
Ağlamak için, gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan
ağlayamaz mı?
Sevmek için, güzele mi bakmalı?
Çirkin tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır, özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Öldürmek için, silah, hançer mi olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah,
Gülüş, kurşun olamaz mı?"
-VİCTOR HUGO
_________________şehit töreni______________
"Aslıhan! Yüreğimi yaktın annem! Aslı'm. Annem!" Diyerek feryat ediyordu Aslıhan'ın annesi. Tüm şehitlerin ailesi oradaydı. Hepsi zarzor ayakta duruyordu. Hepsinin Yüreği yanıyordu. "Oy, Annem! Kim kıydı size? Annem! Beni niye sensiz bıraktın, Badem, gül kokulu kızım! Benim kızımın canı yanmıştır! Niye bombayla öldürdünüz kızımı?" Diyerek göğsüne vuruyordu, Badegül'ün annesi..
"Allah belanızı versin! HEPİNİZİN ALLAH BELASINI VERSİN! Benim çocuğumu babasız bıraktınız! Allah size gün yüzü göstermesin," Diyerek kucağında ki bebekle bağırıyordu, Edip'in eşi.
Tek ağlamayan biri vardı, o da, Mirandı..
Sadece dişlerini sıkarak, babasının ve annesinin tabutuna bakıyordu. Gözlerinde ki sessizlik okunuyordu,
İntikam sessizliği...
Tabutları taşımak için, askerler tepkisiz bir şekilde ayakta bekliyorlardı. Ama bu duruş, fazla da tepkisiz bir duruş değildi. Yüzlerinde maske olduğu için sessizce ağladı hepsi. Maskeleri sırılsıklam olsa bile, umursamadılar.
Yüzbaşı ağır adımlarla tabutların yanına geldi. "Asker! Başınız Sağolsun!" Diye bağırdı Yüzbaşı.
Askerler titrek bir sesle, ama bağırarak
"Vatan sağolsun!" Diye karşılık verdiler. "Asker! Sağa, Dön!" Diye bağırdı yüzbaşı. Askerler sağa döndü.
"Asker! Sola, Dön!"
Sola döndüler.
"Asker, dik dur!"
Hepsi denileni yaptı.
"Asker! Saygı duruşuna, geç!"
Hepsi ellerini alınlarına koyarak, Asker selamı verdiler. Ve, dik durdular.
"Asker! Eğil, şehit, Al!"
Hepsi eğilerek, tabutları omuzlarına aldılar. Gece timi'nin Kadın askerlerini, ve, Songül ile Mercanı, Kadın askerler omuzlarında taşıdı.
Ailelerin feryatları ise, durmuyordu. Onlar feryat ettikçe, askerler sessizce, ağlıyordu.
Kübra, yani, lara'nın ablası, Onu zarzor tutuyordu. Lara, küçük olsa bile, şuan nerede olduklarını biliyordu.
Bu anı aklının bir köşesine kazıdı lara, unutmamak üzere..
Ve, daha fazla dayanamayıp, Annesinin tabutunun peşine koştu..
Kübra, her ne kadar, "Lara! Dur!" Diye bağırsa da, ablasını dinlemedi. Koştu, koştu, koştu....
Askerlerin önüne geçti..
"Durun, ne olur, durun! İndiyin annemi!"
Diye bağırınca, askerler onu dinleyip annesini indirdiler.
Lara, ağır adımlarla, Annesinin tabutunun yanına gitti. Eliyle tabuta dokundu. "Annem," diye fısıldadı. "Anne, ben seni çok üzdüğüm için mi oraya saklandın?" Dedi gözyaşlarının içinde, Gülümseyerek. "Anne, Saklambaç mı oynuyorsun yoksa benimle?" Diye sordu.
Cevap gelmedi..
"Anne, elma dersem çık, Armut dersem de çık," dedi lara. "Elma, Armut" diye fısıldadı.
Çıkan olmadı..
"Anne, uyudunmu orada?" Diye sordu.
Yine cevap yoktu.
"Anne, uyan. Saçım dağıldı. Saçımı ör," dedi.
Annesi, örerim diyemedi.
"Anne, ben yüze kadar saymayı bilmiyorum diye, benimle dalga geçtiler. Sen bana öğret. Hadi çık oradan," dedi lara.
Ama, öğretirim diyen yoktu..
Ablası, Kübra, onun yanına gelip, kolunu tuttu.
"Lara, yapma ablacığım. Hadi gel, gidelim. O, seni duymuyor." Dedi Kübra.
Lara, kolunu çekti.
"Duyuyor o beni! Git başımdan! Annem beni duyuyor. Çıkacak oradan! O, bana yüze kadar saymayı öğretecek."
Diye bağırdı lara.
Kübra, ise acılı bir şekilde, bağırarak, "Duymuyor seni! Sana yüze kadar saymayı öğretmeyecek! Kendini avutma, o, babamın düşmanları yüzünden, Öldü! Anladın mı, öldü! Mercan Sönmez, artık söndü lara. Bizim bir ailemiz yok artık! Bunu aklına sok! Hepsi, babam, Asker oldu diye oldu." Diye bağırdı, gözyaşları içinde. Bu, lara'nın daha şiddetli ağlamasına sebep oldu.
Tam o esnada, kuzenleri, Yusuf kübra'nın yanına geldi. Kolundan tutup, göğsüne sakladı, Kübra'yı
Kulağına doğru, "Yapma, kübra'm. Yapma, güzelim. Kardeşinin daha çok canını yakma. Bana bağır, benimle paylaş acını, ama ona Yapma. O, daha küçük." Dedi.
Kübra'nın, Yusuf'un göğsünde daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı. Lara, Babasının yanına koştu.
Onun tabutunu da, indirdi.
"Baba," dedi ağlayışının arasında.
"Baba, ablam beni ağlatıyor, kalk ona kız. Baba," dedi.
Babası, ses dahi vermedi.
"Tamam, kızma, ama çık." Dedi.
Çıkan yoktu..
"Baba, ben senden sürekli oyuncak bebek istediğim içinmi, oraya girdin?"
Diye fısıldadı. "Söz, Baba. Bir daha istemeyeceğim. Ama lütfen uyan. Baba, ben Saklambaç oynamak istemiyorum. Çık lütfen, evcilik oynayalım. Saklambaç değil. Ben, seni göreyim. Sarılalım, kocaman. Lütfen çık," dedi hıçkırıklarının arasında.
Ama, onun yalvarışı da, ağlayışı da, ailesini geri getirmeyecekti.
"Baba!" Diye haykırdı defalarca. Bu, onun hayatında ki, son, sesli ağlayışı olacaktı.
Askerler, daha fazla acı çekmesin diye, tabutu alıp, omuzlarına koydular.
Ve asker yürüyüşüyle ilerlediler.
Lara ise, tekrardan peşlerinden koştu, ama yetişemedi. Minik bacakları bedenini taşımadı. Kendini yerde buldu. "Anne, Baba beni ailesiz bırakmayın," birkaç saniye sonra, yanında miran'ı gördü. Miran, ağlamıyordu. Gözünü bile kırpmıyor. Sadece, yumruklarını sıkıyordu. Elini, lara'nın elinin üstüne koydu. Varlığını hissettirdi.
O an, bir yemin etti içinden
Allah şahidim olsun ki, bende Asker olup, intikamımı alacağım. Onları kendi kanlarında boğacağım!
Lara'nın içinden de, tek bir yemin geçti, Öğretmen değil, doktor olacağım. Askerleri kurtaracağım. Şehit düşmeyecekler...
İkiside o günden sonra, şehit çocukları diye anıldılar...
_____________Şimdiki zaman______________
Lara'nın anlatımıyla..
Bir insan nasıl yıkılır bilir misiniz? Hangi acıyla? Hangi silahla? Ben, yıkıldığım o günü, aklımın en ücra köşesine kazımıştım.
Anne ve babamın şehit düştüğü, çocukluk aşkımı kaybettiğim o gün...
Ben o günden sonra, artık eskisi gibi neşeli olan o kız değildim.
Ben, lara. Doktor, Lara Sönmez.
Şehit, Yüzbaşı Mahir Sönmez'in kızı, lara. Teröristler tarafından kaçırılmış, işkence edilmiş, ama asla yıkılmamış olan o kız..
Şimdi ise, bir araba dolusu askerle, evime götürülüyordum.
Bir asker, benim ismimi bildiğini söylemişti. Ama nereden bildiğini söylememişti. Üstelik sanki, benimle on beş yıllık arkadaşmış gibi, yakın davranıyordu. Neden böyle davrandığı konusunda, beynim kendini yiyip bitirirken, ona soru bile soramıyordum. Hemen susturuyordu.
Şuan yan yana oturuyorduk. Ve benim içimi garip bir şekilde, güven duygusu sarıp sarmaladı.
Bu düşüncelerden sıyrılmak için, başımı cama doğru çevirdim. Evime giden yoldan değilde, başka yoldan gittiğini gördüm. Göğüs kafesimi kaplayan korku, bütün vücuduma yayıldı. Hemen yanımda ki askere doğru döndüm. Gözleri yoldaydı. Yüzünde siyah bir maske vardı. Diğer askerlerin Yüzünde böyle bir şey yoktu. Acaba, Yüzünde görülmesini istemediği ne vardı?
"Evin yolu orası değil, yanlış yoldan gidiyorsunuz," dedim. Sadece, göz ucuyla bana bakıp, tekrardan önüne döndü.
Bu, beni takmıyor muydu?
"Asker bey," dedim.
Asker bey, ne lara? Cahilmisin sen?
Yoksa beyefendi mi deseydim,
Uf, saçmalama! Dedi iç sesim.
Tekrardan bana doğru döndü.
Ne var? Der gibi bir bakış yedim.
"Yanlış yoldan gidiyorsunuz, diyorum. Evimin yolu orası değil," dedim.
Tekrardan önüne döndü.
Şeytan diyor ki, ağzının ortasına çak.
Melek de diyor ki, O adam seni kurtardı, saçmalama lara. Kendine mukayyet ol. Belli ki adam gıcık. Ama özel kuvvetlerden Asker. Senin bir vuruşun ona, sinek ısırığı gibi gelir. Kendine gel, kızım.
Şimdilik meleği dinleyecektim.
Ama sadece Şimdilik.
"Gideceğim yola da karışmazsın diye düşünüyorum. Bir bildiğim var, evine şuan gitmeyeceksin," Dediğinde kaşlarımı çattım.
"Pardon da, buna siz mi karar veriyorsunuz? Siz benim neyim oluyorsunuz?"
"Kimin olmamı istersin?"
"Hiç kimsem."
"O zaman kimsenim"
Dalga geçiyordu benimle! Şuan konumuz bu mu?
"Eğer beni, evime götürmeyecekseniz, beni bir durakta indirin. Kendim giderim," dedim.
Bir anda, arabayı hızlı bir şekilde sağa çekip, durdurdu.
Arka taraftan;
"Komutanım, öyle ölmeyiz füze atın." Diyen bir erkek sesi duydum. Muhtemelen, benim gibi, frenden dolayı öne doğru sendelediler.
Ben, öne doğru düşüp, sırtım, tekrardan araba koltuğuyla buluşunca hafifçe inledim. Yanımda ki, ismini bilmediğim Asker endişelenerek, "İyi misin lara? Yaralarınmı acıdı? Özür dilerim. Bir an sinirle oldu," dedi. Ve bu cümleleri söylerken, sanki ağzından şu cümle çıkıyordu; Sen, benim önemlisin. Senin için endişelendim.
"İyiyim, sorun yok," dedim. Gözlerini kapatarak önüne döndü.
"Sinirlenince, kendimden geçiyorum. Özür dilerim. Kusura bakma. Ve, bu saatte de, tek başına evine gitmene izin vermem. Götürmemde. Başına bir şey gelir," dedi. Arkadan bir kadın, "Komutanım, ne zamandan beri siz, bir dişiyi önemser oldunuz?" Dedi.
Kadını tanımıyordum. Ama, aşırı hak verdim bu dediklerine.
"Yıllar önceden beri, ipek" diye cevaplayınca ne demeye çalıştığını anlamadım. Sorgulamadım da.
"Komutanım, azıcık daha hızlı mı gitsek acaba? Yatağımla buluşturun beni, kurabınınız olayım. Şimdi düşüp şuralara bayılacağım" dedi arkadan bir adam. "Alperen dengesizine ilk defa katılıyorum, komutanım. Sinirlenmesenizde, hızlı mı gitsek acaba?" Dedi bir diğer adam.
"Emredersiniz şehrul meydan hazretleri" dedi bir diğer adam.
Adının, alperen olduğunu öğrendiğim adam, "Sensin lan, dengesiz!" Dedi.
"Kesin!" Diye bağırdı yanımda ki asker.
Ondan artık, Yanımda ki, diye bahsedeceğim.
"Keyfimin kahyası nasıl kullanmak isterse, öyle kullanacağım arabayı, Şimdi kesin!"
"Sakiiiin Komutanım" dedi Alperen.
"Alperen!" Dedi yanımda ki
"Tamam Komutanım, sustum ya"
Yol boyunca hiç kimse konuşmadı. Sadece, arkada ki iki asker birbirleriyle biraz didişip, sustular. Kafamı, cama yaslayıp yolu izledim. Burnum'dan akan kan, kuruyup kaldığı için nefes almakta zorluk çekiyordum. Arada sırada ağrılarım olunca hafif inliyordum. Yanımda ki askerin yumruk yaptığı elleriyle göz göze geliyordum. Acaba, neden sinirli?
Çok fazla sorgulamadım. Bir saat, bir müddetin ardından, askeriye'ye gelmiştik. Herkes hızlı bir şekilde arabadan indi. Ben ise, bönbön bakıyordum. Tanımadığım bir yere gelmiştim, nasıl sevinçli olabilirdim ki? Yanımda oturan asker gelip kapımı açtı. Ve, beni hiçbir şey söylemeden kucağına aldı.
"Yeter, bari burada yapmayın ya, rica ediyorum. Beyefendi, lütfen" dedim.
"Etme bana rica. Ağzına, kibar kelimeler yakışmıyor," dedi.
"Daha az önce tanıştığınız birine, bu cümleleri neden söylüyorsunuz? Hayır yani, görende kac yıllık arkadaşız sanır," dedim. Bu cümleleri söylerken, yüzümü uzun uzun inceledi. Sonrasında ise, hiçbir şey dememişim gibi, beni kâle almadan askeriye'ye girdi.
"İndirir misiniz beni? Biri görecek," dedim. Tam da, dediğim gibi, bütün gözler bizim üzerimizdeydi. Sert bir şekilde,"Önünüze dönün! Ayı mı oynuyor burada?" Dediğinde sesinden irkildim. Utançtan gözlerimi kapadım. Sonra ise, beni revir gibi, bir odaya getirdi. Etrafta her türden ilaç vardı. Beni, yavaş bir şekilde, sanki kırılmamdan korkarak yatağa oturttu. "Burada bekle, geliyorum. Yaralarına pansuman yapacağım," dedi.
Kafamı iki yana salladım.
Tam gidecekken, kolundan tuttum.
"Gerek yok, zahmet etmeyin. Ben sadece eve gitmek istiyorum" Dedim.
"Gerek varmı, diye sorduğumu hatırlamıyorum. Yaraların, iyileşsin. Öyle gidersin. Bu şekilde eve gidersen, ailen telaşlanır." Dedi.
Buruk bir şekilde Gülümsedim.
"Benim bir ailem yok. Sadece, ablam, halam ve babaannem var" dedim.
O ise, pansuman malzemelerini hazırlıyordu.
"Onları, ailen saymıyor musun?" Diye sordu.
"Bir anne, ve ya, bir baba olmayan evde benim için aile yoktur," dedim.
Pansuman malzemeleriyle yanıma geldi.
Yatağa oturdu.
"Sana, bunu düşündüren ne?" Diye sordu. Dudak büzdüm.
"Aile dediğin, Dört bir yanı, sıcacık olan, asla sıkılmadığın özlem duygusu çekmediğin, bir şeydir" dedim.
"Anne baba olmadan, bir kişi senin ailen olsun istemezmiydin?" Dedi, gözlerime bakarak.
"İstemezdim. Çünkü, aynı hissi vermezdi," dedim.
Pamuğa ilaç döküp burnuma dokundurdu. Dişlerimi sıktım.
"Ya, senin ailen senin yanı başındaysa?" Dediği gibi, bakışlarım onu buldu.
"Değil. Biliyorum" diye cevapladım.
Aramızda bir sessizlik oluştu. Burnuma merhem sürdü. Gözleri, yırtık olan pantolonum'dan süzülen kana takıldı.
"İzin verir misin?" Diye sordu.
Başımı olumlu anlamda salladım.
Bacağımı, kaldırıp dizine koydu.
Paçalarımdan, diz kapağıma kadar pantolunu sıyırdı. Yarayla göz göze gelince, gözlerini kısa süreliğine kapatıp bana döndü.
Pamuğu ilaçla ıslatıp diz kapağıma sürdü. Hafifçe inledim.
"Acıyor mu?" Dedi.
"Acımıyor," diye mırıldandım.
"Yalan söyleme, o zaman niye inledin?"
"İstemsizce oldu." Dedim.
Bu an, beni geçmişde ki, bir anıya götürdü.
Yıllar önce, bu soruyu ben çocukluğuma sormuştum.
"Acıyor mu?"
"Acımıyor"
"Yalan söyleme, o zaman niye bantladın?"
"Kanamasın diye"
"Yani, kanadımı"
"Evet"
"Kamo?"
"Söyle, yine ne oldu?"
"Öpeyim mi?"
"Niye?"
"Acısı geçsin diye?"
"Acımıyor dedim."
"Olsun, ben yinede öpeyim mi?"
"İyi, öp".......
Gözlerim dolmuştu. Yıllar önce bu diyalog miran ve benim aramda geçmişti. Şimdi ise, başka bir adam ve ben.. miran yoktu..
Artık hiçbir zaman da, olmayacaktı.
Olamayacaktı.
Yanımda ki, Gözlerime baktı.
"Neden gözlerin doldu? Seni üzen ne?"
Diye sordu. Gözlerimi kaçırıp başka tarafa baktım. "Boşver," diye cevapladım. Boğazını temizleyip, eliyle çenemden nazikçe tutup, beni kendine çevirdi. Gözlerimi kaçırdım. "Bana bak,"
Bakmadım. "Lara, gözlerini bana çevir, gözlerine bakmadan konuşamam." Diye mırıldandı. "Neden?"
"Sen konuşmasan bile, gözlerin bana ne halde olduğunu anlatıyor, Çünkü. Gözler yalan söylemez. Şimdi söyle. Seni üzen ne?" Diye sordu.
Çocukluğum, diyemedim.
"Gerçekten, boşverin. Önemseyeceğiniz bir şey yok," dedim.
Gözlerimi kaldırıp, kahvelerine baktım. Toprak'ı andırıyordu, Gözleri.
"Boşvermem gereken bir konu olsaydı, boşverirdim. Seni üzen konu ne? Söyle, güzelim,"
Kuruyan dudaklarımı ıslattım.
"Geçmiş," diye mırıldandım....
Miran Ediy Baysoy'un anlatımıyla..
Gözlerinin içine, bakıp, ağzından çıkacak kelimeyi merak ediyordum.
Kadupul, dudaklarını ıslatıp, bana döndü. "Geçmiş," dedi.
Seni üzen o Geçmiş, beni paramparça ediyor, kadupul. Senin çocukluğun benim. Ah, keşke bunu bilsen.
"Neden? Geçmiş'de ne yaşadın ki?" Diye sordum. Tekrardan gözlerini kaçırdı. "Lara, bana bak." Dediğim gibi, gözlerini bana çevirdi. "Annem ve babam öldü. Çocukluk arkadaşımı kaybettim. O başka bir yere gitti, ben başka bir yere.. Kim bilir şuan nerede? Kiminle? Ne yapıyor? Beni hatırlıyor mu?" Dedi.
Çocukluğunla şuan karşı karşıyasın lara. Benim, seni unuttuğum an, aklımı yitirdiğim an'dır. Ben seni, hem kalbime, Hemde zihnime kazıdım. Unutmamak üzere..
"Onu, seviyor muydun?" Diye sordum.
"Çok." Diye cevapladı.
"Ne kadar çok?" Diye mırıldandım
"Serçelerin gözyaşları kadar."
Bende seni seviyorum. Kadupul, Serçelerin gözyaşlarından daha fazla..
"Neyse, Şimdi konu bu değil. Pansuman yapıyordunuz siz en son." Dediği gibi, elimi çenesinden çektim.
Pamuğa, ilaç döküp yavaşça dizine bastırdım.
"Acırsa söyle," dedim. Kafasını sallamakla yetindi.
"Adın ne?" Diye sordu.
Sustum. Gerçek ismimi söyleyemezdim. Söylersem kafası karışırdı. Geçmişin hesabını sorardı. Söylemedim. "Boran, adım boran." Diye fısıldadım.
"Peki, benim ismimi nereden biliyorsun?" Dedi.
Benim kalbim, senin isminle atıyor. Kalbimi sana verdim. Kadupul, sen neyi sorguluyorsun?
"Bazı şeyleri zamanla öğreneceksin," dedim. "Şimdi, çıkar." Gözleri, fal taşı gibi açıldı. "Pardon? Neyi çıkarayım?"
"Üstünü.. Bir zahmet çıkar," dedim.
Oldu paşam, der gibi bir bakış yedim.
"Saçmalamayın yani, ilginiz için teşekkür ederim. Ama daha fazla ileri gitmeyelim. Sırtımda ki yaraları kendim hallederim" deyip, ayağı kalktı. Odadan çıkmaya kalkışacakken, bende ayağı kalktım. Kolundan yakalayıp, kendime çektim. "Otur şuraya," dedim. Aramızda sadece bir karış vardı. İşte şimdi bütün sesler sustu. Sadece gözlerimiz konuşuyordu.
Yeşil ve Kahve.
Orman ve Toprak.
Bir kaç saniye daha yüzüne baktım. Sonra ise, kendime gelip, gözlerimi kaçırdım. "Otur.." Diye fısıldadım.
"Kendim hallederim," dedi.
"Kendin halledeceksin öyle mi? Ve ben buna izin vereceğim," kafasını olumlu anlamda salladı. "Otur, Allah aşkına lara, Kendin falan halledemezsin. Ben süreceğim merhemini," diye mırıldandım.
"Saçmalıyorsunuz şuan da, asla üstümü çıkarmam. Hangi durumda olursam olayım" dedi kaşlarını kaldırarak. "Eve gideyim, ablam sürer"
"Ablan süremez, ben sürerim." Dedim.
"Ama neden? Beni tanımıyorsunuz, üstelik yarayı siz açmadınız. Neden ısrarla sürmek istiyorsunuz?" Dedi.
"Belki de ben açmışımdır yarayı, senin haberin yoktur."
Kafasının iyice karıştığına emindim.
"Ben, bana yara açanı iyi bilirim. Gönül, derin küser, yarısına yara açana, diye bir söz vardır. Bilir misiniz?" Diye sordu. Kafamı olumlu anlamda salladım.
"İşte ben, yarama yara açanı iyi bilirim. Sen, bana yara açsaydın, ben bunu bilirdim." Dedi.
Ben, sana yara açtım lara. Kalbine yara açtım. Karşına çıkmaya korktum. Karşında maskemi bile çıkaramıyorum. Ben, böyle alçak bir adamım.
"Başkalarının açtığı yaraya, ben merhem olayım. İzin ver," dedim.
Kafasını salladı. Bana sırtını döndü.
"Sırtını," dedim. "Açar mısın?" Dedim. Tişörtünü biraz yukarı sıyırdı.
Gördüğüm görüntü, dişlerimi sıkıp kasılmama neden oldu.
Gözüm döndü. Ayağı kalktığım gibi, elimde ki, merhemi yere attım.
"Ne oldu? Seni kızdırdım mı?" Diye sordu. Sert bir şekilde ona döndüm. "Kemiklerin gözüküyor, lara! Kemiklerin gözüküyor. Sırtın, kesiklerle dolu! Ve, ben buna engel olamadım. Seni koruyamadım!" Dedim bağırarak.
Odanın içinde volta atıyordum. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışıyordum.
"Beni daha önceden tanımıyordunuz ki, nereden bilebilirdiniz benim zor durumda olduğumu? Kendini neden suçluyorsunuz?" Dedi.
Kendimi suçluyorum. Çünkü, daha önceden karşına çıkıp, seni koruyabilirdim. Sen, benim senin çocukluğun olduğumu bilmiyorsun, kadupul.
"Belki, daha erken yanına gelip seni kurtarabilirdim. Ama olmadı. Sırtını deşmişler kızım! Sırtını! Nasıl hiçbir şey olmamış gibi, acı hissetmiyorsun?" Dedim. Delirecektim. Nasıl dayanmıştı bu acıya? Ben, yüzümde ki yaralara zor katlanıyorum. Sen nasıl dayandın, kadupul?
Derin derin nefesler alıp, sakinleştim. Yere attığım merhemi tekrardan elime alıp yatağa oturdum.
Lara'nın hâlâ arkası dönüktü.
Merhemi sırtına sürmeye başladım.
"Nasıl dayandın?" Diye sordum.
"Dayanmak zorundaydım. Çığlıklarımı içime attım. Beni kimse duymadı. İçim içimi yedi. Acı, bedenime yayıldı. Bedenim alıştığı için, tepki göstermedi. Ben, yara almaya alışığım," dedi.
Tek bir cümleye takılmıştım. 'Bedenim alıştığı için, tepki göstermedi.' Senin bedenine acıyı alıştıranların kafasını kökünden kopartmazsam, bende miran değilim!
"Sırtım da ki, yaralar çok kötü duruyor değil mi?" Diye sordu.
Dilimi damağıma vurdum.
"Hayır. Aksine, bedeninde ki yaralar, yüzümde ki, yaraları yapboz parçası gibi tamamlıyor." Dedim.
Kaşlarını çatarak bana döndü.
"Nasıl?"
"Yani, sırtında ki yaralar, yüzümde ki yaralara yakışıyor," dedim.
Burukça gülümsedi.
"Bu yüzden mi Yüzünde maske var?" Diye sordu.
Evet, kadupul, evet. İnsanlar, yüzümde ki, yaraları görüp benden soğumasın Diye yüzümde bu lanet maske var!
"Evet. Benimde yaralarımı gizleme şeklim bu. Yüzümde maske olmasa, sen benden korkardın. İnsanlar, beni hor görürdü." Diye fısıldadım.
Yüzümde ki yaralar, savaşın izleri, kadupul. Hepsi, gittiğim savaşlarda bana kalan izler. İzler kalır, izler geçmez, kadupul.
Elini kaldırıp, yüzüme dokundu.
"Hayır, ben senden korkmazdım. Sen nasıl benim yaralarımdan korkmuyorsan, bende senin yaralarından korkmam. Onlar, savaştan sana armağan. Belki bir gün, bende senin yaralarına merhem sürerim." Dedi.
Ben bu maskeyi ömrüm boyunca çıkarmadım, kadupul. Beni öldürsen de çıkarmam.
"Belki bir gün," Diyerek geçiştirdim.
Hâlâ sırtına merhem sürüyordum. Dokunduğum her yerin acısı, benim bedenimede yayılıyordu.
Gözümden akan yaşın, maskemi ıslattığını fark ettim.
Sen küçükken biri sana vurduğunda direkt ağlardın, Kadupul. Peki, bu acıya nasıl dayandın. Gözyaşlarını nasıl içine attın. Ben, neden atamıyorum.
Sürme işlemi bitince kremin ağzını kapattım.
"Bitti," diye fısıldadım, çatallaşmış sesimle.
Hemen sırtını kapattı.
"Uykun vardır, uyu istersen," dedim.
"Olur," diye mırıldandı.
Ben, kremi dolaba koymak için ayağı kalktım. O ise, yatağa yatmıştı. Üstünü örttüm. Işıkları kapatmadım.
Çünkü o, karanlıktan korkardı.
Yatağın ucuna oturdum. O, uyuyana kadar bekledim. Kaç kere nefes aldığını saydım.
Saçlarını okşadım.
Eskisi gibi, papatya kokuyordu.
Ağzının içinde bir şeyler mırıldandığında anlamamıştım. Anlamak için biraz yaklaştım.
"Mi..." dedi. "Miran.."
Dolu gözlerle ona baktım.
"Miran, sana yenildi." Diye fısıldadım.
Miran, senin kokuna, gülüşüne bakışına yenildi, kadupul...
BÖLÜM SONU....🩹
YAZIM YANLIŞI OLDUYSA ÖZÜR DİLERİM. SEVGİYLE KALIN🤍 ÖPÜLDÜNÜZ 💋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |