.

— Bizimki bir boklar mı yedi?

Sesimde belirgin bir duygu vardı; dedikodu isteği.

— Yok, bir şey yapmadı; zaten o bir şey yapmaz, sormaz, konuşmaz.

Sesinde bariz bir kinaye vardı.

— Çiçek’im, bir şey mi yaptım?

— Sus Arif, sus.

— Aha valla bir halt yemiş ama farkında değil.

— O zaten neyin farkında ki?

— Küçük yengem...

— Bana "yenge" deme, Çınar; ben sizin yengeniz falan değilim.

Sesinde “ha ağladı ha ağlayacak” bir ton vardı ama aynı zamanda sinirliydi de; anlaşılan olay ciddiydi.

— Çiçeğim, o ne demek?

— Ne! Yalan mı?

Elini havaya kaldırdı; gözüne gözüne soktu resmen.

— Bak bakalım burada yüzük falan var mı?

Ben görmüyorum. Sen hayırdır ya, benle gönül mü eğliyorsun?

— Saçmalamaya başladın.

Offf, kaos — en sevdiğim pinpon maçı izler gibi onları izlemeye başladım. Diğerlerinin de benden aşağı kalır yanı yoktu.

— Saçmalığı sana "evet" diyerek yapmışım, belliki.

— Çiçek?

Arif’in sesi sertleşti ama küçük yengemizin ondan aşağı kalır yanı yoktu.

— Ne... yalan mı? Söylesene, senin benle evlenmeye niyetin var mı yok mu?

Arif öylece kaldı.

— Şu haline bak; cevap dahi veremiyorsun. Benim senin gibi korklarla işim olmaz.

Arif bir şey diyemeden Çiçek çantasını alıp öfkeyle dışarı çıktı. Gamze de hemen ardından çıktı.

— Kusura bakmayın, ne olur Nazlı, evde görüşürüz. Çiçek, bekle!

O gidince biz hâlâ olduğu yerde dikilen Arif’e bakıyorduk. Poyraz gidip kolundan sarstı.

— Oğlum, kendine gel lan; kız gitti.

Sanki transtan çıkmış gibi bize baktı.

— Abi ben demin evlilik teklifi mi aldım?

Şaşkın sesiyle kahkaha attım.

— Kardeşim, sen demin terk edildin.

Ertuğrul’un ona söyledikleriyle şaşkınlıkla ona baktı.

— Nasıl?

— Ne nasıl? Kız gitti lan!

Poyraz’ın çıkışıyla bize baktı.

— Bize ne bakıyorsun?

— Abi, ben hiçbir şey anlamadım.

— Neyi anlamadın Arif, kız günlerdir senden adım bekliyor; sen kendini geri çekince de benimle eğleniyor demeye başladı haklı olarak.

Nazlı’nın sesi sitem doluydu.

— Aşk korkaklara göre değil; korkarak hareket edersen kaybedersin.

Sesinde hüzün vardı ama söyledikleri haklıydı. Aşk korkaklara göre değildi; böyle devam edersem onu kaybedecektim. Olmaz, olamaz; onu kaybedemem.

— Ben sadece acele etmek istemedim; istemediğim için değil, o istemez sandım.

— İsteyip istemediğini sormadan bilemezsin oğlum.

Ertuğrul da haklı olduğunu dile getirdi; o da doğru söylüyordu.

— Ayrıca kızın istediği her halinden belliydi: sen mallık yaptın.

— Abi, ben gidiyorum.

Arif hızla kapıya doğru ilerledi.

— Nereye?

— Açık kuyumcu bulmaya.

Uzaklaşan sesiyle hepimiz tebessüm ettik. Benim gözlerim ise sessiz kadındaydı; öylece yere bakıyordu.

Kapı çalındığında içeri deminki kadın girdi.

— İçeride çok kalabalık; yapmayalım. Bir refakatçi kalsın lütfen; geri kalanlar çıksın.

Uyarısını yaptıktan sonra dışarı çıkmıştı. Diğerleri birbirlerine bakıyordu; kimin kalacağına karar veremiyorlardı.

— Bence hepiniz gidin.

— Saçmalama!

Umay sert bir şekilde karşı çıktı.

— Fikrimi söyledim, çirkin.

— Sana sorduğumuzda söylersin.

— Ben kalabilirim.

Ortamda duyulan naif sesle gönlüm şaha kalktı; umutla diğerlerine baktım. Biraz tehdit ederek bakmış da olabilirim; şayet izin vermezlerse elimden kurtulamazlardı.

— Bilmem ki, nasıl olur?

— Olur.

Ani çıkmışım ile bana baka kaldılar.

— Yani neden olmasın? Nazlı kalır; kalsın. Yani istiyor madem değil mi?

Dudakları kıvrıldı.

— Kalmak isterim tabi; sizin için sorun olmayacaksa.

— Olmaz, olmaz; ne olacak ki?

Diğerleri bu halime sırıtmıştı ama bir şey de dememişti. Hepsi tek tek "Geçmiş olsun" deyip dışarı çıkınca baş başa kalmış olduk.

— Nazlı!

Bakışları bana döndü; sanki ormanlarda kaybolmuştum. Bu nasıl bir göz rengiydi?

Elimi ona doğru uzattım; ürkekçe elini avucuma bıraktı.

— Nazlı?

— Efendim?

Gözlerinin içine baktım.

— Hani demin Arif’e bir şey dedin ya?

Hangisi dermiş gibi baktı.

— Aşkta korkmak olmaz, dedin; "Korkarsan kaybedersin" dedin.

Başını "evet" dercesine salladı; nereye varacağımı merak ediyordu.

— Ben artık korkmak istemiyorum.

— Nasıl?

— Nazlı, "Benden rahatsız olmadığını" söyledin ya?

— Evet.

— İşte ya, daha yakın olmak istersem o zaman?

— Çınar, anlamıyorum.

Kız haklı; sik sik konuşuyorum, kız ne anlayacak...

— Nazlı, evlen benimle.

Yeşil gözleri sonuna kadar açıldı; dudakları açılıp kapandı.

— Ben sana aşığım; seni gördüğüm ilk günden...

Birkaç saniye duraksadım.

— Hayır, ben senin sesini işittiğim günden beri, gözlerini gördüğüm günden beri sana aşığım. Seni aklımdan çıkaramıyorum; sensizlikle yanıyorum, cayır cayır yanıyorum da bir ah dahi edemiyorum. Sana söyleyemedim çünkü "benden rahatsız olursun" diye kaçarsın diye ödüm kopuyordu. Nazlı, sana yemin ederim; "hayır" dersen bir daha karşına çıkmam. Sesimi duymazsın, yüzümü görmezsin...

Gözleri açılıp kapandı; şoka girmişti.

— Nazlı, şimdi cevap ver: Benimle evlenir misin? Sen de beni sever misin? "Evet" dersen şimdi evleniriz; "hayır" dersen bir daha karşına çıkmam.

— Tamam... tamam, evlenelim!

Panikle söylediği kelimelerle dudaklarım kıvrıldı. Hayır deseydi nasıl yaşardım ben?

— Rüzgâr... Rüzgar!

Seslenmemle Rüzgar bir hışım içeri girdi.

— Efendim abi?

— Rüzgar, bir imam bul!

— Af buyur abi.

— İmam bul, Rüzgar!

— Anlamadım.

Sinirlenmeye başlıyordum; elim burun kemerime gitti, işaret ve baş parmağımla sıktım.

— Rüzgar, az daha soru sorarsan seni vurup son duanı okutucam; imam gerek!

— Peki abi.

Bu çocuk neden böyleydi? Neyse ki beni daha fazla uğraştırmadan gitmişti. Gülen yüzüm sevdiğim kadına kaydı; hâlâ aynı ifade ile karşısına bakıyordu. Zannediyordum ki uzunca bir süre şoktan çıkamayacaktı. Elimi uzatıp elini avuçlarım arasına aldım; bedenini kendime doğru çekip göğsüme yatırdım. Mis kokusu doldu ciğerlerime. Hayat buydu; yaşamak buydu. Ertuğrul'la Mihre haklıydı: İnsan sevdiğine dokunmak istiyordu, doyasıya sevmek istiyordu. Benim gibiler için bu tür şeylerin önemi yoktu, umurumda olmazdı, düşünmezdim; ama onu düşünmek zorundaydım. Ben onun bu gününü değil, ahiretini de düşünmek zorundaydım. İnsan sevince her şeyden önce onu düşünüyormuş. Dudaklarımı sarı saçlarına bastırdım; yüzümde öyle bir gülüş vardı ki tarifi imkansızdı. O ise hâlâ bir tepki vermemişti. Endişelenmeli miydim? Bu konuda endişe etmeyi nikahtan sonrasına bıraktım. Aradan bir süre geçtikten sonra Rüzgâr, yanında imam ile geldi.

— Abi, imamı getirdim.

Adamın şaşkın yüzünden neden burada olduğunu sorguladığı belli oluyordu.

— Kusura bakmayın, bu saatte rahatsız ettik.

— Estağfurullah evladım; lakin beni neden buraya çağırdığınızı anlayamadım.

— Biz evlenmek istiyoruz.

Adam önce bir şaşırdı. Ardından anladığına dair bir ifade geçti yüzünden.

— İyide oğlum, burada nasıl olacak?

— Siz ne gerekiyorsa söyleyin; yeter ki Allah katında bizi kavuşturun. Biz her şeyi hallederiz.

Adam bir şey anlamasa da çok diretmemişti; gereken ne ise söylemişti. Biz de temin etmiştik. Kısa bir süre sonra ikimiz de imamın karşısında, artık evli bir çift olarak duruyorduk. Benim güzel sarışınım hâlâ şoktaydı; kabullenmek istememesi de endişe yaratıyordu.

İmam ve diğerleri çıkınca bakışlarımı yüzüne çevirdim.

— Nazlı... Nazlım, iyi misin?

Elini tutup kucağıma çektim.

— Sarışınım, korkmaya başladım. Bak!

Çalan telefonla bakışlarım çantasına kaydı. Sessiz adımlarla çantasına doğru ilerledi; en azından tepki vermişti. Telefonu açıp kulağına dayadı. Karşı taraf konuşuyordu ama o hiçbir şey söylemedi; bir süre bekledi, tek kelime etmedi.

— Mihre? — arayan Mihre’ydi sanırım.

— Ben evlendim.

— Ne!

Telefondan Mihre’nin şaşkın sesini ben bile duyuyordum. Her ne söylediyse tekrar konuştu.

— Biz, Çınar ile evlendik.

Gözleri öylece duvarda; çok tepkisizdi.

— Beni tehdit etti.

Tehdit mi? Hayır, ben öyle bir şey yapmadım; beni yanlış anlamıştı. Hata mı ettim acaba?

— O dedi ki: "İstemezsen bir daha karşına çıkmam." Ben de kabul ettim.

Bir süre daha karşıyı dinledi; ardından her ne olduysa dudakları kıvrıldı.

— Mihre, biz Çınar ile evlendik.

Şimdi daha iyiydi; en azından mutluydu.

— Teşekkür ederim... Hoşça kal.

Telefonu kapatıp bana döndü. Yüzündeki ifadeden ne çıkarmalıydım, anlamıyordum. Adımları yavaşça yatağa doğru ilerledi.

— Nazlı?

— Çınar?

Gözleri önündeydi.

— Bir şey de artık; korkutuyorsun beni.

— Biz evlendik.

— Evet güzelim, evlendik.

Elimi uzatıp çenesinden tuttum, ardından yüzünü kendime çevirdim.

— Mutsuz musun?

— Saçmalama; sadece çok tuhaf ve ani oldu. Beni tehdit ettin.

— Ben öyle bir şey yapmadım.

— Kabul etmesen "bir daha karşına çıkmam" dedin, Çınar; ben seni görmeden yapamazdım ki.

Dediğiyle hızla dudaklarına kapandım.

Oh be, nihayet dünya varmış. İşte; hayat buymuş, sevdiğinin nefesinde nefes almak... Kısacık bir an şaşkınlıkla bocaladı; ardından ağzını aralayıp dudaklarını hareket ettirmeye başladı. Karşılık vermesiyle bende kayış koptu; üst dudağını ağzıma alıp emmeye başladım. Ellerini enseme götürdü; belinden kavradığım gibi kucağıma çektim. Dudaklarından kaçan iniltiler odayı dolduruyordu. Kucağımda çırpınışıyla dudaklarımızı ayırdım; nefes nefese kalmıştı.

— Çınar!

— Nazlım...

— Dur... durmamız gerek.

— Sen istiyorsan dururuz; sarışın, sen ne istersen o.

— İstemekle alakalı değil; yaralısın.

— Hadi be, ben şimdi nasıl dayanacağım?

— Ben nasıl dayanacaksam... Ayrıca...

— Ayrıca?

— Bunca zaman beni üzdüğün için cezalısın.

— Kurban olduğum etme.

— Ettim bile.

Dudaklarını kısacık bir an dudaklarıma bastırıp geri çekildi. O yeşilleri ilk defa böyle parlarken görüyordum.

— Nazlım...

— Hııı.

Eli yanağımı okşadı; dudaklarımı avuç içine bastırdım.

— Bari biraz daha öpeyim; bunca zaman hasretim be kızım.

— Olmaz; cezalısın.

Derin bir soluk alıp verdim.

— Peki, bu ceza ne zaman bitecek?

— Ben istediğim zaman.

Dudaklarındaki gülüş bile bedenimi ateşe veriyordu.

— Karımdan uzak kalmak istemiyorum.

— Ben kocamdan kalıyorsam, sen de kalacaksın. Ayrıca böyle damdan düşermiş gibi evlilik teklifi mi olur? Ben daha aşk itirafının etkisindeydim; sayılmaz bu.

— Söz, sarışın; buradan çıkayım, en güzelini yapacağım.

Kıkırtısı odada duyuldu. Bedenini göğsüme çektim; içli bir soluk çektim. Ciğerlerime, Rabbim, çok şükür. Onu bana bağışladığın için , kaderime yazdığın için sana binlerce şükür........

Bölüm : 22.09.2025 21:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...