
Gözlerimi işgal eden güneş ışınlarıyla uykum açılmıştı. Belime dolanan kollarla tebessüm ettim. Yönümü yavaşça ona çevirdim; gözleri kapalı, düzenli nefesler alıyordu. Demek ki hâlâ uyuyordu. Ben de bu fırsatı değerlendirdim; dudaklarımı onun dudaklarına yasladım. Önce küçük bir buse bıraktım, ardından alt dudağını dudaklarımın arasına alıp emdim. İşte bu gerçekten iyi hissettirmişti.
— Uslu dur.
Çıkan boğuk sesiyle bir kıkırtı döküldü benden ama onun istediği gibi durmak yerine bu defa dişlerimi hafifçe geçirdim. Bu, onun da tetiklenmesine neden oldu. Bedenimi hızla altına alıp dudaklarımızı tutku ile birleştirdi ve tam en güzel yerinde ayrıldı.
— Güzelim, uslu dur.
Ellerimi ensesinde birleştirdim.
— Yoksa?
— Yoksa fena olacak.
— Senin “fena” dediğin şey için kaç gündür kıvranıyorum, Ertuğrul.
Dudaklarımı büzdüm. Hızlıca dudaklarımdan öpüp geri çekildi.
— Ben de be güneşim, ben de hasretim ama sağlığın her şeyden önemli.
Dedikleri makul olduğu için susmak durumunda kaldım.
— Hazır mısın?
Söylediğiyle yüzüm mutlulukla aydınlandı ve hızla onu üstümden attım. O daha ne olduğunu anlayamadan yataktan çıkıp banyoya ilerledim.
— Ay, benim bugün istemem var; hâlâ yataktayım!
İçeri girip kapıyı kapattığımda arkamdan duyulan kahkahası kulaklarıma ulaştı. Aynanın karşısına geçtiğimde gülümseyen yüzüm bana göz kırptı. Bugün isteme törenim vardı. Güvenlik nedeniyle Ertuğrul törenin burada olmasını uygun görmüştü. Haklıydı; zaten burada kalıyordum, kalmasam dahi benim küçük evime sığmazdık.
Fazla oyalandığımı fark edince hızlıca yüzümü yıkayıp dışarı çıktım. Ertuğrul hâlâ bıraktığım gibi yatıyordu. Yanından geçerken gülümseyerek bana baktı.
— Sen neden hâlâ yatıyorsun?
Yüzü şaşkınlıkla allak bullak oldu.
— Ne yapayım?
— Ne bileyim ben, git yapacak bir şey bul!
— Güneşim…
— Ertuğrul kalk! Bak vallahi babama derim, beni sana vermez!
— Ben Şirin uyanmış mı diye bakayım!
Hızla yataktan kalkıp dışarı koşunca bu defa peşinden kahkaha atan ben oldum. İşte böyle adamı yola getirirler.
Telefonumu elime alıp kızları grup aramasından aramaya başladım. İlk açan Gamze oldu.
— Günaydın.
— Günaydın canım.
Birkaç saniye sonra Nazlı da aramaya cevap verdi; o dışarıdaydı.
— Geliyorum.
Verdiği cevapla gülümsedim. Gamze hâlâ evdeydi çünkü.
— Nerede bu Çiçek?
— Hâlâ yatıyor.
— Ne?!
Yüksek sesimle Gamze irkildi.
— Ben uyandırıyorum!
Oturduğu yerden hızla ayaklanıp çiçeğin odasına koştu. Onları da örgütledikten sonra aşağıya indim. Karnımı doyursam iyi olacaktı; akşama kadar bir şey yiyemeyebilirdim. Mutfağa geçtiğimde Ayla ve babaannem kahvaltı sofrasına geçmişlerdi.
— Günaydııın.
— Günaydın canım.
— Günaydın kızım, gel otur.
— Ertuğrul ve Şirin daha inmedi mi?
— Geldik!
Arkamdan gelen sesle onlara döndüm ve gülmemek için kendimi zor tuttum. Anlaşılan Ertuğrul, Şirin’i giydirmişti… en azından denemişti. Üstündeki hırka ters giydirilmişti, içine giydirdiği gömlek–elbisenin düğmeleri yanlış iliklenmişti ve saçları… Tanrım! Saçlarını iki yandan bağlamıştı ama biri aşağıdayken diğeri yukarıdaydı. Ve Şirin’in suratı beş karıştı.
— Ertuğrul…
— Güneşim?
— Şirin’i sen mi giydirdin?
— Evet, nasıl olmuş?
— İyi… yani fena değil…
Şirin, ha ağladı ha ağlayacaktı. Beklentiyle bana baktı.
— Birkaç küçük aksaklık var tabii. Siz oturun, biz onları düzeltelim.
Onu kucağıma alınca hemencecik kollarını boynuma sardı.
— Meleğim, amcan bu konularda yeni. Alışacak yavaş yavaş.
Başını omzuma koyunca ben de salona geçtim. Koltuğa oturup karşıma aldım. Önce düğmeleri düzelttim, ardından ters giydirdiği hırkayı çıkarıp tekrar düzelttim.
— Saçlar?
Başını aşağı yukarı salladı.
— Böyle iyi mi?
Ellerini iki at kuyruğuna atınca modeli beğendiğini ama bağlama şeklinden şikâyet ettiğini anladım. Çilekli tokaları açıp saçlarını muntazam şekilde tekrar bağladım. Kendime çevirip yüzüne baktım; gayet iyi duruyordu.
— Bu şekilde çok daha iyi.
Burnuna küçük bir fiske vurduğumda tatlı bir şekilde gülüp başını salladı.
— Hadi bakalım, doğru kahvaltıya. Akşama çok işimiz var.
Poposuna küçük bir şaplak atıp mutfağa yönlendirdim. İçeri girdiğimizde diğerleri başlamıştı. Ertuğrul kısa bir an Şirin’e baktı, ardından bana.
— Ne?
— Ben de böyle yapmıştım…
— Kızı maskara etmiştin Ertuğrul. Sus, kahvaltını yap.
Babaannemin sesiyle yerine pıstı. Bu hâli gerçekten tatlıydı. Mafya babası da olsan babaannenden çekiniyordun işte.
— Kızım, var mı bir eksiğin?
— Yok babaanne, her şey tam. Kızlar gelince hazırlanmaya başlayacağım. Ayla, senin elbisen geldi mi?
— Geldi, geldi. Sakin olsan, daha akşama çok var.
— Sen bunu kalbime söylesene, duracak neredeyse.
— O kalbine söyle, uslu dursun.
Kulağıma değen fısıltısıyla gülümseyerek ona baktım.
— Kalbim benden çok seni dinliyor, sen söylesene.
Dediklerim, onun çapkınca gülmesine neden oldu.
— Bakma kıza şaşkın şaşkın! Hadi ayak altından çekil!
İkimiz de sersem bir şekilde babaanneme baktık. Ciddi ciddi Ertuğrul’a bakıyordu. Ertuğrul’un suratının aldığı ifadeyle ben de sesli bir şekilde gülmüştüm.
— Hadi hayatım, bugün Şirin’i okula sen bırak.
Nedenini anlamadığım bir şekilde bana bakıp tebessüm etti. Ardından Şirin’in kahvaltısını bitirdiğinden emin olduktan sonra kucaklayıp dış kapıya yöneldi.
— Sen de kocanın arkasından öyle bakmayı kes! Hadi, hazırlanmak için yukarı çık. Buradaki işleri biz hallederiz.
Babaannemin bu defa bana çıkışmasıyla başımı “tamam” anlamında sallayıp odaya yöneldim.
Odaya girdiğimde bakışlarım ilk olarak askıda asılı olan elbiseye kaydı. Gerçekten hoştu; geceye de uygun olacağını düşünüyordum. Hazırlanmaya başlamadan önce duş alsam iyi olacaktı. Saçlarımı tutan tokayı hızla çıkarıp banyoya yöneldim.
Şaka gibiydi ama… çok yakında düğünüm vardı. Sevdiğim adamın soyadını alacaktım. Bu düşünce içimde tarifi imkânsız duyguların kabarmasına neden oluyordu. Musluğu açıp küvetin dolmasına izin verdim. Bu sırada üzerimdeki pijamaları çıkarıp bir kenara bıraktım. Birkaç dakika içinde su dolmuştu. İçine rengârenk köpükler ve mis gibi kokular ekleyip köpüklerin arasına yerleştim.
Sanırım her şeyden önce bedenimin gevşemesine izin vermeliydim. Zira ne kadar unutmaya çalışsam da, görmezden gelsem de yaşadıklarım hâlâ aklımdaydı. Çok kısa bir süre önce bebeğimi kaybetmiştim. Lakin duygularımı, hüznümü gün yüzüne çıkarmaya hakkım yokmuş gibi hissediyordum. Yüzüm bir an düşse, düşüncelere dalsam evdeki herkes benimle birlikte hüzünleniyordu. Özellikle Ertuğrul… Onun ne hissettiği hakkında en ufak fikrim yoktu. Üzüldüğünün farkındaydım; onun da canı yanıyordu. Tek tesellisi hâlâ yanında oluşumdu. Beni kaybetmediği için şükreder hale gelmişti. Acısını bile benimle birlikte yaşayamıyordu.
Tıpkı benim gibi… Ben de hâlâ nefes aldığım için, sevdiklerimin yanında olduğum için, sevdiğim adamı böyle bir acıya mahkûm etmediğim için şükrediyordum. Ama işte, bir yandan da bebeğimi kaybettiğim için canım çok yanıyordu. Hele ki böyle bir şekilde… Belki de ben ailemi bulmaya, onlarla tanışmaya kalkmasaydım o hâlâ bizimle olacaktı. Giray ailesinin üzerine çok gitmememin, Ertuğrul’dan önce karşılık vermememin bir nedeni de buydu. Tek suçlu onlar değildi. Hamileliğim bu kadar riskliyken böyle bir adım atan bendim. Ertuğrul beni suçlamasa da suçluydum… ve bunu ömrüm boyunca kalbimde taşıyacaktım.
Sıcak suyun içinde gevşerken duş jelinin kokusu banyonun içini dolduruyor, temiz bedenime nüfuz ediyordu. Başımı geriye yaslayıp derin bir nefes aldım.
"Her şey çok güzel olacak…
Her şey çok güzel olacak…
Korkmayacağım.
Bundan sonra üzülmeyeceğim.
Sevdiklerime, aileme sahip çıkacağım.
Onların bana sahip çıktığı gibi…"
Sessiz mırıldanmam banyonun duvarlarına çarptı ve geri döndü. Artık hayatım bu manifestolarla doluydu. Normal şartlarda böyle şeylere inanmazdım ama hayatım öyle bir hal almıştı ki en ufak şeylerden medet umar olmuştum. Nitekim şu an çekmecede duran küçük nazar boncuğu bile bunun içindi.
Suyun içinde daha fazla oyalanmadım. Bedenimi keseleyip normal rutinimin dışında ufak bir temizlik daha yaptıktan sonra tekrar köpükledim. Saçlarıma maske yapıp ardından kremledim, sonra bir kez daha yıkadım. Saç derime masajlar yapıp duruladım. Tüm bunlar yaklaşık iki saatimi aldı. Nihayet işimi bitirip havluyu bedenime sardıktan sonra küçük adımlarla banyodan çıktım.
"Her şeyin yolunda gitmesini istiyorum, Poyraz. Mümkünse adamları iki katına, hatta belki üç katına çıkar."
Pencerenin önünde sırtı bana dönük, telefonla konuşan Ertuğrul'u gördüğümde şaşırdım. Gitmemiş miydi? Babaanneme görünmese iyi ederdi.
— Sevgilim…
Sakin, sesimle yavaşça bana döndü. Siyah elmasları her geçen saniye daha da karardı. Birkaç gündür birbirimize dokunmuyorduk ve bu özlem, ikimizin de her hareketimizden, her dokunuşumuzdan, hatta bazen sesimizden etkilenmemize neden oluyordu. Bakışları, kısacık havluya sarılmış olan bedenimde gezindi. Islak saçlarımdan dökülen su damlaları boynumdan göğsüme doğru yol alıyor, tenime en az onun dokunuşları kadar hafif temas ediyordu. Bu aç bakışları benim içimde de bir yangının yanmasına neden oldu.
Zira günlerdir onun peşinden koşan bendim; benden kaçmak için her yolu deneyen, yaktığım ateşi söndürmeye çalışan ise oydu. Beni benden daha fazla düşünüyordu. Zira şu dönemde böyle bir birliktelik bedenime zarar verecekti. Benim de bunu düşünmem gerekmez miydi?
Peki öyleyse, ben neden ihtirastan, arzudan, istekten çıldırıyordum? Onu istiyordum; kocamı, sevdiğim adamı, helâlim olan adamı istiyordum. Onun bana dokunmasını istiyordum. Bana cevap vermediğini anlamış olacak ki, boğazını temizledikten sonra aç bakışlarını üzerimden çekti.
— Güneşim…
Bir insanın sesi bile kanımızı kaynatabilir miydi? Zira damarlarımda akan kan şu an kaynıyordu.
— Sen gitmemiş miydin?
— Gittim. Şirin’i kapıya kadar götürdüm, ardından geri döndüm.
— Babaanneme gözükmesen iyi edersin?
Dediğimde dudakları kıvrıldı.
— Bir şey yok, değil mi?
Sakin adımlarla bana doğru ilerledi. O her adım attığında gözlerim dudaklarında, bedeninde geziniyordu. Adımları tam karşımda durduğunda eli uzanıp, yüzüme gelen ıslak saç tutamını kulağımın arkasına doğru iteledi.
— Merak etme, her şey yolunda…
— Ertuğrul…
— Güneşim…
— Durman gerek.
— Bir şey yapmıyorum, duruyorum zaten.
— Ertuğrul, sanırım susman da gerek.
Eğilip kurumuş dudaklarını boynuma bastırdığında, ağzımdan kaçan titrek nefese engel olamadım. Kollarım anında boynuna dolandı, başını kendime doğru bastırıp ihtirasla daha fazlasını talep ettim.
— Güneşim, misler gibi kokuyorsun…
— Senin için, her şeyim: kokum, tenim, kalbim, canım, her şeyim senin için, Ertuğrul.
Söylediğim her kelime adeta onu aşka davet ediyordu. Boynumu dişlerinin arasına kıstırıp istekli bir ısırık bıraktı; bu, yaptıkları istekle inlememe neden oldu. Bu, onda da pamuk ipliğine bağlı olan iradesinin kopmasına neden oldu. Bedenimi kucakladığında elleri çıplak kalçama denk geldi. Anında bacaklarımı beline sardım. Seri adımlarıyla yatağa ilerlediğinde dudaklarımızı birleştirdim. Önce sırtım yumuşak yatak ile buluşmuştu, ardından üzerimde gevşekçe sarılı olan havlu bedenimden ayrıldı. Göz bebekleri genişlemiş, zaten siyah olan gözleri daha da kararmıştı. İstekli bakışları karşısında derince yutkundum, lakin bedenim karşısında kıvranmadan edemedim. Gözlerini hüsranla çevirdi, lakin ben onun kadar iradeli değildim. Uzanıp elinden kavradım, ardından koca bedenini üzerime doğru çekmeye çalıştım.
— Güneşim…
Adeta durmam için bana yalvarıyordu. Sesi öyle çaresizdi ki…
— sevişmemiz gerekiyor?
— Hiç sanmıyorum.
— Biraz…
— Başlarsak duramayız.
— Dururuz, söz veriyorum, sadece birazcık.
— Güneşim, etme…
— Ertuğrul, dokunmazsan öleceğim sanki. Ne olur, içime girmene gerek yok.
En azından dudaklarınla…
Başımı yatakta hafif yana eğip olabildiğince masum bir şekilde bakmaya çalıştım.
— Bakma, şöyle… yeterince masumsun zaten.
— İşe yarıyor mu?
Hızla dudaklarıma yapıştı. İstekli öpüşüne ben de aynı istekle karşılık verdim. Dili dileme dolandı; üst dudağımı ağzına alıp emmeye başladığında, altında kıvrandım. Dudaklarımdan kaçan inlemeye engel olmadım. Bana ne kadar zevk verdiğini bilmeye hakkı vardı. Geri çekildiğinde ikimiz de nefes nefese kalmıştık.
— Sence…
Hızlı ve derin soluklarının arasından deminki soruma cevap verdi. Bu defa yönünü boynuma çevirdi; aynı arzu ile boynuma sayısız öpücükler ve küçük ısırıklar bırakıyor, dili ile yalayıp beni tatmin etmeye çalışıyordu.
—Ahhh
İnleyişlerim ,bedenimin yatakta kıvranması onunda uyarılmasına neden oluyordu. Dili göğüs aramdan iki göğsümün hizzasına kadar bir hat çizdi ardından sağ eli sağ göğsümü kavrarken dudakları sol göğsümü emmeye başladı. Ellerim saçlarını parmakları arasında kavradı kalçamı havalandırıp kasıklarına baskı yapmaya ona sürtünmeye çalıştım. Bu hareketime o da aynı şekilde karşılık verdi. Giyinik olmasına rağmen kendini kasıklarıma bastırdı şuanda bile ereksiyonunu hissediyordum ve hissettiğim sertlik içimdeki ateşin harlanmasına neden oluyordu. Göğüs ucumu dişlerinin arasına alıp hafif bir ısırık bıraktı ardından dili ile yaladı ama bu da yetmedi bu defa emmeye başladı.
"Ertuğrul..... sevgilim"
"Güneşim..."
Hırıltılı sesini kısacık bir an işittim ardından sağ göğsümü ağzına alışını, saçlarını çekiştirmeye bedenini kendime bastırmaya devam ettim.
"Ahhh..... sevgilim.... devam et."
Göğüslerimle işi bitmiş olacak ki dudakları yavaşça aşağılara kaydı en azından biraz da olsa birbirimize doyabilirdik. Dudakları vajinama kapandığında belim yay gibi gerildi ellerim yatak çarşafını sıktı.
"Ahhh....."
Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Ertuğrul çok iyisin....ıhmmm aşkım....ahhh."
Önce sıcak nefesi ve dudakları ardından dili.... Allahım kafayı yedirecekti bana. Dili yavaş yavaş aşağıdan yukarıya yalamaya başladığında inlemelerim kulaklarına çalınıyordu bir süre sonra bu yavaşlık hızlandı ellerimi başının arkasından sarıp kendime bastırdım. Bacaklarımı kasmaya çalıştım bir kaç dakikanın ardından beklenen oldu bacaklarım titredi karnımda kasılma oldu ve vajinamdan dışarıya zevk sıvılarım aktı. Nefes nefese kalmıştım dudaklarımda yorgun ama tatlı bir tebessüm oluştu akan sıvılarımı dili ile temizledi ölürdüm ben bu adama... olduğu yerden yavaşça ayaklandı o da tebessümle bana baktı.
—Rahatladın mı?
— Immm sayılır...
Anlamayan bakışları yüzümde gezindi.
— Kocamı da rahatlatınca tam olarak rahatlayacağım.
Haklıydım, ereksiyonu neredeyse pantolonunu patlatacak kıvamdaydı. Tanrım keşke içime alsaydım. Eminim canını yakıyordu.
— Ben hallederim Güneşim sen beni düşünme mutlu ol yeter
— Seni mutlu ettiğimde olacağım zaten.
Elimi kemerine atıp kendime yanaştırdım.
—Güneşim...
Aşağıdan yüzüne baktım kirpiklerimin arasından istekle yüzünü taradım.
— İstemiyor musun?
—İstemediğim zorlanman.
Dudaklarım kıvrıldı.
— Kocamı istiyorum. Her şeyini...
Kıyafetlerinden daha sert çekiştirdim. Bedenini sırt üstü yatağa yatırdım ardından kalkmasına fırsat vermeden kucağına yerleştim.
—Güneşim!
— Ertuğrul’um!
Sesimi bilerek istekli ve sessiz çıkardım çünkü bu halime kıyamazdı hayırda diyemezdi. Lakin bilmediği ,yada kabullenmediği benimde ona kıyamayışımdı. Kalçamı yavaşça ileri geri hareketlendirdim.
— Şimdi kuralları ben koyacağım anlaşıldı mı!
Kendinden emin ve itiraz kabul etmeyen sesim ile dudakları kıvrıldı.
— Uğruna canım feda.
Bende gülümsedim.
— Kural bir, bana karşı gelmeyeceksin.
Başını tamam şeklinde yavaşça salladı. Bedenimi biraz geri alıp kemerini açtım kapalı düğmeyi ve fermuarı açtıktan sonra yüzüne kısacık bir an baktım elimi pantolonun kenarından geçirip çıkarmak için bana yardım etmesini bekledim. Ama bunu yapmadı. Derin bir nefes alıp elimi erkekliğinin üzerine koydum yavaşça dokundum elimin sıcaklığını hissetti.
— Kural bir!
Tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktım.
— Güneşim yapma.
— Ertuğrul beni zorlama yoksa balayında bile bana dokunmana izin vermem.
Gözleri şaşkınlıkla aralandı çünkü ciddi olduğumu biliyordu, şu an gerçekten benim koyacağım bu kurallara uyumak zorundaydı aksi takdirde onu ne kadar istersem isteyeyim bu anın acısını çıkarmadan durmazdım. O da bu ciddiyetimin farkına vardı ve bana yardımcı olmak için kalçasını yavaşça yukarı kaldırdı. İşimi şansa bırakmamak için pantolonu ve iç çamaşırını aynı anda kavrayıp dizlerine kadar indirdim. Şu an üzerindeki gömlekle duruyordu ben ise tamamen çırıl çıplaktım aynı şekilde kucağına ata binermiş gibi bindim penisi vajinamın tam altına denk gelecek şekilde kucağına yerleştim.
"Ahhhh..."
Bedenimi bir kez daha ileri geri hareket ittirdim demin boşalmış olmamın verdiği ıslaklıkla onun da zevk sıvılarıma bulanmasını sağladım. Olduğum yerde durup yüzüne baktım şu an altımda gittikçe daha çok sertleşen erkekliğini ve nabzını hissediyordum.
— Kural iki, bir daha bu şekilde kendine acı çektirmeye kalkarsan acısını senden çok pis çıkarırım. Anladın mı?
Bana cevap vermedi öylece şaşkın bir şekilde yüzüme bakmaya devam ediyordu. Benden böylesi cüretkar sözler ve hareketler beklemiyordu. Bana cevap vermeyişi ile kalçamı tekrar hareketlendirip ona bastırdım lakin uzun sürmedi hemen akabinde durdum.
—Anlaşıldı mı?
—Aanlaşıldı...
Kekelemesi ile dudaklarım hafif kıvrılsa da şu anki otoriteyi elden bırakmamak adına gülümsememi durdurdum ve bir kez daha kalçamı üzerinde hareket ettirmeye başladım. Her halinden yaptığımdan hem zevk aldığını hem de şu an deli gibi zorlandığını görebiliyordum.
— Ben seni istiyorsam bana istediğimi vereceksin, ve sen beni istiyorsan beni engellemeyeceksin peki bu anlaşıldı mı?
— Güneşim...
Elleri çıplak bacaklarımı kavradı parmaklarının baskısı çok fazla zorlandığının en büyük kanıtıydı.
— Ertuğrul söyle bana beni istiyor musun?
Sesimi olabildiğince ateşli çıkarmaya çalıştım eğilip kulağına doğru fısıldadım ardından kulak memesini dudaklarımın arasına alıp emdiğinde bacaklarımı sıkı sıkıya kavrayan elleri belime dolandı.
— Istiyorum, lanet olsun ki seni şu an deli gibi istiyorum...
Hırıltılı ve boğuk sesi benim de tatmin olmuşçasına gülümsememe neden oldu. Bu defa elimi erkekliğinin etrafına sarıp hafif sıkarak ileri geri hareket ettirmeye çalıştım. Aynı zamanda parmaklarımın yarısını kavrayabildiğim organın üzerinde kalçamı hareket ettirdim. Hırlamaları zevkten kapanan gözleri benim daha çok cürretkar olmamı daha ileri gitmeme neden oluyordu. Onu tatmin ediyor olmak ona zevk veriyor olmak Benim kendimi çok ama çok daha iyi hissetmeme neden oluyordu. Aynı şekilde kalçalarımdan tutup beni kendine daha fazla bastırdı bu hali benim de tekrar tetiklenmeme neden oldu. Yavaşça üzerinden çekildim bacaklarının kenarına oturup ona doğru eğildim önce penisinin ucuna dudaklarımı yavaşça bastırdım, dudaklarımı hissetmek ondan bir hırıltının kopmasına neden oldu. Bu durum dudaklarımın kıvrılmasını sağladı. Ardından ağzımı aralayıp onu ağzıma aldım lakin şu anki hali onu tamamen kavramama engel oluyordu yarısı ağzımın içindeyken geri kalan yarısını elimle kavrayıp sarmaya olabildiğince onu tatmin etmeye çalıştım. Başımı ileri geri hareket ettirerek boğazıma kadar almaya çalıştım. Gittikçe büyüyor ve onun zevkle inlemesine neden oluyordu.
— Güneşim geri çekil!
Dediğini duysam da tam tersine hareket ettim bir kere daha penisi boğazıma gelecek kadar ileri bir şekilde onu ağzıma aldım. Dilim etrafını yaladı dudaklarım olabildiğince onu kavramaya çalıştı birkaç git gelin ardından ağzımın içerisinde sıcak menilerini hissettim rahatladığını anladığında yavaşça geri çekildim. Benim geri çekilmemle o da yerinden hızlı ayaklandı bakışları gözlerimin içine odaklandı elini uzatıp yanağımı avuç içine yerleştirdi. Diğer elinin baş parmağı dudaklarımın kenarından akan ıslaklığı silmeye çalışıyordu. Dudaklarını kısacık bir an dudaklarımın üzerine bastırdı.
"Güneşim."
“Yıkanalım mı?”
Başımı eğip gülümseyerek yüzüne baktım. Sanki demin onunla delicesine sevişen kadın ben değildim. Bu halim onun da gülümsemesine neden oldu. Bedenimi kavrayıp banyoya doğru ilerledi. İkimiz aynı anda duşakabindeydik. Üzerindeki gömleği bir çırpıda üzerinden çıkarıp yanıma geldi. Ilık su tepemizden akarken kollarımı vücuduna sardım; başımı kalbinin üzerine koyup kalp atışlarını dinlemeye devam ettim.
Bu sesi bir ömür dinlerdim; sanki dünyadaki en güzel melodiydi. Dünyadaki hiçbir ses, hiçbir şarkı, böylesine ahenk ve huzur dolu duyulmamıştı. Kolları bedenimi sıkı sıkıya kavradı.
"Güneşim."
Bedenlerimiz hâlâ birbirine sarılıyken göğsündeki başımı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım. Gülümseyen gözlerini gördüğümde benim de dudaklarımda o gülümsemenin yansıması yer edindi.
"Ertuğrul"
“Seninle şu anı sonsuza kadar yaşamak istiyorum. Lakin akşama geç kalırsan bunun suçlusu ben değilim.”
Dediği sözlerle önce gözlerim şaşkınlıkla parladı. O da bu halime gülmekle yetinmişti.
“Çabuk çıkar beni.”
“Hay hay, patron sensin.”
Bedenimi banyodan çıkarıp tekrar odaya taşıdığında bu defa ikimiz de hem çıplak hem de ıslaktık. Bu halimize gülümsemekten kendimizi alamıyorduk. Demin üzerimden çıkardığı havluyu tekrar bedenime sardı, dolaptan aldığı başka bir havluyu ise kendi bedenine sardı. Ben yatak kenarında otururken o, çekmecedeki saç kurutma makinesini almış ve arkama geçmişti. Belli ki giyinmek yerine önce beni hazırlamayı tercih etmişti. Önce saçlarımı yavaş yavaş, tadını çıkarmak istercesine oyalanarak kuruttu, ardından aynı itina ile taradı. Geri çekilmeden saçlarımdan derince kokladı, en son öpüp geri çekildi. Bu ilgiden oldukça memnundum.
Geri çekilip bu defa ben onun saçlarını kurutmaya başladım; zaten kısa olan saçları hemencecik kurudu. Lakin saçlarını sevmekten, okşamaktan geri duramamıştım. Bir yandan da hazırlanmam gerektiği gerçeği yüzüme çarptı. El mahkum elimdeki makineyi kapatıp kenara bıraktım.
Derin bir iç çekişle yüzüne baktım; yüzünde çok tatlı bir gülümseme vardı. Bu iç çekişiminde saçlarını kurutmanın neden bu kadar uzun sürdüğünün de farkındaydı.
“Hadi bakalım, şimdi sen giyiniyorsun ve beni yalnız bırakıyorsun. Çünkü hazırlanmam gerek.”
“Ben buradayken de hazırlanabilirsin.”
“Sen buradayken hazırlanamıyorum. Çünkü dikkatim dağılıyor.”
“Hiçbir şey yapmadığıma eminim.”
“Bakıyorsun.”
“İstersen gözlerimi kapatabilirim.”
“Varlığını unutturamazsın. Yanımda oluşun bile kanımın kaynamasına neden oluyor. Eğer akşama kadar sürekli duş almak zorunda kalmak istemiyorsan...”
Derin bir iç çekip gözlerimi bedeninde gezdirdim. Üstü hâlâ çıplaktı, altına ise banyo havlusu kapatmıştı. Alt dudağıma dişlerimi geçirdim.
“Yani çıksan iyi edersin.”
Söylediğim sözleri yüksek sesli bir kahkaha takip etti.
"Ertuğrul ya."
Yüzümü avuçlar arasına aldığında baş parmakları elmacık kemiklerimi okşadı, saçlarıma dudaklarını bastırıp geri çekildi. "Bakma böyle, gülmüyorum bak, hazırlanıp çıkıyorum. Akşama seni almaya geleceğim, güneşim, bekle beni.”
“Senindim zaten. Şimdi sen bana soyadını veriyorsun.”
“Tüm ömrümü versem, benim oluşunun karşılığını veremem."
" Kalbini, sevgini versen dünyalara bedel zaten."
"Onlar zaten senin; senin olanı sana tekrar veremem ki.”
"Ertuğrul!"
“Güneşim."
" Gerçekten gitmen gerek.”
İkimiz de gülümsedik. İkimiz de birbirimizin gözlerinin içine baktık. Bu defa oyalanmadı; zira oyalanırsa gidemeyeceğinin farkındaydı. Önce dolabının karşısına geçip üzerine takım elbisesini giydi, ardından arkasına bakarak odayı terk etti. Gereğinden çok, ama çok daha fazla oyalanmıştım. Babaannemler birazdan gelecekti ve hâlâ havluyla duruşumu açıklayamazdım. Kenarda hâlâ asılı olan elbiseyi elime alıp yatağın üzerine bıraktım. Ardından elbiseye uygun iç çamaşırlarını üzerime geçirdim. En sonunda elbiseyi bedenime geçirip fermuarı yavaşça yukarı çektim.
Aynanın karşısına geçip yüzümü nemlendirdim, makyaj bazı, fondöten, allık, maskara derken epey bir yol kat etmiştim. En son ruju elime almıştım ki odanın kapısı tıklatıldı. Onay vermem ile kızlar tek seferde odanın içine girdi. Onları görünce aynadan hepsine tebessüm ettim.
Rujumu sürüp, ayaklarımın dibindeki ayakkabıları yavaşça ayağıma geçirdim. Hemen karşılarına geçip kendi etrafımda bir tur döndüm.
“Nasıl görünüyorum?” Heyecandan sesim titremişti, ağzım zaten kulaklarıma varıyordu. Bu halim onların da gülmesine neden oldu.
“Oldukça heyecanlı,” dedi Ayla. Diğerleride kahkaha attı.
“Siz bir de içimi görün; kalbim biraz daha hızlı atarsa kesinlikle patlayacak.”
“Aman diyeyim, o kalbine söyle uslu dursun,” dedi Gamze.
Gözlerimi hepsinin üzerinde gezdirdim. Gerçekten çok hoş görünüyorlardı. Hepsi bugüne özenle hazırlanmıştı. Bu güzel günümüzde, bizim yanımızdaydılar. Onlar gibi dostlara, kardeşlere, aileye sahip olduğum için çok ama çok şanslıydım.
— Ertuğrullar geldi mi?
— Henüz gelmediler, ama müdür baba aşağıda.
Nazlı'nın yaptığı açıklama ile başımı “tamam” anlamında salladım. Bu kadar geç gelmesi göz ardı edilebilirdi. Sonuçta evden epey geç çıkmak zorunda kalmıştı. Aklıma doluşan düşüncelerle alt dudağıma dişimi geçirdim. Lakin bu halimi kızlardan saklamak için hızlıca kendimi toparladım.
— Ertuğrul biraz geç kalmadı mı?
Ayla'nın sorusuyla, endişe ile ona baktım.
— Şey, tıraş falan olacaklardı, uzun sürmüş olabilir.
Bu, nedensiz paniğimi heyecanıma vermişti. Kimse başka bir soru sormadan “Peki” anlamında başını salladı. Ben de aynadan son defa kendime bakıp hazır olduğuma kanaat getirince aşağıya inmeye karar verdim. Topuk seslerim merdivenlerden inerken adeta geldiğimi haykırıyordu.
Aşağıya indiğimde müdür babama doğru gidip elini öptüm.
— Hoş geldin, baba.
Heyecanlı halime o da gülümsemişti.
— Hoş bulduk, güzel kızım. Maşallah, pek de güzel olmuşsun.
— Teşekkür ederim.
Şirin, babaannemin yanında oturmuş, başına onun kolunu yaslayarak tatlı bir şekilde bana bakıyordu. Sağ olsun, Ayla benim hazırlanma süremi artırmak için Şirin’i kendi hazırlamıştı ve şu an görüyordum ki çok iyi iş çıkarmıştı. Şirin’in üzerindeki pembe elbise oldukça tatlıydı ve ona çok yakışmıştı.
Sakin adımlarla yanına ilerleyip koltuğun diğer ucuna oturdum. Hemen dibime yanaşıp kollarını belime serdi. Ben de aynı şekilde, küçük bedeni sararak başına öpücük kondurdum.
— Meleğim, göz kamaştırıyorsun, bu ne güzellik!
Söylediklerimle utanmış, başını göğsüme saklamaya çalışmıştı. Bu hali hepimizin gülümsemesine neden oldu. O kadar masumdu ki, insanın onu sarıp sarmalayası, mümkünatı olsa göğsüne saklayası geliyordu. Kapının sesi ile heyecanla oraya döndüm. Allahım ben neden böyle heycan yaptım daha bir iki saat önce birlikteydik. Hatta sevmiştik birbirimizi şimdi bu kalbimin derdi neydi.
"Sakin ben bakarım."
Umay’ın gülümseyerek söylediği ile bende gülümsedim. Bir kaç saniye sonra kapı açıldı ve en önde Ertuğrul olmak üzere erkekler içeri girdi. Sakallarını fazla kısaltmamış, saçlarını kenarlardan hafif almıştı ve çok yakışıklıydı. Diğerleri de en az onun kadar iyi görünüyordu: Poyraz, Arif, Çınar ve başka korumalar.
Kız isteme törenine değil de düğüne gitsek, başka davetliye gerek kalmaz gibi bir halimiz vardı. Oldukça kalabalıktık. Onlar karşıdaki sandalye ve koltuklarda yerini alınca, bizler de kızlar olarak müdür babamın yanına yerleştik. Şirin, kız tarafı olarak benim kucağımdaki yerini aldı. Hoş geldin beş gittin muhabbetinden sonra Ayla bana kaş göz işareti yapınca kahve yapma zamanının geldiğini anladım.
Ben kalkınca Şirin bu defa Ertuğrul'un kucağına yerleşmişti. Bu hali gülüşme seslerine neden oldu. Mutfağa ilerlediğimde kızlar da peşimden geldi. Elim ayağıma dolanıyordu. En son kahveyi tencerede yapma kararı almıştık; zira oldukça kalabalıktık. Sadece Ertuğrul'un kahvesini cezvede yapacaktık. Suyu koyarken elimdeki fincanı da düşürüp kırınca, kızlar bana “yok artık” dermişçesine bakıyordu.
— Bakmayın öyle, isteyerek yapmıyorum ya.
— Güzel arkadaşım, isteyerek yapıyorsun demiyoruz ama bu ne sakarlık?
— Nazlı, elim ayağım birbirine dolanıyor, ay kahve nasıl yapılıyordu?
Panik sesimle bu defa kahkaha atmadan edememişlerdi. Tabii bu halleri benim de suratımı sarkıtmama neden oldu.
— Ya, güleceğinize yardımcı olur musunuz?
Gözlerimi kısıp hepsinin yüzünde gezdirdim.
— Hatırlatırım, hepiniz henüz bekarsınız, yani kız istemelerinizde elime düşersiniz.
Yaptığım uyarı ile önce birbirlerine bakmış, ardından yüzlerindeki gülümsemeyi hızla silmişlerdi. Zira onların da günü gelecekti ve ben bugünü onlara hatırlatırdım.
Ayla tencerede kahve yapmaya başlayınca, ben de Ertuğrul için yapmaya başladım. Kahveler hazır olduktan sonra, Ertuğrul'un kahvesinin içine iki kaşık tuz attım. Bu, nedense yüzümün gülmesine neden oluyordu. İçeceğinden adım gibi emindim, lakin ne bileyim, bu halimiz bugün... aklımın ucundan bile geçmiyordu. Böyle anlar yaşamak benim için hayalden ibaretti; lakin şu an en büyük gerçeğimdi.
Kızlar diğer kahveleri tepsilerle içeri taşırken, ben Ertuğrul'un kahvesini küçük bir tepsiye yerleştirdim. Yanına da büyük bir bardak su koydum. Yine insaflı tarafım tutmuş ve ona kıyamamıştım; en azından tuzlu kahveyi içtikten sonra ferahlamak için koca bir bardak suyu hak etmişti.
Dudaklarımdaki gülümseme ile küçük adımlarla içeri girdim. Herkes kendi kahvelerini almış, benim içeri gitmemi bekliyordu. Elimdeki kahveyi kibar bir şekilde eğilerek ona servis ettiğimde, kahvesini almadan gözlerimin içine bakmış ve arsızca gülmüştü. Fincanı almadan önce bana göz kırptığında, ben de gülümseyerek ona karşılık verdim.
Derken, karşısında fazla oyalandığımı fark ettiğimde hemencecik yanına oturdum. Herkes pür dikkat onu izliyordu; kahveyi içerken ne tepki vereceği merak konusuydu. Ben de meraklı bir şekilde ona baktım. Gözleri odadakilerde dolaştı, sonrasında tebessüm etti. Gülmemek için kendini çok zor tuttuğu her halinden belliydi. Başını yavaşça her iki tarafa salladı, ardından elindeki kahve fincanını dudaklarına dayayıp tek yudumda içti. Ben ne tepki vereceğini gözlerimi kırpmadan izlerken, yüzünde en ufak bir mimik değişmemesi beni oldukça şaşırttı. Bu hali daha çok tebessüm etmeme neden oldu.
Biten kahvenin fincanını uzanıp yavaşça yerine koydu. Ardından yanındaki sudan bir yudum alıp aynı şekilde onu da yerine koydu. “Acaba az mı tuz attım?” diye düşündüm. Geri çekildiğinde kulağıma doğru eğildi:
— Elinden değil, tuzlu kahve zehir olsa içeceğimi biliyorsun, değil mi?
Fısıltısı ile derin bir soluk aldım. Benim şu an utanmam mı gerekiyordu? Zira, ben utanmak yerine arsızlaşmıştım.
— Efendim, kahvelerimizi içtiğimize göre asıl konuya giriş yapalım.
Babaannemin sesi ile arsızlığımı arka plana atıp, dikkatimi onlara verdim. Zira Ertuğrul'un kolundan çekiştirip odaya çıkarmam an meselesiydi. Müdür babam ve diğerleri de dikkatli bir şekilde babaannemi dinlemeye başladı.
— Efendim, burada bulunmamızın nedeni belli: İki kalp birbirini bulmuş, ardından sevmiş. Bize de onlara destek olmak düşüyor; onlara dayanak olup kaldırmak düşer. Ben, Mihre kızımdan razıyım, Allah da razı olsun. Bana evlatlarımı geri vermiş gibi, onları tekrar hayata döndürmüş gibi hissediyorum. Ben ona “kızım” derken sözde değil, kalpten diyorum. Allah'ın emri, peygamberin kavli ile, öz evladınızdan ayırmadan bugüne kadar gözünüzden sakınarak büyüttüğünüz bu güzel kızı torunum Ertuğrul'a istiyorum.
Babaannemin söylediği her kelime, her söz yüreğime işledi adeta gözlerimin nemlenmesini, gözlerimi kırpıştırarak geçirmeye çalıştım; lakin dudaklarımın titremesine engel olamadım. Bu defa söz müdür babamdaydı. Demin, babaannemdeki meraklı bakışlarımız bu defa ona kaydı.
— Ne güzel söylediniz. Bizler onlara destek olmak için varız. Onlar her düştüğünde birer dayanak olup, evlatlarımızı kaldırmalıyız. Ben de evlatlarımdan razıyım; hak razı gelsin. Dilerim hep mutlu olurlar. Aile olmak, bağ kurmak için kana gerek yok. Buradaki herkes benim birer evladımdır. Ne mutlu bana ki Rabbim böyle güzel evlatlar nasip etti. Onlar birbirini sevmişken, bize yollarına taş koymak değil, el vermek düşer. Dilerim çok mutlu olurlar.
— Baba…
— Benim yaralı kuşum, çok mutlu ol emi.
Dediği ile sol yanağıma doğru yol alan yaşa engel olamadım, ama o yaşa rağmen dudaklarım kıvrıldı. Tebessüm ettim. Parmaklarımdan kavrayan parmaklarla bakışlarımı yanımdaki adama çevirdim. En az benim kadar mutluydu. Anlıma dudaklarını bastırdığında tebessümüm açık bir gülüşe dönüştü. İçimde öyle güzel duygular filizlenmişti ki Gözlerim etraftaki sevdiklerimde dolaştı. Osman'ın bu güne özel göğsüne taktığı çiçeği gözüme çarptı bu haline gülümsedim çünkü şuan herkes onu kınıyor o ise omuz silkiyordu.
"Güneşim."
Bakışlarım tekrar sevdiğim adama kaydı elini bana doğru uzatınca yanına doğru ilerledim. Müdür babam ortaya geçti; ben sağında, Ertuğrul ise solunda duruyordu.
Benim evlilik teklifinde parmağıma takılan yüzüğüm vardı. Lâkin bugün Ertuğrul’un da parmağına söz yüzüğümüz geçecekti. İki alyans, kurdele ile bağlı olarak tepside yerini aldı. Tepsiyi tutan kişi Umay olmuştu; etrafına tatlı gülücükler saçıyordu. Bu hali, o kadar güzeldi ki dilerim hakkında en güzeli olurdu.
“Eveeet, dilerim bir ömür bu yüzükler parmağınızdan çıkmaz. Yüzünüzdeki gülümseme hiçbir zaman solmaz. Haydi, hayırlı olsun.”
Konuşurken parmağımıza taktığı alyansların kırmızı kurdelesini makasla tek seferde kesti. Etrafa alkışlar yayılırken, ikimizin gülümseyen bakışları birbirini buldu. Müdür babam kenara çekilirken Ertuğrul yüzümü avuçları arasına aldı, ardından dudaklarını alnıma bastırdı.
"Güneşim!"
“Canım."
"Nişan süresini uzatmayacağız değil mi?”
Korku ve emin olamamakla sorduğu soruya kıkırdayarak cevap verdim.
“Hayır, uzatmayacağız.”
Derin bir soluk alıp verdi; zira hastanede yaptığım tehdidi oldukça ciddiye almıştı. Şimdi düşünüyorum da, Ertuğrul dudaklarımdan çıkan her kelimeyi her sözü oldukça ciddiye alıyordu.
“Şirin’in gösterisinden sonra kınamızı yaparız, o zamana kadar hazırlıklarımız tamamlanır. Öyle değil mi?”
“Tamamlanır elbet. 2 haftaya düğün yapalım.”
“2 hafta mı?”
Gözlerim sonuna kadar açıldı.
“Evet, 2 hafta... Çok mu?”
"Ertuğrul o zamana kadar nasıl yetişeceğiz; daha gelinliğim bile yok."
“Sen o işi bana bırak. Sen sadece gülümse ve bana yaşamak için neden vermeye devam et.”
Başımı göğsüne yaslayıp kollarını bedenime sardı. İşte hayat buydu, yaşamak buydu. O, yetişecek diyorsa yetişecekti. Ertuğrul dediğini her zaman yapardı. Nişan töreninde herkesin gözleri üzerimizdeydi. Ertuğrul müdür babama ilerledi ben ise babaannemin elini öpmeye gittim. Ondan beklenmedik şekilde Ertuğrul müdür babamın elini öptü. Bu dudaklarımın kıvrılmasına neden oldu babaannem ise gururla torununa bakıyordu.
“Emanetinizi sizin değil, Allah’ın emaneti olarak göreceğim. Ömrüm olduğunca onu mutlu etmeye, gülümsetmeye çalışacağımdan emin olabilirsiniz.
"Bundan adım kadar eminim. Evlat, Rabbim her daim yan yana olmanızı sağlasın, her daim mutlu olun.”
“Sağ olun.”
Bu defa yer değiştirdik; müdür babamın yanına ilerleyip elini öpen bendim. Doğrulduğumda yüzümü avuçları arasına aldı.
“Siz ne zaman büyüdünüz de böyle yuvadan uçar oldunuz,"
"baba?”
“Bakma, bu yaşlı adama sen yaşlandıkça duygusallaşıyorum.”
"Müdür baba"
“Biz de istemelerimizde aynı performansı bekliyoruz, haberin olsun.”
Çiçeğin söylediği şeyle hepimiz gülmeye başladık; zira hakkı vardı. Sırada Nazlı ve onun istemeleri vardı. Bu gidişle herkesi müdür babamdan isteyeceklerdi.
— Size daha var.
— Nasıl daha var?
Çınar'ın ani çıkışı ile bu defa bir çoğumuz kahkaha atmaya başladı.
— Şöyle ki çocuğum, ben bir kızımı daha yeni evlendirdim; diğerleri için acele etmeye hiç gerek yok.
— Ama biz de evlendik, nikah kıymak, düğün yapmak hakkımız, öyle değil mi Nazlı Çiçeğim bir şey söyle.
— Babamı duydun Çınar hem; ayrıca sen daha evlilik teklifi dahi etmedin.
— Sarı çiçeğim, biz evlendik ya.
— Evet evlendik ama ne şartlar altında? Hastane odasında evlendirdin bizi.
— Yani sonuçta evlendik.
— Sus Çınar, sus.
Nazlı'nın ona parlaması ile mecburiyetten sustu. Çiçek ve Arif ise birbirine kaçamak bakışlar atmakla meşguldü ama birbirine kaçamak bakış atan bir tek onlar değildi. Gamze, Çınar ve Nazlı'yı gülümseyerek izlerken Poyraz'ın bakışları onun üzerindeydi ve gece boyunca bu bakışları ona sezdirmemeye, onu ürkütmemeye çalışıyordu.
Anlaşılan ben uyurken Poyraz da işler epey karışmıştı. Lakin bizim kız olup bitenden haberdar değildi. Şu an kesinlikle Poyraz için üzülüyorum çünkü küçüklüğünden beri Gamze'nin dudaklarından dökülen kelimeler
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 87.59k Okunma |
6.68k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |