
İnsan büyür beşikte,
Mezarda yatmak için.
Ve, kahramanlar can verir.
Yurdu yaşatmak için."
-HÜSEYİN NİHAL ATSIZ
18 Mart şehitleri anısına...
"Ve la' tahsebennellezine gutilu fisebilillahi emvata. Bel ahya'ün inde rabbihim yürzegun. Ferihine bi'ma atahümullahü min fazlihi ve yestebşirüne billezine lem yelhagu bihim min halfihim ella havfun aleyhim vela hüm yahzenün. Yestebşirune biniğmetimminAllahi vefazlivveennallahe La yüziğu ecrel müminin"
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Aksine onlar diridirler. Ve rableri yanında rızıklanmaktadırlar.
O şehitler, Allah'ın kendilerine bağışladıkları nimetlere sonsuz bir mutluluk duyarlar. Arkalarından gelecek olup, henüz kendilerine katılmamış Mücahid arkadaşları adına da: 'Onlara hiçbir korku yok. Onlar asla üzülmeyecekler' müjdesiyle sevinirler.
Yine onlar, Cenab-ı Hakk'ın kendilerine olan büyük lütfu ve ihsanıyla sevindikleri gibi, Ayrıca Allah'ın, mü'minlerin mükafatını zayi etmeyeceği yolundaki va'dinden dolayıda büyük bir sevinç duyarlar"
(Al-i İmran 3/ 169-171)
🥀🥀🥀
2 gün önce....
Faruk Albay, önemli bir haber için miran'ı ve timini odasına çağırdığı andan beri miran ne diyeceğini bir hayli merak ediyordu.
Faruk Albay'ın odasının önüne gelince, kapıyı tıktıkladı, Batuhan.
İçeriden, "Gel," sesini işitince odaya girdi, hepsi.
Yan yana dizildiler. Ellerini önlerinde saygıyla bağladılar.
Miran bir adım öne çıktı.
"Kadupul timi, emir ve görüşlerinize hazırdır, komutanım!" Diyerek selam verdi.
Faruk Albay, başını salladı. Gözleri, kadupul timinin üzerinde gidip geldi.
"Kadupul timi, bir operasyon için görevlendiriliyorsunuz. Bu görevi layığıyla yerine getireceğinize, en ufak bir pürüz çıkmayacağına inandığımız, ve size olan güvenimiz sonsuz olduğu için sizi seçtik." Dedi Faruk Albay.
Kadupul timi, içten içe onların seçildiği için sevindiler.
Yine konuşan miran oldu.
"Görev nedir komutanım?"
Derin bir nefes aldı, Faruk Albay.
"Bir köyde, Sivillerin çocuklarını esir aldı terör örgütü üyeleri. Üstelik bunlar bir iki kişi değil. Çeteler. Çocukları sağ salim onlardan alıp ailelerine kavuşturacağınıza inanıyorum. Bu görev için yanınıza Efsun'u da alın, miran. Aksi takdirde zorlu bir görev olacak. Çocuklardan herhangi birinin operasyonda kılına bile zarar gelmesin. Bu konuda temkinli olun, kadupul timi"
"Emredersiniz, komutanım!" Dedi hepsi aynı anda.
Faruk Albay, Gülümseyerek, "Güvenimi boşa çıkarmayın. Çıkabilirsiniz" dedi.
Kadupul timi, odadan çıktı.
Hepsi birbirine bakıyordu. Uzun zaman sonra göreve çıkacaklardı.
Alperen, ilk defa gülmüyordu. Ciddiydi. Yerine göre davranırdı hep.
"Komutanım, ben ceydayla vedalaşmaya gidebilir miyim?" Dedi.
Miran, başını olumlu anlamda salladı.
Hepsi dağıldı, gittiler.
Miran'ın şakağını derin bir sızı esir aldı. Ya, şehit olurlarsa? Ya, lara'yı bir daha göremezse? Şehit olmak umuruna bile gelmezdi. Onun aklını kemiren konu, Lara'dan ayrılmaktı. Onu bir saniye bile yalnız bırakmak istemiyordu. Ama göreve gidip çocukları ailelerine kavuşturmak da istiyordu. Bunu lara'ya anlattığında lara'nın onu anlayacağını biliyordu.
Ama ya, onun yokluğunda lara çok ağlarsa?
Ya, cam köşelerinde saatlerce onun gelmesini beklerse?
Ya, hastalanırsa?
Beyni bu düşüncelerden kurtulmak istedi. Ama kalbi izim vermedi.
Ya, Mahir amcası gibi lara'yı bırakıp şehit olursa?
Faruk Albay'ın da dediği gibi, temkinli olmaları lazımdı. Bu görevde hiç kimseye zarar gelmemesine özen göstermesi lazımdı.
🥀🥀🥀
2 gün sonra,
Görev günü.
15 saattir yoldaydı, kadupul timi.
Görev yeri Suriye'ydi. Hepsi çok temkinli olacaklardı. Nihayetinde varmışlardı oraya. Etraf çöl gibiydi. Bulundukları yerde insan dahi yoktu. Bir dağa baktılar, en üst köşede depo gibi kocaman bir yerin olduğunu gördüler. Çocuklar burada tutuluyor olmalıydı.
"Nasıl giriş yapacağız? Çocuklar silah seslerinden korkarlar," dedi Efsun.
Gözlerini kısarak baktı depoya, Hazal.
"Türk askerinin geldiğini anlasınlar diye marş söyleyeceğiz," dedi.
İpek, "Mantıklı" diye katıldı. Yavaş ve temkinli adımlarla dağa doğru giden patikadan çıktılar. Hiçbir şeyden korkuları yoktu. Lakin Çocuklar korksunda istemiyorlardı.
Dağın tepesine çıktılar. Yüksek bir yerdi burası.
Çınar, Hazal'a döndü. "Hazal, elimi tut. Varlığının yanımda olduğunu hissetmem lazım." Dedi sadece onun duyacağı şekilde.
Hazal, konuşmadı. Gözlerini açıp diğerlerini işaret etti.
Sessiz cümlesini anladı, Çınar.
Tutarsam görürler.
Çınar da sessizce anlattı dilinin diyeceği şeyi.
O zaman koluma dokun.
Başını sağa eğdi.
Lütfen.
Hazal, derin bir nefes verdi. Çınar'ın koluna dokundu.
Miran, onlara döndü.
"Kadupul timi, hepiniz ne yapmanız gerektiğini iyi biliyorsunuz. Kimsenin kılına zarar gelmeyecek. Hayatta kalın. Size ihtiyacım var. Nefesinizi yitirmelerine izin vermeyin!" Dedi.
"Emredersiniz, komutanım!" Dediler.
Batuhan, Miran'a döndü. Onay almak için.
Miran, başıyla onay verdi. Bu, Marşa başlama onayıydı.
Aynı anda başladılar Marşa.
"Gündoğdu hep uyandık siperlere dayandık.
İstiklalin uğruna da al kanlara boyandık.
Sandılar Türk uyudu, ata cenge buyurdu.
Türkün Asker olduğunu dünyalara duyurdu.
Ülkemiz, Türk ülkesi, Aşık eder herkesi.
Üstümüzden eksilmesin, al bayrağın gölgesi."
Hepsi depodan içeriye süzüldüler.
Sandalyeye bağlanmış bir çok çocuk gördüler. Ve, onların karşısında ki, birazdan nefeslerini kesecekleri teröristleri...
Durmadılar. Korkmadılar.
Çocukların gözleri onları görünce ışıldadı adeta.
Teröristler ise, şaşkınca baktılar onlara.
Teröristlerin hepsi maskeli, çekik gözlü, sürmeliydi.
İçlerinden biri, ayağa kalktı. "Ne oluyor?"
Miran, güldü. "Türk askeri gücünü gösteriyor"
İleriye doğru iki silahla ateşledi. Havada süzülen mermi, Teröristin birini delip geçti.
Devam ettiler marşa.
"Türkün Asker olduğunu dünyalara duyurdu.
Ülkemiz, Türk ülkesi aşık eder herkesi.
Üstümüzden eksilmesin al bayrağın gölgesi."
Bir leş.
Çocuklara döndü, Alperen. Gözlerine güven vermek istermiş gibi baktı.
Çocuklar'ın yüzünde buruk bir tebessüm vardı. Hepsinin yüzü gözü yara bere içindeydi. "Kadupul! Dağılın! Hepimiz aynı yerde ses çıkarmayalım." Diye bağırdı Miran.
Kadupul, onayladı.
Batuhan, Miran, İpek ve Efsun aynı yerde savaşacaklardı.
Diğerleri farklı yerlere dağıldı.
Teröristler'den biri, Miran'a döndü.
"Siz, bize karşı yeneceğinizi mi zannediyorsunuz?" Diye sordu.
Ukalaca sırıttı, Miran.
"Zannetmiyoruz, zaten öyle yapacağız!" Dedi.
Terörist, korkunç bir kahkaha attı.
"O zaman gösterelim size kim yenecek kim, geberecek!" Diye ileri atıldı, terörist. Elindeki bıçağı, Miran'a saplamak gibi düşünceleri vardı. Ama Miran'ın refleksleri kuvvetliydi. Kenara çekildi. Ama arkasında bir teröristin daha olduğunu düşünmüyordu. Adamın Miran'a saplamak istediği bıçak, kendi adamına saplanmıştı.
Bağırarak bıçağı yere attı.
Onlar için adamlarının ölmesi hiçbir şeydi.
"Efsun! Çocuklara bak!" Dedi Batuhan.
Efsun, çocukların olduğu yere yönelip iplerini çözdü.
"Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun ya?" Dedi miran. Gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu. "Savaş yeni başlıyor!"
"Efsun! Çocukları boş bir barakaya götür. Bizi orada bekle! Güvenlikten emin ol" diye bağırdı, İpek.
Efsun, onayladı. Ama alandaki tek çocuk Efsun'un iplerini çözdüğü çocuklar değildi.
Zira, Diğerleride Çocuklara zarar gelmesin diye alanın diğer tarafinda mücadele veriyorlardı.
Alperen ve diğerleri canlarıyla önemli bir savaş içindeydi.
Çınar ve Alperen duvarı kendilerine siper almışlardı. Duvara yaslandılar.
Çınar, Batuhan'a baktı.
"Niye devam etmiyorsun? Sıksana, Komutanım!" Dedi Çınar
Alperen, umutsuzca baktı.
"Ben elendim, kardeşim. Sana başarılar dilerim. Şarjörlerin hepsi Batuhan ve Miran komutanımda kaldı. Hakkını helal et, lan! seni seviyorum!" Dedi.
Çınar, yüzünü ekşitti.
"Aşk itirafınız bittimi, komutanım?"
"Bitti"
Çınar, çorabının içinden çıkardığı şarjörü Alperen'e attı.
"Helal olsun komutanım. Ama kadupul öyle kolay pes etmez!"
Güldü Alperen.
"Adamsın lan!"
Siper aldıkları duvarın ardından korkusuzca peş peşe sıktılar mermileri.
"Hazal nerede?" Diye sordu, Alperen.
Çınar, endişelendi ama belli etmedi.
"Bilmiyorum ama, bildiğim tek bir şey var. O da; Adamları doğduklarına pişman ettiği." Dedi kendinden emin bir şekilde.
Alanın ortasında sırt sırta vererek ölümle savaşan iki kişi daha vardı.
Doğukan ve Doğa.
"Hazal yok!" Dedi Doğukan.
"Endişelenme. O başının çaresine bakar," dedi Doğa.
İyi tanıyordu arkadaşını. Dışarıdan masum, sessiz hiçbir şeye değmeyen birine benziyor olabilirdi, Hazal.
Ama operasyonda o, Hazal değil,
Lâl'di. Avına sessizce yaklaşan bir kurttu o. Kimsenin ruhu duymaz, sessizce indirirdi, Adamları. Bu yüzden ona herkes operasyonda böyle seslendirdi. Ne yapacağını iyi bilir, hedefinden şaşmazdı.
Doğa, ileriye doğru baktı. Gelecek olanı biliyordu.
"Doğukan! Ver ellerini" dedi Doğa.
Kaşlarını çattı, Doğukan.
"Ne yapayım?"
"Şaşırmanın sırası değil ellerini ver. Ağırlığımı biraz sana vereceğim." Dedi Doğa net bir şekilde.
Hâlâ sırt sırta savaşıyorlardı. Doğa, ellerini havaya kaldırdı. Doğukan, onun ellerini kendi ellerinin içine hapsetti.
İkiside nefes nefeseydi. Ve bu an, onların kalplerinin teklemesine sebep olmuştu.
Terörist, koşarak Doğa'nın karşısına geçince, gücünü Doğukan'a verdi. Doğukan ön tarafa doğru eğilince, Doğa'nın karşısına bir adam daha geldi. Bir nevi şuan Doğukan'ın kucağındaydı. Tüm gücüyle iki ayağını birden adamların göğsüne vurdu.
İkiside geriye doğru sendelediğinde, bu sefer devreye giren Alperen'di. İki adamı da arkasından vurdu.
Bir leş daha.
Doğa, minnet dolu bir ifadeyle baktı Alperen'e.
"Eyvallah!" Dedi.
"Eyvallah bizden, Başkan!" Dedi Alperen gülerek.
Ölümün ortasında bile gülmek, Vatan sevdasına dahil miydi?
Doğa ve Doğukan sırt sırta alanın içinde döndüler. Önlerine gelen, yaklaşan birini görünce direkt indirdiler. Ama durum hâlâ kritikti. Çünkü bilmiyorlardı diğerleri ne haldeydi?
Vurdular... Vurdular...Leş çıkardılar.
Ama çetenin daha çeyreği gebermişti.
Peki ya diğer yarısı neredeydi?
🥀🥀
Duvarların kenarına sinerek, önüne gelen herkesi vurarak diğer çocuklara ulaşmaya çalışıyordu, Lâl.
Telsizinden bir ses yükseldi.
"Ali bir, kadupul bir. Kadupul, sesim geliyor mu?" Diyordu telsizdeki adam.
Telsizi dudaklarına yaklaştırdı, Lâl.
"Kadupul dinlemede"
"Durum nedir?"
"Çok fazlalar, ekip gönderminizi talep ediyoruz."
"Anlaşıldı. Hemen kara ekiplerini gönderiyoruz."
Lâl, kafasını iki yana salladı.
"Hayır, kara ekibi göndermeyin çok tehlikeli olabilir. Hava ekibine ihtiyaç var. Şarjörler yetmez. Çok fazlalar" Dedi, lâl.
"Dayanın! Ekipler yönlendiriliyor"
Telsizi cebine attı. "Lâl siksin hepinizi!" Diye mırıldandı, ağzının içinde. Bir oda gördü. İçeriden sesler geliyordu. Çocuklar burada tutuluyor olabilirdi. Odaya doğru yaklaştı. Sesleri dinlemeye başladı. Olmadık bir anda girerse çocuklara zarar geleceğini düşündü. Bu yüzden biraz gürültü yapıp onları dışarıya çekip, indirebilirdi.
Önlerindeki çocuklara küçümser bir ifadeyle baktılar. Çocukların yüzleri gözleri yara bere içindeydi. Masada kesici aletler vardı.
Çocukların gözyaşları, Kuruyan tenlerinin üzerinde iz bırakarak yuvarlandı. Hepsi korkudan tirtir titriyordu. 7 erkek Çocuk. 8 kız vardı odada. Hepside daha 7-8 yaşlarındaydılar. "Bizi neden buraya getirdiniz? Biz ailemizi istiyoruz!" Dedi bir çocuk.
Güldü karşısında ki adam. Birazdan lâl'de onlara gülecekti.
"Ya," Diyerek döndü yanındaki adama, lider. Dalga geçerek dudak büzdü. "Görüyor musun, ailelerini istiyorlarmış. Hemen görürelim biz sizi ailenize. Emir büyük yerden" dedi.
Küçük kız umutla ona baktı.
"Gerçekten mi?" Dedi ışıldayan gözlerle.
Ayağa kalktı, terörist. Eliyle acımadan kızın kafasına vurdu.
"Ne gerçeği, lan! Kafamı buluyorsunuz siz benimle! Yok size aile falan! İstediğimiz paraları bize vermezlerse, ne aileniz kalır bu hayatta, ne de siz" dedi buz kesmiş bir sesle.
Kız ağlamaya başladı. Lâl duydukları karşısında sinirle soludu.
"Bakalım kim kalacak hayatta, izleyelim ve görelim," dedi.
Havaya üç el ateş etti. Çocuklar çığlık attı.
Sis bombası attı, yere. Etraf sis bulutuna kapıldı. Uzaklaştı oradan, lal.
Kapıyı açıp dışarıya çıkmalarını bekledi.
"Ne oluyor, lan? O ses neydi?" Dedi lider.
Adamlar kapıyı açıklarında sis ile karşılaşmayı beklemedikleri için öksürdüler. Tam zamanıydı. Dikkatleri dağılmıştı.
Lâl, korkusuzca karşılarında dikildi.
Adamlar, başlarını kaldırıp baktılar zar zor. Ama anlamadılar kim olduğunu.
"Kimsin lan sen?" Dedi lider açılan kapının ardından. Lâl, gülümsedi.
Başı sağa eğildi.
"Türk askeri yeterli bir cevap mı?" Dediği gibi karşısındaki adamın malum yerine tekme attı. Adam inleyerek yere çömeldi. Bunu fırsat bilen, Lâl dirseğiyle adamın sırtına vurdu. Adamın canı daha çok yandı. Lâl'in bacağına sarıldı elleri. Çekiştirdi Lâl. Ama adamın bırakmaya niyeti yoktu. Son çare olarak adamı alnının çatından vurduğu gibi, adam yere düştü.
Bir leş daha.
İçeriden iki adam, ona doğru koştular. Sisin arasından adamların yanından içeriye süzüldü. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Dikkat dağıttı.
Lider, yere çömelmiş ellerini başının arasına almış korkuyla bekliyordu.
Lâl, masanın üstündeki iki silahı alıp az önce ona doğru koşan iki adamı sırtından vurdu. Lider'e döndü.
Sadece ağzını kapatan maskesinin ardından, derin nefesler verdi.
Sinirle soludu. Buz kesmiş sesiyle, "Sıra sana da gelecek. Bekle," dedi sadece.
Çocuklara döndü.
Masanın üstündeki mikrofonu alıp onlara uzattı. "Bana eşlik edin. Türk askeriyim ben." Dedi. Çocuklar Gülümseyerek baktı ona.
"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!" Dedi, Lâl.
Çocuklar ona eşlik etti.
Tüm ses, hoparlör'den deponun içine yayıldı.
Hâlâ adamlarla can mücadelesi içinde olan, Miran güldü. "Lâl, bu! Çocukları bulmuş!" Dedi sevinçle.
Lâl'in ve çocukların sesini duyan, Çınar, "İşte benim kızım!" Diyerek daha gaza geldi.
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak!" Dedi, Lâl.
Efsun ve diğer çocuklarda bu sese gülümsedi. Efsun'un yanındaki çocuklarda onlara eşlik etti.
"O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!" Diyerek lider'e döndü.
Lider ise, ölüm uçurumun üstünde dans ediyordu. Hâlâ konuşarak, "Kesin sesini! Susun! Duymak istemiyorum sesinizi!"
Lâl, kaşlarını çattı iddialı bir şekilde.
Çocuklara döndü. "Bağırın, ve Gülümseyerek söyleyin, çocuklar" dedi.
"O benimdir o benim, milletimindir ancak!"
Tekrarladı çocuklar.
Buz kesmiş bakışları tekrardan lider'i buldu.
Lider, saçma bir şekilde, "Bak, beni dinle. Biliyorum Türk askerisin ama bana böyle senin gibiler lazım. Ne kadar istiyorsan veririm yet-" diyecekken Lâl'in alev saçan gözlerini görünce sustu.
"Ne diyorsun sen be? Ne anlaşmasından bahsediyorsun! Kes o sesini. Kesmeyeyim kökünden dilini!" Dedi, Lâl.
Masa'dan bir bıçak aldı.
"Nasıl Kesikler açtın çocukların yüzünde? Sende de deneyelim mi bunu?"
Çocuklardan biri Lâl'e döndü.
"Abla, devamını söylemeyecek misin?"
Buz kesmiş bakışları yumuşadı.
"Çatma! Kurban olayım çehreni Ey nazlı, Hilal!"
Tekarladılar.
"Kahraman ırkıma bir gül.. Ne bu şiddet bu celal?!"
"Saçmalama!" Dedi lider.
"Saçmaladığımı zannetmiyorum" dedi, Lâl ukalaca gülerek.
Ama, ensesinde hissettiği silah'ın namlusuyla kaldı öylece.
Çocuklar durdu. Adam, kolunu onun beline dolayıp hareketini kesti.
Lider, güldü. "Buraya kadar dı adamlık taslaman!" Dedi.
Arkasında ki terörist, "Son duanı et, Türk Köpeği" dedi gülerek.
Gözlerini kapattı, Lâl.
Beyninin bir kenarı, Düşün, korkma! Neydi Miran Komutanın sana öğrettiği o hareket, diye devreye girdi.
Düşün, Lâl. Dedi kendi kendine.
Nihayetinde hatırladı o hareketi. Güldü kendince.
"Eğer birisi sana arkadan saldırırsa, elleri senin bedenine dolandığı an işin kolay." Diyordu miran.
"Nasıl, komutanım?" Diyordu Hazal.
"Hemen göstereyim. Şimdi sen benim arkama geçip, ellerini belime sıkıca dola" dedi.
Hazal, başıyla onaylayıp Miran'ın arkasına geçti. Ellerini onun beline doladı.
Miran, "Eğer böyle bir şey yaşarsan, korkmadan bu anı hatırla. Kolun, eline dolanan eli, dıştan kavrayacak." Dedi.
Ve, dediğini Hazal'a uyguladı.
"Sonra?" Dedi Hazal.
"Sonrası kolay. Diğer elinle adamın avuç içini esir alıp, var gücünle teninden ayıracaksın. Ayağını, saat dokuz yönünde çevirip, Adamın Kavradığın kolunu, havaya kaldıracaksın. Ters büküp ona dengesini kaybettireceksin. Kolunu, onun belinde sabitleyeceksin. Bir ayağını havaya kaldırıp, onun başının üstünden geçireceksin. Bacağınla beline var gücünle bastırıp, yere yatıracaksın. Etkisiz hale getirene kadar üstünden ayrılmayacaksın." Dedi.
Dediklerinin hepsini uyguladı, Hazal'a.
"Ya, arkadan saldıran kişi silahlıysa?" Dedi.
"İşte o zaman işini iyi yapmaya dikkat edeceksin. Eğer ki birisi sana arkadan silahla saldırırsa ilk önce dikkatini dağıt. Sonra arkanı hızlıca dön. Silah namlusunu kendi hedefinden çevir, sağa döndür. Ne olduğunu anlamayacak rakibin. Elindeki silahı var gücünle ona doğru döndür. Eline al. Artık atış sana aittir" dedi miran.
Hazal'ın kafasına yattı bu.
"Eyvallah Komutanım" dedi.
Baş salladı.
İşte şimdi, yıllar önce öğrendiği taktiği uygulama vaktiydi.
Ama onun dikkatini dağıtmayı nasıl başaracaktı. "Kaç yıldır, teröristsiniz?" Diye sordu.
Sol melek devreye girdi. Ne diyorsun, Lâl. Bu ne saçma bir soru.
İçten içe konuştu onunla, Lâl.
Aklıma başka bir şey gelmedi.
Lider, kaşlarını çattı.
"Ne yapacaksın? Seni ilgilendiren kısmı ne?" Diye sordu.
"Düşmanı iyi tanımak lazım." Dedi, Lâl.
Arkasındaki adam, korkuyordu içten içe, Lâl'den.
Lâl, bunu adamın nefes alış verişinden anlamıştı.
"Arkamdaki, nefes alışını dizginleyip öyle savaş benimle. Benden korkarak benimle savaşman komik gözüküyor," dedi, dudağının bir kenarı usulca kenara kıvrılarak.
Adam kaşlarını çattı.
"Ne diyorsun sen? Senden korkan kim miş ? Saçmalamayı kes!" Dedi.
Lâl, dikkat dağıtmaya devam ediyordu.
"Bunu derken bile sesin titriyor. Fark et kendini." Başını yana çevirdi, Lâl.
Sis bulutu hâlâ alanda hakimiyetini sürdürüyordu.
"Geliyorlar!" Dedi Lâl.
İşte bu bütün dikkatleri dağıttı.
Adam kafasını yana çevirdi ve, refleksle silahın namlusunu Lâl'den çevirip odanın dışına hedef aldı.
"Kim geliyor?"
Lâl, bütün dikkatini yoğunlaştırdı. Adamın kolu hâlâ onun belindeydi. Koluyla onun kolunu hızlıca kavradı. Diğer eliyle avuç içinden yakalayıp belinden ayırdı.
Ayağını saat dokuz yönünde çevirdi. Kolunu havaya kaldırdığı gibi ters çevirdi. Adam, dengesini kaybedip iki büklüm büzüldü. Lâl, Adamın elindeki silahı adamın elinden almadan tutarak Lider'e sıktı.
Çocuklardan sevinç çığlıkları yükseldi.
"Devam edelim, Çocuklar. Sana olmaz, dökülen kanlarımız sonra helal!"
Çocuklar heyecanla Tekarladılar.
Bacağını, Adamın kafasının üstünden geçirip beline bastırdı. Eliyle destek verip yere yatırdı. Üzerine çıktı.
"Senin duan neydi, peki terörist köpeği?" Diye dalga geçme sırası ondaydı.
"Bırak lan beni!" Dedi adam boğuk çıkan sesiyle.
"Olur, bırakırım. Ama adını tarihten silip seni leş yaparak bırakırım seni!"
Adam, durmuyordu hâlâ konuşuyordu.
"Ne anlatıyorsun, sen?"
Az önce, eline aldığı bıçağı, hiç düşünmeden Adamın sırtına sapladı.
Silahlada garantiye almak için sıktı.
"Beyinsiz!" Diye homurdanarak ayaklandı.
Çocuklara döndü. Kollarını açıp ona gelmelerini bekledi.
Çocuklar koşarak sarıldı ona.
"Süper kahraman mısın, sen abla?" Diye sordu, erkek bir çocuk.
"Batman'e benziyorsun," dedi diğer erkek Çocuk.
"Batman kötü deyilmiydi ya?" Dedi, Lâl.
Çocuk, şaşırdı.
"Aaa, doğru o zaman sen süperman ol," dedi.
Güldü, Lâl.
"Olur," dedi. "Ama şimdi buradan çıkmamız lazım. Birbirinizin elini tutun. Sakın arkamdan ayrılmayın"
Çocuklar onayladılar.
🌼🦋
Kadupul timi, hâlâ canla başla savaşıyorlardı. Sürekli leş çıkarıyorlar ama, adamlar bitmek bilmiyordu. Doğukan ve Doğa, duvarı önlerine siper almışlardı. Ama sırtlarını ayırmadılar birbirlerinden.
Doğa, ateşlemek için başını duvarın dışına çıkardı.
"Doğa," dedi Doğukan.
Kibar bir şekilde karşılık verdi, Doğa.
"Ne var?"
"Sağ ol, çok kibarsın"
Ateşi kesip, Doğukan'ın sırtına yaslanıp nefesini dizginlemeye çalıştı, Doğa.
"Kibar cevap verecek durumda değilim. Söyle ne söyleyeceksen"
Dur durak bilmeden anında söyledi söyleyeceğini, Doğukan.
"Ne zamandır söyleyemiyorum. Ölümün ucundayız. Her an ölebiliriz, ama ben bunu söylemeden ölemem. Seni seviyorum, Doğa Demirdağ." Dedi.
Diğer duvarın ardındaki Alperen Ve Çınar şaşkınca baktı onlara.
"Lan, oha ya! Ne kadar romantik. Ölüm bize el sallıyor adamın yaptığına bak! Of, keşke ceyda burada olsaydı da bende onunla sırt sırta savaşsaydım" dedi, alperen adeta bir çocuk gibi.
Tip bir bakış attı, Alperen'e, Çınar.
"Komutanım, ne Ceydası Allah kitap aşkına. Ben burada söyleniyor muyum, Hazal gelsin birlikte savaşalım diye. Ölmeyeceğiz inşallah. Daha sonra yapın bu çılgın planı," dedi Çınar.
Ama Alperen cümledeki tek bir yere takıldı.
Ben burada söyleniyor muyum, Hazal gelsin birlikte savaşalım diye
Kocaman olmuş gözlerle baktı Alperen ona.
"Lan, sen bizim zilliyemi aşıksın?" Diye bağırdı.
Çınar, söylediği şeyin farkına vararak dudağını ısırdı.
"Dilimi eşek arıları soksaydı keşke," diye mırıldandı.
Doğa, kocaman gözlerle baktı ona.
"Ne yapıyorsun, Ne?" Dedi.
"Seviyorum işte kızım," dedi Doğukan.
Başını kenara çevirdi, Doğa.
"Bu cümleyi daha sonra cevaplayacağım," dedi.
Doğukan, hem duvarın ardından baktı teröristlere, Hemde konuştu.
"Daha sonramız yok."
Umutlu bir şekilde konuştu, Doğa.
"Kim bilir, Belki vardır"
Alperen, şaşkın bir edayla,
"Tim, Tim değil, evlilik programı mübarek. Herkes birbirine aşık. Yakında Miran komutanımla, Batuhan Komutanım ilan-ı aşk edecek diye korkuyorum." Dedi.
Çınar, şiddetle kınadı onu.
"Kınıyorum sizi komutanım"
Alperen'in bakışları ona döndü.
"Sebep?"
"Bir kere sizde Ceyda'ya aşıksınız. Biz bir şey diyor muyuz? Gıkımız çıkmıyor" dedi, Çınar.
"Oğlum, Ceyda bizim timden mi? Farklı yerlerde saklı ilişki yaşıyorum. Gerçek aşık benim. Siz dip dibe ekmek elden su gölden aşk yaşıyorsunuz" Dedi Alperen.
Çınar, gözlerini devirdi.
"Miran komutanım, o ekmekle suya el koyuyor siz bilmiyorsunuz, Komutanım"
Güldü Alperen.
"Ne yapalım, bizimde imtihanımız bu,"
🩹🩹🩹
Miran, İpek ve Batuhan bir çok leş çıkarmıştı. Ama teröristlerin bir çoğu, dışarıya kaçmıştı. Depodaki arabaların arkasına sindiler.
Batuhan, yüzünü ekşitti.
"Siktir lan, şarjör bitti" dedi.
İpek, ona gözlerini devirdi.
Cebindeki şarjörü ona fırlattı.
"Al. Bir daha yanımda böyle küfür etme," dedi.
Batuhan, baktı onun gözlerine.
"Eyvallah. Etmeyiz" Diyerek önüne döndü.
Miran'ın telsizinden bir ses yükseldi.
"Komutan Baysoy," dedi bir kadın sesi.
Oldukça nezih cevapladı.
"Ne var?"
Kadın, "Beni hatırlamadın mı?" Dedi.
Kaşlarını çattı, Miran.
"Şuan adımı bile hatırlamayacak kadar zor bir durumdayım. Kim olduğunu bilmiyorum. Bilmeye gerekde duymuyorum." Dedi.
Kadın'ın ukalaca gülme sesi işitildi.
"3 yıl önce askeriye'den kovduğun,
Kara havacılık savaş pilotu, Yüzbaşı Lila Özdemir. Bu kadar çabuk mu unuttun beni?"
Miran, elini yüzüne atarak sıvazladı.
"Lila Özdemir, Laf sokma işinde iyi olduğun kadar bu görevde de iyi olabilecek misin?"
Lila, "Yüzbaşı olduğumu, ve bu operasyonun hava desteği komutanı olduğumu tekrar belirteyim. Belli ki senin algıların kapanmış, Baysoy," dedi.
Miran, gözlerini devirdi.
"Algılarım sadece sana kapalı, Özdemir. Laf ebeliği yapacağına işini yap. Dışarıya kaçanlar var. Göster bana işinde iyi olduğunu, Kes nefeslerini," dedi.
"Olur. Emir büyük yerden sonuçta," diye karşılık verdi, Lila.
O sırada tanklar hızla kuruldu şehrin ortasına. İçlerinden Türk askerleri süratle indi. Lila, akıllı bir kadındı. Ne yapacağını adı gibi iyi biliyordu. Dışarıya kaçan teröristleri helikopterle takip etti. Biraz ilerideki minik bir eve doğru koşuyorlardı. Lila'nın gözleri adeta bir kartal gibiydim kısıldı. Adamlar, eve girdiklerinde Türk askerinden kurtulacaklarını düşündüler. Eve el bombası attı, Lila. Evi ateşe verdi. Dudağının köşesi usulca kenara kıvrıldı. Herşey onun için bu kadar basit ve kolaydı.
___________________________________
Hâlâ siper aldıkları yerde mücadele veriyorlardı. Batuhan, "Bu kadar ağır çekimde oyun yeter. Sahalara çıkmak lazım," Diyerek arabanın arkasından çıktı.
Arkasından İpek, "Yürek mi yedin, Batuhan?" Dedi.
Batuhan, arkasını dönmeden,
"Aynen, yürek yedim. Korkakmıyız biz, arabanın arkasından ateşliyoruz?" Dediği an, koluna yediği mermiyle inledi.
Miran, yüzünü ekşiterek, "Süper Kahramanlık rollerini sonraya sakla, borahan. İyi mi oldu yani şimdi bu?" Dedi. İpek, endişeli gözlerle baktı, Batuhan'a. Diğer kolundan tuttuğu gibi yanına, arabanın arkasına çekti onu.
"Ne yapıyorsun sen? Canına mı susadın, Batuhan? Kan kaybından ölürsen ne olacak?" Dedi, hiddetle.
Batuhan, yandan baktı ona.
"Umrundamıyım?" Diye sordu.
"Evet, umrumdasın. Umurumda olmasan seni çekip yanıma almazdım. Kendinde gelebilirdin. Ayağından vurulmadın sonuçta," dedi İpek.
Batuhan, baktı onun gözlerine.
İlk defa biri onu umursadığını söylemişti. Onun geçmişi, kötü bir geçmişti. Yazmaya yazarın kalemi yetmez, okumaya ise sizin gücünüz yetmezdi.
Miran, böldü bu anı. "İyi misin, Batu?"
Batuhan'ın bakışları onu Miran'ı buldu.
"İyiyim," dedi.
İpek, baktı onun kolundan akan kana.
Boynuna bağladığı yeşil bandanayı boynundan çıkardı.
"Dön bana," dedi, Batuhan'a.
Batuhan, bedenini ona çevirdi.
"Niye?" Diye sordu.
İpek, "Kan kaybından ölmek istemiyorsan bu bandanayı koluna saracağım," dedi.
Batuhan, bakışlarını bandana'ya çevirdi.
"Gerek yok. Dayanırım ben," dedi.
İpek, sinirli bir şekilde, "Sen dayanabilirsin, evet, ama akan kanı kontrol edemezsin. Uzat kolunu," Dediği gibi, Batuhan kolunu ona uzattı.
"Al," dedi. İpek, bandanayı büyük bir özenle sardı onun koluna.
O, sararken onun yarasına baktı. Batuhan ise ona..
İşine gelirdi bandanın koluna sarılması. İçten içe bir tohum ekti kalbine, Batuhan. Sevgi tohumu. Ama bunca zaman sevmeyide, sevilmeyide bilmediği için anlayamadı bunu. İpek, seviyordu onu. Hep, her zaman, her dakika. İpek, onun sadece kolundaki yarayı sardı ama, Sanki bütün yaraları sarılmıştı, Batuhan'ın. Anlamadı bunun adının Aşk olduğunu. Aşk, ne demek bunuda bilmezdi. Sevmekten korkuyordu belkide. Sevgiyi kaybetmekten, korkuyordu. Asker olduğu için kimseye gönül kaptırmak istemiyor, kimseyi yarı yolda bırakmak ona mantıklı gelmiyordu. Ama gönülün ferman dinlemediğini bilmezdi. Bilmek istemezdi.
Kalbinin bir yanında ufak tohumlardan çiçekler oluşmaya başlamışken, bir yanı geçmişin karanlığından ibaretti...
🦋🥀
Lara Sönmez.
Miran'ın gitmesi üzerine iki gün geçmişti. Bu bir günde onun benden istediği şeylere, yani yemeye içmeye uykuma dikkat etmemiştim. O, ölümle savaşırken ben nasıl üstümü örterek rahatça uyuyabilirdim ki?
Babaannemle sürekli namaz kılıp kadupul timi için dua ediyorduk. Onlara o kadar bağlanmıştım ki, korkuyordum birine bir şey olur diye.
Ablam, kitabının imza günü için Kayseri'ye gitmişti. Muhtemelen bugün gelmezdi.
Halam, komşudaydı.
Ben ise, cam köşesinde bekliyordum onu. Korkuyordum kapıma yabancı askerler gelip şehitlik haberi verecekler diye..
Göğsüm daralıyor, nefesim sıkışıyordu.
Telefonumu elime aldığım gibi, WhatsApp'a girdim. Miran'ı, 🤍 diye kaydetmiştim. Tıkladım oraya.
Mesajımı görmeyeceğini bile bile ona yazmak bir nebzede olsa içimi rahatlatıyordu.
Lara; Umarım iyisindir. Seni özledim kamo, Hemde çok. Ama dediğin şeyleri yapamadım. Sen, savaşırken, ben yemek yiyemedim. Sen, yorgunken rahatça uyuyamadım. Beni cam köşesinde bekleme dedin. Bunuda yaptım, beklemekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
Bu noktada gözyaşlarım gözlerimden düştü.
Devam ettim yazmaya.
Lara; Az önce babaannemle birlikte namaz kıldık. Dua ettik sizin için. Bana gel olur mu, kamo? Ben, sen gelene kadar hep burada bekleyeceğim. Bana ne zaman gelirsen gel, sorun yok. Ama yeter ki gel. Ben seni hep beklerim. Bir gün değil, bir ömür beklerim.
Sen yoksun yanımda. Ama, yıldızlar var. Gökyüzü var. 'Yıldız ve Işık bizim umudumuz'dur belkide. Belkide, o gökteki yıldız sensin. Işık ise, timin. Ama onlar gündüz kaybolur, sen kaybolma, onlarıda kaybetme. Onlarıda kendinide her ne olursa olsun bana getir. Eksiksiz.
Kapımın aniden açılmasıyla telefonumu kapatıp Gözyaşlarımı sildim.
Gelen kişi, babaannemdi.
İçeriye girip, oturduğum koltuğa oturdu.
Elini dizime koyup şefkatle baktı gözlerime.
"Sen neden ağlaysun, kizum?" Dedi ordu şivesiyle. Gülümsemeye çalıştım.
"Ağlamıyorum, babaanne. Nereden çıkardın bunu?" Dedim.
Başını sağa eğdi. "Gözlerin öyle demay? O deli oğlan içunmi ağlaysun sen? De bana hele," Dediği gibi gözümden bir yaş düştü.
Elini kaldırıp gözyaşımı sildi.
"Evet, o deli oğlan için ağlıyorum, babaanne. Ya, gelmezse?" Diye sordum.
"Gelur kizum. O seni bırakmaz. Onda o göz yok, seviyor senu. Gözlerinden belli eday bunu. Senu görünce ışılday gözleri. Gelir sağa" dedi.
Hafif sesli güldüm.
"Sen nasıl farkettin bunu?" Diye sordum.
O da güldü.
"Fark edulmeyecek gibu değul. Dışarudan bakan kişu bile bunu fark eder. Siz çok seviyorsunuz birbirizi. Anladum ben buni," dedi Babaannem.
Sarıldım ona.
"Gelir mi gerçekten? Bırakmaz değil mi beni?" Diye sordum.
Saçlarımı okşadı. "Bırakmaz. Ha onda o göz yok. Hele bir bıraksın senu, oyarım o gözleruni pompalıyla," dedi.
Pompalı, babaannemin en meşhur tüfeğiydi. Salonun ortasında Duvara asılıydı. Ne zaman tepesi atsa ona giderdi. Dedemden geriye kalan tek şey oydu.
"Sendemi dedemi hep böyle cam köşelerinde saatlerce bekledin?" Diye sordum. Bu soru canını acıtmıştı. Gözlerinden belliydi.
Kafa salladı sadece. "Benimki bağa gelmedi, ama senunki sağa gelecek. İnan buna" dedi.
Eliyle gözümdeki bir yaşı daha sildi.
"Ağlama şimdi. Acutma canını." Kafasını çevirip saate baktı.
Saat 00:45 olmuştu. "Saat geç olmiş kizum. Ben yatayim. Sende ağlama da," dedi.
Bu pek mümkün değil babaanne.
Yinede kafa salladım. Gülümseyerek oda dan çıktı.
Gökyüzüne çevirdim bakışlarımı.
Ay, hâlâ oradaydı. Biraz uzağında ise Yıldız... Yıldız'ın ışığı aydınlatıyordu sanki karanlık gökyüzünü.
Tekrardan elime telefonumu aldım.
Yazmaya başladım ona.
Lara; Ben küçükken babam da senin gibi göreve gittiğinde gelmezdi bir süre. Anneme sürekli ne zaman gelecek diye sorardım. Bana, yüze kadar say, gelecek derdi hep. Gelmeyeceğini bile bile, yüze kadar saysam yinede imkansızlıkları göz ardı edip bana gelir misin? Gelirsin değil mi? Saymaya başlayacağım. Sende geleceksin:) Ve seni çok seviyorum, kamo. Bunu ne zaman görürsen gör. Bu kural asla değişmeyecek♥︎
O gece, minik kadupul ile birlikte yüze kadar saydık.
Miran gelmedi
Minik kadupul üzüldü. İki yüze kadar sayalım dedim. Saydık.
Miran gelmedi.
Minik kadupul'un dudakları titredi. Ağlama, miran gelecek üç yüze kadar sayalım dedim. Saydık.
Miran gelmedi.
Pes etti onun minik kalbi. Ağlamaya başladı. Susturamadım onu. Sadece yanımda ağladı. Ben ise saymaya devam ettim. İmkansız olduğunu bile bile.. Minik kadupul, bir süre sonra yanımdan ayrıldı. Sadece ben, Ay, Yıldız ve, Yıldız'ın ışığı kaldık.
Beklerken de olgunlaşır insan...
Her derde ilaçtır zaman..
Ama benim derdime ilaç olacak kişi, benden kilometrelerce uzaktaydı...
🥀🩹
Hazal, ve Efsun Çocukları birbirlerinden ayırmadan deponun çıkışına yöneldiler.
Çocukları, tanklarda ki Askerlere teslim ettiler. Sayıca bir çok fazla araba gelmişti.
Efsun, koşarak geri döndü, Diğerlerini almak, ve etrafta nefes alan terörist kalmışmı diye bakmak için.
Hazal, orada tanımadığı bir askere baktı.
"Dikkat edin, hemen geliyoruz" dedi.
Asker, baş sallayarak onayladı.
Hazal, patikadan koşarak çıktı.
Deponun dış tarafına saklanmış bir terörist daha vardı. Kimse onu fark etmedi.
Hazal, Depo'ya tekrardan girecekken adam, gözünü dahi kırpmadan Hazal'ı sırtından iki kez vurdu.
Bedenine saplanan keskin acıyla olduğu yerde durdu, Hazal.
Yetmedi. Adam durmadı. Hazal'ı arkasından tüm gücüyle iterek dağ'dan düşürdü.
Helikopter'den, dağ'dan aşağıya düşen Hazal'ı gören Lila, Gözünü kırpmadan adamı vurdu. Peş peşe ateş edip bedenini delik deşik etti.
Lila, elleri titreyerek telsizi eline aldı.
"Miran," Dediği an, hemen karşılık geldi.
"Ne oldu?"
"Miran, Lâl.." diyebildi sadece, Lila.
Anladı miran, bir şey olduğunu.
"Hayır Hayır!" Dedi.
Yanındaki Batuhan, "Ne oluyor, Miran?" Dedi. İşleri bitmiş, komutanlarının yanına doğru geliyordu, Kadupul timi.
Alperen, gülerek "Hallettik, komutanım. Her yer ter temiz" dedi.
Miran, "Lâl.." Dedi sadece, Batuhan'a.
Hazal'ın ismini duyan Çınar,
Olduğu yerde duraksadı.
"Lâl, vurulmuş," diye devam etti, Miran.
Çınar'ın başından aşağıya kaynar sular döküldü. Hemen depo'nun çıkışına doğru koştu, Çınar. Deponun yanında yerde yatan teröristi görünce, daha da delirdi.
Patika'dan koşarak aşağıya indi.
Tanklarda ki askerler çocukları zar zor zaptettiler. Hepsi Hazal'ı görünce yanına koşmak istediler. Alandan biraz uzak bir yere götürdü askerler onları.
Patika'dan indiğinde yerde yatan Hazal'ı gördüğünde donup kaldı. "Hazal.." Diyen sesi kısıktı. Zar zor adımlarla yürüyerek yanında diz çöktü. "Hazal'ım.." kalbine derin bir bıçak saplandı.
Hazal, zar zor gözlerini açıp gülümsedi ona.
Kesik bir nefes verdi, Hazal.
Kadupul timi'de koşarak geldiler yanı başlarına. Hepsi donup kalmış, kimseden ses çıkmıyordu.
Zar zor, "Çınar.." dedi Hazal.
"Söyle, Hazal'ım" derken yanağından süzülen yaşlara engel olamıyordu Çınar.
"Beni sevmekten asla vazgeçme. Bu bir son değil."
Boynu büküldü, Çınar'ın. "Kendimden vazgeçerim. Senden asla" diyebildi.
Konuşacak gücü yoktu, Hazal'ın.
Miran'a döndü bakışları.
"Komutanım.." Diye fısıldadı.
Miran, dolan gözlerini gizlemeye çalıştı.
"Söyle asker" dedi.
"Bayrak size emanet. Bayrağı yere değdirmeyin. Kadupul timi, Arkamdan ağlamayın. Düşmanı sevindirmeyin. Çocukları ailelerine teslim edin. Ve, beni unutmayın. Yıllar sonra bu tim'den bir Hazal geçti diyin."
Elini kaldırıp, Çınar'ın yüzüne dokundu.
"Ağlama. Sil yaşlarını, Ben, ait olduğum yere gidiyorum. Başkasını sev, sevgiye küsme. Ama benide unutma, Çınar. Ben, sevmeyi senden öğrendim. Seni hep seveceğim," dedi. Eli, Çınar'ın yüzünden yere düştü.
Çınar'ın ağlaması şiddetlendi.
Hazal'ın buz kesmiş elini tuttu.
"Nefes al! Hazal, Nefes al!"
Diye haykırdı.
Miran, gözlerinden düşen yaşlara engel olmadı.
Batuhan, herkesin içinde ağlamayı sevmezdi. Başını sağa çevirdi. Gözünden bir damla yaş süzüldü.
İpek, yaşlara boğuldu.
Doğa, Hazal'ın yanı başına çöktü. Buz kesmiş diğer elini ısıtmayı denedi.
Doğukan, Ve Alperen ise, sesli ağlayamadılar ama içlerinde ki çığlıklarını bir kendileri duydu.
"Hazal! Bende kal gitme" diye fısıldayıp onun üzerine kapandı, Çınar.
Hepsi gelen sonun farkındaydı.
Küçük Hazal, haberde ağlayan teyzeleri görünce annesinin yanına gitmişti.
İşaret diliyle ona, "Anne, neden onlar ölmüş?" Dedi.
Annesi, kızının önünde diz çöküp saçlarını okşadı. O da ellerini kaldırıp
"Sen, bir bahçeye girsen hangi çiçeği seçersin?" Diye sordu. Hazal, elini çenesine atıp biraz düşündükten sonra, elini kaldırıp, "En güzelini," dedi.
Annesi gülümsedi. "Allahta en sevdiğini yanına almış kızım." Dedi.
Hazal, ışıldayan gözlerle baktı annesine.
"O zaman bende Asker olacağım. Allah benide sevip yanına alsın" dedi.
Annesi, buruk bir tebessüm ile ona baktı.
Elini kaldırıp, "Olursun tabii. Hatta sen en güzel Asker olursun. Ona ne şüphe" dedi...
Dağlar, taşlar, yer gök, Hazal'a ağladı.
Bulutlar, Vatan'ın gözyaşları misali, Şiddetle içindeki suları Gökyüzün'den yer yüzüne boşalttı. Yağmur'un şiddetiyle Çınar elini kalbine vurarak feryat etti.
"Lâl'im ben, dilsizim, sessizim. Bir hiçim"
"Hiç değilsin benim için herşeysin sen. Lâl değilsin, bakışın bana tüm destanları sunuyor. Konuşma tamam. Ben yine anlarım seni. Ama sende benim sözlerime bakma, gözlerime bak. İnsanlar, seni anlamazsa sessizliğine ben ses olurum."
Ağır Lazca bir ağıt yaktı gökyüzü.
"Ma mu p'a doso vida gyuli çkimi.
Ma uskaneli varmaxenet'u.
Gyuli çkimi.
Si domçvi do domxali gyuli çkimi.
Ben sensiz yapamazdım.
Ben ne edeyim, nereye gideyim?
Sen beni yaktın kül ettin, gülüm oy.
Lâl'im oy..
Hazal oy.."
Tüm masallar mutlu sonla bitmezmiş.
Tüm çiçekler her bahar açmaz, bazen solarmış.
Her merhem iyileştirmez,
Her insan yarayı kapatmazmış.
Her aşk bitmez,
Her yara kapanmazmış.
Hazal Lâl Yıldız, yıllarca ailesinin sesine hasret kalıp, üzerine titrediği o kız.
Bir evin tek kızı, Annesinin papatyası,
Babasının Asker kızıydı o.
Vatan topraklarını can vermeyi küçüklükten beri aklına yazmış, bu hayalden vazgeçmemişti. Toprak, en güzeli kendine seçmişti.
Sevgiye inanmazdı. Bir vatan sevgisini bilendi o.
Çınar'ın ona olan sevgisine kalbi daha yeni inanmıştı.
En çok dokunan şey ise, Bir kereden çok sarılamamışlardı birbirlerine.
Her aşık kavuşmaz bu satırlarda.
Ama her kalpte öyle kolay vazgeçmezdi sevdiğinden.
Hazal Lâl Yıldız, 18 Mart'ta gözlerini sonsuzluğa sıkıca yummuştu...
"Vurulmuş tertemiz alnından,
Uzanmış yatıyor.
Bir hilal uğruna, ya Rab!
Ne güneşler batıyor.
Ey! Bu topraklar için,
Toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse
O, pak alnı değer."
Yazım yanlışları olabilir. Kusura bakmayın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |