
Yüreğim yüreğinle bir atıyor… Duyuyor musun, hissediyor musun? Ruhum, ruhunla bir yanıyor… Sen de kül oluyor musun?
MİHRE KARA
Kirpiklerimi kırpıştırarak göz kapaklarımı araladım. Bakışlarım ilk, güzel çehresinde gezindi. Göz kapakları, siyah gözlerini örtmüştü. Yorgundu, biliyordum. Ben kaç gündür uyuyorsam o da o kadar uyumamıştı, biliyorum. Söylemesine gerek yoktu; çünkü bizim birbirimizi anlamamız için kelimelere ihtiyacımız yoktu.
Kolları sıkı sıkıya sarmıştı bedenimi. Dudakları hafif aralıktı; düzenli solukları yüzüme çarpıyordu. Yanaklarımı okşayan nefesini hissettiğim için şükrettim. Bu adam benim şükür sebebimdi.
Bedenlerimiz arasında sıkışan ellerimden birini yavaşça çekip yanağına koydum. Sakalları avuç içlerime battı. İstemsiz olarak parmaklarım tenini okşamaya başlamıştı bile. Yerimden yavaşça doğrulup dudaklarına küçük bir buse bıraktım. Gerçekten çok yorulmuş olmalıydı; zira buna bile uyanmamıştı.
Başımı boynuna gömüp derin bir soluk aldım. Kokusu ciğerlerime dolduğunda, bir sonraki nefes için sabırsızlanmıştım bile. Yetmiyordu… İnsan sevdiğiyle ilgili hiçbir şeyi yettiremiyordu; az ya da çok meselesi değildi.
Yetinemiyordum işte, ne yapayım, elimde değildi. Yüreğimin tamamı bu adamla doluydu. Kim bilir, nasıl üzülmüştü. Şayet onun yerinde ben olsaydım, benim parçamı bile bulamazlardı.
Dayanamadım; dudaklarımı bu defa sağ yanağına bastırdım. Oradan alnına, derken dudaklarına geçtim. Sol yanağından derin bir soluk alıp bir buse de oraya bıraktım. Bu da yetmedi işte… Yavaşça boynuna indim, Âdem elmasının üzerinden öptüm tekrar ve tekrar.
Belimdeki eller hareketlenince başımı yavaşça boynundan çekip yüzüne baktım. Sevdiğim tek karanlıklar gün yüzündeydi ve en parlak gece misali bana gülümsüyordu. O ne düşündü bilmiyorum ama tutku ile dudaklarına kapandım. Bu halime şaşırmıştı; karşılık verememesinden anlamıştım. Şaşkınlığını üzerinden atar atmaz, öpücüğüme aynı açlık ve aşkla karşılık vermeye başladı.
Nefesimin kesilmesi içten bile değildi. Geri çekildiğimde, aldığım soluklardan göğsüm hızla inip kalkıyordu.
— Güneşim…
— Yetmiyor Ertuğrul, seninle ilgili hiçbir şey bana yetmiyor.
— Bana da, bir tanem… Bana da yetmiyor. Öyle büyük bir muhtaçlıkla seviyorum ki anlatması zor, daha vahim… İmkânsız.
— Ertuğrul…
— Güneşim, emret.
— Eve gidelim. Götür beni buradan.
— Bebeğim, daha tam iyileşmedin. Biraz daha kal.
— Ne olur, hem ben evde daha çabuk iyi olurum.
— Peki, sen öyle diyorsan ısrar etmeyeceğim. Ama evde benim sözümü dinleyeceksin, anlaşıldı mı?
Dudaklarımı usulca yanağına bastırdım, gülümseyerek öptüm, soluklanarak,
— Ben kocamın sözünden ne zaman çıktım ki?
— Kocan sana kurban olsun…
Birkaç saniye duraksadı.
— Güneşim?
— Efendim?
— Şey diyorum ki… Hani biz…
Yine duraksadı, ne söyleyeceğini merak etmiştim.
— Biz düğünümüzü ne zaman yapacağız?
Dediğiyle içimde onlarca kuş kanat çırptı.
— Sen beni ne zaman istersen.
— İstersen derken… anlamadım.
Şaşkın suratıyla kahkahama zor engel olmuştum.
— Şimdi şöyle ki, canım kocam; sen önce gel beni müdür babamdan ve kızlardan iste. Verirlerse sözümüzü keseriz, kınamızı yakar, düğünümüzü yaparız.
— Yani, isterim de bebeğim, biz evliyiz ya… O kadar uzatmaya gerek var mı?
— Bir süre nişanlı mı kalsak aslında birbirimizi tanımış oluruz.
— Ne zaman isteyelim seni?
Yaptığı U dönüşüyle bu defa kendimi tutamamış, kahkahalarla gülmüştüm. Dudaklarımın üzerinde dudaklarının baskısını hissedince gülüşüm sakinleşmişti.
— Gülüşüne kurban olurum senin. Ne istersen, nasıl istersen… Ama uzatmayalım, ne olur. Bir an önce benim ol gayrı. Allah katındaki nikâhımızı yeryüzüne indirelim. Soyadımı al, her şeyinle benim ol.
— Seninim zaten… Her zerremle, yalnız senin.
İkimiz yatakta yan yatmıştık; yüzlerimiz arasında bir iki santim ya vardı ya yoktu. Öyle özlemiştim ki…
— Ertuğrul.
— Güneşim.
— Sen benim uyuduğum süreden emin misin?
Bu defa kahkaha atan o olmuştu. Dudaklarını alnıma bastırıp geri çekildi.
— Ben çıkış işlemlerini yaptırıyorum, sonra evimize gidelim. Malum, yakında düğünümüz var.
Dedikleriyle yüzümde tatlı bir tebessüm oluştu. Yattığı yerden doğrulup kapıya doğru yürüdü. Evde daha iyi olurduk, ikimiz de farkındaydık. Burada rahat dinlenemiyordu zaten. Ben de oldum olası hastaneleri sevmezdim. Kapıdan uzaklaşmamış olacak ki sesini işittim:
— Arif.
— Efendim abi?
— Çıkış işlemlerini yapın, eve gidiyoruz.
— Emredersin abi.
— Ne demek eve gidiyoruz?
Tufan’ın sesi oldukça sinirli çıkıyordu. Bu adam hâlâ burada mıydı? Onları istemediğimi daha nasıl anlatabilirim? Hayır, Ertuğrul’u tutmayacağım. O olacak.
— Sana fikrini sormadık, Giray.
— Bana bak Arslanlı, daha iyileşmedi. Onu eve götüremezsin.
— Öyle mi? Bence götürebilirim.
— Sabrımı zorlama.
— Zorlarsam?
— Buna izin vermem.
— Senden izin isteyen kim?
— Sen kim oluyorsun da buna karar veriyorsun?
— Kocası olduğuma eminim. Peki ya sen? Sen kimsin, nesisin?..
Birkaç saniye sustu. Şu an sesi sakin çıksa da her an kıyamet kopabilirdi.
— Ben de öyle düşünüyordum. Şansını fazla zorluyorsun, Giray. Sevdiğime söz verdim, size dokunmayacağım. Ama sabrımın sınırı var, bil.
— Benimkinin de, Arslanlı. Sakın beni hafife alma...
Ortam gittikçe geriliyordu.
— Ertuğrul!
Buraya gelmesi gerekiyordu. Onlarla muhatap olmasını istemiyordum.
— Sevgilim, hazırlanmama yardım eder misin?
— Geliyorum, güneşim.
Sözlerim Tufan’ı sinir etmiş olmalıydı; zira Ertuğrul’un sesi oldukça eğlendiğini gösteriyordu. Kısa bir süre sonra kapı kapandı ve tüm ihtişamıyla bana doğru geldi. Bir şey demedim, o da benim gibi susmayı tercih etti. Yanıma geldiğinde yüzümü avuçlarının arasına alıp dudaklarını alnıma bastırdı.
— O itin kafasına sıkmamam için bir şey söyle.
— Çünkü şu an benimle ilgilenmen gerek. İlgi istiyorum.
Gülümseyerek başını hafifçe iki yana salladı.
— Baya makul bir sebep.
— Giydir beni.
— Hastaneden çıkmak istediğini sanıyordum.
Arsız gözleri bedenimde gezindi.
— İstiyorum zaten. Hatta şu an en çok evimizde, odamızda olmak istiyorum.
— Eve gittiğimizde bir süre senden uzak kalacağımı biliyorsun değil mi?
Kaşlarım çatıldı.
— O ne demek?
— Doktor, bir süre bedenini zorlamamamız gerektiğini, rahminin toparlanmaya ihtiyacı olduğunu söyledi.
