
Cavit;
-Lisedeyken öğretmenimizin anlattığı bir konuşma faslını düşünüp dururum bazen.
İlk esnada hayat kolay gibi gelir derdi felsefe öğretmenimiz.Daha sonra hızlı adım atarken birdenbire yavaşladığınızı göreceksiniz. Güneşli bir hava beklerken birdenbire yavaşladığınızı göreceksiniz. Güneşli bir hava beklerken birdenbire şimşeğin çaktığına ve yağmurun yağdiğina tanık olabilirsiniz. Hırs yaptığınız herşey sizin için olumlu olduğu gibi büyük bir kayıpta olabilir. bunu unutmayın.
-Okul yıllarında yaşadığımız herşey meğer pembe gözlüklerle baktığımız o tatlı hatıralarmış Tuncay. Okulu asmak için öğretmenimize kurduğumuz o tuzaklar ve annemize söylediğimiz pembe yalanlar...
Hayatın acı tatlı anılarını yudum yudum içerken Kenan denen o arkadaşımla beraber edebiyata olan tutkumuz sayesinde katıldığımız o münazara günleri bize böyle bir keyif verirdi ki.
Şimdi herşeyden soyutlayıp kendi iç dünyasına dönen bakımsız bu pis sakallı adamın lanet olası kumar uğruna döktüğü gözyaşları acaba neyle sonlanacaktı?
<<Benim sonumda mı böyle >>diyerek içinden konuştu Cavit. Kafasını yere eğdi. O mutlu sonlar sadece aşk filmlerinde veya La fontaine masallarında mı kalmıştı acaba? Koca bir labirentin içinde kaybolan bu sefil adamın gideceği yer neresi ? Çocukken büyükannemin anlattığı ışık yanan yer veya karanlık yer miydi?Tehlikeli bir sandalyede oturup elleri kolları bağlanmış bir mahkum gibi hissediyordum kendimi . Bedenimde gezinen her kıvılcım beni ayak parmağımdan beynimin en uç noktasına kadar titretiyor, her ateş anında daha bir yok olacağımı sonumun ya bir ölüm ya da daha beter bişey olacağını düşünüyordum.
Tuncay , her defasında kendini gürül gürül yağan yağmura bırakıp kafasını gökyüzüne kaldırarak
-Baba heryer karanlık, zifiri karanlık edebiyete kadar sensizlik ve alaca karanlık diyen Tuğra'nın bağırdığını duyuyor ve o beton zeminin üstüne çıplak dizlerini koyarak hüngür hüngür ağladığına tanık oluyordu.
Tuncay;
-Rahmetli büyükbabam hep Tuğra'nın karşısına geçer, onu güldürmeye çalışır, soytarılık yapardı. Onu mutlu etmeye çalışırdı evdeki herkes.
Hatta ne zaman top oynamaktan dönüp evime gelsem yetmiş yaşındaki Hacer nenem hep şöyle derdi.
<<Ah bu bizim deli oğlan Tuğra. Yine hastalanmış , yine yağmurun altında saatler boyu öylece kalakalmış. Mis gibi bir ihlamur kaynatayım ona öksürüğüne iyi gelir>>
-Sevgili nenem hala yaşıyor. dedi Tuncay. Cavit'e dönerek.
Aradan tam on sene geçti. Şimdi seksen yaşında ah o kadersiz neneciğim . Ne zaman evimizde bu olay konuşulsa hala gözleri dolu dolu olur ve gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülür.
Şimdi herşey değişmiş ve amcam Tuğra'yı bir ayakkabı tamircisinin yanına vermişti. . Onu evlendirmek konusunda ısrar eden neneme Tuğra hep çıkışır, kendini karanlık bir odaya kapatırdı.
Tuncay'ın daha yedı-sekiz yaşlarındayken <<Kont>>denilen kediyle oynayarak karşısında nasıl kızdırıp şaklabanlık yaptığını Cavit anlattı ve bu sahneye hep beraber güldüler.
Daha sonra hafiften bir yelin serin serin esişi...
Köpüklü bir dev dalga ve kayalara vurmasıyla beraber çıkan o uğultulu ses efekti...
Yemyeşil otların ve mis kokulu çiçeklerin arasından geçerek denizin o uzak yerlerine ilerlediler bu iki arkadaş.
Çılgınca dans ettiler, dans ettiler, dans ettiler...
İşte o an kendilerini denizin engin sularına bırakıverdiler.
Ve sanki yeniden canlanmıştı o eski dostluklar...
Heeey! Eski dost ne güzel bir gün değil mi? Vallahi öyle Tuncay. Eski günlerin acısını mı çıkarıyoruz sence ne dersin?
-Hayatın bize attığı küstahça bir tokat bu? dedi Tuncay.
-Hayata biz tokat atalım bu sefer ne dersin?
-Sanki yılanın boğayı atması gibi hı! Çok ilginç diye cevap verdi Cavit.
Çok uzak sığ noktalara kadar yüzdüler...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 293 Okunma |
134 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |