80. Bölüm

80. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

MİHRE KARA

Araba yolda ilerlerken kafamın içi düşüncelerle doluydu. Nasıl olacağını öyle çok merak ediyordum ki… Arabanın şoför koltuğunda Arif vardı. Diğerleri gelmek istese de ben gelmelerini istememiştim. Şu an yokluğunu hissettiğim tek kişi Ertuğrul’du. Sabah beni gönderirken kopamamış, öpe koklaya göndermişti. “Gel” dersem geleceğini biliyordum ama işleri vardı ve bu işler öyle sıradan işler değildi. Bunu anlamıştım. Yasa dışı bir toplantıya katılması gerekiyordu, bu yüzden ben de onu rahatlatmaya çabalamıştım.

“İyi misin?”

Arif’in sesiyle dikiz aynasından ona baktım.

“İyiyim, sorun yok.”

“Her zaman yanında olacağım, tamam mı? Bir şey olursa hemen eve döneriz.”

“Sorun yok Arif, gerçekten.”

Söylediğime ne kadar inandı bilmiyorum ama başka bir şey demedi. Bir süre sonra araba büyük bir kapının önünde durdu. Kapıdaki korumalar ile Arif konuştu. Birkaç dakika sonra kapılar açıldı, araba büyük bir malikanenin önünde durdu. Evleri gerçekten çok büyüktü. Şu an oturduğumuz malikaneden aşağı kalır yanı yoktu. Araba büyük bir süs havuzunun önünde durduğunda edense her geçen saniye daha çok geriliyordum. Arif inip benim kapımı açtı, yavaşça araçtan indim. Melek Hanım koşar adım yanıma geldi.

“Hoş geldin.”

“Hoş bulduk.”

“Gel kızım, herkes bahçede, şöyle geçelim.”

Eliyle evin yan tarafını gösterdi, ben de ona eşlik ettim. Arif hemen birkaç adım arkamdan geliyordu. Bahçeyi biraz geçtiğimizde, havuz kenarına konulmuş bir bahçe takımında oturan üç adam gözüme çarptı. Onları sima olarak da olsa tanıyordum. Biri Şahin Bey’di, diğerleri ise oğulları olmalıydı. İkisini de birer defa görmüştüm. Açık kumral saçlara ve kehribar gözlere sahip olan Mehmet’ti. Söylemesi tuhaf olsa da o benim ikizimdi. Benim bunca yıl bir diğer yarım vardı ama ben bundan bihaberdim. Sırf bunun için bile beni ailemden koparan adama ömrüm boyunca lanet edecek, cehennemde yanması için dua edecektim.

Tufan bizden birkaç yaş büyük olmalıydı. Benim bir abim mi vardı? Koyu kahve saçları vardı ve babasına benzeyen kahverengi gözleri… Tufan gerçekten babasına benziyordu. Ben ve Mehmet ise Melek Hanım’ı andırıyorduk. Bana olan bakışlarında öyle bir duygusuzluk vardı ki bu hem gerilmeme hem de üzülmeme neden oldu. Ben buraya ilk defa geliyordum. Sıradan biri olsam dahi birazcık güler yüz göstermeleri gerekirdi. Melek Hanım’ın bile yüzündeki gülümseme mecburi gibiydi. Burada istenmiyor muydum? Neden böyle hissetmiştim ki… Daha oturmadan keşke gelmeseydim dedirtmişlerdi.

“Merhaba.”

“Merhaba Mihre, hoş geldin.”

Şahin Bey’in duygusuz sesi içimi üşütmüştü. Diğerleri ise ayağa kalkma gereksinimi bile duymamışlardı.

“Geç kızım, şöyle otur.”

“Kızım” mı gerçekten mi? Neden hiç samimi gelmiyordu… Yine de ben onların yaptığı kabalığı yapmadım. Melek Hanım’ın gösterdiği yere geçip oturdum. Arif oturmak yerine koruma kimliğine bürünmüş, iki eli önünde birleşmiş şekilde hemen arkamda duruyordu. Evin her yeri koruma doluydu ama o her an tetikteydi.

Diğerlerinin bakışları da onu buldu ama bir şey demediler.

“Hoş geldin.”

“Hoş buldum.”

“Nasılsın?”

“İyi, siz?”

Melek Hanım’ın küçük sorularına küçük cevaplar veriyordum. Diğerleri ise gözünü bana dikmiş beni rahatsız etmeye çalışıyorlardı. Resmen niyetleri bu değilse bile sonuç buydu. Sanırım buraya gerçekten gelmemeliydim.

“Kızım biraz kendinden bahseder misin?”

“Tabii. Mihre Kara. Daha önce de söylediğim gibi avukatım ve bildiğiniz üzere yetimhanede büyüdüm. Yani başka ne bilmek istersiniz bilmiyorum.”

“Ne zamandır Arslanlı ile birliktesin?”

Tufan’ın sorduğu soru ile bakışlarım onu buldu.

“Bir yıla yakındır ilişkimiz var.”

“İlişkini sormadı. Ne zamandır kapatmasısın* diye sordu.”

Mehmet’in söylediğiyle nefesim kesildi sanki.

“Ne diyorsun sen be!”

“Neden, olduğun şeyi bir başkasından duymak zoruna mı gitti yoksa?”

Acımasızdı, gerçekten çok ama çok acımasızdı.

Arkamdaki Arif’in hareketlenmesi ile elim havaya kalktı. Durmasını sağladığımda gözlerimi karşımdaki adama diktim.

“Ben kendimi biliyorum, sevdiğim adamın nasıl biri olduğunu da. O yüzden senin gibilerin ne düşündüğü umurumda değil.”

“Umurunda olmadığını cümle âlem biliyor zaten. Ne yalan söyleyeyim, kanımızdan olduğunu öğrendiğimde gerçek bir hayal kırıklığı yaşadım.”

“Benim şu an yaşadığım kadar olamaz.”

“Seni hayal kırıklığına uğratan ne tam olarak? Zengin bir aileye kapak atman mı?”

“Şahin Bey, oğullarınızın sesini siz mi kesersiniz yoksa ben mi keseyim?”

Arkamdaki Arif’in sesi gittikçe sertleşmeye başlamıştı. Ben onların bu halini hiç görmemiştim. Evdeki tüm korumalar ben yanlarına gittiğimde çok samimi ve içten bir tavır takınıyorlardı. İlk defa Arif'i bu denli sert ve sinirli görmüştüm. Ama benim için en büyük kırgınlık şu an hem Şahin Bey hem de Melek Hanım’ın sessiz kalması olmuştu. Beni buraya çağıran onlardı, şimdi böyle aşağılanmama izin vermeleri gerçekten iğrenç hissettirmişti.

“Öyle deme abi. Sonuçta o da en az bizim kadar zengin sayılır. Arslanlı’nın bebeğini taşıyor.”

Mehmet’in alayvari sesiyle elim, koruma içgüdüsüyle karnıma gitti.

“Kes sesini!”

“Neden kesecekmişim, yalan mı?”

“Sus dedim!”

Sesim istemsiz titremişti. Çok sinirlenmiştim ama en çok kırılmıştım. Tanımadığım bu insanlara kırılmam normal miydi?

“Mehmet, oğlum, yeter!”

Bu mu yani tek söyleyeceği bu muydu bana iğrenç imalarda bulunmuştu ama sözde babam olacak adamın tek söylediği şey bu muydu?

“Arif, gidelim buradan.”

Yavaşça ayaklanmaya çalıştım çünkü kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Halimi anlamış olacak ki hareketlenip yanıma geldi.

“Ne o, malınızda hakkım var martavalına girmeyecek misin? Ben sizin kardeşinizim falan yok mu?”

Nemli gözlerimi Tufan denen adam müsveddesine diktim.

“Benim sizin gibi kardeşe falan ihtiyacım yok. Ben bunca zaman kendime yettim, bundan sonra da yeterim.”

“Yettiğin hepimizin malumu. İstediğin her şeyi elde edersin. Yoksa para için zengin bir adamın altına yatıp piçini peydahlamanın başka bir açıklaması olabilir mi hiç?”

Söyledikleriyle Arif’in kolundaki elimi sıktım. Eminim şu an tırnaklarım tenine geçiyordu. Karnıma giren sancı mıydı canımı yakan yoksa bu adamın kalbime hançer gibi saplanan sözleri miydi?

“Seni gebertirim!”

Sesimdeki öfke somut bir hâl almıştı.

“Hadi ya… Ne yaparsın? Sahibine mi şikâyet edersin? Seni bunca zaman arayan aklımı…”

“Senin parçanı bulurlarsa adam değilim!”

Arkamdan duyulan kükreme ile gözlerim orayı buldu. Siyah irisleri öfkeden daha da kararmıştı. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Söylenenlerin ne kadarını duymuştu, ne zaman gelmişti? Varlığını hissetmek bile içimdeki yaraları sarıyordu.

“Ertuğrul…”

Sesim titriyordu. Gözlerimde biriken yaşlar yanağıma süzüldü. Gözleri akan yaşları görünce öfkeden kararmıştı. Bu onun için son damla olmuştu.

“Seni dikine gömmeyen namerttir!”

Hızlı adımlarla Tufan’a doğru gidip suratına yumruğunu geçirmişti. O an ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım. Yediği yumrukla yere devrilse de bu Ertuğrul’a yetmedi, üst üste yumruklarını suratına geçiriyordu. Etraftaki korumalar toplanmaya başladı ama nedendir bilinmez o an hiçbiri müdahale etmedi.

"Abi!"

Mehmet'in sesini işitti kulaklarım öne doğru atılmak istesede babası izin vermemişti. Melek Hanım elini ağzına kapamış ağlıyordu demin bana ne hakaretler edilmişti hiç bir tepki vermemişti oysaki.

“Ertuğrul, dur!”

Sesim beklediğimden daha yüksek çıktı.

Tufan’dan da bir atak gelince birkaç adım geri sendeledi.

“Senin gibi şeref yoksunları yaşamamalı! Tüm dünyaya iyilik yapıp seni geberteceğim!”

Ertuğrul bu defa ileri atılıp göğüs kafesine sert bir şekilde vurmuştu. Ardından kafasını yüzüne gömdü. Ağrım vardı hemde her geçen saniye artan bir ağrı.

“Ertuğrul, yalvarırım dur!”

Sesim ona ulaşamıyordu.

Yere devrilen adamın yakasından tutup üst üste yumruklamaya başladı.

“Sen kimsin lan?”

Bir yumruk attı.

“Sen benim kadınımla nasıl böyle konuşursun?”

Bir yumruk daha…

“Lan şerefsiz, seni yaşatır mıyım lan!”

Tufan’ın yüzündeki kanlar beni çok korkutuyordu. Karnımdaki kramplar dayanılmaz bir hâl aldı. İlk başta iç çamaşırımda bir ıslaklık hissettim. Elim kasığıma gitti, var gücümle sıktım.

“Allah’ım ne olur olmasın…” İçimden sessiz bir dua döküldü. Lâkin bu duam kabul görmedi. Ardından sağ bacağımdan süzülerek akan kan damlası ile gözlerim sonuna kadar açıldı. Hissettiğim korku devasa boyutlara ulaştı.

“Ertuğruuuul!”

Çığlığım ortamdaki kavgayı bir bıçak gibi kesti. Tüm sesler bir bir sustu. Eli havada yumruk olarak kaldı. Bakışları beni bulduğunda, gözlerimde gördüğü acı ile gözleri bedenimi yavaşça süzdü. En son, üstümdeki açık mavi elbisenin açıkta bıraktığı bacaklarımdaki kanda kaldı. Derince yutkundu. Demin öfkeden kararan gözleri şimdi korku sardı.

“Güneşim…”

Bedenimdeki acıyı daha fazla taşıyacak gücü kendimde bulamadım. Arkaya doğru sendeleyen adımlarım ile Arif’in elleri sırtımdan destekledi. Ne olduğunu anlayamamıştı ama bir şeylerin ters gittiğini anlıyordu. Ertuğrul hızla bana doğru koşup bedenimi kucakladığında hissettiğim sancı ile çığlık attım. Sesim gökyüzündeki bulutlara ulaştı o an.

“Güneşim…”

Onun sesindeki acı, benim bedenimdeki ile yarışırdı.

“Kızım!”

Melek Hanım’ın bağırışı ortamda duyuldu. Ne kızı! Ben bu insanların kızı değildim. Bunca olandan sonra bana böyle seslenmeye utanmalılardı.

“Arif, araba!”

Bedenimi taşırken arabanın olduğu noktaya doğru koştu. Aynı anda benden bir çığlık daha koptu.

“Dayan Güneşim, dayan kurban olayım dayan!”

Ağlıyordu. “Allah’ım sen bize yardım et…”

Arif arabanın arka kapısını açınca beklemeden bindi. Hemen ardından şoför koltuğuna geçti. Başımı çevirip bakamasam da ön koltuğa biri oturmuştu. Ellerim karnımı sardı.

“Ertuğrul…”

“Güneşim, dayan, iyi olacaksın.”

“Ertuğrul… bebeğim…”

“O da iyi olacak. İkiniz de iyi olacaksınız.”

Bu söylediğine o da inanamıyordu ama beni sakinleştirmek için yalan söylüyordu işte. Bacak aramdan akan kanlar çok fazlaydı, farkındaydım. Bu bir sondu. Bu acıya dayanacak gücüm kalmamıştı. Siyah gözlerinin içine baktım. Dudaklarım acı ile kıvrıldı. Eli yanaklarımı, saçlarımı okşuyordu.

“Arif, daha hızlı sür yalvarırım!”

“Ertuğrul…”

“Güneşim, kurban olayım dayan, az kaldı…”

“ Allah şahidim seni çok sevdim. Ertuğrul, yer gök şahit olsun, aldığım nefes, canımı almaya gelen ecel şahidim olsun. Mihre, Ertuğrul’u çok sevdi, canı gibi sevdi.”

“Ben de güzelim, ben de seni çok sevdim. Can dediğin nedir, ben seni candan öte sevdim.”

Göz pınarlarımda biriken yaşlar şakaklarıma doğru aktı. Aldığım nefesler derindi, aldığım her soluk sesliydi. Bacaklarıma bakmak istemiyordum. Üzerimdeki mavi elbisenin etekleri tamamen kanlarla kaplıydı.

“Arif, daha hızlı sür şunu!”

Ertuğrul’un sesi güçlü durmaya çalıştığının ama yapamadığının göstergesiydi. Başaramamıştık ve bunun tek nedeni bendim. Başaramayacağımı biliyordum.

“Er… Ertuğrul…”

“Söyle Güneşim, canımı iste.”

“Beni öper misin?”

Sesim güçsüzdü. Ölmek üzereydim belki de. Ama son nefesimi vereceksem bile bunu onun nefesinde vermek istiyordum. Siyah gözlerinden akan yaşlara inat tebessüm etti.

“Hayırdır Güneşim, eve kadar bekleyemeyecek misin?”

Kurduğu cümle ile ben de acıma rağmen gülümsedim, acı dolu bir tebessüm…

“Sev beni Ertuğrul, çok sev olur mu?”

“Canımdan çok Güneşim, canımdan çok…”

Kucağındaki bedenimi hafif kaldırıp yüzlerimizi yakınlaştırdı. Sonrasında dudaklarımızı birleştirdi. Alt dudağımı dudaklarının arasına alıp usul usul emdi. Gözlerimdeki yaşlar yanaklarımdan aşağı süzüldü. Onunkiler ise göz pınarlarıma damladı. Geri çekildiğinde dudaklarım tebessüm ediyordu. Bedenimdeki acıya rağmen, sanki karnımın içini oyuyorlardı.

“E… Ertuğrul…”

“Emret Güneşim.”

“Eğer baş… başaramazsam… beni affet olur mu?”

“Hayır! Hayır deme öyle şeyler, başaracaksın! Beni bırakmayacaksın değil mi? Söz verdin Güneşim. ‘Senden geçmem’ dedin. Benim sevdiğim sözünü tutar. Güneşim beni karanlıkta bırakmaz.”

Siyah gözlerinden akan yaşlar yüreğimi parçalıyordu.

“Özür dilerim sevgilim, çok özür dilerim…”

Elleri saçlarımda dolaştı, onları geriye aldı. Yaşadığım acıdan dolayı gözümdeki yaşlar ve yüzümdeki terler saçlarımın sırılsıklam olmasına neden olmuştu. Gözlerim kapandı, daha fazla ayık kalamadım.

“Güneşim! Güneşim hayır, uyan ne olur!”

“Ne oldu?”

Bu ses Tufan’a aitti. Biz araca binince o da kendini arabanın ön koltuğuna atmıştı.

“Bayıldı! Arif, daha hızlı sür şunu! Bebeğim, uyan ne olur!”

Yalvaran sesine karşılık vermek istedim, uyanmak istedim yemin ederim ama yapamadım. Elimi alıp yanağına koydu. Avuç içime önce yanağını bastırdı ardından dudaklarını…

“Allah rızası için uyan!”

Araba sert bir fren ile durdu. Bedenim onun kucağında ileri doğru savruldu. Hemen ardından hızla kucaklandığımı anladım. Bedenime soğuk hava değdi. Üşüyordum. Hem de çok fazla üşüyordum. Ölüyordum.

“Yardım edin!”

Bağırışı tüm dünyada yankı yaptı sanki.

“Sedeye getirin!”

Kısacık bir an daha taşındım, ardından bağırışlar oluştu. Bir sürü insan konuşuyordu ama ben kimseyi tanımıyordum.

“Nesi var?”

“Hamileydi. Kanaması var, çok kanaması var!”

Ertuğrul’un ağlayışlar içinde kurduğu birkaç cümle ilişti kulaklarıma. Sedyenin üzerindeki bedenim sürüklenmeye başladı. Elimin arasındaki el bir an çekildi, bir daha da hissedemedim. Artık sesler de yoktu.

“Ertuğrul… neredesin? Üşüyorum… hem de çok üşüyorum…”

Kollarımda ince bir sızı hissettim. Ardından damarlarımdan akıp bedenime sirayet eden bir sıvı… Öyle bir haldeydim ki artık acımıyordum. Canım öyle çok yanmıştı ki artık acımıyordu.

“Çok kanaması var! Kadın doğum uzmanı hâlâ gelmedi mi?”

Bulunduğumuz alanda bir bağırış duydum ama kim bilmiyorum. Ağzım aralandı, ardından dudaklarımdan içeri bir hortum ilerletildi. Bunu hissetmiştim. Zaten o hissettiğim son şey olmuştu…

Bölüm : 04.10.2025 17:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...