Dediğiyle yüzüm düştü.
— Ne zamana kadar?
— Emin değilim ama balayına kadar sabredebiliriz sanırım.
— Edebiliriz... sanırım... belki...yani emin değilim.
Bu halimi oldukça sevmişti. Bedenimi sarmadan edemedi. Geri çekildiğinde gülen gözlerle bana bakıyordu. Sonrasında dolaba yönelip benim için bir eşofman takımı çıkardı, ardından dikkatli bir şekilde giyinmeme yardımcı oldu. En son önümde diz çöküp çoraplarımı ve ayakkabılarımı giydirdi. Dayanamadım, o doğrulmadan siyah saçlarının arasına dudaklarımı bastırdım. Geri çekildiğimde gülümseyerek yüzüme baktı.
— Eveeet, şimdi hazırız.
Ayaklanıp tek hamlede bedenimi kucakladı. Hemencecik kollarımı boynuna doladım. Adımları koridora çıktığında Giray ailesinin hâlâ burada olmasına şaşırmıştım. Onları en son gönderdikten sonra gittiklerini sanmıştım. Bize doğru adımlasalar da ben onları görmezden geldim. Başımı sevdiğim adamın omzuna yasladım, kollarımı biraz daha sıkılaştırdım.
— Kızım...
Diye konuşacaktı ki Melek Hanım... Ben gözlerimi kapadım. Onları görmek istemiyorumun neresini anlamamışlardı?
— Çıkmasaydı, daha iyileşmedi.
Hadi ya, gerçekten mi? Ne de düşünürler beni? Zihnimde yankılanan alayvari sese rağmen gözlerimi kapadım, bir şey demedim.
— Kızım...
Şahin Bey’in sesi öyle tok ve içten gelmişti ki Ertuğrul’un ilerleyen adımları durakladı. Bilmiyorum, belki de bir şey söyleyeceğimi düşündüğü için durmuştu. Lakin ben aynı fikirde değildim. Yürümeye devam etmesi için kollarımı hafif sıktım. Anladı, gereken mesajı aldı ve adımları ilerlemeye devam etti.
Bir süre sonra yüzüme soğuk rüzgarlar çarptı. Dışarı çıktığımızı anladığımda göz kapaklarımı açtım.
— Güneşim...
Bakışlarımız kesiştiğinde üzgündü ve belki biraz da endişeliydi.
— İyisin, değil mi?
— Sen yanımdasın, nasıl iyi olmam?
— Eğer istersen onları...
— Hayır. Sen bir şey yapma. Zaten ben onları görmüyorum, sen de görme.
— Sen nasıl istersen. Ama canını bir kez daha yakarlarsa, durmam. Bil.
— Bir daha olmayacak, Ertuğrul. Ben insanları hayatımdan çıkarmaya karar verdiysem, bu kararımı ikinci defa düşünmem.
Sesim o kadar sert çıkmıştı ki o an onun gözlerinde bambaşka bir şey görmüştüm. Şayet günün birinde ondan vazgeçersem biterdi. Şayet birinden gidersem, benim için görünmez olurdu. Geri dönüşsüz biterdik.
Arif arabanın kapısını açtığında beklemeden binmiştik. Kısa zamanda evimize gitmek için yola çıktık. İçimde çok güzel duygular vardı. Yaşadığımız felakete rağmen içimde güzel şeyler olacağına dair bir umut vardı. Onun kollarında, onun kokusu üzerime sinerken göz kapaklarım kapanmaya başladı.
— Ertuğrul...
— Güneşim...
Dudaklarını saçlarıma bastırdı.
— Birazcık uyuyabilir miyim?
— Elbette, güneşim. Ben yanındayım.
— Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?
— Benim sevdiğimden daha fazla değil.
— Hayır, daha fazla.
Kollarımı sıktım, esnedikten sonra gözlerimi kapadım. Dünyanın en rahat yatağı bile bu kadar rahat değildi.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bedenimin havalanmasıyla gözlerimi zar zor araladım.
— Geldik mi?
— Geldik, bebeğim. Sen dinlen.
Başımı yavaşça sallayıp tekrar omzuna koydum.
— Evladım, siz neden erkenden geldiniz?
Babaannemin şaşkın sesini işittim.
— Mihre kalmak istemedi, babaanne. Ben de evde daha çabuk iyileşir dedim.
— Hastaneleri oldum olası sevmez zaten.
Bu ses Çiçek’e aitti.
Beni en iyi tanıyanlar onlardı. Nedenini bilmediğim şekilde kendimi bildim bileli hastaneleri sevmezdim.
— Sen onu odaya götür, iyice dinlensin. Akşam yemeği hazır olunca haber veririz.
Son duyduğum ses Ayla’ya aitti. Ardından adımları tekrar hareketlendi. Kısa bir süre sonra sırtım yumuşak yatakla buluştu. Hafif hareketlenip huzurlu uykuma devam ettim. Aradan dakikalar geçti. Ardından sıcak bedenini sırtımda hissettim. Kollarını belime doladı. Uykudayken bile bu durum gülümsememe neden oldu.
Tekrar karanlık bir uykuya teslim oldum.
Yataktaki hareketlenmeyle uykum açıldı. Gözlerimi açtığımda Şirin yatağa tırmanmaya çalışıyordu.
— Meleğim...
Yüzüme bakıp tebessüm etti. Bu kadar çabuk gelmeme şaşırmıştı ama mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Ertuğrul’un kollarından kurtulup onu yatağa çıkardım. İkimizin arasındaki yerini aldı. İşte şimdi çekirdek ailemiz tamamlanmıştı.
Kollarımı ona dolayıp saçlarına dudaklarımı bastırdım. Ardından boynundan öptüğümde huylanmış olacak ki kendini geri çekmeye çalıştı. Gülümseyerek geri çekildim.
— Seni çok özledim.
Küçük parmakları yanağıma dokundu.
— Güzel meleğim...
Biraz hızlı hareket edip kendini göğsüme attı. Kollarımı bedenine sardım.
— Şşş meleğim... Amcan biraz yorgun. Biraz yavaş olalım, uyusun, olur mu?
Bakışlarını kısacık bir an huzurla uyuyan koca adama çevirdi, ardından bana bakıp tamam anlamında başını salladı.
— Aferin meleğime. Gel bakalım.
Geriye yaslanıp onu göğsüme çektim. Ellerim saçlarında gezindi, uzun uzun sevdim.
— Ben yokken canın sıkıldı mı?
Başını hayır anlamında salladı.
— Peki seni üzecek bir şey oldu mu?
Yine olumsuz şekilde salladı.
— Okulda her şey yolunda mı?
Bu defa birkaç saniyelik bir duraksama oldu. Ardından başını evet anlamında salladı.
— Meleğim...
Başını göğsümden kaldırıp yüzüme baktı.
— Ne oldu?
Bakışlarını kaçırdı.
— Şirin’im, güzel meleğim... Bana anlatabilirsin, her ne olduysa.
Başını hayır anlamında salladı. Bir şey olmuştu.
— Güzelim, bir şey olmuş. Ben anlarım. Anlat ki çözeyim.
Birkaç saniye duraksadı, ardından elimden tutup çekiştirdi. Anlaşılan beni istediğim cevaba götürecekti. Yavaşça ayaklandım, ardından onun odasına doğru yürüdük. İçeri girdiğimizde ardımızdan kapıyı kapattı. Sonrasında dolaba doğru gidip katlanmış elbiselerin altından ikiye katlanmış bir kart çıkardı. Elime alıp baktım.
“Anneler ve Çocuklar”
Kartın üzerinde simli, alacalı renklerle yazılmış kelimelere baktım. Bir hafta sonra yapılacak olan bir dans yarışmasıydı ve bu yarışma anne ve çocuklar arasında olacaktı. Her anne ve çocuğu bir ülke seçip dans edecekti.
— Meleğim, bu mu?
Başını evet şeklinde salladı.
— İyi de bunu neden sakladın?
Elini kaldırıp karnıma koydu, ardından yanağıma... Boğazımda koca bir yumru oluştu. Ben hasta olduğum ve bebek gittiği için vermemişti.
— Meleğim, ben iyiyim. Evet, kardeşin gitti ama sen benimlesin. Ve ben, her ne olursa olsun, kızımın gösterisine giderim.
Kollarını boynuma dolayıp sarılınca, onu bekletmeden ben de sarıldım. Geri çekilip ellerini avuçlarımda sıktım.
— Şimdi senden bir söz istiyorum.
Gözlerimin içine baktı.
— Ne olursa olsun, bir daha kendini bu şekilde üzmeyeceksin. Bunun gibi etkinlikler olduğunda bize haber vereceksin. Ve ne olursa olsun benden ve amcandan bir şey saklamayacaksın. Söz mü?
Başını evet anlamında sallayınca ben de gülümsedim.
— Aferin benim meleğime.
Onu tekrar sardım, mis gibi kokusunu doyasıya içime çektim.
— Kıskanmalı mıyım?
Kapıdan gelen sesle ikimiz de oraya döndük. Ertuğrul uyanmıştı. Şimdi ise kapıya dayanmış, ikimize gülümsüyordu.
— Uyandın mı?
— Sen olmayınca uykunun tadı yoktu, ben de kalktım.
Dediğine kıkırdadım.
— O ne?
Elimdeki kartı ona uzattım.
— Bu, kazanacağımız bir yarışma.
Kaşları havaya kalktı, ardından kartı eline alıp okumaya başladı. Gözleri beni bulduğunda kulağıma doğru fısıldadı:
— Kendini iyi hissetmiyorsan...
— Gayet iyiyim.
Dediğimle o da tebessüm etti.
— Zaten bir hafta sonra. O zamana kadar baya toparlarım.
Saçlarıma dudaklarını bastırdı.
— Güzel hanımlar, yemeğe inelim mi?
— Kurt gibi açım, meleğim. Sen?
O da gülümsedi, ardından iki elini karnına koyup ovuşturdu. Bu haline ikimiz de gülmüştük.
— O zaman emrinizdeyim.
Şirin’i kucaklayıp ayaklandı, beni de kolunun altına aldı. Üçümüz yan yana aşağı inmeye başladık. Mutfakta herkes buradaydı. Koca mutfakta üç masa birleştirilmişti. Tanıdığım korumalar dahil herkes oradaydı. Bu o kadar güzel hissettirmişti ki... Biz içeri girince hepsi ayaklandı. Hepsinin yüzünde güzel bir gülümseme hâkimdi. Biz yerimize geçerken sayısız “geçmiş olsun” ve “hoş geldin” cümleleriyle karşılaştım, en güzel dileklerini işittim.
Ertuğrul’la ikimizi masanın başına oturtmuşlardı. Bir yanımızda babaannem, diğer yanımızda müdür babam vardı. Ailem diyebileceğim herkes buradaydı. Masada envai çeşit yemek vardı; canımın çekebileceği her şey bu masadaydı. Anlaşılan babaannem kızları esir almıştı.
Yemeklerimiz neşe ve muhabbetle geçti. Sıra tatlılardaydı. Ayşe Teyze ve kızlar birlikte servis etmişti. Kimse gocunmamış, dışlanmamış, statüye göre davranılmamıştı. Bu masanın etrafında hepimiz birdik.
— Fehmi Bey.
Ertuğrul’un müdür babama seslenmesiyle hepimiz sustuk. Konuşması, ben dâhil herkesin dikkatini çekmişti.
— Buyur, evladım.
— Şayet sizin için de uygunsa, müsait bir zamanda sizden güneşimi isteyelim.
Kurduğu cümleyle gözlerim sonuna kadar açıldı. Bu kadar hızlı olmayı ben de beklemiyordum.
— Anlamadım?
Ertuğrul boğazını temizledi.
— Biliyorsunuz, bizim dini nikahımız kıyıldı. Lakin resmi nikahımız ve diğer törenler daha yapılmadı. Biz istiyoruz ki her şey usulünce olsun. Sizin için de uygunsa kız isteme merasimini burada yapalım. Malum, epey kalabalığız.
Gözleri masadaki insanlarda gezindi.
— Kimsenin gönlü kalsın istemem. Günü siz belirleyin, Allah’ın emriyle karımı istemeye gelelim.
Cümlesi son bulurken gülümseyerek elimi sıkmıştı. Müdür babam bu hâlimizi komik bulmuş olacak ki o da gülüyordu.
— Madem öyle istiyorsunuz, iki gün sonra sizin için de uygunsa buyurun.
Babamın söyledikleriyle gülüşüm tüm yüzüme yayıldı.
— Desenize yakında düğünümüz var!
Babaannem coşkuyla konuştu.
— Hem de çok yakında!
Ertuğrul’un sesinden anladığım kadarıyla bu işi fazla uzatmaya niyeti yoktu. Benim için sorun değildi, canıma minnetti...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |