
Unutmak kolaydı,
Özlemek diye birşey olmasaydı."
-B.YILMAZ
6 yıl sonra..
Siyah topuklu ayakkabımla zemini çatlatacak derecede sert adımlarla yürüyordum. Her yer çok sessizdi. Ve ben sadece, topuklu ayakkabımın sesi ile, başardığımı anlayabiliyordum. Çağan ise arkamdan koşturuyordu. "Mona abla!" Dediğini işittim. Aramızda iki yaş olmasına rağmen bana abla diyordu. "Bana abla demene gerek yok. Çağan, kaç kere daha izah etmem gerekiyor bunu?" Dedim. Sakin bir ses tonuyla. "Abla demeden konuşamam ki ama ben." Dedi. "Saygısızlık olur, mona abla"
Göz devirdim. Ne Saygısızlığı kardeşim?
"Neyse ne diyecektin sen?" Dedim. Konuyu değiştirmeye çalışarak. "Daha yarım saat var ama, biz yinede hemen konferans salonuna gidelim mi? Ben çok heyecanlıyım." Dedi. Güldüm bu haline. Benden daha çok heyecan yapıyordu. "Şimdi gidip ne yapacağız boş salonda" dedim.
"Bilmem ki, yani konuşuruz sohbet ederiz, bir şekilde vakit geçer. Ama yeter ki gidelim, çok heyecanlıyım." Dedi. Çağan benim sosyal medyadan tanıştığım bir arkadaşımdı. Fotoğraflarımın altına yorumlar atardı. Bir nevi hayranım gibiydi -Hâlâ öyle- Birgün özelden yazınca konu konuyu açtı ve öyle arkadaş olduk. Çok sadık bir dostumdur kendileri. Adımlarım, konferans salonuna yöneldi. İçeriye girdik ve bize ayrılan koltuğa oturduk. Çağan benim fotoğraflarımı çekti, sohbet ettik falan derken yarım saat dolmuştu. Herkes içeriye girdi, ve koltuklarına kuruldular. Sahneye üç kişi çıktı. Belge alanların ismini nida eden kişi, Belgeyi veren kişi, ve Fotoğraf çeken kişi. Herkes teker teker, sahneye çıkıp emeğinin karşılığı olan o, cübbeyi giydi. Ben ise dolu gözlerle izledim bu sahneyi. 6 sene önce olduğu gibi.. Hâlâ inanamıyordum, bunu benmi başarmıştım. Geçmiş yine herzaman ki gibi gözlerimin önüne serildi.
"Ne yapıyorsun sen burada?" dedi annesi olacak o kadın.
"Dizi izliyorum anne" dedi minik mona.
Annesinin tek kaşı usulca havalandı.
"Ne dizisi bu? Hem sen kaç yaşındasın ki dizi izleyebiliyorsun, ha?"
Mona gözlerini kırpıştırarak annesine baktı. "Kötü bir dizi değil ki, Sadece ablalar kırmızı halıda yürüyerek sahneye çıkıyor ve belge alıyorlar. Birde hırka gibi uzun bir şey giyiyorlar" dedi mona masumca.
"Sanane bundan" dedi Hande.
"Bunun adı savcılıkmış. Bende savcı olacağım, çok havalı" dedi mona ellerini çarpıştırarak. Annesi işaret parmağı ile Mona'yı şakağından sert bir şekilde iteledi. "Sen bırak savcı olmayı, bir halt bile olamazsın. Sende o beyin yok" dedi.
"Var! Ben savcı olacağım." Dedi minik mona.
Şimdiki zaman...
"Mona Zeynep Aktaş'ı, Belgesini almak üzere sahneye davet ediyoruz" diyerek bir ses yükseldi. Ben ise ne yapacağını şaşırdım. Her sahneye çıkan kişi kendine seçtiği şarkı ile sahneye doğru yürüyordu. Benim şarkımı ile Çağan seçmişti. Şarkı usulca süzüldü salondan.
"Işığımı güneş bile kıskanır,
Bir bakışıma ortalık alev alır.
göz göze gelen negatiflerinden arınır.
Açılır kapılar önüme halı atılır."
Ters bir bakış gönderdim Çağan'a.
"Öyle bakma da bana yürü hadi." Dedi.
Neyse ki 'İşte geliyor özel harekat' şarkısını açmadı. Bazen şükür etmek gerekiyor. İnsanların alkışlarıyla birlikte kırmızı halı'da yürüdüm. Ve o zaman anladım bir şeyleri gerçekten başarmıştım. Sahneye çıktığımda bana belgemi uzatan kadına teşekkür ettim. Ve sarıldık. Cübbemi yavaşça koluma geçirdi. Tüm bedenimi kaplayan Savcı cübbeme gururla baktım. Ben artık sıradan bir insan değildim.
Ben, Cumhuriyet Savcısı Mona Zeynep Aktaş'tım. Kadınla bir fotoğraf çekildik. Ve ben konuşmamı yapmak için, mikrofona yöneldim. "Öncelikle, benim bu mesleği elime almamı sağlayan, üstümde çok emekleri olan öğretmenlerime çok teşekkür ederim. Hepsi iyi ki varlar. Ve her koşulda bana yardımcı olan canım arkadaşım, Çağan Kudal. Sana da sonsuz teşekkür ederim. Ve benim mucize'm.. Herşeyim olan o kişi, şuan yaptığım vu konuşmayı duymuyorsun ama sende iyi ki varsın" yutkundum. Acaba burcan hâlâ yaşıyormuydu ki 'İyi ki varsın' dedim. "Seni çok seviyorum. Ve benim bu mesleği seçmemde ki asıl gaye, Kadınlarımızdı. Kadınlar Allah'ın emanetidir. Bunu hiçbir zaman unutmayın. Çiçektir onlar, ilgi vermezsen solar, en iyi şekilde ilgiyi gösterirsen açar. İncinirse onu sadece, merhemi olan kişi sarabilir."
Tıpkı burcan'ında beni sardığı gibi...
"İkbal Uzuner," dedim yutkunarak. Çünkü isimlerini söylemek kolay olmadığı gibi yaşadıkları da kolay değildi. "Ayşenur Halil!" Dedim en gür sesimle. "Özge Can Aslan!" Gözümden bir damla yaş süzüldü. "Şehit, Polis Şeyda Yılmaz!" Sesim güçsüzleşti. "Narin Güran, Ceren Özdemir, Münevver Karabulut" dedim. "Leyla Aydemir" dedim. Kolay değildi bu isimler. İnsan'ın yüreğine oturuyordu.
"Ve daha nice 300 küsür, haksız yere Öldürülen kadınlarımız. Ben bu ülkede adaletin geri gelmesi için Savcı oldum. Yıllarca kadınları korumak için, Ders çalıştım. Ve kadınları sonsuz koruyacağıma, görevimi de layığıyla yerine getireceğime Söz veriyorum!" Dedim. Herkes alkışladı beni ama, benim bakışlarım ayağa kalkarak beni alkışlayan o kişiye takıldı. Gözlerim buğulaştı. Ve ağzımdan tek bir isim döküldü
"Anne" dedim. Dolu gözlerle bana bakıyordu.
"Anne, yirmi üç nisan gösterilerinde herkesin annesi kızını alkışlıyor, sen neden beni alkışlamadın?" Dedi minik mona. Annesinin cevabı ise yine acımasızdı.
"Sen birşey başarmadınki ben seni alkışlayayım" dedi. Mona'nın sadece gözleri doldu. Şuan olduğu gibi.
Konuşması bittiği için sahneden aşağıya indi mona.
Alkış sesleri sustu. Derin okulu olduğu için gelememişti. Ama Çağan onu görüntülü arayarak herşeyi göstermişti. Tüm benliyimle güçlü adımlarla topuklularımın üzerinde yürüdüm Çağan'a doğru. O kadın'a asla bakmadım. Bakmak istemedim. Bana küçükken acımadığı gibi şimdi de acımamılıydı. Hızlı adımlarla konferans salonun'dan çıktım. Çağan, peşimden ilerliyordu. Cübbem, bana özgüven veriyordu. Gölgem gibiydi. Çağan arkamdan koşuşturuyordu resmen. Çünkü o kadınla konuşmak dahi istemediğim için, baya hızlı yürüyordum. "Mona abla, bir yavaşmı olsan acaba?" Dedi Çağan. "Acelemiz ne?"
"Sus, ve sadece yürü, Çağan," dedim. Arkadan bana doğru seslenilen ses ile duraksadım. "Mona, kızım," dedi o, Kadın. Arkamı dönmedim, sadece gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Bana doğru koştu ve önümde durdu. Elleriyle, şaşkınlıkla ağzını kapattı. "Mona, sen gerçekten yaşıyorsun" dedi. Ya, ne yapıyor olacaktım. "Ölmedim, maalesef ki, Hande hanım." Dedim mesafeli bir sesle. "Hayallerimi gerçekleştirdim sadece"
Çağan sağ tarafıma geçmiş, öylece bakıyordu. "6 yaşımda beni umursamadığın gibi, 26 yaşımda da umursamazlıktan gel, lütfen" dedim. Ve elimle hafifçe omzuna dokunup kenara iteledim. "Şimdi çekil önümden. Sende yoluna bak, bende"
Gözlerinden yaşlar süzüldü.
Yıllar önce o, bana böyle duygusuz davrandığında benimde Gözlerimden yaşlar süzülürdü. Şimdi ağlama sırası, ondaydı. Tam hareket edip, gidecekken, önümde diz çöküp elimi tuttu. İlk defa onu böyle görüyordum.
Yıllar sonra, İlk defa Hande Akaslan, karşımda güçsüz bir şekilde duruyordu. Ben ise dimdik. Kendime, kimsenin gözü önünde ağlamamak konusunda söz vermiştim. Umarım şuan bu sözüm bozulmazdı.
"Kızım, mona'm, Zeynep'im affet beni." Dedi gözyaşları içinde. "Ben sana yaşattığım çocukluk için senden binlerce kez özür dilerim. Sana sarılmadığım her an için, Senden çok özür dilerim." Dedi. Ben ise dolan gözlerimle başımı hafifçe sağa eğdim.
"Her yara, özür ile kapanmaz, Hande hanım. Benden çalınan bir çocukluk var. Ve ben bunu bir özür ile affedemem. Ben gök gürlediğinde korkudan titreyerek senin yanına geldiğimde, beni yanından kovdun. Neden peki? Neden uykun benden daha mı önemliydi. Ben hasta olduğumda 'banane, git nasıl hasta olduysan öyle de iyileş' dedin. Derin hastalandı. Ben daha yedi yaşımdaydım. Onu bile umursamadan 'Gir sen iyileştir kardeşini, bana da bulaşır uğraşamam sizin hastalıklarınızla' dediğin zamanı hatırla, Hande Akaslan." Dedim. Gözümden bir damla yaşın süzülmesine engel olamadım. Tek elimle hemen sildim. Beni güçsüz göremezdi, hiç kimse. "Ben okula giderken, hep saçlarım açık giderdim. Sen uyuyorsun diye sana 'Anne saçlarımı örermisin?' Diyemezdim. Yine kovardın beni diye, korkardım hep. Benim saçlarımı her gün öğretmenim ördü. Bıkmadan sıkılmadan o hep, bana yardımcı oldu. Senin Eksikliğini biraz olsun kapattı. Sen ödevlerime yardım etmiyorsun diye ben müdürden hep azar işittim sen bunları biliyor musun? Beni hep öğretmenim korudu. Peki sana, 'Ben savcı olacağım' dediğimde inanmadın ya, bana öğretmenim inandı hep. 'Başarabilirsin, o cübbeyi giyebilirsin' dedi hep. Ama sen ne yaptın? Benim umudumu da, hayallerimi de yıkıp dökmekten başka hiçbir şey yapmadın. Şimdi önümde diz çökme. Ayağı kalk. Ben alışık değilim senin bana sevgi göstermene. Şimdiye kadar ben bunları başardım. Ve sen yanımda yoktun. Başardıktan sonra da yanımda olmanın, bana, 'Kızım' demenin hiçbir anlamı yok." Dedim. Gözlerim dolu değildi. Ama ağlamamak için kendimi zor tuttuğum için genzim yanıyordu.
"Yerimi nasıl buldun bilmiyorum ama, kardeşimden de benden de, uzak dur. Gidip ona da yalandan masal anlatma. Senin onun annesi değilsin. Onun herşeyinde ben yanındaydım. Bunu bil, ona göre davran. Bir daha da karşıma çıkma." Dedim. Ve elimi elinin içinden çektim. Hızlı adımlarla buradan çıktım. Daralmıştım. Dışarı çıktığım gibi derin bir nefes aldım. Çağan da peşimden gelip sırtımı sıvazladı. "Sakinleş," dedi. Ona doğru baktım ve hafifçe Gülümsedim. Arabayı işaret ederek, "Gidelim artık, daha derin'i okuldan alacağız" dedim. "Tamam" demekle yetindi sadece. Arabaya bindim. Ve derin'in okuluna sürdüm. Yol boyunca geçmişim, ve o kadın beynimi kurcaladı. Şakaklarıma hafifçe masaj yaptım, başımın ağrısının geçmesi için. Arabadan indim ve topuklularımın üzerinde durdum. Bunlar ayağımda olduğunda ayrı bir özgüven geliyordu bana. Çok garipti. Derin'in okuluna doğru yürüdüm. Çağan araba da bekliyordu. Okula girdiğimde, çıkış Zili de çalmıştı. Öğrenciler dağılırken benim gözlerim derin'i aradı. Kapıdan çıktığını gördüğümde ise Gülümsedim. Beni cübbeyle gördüğü an elini ağzına kapattı. Güldüm bu haline. Kollarımı yana açarak bana gelmesini belli ettim. Koşar adımlarla merdivenleri indi. Bana sarıldı. Kocaman.. "Abla, çok güzel olmuşsun. Çağan abi aradığında fazla net görünmüyordun. Ama şuan.. mükemmel görünüyorsun. Kelimeler yetmez," Dediğinde burnunu sıktım. "Şapşal mısın acaba, sen?" Dedim. Hemen gülen suratı huysuzlaştı. "Abla, karizmam bozuldu ne yapıyorsun?" Dedi. "Ne karizması kız, sen hâlâ küçücüksün benim gözümde," dedim.
"Yirmi oldum Abla," dedi. Omuz silktim. "Benim gözümde hâlâ altısın. Bücürük" dedim. Güldü. "Bunu başkalarının yanında deme, rezil olurum," dedi. "Hemen demeye gidiyorum," dediğimde minik bir kahkaha attı. Kolundan çantasını aldım. "Ver, ben taşırım," dedim. Hemen çantayı elimden almaya çalıştı. "Yok abla, ver sen yorulma," Dediğinde yanağına bir öpücük kondurdum. "Ne zaman yoruldum?" Dedim. Hiçbir şey söylemeden arabaya doğru ilerlerdik. Derin arkadan koltuğa oturdu. Ben ise sürücü koltuğuna. "Selam, Çağan abi" dedi derin. Arkasını dönüp derine baktı, Çağan, "Selam, derinciğim, nasılsın? Günün nasıl geçti?" Dedi Çağan. Adeta derin'in gerçek abisi gibiydi. "Ben iyiyim. Ama okul yine her zaman ki gibi sıkıcıydı." Dedi derin. Arabayı çalıştırdım. "Neden, derslerinde aksaklıkmı var yoksa?" Dedim. "Hayır ya, abla sende beni iyice geri zekalı belledin" dedi. "Düzgün konuşuyorduk değil mi derinciğim? Argo yok" dedim. Ofladı derin. "He abla, sen sanki hiç kullanmıyorsun," dedi derin.
Bir bakımdan doğruydu. Bende bazen kullanırdım. Ama sevmezdim. O daha daha yirmi yaşından argo'ya alışamazdı.
"Ben büyüğüm sevgili kardeşim" dedim. "Tamam, en büyük sensin," dedi. "Evet, öyleyim," dedim ciddi ciddi. Derin'le konuşurken 26 yaşımda değil de, On altı yaşında oluyordum birden. Yol boyunca daha hiç konuşmadık. Şarkı açarak eve doğru ilerledik. İlk önce Çağan'ı evine bıraktım. Sonra ise bizim eve sürdüm arabayı. Eski evimizden ziyade bu ev daha iyiydi. Derin halam da kalıyordu. 6 sene önce. Halam vefat edince ona ben bakmaya başladım. Gayet mükemmel bir yaşantımız var diyebilirim. O benim sadece kardeşim değil, aynı zamanda arkadaşım, ve ailemdi. Eve geldiğimizde hızlı bir şekilde sofrayı kurduk. Derin de bana yardımcı oldu tabii ki. Yemek yedikten sonra ben bulaşıkları yıkarken o, ödevini çalıştı. Anlamadığı yeri bana sordu. Avukat olacaktı o da. Gururum du benim. Onun ödevi, benimde ev islerim bittikten sonra oturma odasında battaniye'nin altına girip, film izledik. Aslında benim de işlerim vardı, ama kardeşim'e de vakit ayırmam lazımdı. O uyuduktan sonra dosya'ya bakacaktım. İlk günden elime bir dosya verildi. Ama üstesinden gelecektim. Saatler geçti ve derin benim koluma yaslanarak uykuya daldı. Battaniyeyi kendi üstümden çektim. Ve yavaşça yanından kalktım. "Derin" dedim sessizce. Bir mırıltı çıkardı. "Hadi kalk, yerine yat." Dedim. Uykulu gözlerle ayağı kalktı. Bende onun koluna girerek yatağına yatırdım. Üstünü örtüp, odasından çıktım. Saçlarımı dağınık topuz yaptım. Ve kulaklarımı takarak işimin başına koyuldum.
"Umudumsun,
Simsiyahken her yanım,
Huzurumsun
Uçurumsun
Atlasam karanlığına,
Adım unutulsun.
Evim ol, kurtar beni.
Sonum ol,
Dilerim ki, dilerim ki
Asla caymazsın benim olmaktan.
Dursun zaman, kalsın yerin derinlerinde saklanan."
Diyordu şarkı. Şarkının huzuruyla birlikte, İşimi bitirdim.
🥀
Sabah uyandığımda açık mavi gömleğimi, ve siyah pantolunumu giydim. Saçlarımı toplamadım, açıkken daha güzellerdi çünkü. Fazla makyaj yapmayı sevmezdim. Ama birazcık da olsa yüzüme renk gelsin diye, yanaklarıma hafif allık sürdüm. Dudaklarıma ise gloss sürdüm. Bu kadar yeterliydi. Kendimi zaten güzel hissediyordum. Kendi odamdan çıkıp derin'i uyandırdım. "Derin, hadi kalk. Okuma geç kalacaksın." Dedim. "Abla, Beş dakika daha ya" dedi. Üstünden battaniyeyi çektim. Bana yapılmasından hoşlanmadığım şeyi ona yapıyordum. Ama mecburdum, okula geç kalacaktı yoksa. "Kalk, sen okula, bende işime geç kalacağım. Seni bırakmam lazım ilk önce" dedim. Oflayarakta olsa yatağından kalkıp banyo'ya ilerledi. Bende o sırada yatağını topladım. Giyeceklerini yatağının üstüne bıraktım. Derin banyodan çıktıktan sonra, "Hızlı giyin. On beş dakikamız kaldı." Dedim. "Tamam" dedi. Ben odasından çıkıp, trençkotumu üzerime geçirdim. Topuklu ayakkabımı giyerken, derin odasından çıkmıştı. O da üzerine montunu geçirdi ve, ayakkabılarını giydi. Hemen evden çıktık. Ve koşar adımlarla merdivenleri indik, daha doğrusu ben indim. Derin hâlâ çok sakindi. "Yaa hızlı derin, hızlı canım kardeşim. Şuan Sakin olma lütfen." Dedim. "Of sanki geç kalsak öldürecekler bizi," dedi. "Geç kalsak sen azar işiticeksin benim için sorun değil," dedim. Neyse ki oyalanarakta olsa derin'i okuluna götürdüm. Kendim ise adliye'ye gittim. Adliye'ye girdiğim an, danışman'a, "Günaydın, yasemin" dedim. Başını sallayarak ayağı kalktı. "Günaydın, Sayın Savcım" dedi. Bende baş sallayarak Gülümsedim. Ve odama doğru ilerledim. Kapıyı açtığım an, masamın üstünde bir çiçekle göz göze geldim. Çiçeklere zaafım vardı. Hızlı adımlarla masam'a ilerledim. Çiçeği elime aldım. Bu bir Kasımpatı çiçeği'ydi. Çiçeğin üstünde bir not vardı. Notu elime alıp sesli bir şekilde okumaya başladım.
"İlk kasımpatın,
İlk kasım'ımız,
Ne son kasım'ımız,
Ne de son, Kasımpatın
Ne bu sevgi azalacak,
Ne de sen bitti zannedeceksin
Kalbim, senin.
-Mucizen"
Kaşlarım belli belirsiz çatıldı.
Mucizen, derken?
"Bu yoksa.." dedim. Burcan olabilirmiydi? Hayır ya, yok o olamaz. O beni unutmuştur. Yanlış gelmiş falan da olabilir. Ama ben dün, burcan'dan bahsederken, Mucizem demiştim. Düşünceler beynimi kemirirken, telefonuma gelen bildirim sesiyle çiçeği tekrar masaya bırakıp, telefonumu elime aldım. Yabancı bir numaraydı
"Gece, Saat bir buçukta Sana atılan konuma gel,
-Mucizen"
Bu kim di şimdi? Acaba gerçekten gitsemmi? Ya biri benimle oyun oynuyorsa? Gitmeden göremem. Gitmesem merakımdan uyuyamam, o yüzden tek çözüm, gidicem. Telefonuma konum atıldığını gördüm.
"İyi de bu uçurum kenarı," bu konum benim mardin'e yerleştiğimden beri kafa dağıtmak için gittiğim bir yerdi.
Umarım biri bana oyun oynamıyordur.
Diye düşünürken dışarıdan gelen bağırma sesleriyle telefonumu masama bırakıp odamdan çıktım. Adliyenin ortasında, Annem olacak o kadın ile güvenlik tartışıyordu
"Girmem lazım, sen beni anlamıyor musun? Ben mona'nın annesiyim. Niye izin vermiyorsunuz!" Dedi o kadın.
Güvenlik ise bağırıyordu
"Ya sen ne laftan anlamaz şeysin. Savcımızla randevusuz görüşemezsin diyorum!" Diyerek o kadına yükseldi güvenlik
"Ben onun annesiyim! Sana ne oluyor? Kızımla görüşmek için randevu almam gerekmiyor. Çekil önümden!" Dedi o kadın. Güvenlik ise elini kaldırdı, "Ehh, yettin ha!" Dedi. Ve tam vuracakken. Koşar adımlarla o yöne doğru gidip güvenliğin elini havada yakaladım. "Sakın! Sakın, bir daha o elinin kadınlara kalktığını görmiyim. Görürsem ne yaparım biliyor musun? Kırarım!" Diyip elini sert bir şekilde geri ittim. O kadın'a dönüp baktığımda titriyordu resmen. Belli etmemeye çalışıyordu ama ben anlıyordum. "Şimdilik affediyorum seni, ama bir daha böyle bir şey görürsem, acımam! Bunu bil." Dediğimde güvenlik sadece başını salladı. O kadın'a dönüp baktığımda gözlerini bana değdirmiyordu. Yere bakıyordu. "Sana gelince, Benimle konuşmak istediğini duydum ama benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok!" Kapıyı göstererek "Gidebilirsin, daha fazla olay çıkarma," dedim. Ve bir şey söylemesine izin vermeden odama girdim. Gün boyu hem işlerimi hallettim, Hemde çiçekle bakıştım, kokladım, sevdim, notu tekrar tekrar okudum. Ve sonunda işim bitince çiçeği de alıp odamdan çıktım yasemin'e Gülümseyerek, "İyi akşamlar, yasemin" dedim. "İyi akşamlar, Savcım." Diyerek karşılık verdi. Derin'i okuldan aldım ve eve gittik. Her zamanki günlük rutinlerimizi hallettik saat 00:45 ti. Derin uyumuştu. Ben ise üstümü değiştirip çiçekli bir elbise giydim. Mavi topuklu botlarımı ayağıma geçirdim. Saçlarımı her zaman ki gibi açık bıraktım. Üzerime ince beyaz bir hırka giydim. Ve evden çıktım. 1 saate falan dönerdim muhtemelen. Merdivenleri indim ve arabam'a bindim. Konumu açmama gerek bile yoktu. Çünkü bu yolu ezberlemiştim. Yirmi dakika'nın ardından o yer'e varmıştım. Görünürde kimse yoktu. Gece olduğu için yanıma fenerde almıştım. Ama fenere gerek bile yoktu, Çünkü uçurumun biraz önünde bir salıncak vardı. O kadar güzeldi ki.. Bu salıncak daha önce burada değildi. Ama kim ne diye bir uçurumun kenarına salıncak yapar ki, arabadan indim ve salıncağı incelemeye başladım. Etrafında çiçekler vardı. Mavi ve Siyah renklerle süslenmişti. Gülümsedim
"Aynı biz gibi.." dedim. Ve arkamda bir gölge hissettiğimde ellerim buz kesti. Saçlarıma değen nefes sesini hissettim. Arkamda ki bana o mesajı atan kişi olabilirdi.
"Salıncağa bin, ve arkanı sakın bana dönme," dedi boğuk bir sesle. Sesinin neden boğuk çıktığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama Dediğini yapıp salıncağa bindim. Biraz zaman sonra kollarımda iki el hissettim. Nefesim sanki kesilmiş gibiydi. Korkuyordum.
Yavaş yavaş Salıncak sallandı. Biraz zaman sonra ise hızlandı. Resmen uçurumun üstünde salıncakta sallanıyordum. Çılgınlıktı bu.
Ama o hızlandığı gibi uçurumun dibini gördüm ve korktum. Korktuğumu hissetmiş gibi, hemen salıncağı durdurup bana arkadan sarıldı.
"Korkma," diye fısıldadı kulağıma
"Ne kadar uzağa gidersen git, hep seni bulacağım. Ne zaman düşecek olsan hep böyle tutacağım seni, Sımsıkı" diye mırıldandı.
"Ya tutamazsan ya, düşersem peki?" Diye sordum.
Cevap ise hiç düşünmeden geldi.
"O zaman bende atlarım arkandan, bende düşerim seninle," dedi.
Selamlarrr ballarımmmm uzun bir aradan sonra çok mükemmel bir bölümle geldimmm. En son sezon finalinde sizi birazcık üzmüştüm. Bu sefer gönlünüzü aldığımı düşünüyorum kjfdsjhd. Yazım yanlışı yaptıysam, affola. Hızlı bir şekilde yazdım. Gece gündüz. :) Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bu bölümde finalden bir ipucu var, onu da bulabileceğinizi umuyorum. Sizi çok seviyorum. Öpüldünüz kendinize çok dikkat edin. Yorum atarsanız çok mu çok mutlu olurum. Bayysss🤍🤍🪶
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |