38. Bölüm

37.bölüm

havva uzunoz
turuncureesam

Bir gün onu görmüştüm düşümde Sadık'ı; eğilerek kulağıma fısıldadı ve bana şöyle dedi.

-Sen kumar illetinden kurtulacaksın güven bana.

Eğik yamaçlı yokuştan yavaş yavaş ilerleyerek uzun bir yoldan geçti Sadık ile Cavit.

Kırmızı renkli arabanın tekerlekleri leş gibi çamur olmuştu.Kayalıkların tepesine oturup okkalı bir türkü patlattılar ikisi de mola yerinde.Sonunda bir yerde durup arabadan indiler ve yokuştan biraz aşağı inerek bir yere vardılar. Burada Kapısı yeşilliklere açılan bir çelik kapı ve kocaman bir portakal ağacı vardı. Bahçede ekili çiçek ve lahanalar.

Ve elinde koca bir su testisiyle gezen siyah giyimli bir adam vardı.

Şiddetli esen ayazdan dudakları ve rengi solmuş bir adam suratını çevirerek Cavit'e şöyle dedi.

-Ah bir küçük garip adam .Acı bir şarkı melodisi geçti ömrün ha. Otur da çayımdan ikram edeyim ikinize.

Sonra oturup beraber askerlik anılarından bahsettiler.Cezaevine nasıl düştüğünü ve neden böyle bir illete bulaştığını sordu ve ,konuşmamak konusunda ısrar eden Cavit'e bir valiz dolusu para getirdi.Adam koyu ve içine gömülmüş tırnaklarıyla ona şifreyi nasıl çözeceğini gösterip,

-Bak Cavit dedi.Çocukken ne zaman üşüsem sizin evinize sığınırdım. Benim önüme o meşhur nohutlu pilavlardan koyar yedirirdi o rahmetli anneciğin.Ne zaman kitabım defterim olmasa onları bana hep sen temin ederdin ,ne zaman üzerim açık uyuyakalsam benim üzerimi sadece sen örterdin Cavit,bunu sakın unutma.

Sonsuzluğa doğru elini uzatmıştı sanki Cavit'e Eşref bey. Ne tatlı ,ne de duygulu bakıyordu mavi gözlü kız bana.

Tek dert ortağı sırdaşı olmuştu yıllar boyu Cavit'in .Başını omzuna koyup içini döktüğü tatlı bir sevgiliydi sanki. Ne zaman kendini onun engin sularına atsa mavi gözlü kızın onu kucaklayıp bağrına bastığını hissediyordu sanki Cavit.

Biraz rüzgarlı serin bir havaydı.Ayak seslerinden anlamıştı Sadık'ın yanına yaklaştığını.Ah yine koca postallar , yine o deri ceket ve yanındaki dostumuz Fuat.

Tabi ki ben Eşref beyle konuştuktan sonra hep birlikte ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girdik.Ve işte akşam olmuştu.

Şu kuru soğuk kış mevsiminde Sadık'ın kafasını göğe kaldırıp göçmen kuşlara uzun uzun baktığını ve kollarını açarak onları selamladığını gözlemledi Cavit.Sanki eski film sahnesi kopmuş yeni bir film sahnesi başlamıştı artık. Yine iki mavi uçurtma uçurdular dostlarıyla.

Ve hep bir ağızdan bağırdılar.

-Hey dostluk hey !hey !hey ! diyerek.

**********

İşte deniz'in karşısında Cavit'in Şehriban'a yazdığı o son sözler

Bugün kasımın 17. günüydü;

Ah ne iyi olurdu Şehriban şimdi yanımda olsaydı.Oysa yalanlarla dönen hayatımın aydınlık bir ışığı olacağını sanıyordum Şehriban'ın .Nereden bilirdim bir gün evli olduğunu Şehriban'ın kulağına gideceğini.

Onu vapurda öpücüklere boğarken elimden kurtulmak isteyen Şehriban'ın sadece seni affettim Cavit ne olur sen de beni affet, demesini o kadar çok isterdim ki.

Şehriban yarı şımarık yarı olgun yarı öfkeli bir kızdı. Hatta birkeresinde halasının o muhteşem yalısının önünde çiçekleri sularken arkasından dokunduğu elin ben olduğunu bilmeyen Şehriban'ı nasıl hatırlamam.

Sonra elindeki hortumu alıp beni bir güzel suladığını.Hatta birkeresinde çam ağacının arkasına saklanıp o dondurucu kış soğuğunda elindeki koca bir kartopunu kafama fırlattığını...

Ah Şehriban ne olurdu şimdi burada olsan ve ziyaretime gelsen.Seninle yaşamanın sevinci böyle ızdırapmı olacaktı?Sonu böyle bir matemle mi bitecekti?Acaba şimdi nerelerdesin?Burada olmanı ve o masum ellerini tutmayı o kadar çok isterdim ki...

Cavit'in günlüğünden

Ve ertesi gün sabahın çok erken saatleriydi. Koca bir vapurun büyükadaya giderken kalkış saatini an an izlemek ne kadar da mutluluk veriyordu bana.

Ve iskeleye oturup Şehribanla konuştuğumu hissediyordum.

Ey Şehriban!

Bazen nasıl da sinirlendiğin zaman tavanı o elemli gözlerle seyreder nasıl da gözyaşı dökerdin?

Halen senin yokluğunu hissediyor, seni çok özlüyorum. Oysa kabaran öfkesinin altından ne kadar da tatlı bir ruh alemine bürünürdü o İstanbul kızı Şehriban.

Şu anda mavi gözlü kızın yırtıcı dalgaları bile gelse onu bile aşarak sana kavuşabilirdim aslında biliyor musun?

Ki o kadar özlemiştim seni Şehriban.

O kadar hasret duyuyordum ki sana. Bir an önce sana kavuşmak en büyük hayalimdi ey İstanbul'un tatlı kadını.

Ey İstanbul!

Kafesten kaçan kuş kadar özgürüm ben işte.

Sabah poyrazı hafif hafif eserken denizin o sert köpükleri dalgalara nasıl da sert bir şekilde çarpıyordu.

Ve yaylaların aşağı yamacında sadece başları gözüken minik minik kuzucuklar.

Ey İstanbul!

Nasıl da başkaldırmıştık be bütün haksızlıklara.

Nasıl da direnip cesaretle savaşmıştık ha bu acımasız hayatla.

Ve yine sen mavi gözlü kız.

Ve yine hoyratça dalgaların kanatları arasında gözüken Şehriban'ın yansıyan portresi.

Koca bir bardak vişne suyu ve birkaç tane patatesli poğaça ile kahvaltı yaptım.Denizin mavi ışıltısını izlemek çok hoşuma gidiyordu. Anlaşılan Sadık halen mışıl mışıl uyuyordu. Öğle yemeğini restorantda yedim Sadık'çığımla beraber.

Sebzeli pilav, Şinitsel köfte ve koca bir kasenin içinde oldukça bol köpüklü bir ayran. Daha sonra ardından demlice bir çay.

Saksıdaki kasımpatı ve mum çiçekleri...

 

Bölüm : 01.01.2025 22:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...