
Tutamadım seni; avuçlarımdaki su gibi aktın gittin. Düşünmedin mi hiç, benden sonra ne eder bu sevgili?
ERTUĞRUL ARSLANLI
— Kızım, nerede? Ne oldu ona?
dedi yaşlı adam, dolu gözleriyle bize doğru gelirken.
Ben şimdi bu adama ne diyecektim? Fehmi Bey, büyütüp gözü gibi baktığı evlatlarından birini bu halde görmeyi nasıl kaldıracaktı? Hamileliği ilk öğrendiğim günlerde evde duramayarak gittiğim birkaç günde onun yanındaydım. Gözümü açan, beni sevdiğime gönderen oydu. Yaşlı bedeni titriyordu.
— Evlat, nerede benim güneş kızım? — dedi Fehmi Bey.
— Müdür baba... — diye ayağa kalkan kızlar; hızlı adımlar ile bize doğru koştu. Çiçek, beklemeden adamın göğsüne sığınıp ağlamaya başladı.
— Baba, kardeşimiz bebeğini kaybetti; o hiç iyi değil. — dedi
Adam şaşkınlıkla bana baktı. Gamze ve Nazlı'ya sarıldıktan sonra adımları bana doğru ilerledi. Başım öne eğildi.
— Evlat...
— Fehmi Bey, siz nasıl?
—Haberlerde gördüm; Güneş kızım nerede? Nasıl? — dedi yaşlı gözlerle.
Beklemeden kollarını bana doladı; ben sarılamadım ama bana güç vermesi çok iyi gelmişti.
— Şşş, kendine gel. Benim kızım güçlüdür; buradaki herkesten daha güçlü. — Bakışları arkamdaki cama değince derince yutkundu.
— Oy, benim kanadı kırık kuşum, ne oldu böyle sana?
dedi ve elini kaldırıp cama dokundu.
— Daha iki gün önce içi içine sığmıyordu; “Baba, ben anne oluyorum” diye gülücükler saçıyordu. Şimdi nasıl düştü bu hale?
— Kanaması oldu, bebek... o gitti.
— Sakin ol, evlat. Güçlü ol; kızımın sana ihtiyacı var. Güçlü dur, emi?
Elini omzuma koyup sıktı. “O her kızım” dediğinde Şahin Bey ve ailesi bize bakıyordu; derince yutkunuyordu. Onun yapamadığı babalığı bu yaşlı adam yapıyordu; hem de tek bir çocuğa değil; üstelik hiçbiriyle kan bağı yoktu.
— Baba, hadi gel, otur. — dedi Nazlı, yaşlı adamın elinden tutup koltuklara ilerletirken.
— Baba, çocukların yanında kim var? Gamze’nin sesi endişeliydi. Zamanında Fehmi Bey’in yokluğunda yurda gelen kadın hepsine çok çektirmişti; şimdi endişelenmesi normaldi. Fehmi Bey elini kaldırıp saçlarını okşadı.
— Hayırdır, asi kızım. Ben kuşlarımı tanımadığım ellere teslim eder miyim sanıyorsun? Sultan Hanım var başlarında.
Hepsinin dudakları kıvrıldı; sanırım onu tanıyorlardı.
— Baba, sen kızıyorsun ama bence biz Sultan Hanım’a hayırlı bir iş için gidelim.
— Nazlı, kuş, senin dilin mi uzamış? Kaşlarını çattı ama sinirli olmadığı her halinden belliydi.
— Baba?
— Efendim, çiçeğim?
—Ellerin titriyor; iyi misin?
— İyiyim ben; kızım uyansın daha da iyi olacağım.
— Siz kimsiniz?
Şahin Bey’in sesi sert çıkmıştı. Fehmi Bey’in Mihre’yi kızı olarak sahiplenmesi, Şahin Bey’i sinirlendirmişti anlaşılan.
— “Babamız” dedi Çiçek; sesi en az Şahin Bey kadar sertti.
— “Annemiz,” diye devam ettirdi Nazlı.
— Hatta “tüm ailemiz,” diye sinirle soludu Gamze. Gözleri tüm Giray Ailesi’nde gezindi.
Fehmi Bey derin bir soluk alıp kızları kınayarak baktı.
— Siz bu gevezelerin kusuruna bakmayın. Ben büyüklerle nasıl konuşulacağını öğrettim sanıyordum halbuki. — Gözleri üçünde gezindi; üçü de gözlerini kaçırdı. — Ben Fehmi Kara; orkide yetiştirme yurdunun müdürüyüm.
" Kara" Güneşime soyismini mi vermişti
—Mihre’ye soyisminizi mi verdiniz?
Poyraz benim yerime sormuştu; adam tebessüm ederek başını hafif salladı.
— Güneş kızım daha minicikken geldi kapımıza. Yurttaki çoğu bebeğe isim ve soyisimlerini bizzat verdik. Lakin o gece kapıya bırakılan bebek pek bir güzeldi; ellerimde büyüdü. Adını kendim verdim; soyadımı taşımasını istedim. Ben hiç evlenmedim ama sayısız evladım var. Biri soyadımı taşısın istedim. Ben ne bileyim, büyüyünce gidip adamın birine sevdalanacak, sonra da onun soyadını almak için gün sayacak.
Son sözlerini söylerken gözleri beni buldu; ister istemez gülümsedim.
— Allah sizden razı olsun, Fehmi Bey. Bu devirde insan kendi doğurduğuna, kanından olana ana-baba olamıyor. Sen hepsini özenle büyütmüşsün, sevgi göstermişsin; biz senden razıyız, Allah da razı olsun.
Dedi babaannem; sözlerinin bir kısmı Giraylara yönelikti. Onlar da anlaması gerekeni anlayıp susmuşlardı.
Açılan kapı sesiyle hızla oraya ilerledim.
— Durumu nasıl? — diye sordum.
— Durumunda herhangi bir değişiklik yok.
— Peki, onu görebilir miyim? Yanına girebilir miyim?
Adam gözlerini bitik halimde gezdirdi.
— Sadece birkaç dakika.
— Teşekkür ederim, söz veriyorum; sadece birkaç dakika. Onun hayatını riske atacak hiçbir şey yapmayacağım.
Yaşlı gözlerime inat tebessüm ettim. Nihayet, saatler sonra da olsa onun kokusunu soluyabilecek, tenine dokunabilecektim; artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Doktor, yanındaki hemşireye beni hazırlaması için talimat verip uzaklaştı. Ben de hemşire ile birlikte yoğun bakımın içerisine ilerledim. Kadının bana uzattığı tüm koruma ekipmanlarını tek tek giydim: önlük, galos, maske — ne varsa. Ona zarar verecek en ufak bir şeyin olmaması gerekiyordu; benim yüzümden mikrop kapıp hastalanmasını istemiyordum. Hemşire beni tamamen hazırladıktan sonra gerekli uyarıları yapıp kapıyı açtı.
Odaya girdiğimde kapının dışında bekledi; adımlarımı Güneşim’in uzandığı yatağın kenarına doğru attım. Ağzındaki hortum başka borularla bir cihaza bağlıydı ve o cihaz benim Güneşim’e nefes olmaya çalışıyordu. Yoğun bakımın içinde onlarca ses vardı; birçok cihaz vardı ve birçoğundan sürekli sesler çıkıyordu. Hemen yanı başında kalp atışını gösteren bir cihazdaki ibareleri görünce dudaklarım kıvrıldı. Benim Güneşim yaşıyordu; nefes alıyordu; sadece uyanmasını bekleyecektim. Yatağın kenarına yaklaşıp ellerini avuçlarımın arasına aldım; ardından ellerinin üstüne dudaklarımı bastırdım.
— Güneşim, benim yaşama sebebim. Yalvarırım, uyan sevgilim; ben sensiz yapamam. Beni o karanlıklarda bir başıma bırakma. Hani “Işık Perisi, Karanlık Kralı” asla bırakmayacaktı? Hani bizim masalımız mutlu sonla bitecekti? Uyan sevgilim; beni mutsuzluğa mahkûm etme. Bütün ailemiz kapının önünde senin uyanmanı bekliyor; tüm sevdiklerin uyanman için dua ediyor. — Elim yavaşça uzanıp güzel saçlarını okşadı; yumuşacıktı, saçları mis gibi kokardı. Dudaklarımı tenine bastırdım; yanağına bir buse kondurdum. En son, tüpün el verdiğince dudağının kenarına dudaklarımı bastırdım.
— Güneşim, benim güzel sevgilim, uyan, yalvarırım. Beni bırakma; Mihrem, beni bırakmayacağına dair söz verdin. Benim Güneşim sözünde durur. Hem daha uyanıp bana hesap vereceksin küçük hanım; ben o adamları kapıya “sizi korusunlar” diye koyuyorum. Sen, onlarla “oturup okey oyna” diye değil. Şimdilik onlara bir şey demedim; ama uyandığında topunuza birden ceza vereceğim. — Dudaklarım acıyla kıvrıldı.
Ben onunla konuştum; bir sürü şey söyledim. Tenini sevdim, saçlarını okşadım, öptüm, kokladım. Lakin hiçbirine ne cevap verdi ne de herhangi bir tepki gösterdi; öylece derin bir uykudaymış gibi uyumaya devam etti. Hemşirenin “Kapıyı açıp çıkmam gerektiğini” söylemesiyle son defa dudaklarımı tenine bastırdım; ardından dışarı çıktım. Kapıdan çıktığımda herkes gözlerimin içine beklentiyle bakıyordu; lakin benim onlara verebileceğim bir cevabım yoktu. Sakin adımlarla tekrar eski yerime döndüm; camın önünde öylece onu izlemeye devam ettim. Arkamda duyduğum kıkırtıyla bakışlarım camdan diğerlerine döndü.
Fehmi Bey koltuklardan birine oturmuştu; sağına Çiçek, soluna Nazlı geçmişti. Nazlı’nın sol tarafında ise Gamze oturmuştu. Hepsi başlarını birbirlerinin omuzlarına koyup öylece yere bakıyorlardı. Çiçeğin kıkırtısı diğerlerinin de dikkatini çekmiş olacak ki onlar da gözlerini ona dikti.
— Ay, pardon; kusura bakmayın, biraz sinirlerim bozuldu.
— Neye güldün sen öyle? — diye sordu Nazlı; hepimizin aklındaki soruyu soran oydu.
— Hatırlıyor musunuz, okuldayken bir çocuk Gamze’ye iftira atmıştı: “Kopya çekiyor” diye. Aslında kopyayı çeken çocuktu; sonra tüm öğretmenler disiplin kurulunu toplayınca bizimki kurulu basmıştı ya... — Olayı hatırlamış olacaklar ki kızlar da gülmeye başladı; onların bu hali diğerlerinin de yüzünde bir tebessüme neden oldu.
— Ay evet, hatırlıyorum; hayatımda hiç o kadar utanmadım. Eğer çocuk suçunu itiraf etmeseydi okuldan atılacaktım, diye başını salladı Gamze.
— Bunda bu kadar gülünecek ne var?
diye sordu Poyraz ,geldiğinden beri gözlerini Gamze’den çekemeyişi ve onu teselli etme çabası gözlerimden kaçmamıştı. Lakin şu an bunun üzerinde düşünemeyecek kadar yorgundum.
—Komik olan, suçu üstlenmeye çalışması değildi; zaten toplantının olduğu odaya “Kara Murat benim” diye dalmasıydı.
Son söylediğiyle hepimiz kahkayı bastık. Bazen öyle şapşal halleri oluyordu.
— Nasıl bir çocuktu?
Bu soruyu, onların tam karşısında oturan ablam sormuştu.
— Yaramaz; hem de çok yaramaz. Ah ah, beni bir bezdirirdi; bütün çocuklarla uğraşırdım. Lakin akşam bizimki okuldan gelince beni bir saat içinde yorardı.
Diye içli içli konuştu Fehmi Bey; geçmişi hatırladığı ve bu hatıralardan mutlu olduğu her halinden belliydi.
— Kuşların peşinden durmadan ağaçlara tırmanır; “Onlar benim arkadaşım” diye tuttururdu. O ağacın tepesinden indireceğim diye canım çıkardı; en son birinden düşüp kolunu kırmıştı da daha da çıkmadı Allah’tan. Zaten öyle devam etseydi bahçedeki tüm ağaçları kestirecektim.
Son söylediğiyle kalbim biraz acısa da yüzümdeki tebessüm yerini korudu. Kim bilir canı nasıl yanmıştı.
—Asıl şey vardı ya; hani okuldaki öğretmenlerden biri diğer çocuklar bize haksızlık edince onları tutmuştu; sonra bizimki de gidip adamın bütün lastiklerini kesmişti. Bir de üstüne arabasını çizmişti ya... — dedi Nazlı.
— Adam nasıl delirdi ama? — diyen Gamze ile gülüştüler.
— Ya müdüreyi merdivenlerden itişi! Allah’ım, bütün öğrenciler ona duacı olmuştu.
— A, öyle deme. Bence asıl jübileyi kafede çalışırken yapmıştı; hatırlıyor musunuz lise zamanlarını?
Gamze’nin yüzü buruştu.
— Evet hatırlıyorum; nasıl unutabilirim ki o günü?
— Ne yaptı ki?
Umay merakla gözleri boncuk boncuk açılarak onlara baktı. Tabii kızlar onun merakını hemen giderdi.
— Şimdi, biz o zamanlar 15-16 yaşlarında falandık, tamam mı? — diye konuşmaya başladı Çiçek. — Biz okul harçlığını çıkarmak için çeşitli işlerde çalışıyorduk; en son bir kafede dördümüz birlikte iş bulduk. Tabii önce Gamze ile Nazlı girdi; sonra yer açılınca benle Mihre’yi de aldılar. Neyse işte, bir gün bizimki barista olarak çalışıyor; biz de garson olarak. Nazlı’nın baktığı masalardan bir tanesinde bir grup erkek oturuyordu ama göreceksin, adamların züppeliği her hallerinden belli. Nazlı siparişleri almak için gittiğinde bunlar Nazlı’ya çok farklı tekliflerde bulunmuşlar... Çiçek’in yüzü buruştu.
— “Şerefsiz herifler, o günü asla unutmuyorum; öyle çok korkmuştum ki.” dedi Nazlı
Çınar yerinden ayaklanıp Nazlı’nın hemen yanına çöktü; ardından onu kollarıyla sarıp göğsüne bastırdı. Sanki o günkü korkuyu bugün yaşıyormuş da onu sakinleştirmeye çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Bu tavır Nazlı’nın tebessüm etmesine neden oldu.
— Nazlı, sarışınım.
— Çınar, artık sen varsın; hiç korkmuyorum.
— Korkma bir tanem; ben hep yanında olacağım.
Onların bu hallerini hepimiz tebessüm ederek izledik.
— Ee, sonra ne oldu? — diye sordu ablam.
— Tabii, bizim Nazlı şeker. Çocuklara cevap vermek yerine ağlayarak yanımıza geldi: “Çocuklar yetimhanede büyümüş bir kızdan daha fazlası çıkmaz; gel bizimle eğlenceli zaman geçir” demişler. — dedi Gamze.
—Tabii biz bunu duyduğumuzda delirdik. Lakin o an, görecektiniz: Mihre’nin bal rengi gözleri bildiğiniz karardı. Mecazi bir kararmadan bahsetmiyorum; cidden gözlerinin rengi siyaha bulandı. Ardından mutfağa gitti. Birkaç dakika sonra elinde bir kettle ile çıktı; biz daha ne olduğunu anlayamadan elindeki sıcak suyu çocukların üzerine boca etti. Şaşkınlıkla öylece baktık; çocukları münasip bir taraflarından haşat etti diyebilirim.
Gamze’nin söyledikleriyle birçoğumuzun gözleri şaşkınlıkla aralandı.
Sevda denilen kadını evde evire çevire dövdüğü günü hala hatırlıyorum; gözleri karardığında gerçekten başka biri oluyordu.
— Ya Caner’in onu aldattığını öğrendiğinde... — dedi Nazlı; o itin adını duymamla bedenim gerildi.
— Sakin ol enişte bey. — Gamze, benim bu halimi görmüş olacak ki bu defa bana konuştu.
— Ay, hatırlıyorum o günü; adamın kafasını cama geçirdi ya bildiğiniz, kafasını kazıtsak var ya, harita gibidir eminim kaç dikiş atıldığını ben bile hatırlamıyorum.
Diye şaşkınlıkla konuşmuştu Çiçek. Elleri dert görmesin benim Güneşimin az bile yapmıştı. Zaten; o ite başından beri gıcıktım.
—Demek öyle. Benim bunların birçoğundan haberim yok ama...
Fehmi Bey’in kınayan sesiyle kızlar, sanki onun orada olduğunu yeni anlamış gibi birbirlerine “Eyvah, yandık” bakışları atmaya başladılar.
— Şey, müdür baba... — diye olayı kıvırmaya çalışan Çiçek’e ne diye bakmaya başladı. Çiçek olayı kıvıramayacağını anlayınca topu Gamze’ye attı.
— Aslında biz sana söyleyecektik. — dedi Gamze.
— Kesinlikle söyleyecektik, — dedi Nazlı.
— Yani senden hiçbir şey saklar mıyız biz? diye konuşan Çiçek oldu.
— Hadi oradan, Daltonlar. Allah bilir benden daha neler saklıyorsunuz. Dördüncünüz bir uyansın ben alacağım ifadenizi. — dedi Fehmi Bey, aslında her halinden kızmadığı belliydi; kızlar da bunun farkındaydı.
Koridorda duyulan ayak sesleriyle bakışlar o tarafa döndü.
"Şirin"
Ayşe teyzenin ellerinden tutmuş bize doğru küçük adımlarla gelen yeğenime baktım; yüzü çok mutsuzdu ve evde çok ağladığı belli oluyordu; Ayşe teyzenin de gözleri kızarmıştı; yanlarında birkaç koruma vardı.
— Amcam!
Sesimi duyar duymaz Ayşe teyzenin elini bırakıp koşar adım yanıma geldi. Beklemeden onu kucakladım; saçlarına dudaklarımı bastırıp bağrıma bastım.
— Amcam, senin burada ne işin var? Burası çocuklara göre bir yer değil.
Başını kaldırıp her iki yana salladı; yeşil gözlerinden boncuk boncuk yaşlar aktı.
— Ertuğrul Bey, kusura bakmayın; lakin onu evde daha fazla tutamadım, çok ağladı yavrum. Hiçbiriniz de olmayınca daha çok korkmaya başladı. Ben de daha fazla dayanamadım; aldım geldim. — dedi Ayşe Hanım.
Ayşe Hanım’ın yaptığı açıklama ile “sorun yok” dermiş gibi yüzüne baktım.
— Amcam, sen Mihre’yi mi özledin?
Başını aşağı yukarı salladı; gözündeki yaşları silmeye çalıştım. Ardından ikimizin de yönünü cama çevirdim.
— Bak, Şirin’im; Mihre orada, biraz hasta, iyileşsin; onu da alıp eve geleceğim, tamam mı? Sen sakın korkma.
Her ne kadar onu sakinleştirmeye çalışsam da sesimdeki titremeye engel olamıyordum. Küçük ellerini boynumdan çekip cama yasladı; ardından bir elini kaldırıp cama vurmaya başladı; sanki Mihre uyuyordu da o da buradan onu uyandırmaya çalışıyordu. Gözlerindeki yaşlar bir bir yanaklarından süzüldü.
— Prensesim, o şu an seni duyamaz; birkaç gün daha uyuyacak ama uyanacak, sakın korkma, olur mu?
Sessizce gözyaşlarını dökmeye devam etti. Onu nasıl susturabilirdim ki? Yıllar sonra bir anneye, ablaya sahip olmuştu ve şimdi onu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ben daha kendimi teselli edemiyorken onu nasıl teselli edecektim ki? Bu halimi ilk fark eden Umay oldu; gelip kucağımdan aldı; yere koyduğunda karşısında diz çöküp elleriyle akan yaşları sildi.
— Fıstığım, sen anneyi mi özledin?
Şirin hızlı hızlı başını aşağı yukarı sallayıp kollarını bu defa Umay’ın boynuna doladı; bu hali içimi yakıyordu. Umay da aynı şekilde küçük bedenini sardı.
— Korkma fıstığım; annemiz bizi bırakmayacak; o bizi çok seviyor.
Umay’ın kurduğu cümleyle şaşkınlıkla ona baktım. Ona olan düşkünlüğünün farkındaydım; lakin Şirin gibi Mihre’yi bir anne yerine koyduğunu, onu bir anne figürü haline getirdiğinin farkında değildim. O an hepimiz yeni bir şeyin farkına varmıştık: bu aileki birçok kişinin nezdinde Mihre, Umay için, Çınar için, Şirin için hatta belki Poyraz için bir anneydi. Bugüne kadar bana hep bir ağabey, bir baba gibi yaklaşmışlardı; bu kelimeyi dillerinden dökemeseler bile bunu bana hissettirmişlerdi. Sevdiğim kadını çok sevdiklerinin farkındaydım; lakin onu anne olarak benimsemeleri benim için de beklenmedikti. Onların bu halleri Giray Ailesi’ni çok şaşırtmıştı; burada yaşadıkları her an hepsinin gözlerinde farklı bir şaşkınlık görüyordum; farkındaydım bir şeyleri yanlış öğrenmişlerdi. Ailelerinin içine alacakları kadını araştırmamış olma ihtimalleri yoktu; ama belli ki edindikleri bilgiler yalan, yanlıştı ve onlar benim Güneşim’i tanımadan yargılayıp idam etmişlerdi; belki bebeğimizin katili olmuşlardı. Zaten çok riskli bir gebelik geçiriyordu; her an diken üzerindeydik; her an kanama gerçekleşebilirdi. Keşke buna sebebiyet veren onlar olmasaydı. Ben onları asla affetmezsem bile benim için bir sıkıntı yoktu; onlar benim hayatımın hiçbir noktasında değillerdi. Lakin Güneşim bundan sonra nasıl iyileşecekti? Uyandığında bebeğimizin gittiğini öğrendiğinde onları mı suçlayacaktı yoksa kendini mi? Şimdilik bunları düşünmekten kaçsam da uyandığında derin yaralarının olacağının farkındaydım; o yaraları sarmak boynumun borcuydu. Yeter ki uyansın...
— Minik... — Gamze’nin Şirin’e seslenmesiyle Şirin yaşlı gözlerle onlara baktı.
— Fıstığım, sen böyle ağlarsan Mihre çok üzülür ama
—Üzülür tabii, bir de bize kızar bak,
Çiçek buruk bir şekilde tebessüm edip başını aşağı yukarı salladı.
— Kızımı nasıl üzdünüz? Ağlamasına nasıl izin verdiniz? diye nasıl bağırır anlatamam. Üçü de yerinden ayaklanıp Şirin’in yanına gelmişlerdi; onların bu hallerine tebessüm ettim. Benim Güneşim hepimizin hayatına ışık saçmıştı.
— Senin burada dört teyzen, bir halan, iki amcan, bir tane baban, bir tane babaannen, bir tane de müdür baban var. Annen uyanana kadar bizimle idare edeceksin artık. — dedi Nazlı, onu kucaklayıp ayağa kaldırırken; yüzündeki yaşları parmak uçlarıyla silip yanağına dudaklarını bastırdı.
— Sakın ağlama olur mu? Sen ağlarsan anne çok üzülür; kalbi acır; anneler çocuklarının üzüntüsünü hisseder. Sen üzülürsen o senden kat kat daha fazla üzülür.
Nazlı’nın ona fısıldadığı sözleri hepimiz duyuyorduk. Şirin küçük elleriyle gözündeki yaşları silip başını Nazlı’nın sarı saçlarına gömdü.
— Abla, hadi Şirin’i eve götür; prensesim, hadi eve git, tamam mı? Mihre iyileşince biz de eve geleceğiz; sen ona çok dua et.
— Eder tabii edersin, değil mi fıstığım? Gamze gülümseyerek Şirin’e baktı.
— Hem biliyor musun, çocukların duaları kabul olur; sen dua edersen o daha çabuk iyileşir, edersin değil mi?
Şirin, Gamze’ye küçük de olsa bir gülümseme sundu; ardından başını aşağı yukarı sallayıp onu onayladı. Ablam ayağa kalkıp Nazlı’nın kucağındaki Şirin’i aldı; yanağına dudaklarını bastırıp kokusunu içine çekti. Ardından herkesle vedalaşarak Şirin ile birlikte çıkışa yöneldi. Onlar koridorun sonuna doğru ilerlerken bakışlarım hala onların üzerindeydi çünkü hemen karşılarından Tufan Giray geliyordu. Bakışlarını önce ablama dikmiş, ardından Şirin’e bakmıştı. Onlar asansörlere ulaşamadan onları durdurdu. Şirin’in karşısına diz çöktüğünde bir şeyler söylediğini görebildim; lakin anlayamadım. Her ne söylediyse ablam sinirlenmiş olacak ki Şirin’i hızla kucağına aldı; ardından öfkeli bir şekilde birkaç cümle kurup sert adımlarla asansörlerin olduğu yöne ilerledi. Tufan’ın arkalarından hüzünle baktığını gördüm; lakin ablam bir kez olsun dönüp arkasına bakmadı. Asansör kata geldiğinde Şirin’le birlikte binip gözden kayboldu. Tufan üzgün gözlerle ve çökmüş omuzlarıyla bize doğru adımlamaya devam etti; birkaç dakika önce gelen telefonla dışarı çıkmıştı ve şimdi üzgün bir şekilde ailesinin yanına gelip çöktü.
Bakışlarımı tekrar cama çevirdim; sevdiğim kadın hala olduğu gibiydi; en ufak bir kıpırtı, bir hareket yoktu.
— Uyan artık, Güneşim. Yalvarırım, uyan. Dayanacak gücüm yok.
Duyduğum adım sesleriyle koridora baktım. Gamze’nin uzaklaşan silueti gözlerime takıldı ve hemen peşi sıra ilerleyen Poyraz’ı gördüm. Dünden beri buradaydık ve hepimizin arasında en dirayetli, güçlü durmaya çalışan kişi Gamze’ydi. Lakin şunun da farkındaydım: o sert görüntüsünün altında kırılgan, narin bir kadın vardı; onun bu sert görünümü o kırılgan kadını korumak içindi. Poyraz her ne kadar farkında olmasa da ondan etkileniyordu. Çok merak ediyordum ne zaman farkına varacaktı; dilerim farkına vardığında çok geç olmazdı; çünkü Gamze’nin sert duvarları vardı; o duvarlara kimse yaklaşmasın diye camlarla, dikenli tellerle kaplamıştı. Şayet Poyraz hızlı hareket etmezse, o tellere, camlara takılıp yaralanacak ve onu sonsuza dek kaybedecekti. Koridoru önce Gamze geçti; gözden kaybolduğunda Poyraz da peşi sıra ilerledi. Anlaşılan bizimki onu yalnız bırakmamaya, olabildiğince fark ettirmeden ona destek olmaya çalışıyordu. Gözlerimi tekrar sevdiğim kadına diktim; parmaklarım cama uzandı; sanki onun tenine dokunabilecekmişim gibi camı sevdim. Beklemek ölümden beterdi; lakin ben beklemeye razıydım. Yeter ki onun bana geleceği gün çabuk gelsindi...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |