
Allah şahidim olsun, senden başkasını sevmedim.
Aldığım nefes, tenimdeki can, damarlarımdaki kan şahidim olsun.
Senden önce bu yüreğim var olmadı.
Gökyüzü şahidim olsun.
Şu mavi gök, dağlar, taşlar, ağaçlar şahidim olsun; ben bir seni sevdim, bir sende yandım.
Benim için bir sen varsın, hep sen olacaksın...
ERTUĞRUL ARSLANLI
Kopardılar ellerimizi, söndürdüler güneşimi. Karanlıkta kaldım. Benim suçum; izin vermemeliydim, onu yalnız bırakmamalıydım. Yanında olsam böyle olmazdı. O hâli aklımdan çıkmıyordu; kanlar içinde kalmış bedeni, acı ile dolu bal rengi gözleri... Gözlerimi kırpmak için dahi kapasam o görüntü vardı. Onu içeri alalı daha birkaç dakika olmuştu ve ben şimdiden kokusunu arar olmuştum. Ben onsuz yaşayamazdım ki. Arkamdan gelen adım sesleri ile Girayların peşimizden geldiğini anladım. Lakin onlara öfke kusacak takatim bile yoktu.
“Allah’ım, onu benden alma ne olur...”
“Abi!”
Gözlerim, elini omzuma koyan Arif’e kaydı.
“İyi olacak abi. O sensiz ölüme bile gitmez.”
“Gitmesin, gitmesin; yoksa yaşayamam. Allah şahidim, yaşatmam da!”
Son sözlerim öfke kusuyordu. Hiçbiri tek kelime edecek halde değildi. Tufan ve Mehmet Giray’ın gözleri yerdeydi, utanıyorlardı. Beklesinlerdi,Güneşim iyi olsun; onların etini kemiğinden ayırmadan durmayacaktım.
“Ertuğrul...”
Koridorun başında duyduğum koşuşturma ve sesler ile oraya baktım. Bu defa bizimkiler gelmişti.
“Abi ben, arabada Poyraz abimi arayıp çağırdım.”
“İyi yapmışsın.”
Ailemiz bir arada olmalıydı. Güneşim, belki onu ne kadar çok sevdiğimizi hissederse hemen iyi olurdu. Babaannem, yaşlı bedenine rağmen koşarak yanıma geldi.
“Ertuğrul, nerede benim kuzum, iyi mi? Allah rızası için iyi de!”
“Babaanne...”
“Oğlum, bir şey de ne olur.”
“İçeride, çok çok kanaması vardı babaanne. Canı çok yandı, sevdiğimin canı çok yandı.”
Gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Gayrı ayakta duracak gücüm kalmamıştı. İçim yanıyordu benim. Hızla Babaannemin kollarına sığınıp sarıldım. Yaptığıma şaşkınlık ile karşılık verdi ben en son annem ve babam öldüğünde böyle ağlayıp ona sarılmıştım.
“Nasıl, nasıl oldu bu?” diye konuştu Gamze, gözleri yaşlarla doluydu.
“Hani doktor iyi demişti abi?”
Çiçek umutla bana bakıyordu.
“Neden böyle oldu abi, bir şey de!”
Nazlı’nın sesi diğerlerine göre daha sert çıktı. Sordukları sorulara cevap vermiyor oluşum daha çok zorlanmasına neden oldu.
“Giraylar yüzünden!”
Arif, benim konuşamayacağımı anladığı için hepsinin sorularını kendi cevaplamaya karar vermişti.
“Nasıl?” Ayla’nın sesi hayal kırıklığı ve öfke doluydu. Öfkeden kızaran koyu kahve gözleri onların olduğu tarafa çevrildi.
“Onlar, onlar ona dediler ki para için abim ile birlikteymiş. Para için ondan çocuk peydahlamış... hatta daha kötü şeyler bile dediler” Arif’in gözlerinde beliren iğrenme duygusunun yanında bir yandan öfke bir yandan hüzün vardı.
“Hanginiz?” Umay’ın sesi ölüm içeren bir sakinlik içeriyordu. Onlara doğru adımladı.
“Size soruyorum, hanginiz dedim! Hanginiz onunla böyle konuşma cüretini gösterdi?”
“Ben böyle...”
“Demek sen bu kadar iğrençleştin!” Ablam da Umay gibi öne doğru çıkıp öfkesini muhataplarına yöneltti.
“Allah sizin belanızı versin!” diye karşılarına dikildi Gamze.
“Hele kardeşimize bir şey olsun, sizi yaşatan en adi şerefsizdir!” Çiçek’in sesindeki öfkenin Umay'dan aşağı kalır yanı yoktu. Damarına basıldı mı, gerçekten içinden bambaşka bir kadın çıktığını henüz görüyordum.
“Allah şahidim, biz kardeşimizin acısını yaşarsak sizin anneniz de sizin acınızı yaşayacak!”
Nazlı’nın tehdidi ile Tufan bir adım öne çıktı. Onun hareketi ile Çınar, Nazlı’nın hemen ardında bodyguard edası ile yerini aldı. Aynı anda Arif, Çiçek’in arkasına geçerken Poyraz Gamze’nin ardında durdu. Ayla ile Umay burnundan soluyordu.
“Hayırdır Giray, bize mi saldıracaksın?” Umay’ın sesi alay doluydu. Zira böyle bir şey yaparsa buradan leşi bile çıkmazdı ve Allah şahidim, kimseyi durdurmaya kalkmazdım.
“Öz kardeşine böyle davranan birinden başka ne beklenirdi ki...” Ablamın sesi iğrenme doluydu.
“Allah hepinizi kahretsin! Defolun buradan, mahvettiniz evlatlarımı!”
Babaannemin sesi acı doluydu. Hastanenin koridorunda acı dolu bir feryadı vardı. O, hepimize hem anne hem baba olmaya çalışıyordu. Şimdi evlatlarından biri can çekişiyordu. Sevdiğime ne olacaktı, evladımıza ne olacaktı? Yüreğim yangın yeriydi. Olan biteni izlemekten başka bir şey yapmıyordum.
“Seher Hanım, lütfen! İçerideki benimde kızım!”
Şahin Bey’in sesi duyuldu. Kızı mı... Gerçekten mi bu kelimeyi söylemeye utanmıyor muydu?
“Ne kızından bahsediyorsun sen Şahin Bey! Şayet Ertuğrul senin oğullarının yaptığını Ayla’ya yapsaydı, Kemal onu yaşatmazdı. Oğlum kendi elleriyle verirdi cezasını! Sen ne yaptın, söylesene! Yanında yetişen iki oğlun yıllar sonra bulduğun kızına namussuz damgası vururken sen ne yaptın?”
Babaannemin her kelimesi ile Şahin Bey’in dik omuzları çöktü. Sessizce dinledi. Tıpkı o an yaptığı gibi sadece dinledi.
“Kızım... yavrum...”
Melek Hanım acı içinde koltuğa çöktü, ağlayışı koridorda duyuldu. Lakin kimse ona acımadı. Yanındaki üç adam dışında kimse ona ne acıdı ne de teselli etti.
“Bir kızın olduğunu şimdi mi hatırladın?”
Babaannemin sözleri acımasızdı. Onlar benim güneşime nasıl acımadıysa babaannem de onlara acımıyordu.
“Seher Hanım...”
“Yeter!”
Bu defa konuşmaları kesen ben oldum. Onları daha fazla dinlemek istemiyordum.
“Susun! Daha fazla kimseyi dinlemek istemiyorum!”
Gözlerimi onlara diktim.
“Kalmak istiyorsanız kalın, ne yaptığınız umurumda değil. Ama şunu bilerek nefes alın: Şayet ona bir şey olursa...”
Acı dolu gözlerime acımasızlık doldu.
“Sevdiğim kadına bir şey olursa Allah şahidim, hiçbirinizi yaşatmam! Giray soyunun sonunu getiririm!”
Şahin Bey şokla bana baka kaldı.
“Eğer hâlâ nefes almanıza izin veriyorsam, kaçırıldığında yerini söylemenizdendir. Yoksa şimdiye ölmüştünüz!”
Onların yüzüne daha fazla bakamadım. İçim almadı. Arkamı dönüp ameliyathane kapısına yakın durdum.
“Uyan güneşim, yalvarırım uyan! Şayet uyanmazsan bu dünyayı kana bularım! Uyan sevgilim, senin kaybına dayanamam!”
Ameliyathanenin kapısı açılınca yaslandığım duvardan doğrulup koşar adım karşısına dikildim.
“Doktor, durumu nasıl?”
“Siz hastanın nesi oluyorsunuz?”
“Kocasıyım. Eşim nasıl?”
Kurduğum cümle ile Giraylar şaşkınlıkla bakmışlardı. Arif beni arayıp hemen gel dediğinde ona söylediklerini işitmiştim. Aramızdaki bağı bilmeden yargılamışlardı onu. Oysaki benim güneşim tertemizdi, masumdu. Allah katında helalim olmadan sevememiştim tenini. Adam yüzüme hüzünle baktı:
“Üzgünüm ama bebeği kaybettik...”
Söylediği ile içim yandı. Bebeğimiz gitmiş miydi? Belki de duymuştu beni, onu istemediğimi duymuştu ve o küçük kalbi kırılmıştı. Benim gibi bir adamın evladı olmak istememişti.
“Karım, karım nasıl, o iyi mi?”
“Çok kanaması vardı, açıkçası...”
Adam konuşmasını tamamlayamadan ameliyathane kapısı tekrar açıldı. İçeriden koşarak gelen bir kadın doktorun yanına geldi:
“Hocam, hasta arrest! Kanaması yine başladı!”
Kadının söyledikleri ile doktor tekrar içeri koşmuştu.
“Arrest ne? Ne demek istedi?”
Korku ve şaşkınlık içeren bakışlarımı diğerlerine çevirdim. Poyraz’ın bakışları benimkinin yansımasıydı sanki.
“Kal... kalbi durmuş...”
İki kelime... Ağzından çıkan iki kelime beni benden etmişti. Kalbi durmuş... Nasıl durur? Olmaz, benim güneşim batamaz ki! Daha fazla ayakta duramadım, olduğum yerde dizlerimin üzerine çöktüm. Ben, Ertuğrul Arslanlı, bir kadının gidişi ile bitmiştim. O gidince benden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Benim tüm varlığım oydu.
“Ertuğrul...”
Ablamın sesi doldu kulaklarıma. Endişe ile bana bakıyorlardı. Poyraz ve Çınar gelip bedenimi ayaklandırmaya çalıştılar.
“Ertuğrul... kardeşim kendine gel!”
“Poyraz, güneşimi söndürdüler Poyraz!”
“K... kardeşim...” Nazlı’nın güçsüz sesi duyuldu.
“Doğru değil, inanmam ki o bizi bırakmaz!”
Çiçek gözündeki yaşlara tezat konuşuyordu:
“Kendinize gelin, gitmez o, gidemez. Giderse bize ne olacağını bilir, yıkılacağımızı bilir. O, kardeşlerini bırakmaz...”
Başını her iki yana salladı Gamze, bakışlarını bana dikti. Yanağındaki yaşları sert bir şekilde sildi:
“Sen de dik dur... Kardeşim orada canı için savaşıyor. En çok senin için savaşıyor. Hayatında ilk defa sevdaya düşmüş. Seni bırakacağını mı sanıyorsun? O güçlüdür, sen de güçlü dur!”
Başını dikleştirdi.
“Bırakmaz, değil mi?”
Sanki o an bırakmaz derse bırakmayacakmış gibi geldi.
“Bırakmaz tabi... Sen bilmiyorsun ama bizimki senin aşkından bitiyor...”
Sonlara doğru sesi şaka ile karışık çıkmıştı. Dediğine ben de acılı bir gülüş ile gülümsedim.
“Uyan sevgilim, yalvarırım uyan...”
"Abi."
Gelen sesle başımı çevirdiğimde, evde olması gereken yirmiye yakın adamımı burada görmeyi beklemiyordum.
Şaşkın bakışlarım hepsinde gezindi.
— Sizin ne işiniz var burada?
Çınar, benim aklımdaki soruyu sordu.
— Çınar abi, biz yengeyi merak ettik.
— Oğlum, size “evde bekleyin, sizi arayacağım” demedim mi!
Diye çıkıştı Arif onlara.
— Sıkıysa sen evde beklesene, it herif!
Diye karşılık veren Rüzgar oldu.
— Yenge bu haldeyken nasıl bekleyecektik! — diye devam etti Ahmet.
— Hem belki bize ihtiyaç olur, — diye konuştu Kenan.
—Kenan haklı, ne olacağı belli mi olur? Bir bakmışsın işe yaramışız. diyen Kerim’di. Korumalar arasında umursamazlığıyla bilinen oydu.
— Evde kim kaldı? — diye sinirle soludu Poyraz. Evde Şirin ve Ayşe teyze vardı; bu haldeyken onu soramamıştım bile.
— Bizim diğer çocukları yerleştirdik, nöbetleşe kalacağız.
— Ne yapacağınıza ne zamandan beri siz karar veriyorsunuz? — dedi Arif.
— Abi, istersen kov ama gitmem ben, — dedi Yusuf. Bu, aralarındaki en genciydi.
— Hadi ya, — diye dalga geçen Çınar oldu. Hepimiz burnumuzdan soluyorduk.
— Abi, biz patronumuz olduğu için değil, dostumuz, kardeşimiz, ablamız olduğu için geldik, — bu cevap Süleyman’dan gelmişti.
Bu kadın hangi ara bunlarla bu kadar içli dışlı olmuştu ki?
Ameliyathanenin kapısı açılınca hepimiz oraya baktık.
— Hastanın acil kana ihtiyacı var, aranızda B negatif kan grubu olan var mı?
Ellerim sert bir şekilde saçlarımdan geçti.
— Size söylüyorum, B negatif kan grubu var mı? Çok acil!
Kimsede yok muydu? Allah’ım, ne olacaktı şimdi?
— Benimki uyuyor.
Arkalarından duyulan ince kadın sesiyle korumalar iki yana açıldı. Minyon tipli, esmer bir kız gözüme çarptı. Bu kız da kimdi?
— Gülüm, sen ne zaman geldin? — diye yanına gitti Yusuf.
— Sen telefonda “Mihre abla kötü” deyince babamdan rica ettim, o da getirdi. Ama bak, iyi ki gelmişim.
Yusuf’un yüzünde bir tebessüm oluştu.
— İyi ki gelmişsin.
— Sizi içeri alalım hemen, kan almamız gerek.
Yusuf da kızla birlikte ameliyathanenin girişine kadar girdi. Kapılar kapanınca öylece beklemeye devam ettim. Lanet olsun, elimden başka hiçbir şey gelmiyordu.
— Kimdi o kız? — diye sordu Gamze.
— Yusuf’un sözlüsü. İki hafta önce Mihre, kızı babasından istemişti, oradan tanışıyorlar.
Arif gülerek söylemişti, sanki bunu yaptığına inanamıyordu.
— Nedense hiç şaşırmadım, — diye karşılık verdi Nazlı.
— Ben de, — diye ona katıldı Çiçek.
Gamze ortaya oturmuştu; Nazlı soluna, Çiçek sağına oturmuş, ikisi de başlarını onun omzuna koymuş, öylece bekliyorlardı.
Ablamla Umay da onlar gibiydi; babaannemin iki yanına geçmişlerdi. Giray ailesi uzakta bekliyordu. Son duyduklarımızdan sonra onların da gözleri dolmuştu.
Yıllar sonra gerçekleşen bir buluşma böyle bitmemeliydi.
Neden yapmışlardı, neden incitmişlerdi benim güneşimi?
Üzgün halleri beni zerre etkilemiyordu.
Tufan’ın gözleri kısa bir an ablama kaydığında, ablam iğrenerek bakmıştı ona. O bakıştan sonra önüne dönmüştü.
Bir süre sonra kapılar tekrar açıldı. Yusuf ve sözlüsü dışarı çıktı.
— Gülüm, hadi sen eve git.
— Olmaz, gitmem.
— Ama...
— Ya yine kana ihtiyaç olursa? Kalmam gerek.
— Peki, — kadını göğsüne çekip saçlarından öptü.
O an o öpüşten anladığım, sevdiği kadına sarılabildiği için, sevdiği kadın nefes aldığı için şükür etmesiydi.
İkisi diğer korumaların yanına doğru ilerlediler. Beklemek delirtiyordu beni.
— Neden hâlâ kimse çıkıp bir şey söylemiyor!
Öfkeli sesimle tüm bakışlar beni buldu.
— Kardeşim, sakin ol.
— Nasıl! Söylesenize, nasıl sakin olayım? Kimse bunu nasıl yapacağımı söylemiyor! Benim canım içeride ölümle savaşırken nasıl sakin olacağımı bilmiyorum! Ona bir şey olursa nasıl yaşarım bilmiyorum! Uyandığında “bebeğimiz öldü” diye nasıl derim bilmiyorum! Ben onsuz olmayı bilmiyorum!
Sesimdeki öfkeyi artık kontrol edemiyordum. Yumruğumu duvara geçirdim. Her kelimemde tekrar tekrar vurdum. Artık elimin üzeri kanlanıp morarmıştı.
Poyraz gelip beni geri çekti. Anlamıyordu, anlamıyorlardı... Ben nefes alamıyordum. Kimse ne yaşadığımı anlamıyordu. Benim sevdiğim içeride ölümle savaşıyordu. Ben yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. Bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlardı.
— Sakin ol... Ertuğrul, dur artık!
— Asıl sen dur! Bırak! Bırakın, anlamıyorsunuz! Hiçbiriniz anlayamazsınız! Canınızın yarısı giderken nasıl hissedildiğini anlayamazsınız!
Bedenimi tutamadım. Duvar dibine çöktüğümde gözümdeki yaşlar durmadı; bir bir aktı. Hıçkırıklarım hastane koridorunu doldurdu.
Herkes üzgündü ama beni böyle görmek beklenmedikti.
Poyraz yanıma çöktüğünde kollarını bana doladı.
— Poyraz... canımın canı gidiyor Poyraz... Sevdiğim elimden kayıp gidiyor...
Kolları bedenimi sıkı sıkıya sardı.
— Olmayacak, gitmeyecek. O seni bırakmayacak. Sen de kendini bırakma.
Kapı açılma sesini işitince hızla toparlanıp çıkan doktorun karşısına dikildim.
— İyi mi? Yalvarırım, artık bir şey söyleyin. Karım iyi mi?
Sesimde umut vardı. Bir umut... “İyi” desin istiyordum, “yaşıyor” desin istiyordum.
— Biz elimizden geleni yaptık. Bildiğiniz gibi ne yazık ki bebeği kurtaramadık. Eşinizin çok fazla kanaması vardı, vücudundaki tüm kanı değiştirdik diyebilirim. Ameliyat esnasında bir defa kalbi durdu, yaklaşık yirmi dakika müdahalemiz oldu.
— Yani... şimdi yaşıyor ama, değil mi?
— Geri döndürmeyi başardık, şükürler olsun ki yaşıyor. Ama henüz bir şey söylemek için çok erken. Uyanmasını bekleyeceğiz.
— O ne demek?
— Bu tür vakalarda ilk kırk sekiz saat çok önemli. Evet, biz kalbi çalıştırdık. Lakin beyin bunca olana nasıl cevap verecek, biz de bilmiyoruz. Bu yüzden hastanın uyanıp uyanmayacağını biz de sizinle birlikte bekleyeceğiz. Allah’tan ümidinizi kesmeyin. Geçmiş olsun.
Adam yanımızdan uzaklaşırken ben şükrettim. En azından “yaşıyor” demişti. O bana söz vermişti, uyanırdı. Uyanması gerekiyordu. Uyanmalıydı. Onsuz yaşayamayacağımı bilmiyor muydu?
Birkaç dakika sonra ameliyathane kapısı tekrar açıldı. Bu defa sedye üzerinde sevdiğim kadını da getirdiler. Göğsünün üzerine kadar yeşil bir örtü örtmüşlerdi. Sedyenin başucunda bir sürü serum gidiyordu. Ağzından boğazına giden bir hortum vardı ve başucunda ilerleyen bir hemşire o hortumu ambu ile havalandırıp ona nefes olmaya çalışıyordu. Teni bembeyazdı, ölü gibiydi.
Benim sevdiğim ölü gibi yatıyordu ama yaşıyordu, değil mi? Doktor yaşıyor demişti.
— Güneşim...
Hızla yaklaşıp elini avuçlarımın arasına aldım. Buz gibiydi, üşümüştü.
— Güneşim, korkma olur mu? Buradayım ben, burada seni bekliyorum. Çabuk uyan, olur mu? Beklerim ben, sorun değil. Sen iyi ol, ben seni beklerim.
Kelimeler boğazımda düğümleniyordu.
Gözlerimden akan bir damla yaş onun elinin üstüne düştü.
Sedye ilerlerken ben de onlara ayak uyduruyor, ona uyanması gerektiğini anlatmaya çalışıyordum.
Kızlar diğer tarafına geçmişti, evdeki herkes bize eşlik ediyordu. Giray ailesi en arkadan geliyordu.
— Uyan, tamam mı? Bak, görüyor musun, bütün ailemiz seni bekliyor.
Sedyenin ilerlemesiyle bir kez daha ellerimiz ayrıldı. Onu yoğun bakıma almışlardı.
Bir kez daha kapalı kapıların ardına almışlardı ve ben kapının dışında kalmıştım.
— Uyan bebeğim... Allah hakkı için uyan...
Bekleyişimiz bu defa da yoğun bakımın önünde başlamıştı.
Gözlerimi diğerlerinde gezdirdim.
— Babaanne...
Bakışları beni buldu.
— Hadi siz eve gidin, belli ki daha çok bekleyeceğiz. Şirin evde tek kalmasın.
Başını “tamam” anlamında salladı.
— Abla, hadi siz de.
— Hayır.
— Abla...
— Hayır dedim Ertuğrul! Babaannem gitsin, Şirin’e bakar, değil mi babaanne? Biz kalacağız.
— Kızlar...
— Ben gitmem, — diye omuz silkti Çiçek.
— Ben hiç gitmem, — dedi Umay.
— Siz gitmezseniz ben de gitmem, — diye konuştu Nazlı.
— Bana bakma enişte bey, — diye yüzünü diğer tarafa çevirdi Gamze.
Gözlerim bu defa korumalara kayınca, sanki ben bakmamışım gibi kafalarını çevirdiler.
— Arif, çocukları evlerine gönder.
— Abi, onlar gitmez.
— Emir ver o zaman.
— Abi, emrimi dinlemezler. Seninkini de öyle.
Söylediğiyle kaşlarımı çattım.
— Bana bakın, hepiniz evinize. Bir şey olursa Arif size haber verecek, tamam mı?
— Abi kusura bakma ama ben gidemem. Yengem bana anamla babamın yapmadığını yaptı. Bu dünyada kaç patron çalışanına kız ister ki? O beni kardeş gibi görüp sevdiğime kavuşturdu. Ben şimdi nasıl gideyim?
— Kaç patron çalışanıyla okey oynuyorsa, diye alaya aldı Rüzgar.
— Ya da dedikodu yapıp çekirdek çitliyorsa, diye konuştu Kenan, yüzünde samimi bir gülüş vardı.
— Geçen seni nasıl mars etti tavlada ama, diye Süleyman’a takıldı Kerim.
— Hasta diye bilerek yenildim ben oğlum, diye kendini savundu Süleyman.
— Hadi lan oradan, yenge seni ezdi bir kere! diye ensesine bir tane geçirdi bu defa da.
Hepsine şaşkınlıkla baktım.
— Laaan!
Çıkışımla hepsi bana baktı.
— Lan ben sizi eve koruyun diye dikiyorum, siz karımla oyun mu oynuyorsunuz!
Çınar ve Poyraz bu halime gülüyordu ama sinirlenmeyeyim diye belli etmemeye çalışıyorlardı.
— Abi, yenge evde sıkılıyordu. Arada yanımıza geliyor, — dedi çekine çekine Mustafa.
— Bazen kek de getiriyor, — dedi Yakup.
— Geçen sarmada getirdi, — diye onayladı Rasim.
— Evet ama “Aç köpekler, alın ağzınızdan sıcak yemek geçsin!” demeseydi iyiydi, — diye cevap veren Süleyman’ı hepsi başıyla onayladı.
— Abi, bakma öyle. Mihre çocuklara “siz de ailemdensiniz” demiş, onlar da kabul etmiş. Kızma.
— Ailemiz zaten. Bu zamanda kim kimin çocuğunun hastane masraflarını karşılar ki? Allah ondan razı olsun, sayesinde iyileşti evladım, — Yasin’in gözleri dolmuştu. Onca zaman ona verdiğim karta el sürmeyen karımın birden o karttan harcama yapmasının nedeni şimdi anlaşılmıştı benim için sorun yoktu helal olsundu.
— Bizim davayı da üstlendi, sayesinde hâlâ başımızı sokacak evimiz var, — dedi Mustafa.
— Bizim kızın okul tercihlerini kendi eliyle hazırladı, — diye konuştu Kerim.
— Benim oğlanın sünneti için masraflara da yardım etti, sağ olsun, — diye konuşan başka biriydi.
— Annemin hastane davasını da onun sayesinde kazandık. Kaç yıldır tüm avukatlar parasını alıyordu, ilk defa biri kazandı. O olmasa o özel hastaneye her şeyin üstüne bir de tazminat ödeyecektik. Adamları mahkemede inim inim inletti, — gülümseyerek konuştu Kenan.
— Gitmeyiz Ertuğrul bey. Senin karın bizim yengemiz, eyvallah, — diye konuştu Ahmet.
— Ama evvela kardeşimiz, ablamız, dostumuz... Gitmemizi bekleme. İyi olduğunu duymadan gidersek ne insanlığa ne adamlığa sığar, — Rüzgar sustuğunda hepsinin yüzlerine sadece bakabildim.
Benim güzel kalpli güneşim, çevresindeki herkesin dünyasına ışık oluyordu.
Başımı “tamam” anlamında sallayıp bakışlarımı cama çevirdim.
Yatakta öylece yatıyordu. Hareketsizdi... Ama benim o gözleri görmem, sesini duymam, ellerini tutmam, ona sarılmam gerekiyordu.
Giray ailesi duyduklarıyla afallamıştı. Duydukları, ona yaptıkları yakıştırmaların ne kadar gaddarca, ne kadar asılsız ve yalan olduğunun kanıtıydı.
— Kızım... kızım nerede?!
Koridorda yankılanan sesle hepimiz şaşkınlıkla gelen adama baktık.
Ben şimdi ne diyecektim?..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |