78. Bölüm

78. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

Sana dilsiz dudaksız sözler söyleyeceğim.

Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim.

Bu sözleri sana herkesin içinde söyleyeceğim ama senden başka kimse duymayacak, kimse anlamayacak.

 

MİHRE KARA

Şükür, çok şükür… Hayatımızda her şey yoluna giriyordu. Çınar hastaneden çıkmıştı. Nazlı ile ikisi beklenmedik bir şekilde imam nikâhı kıymışlardı. Eve gelir gelmez ise “Resmî nikâh kıyalım.” diye tutturmuştu. Bu heyecanı gerçekten tatlıydı ama benim sevgili kocam “Bir düğün yapılacaksa bu ikimizin olacak, sıraya girin.” diye kesin bir şekilde konuşunca susmuştu. Çiçek ve Arif cephesinde de her şey yoluna girmişti. Ama benim için en güzel haber, doktorun her şeyin yolunda olduğunu söylemesi olmuştu. Dün sabah doktora gitmiştik ve şükürler olsun ki bebekte ben de iyi durumdaydık.

Her yere Ertuğrul’un kucağında gidiyordum. O yoksa mutlaka başka biri yardım ediyordu. Günlerdir ayaklarım yere değmemişti. Dün ise artık azar azar da olsa ayaklanabileceğimi söylemişti. Ama bu durum bizi rehavete düşürmemişti çünkü tehlike hâlâ devam ediyordu. Aynadaki yansımama bakıp tebessüm ettim, elim karnıma gitti.

“Merak etme canım, her şey yoluna girecek ve biz çok güzel bir aile olacağız.”

Yerimden yavaşça ayaklanıp küçük adımlarla aşağıya inmeye başladım. Merdivenlerin başına geldiğimde aşağıdan sesler işitmeye başlamıştım.

— Onunla konuşmalıyız.

— Hayır, size söyledim, şu an olmaz.

— Ertuğrul bunu bilmeye hakkı var.

— Şahin Bey, ben size bunu ondan sonsuza dek saklayalım demiyorum ama şu an değil.

— Bunca zaman bekledim, bekleyecek gücüm yok.

— Melek Hanım...

— Ertuğrul!

Sesim ile salondaki tüm gözler beni buldu. Ertuğrul hızla yerinden kalkıp bana doğru geldi.

— Güneşim, sen neden kalktın?

— Doktor azar azar kalk dedi ya...

Dudaklarımda tatlı bir tebessüm oluştu.

— Misafirimiz olduğunu neden söylemedin?

Gözlerim salondaki iki kişiye kaydı, onları tanıyordum.

— Hoş geldiniz.

Tam onlara doğru adımlıyordum ki Ertuğrul bedenimi kucakladı.

— Sevgilim, yürüyebilirdim.

— Başka sefere.

Başımı sevgi ve minnetle omzuna yasladım. Bedenimi koltuğa bırakıp hemen yanıma oturdu. Neden herkesin gözlerinde endişe vardı?

— Tekrar hoş geldiniz.

Melek Hanım’ın gözlerinde çok değişik bir ifade vardı, neredeyse ağlayacaktı. Şahin Bey ise her zamanki ketumluğu ile bana bakıyordu.

— Bir sorun mu var?

Muhatabım bu defa yanımdaki adam oldu.

— Güneşim...

Sesi konuşup konuşmamak arasında gidip geliyordu.

— Ertuğrul, kötü bir şey mi oldu?

— Yok, yok kötü değil... Yani sanırım değil.

— Ertuğrul, bilmece gibi konuşuyorsun.

— Kızım...

Duyduğum içli ses ile gözlerim Melek Hanım’ı buldu. Gözlerindeki doluluk daha fazla dayanamamış, taşmıştı. Gözleri benim üzerimdeydi. Öyle bir “kızım” demişti ki, öyle bir sevgi, öyle bir içtenlik... O an nedense cevap veremedim. Bu öyle bir ses tonuydu ki, yabancı birinin kızım deyişi gibi değildi.

Ne bileyim, tuhaftı işte. Yerinden kalkıp ürkek adımlarla bana doğru geldi.

—Melek Hanım!

Ertuğrul uyarmak için konuşmak istese de kadının o anki hâli devam etmesine engel olmuştu. Ben neden hiçbir şey anlamıyordum? Kadın gelip önümde diz çöktü, elini uzatıp yanağımı okşadı. Parmaklarından sıcacık bir his yanağıma bulaştı. Sanki... bu kadın ne yapıyordu böyle?

— Benim güzel kızım, küçük bebeğim...

Gözlerindeki yaşlar bir bir aktı. Ben ise tepkisiz, hareketsiz onu izliyordum.

— Melek Hanım, iyi misiniz?

Nedensizce ürkmüştüm. Yüzümü elinden uzaklaştırdım, bedenimi Ertuğrul’un bedenine yaklaştırdım.

— Annecim...

Kadının söylediği kelimeyle gözlerim hızla onu buldu. Ne diyordu bu kadın? Kaşlarım çatıldı. Söylediğiyle kendimi daha fazla geri çekmiştim. Söylediğiyle daha çok sinirlenmeye başlamıştım.

— Meleğim, kız henüz bir şey bilmiyor. Hadi yanıma gel.

Şahin Bey’in sesi anlayış doluydu. Karısını kıracak bir şey söylememden mi çekiniyordu? Ben insanları kıracak sözlerden özellikle kaçınırdım. Benden kaç yaş büyük birine saygısızlık etmezdim. Kadın kocasına hak vermiş olacak ki, yaşlı gözlerine inat tebessüm etmiş; sonrasında kalktığı yere tekrar oturmuştu.

— Kızım...

Elimi kaldırıp onu susturdum.

— Mihre. Adım Mihre.

Ben kimsenin kızı olamazdım. Bana bu şekilde seslenmeyi bırakmalıydılar.

Başını “peki” diye salladı.

— Güneşim...

Bakışlarımı Ertuğrul’a çevirdim. Gözlerinde bariz bir endişe vardı. Bu insanlar her neden geldiyse bunun beni inciteceğinden deli gibi korkuyordu.

— Birazdan duyacakların ağır şeyler. İstersen sonra...

— Ertuğrul, böyle davranmanız beni daha çok korkutuyor. Anlatın işte.

Bedenimi kendine çekip alnıma dudaklarını bastırdı.

— Mihre... Biz... biz senin aileniz.

Adamın söylediğiyle hızla ona dönmüştüm.

— Ne saçmalıyorsunuz siz?

— Kızım...

— Yeter! Bana bir daha kızım demeyin. Ben kimsenin çocuğu değilim.

— Bak, eğer dinlersen...

— İstemiyorum! Bakın belli ki bir yanlışlık olmuş. Ben bir haftalık bebekken çöpe atılmışım, istenmemişim. Bu kadar! Hepsi bu! Dahası yok, olamaz da!

— Hayır, bu...

— Ertuğrul, götür beni!

Bedenim titriyordu. Dinlemek istemiyordum, neden anlamıyorlardı?

— Lütfen... lütfen dinle...

— Ertuğrul, gidelim, ne olur!

Onlar bana, ben Ertuğrul’a yalvarıyordum. İyi olmadığımı anlamasıyla hızla bedenimi kucakladı.

— Kızım!

— Şahin Bey!

Sesi sertleşti. İstememe rağmen beni zorlamaları onu sinirlendirmişti.

— Sizi uyarmıştım. Böyle olmaz dememe rağmen direttiniz!

— Arslanlı...

— Şimdi değil Şahin Bey, şimdi değil!

Sesi artık sabrının kalmadığını gösteriyordu. Onlardan anlayış bekliyordu. Adımlarını yukarı yönlendirdi. En son gördüğüm, Melek Hanım’ın kocasına sarılıp ağlaması olmuştu. Başımı sevdiğim adamın omzuna yasladım, kollarımı sıkılaştırdım. Odaya geldiğimizde bedenimi yatağa yatırdı.

— Güneşim...

Eli saçlarımı okşadı.

— Uyuyalım mı? Benim uykum geldi.

Başıyla onaylayıp bedenimi sardı.

— Ertuğrul.

— Efendim, canım?

— Bana bizim masalımızı anlatır mısın?

Başım göğsündeyken saçlarımdan derin bir soluk alıp dudaklarını bastırdı. Ardından benim için ona ait olan masalı ezbere okumaya başladı. Elleri saçlarımda gezinmişti.

— Ertuğrul.

— Güneşim, emret.

— Kral ne olursa olsun periyi bırakmaz, değil mi?

— Asla, asla bırakmaz. Kral peri için canını verir.

— Peri kralı çok seviyor. Kral onu bırakmasın, peri onsuz yaşayamaz ki.

— Kral da onsuz yaşayamaz, nefes dahi alamaz.

İkimiz de biliyorduk artık, o masal bizim masalımızdı. Ve ben onun mutsuz sonla bitmesini istemiyordum. Gözlerim, aşkın kollarında karanlığa kapandı. Ben ondan başka kimseyi istemiyordum. Bunca zaman kimsesiz büyümüştüm, yaralarımı saran kimse olmamıştı. Bundan sonrasında da istemiyordum.

Beni bırakan, istemeyen onlardı. Şimdi neden gelmişlerdi? Koca evlerine sığdıramadıkları bir bebek miydim yani? Yiyeceğim bir lokma ekmek, bir yudum su fazla mı gelmişti onlara? Ben soğuk yetimhane köşelerinde anne baba diye ağlarken, onlar varlık içinde mutlu olmuşlardı. Şimdi gülerken onları gülüşlerime ortak istememem bencillik miydi?

Bir yanım kızgındı, gaddardı. Diğer yanım ise çocuktu; onları dinlemek isteyen, anne babası olmasını isteyen bir çocuk. Annesi sarsın istiyordu, babası saçlarını okşasın...

Allah’ım, ben ne yapacaktım böyle? Sen bana yardım et, ne olur. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama kime gideceğimi biliyordum.

Benim sevdiğim vardı ki beni kimsesizlikten kurtaran bir kurtarıcım vardı. Benim yetimliğimin sahibi vardı. Gözlerim açıldığı anda ondan yardım isteyecektim. Ertuğrul beni yalnız bırakmazdı.

*********************

Gözlerim yavaş yavaş açıldı. Bedenimde tuhaf bir uyuşukluk vardı. Hamilelik benim için ayrı bir zor geçiyordu, uyudukça uyuyasım geliyordu. Saçlarımda hareket eden parmaklarla başımı yüzüne doğru kaldırdım.

— Günaydın.

— Günaydın, Güneşim.

Dudaklarım kıvrıldı.

— Sen uyumadın mı?

— Sen kollarımdayken nasıl uyurum?

Derin bir iç çekti. Bu, yüzümdeki tebessümün büyümesine neden oldu.

— Ertuğrul.

— Efendim, Güneşim?

— Ben... Ben ne yapacağım?

Derin bir soluk aldı, elleri saçlarımı geriye doğru taradı.

— Dinlemek istersen.

— Sence dinlemeli miyim?

— Ben dinledim. Düşündüğün gibi değil.

— O zaman sen anlat. Ben... ben onlarla karşılaşmaya hazır değilim.

Bir kaç saniye duraksadı. Ardından deli gibi merak ettiğim ama aynı zamanda duymaktanda deli gibi korktuğum şeyleri anlatmaya başladı....

—Bundan yıllar önce, o zamanlar ben de daha çocuktum, ailem henüz hayattaydı.

Melek Hanım ikizlere hamileydi, Şahin Bey büyük bir iş yapacaktı; bırak ülkeyi, dünyayı sarsacak bir iş, çok büyük bir güç getirecekti ona. Tabi, haliyle bu kadar güçlenmesini istemeyenler oldu. Ailesini tüm bunlardan uzak tutmak için evden dışarı çıkarmaz oldu. Tufan, yani büyük oğulları, abim ile aralarında iki yaş vardı. O zamanlar liseye gidiyordu, okula gelmez olmuştu düşün. Gel zaman, git zaman; doğum başladı. O sırada Şahin Bey sevkiyatın başındaymış. Melek Hanımı hızla hastaneye yetiştirmişler. İlk Mehmet, yani erkek olan bebek, dünyaya gelmiş; ama Melek Hanımın gücü tükenmiş, doğumda bayılmış. Doktorlar onu kendine getirmek için epey uğraşmışlar; yoksa diğer bebeğin anne karnında öleceğini söylemişler. Bir şekilde kendine gelmiş; ama doğum gereğinden uzun sürmüş, bebek doğarken nefes almıyormuş. Doktorların müdahalesi ile geri dönmüş. Melek Hanım tekrar bayılmış, ama bayılmadan önce son hatırladığı, kızının ağlayışı olmuş. Uyandığında bebeğin öldüğünü söylemişler, ama inanmamış. Şahin Bey geldiğinde, ölü bir kız bebeği "Sizin" diye kucağına vermişler. Babam, "Ben Şahini hiç böyle görmedim, Allah kimseye evlat acısı vermesin" demişti.

O zamanlar Melek Hanımın diretmeleri son bulmadı; en son DNA testi yapmışlar, ölü bebek gerçekten de onların bebeği değilmiş. O günden beri her yerde aradılar. Ben şahidim; bu güne kadar bir gün olsun ümitlerini kaybetmediler. Dünyanın dört bir yanında o kız çocuğunu aradılar. Hatta sen kaçırıldığında yerini bana Tufan söylemişti. O zamanlar, "Dilerim arayışın son bulur, aradığana kavuşursun" demiştim. Böylesini ben de düşünmemiştim.

Sözleri son bulurken şaşkındım, hem de çok. Ne yani, kayıp kızlarının ben olduğumu düşünüyorlardı?

—İyi de Ertuğrul, belki ben değilim.

—Bebeği kaçıran adam iki hafta önce organ yetmezliğinden öldü. Ölmeden önce itirafının olduğu bir video çekip Şahin Bey’e atmış.

—Ama bu, kızları olduğumu kanıtlamaz ki.

—Güneşim!

Ellerimi avuçlarında sıktı:

—Yanındayım, ne olursa olsun. Sen, yeter ki üzülme, tamam mı.

Başımı göğsüne koydum.

—İyi ki, iyiki sen varsın.

—Peki, ne yapacaksın?

—Bilmiyorum… Sen olsan ne yapardın?

—Güneşim.....

—Ertuğrul, sen karar ver.

—Ne?!

—Duydun işte, benim için sen karar ver. Ne dersen kabulüm; ama beni bu belirsizlikten kurtar, ne olur.

Dudakları açılıp kapandı; ondan böyle bir şey istememi beklemiyordu.

—Benim için en doğrusunu düşüneceğine eminim.

Eli yanağımı okşadı, hissettiğim aşkla gözlerim kapandı.

—O zaman ilk olarak ailen olup olmadıklarını öğrenelim, olur mu? Test yaptıralım mı, ister misin?

Başımı, "Tamam" anlamında salladım.

—Saçlarından iki tel kopar, sevgilim; birine biz yaptıralım, diğerini onlara vereceğim.

—Neden iki tel?

—Daha fazlasına kıyamam da, ondan… Bu bile içimi yakıyor ya…

İç çekişiyle, yüzümdeki gülüş daha da büyüdü.

—Şayet negatif çıkarsa sorun yok, yoluna çıkmalarına izin vermem.

—Ya pozitif çıkarsa?

—Üzgünüm Güneşim, ama o zaman karar sana kalmış. Buna ben karar veremem; istersen görüşürsün, istemezsen yine yoluna çıkamazlar, izin vermem. Sen ne karar verirsen ver, yanındayım.

Dudaklarına dudaklarımı bastırdım, minnetle öptüm.

—İyi ki sen, Arslanlı.

Gülüşü yüzüne yayıldı.

—İyi ki sen, bayan Arslanlı.

—Henüz değil.

—Şu işler bir bitsin, göreceğiz. Ayrıca karımsın; yedi cihan gelse, kimse aksini söyleyemez.

Dedikleriyle gülüşüm sesli bir hal aldı, bedenimi göğsüne bıraktım.

—Ertuğrul!

—Hımmm…

—Canım, tatlı çekiyor.

Dediğimle yerinden hızla doğruldu, gözleri şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu.

—Nasıl?!

—Tatlı...

—Sen, sen aşeriyorsun?!!!

Şaşkın sesiyle sesli bir kahkaha attım, elini karnıma koydu.

—Ne, ne istiyorsunuz? Nasıl bir tatlı?

—Bilmiyorum…

Birkaç saniye düşündüm.

—Şey, hani yapıyorlar ya sütlü baklava; ama o değil, onun gibi… Ama kadayıfla.

Kaşları düşündüğünü gösteren bir hal aldı.

—Yapmıyorlarsa bile yaptırırım, güzelim. Sen uzan, ben hemen gelicem.

Hızla yataktan ayaklandı, çıkmadan eline telefonu alıp birini aramıştı.

—Alo Arif, herkese söyle, soğuk kadayıf buluyorsunuz…......Nesini anlamadın oğlum, bu sütle yapılan bir tatlıymış; yoksa bile yaptırın, ben çıkıyorum… Meyve falanda alın, hatta…....

Devamını duyamamıştım; çünkü adımları odanın dışına çıkmıştı. Elim karnımı sardı.

—Çok şanslısın, harika bir baban var, bebeğim…

Gülümseyerek yerime uzandım; sanırım Ertuğrul gelene kadar biraz şekerleme yapabilirdim.

 

Bölüm : 29.09.2025 19:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...