87. Bölüm

87. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

POYRAZ SÜVARİOĞLU

Ertuğrul ve Mihre’nin yüzükleri takılmıştı. Mutlulukları yüzlerinden okunuyordu, bize de bu mutluluğa iştirak etmek düşmüştü. Onlar birbirini bulup mutlu oldu da ya ben? Ben ne yapacaktım böyle? Gün boyu annesinin eteğinden ayrılmayan çocuk gibi dibindeyim; lakin bırak benimle muhatap olmayı, yüzüme bile bakmıyordu. Gözlerimi ondan çekemiyordum. Çok güzeldi, gereğinden fazla...

Mutfağa doğru ilerleyince peşine takıldım. Hemen birkaç metre uzağındaydım. Elindeki bardakları mutfağa bırakıp çıkıyordu ki beni fark etmediği için çarpıştık. En azından o, onu fark etmediğimi sanıyordu. Madem küçük cadı beni görmüyordu, ben de kendimi gözüne sokardım.

Eli başına gitti. O kadar sert mi çarpmıştım?

— İyi misin?

— Sence! Başım acıdı.

İnleyen sesi ile kendime sövdüm. Keşke daha dikkatli olsaydım. Niyetim canını yakmak değildi. Elimi uzatıp alnını tutan elini çektim.

— Dur, bir bakayım.

Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Sert avuç içlerime pamuk gibi teni değdi. Bu ne yumuşaklık ya Rab! Gözlerim, gözlerinin içine daldı. Kahverengi gözleri öyle parlaktı ki... Ben neden böyle yaklaşmış, dokunmuştum? Evet, alnı acımıştı. Gözlerimi gözlerinden çekip alnına baktım. Esmer teninde küçük bir kızarıklık vardı.

— Hafif kızarmış. Buz koyalım mı?

Birkaç saniye cevap vermesini bekledim. Ses etmeyince gözlerimi tekrar yüzüne çevirdim. Gözleri öylece çehremde geziniyordu. Sanki kendinde değildi. En saf, en temiz Gamze vardı karşımda. Duygularını saklamıyordu. İçimde bir umut ışığı yandı. Belki bir umut... Neden olmasın?

— Gamze?

— Hı?

— Canın yanıyor mu?

Gözleri yavaşça kapandı. Şu an kendine sövdüğünü düşünmem normal mi. Birkaç saniye içinde kendini geri çekti.

— E-evet... İyi... iyim. Acımıyor.

— Emin misin?

— Eminim, önemli değil.

Daha fazla konuşmadı. Yanımdan hızla uzaklaştığında ben de durmadım, peşinden gittim. Evde kimse kalmamıştı. Herkes dağılmaya başlamış olacak ki o da çantasını alıp kapıya ilerledi.

— Gamze!

Cevap vermek yerine yoluna hızla devam etti.

— Gamze, bekle!

Kapıdan çıkınca durmak zorunda kaldı.

— Neden beklemiyorsun?

— Bana mı seslendin... Duymadım.

Panik hâli öyle tatlıydı ki… İyi de bu kadar panik yapacak ne vardı?

— Bir şey mi diyeceksin?

— Gideceğin yere bırakayım diyecektim. Kızlar gitti.

— Gerek yok. Taksi...

— Lütfen.

— Gere...

— Gamze, geç oldu.

Derince yutkundu. Malikane çok tenha bir yerdeydi. Ölsem onu yalnız göndermezdim. Israr ederse peşine takılacaktım. Yapmadığım şey değildi sonuçta. Hey Allah’ım! Ne hallere düşürdün beni be kızım...

Başını yavaşça sallayınca aldığım onay ile gülümsedim.

— Bu taraftan.

İkimiz yan yana arabaya ilerlerken başı önündeydi. Bir şey demeyişi endişelenmeme neden oluyordu.

— Her şey yolunda mı?

Kucağındaki bakışları beni buldu.

— Evet, neden ki?

— Ne bileyim, seni böyle sessiz görmeye alışık değilim.

— Bilmem... Ne diyeyim ki?

— Sen sorunca ben de bilemedim.

Söylediğimle arabanın içinde gülüşü duyuldu. Bu ne ahenk, bu ne gülüş ya Rab! Aklıma mukayyet ol. Arabayı kenara mı çekseydim?

— E tabii, sen cazgır halime alışıksın.

— Cazgır demeyelim de biraz dik başlı...

— Nazlı, bu hâlimin korkutucu olduğunu söylüyor.

— Yok ya, bence çok iyi. Böyle devam et.

— Bunu Nazlı’nın yanında söylemelisin. Ona göre erkekler güler yüzlü kızları severmiş. İnsanlara öldürecek gibi bakmayı bırakmalıymışım.

Dedikleriyle kaşlarım çatıldı. Kimseye gülmesindi! Ne gerek vardı? Bu konuyu acilen Nazlı’yla konuşmalıydım.

— Hiç gerek yok.

— Bence de. Sırf yedi yirmi dört sırıtmıyorum diye korkacak erkekten koca mı olur!

— Bence de seni alacak olan, her hâlini sevmeli.

Bu dediğime yine güldü. Evlerinin olduğu sokağa girdiğimde içime hüzün çöktü. Ne de çabuk gelmiştik böyle... Şu İstanbul trafiğine de aşk olsun, acelemiz olsa böyle olmaz anasını satayım.

Evlerinin önünde durduğumda yüzüne baktım.

— Geldik.

Başını dışarı çevirdi. Yüzündeki gülümseme söndü.

— Evet...

Ben de onun gibi dışarı baktığımda yüzündeki ifadenin nedenini anlamıştım. Evin ışıkları yanmıyordu. Sanırım kızlar hâlâ gelmemişti. Ulan Çınar! Arif ile seni üst üste koyup...

Hey Allah’ım ya! Gözlerimi ona çevirdim.

— Bir kahve ısmarlarsın herhâlde? O kadar şoförlük yaptık.

Gözlerini kırpıştırması ile gülümsemeden edemedim.

— Yani, yanlış anlama. Bu gece biraz işim var. Uyku hak getire. Ertuğrul düğünü ile meşgul. Sevgili arkadaşım Çınar da sarışın bir arkadaşın peşinde. İşler bana kaldı. Sabahlayacağım sanırım. Bir kahve yaparsan makbule geçer tabii, rahatsız etmeyeceksem.

— Estağfurullah. Olur mu hiç? Gel lütfen.

Gülüşü yüzünü aydınlattı. Bu kız kesinlikle başkalarının yanında gülmemeliydi...

İkimiz birlikte arabadan inip evlerine doğru yürüdük. Onların katına çıktığımızda öne geçip anahtarla kapıyı açtı ve içeri girdi. Ben de onun yaptığı gibi ayakkabıları çıkarıp küçük evlerine adım attım. Acaba evlenirsek nasıl bir evde yaşamak isterdi?

“Geç lütfen, rahatına bak. Ben kahveleri yapıp geliyorum.” dedi ve gülümseyerek mutfağa doğru gitti. Arkasından bakmadan edememiştim. Salona adım attığımda aşina olduğum mekâna göz gezdirdim. Ne yapacağımı, ellerimi kollarımı nereye koyacağımı bilemedim. Ben daha önce bir kızın evine kahve içmeye gelmemiştim ki… İçimdeki heyecan gün yüzüne çıkmak için an kolluyordu.

Kendine gel oğlum, ne bu yeni yetme haller? Gözlerim geniş kitaplığa kaydı. İstemsiz olarak kitapların üzerinde gezindi bakışlarım. Gözüme çarpan birini elime aldığımda incelemeden edemedim. Kapağı açtığımda ise merakım daha da arttı. İnci gibi el yazısı ile GAMZE yazıyordu. Yanına ise küçük bir kelebek figürü çizilmişti. Dudaklarım kıvrıldı. Sayfaları hızlıca geçtiğimde altları çizilmiş birçok satır ve yine aynı el yazısı ile yazılmış birkaç küçük not vardı. Merakım gittikçe perçinleniyordu.

Duyduğum adım sesleri ile elimdeki kitabı hızlıca ceketimin iç cebine yerleştirdim. Harika bir hırsızlık yapmadığım kalmıştı onuda yaptım. Hemen kitaplıktan uzaklaştım. Birkaç saniye içinde beklediğim yüz karşımdaydı. Beni ayakta görünce tuhaf karşılamış olacak ki yüzü şaşkınlıkla değişti fakat anlam veremedi.

“Otursaydın.”

“Aa… evet.”

Geçip koltuklardan birine oturdum. Kahveyi ikram edince gülümsemeden edemedim.

“Ne bileyim, bugün Ertuğrul’un içtiği tuzlu kahvesi geldi aklıma. Acaba bir gün… kim bilir, belki de kısmet olur.”

“Poyraz?”

“Efendim?”

“Kahveni alsana.”

Dediği anda kızın suratına aval aval baktığımı fark ettim. Böyle devam edersem kızın beni seveceği varsa da sevmezdi. Çünkü tam bir mal gibi davranıyordum. Daha fazla beklemeden kahvemi aldım. O da kahvesini eline alıp tepsiyi sehpaya bıraktı ve çaprazımdaki koltuğa oturdu.

Evleri gerçekten çok şirindi. Turuncu, yeşil ve ahşabın iç içe dans ettiği bir ev…

“Kitaplarınız gerçekten güzelmiş. Demin göz gezdirdim de.”

Dudakları kıvrıldı.

“Evet, birçoğunu okudum. Bazıları Çiçek’in. Nazlı’nın kitaplarla pek arası yok ama…”

“Hangi tarz seviyorsun?”

“Sanırım uslanmaz bir romantiğim.”

“Aşk güzel bir şey.”

“Aşk, güzel bir yalan.”

Dediği anda içimi korku sardı.

“Neden öyle dedin ki?”

“Ben aşka inanmam. Saçma bir duygu.”

“Gözlerimizin önünde bunca güzel çift varken mi?”

“Onlar şanslı olanlar. Ben onlar gibi olmayı beklemiyorum.”

“Neden?”

Derin bir soluk aldı. Bu soruya cevap verip vermemek arasında gidip geliyordu. Konuş be güzelim… Ne olur nedenini söyle. Söyle ki o nedeni ortadan kaldırabileyim.

“Aşk dediğin kalple yaşanır. Ben ise daha çok aklımla hareket ediyorum. Fizyolojide bile kalbimiz aklımızı dinlemez. Bir insan kalbine durmasını emrettiğinde bunu yapamaz ve ben kontrol edemediğim bir duyguyu yaşayacak biri değilim.”

“Kendin dedin, bu senin kontrolünde olan bir şey değil.”

“Bugüne kadar kontrol ettim. Bana iyi gelmeyecek her erkeği uzaklaştırdım. Onlardan bir şekilde uzak durdum ve şu anki hâlimden oldukça mutluyum.”

Dedikleri sanki bir hançer gibi içimi deşiyordu.

“Daha önce âşık oldun mu? Uzaklaştım dediğine göre böyle bir şey yaşamış olman gerekiyor.”

“Bilmem, oldum sanırım. Üniversitedeyken bir çocuk dikkatimi çekiyordu. Bir gün bana açıldı, ben de bizden olmayacağını söyledim. Sonrasında ne olduğunu hatırlamıyorum bile. Ama birkaç hafta görmemiştim. O birkaç haftadan sonra aklıma gelmemeye başladı.”

Dudakları kıvrıldı, sanki bu durumdan gurur duyuyordu.

“Âşık değilmişsin. Dahası o da seni sevmemiş.”

“Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun ki?”

“Şayet sevseydi, hayır desen de seni bırakmazdı. Seni sevmeye devam ederdi.”

“Böyle bir şey yapsaydı taciz olurdu.”

“Seni rahatsız edecek şekilde davransa taciz olurdu Gamze. Seni sevmeye devam etmek taciz olmuyor. Kaldı ki sen de sevmemişsin. İnsan sevdiğini özler, görmeyince delirir. İnsan sevdiğini görmek, dokunmak ister.”

“Öyle bir konuşuyorsun ki, bilmesem âşık sanırdım.”

“Biliyor musun?”

“Ne?”

“Beni biliyor musun ki uzaktan ahkâm kesiyorsun?”

Dudakları açılıp kapandı.

“Üzgünüm. Ben senin… yani sevdiğin biri olduğunu bilmiyordum. Sadece ben… yani öyle çapkın biri olarak düşündüm. Üzgünüm.”

Dedikleriyle içim yangın yerine döndü. Ben ne yapacağım böyle? Bırak bana inanmayı, şimdi de başkasına âşık olduğumu düşünüyor. Hayır desem bir dert, evet desem ayrı dert. En iyisi konuyu değiştirmek…

“Kitaplardan biri dikkatimi çekti. Ödünç istesem?”

“Şey… vermesem?”

“Seni paylaşımcı biri sanıyordum ben de.”

“Yok yani… istediğin hangisiyse aynısından hediye edeyim ama benimkiler olmaz.”

“Özel bir nedeni var mı?”

Utangaç bir şekilde başı öne eğildi.

“Bazı satırların altını çiziyorum. Bazen de o satırların bana hissettirdiği duyguları cümlelere döküyorum. Kimsenin onları duymasını, bilmesini istemiyorum. Kızlar bu durumu bildiği için saygı duyuyorlar. Fark etmedin belki ama bazı kitaplardan iki tane var.”

Dedikleriyle bakışlarım kitaplığa kaydı. Gerçekten de öyleydi.

“Ama hangisini istiyorsan söyle.”

“Sorun değil, bir ara bulurum ben.”

“Peki.”

O sırada kapıdan gelen anahtar sesi ile bakışlarımız koridora kaydı. Çınar, Arif, Çiçek ve Nazlı arka arkaya telaşlı bir şekilde içeri girdi. Bizi görünce yüzleri şaşkınlıkla doldu. Gamze ise ikisine yüz çevirdi. Sanırım küçük cadı onlara kızgındı.

“Gamze…”

“Minik…”

Nazlı’nın dediği ile gülümsedim. Gerçekten ona uygun bir hitaptı.

“Poyraz, hanımefendilere onlarla konuşmadığımı iletir misin?”

“Gamze, üzgünüz. Bizim yüzümüzden birbirimizden habersizdik.”

Çınar’ın yaptığı açıklama ile kaşları çatıldı.

“Size kızmak istemiyorum Çınar ama hanımlar için aynı şeyi söyleyemem.”

“Gamze…”

Sert bakışlarını Nazlı’ya çevirdi. Sanırım düşündüğümden daha çok kızmıştı ve şu an terör estirmek üzereydi.

“Ne Gamze? En azından çıkarken haber verebilirdiniz!”

“Gamze?”

Duyduğumuz sesle bakışlarımız arkaya kaydı. Ertuğrul ve Mihre de gelmişti.

“Mihre!”

Benim küçük cadım onu görünce hemen çocuklaşıp göğsüne sığındı. Mihre de onu karşılıksız bırakmadı, kollarını beline sardı.

“İyi misin?”

“İyiyim. Poyraz vardı, beni yalnız bırakmadı.”

Mihre minnettar bir şekilde bana baktı. Gözlerimi rica ederim dercesine açıp kapadım. Ne diyebilirdim ki? Benim için zevkti falan mı?

“Siz nasıl bu kadar sorumsuz olabildiniz?”

Kızların ikisi de başlarını öne eğdi. Sanırım bu travması düşündüğümden çok daha ileri boyuttaydı. Çünkü Mihre şu an köpürüyordu.

“Biz… üzgünüz gerçekten. Ben Çiçek’i evde sanmıştım, o da beni evde sanmış. Bilemedik…”

“Yalnız olduğunu fark eder etmez koşarak geldik. Gamze, çok özür dileriz.”

“Bu yaptığınız affedilemez.”

“Mihre, tamam.”

Sesi öyle cılız çıkmıştı ki… Bu kız çocuğu benim inatçı keçime mi aitti? Sevdiğim dediğim kadın büyüyememiş bir çocuktu.

“İnsanlar benim bekçiliğimi yapamaz ya!”

“Ne?”

“Hayır!”

İkisi de şaşkınlıkla baktı. Sanırım kızmaktan çok kırılmıştı.

“İnsanlar yapamaz ama kardeşlerin yapacak! Yapmak zorunda!”

Mihre, ikisi üzerinde bakışlarını gezdirdi. Kızlar ise suçlulukla başlarını önlerine eğdi. Şu an annelerinden ceza bekleyen çocuklardı sanki. Anladığım kadarıyla Mihre diğerlerinden daha büyüktü. Hoş, büyük olmasa bile yengemde öyle bir şey vardı ki; sıkıysa sözünden çık…

“Şimdi siz ikiniz bu saatten sonra hava kararmadan evde olacaksınız. Anlatabildim mi?”

Başlarını salladılar.

“Ve siz…”

Bakışlarını Arif ve Çınar’a çevirdi.

“İki hafta boyunca iş dışında kızların yanına gelmek yok. Sizi dışarıda yan yana görürsem çıranızı yakarım!”

“Kimse sarı çiçeğimi görmeme engel olamaz!”

“Hayatta olmaz! Ben çiçeğimden ayrılamam!”

“Size fikrinizi sormadım!”

“Ama…”

“Yenge, insaf et.”

“Ertuğrul!”

Mihre’nin Ertuğrul’a seslenişi ile keskin bakışları onları buldu. Mesaj netti: Sıkıysa hayır deyin.

“İyi de biz birlikte çalışmıyoruz bile.”

Arif’in serzenişiyle Mihre birkaç saniye düşündü.

“İyi, sen de evden alıp işe götür, getir!”

“Mihre kurban olayım başka cez…”

“Tamam!”

“Kabul!”

Kızlar, erkeklerin itirazlarını bölerek araya girdi.

“Gamze…”

“Miniğim… Affet ne olur?”

Kahve gözleri ikisinde gezindi.

“Bir daha affetmem ama…”

Daha sözleri bitmeden ikisi de üzerine atlamıştı. Onlar sarılırken biz sadece gülümseyerek izliyorduk.

“Bir daha olursa bize taşınacak!”

“Hayır!”

“Olmaz!”

“Katılıyorum.”

Son karşı çıkan o olmuştu. Ne kadar yakınlaşsak da hep uzak duruyordu. Hep kendini durduran bir yanı vardı ve ben bunun nedenini bilmiyordum. Onun hakkında bilmediğim bir şeylerin olması canımı sıkıyordu.

Bu hallerine de gülmüştük.

“Biz gidelim artık, geç oldu.”

Ertuğrul’un araya girmesiyle hepimiz teker teker oradan ayrıldık. Sokağa çıktığımızda Ertuğrul ve Mihre’nin bakışları ile durmak zorunda kaldım.

“Ne… neden böyle bakıyorsunuz?”

“Kardeşim…”

“Poyraz?”

“Ne?”

“Neden buradasın?”

“Ben… yalnız kalmasın diye.”

Nedense konuşamadım.

“Poyraaz…”

Derin bir nefes aldım.

“Mihre… şu arkadaşınla bir şansım var mı?”

Dudakları açılıp kapandı.

“Nasıl?”

“Duydun işte. Bir şansım var mı?”

“Poyraz…”

Üzgün sesiyle içimdeki umutsuzluk girdabı daha da büyüdü.

“O kadar mı zor?”

“Gamze zor… Sevmek istemez… Sorun sen değilsin. Sorun o. Kimseye güvenmez. Bazen bize bile güvenmez. Gördün, duvarları var… Yıkılması zor, aşılması imkânsız duvarlar…”

“Yıkarım! Aşarım ben! Yeter ki bir umut olsun!”

“Beklediğin nasıl bir umut bilmiyorum lakin o umudu ben sana veremem.”

O kadar ümitsiz konuşmuştu ki… Yüreğimi çıkarıp ateşe attılar sandım. Lakin onu suçlayamıyordum. Zordu, haklıydı. Benim sevdiğim kadın çok zordu. Ve ben bu zorluğa rağmen değil, seve seve göğüs gerecektim. Onun için değerdi. O küçük cadı, çekilen her acıya değerdi.

Onları arkamda bırakıp arabama ilerledim. Mihre arkamdan hüzünle bakarken Ertuğrul onu sarmıştı. Arabama bindiğimde elim istemsiz olarak cebimdeki kitaba gitti. İlk birkaç sayfayı es geçip yazdığı bir cümleyi okudum:

“Sevmek, rağmenlerle değil; gelen her zorluğa gülümsemekle sevmek oluyor. Bir gün beni bana rağmen sevecek biri çıkar mı ki…”

Okuduğum cümle ile dudaklarım kıvrıldı. Sanki benim için yazılmıştı. Beklediğim umut yine ondan gelmişti.

Sevdim be güzelim... Seni sana rağmen değil, inadınla… Zorluğunla… Sevdim. Ben senin zorluğunu bile seviyorum.

Elimdeki kitabı kapatırken gülümsüyordum. Aynı şekilde cebime yerleştirip arabayı çalıştırdım.

Olacaktı… Olmak zorundaydı. Bekle küçük cadı… Kendimi sana sevdirmenin bir yolunu bulacağım.

Bölüm : 28.11.2025 22:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...