2. Bölüm

1.

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

Geçmiş zaman, Eylül 2011

 

“Sessiz bir şarkı gibiydi çığlıklarım.

 

Benim sonsuz zamanda soluksuz dile getirdiğim.

 

Senin bin bir inatla beni dinlemediğin.”

 

Hazan mevsimi görevini üstlenmiş bir şekilde vücutları ürperten rüzgârını tenlere bahşediyordu. Güneş gökyüzünde tüm azametiyle bulutların arasından arsızca yükseliyordu. Özüm, şenlik havasına bürünmüş kalbiyle Marmara Üniversitesinin kapılarından geçip gelmeyi sonunda başarmıştı.

 

Fakültenin tam önünde bir heykel edasıyla dimdik durdu. Yolun iki yanında da oturmak için banklar sıralanmıştı. Fakültenin giriş katının camlarında demir parmaklıklar takılıyken ikinci katında bu kısım yerini özgürlüğe bırakmıştı.

 

Özüm etrafından geçip giden insanlara aldırış etmeden münzevi bir ruh haline sarıp sarmalanmıştı. Şimdi ise fakültenin önünde büyük bir feveran içinde kuşlar gibi çırpınan kalbiyle yakamozlanan bakışları eşliğinde tabelaya bakıyordu.

 

İşte sonunda olmuştu. Ellerinin arasında parmaklarını acıtırcasına sımsıkı tuttuğu defterler ile birlikte gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Yıllarca istediği bölümü sonunda kazanmış olmanın haklı gururu ile okulunun tabelada yazan ismini okuyordu. Atatürk Eğitim Fakültesi…

 

Özüm Sönmez, sonunda öğretmen olmanın ilk adımını bu üniversiteyi kazanarak atmıştı. Bugün öğrenci olarak girdiği bu fakültenin kapılarından dört yıl sonra öğretmen olarak çıkacaktı. Özüm’ün hayalleri vardı. Öğretmen olacak minik öğrencilere elinden gelen her türlü yardımı yapacak, sonsuz desteğini onlara sunacak, hayata onların gözüyle bakarak yaşantısını şenlendirecekti. Şimdi ileriye doğru bir adım dahi atmadan yıllar yıllar sonrayı hayal ederek vakar duruşuyla geleceği zihninde canlandırıyordu. Ta ki arkadan gelen nüktedan sesi duyana kadar.

 

“Kızım yürüsene ya, bu ne duygusallık böyle? Alt tarafı orada Eğitim Fakültesi yazıyor. Dikkatini çekerim o tabela da yazan tıp ya da hukuk fakültesi değil," diyen kişi Özüm’ün en yakın arkadaşı Hande’den başkası değildi. Sözlerinin alaycılığı canını sıksa da bunu tüm gününe yayma niyeti yoktu. Kaşlarını çatarak ona yapmacık bir kızgınlıkla bakışlarını döndürdü.

 

“İki dakika Hande," dedi sertçe. “Sadece iki dakika izin ver de yıllardır hayalini kurduğum şu anın keyfini doyasıya çıkarayım.” Dişleri arasından çıkan cümleleri öylesine tehditkâr buyurdu ki Hande onun bu hali karşısında korkudan bir adım gerileyerek yalandan birkaç öksürük ile gözlerini kaçırmak zorunda kaldı.

 

“Aman aman bir şey demedik hemen de alınıyorsun. Yalnızca biraz daha beklersen ilk günden günlerce uykularının kaçmasının müsebbibi olan o ilk dersi kaçıracağını haber vermek istedim. Gerçi ilk günden ne işimiz var bizim burada Allah aşkına. Lisede miyiz arkadaş? Üniversiteli olduk üniversiteli, sayende onun da ayrıcalığını yaşayamıyoruz. Nerede özgürlük? Ben üniversitenin bana tanıdığı hürriyeti iliklerime kadar hissetmek ve yaşamak istiyorum. Senin sıkıcı, aşırı duygu yüklü sahnelerine şahit olmak istemiyorum kızım.”

 

“Amma da konuştun Hande yürü hadi yürü. Hatice teyzeme söyleyeyim bu özgürlük zırvalıklarını bir de ona anlat bakalım, okulun ilk gününden senin derse girmeme isteğine o ne cevap verecek, merak ediyorum doğrusu.”

 

“Oldu hemen tehdit, hemen şantaj… Nerede benim derslerden firar ederken sırtımı aslanlar gibi dayayacağım dağ gibi arkadaşım, dostum, biricik kardeşim?” Gelecekten menfaat sağlamak için bir kedi gibi yanaşmaya çalıştığı sırada Özüm “Hande!" diyerek ikaz dolu ses tonunu arkadaşına ulaştırırken bakışları onu onaylamaz bir haldeydi.

 

“Tamam Özüm Hanım öyle olsun bakalım, bugün daha da konuşursam, ağzımı açarsam ne olayım," dedi ellerini göğsünün altında birleştirip gözlerini kaçırarak etrafa dargın bakışlar atmaktan geri durmadı.

 

“Sen özgürlüğünün değil de bu gidişe Hatice teyzenin terliğinin tadını iliklerine kadar hissedeceksin gibi geliyor bana ya, neyse!” Hande’nin kolundan çekiştirerek onun küskün bakışlarına aldırış etmedi. Arkadaşının tüm burukluğuna rağmen fakültenin içine doğru onu sürüklemeye başladı.

 

Özüm, yüreğindeki coşku ve heyecan sayesinde ne arkadaşının limoni tavırlarına ne de mızmızlanmalarına aldırış etmiyordu. Aslında bir yandan Hande’yi de anlıyor dahası hak veriyordu. Onun tüm istediği tam anlamıyla hür olmaktı. Gideceği bölüm ise şu saatten sonra artık fark etmezdi. Başına buyruk yaşamak, kimsenin baskısı altında kalmadan nefes almak, boyunduruk altına girmeden hayatını idame ettirmek istiyordu. En büyük hayali ise bambaşkaydı. Hayallerini namı diyar terlik atmada ün salmış annesinin korkusu ile sekteye uğratmıştı. Ayrılık acısı da üzerine gelip çatmış ve Hande’nin geleceğe dair tüm düşlerini yakıp yıkıp geçmişti.

 

Hande tüm cesaretini toplayarak gizlice tercih yapmaya kalksa da annesi bunu son anda fark etmişti. Genç kız böyle bir işe kalkıştığı ve düşündüğü için bin pişman olmuştu. Annesi resti çekince el mecbur en yakın arkadaşı ile birlikte aynı üniversiteyi yazmak zorunda kaldılar. Özüm’ün hedefi belliydi ama Hande için artık bölümün bir önemi yoktu en azından senin yanında olsun diyerek yüksek puan almasına rağmen sırf arkadaşıyla birlikte olmak adına sınıf öğretmenliği bölümünü yazmış ve üst sıralarda sınıf öğretmenliğine yerleşmişti.

 

Şimdi ise ikisi de Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü kazanmışlardı. Çocukluklarından bu yana sürdürdükleri arkadaşlıklarını Yüksek öğrenimlerinde de devam ettireceklerdi. Her ne kadar Hande özgürlük, diyerek bu şehirden kaçmaya çalışsa da Özüm arkadaşının içinde taşıdığı yaranın sebebini biliyordu. Kabuk bağlasa da o yara gizlice ve sessizce irin akıtmaya devam ediyordu.

 

Hande o herifin adım attığı sokaklarda nefes aldıkça, belleğinde onun suretinin izlerine rastladıkça, unutmak için kaçıp gitmek, uzaklaşmak istiyordu. İmkânsızlara oynamak onun işi değildi. Netti Hande, ya evetti ya hayır. Onun hayatının ortası yoktu. Sırf bu yüzden zamanında mahallesini terk etmek istedi. Olmayacak hayaller kurup gerçekleşmeyecek umutlar beslememek, beklentiye girmemek için çekip gitmekti asıl niyeti. Gerçi onu da becerememişti ya neyse…

 

***

 

Günler birbirini kovalıyordu. Özüm aklına düşen bir gerçekle uzun zamandır ihmal ettiği kişinin yolunu tutmuştu. Elinde fırından çıkmış sıcacık simitleri ile yüreği pır pır ederken adım adım ilerliyordu. Kendi mahallesinin iki sokak ötesinde dört katlı binanın kapısının önünde durdu. Çatı katına doğru bakarken habersiz gerçekleştireceği ziyaretin içten içe huzursuzluğunu da yaşıyordu. Gerçi evin sahibi onun bu ziyaretlerine alışkındı. Özüm daha fazla beklemeden merdivenlere doğru yöneldi. Adım adım ilerlerken kalbi heyecandan yerinden fırlayacak gibi hissediyordu. Aylardır buraya adım atmamıştı. Üniversiteye başladı başlayalı ihmal ettiği gerçeği ile yüzleşmek canını yakmıştı. Tek umudu ise karşısındaki kişinin onu affedeceğine olan inancıydı.

 

Özüm eli titreyerek zile basacaktı ki bir anda vazgeçti. Yedek anahtarın yerini biliyordu. Hemen kapı önünde bulunan çiçek saksının toprağını elleriyle eşeledi. Anahtarı bulduğunda ise sevinçten çığlık atmamak için kendisini zor tuttu. Hemen elindeki toprağı temizleyerek anahtarla kapıyı açtı.Usulca sessiz olmaya özen göstererek içeriye adım attı. Evin sükuneti ve hiç ses duymaması bir an hayal kırıklığına uğrattı. Bir an boşuna gelmiş olabileceğini düşündü. Gelmeden önce haber vermediği için pişmanlık duydu. Tam da o sırada çatı katından gelen konuşma seslerini duydu. Sessizliğe dikkat ederek çatı katına doğru yöneldi. Ulaştığında ise içini sıcacık bir duygu kapladı. İşte çok özlediği , gördüğünde sıcacık gülümseme oluşmasını sağlayan adam elinde kar gibi bembeyaz bir güvercini okşuyordu. Kanatlarına özen gösteriyor, şefkatle okşuyordu.

 

“Ah be nazlı güzel, neden bu kadar si ve inat davranıyorsun. Bak bu tavırda devam edersen canını yakmaya devam edeceksin. Ne olur biraz söz dinlesen.” dedi küçük bir çocuğa dert anlatır gibi onu uyarıyordu.

 

“Ne oldu Dayı? Nazlı güzel dinlemedi mi yoksa seni?” Barış yeğenin sesini davetsiz misafir olarak ardında duyduğunda bir anda şaşırdı. Kaşlarını çatarak ona bakma gereği duymadan alıngan bir tavırla elindeki güvercinle konuşmaya devam etti.

 

“Duydun mu Nazlı güzel birileri bizi sonunda hatırlamayı akıl edebilmiş.” Özüm dayısından böylesine alıngan bir tepki beklemiyordu.

 

Barış 36 yaşında, sarışın ve yeşil gözlü bir adamdı. Annesi ve dayısının arası çok iyi olmadığı için görüşmeleri genelde gizli oluyordu. Barış zamanında bir kızı çok sevmişti. Ailevi problemler yüzünden sevdiği kız ile evlenememişti. Sevdiği kızı ise ailesi başka bir şehre taşınarak ondan uzaklaştırmışlardı. Barış ne yaptıysa ne ettiyse de sevdiği kızı bir daha bulamamıştı. Ne zamanki ondan ümidini kesti o gün bugündür de evinin çatı katında sadece güvercin besler, onlarla ilgilenirdi.

 

Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olan Barış kitap, makale, köşe yazarlık ve reklam metinleri yazarak geçimini sağlıyordu. Hayata dair çok da büyük beklentileri yok iken ablasının hayatına yeni birilerini dahil etme çabaları üzerine büyük tartışma yaşamışlardı. O gün bugündür Barış ailesinden sadece yeğeni Özüm ile görüşmeye devam etmişti. Şimdi ise Özüm’e gönül koymasındaki sebep üniversiteye başladığı günden bu yana dayısının kapısını çalmamış, onu bir bardak çayını içip onunla muhabbet etmemişti. Koskoca iki ay geçmiş Özüm dayısını gerçek anlamda ihmal etmişti. Genç kız hatasının daha yeni yeni farkına varıyordu. Koşarak dayısının arkasından beline doğru sımsıkı sarıldı.

 

“Aaa aşk olsun dayı neden böyle söylüyorsun? Bak ben çok üzülüyorum.”

 

“Nazlı güzel yeğenim olduğunu yeni hatırlayan kıza söyler misin? İki aydır neredeymiş?”

 

“Ya dayı güvercin üzerinden mi konuşacağız? Bak simit aldım geldim bir bardak çayın da mı yok yeğenine?” dedi dudaklarını bükerek. Barış yeğeninin bu hareketine dayanamıyordu. Özüm ise bunu çok iyi kullanıyordu.

 

“Sıcak mı onlar?”

 

“Evet, hem de fırından yeni çıktı. Çayın var mı?” dedi yüzünde büyük bir sırıtışla.

 

“Bunu bana soruyor olman büyük bir hakaret biliyorsun değil mi?”

 

“Biri çay mı dedi?” diyerek çatı katının kapısından içeriye ihtimaller dışında bir ses yükselirken Barış ve Özüm hayret ile cıvıl cıvıl ışıldayan genç kıza bakıyordu.

 

“Sen nerden çıktın?” diyen Özüm, Hande’nin pervasızca dibine kadar gelip elindeki simit poşetini bir hışımla aldı. Paketi açıp sıcak simitlerden bir lokma ağzına attı.

 

“Ne bakıyorsunuz bana öyle ya? Sanki ilk defa geliyorum buraya?”

 

“Sen nasıl içeriye girdin bakayım Hande Hanım?” diye kaşlarıçatılan adam sabah sabah evinin bir anda şenlenmesinden yapmacık bir huzursuzluk duyduğunu hissettirdi.

 

“Kapının üzerinde anahtar unutmuşsunuz? Özüm’ü aradım açmadı, annesini aradım okula gitti dedi. Eee derslerin başlamasına daha varken ortadalardan kaybolduysa kesin olarak senin çayını içmeye gelmiştir dedim. Ve bingo bak buradasınız işte. Çayın var mı barış abi? Bu simitler kuru kuru gitmiyor.”

 

“Var var deli kız, hadi siz geçip oturun masaya. Bende simitlerin yanına kahvaltılık bir şeyler getireyim.”

 

“Hay yaşa sen Barış abi.” dedi büyük bir heyecanla ardından Özüm’e dönerek yapmacık bir kızgınlıkla “Bak bak da hürmet öğren dayından.” dedi ve elinde tuttuğu simitin bir parçasını daha ağzına attı.

 

“Ya sabır!” diyen Özüm “Bekle dayı ben de sana yardım edeyim malum bu arkadaşı doyurmak çok da kolay bir durum değil.” diyerek dayısının arkasından mutfağa doğru yöneldi.

 

Barış ve Özüm kahvaltı sofrasını güvercinlerin olduğu yerde bulunan masaya hazırladılar. Hep birlikte sohbet edip iki ayın tüm hasretini giderdiler. Özüm dayısına tüm ders yoğunluğundan ve alışma sürecinden dolayı gelemediğini anlattı. Onu artık çok ihmal etmeyeceğini de söyledi. Dayısı “Göreceğiz.” diyerek ona pek de inanmadığını ima etti.

 

“Eee Hande Özüm’ün hep hayaliydi öğretmen olmak da ben sana anlam veremedim. Senin hayallerin bambaşkayken yaşadığın gerçekler çok farklı be kızım. Neden bunu kendine yaptın?” dedi gözlerinden geçen hüzün bulutlarına rağmen niyeti onu zorlayarak içini dökmesini sağlamaktı. Bu kadar açık ve net bir soru beklemeyen Hande bir an duraksadı ve yutkunmakta büyük bir zorluk çekti. Bakışlarını kaçırdı ve gözlerini önündeki kahvaltı tabağında bulunan zeytin çekirdeklerine odakladı.

 

“Her hayal gerçekleşmek zorunda değil Barış abi.” diyerek homurdanırcasına ağzından cümleleri geveledi.

 

“Sen hayallerinle nefes alan biriyken kendini cezaya mahkum etmiş gibisin.”

 

“Şey benim gitmem lazım.” diyerek Barış’ın sözlerine cevap vermeden telaşla ayaklandı.

 

“Hande buradan derse gideceğiz nereye kalkıyorsun?”

 

“Ya ben unuttum benim bir işim var. Sen git ben arkadan gelirim.” diyerek hızlı ve telaşla hiç kimsenin sözüne aldırış etmeden çoktan çıkıp gitmişti. Ardında sorgulayıcı bakışlara sahip Barış, endişeli bir Özüm bırakmıştı.

 

“Çok büyük hata ediyor.”

 

“Bilmiyorum ki dayı hata mı ediyor, onun için doğru olan bu mu? İnan bende bilmiyorum artık.”

 

“Hayırlısı olsun Özüm. İnşallah güzel yollarda iyi insanlarla karşılaşırsınız.” dedi güzel temennilerde bulundu. Özüm saatine baktı. Dayı benim artık çıkmam lazım sınavlar başlayacak bugünkü derslere muhakkak yetişmem gerekiyor.

 

“Tamam yeğenim ihmal etme bu gariban dayını, gece gündüz her zaman bu evde bir bardak çayın hazır unutma.”

 

“Biliyorum Dayı iyi ki varsın.” diyerek Barış’ın boynuna sarılıp yanağından öptü.

 

“Sende iyi ki varsın yeğenim, hadi geç kalma dersine.” diyerek onu kendinden uzaklaştırdı. “ Hadi bakalım uğurlar olsun.”

 

Özüm dayısına el sallayarak terastan çıkıp gitmişti. Barış bakışlarını bina yığınlarının üzerine çevirdi. Hüzün bulutları geçmişe onu alıp götürürken özlem duyduğu suret gözlerinin önünde canlanıverdi. Hakkı varmış gibi…

 

***

 

Özüm, kantinin gürültü içinde hınca hınç dolu olmasına rağmen tüm konsantrasyonunu sağlamaya çalışıyordu. Yarınki sınavın ders notlarını ivedilikle temize geçirmeye didinirken Hande masaya gelip pervasızca oturdu.

 

“Kızım bir kaldır şu kafanı ders notlarından, sırf bu inekliğin yüzünden yakında gözlük takmak zorunda kalacaksın. O bir şey değil annemin başarı çıtası da sayende Everest’e tırmandı. Anlamadım ki kendini kurtarırken beni neden yakıyorsun sen? Sen zirvelere adayken ben yerin dibini boyluyorum. Kuyunun dibinde cenazemi arayacaksın çok yakında.”

 

Kafasını şöyle bir kaldırıp arkadaşına baktığında gözlerini şüpheyle kıstı. Karşılaştığı melankoli dolu bakışlar Özüm’ün yüreğinde sinsice bir evham tohumunun ekilmesine sebep oldu. Onun sitemkâr sözlerinin önüne gerdiği sis perdesinin ardına sakladığı hüznü görmemesi imkânsızdı.

 

“Sabah ki derse neden gelmedin sen bakayım? Kaç defa aradım seni telefona bile cevap vermedin. Her şeyi geçtim insaniyet namına attığım mesajlara geri dönüş yapsaydın bari.”

 

Özüm, bir açıklama bekler gibi ona kaygılı bakarken gözlerindeki ıstırap dolu ağıtı gördü. Arkadaşının bakarkör tavırları, Özüm’ün endişesinde haklı olduğunu kanıtladı.

 

“Hande ne oldu sana?” Panikle elindeki notları bir kenara bırakıp arkadaşının ellerinden sıcacık dostane bir tavırla tuttu. Hande’nin göz bebeklerine tanıdık bir azap şimdi çöküp yerleşmişti. Ne kadar makyajla kapatmaya çalışsa da gece boyu ağladığını yılların dostluğu anlamıştı.

 

“Ben, iyiyim, yok bir şeyim," dedi Hande ellerini arkadaşının parmaklarının kıskacından kurtardı. Bakışlarını kaçırarak sıkıntılı bir şekilde yüzünü ovuşturmaya başladı. Niyeti onu geçiştirerek başından atmaktı. Bu onun için bir nevi kaçıştı.

 

“Sadece biraz uykusuz kaldım o kadar abartılacak bir şey yok, gerçekten," dedi sahte bir gülümsemeyle onu inandırmak adına özellikle son kelimenin üzerine bastırarak söyledi. Özüm bu açıklamaya tabi ki inanmadı. Nasıl inanırdı ki? Arkadaşının gözleri yüreğinin aynasıydı. Sözleri başka hikâye anlatsa da ne fark ederdi. Yıllardır tanıdığı arkadaşının belli ki yine kabuk bağlayan yarası kanamıştı. Yine onunla ilgili bir şeyler olduğunu hissetse de sormaya, dillendirmeye cesareti yoktu.

 

“Her neyse ben çay alıyorum sana da kahve getiriyorum. Notlara bakarken beynin sulanmış belli, farklı şeyler görüp aklında uydurduğun kurmacalara inanmaya başlamışsın. Hem sabah kaçırdığım ders hakkında biraz bilgi verirsin. Malum yarın sınavlar başlıyor.”

 

Hande onu daha fazla konuşturmayarak apar topar masadan kalktı. Özüm arkadaşının arkasından kaygı içinde baktı. Keşke elinden onun için daha fazlası gelseydi. Keşke onun yüzünü gerçek anlamda güldürebilseydi. Bir kez daha o mayasıl kılıklı herife lanet etti. Yüreğinde sürekli akıp gitmeye yüz tutmuş cerahat yüzünden sancılar içinde kıvrandıran o yaraya sebep olan adamın ismine lanetler okudu. Dalıp gittiği dünyadan onu çekip çıkaran kişi yine arkadaşı Hande oldu. Yüzündeki eğreti bir gülümsemeyle göz hizasında tuttuğu kahve ve çay bardaklarını gösteriyordu. Hande’nin bu hali onu bir nebze olsun tebessüm ettirmeyi başarmıştı.

 

Özüm, masaya oturan Hande’ye sabah gelmediği dersi özenle anlatıyordu. Yarın küçük bir hazırlık sınavı olacaklarını o yüzden tüm notları bugün temize geçireceğini söyledi. İşte tam o anlarda durup dururken kantinde beklenmedik bir şekilde sesler birden yükseldi ve ortalık ansızın karıştı.

 

Özüm korku ile daha arkasını dönememişti ki sırtına çarpan bir kişi yüzünden önünde bulunan tüm notlar Hande’nin az önce getirdiği masanın üzerindeki kahveye ve çaya bulanmıştı. Yaşadığı şokun etkisiyle gözlerini dehşetle irkilerek kocaman açtı. Arbedenin çıktığı yeri görmüyordu gözleri. Ne ona çarpan kişi ne de başka bir şey umurunda bile değildi. Bakışları masaya odaklanmış bir şekilde sadece sene başından bu yana yarın sınavı olan derse ait olan notlardaydı.

 

“Özüm iyi misin?" Diye endişe ile bağıran Hande onun ellerini kollarına bakıyor bir yerinde yanık var mı diye kontrol ediyordu. Sırtına çarpan şahıs Özüm’e yaklaşarak tedirgin bir halde genç kızın iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Bir baş işareti yaparak kavganın diğer tarafını yaka paça birileri tarafından dışarıya attırmıştı.

 

Genç kız transa girmiş gibiydi. Görmüyordu. Duymuyordu. Hissetmiyordu. Şaşkınlığı hat safhaya çıkmıştı. Ellerinde berbat bir halde çaya ve kahveye bulanmış ders notları safça boş gözlerle mahvolmuş kâğıtlara, zararda olan emeğine bakıyordu.

 

“Lütfen kusura bakmayın," diyen kişinin sesini duyduğunda kaşlarını öfkeyle çattı. Bir anda kafasını keskin bir şekilde yukarıya doğru kaldırdı.

 

Karşısında ne diyeceğini bilemeyen bir çift kurşuni rengi gri gözler parlarken Özüm artık durdurulamazdı. Bir elindeki kâğıtlara bir de kendisine gümüşün en koyu tonunda bakan herife bakıyordu. Adını bile bilmediği bu adam onun tüm emeğini çıkan bir arbede ile sırtına çarparak heba etmişti.

 

“Sen," dedi tüm hiddeti ile elindeki kâğıtları havaya doğru kaldırarak gelişi güzel salladı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun? Sen benim tüm emeklerimi hangi hakla ziyan edersin? Mahalle kabadayısı mısın sen?”

 

“Özüm istersen laflarına dikkat et, alt tarafı küçük bir kazaydı.” Ses tonundaki uyarı ona gözdağı verir gibiydi. Ve bu sözler kızı harazaya doğru tırmandırdı. İsminin adamın dudaklarından pervasızca zikredilmesi onun daha fazla celallenmesine sebep oldu.

 

“Sen benim adımı nerden biliyorsun?”

 

“Özüm ben…” Bozuntuya vermeden durumu kurtarma peşine düşen adamın cümlesi yarım kalmışken genç kız kontrol edilemez bir asabiyetle çıkışırcasına feryat etti.

 

“Allah kahretsin! Mahvettin tüm notlarımı, emeklerimi, lanet olsun sana da senin gibi kendini bir şey zanneden külhanbeyi müsveddelerine de… “ Gözyaşları sicim gibi yanaklarından aşağıya doğru sıralanıyordu. Eşyalarını devasa bir hüsranla toparladı. Gözlerinden akıp giden kahrın sebebi olan adama döndü. Eline kahve ve çay bulanmış kâğıtları bir hışımla derç ederek elleri arasına aldı. Adamın göğsüne sertçe vurarak onun tutmasını sağladı. Şimdi ulaşılmaz bir şekilde adamın koyulaşan kurşuni kül rengi gözlerini seyrederken düş kırıklığı içinde konuşmasını sürdürdü.

 

“Kimsin? Nesin bilmiyorum ama sakın o kabadayı müsveddesi suratını aklın varsa bir daha benim karşıma çıkarma. Serkeş heriflerle işim olmaz benim. Şu andan itibaren benim için bu okulda koskocaman bir hiçsin.”

 

O an Hande’nin gelip gelmediğini sorma gereği bile duymadı. Etrafındaki onları ilgiyle süzen insanlara aldırış etmeden, daha fazlasını düşünmeden gözyaşları eşliğinde okulun kantininden koşarcasına çıktı. Ardında pişman gözler ile onu izleyen bir Alper ve adamın bu bakışını yakalayan bir Hande bırakarak çıkıp gitti.

 

***

 

“Can hizama gelmeliydi önce gözlerin,

 

İşte o zaman ben cevap verebilirim.”

 

Özüm’ün saatlerdir dökülen gözyaşları engellenemez bir hızda yanaklarından akıp gidiyordu. Saat çoktan dengini almıştı. Gecenin karanlığına inat gökyüzü ışıl ışıl parlayan yıldızlarla gerdanını süslüyordu. Ailesinin bu gece evde olmaması ise tamamen büyük bir şanstı. Annesi onu arayarak Sapanca’da oturan teyzesine gideceklerini, hafta sonunu da orada geçireceklerini söylemişti. Özüm’e de gelmesini teklif ettiğinde sınavlarının olduğunu bahane etti. Annesine çektiği sıkıntıyı hissettirmemek için büyük bir efor sarf ederek onlara iyi eğlenceler dilemişti. Annesi biraz daha telefonun diğer ucundan ısrarcı olsa dudaklarından firar etmeye çalışan hıçkırıklara engel olamayacağını hissediyordu.

 

Genç kız büyük bir gayret ile telefonu güç de olsa sonunda kapatmayı başarmıştı. Şimdi hiç kimsenin olmadığı evlerinde bir başına bahçedeki koltuğa oturdu. Kafasını arkaya yaslayarak gökyüzünü yanaklarını istila eden yaşlara inat seyrediyordu.

 

Belki kazaydı, belki bu kadar büyük tepki vermemeliydi ama alamadığı hırsını burnundan solumaya devam ediyordu. Bir de utanmadan ismini söylemişti. Tanımadığı, varlığından haberdar olmadığı, adını bile bilmediği bir adamın, bugüne kadar kendisine yabancı olan birinin ağzından isminin dökülmesi onu rahatsız etmişti.

 

Kurşuni rengin en koyu tonlarıyla yüreğini titreterek bakışlarına sızan adamın dilinden dökülen ismi neden bu kadar rahatsız etmişti kendisini? Çözemiyordu bir türlü ama keyfi kaçmıştı. Gözyaşlarını elinin tersi ile sildiği o anlarda telefonu çalmaya başladı. Ekranda gördüğü isim yüzünde tatlı bir tebessümün doğmasını sağladı.

 

Telefonu açar açmaz “Hande…" dedi ve boğazından bir hıçkırık firar etti. Sözlerinin devamını getirmeyi başaramadı.

 

“Sen hala sakinleşmedin mi bakayım? Kızım alt tarafı yığınla notun çöp oldu ne var bu kadar büyütecek? Yarım saate yanındayım, kalk da bir çay yap bakayım bana yani en iyi, en kıymetli, en tatlı arkadaşına. Bak senin en sevdiğin pastadan da alıp geliyorum. Bendeki notlardan çalışırız yarın ki sınava. Sil o gözlerinde görmeye katlanamadığım yaşları. Mümkünse de şişmiş ve kızarıklara mesken olmuş gözlerini de kalk bir zahmet makyajla yok et. Biliyorsun dayanamıyorum o görüntüyü senin yüzünde görmeye.”

 

“Hande…" dedi tekrardan hıçkırarak “Sen bir tanesin, biliyorsun değil mi?”

 

“Biliyorum tabi ki tatlım, benim gibisi yok şu fani hayatta ama bunları başka bir zaman konuşuruz. Şimdi en kıymetli arkadaşının çay krizi tuttu. Ve inan geldiğimde hazırlanmış çay görmezsem bu birtanecik olan arkadaşının tatlı sakin hallerinden eser kalmayacak ve acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaksın," dediğinde Özüm’ün boğazından tatlı bir kıkırdama döküldü.

 

“Kızım sen iyice dengesizleştin farkında mısın? Neye gülüp neye ağladığın belli değil. Bir dakika ya ben gelmek üzereyim sen hala oturuyor musun? Kızım kalkıp çayı ocağa koysana geldim oldum ben, çay istiyorum çay. Daha ne kadar açık konuşabilirim acaba?" diye kükrediğinde “Tamam hemen kalkıyorum, vakit kaybetmeden gel sana çok ihtiyacım var," dedi yüzündeki gülümseme genişlemeye başladı.

 

Özüm arkadaşının sesini duyduğu andan itibaren bir nebze olsun rahatlamıştı. Ayağa kalkıp içeriye yöneldiği anda koltukta unuttuğu telefonu tekrar çalmaya başladı. Aklı bir karış havada arkadaşının yine bitip tükenmez isteklerinin sona ermediğini anlayan Özüm telefonu ekrana bakmadan bir anda açtı. Neşe ile “Yine ne unuttun acaba deli kız? Söyle bu defa ne istiyorsun?" dedi.

 

“Özüm," dedi merdümgiriz bir ses. Tanıdık olmaya yüz tutsa da yabancı bir ses adını dillendirdi. Aşina olduğu bir tonda ismi kulaklarında yankılandı. Ama dedi içinden, ama nasıl olur? Diye devam etti ama daha fazlası değil.

 

“Sen," dedi yalnızca. Dili sadece tek bir kelime seslendirebildi. Sözcüklerin uçup gitmesine zihni seyirci kaldı. Yanılmak isteyen aklı çılgınlar gibi çağrışım yaparken o bir adım dahi atamamış, heykel gibi olduğu yerde kala kalmıştı. Hayat ona en güzel oyunu oynarken başrole kendisini adım adım taşıyordu. Figüranlığı her zaman tercih eden Özüm artık başkahramanın yerini alıyordu. Öfkesi adım adım yüzüne taşınıyordu. Gözünün önünde canlananlar hiç de hoşuna gitmemişti.

 

“Evet Özüm, tanışmamış olsak da ben Alper. Bugün senin gözünden akıttığın yaşa sebep olan adam, hiç istemesem de hüzün damlalarının tek sebebi," dedi bir çırpıda. Sesinin telefonun ucundaki kızın içine işlediğini bilmeden.

 

“Sen, benim telefonumu nerden buldun?" dedi yeni bir gerçeklik içinde derin bir aydınlanma yaşar gibiydi.

 

“Yalnızca telefonunu mu?”

 

Kulaklarında yankılanan sesin yanında şimdi bir de kendisine yakınlaşan ayak seslerini işitti. Elinde tuttuğu telefonu sıkmaya başlayan Özüm aklına gelenlerin gerçek olmamasını diledi.

 

“Sakın," dedi dişlerini sıkarak. “Sakın aklıma gelen şeyi yapmış olma," diyerek dişlerinin arasından ölümcül tehlikeli bir şekilde tısladı. Ensesinde hissettiği sıcak nefes, ahenkli bir havada kulaklarına dolan ses içini bir hoş etmeye yetmişti.

 

“Aklına gelen şey umarım şu an benim yaptığım şeydir. Bulunduğum anın gerçekliğinin ta kendisidir. Çünkü seninle aynı şeyleri düşünmek hoşuma giderdi doğrusu," dedi etkileyici bir o kadar da sarsıcı tonda. İnandırıcılığını artırmak için üzerine bastırarak söyledi tüm kelimeleri.

 

Özüm onun ses tonuyla, ensesinde hissettiği tenini uyuşturan sıcacık etkileyici nefesiyle çoktan gözünü kapatmıştı. Hiç beklemediği bir anda ve beklemediği bir yerde karşısına çıkan bu adam da kimdi böyle? Aklını firar ettiren, ruhuna şekil değiştiren bu adamda kimdi? Bir an kendini toparlayarak bir hışımla sertçe ona doğru döndüğünde bugün ikinci defa gördüğü gümüşün en koyu rengiyle ona bakan gözler umut vaat eder, özür diler gibiydi.

 

“Senin burada, benim evimde ne işin var?" İki elini de yanlarına doğru açarak bir adım geriye doğru atarken sesini yükseltmeyi de ihmal etmedi. Neden olduğunu bilmese de içinde ondan bir nebze olsun uzaklaşma hissi doğmuştu. Bu adamdan olabildiğine kaçmak istiyordu. Ona yakın olmak kontrolünü yitirmesine sebep oluyordu. Hissediyordu, işte bu yüzden uzak durmalı, etki alanından olabildiğince çıkmayı başarmalıydı.

 

Alper, genç kızın bu tavrından hiç etkilenmemiş gibi onun kaçışını engellemek istiyordu. Bir adımını ona doğru atarak daha yakın bir mesafede konumlandı. Elini havaya kaldırarak elindeki notları onun görebileceği mesafede tutarak gösterdi.

 

“Hatamı telafi etmem için buraya gelmem gerekliydi.”

 

Özüm, bir Alper’in yakınlığına bir de elinde tuttuğu kâğıtlara bakıyordu.

 

“Bu da ne demek oluyor?” Ellerini göğsünün altında birleştirip gözlerini devirerek deli gibi merak etse de umursamaz görünmeye çalıştı. Ne kadar becerikli olduğu ise tartışılırdı.

 

“Bunlar." dedi kâğıtları bir eliyle tekrar havada sallarken “Senin gözyaşlarını akıtmama sebep olan kâğıtlar küçük kız. Ders notların. Hepsini temize çektim.” Bir eliyle göğsü altında birleştirdiği elinden tutup yavaşça avuç içini açtı. Gözlerini bir an olsun onun gözlerinden ayırmadan onu etkisi altına alıyordu. Büyülüydü sanki bakışları, onu apansızca ele geçiriyor ve Özüm’ün tek bir harekette bulunmasına engel oluyordu.

 

“Özür dilerim küçük kız," dedi avuç içine tutuşturduğu kâğıtları şimdi göğsüne doğru bastırması için onu yönlendiriyordu.

 

“Nasıl?" dedi Özüm daha fazlası dilinden dökülmüyordu. Daha ötesine yer yoktu hayatında. Onun için söylenecek tek bir sözü daha olamazdı.

 

“Şiyt," dedi Alper, “Can hizama gelmeliydi önce gözlerin, işte o zaman ben sana istediğin cevapları verebilirim,” bir elini Özüm’ün dudaklarına götürüp onu susturmak için dokundu. “Bu da ne demek oluyor?" dedi çattığı kaşları ile birlikte ona bakarken.

 

“Zamanı geldiğinde anlayacaksın küçük kız. Ama şimdi sen hiçbir şey sorma," dedi ve eli dudaklarından yüzüne doğru bir yol izledi. Onun yüzündeki ahenkli dansı ile mest olan Özüm gözlerini istemsizce kapattı.

 

“Sen bugün yeterince konuştun şimdi konuşma sırası bende. Ben gerçekten özür dilerim.” Yanağına tüy gibi dokunuşlarla okşuyor onu kendinden alıp götürmeyi başarıyordu.

 

“Yanaklarından süzülüp giden tek bir yaşın bile sebebi olmak, inan ki beni bugün çok üzdü. Sen hiç ağlama küçük kız oldu mu? Hem de hiç ağlama. Bu gözler yalnızca gülmeyi hak ediyor. Mutluluğun meskeni olacak göz harelerini sakın ola ki hüzne boğma," dedi ve bir anda yüzünden çekilen sıcaklıkla Özüm gözlerini güçlükle açtı. Az önce karşısında tüm heybeti ile duran adam şimdi ise yerinde yoktu. Toz olup uçup gitmişti sanki.

 

Özüm etrafına şaşkınlıkla bakarken neler olduğunu çözmeye çalışıyordu. Hayal miydi? Gerçek miydi? Kucağında tuttuğu bir tomar kâğıt varlığını hissettirirken yaşananlar, gerçekler yüzüne acımasızca sert bir tokat gibi vuruyordu.

 

“Tüm bunlar…" diye fısıldadı gözleri gecenin karasına mahkûm bir şekilde düşünce girdabında kendini kaybediyordu. Bahçenin içinde ansızın yankılanan başka bir ses yerinde korkudan irkilmesine sebep oldu.

 

“Kızım sen ne yapıyorsun burada böyle dikili kazık gibi," diyen kişi Hande’den başkası değildi.

 

“Sen ne zaman geldin?" dedi az önce yaşananlara şahitlik edip etmediğini anlamak için.

 

“Ben şimdi geldim de hayırdır kucaklamışsın bir top kâğıdı gecenin karanlığında duygusal anlar mı yaşıyordun? Bir şeyi bölmedim değil mi? Hani seni bilmesem o duruş ve şaşkınlığını şeye yoracağım ama...”

 

“Neye?” Duyduklarıyla öylesine çok celallendi ki gözlerinde giderek tırmanan asabilik pırıltıları can bulmaya başlamıştı.

 

“Sanki sevgilinden mektup almışsın da ona sarılıyormuş gibisin.” Hande dalga geçercesine konuşsa da bilmediği bir şey vardı. O da az önce Özüm’ün hayatında ilk defa bir erkeğin romantik dokunuşlarına maruz kaldığıydı.

 

Özüm’ün sessizliği ve utangaçlığından yere düşürdüğü bakışları Hande’nin şüpheli gözlerle ona bakmasına sebep oldu. Elindeki pastayı masaya bırakıp acele ile yanına geldiğinde onun önüne eğdiği başını çenesinden tutarak yukarıya doğru usulca kaldırdı. Yüzünü avuçları arasına aldığında yanaklarının birer alev topuna dönüştüğünü hissetti.

 

“Özüm," dedi hiddet ve panikle “Hemen oturuyorsun,” derken onu kolundan çekiştirip bahçe de bulunan koltuklara oturttu. “Ve bana hemen burada neler olup bittiğini acilen anlatıyorsun," dedi kısık gözlerle.

 

Hande Özüm’den ne yaşadığını anlatmasını istiyordu istemesine de, Özüm az önce ne yaşadığını kendisi bilmiyordu ki arkadaşına anlatsın? Sahi az önce ne yaşanmıştı ki?

 

***

 

Ne yerde ne de gökteydi Özüm. Dün geceden bu sabaha kadar kendine bir türlü gelemedi. Ne olup bittiğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Hande’nin tüm ısrarlarına rağmen anlattığı tek şey Alper’in notları getirmiş olmasıydı. Daha fazla konuşamamış, Hande ise pes ederek onu sorgulamayı bırakmıştı. Zihninden atmaya çalıştığı dokunuşlar ona hiç yardımcı olmuyordu.

 

Dikkatini bir türlü sabah ki sınavın notlarına veremiyordu. Güneş doğduğunda ise Hande’yi yataktan sökercesine kaldırıp okula sürükledi. Merak ediyordu ve onu bir an önce görmek istiyordu. Aklını başından alacak dokunuşlara sahip o adamın varlığını hissetmek, yaşadıkları o büyülü anın gerçekliğini tasdiklemek istiyordu.

 

Dün gece yaşadıkları o efsunlu dakikaların sebebini bilmek istiyordu. Sırf bu yüzden sınava dört saat varken soluğu okulda almışlardı. Hande isyan bayraklarını çekmiş yanı başında hala homurdanıp duruyordu. Özüm kucağında dün gece eline geçen notlara sımsıkı sarılırken gözleri artık yabancı kabul etmediği bir çift küle bulanmış kurşuni rengi arıyordu.

 

“Özüm, Allah’ını seversen sabahın bu vaktinde, daha kargalar bile gözünü açmadan söyler misin bana bizim okulda ne işimiz var?" dedi huysuzca. “Daha sınava saatler var.” Uyku mahmurluğu ile esnemeye başlayan kız elleriyle gözlerini ovalıyordu. Hala uyanmayı başaramamıştı.

 

“Abartma Hande ya kırk yılın başında senden bir şey istedim. Hem dün girmediğin derse say, fena mı biraz daha sınava çalışırız.”

 

“Kuzum sen cidden iyi değilsin. Sınava evde de çalışabilirdik, illa ki buraya kadar gelmemiz şart mıydı? Daha ben kahvaltı bile yapamadım. Güzelim demleme bir çay bile içemedim.”

 

“Tamam Hande amma da konuştun. Gel kantine gidelim de seni bir kazan çay ile susturayım yoksa beynimi afiyetle yemeye devam edeceksin," dedi onun gönlünü almak ister gibiydi yüz ifadesi. Bu teklif Hande’nin çok hoşuna gitmiş olacak ki birden gözleri ışıldarken otuz iki dişi ile sırıtmaya başladı.

 

“Kahvaltı da senden o zaman, bu kadar cefaya biraz da sefa sürmek benim hakkım." dedi yararlanabildiği kadar yararlanacaktı arkadaşının bu bonkörlüğünden.

 

“Tamam Hande yeter ki sus, kapat artık bir an önce şu huysuz çeneni ne istersen alacağım çocuğum.” Başını küçük bir kız çocuğu gibi okşayıp saçlarını karıştırdı.

 

“Abartma istersen Özüm, bebekmişim gibi ne o öyle?” Düştüğü durumdan hiç de hoşnut değildi.

 

“Ay sana da yaranılmıyor. Öyle diyorum yok, böyle diyorum yok.” Şen bir kahkaha bıraktı okulun koridorlarına. İşte tam o anlarda geceden bu yana aklının sahibi olmuş kurşuni griler görüş alanına girdi.

 

Özüm’ün kahkahası kademeli bir şekilde düşüşe geçerken, yüzündeki gülümseme de an be an silinmeye başladı. Yüzü donuklaşmış ve adım atmayı çoktan bırakmıştı. Elindeki kâğıtları sanki daha fazlası olabilecek gibi parmaklarının boğumları kızarana kadar sıkmaya başladı. Arkadaşını yanında göremeyen Hande arkasına dönüp baktığında onun kaskatı olmuş bedeniyle karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Kaşları çatık bir halde genç kızın yanına geri döndüğünde “Özüm," dedi ne olduğunu anlamaya çalışarak. Arkadaşından herhangi bir tepki alamadığında ise onun gözlerini kırpmadan kilitlendiği noktaya bakışlarını döndürdü.

 

Özüm, o anlarda Alper’in gözlerinin en derinine bakıyordu. Bakmak da değil adeta orada rehin kalmış gibiydi. Soluksuz bakıyorlardı birbirlerinin gözlerinin içine, sanki zaman onlar için durmuştu. Bu iki genç için saatler çoktan anlamını yitirmişti. Gözleriyle sözleşir gibiydiler. Bakışlarıyla kendi lisanlarıyla anlaşıyorlardı sanki.

 

“Özüm kendine gel," diyen Hande arkadaşının kolunu acıtırcasına sıktığında kızın ruhu gerçek hayata, şimdiki zamana ayak basarak geri dönmeyi başardı.

 

Özüm arkadaşına döndü ve ona biraz anlayış isteyen bakışlarını gönderdi. Durumu anlayan ve konuşmasına gerek kalmayan, sözsüz dile getirdiklerini ikiletmeyen kız Alper’e uyarı dolu tehditkâr birkaç bakış atıp arkadaşının yanından yavaşça uzaklaştı.

 

Korkuyordu Hande, Özüm’ün Alper’e kapılıp gitmesinden çekiniyordu. Alper dün Özüm’ün arkasından berbat ettiği notları topladıktan sonra ondan yardım istemişti. Hande genç adamın hatasını telafi etmek istemesini anlasa da onu tanımadığı ve güvenmediği için arkadaşı hakkında herhangi bir bilgi vermemişti.

 

Nasıl olup da hem telefonunu hem adresini bulmuştu bilmiyordu ama bu ikili arasındaki etkileşim onu giderek ürkütmeye başlamıştı. Çok farklı bakıyorlardı birbirlerine ve bu bakışların içindeki anlam ikisini de yakacak diye ciddi anlamda ürküyordu.

 

Kendi geçmişte bu derde düşmüşken arkadaşının bir aşk ateşi ile yanıp kavrulmasını istemiyordu. Çünkü aşk insan ömrüne zarar ziyandan başka bir şey getirmezdi. Karşılıksız bir aşkta, sonu kavuşmaya dayanmayacak bir hikâyede Özüm’ün rol almasını istemiyordu. Sırf bu yüzden arkadaşı adına kaygılanıyordu. Umarım endişesi arkadaşının gerçeklerine dönüşmezdi.

 

***

 

Özüm, Hande’nin yanından uzaklaşması ile nefes alması gerektiğini hatırladı. Gözleri karşıki duvara yaslanmış bir halde yanında birkaç kişi ile konuşan Alper’deydi. Yavaş adımlar ile ona doğru giderken ne konuşacağı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Dün gece ansızın gelmiş aklını başından alıp götürmüşken bir anda ortadan yok oluvermişti. Ne ara gelip ne ara gitmiş ne ara Özüm’ü bu hale getirmeyi başarmıştı. Anlayamamıştı ama soru soramasa da gerçek bir cevap istiyordu. Kelimelere dökülmeyen suallerin yanıtlarını öğrenmeyi diliyordu. Gece vakti evine gelişini beklemediği gibi şimdi onun karşısına geçip soru sormadan karşılığını almayı bekliyordu.

 

Alper’in dili başkasına cümleler kursa da gözlerini bir an olsun genç kızdan ayıramıyordu. Onun ağır adımlarla kendine doğru gelmesi adamın huzursuzca kaşlarını çatmasına sebep oldu. Şu an ona doğru su gibi süzülüp gelmemeliydi. Bu şekilde burada meraklı bakışlar altında olmamalıydı. Daha zamanı vardı.

 

Özüm, Alper’in tam yanına geldiği anda yüzüne tatlı bir tebessüm yerleştirerek “Merhaba," dedi. Varlığını hissettirmekti niyeti, sanki gerekirmiş gibi. Alper küçük bir baş selamı verip gözlerini ondan acımasızca çekerken dikkatini yanındaki arkadaşlarına verdi. Onun bu hareketi afallatmıştı Özüm’ü, az önce hissettiklerinin ardından şimdi yok sayılmak canını yakmıştı.

 

Sessiz bir şarkı gibiydi çığlıklarım. Benim sonsuz zamanda soluksuz dile getirdiğim. Senin bin bir inatla beni dinlemediğin.

 

Görmüş olduğu bu muameleye dayanamayan Özüm “Alper," dedi öfkesini sesiyle belli ediyordu. Alper aheste bir şekilde bakışlarını ona çevirdiğinde karşısındaki kızın kara gözlerinde hırçın denizlerde kaybolur gibiydi. Yüz ifadesinden anladıkları karşısında yanındakilere bir baş işareti yapıp onları yanından gönderdi.

 

Herkesin yeterince uzaklaştığından emin olduğunda Alper “Önemli bir şey mi oldu küçük kız?" dedi ellerini ceplerine yerleştirip ona alaycı bir şekilde bakıyordu. Alper’in bu tavrı Özüm’ün daha da yüreğini daraltmaya yetmişti.

 

Ne demek önemli bir şey mi oldu? Bu tavır da neyin nesiydi böyle? Diye iç geçirdi Özüm.

 

“Pardon da senin herhangi bir denge sorunun falan mı var arkadaşım? Erken bunama ya da hatırlama konusunda güçlük çekiyor olabilir misin? Ya da bir ikizin olma ihtimali nedir?” Karşısındaki adamın dün gece ki adam olduğunu tasdik etmek istercesine tüm ihtimalleri adamın gözlerinin içine bakarak meydan okurcasına sıralamıştı.

 

“Ne demek istediğini anlamıyorum? Ve inan söyleyeceklerin benim nazarımda önemli değilse zamanımı boşa harcamanı istemem.” Sesi sertleşerek sarsıcı bir otoriteyle çıkmıştı.

 

“Sen cidden iyi değilsin. Dün akşam…" dediği anda cümlesi yakıcı bir keskinlikle bölünerek parçalandı.

 

“Dün akşam hiçbir şey olmadı Özüm. Notlarını mahvederek bir hata yaptım. Yanlışımı telafi etmek adına bir şeyler yapmam gerekiyordu ben de yaptım. Bunun üzerine herhangi bir anlam yükleme, bu sen ya da başkası olsun benim için fark etmezdi. Herkes için aynı şeyi yapardım. Çünkü insanların benim yüzümden gözyaşı dökmesine tahammülüm yok.”

 

“Benim hiçbir şeye mana yüklediğim falan yok. Sen kendini ne sanıyorsun? Evime iki not kâğıdı getirdin diye senden etkilendiğimi falan mı?” Elindeki notları havada sallamaya başladı. “Saçma, " dedi ve az ötede bulunan çöp kovasına giderek elinde tuttuğu kâğıtları bir çırpıda fırlatırcasına içine attı. Aceleci ve hırslı adımlarla Alper’in dibine kadar geldi. İşaret parmağını havada onun yüzüne doğru sallarken bir eli de belindeydi.

 

“Bir daha sakın benim karşıma çıkma Alper Efendi, eften püften numaralarla beni kandıramazsın. Seni bir daha evimin yüz metre yakınında dahi görmeyeceğim. Anladın mı beni?” Sesi çıkabildiği kadar tehlikeli çıkmıştı.

 

Alper onun bu halinden keyif alır gibi gülerken ağzından dökülen tek cümle “Bitti mi küçük kız?” oldu.

 

“Ne?" diye şaşıran Özüm düştüğü durumu fark ederek “Bitti," dedi. “Son bir şey daha bana sakın bir daha küçük kız deme.” Ondan uzaklaşmak adına tam arkasını döndü. Ardında bıraktığını düşündüğü adama seslenen bir kızın varlığı onun bir adım dahi atmasını engelledi. “Alper," diyen cilveli ses onun kanını dondurmaya yetmişti. Ne gidebiliyor ne de kalacak kadar kendini güçlü hissediyordu.

 

“Leyla sen niye okula tek başına geldin? Seni yurttan ben almaya gelecektim," dedi adam kızgınca.

 

“Ya durmak istemedim yurtta, senin de işin olduğunu bildiğim için kendim geldim.”

 

“Leyla dün olanları biliyorsun, bir daha aynı duruma düşmeni istemiyorum. Bu yüzden sözümden bir daha dışarıya çıkma.” Sesi tekinsiz ve itiraz kabul etmeyen bir tondaydı.

 

“Tamam Alper sana söz bir daha söylediklerinin sınırları dışına çıkmayacağım. Geçen sefer benim yüzümden kavga etmen beni yeterince korkuttu zaten. Sana bir şey olmasına asla dayanamam.” Alper’in koluna girerek onu kantine doğru sürüklemeye başladı.

 

Özüm duyduğu ses ile bir adım dahi atamadı. Adamın umursamazca yanı başından koluna taktığı bir kızla geçip gitmesi ise canını çok fena yakmıştı. Soluğunu kesmişti. Ömrü hayatında böylesine bir ıstırap hissetmemişti.

 

Kasaveti daralmış, mahzunluk yüreğine çöreklenip, ruhu ümitsizliğe kapılmıştı. Daha dün tanıdığı bir adamın yanındaki kızdan ona neydi ki? Neden dert olmuştu bu durum ona? Hem dünkü kavgada kız arkadaşı için çıkmıştı demek. Belli ki sevgilisini kıskanması yüzünden olay çıkmış ve bin bir emek tuttuğu notlar bir kıskançlığa kurban gitmişti. Gitmişti gitmesine de bu neden onun canına bu kadar matem havası yaşatıyordu? Ama artık daha fazla o dengesiz adamı düşünmek istemiyordu.

 

Özüm onların arkasından bakmayı kestiğinde o da onların gittiği fakültenin kantinine yani Hande’nin yanına doğru yol almıştı. Sinirini bir nebze olsun üzerinden atmaya çalışırken arkadaşının kahvaltı olayını fazlasıyla abarttığını yemeklerle dolup taşan masadan fark etti.

 

“Hande alt tarafı kahvaltı yapacağız? Bu ne kızım böyle?” Küçük dilini yutarcasına afallayarak söylendi.

 

“Açım ben açım. Sabahın köründe getirdin beni buraya zihnimin açılması için önce midemin keyfe gelmesi gerekiyor. Malum akıllı kadının zihni kalbinden pardon ya midesinden geçer," dedi muzırca.

 

“Şuncacıkta kızsın nerene yiyorsun o kadar yemeği anlamıyorum ki?” Kendini boş bir çuval gibi sandalyeye bıraktı. Gözleri yine şu an öfkesinin asıl sebebi olan canının yanmasına sağlayan adama takılı kaldı. Bu adam tam karşı masada otururken yanında Leyla denen kız vardı. Genç adam oturduğu yerden içine işler gibi neden bakıyordu? Kaşlarını çatan Özüm bu bakışlara kendini maruz bırakmamak adına homurdanarak arkadaşına döndü.

 

“Bu adam resmen benim ayarlarımla oynuyor. Farkında değil ama şansını fazla zorluyor.” Dudaklarının arasından kızgınlıkla geveledi. Hem anlam yükleme diyor, hem de arlanmadan yanında kız arkadaşı varken ona bakıyordu.

 

Hande yemeğe öyle bir dalmıştı ki arkadaşının kimden bahsettiğini anlayamadan boş bulunarak “Kim?" dedi. Kafasını yemekten kaldırıp da karşı tarafta oturan gruba baktığında orada Alper’i ve arkadaşlarını gördü. Aklı başına yeni gelen kız aniden Özüm’e heyecanla dönerek “Eee anlatmadın, ne konuştunuz?" dedi.

 

“Ne konuşacağım ben o şirazesi bozuk herifle? Karşıma bir daha çıkma dedim.” Ne kadar istemese de kendisini esir alan adamdan bakışlarını esirgeyemiyordu. Ona gözdağı verircesine bakarken yanındaki kızın varlığı içindeki bugüne kadar tanışmadığı bir duyguyu ona tattırıyordu. Bunun adı neydi bilmiyordu? Bildiği tek şey fena halde yakıcı olduğuydu. Ve bu durumdan hiç de hoşnut değildi. Ne o bakışlardan, ne de hissettiklerinden.

 

***

 

“Sözümün geçtiği bir yer olmalıydı.

 

Kalbin gibi…”

 

Günlerin akıp gittiği zaman dilimi Özüm için dayanılmaz bir süreç oldu. Alper’in gözlerine takılı kaldığı günden bu yana hayat okul içinde ona tahammül edilemez bir duruma dönüşmüştü. Sebebini bilmediği tuhaflıklar birbirini kovalarken o artık nedenlerin peşini bırakalı çok oldu. Çünkü her bir cümlenin ardına sarıldığında karşısına çıkan tek şey sert bir duvar, aşılamaz dağ ya da açılması muhtemel olmayan bir kapı oluyordu. Her defasında açmanın mümkünatının olmadığı ve anahtarının asla eline geçmeyeceğini bildiği bir kapı ile karşılaşıyordu.

 

Alper, Özüm’e durması gereken yeri gösterdiği anda genç kız da ona güya haddini bildirmişti. İçi sızlayarak zihninden Alper’in yanındaki Leyla denen kızla görüntüsünü silmeye çalışsa da belleği bir türlü buna müsaade etmiyordu. O günden sonra okul hayatı karanlıklara mahkûm olan bir zindana dönmüştü. Onu gördüğünde yolunu değiştiren insanlar, yanına oturduğu herkesin bir bir etrafından uzaklaşması, bir de şu “Sen küçük kız mısın?" diye tekrar eden replik giderek canını sıkmaya başlamıştı.

 

“Küçük kız.” Bu sözleri Alper’in ağzından duyduğundan bu yana herkesin dilinde bir küçük kız almış başını gitmişti.

 

Hande’de olmasa Özüm artık adını unutacak hale gelmişti. Kimse ona ismiyle hitap etmez olmuştu. Bu durumun sebebini başlarda ne kadar araştırsa da mantıklı bir açıklamasını bulamadı. Artık adı yerine “Küçük kız,” dendiğinde bakar oldu. O kadar olağan, sıradan bir durum haline dönüşmüştü ki adını bile unutacak raddeye geldi. Bir de Alper’in dengesiz davranışları vardı ki iyiden iyiye onu çılgına çevirmeye başlamıştı.

 

Özüm her attığı adımda onu karşısında görürken yüreğini harlayan bakışlarına maruz kalıyordu. Davranışları ne kadar umursamazsa, bakışları da bir o kadar yakıcı ve etkileyiciydi. Bakışlarımı dinle, sözlerimi kaile alma, der gibiydi.

 

Özüm çıkmazlar içinde kendini derslere ne kadar vermeye çalışsa da her derste ona rahat vermeyen bakışlar ve ona sık sık seslenen Alper’in dilindeki küçük kız kelimeleri ile işi hiç de kolay değildi. Canına tak etmişti artık. Alper ile karşılaştığı günden bu yana ne ismi kalmıştı, ne aklı, ne mantığı… Onun karşısına çıktığı o günden bu yana resmen hayatı alt üst olmuştu. Daha fazla dayanamıyordu. Patlamasına ramak kaldığı o sıralar arkasından seslenen arkadaşının ağzından “Küçük kız neredesin sen?” cümlesini duyduğu an oturduğu sandalyeden yavaş yavaş kalktı ve bir hışımla ona doğru öfkeyle döndü.

 

Hande ağzından kaçırdığı cümlenin ne kadar zamansız olduğunu anladığı an iki elini de ağzına panikle kapadı. Ama artık ok yaydan fırlamıştı bir kere ve Özüm’ün gözlerinde gördüğü dehşet pırıltıları onu bile yerinde titretmeye yetmişti. Kızın yüreğinde köpürmeye başlayan asabiliğinin yansımasını kızaran yüzünden fark ettiği zaman bir çuval inciri berbat ettiğini anladı.

 

“Sen de mi Hande?" Diye kükrediğinde arkadaşı bir adım pusarcasına geri gitmek zorunda kaldı.

 

“Özüm ben…" diyecek oldu ama sözleri Özüm’ün “Kes sesini Hande günlerdir ne halde olduğumu görmüyormuş gibi bir de sen, sen de bana…”

 

“Özüm," dedi bir adım ona doğru atarken yaptığı hatanın pişmanlığı altında ezilip un ufak olmuştu. Özüm elini havaya sarsıcı bir şekilde kaldırarak onu durdurmaya çalıştı.

 

“Sakın Hande, sakın bir şey söyleme bana.” Emredercesine kulaklarda yankılanan kelimeler kızı olduğu yere çivilemeyi başardı.

 

“Yeter artık ya, yeter artık.” İsyan edercesine masadaki eşyalarını rüzgâr gibi hızlıca toparladı.

 

Hande’yi gözü yaşlı bir şekilde kederiyle bir başına ardında bırakırken kendisi de ondan farksız değildi. Şimdi Özüm bu denli celallenmesinin gerçek müsebbibi, sebeplerini aramayı bıraktığı ve kendisini nedenler kümbetine acımasızca atan adama doğru aceleci adımlarla gidiyordu. Onu nerede bulacağını bilmiyordu. Bildiği tek bir şey vardı o da kendisi onu bulamasa da Alper onu bir şekilde bulur utanmadan bir de hakkı varmış gibi tüm heybeti ile karşısına dikilirdi.

 

Okulun bahçesinde gözleri yaşlara boğulurken tahmin ettiği gibi de oldu. O hıçkırıklar içinde hüzün yağmurlarını yanaklarından aşağıya akıtırken kolu aşina olduğu ve deli gibi özlediği kulağına hasret çanlarını çaldıracak bir dokunuşa şahitlik etti.

 

Kolunda toprağa düşen cemre etkisi yaratan sıcaklığı hissetti. Onun ileriye doğru bir adım daha atmasına izin vermeyen bu dokunuş derin bir nefes alıp vermesine sebep oldu. Kendinden bir adım geride olduğunu fark ettiği adama başını yavaşça döndürürken sicim gibi yaşlar yanaklarını ele geçirmeye devam ediyordu.

 

Görmeyi beklediği umursamaz kurşuni griler iken karşılaştığı bakışlar endişeyle karışık tedirginliğe ev sahipliği yapıyor, yüzünden acı çektiği hissediliyordu. Özüm kendisine böyle tesir eden bakışlar atan adamın ıstırap çektiğine neredeyse inanacaktı, ta ki ağzından dökülen “Küçük kız iyi misin?” sözleri esefle dökülene kadar. O büyülü an, onun iki dudağının arasından çıkan cümle ile yerle bir olmuştu. Kendine hızla gelen Özüm, kolunu tutan ve aklını yavaşça başından almaya niyetli sıcaklıktan kurtulmak adına sertçe silkeledi.

 

“Bir de utanmadan bana iyi olup olmadığımı mı soruyorsun?”

 

Git gide kasaveti daralırken sesi hicran bulutlarını ardında bırakıp hiddetli çıkmıştı. Elindeki çantayı bir hışımla yere fırlattı şimdi gözleri deliduman ona bakarken pervasız ve bir o kadar korkusuzdu.

 

“Ne olup bittiğini bana anlatacak mısın yoksa doğaüstü güçlerimi mi kullanmamı istersin?” Asabileşmeye başlayan adam bir elini beline koydu ve burnundan soluyarak diğer elini saçlarının arasından geçirdi.

 

“Sorun sensin Alper, anladın mı beni, sorun senin benim etrafımdaki görünmez varlığın, etrafıma hakkın olmadığı halde oluşturduğun sisli duvar.” İşaret parmağı ile adamın göğsünü geriye doğru ittirmeye çalışırken pek de başarılı olduğu söylenemezdi.

 

Alper bir göğsündeki minicik parmağa bir de gözleri öfkeye bulanmış karşı konulmaz güzelliğe sahip kıza bakıyordu. Yüzünde çarpık bir gülümseme oluşmuş olan adam onun bu haline şahit olmaktan büyük bir zevk alır gibiydi. Göğsünde asılı kalmış parmakları okşayarak yavaşça tuttu. Aşağıya doğru kademeli bir şekilde onun konuşmasına fırsat vermeden indirdi.

 

“Özüm," dedi içi titrer gibiydi. “Şimdi sakin ol ve bana ne olduğunu anlat.” Sakince konuşurken ses tonu karşısındaki kızı uyuşturmaya başlamıştı. Ama günlerden sonra onun ağzından beklemediği bir anda ismi dua gibi döküldüğünde kaşları çatıldı. Parmaklarını elinden sertçe çekiştirip kurtardı.

 

“Sonunda benim de bir adım olduğunu hatırlayabildiğine sevindim. Malum sayende kendi ismimi unutacak hale geldim. Belleğim sayende Özüm ismine yabancılaştı Alper, sana tek bir soru soracağım ve bu sorunun cevabını almadan bugün buradan gitmeyeceğim.”

 

“Sor.” Gözlerindeki delici bakışlarla şimdi kıza meydan okuyordu.

 

“Benden ne istiyorsun Alper?”

 

“Hala anlamadın mı?”

 

“Alper neyi anlamamı bekliyorsun? Seninle karşılaştığım günden bu yana hayatım alt üst oldu. Geldin tüm emeğimi sevgilini kıskandığın için kabadayılığına laf ettirmemek için kavga çıkararak heba ettin. Sana o gün dedim, çıkma karşıma dedim. Sen ne yaptın gece yarısı utanmadan evime kadar geldin.”

 

“Özüm lütfen sakin ol.”

 

“Sakin falan olamam yeter artık. Evimi, telefonumu nerden buldun hala bilmiyorum ama anlamadığım bir şekilde beni buldun. O gece bana saçma sapan bir an yaşatarak ansızın ortadan yok oldun.”

 

“Açıklamama müsade et.”

 

“Hayır sen o hakkını çoktan kaybettin. Ben daha hayal misin gerçek misin anlayamadan toz olup gittin. Sabah olduğunda karşına geçtiğimde bana öyle laflar ettin ki yerin dibine geçtim. Sana benden ikinci defa o gün uzak dur dedim. Ama sen ne yaptın?”

 

“Duramıyorum anlasan senden bir adım öteye gitmeye artık cesaretim yok.”

 

“Yine durmadın Alper, yine benden uzaklaşmadın. Her yerde karşıma çıktın, her adımım ayarlanmış gibi seni buldu. Ben birinci sınıfım Alper sen ise dördüncü sınıf söylesene nasıl oluyor da benim bütün derslerimde sen de varsın. Nasıl oluyor da ben her kantine adım attığımda sen de ayarlamış gibi ardımdan çıka geliyorsun. O günden sonra neden adımı unutacak hale geldim ben Alper? Neden herkes bana senin seslendiğin gibi küçük kız diyor? Neden selam verdiğim her erkek kafasını çevirip yüzüme bile bakmıyor? Neden arkadaşlarımı bir bir kaybediyorum? Neden insanlar beni gördüğünde kaçarcasına yolunu değiştiriyor? Neden kahrolası, neden? Tüm bunlar neden benim başıma geliyor? Benden ne istiyorsun Alper? Artık bir cevap ver, neden hayatımı alt üst ediyorsun? Bin bir umutla geldiğim okulda bana cehennemi neden yaşatıyorsun?”

 

“Özüm, yapma be iki gözüm, yapma be gözlerimin parlayan nuru… Ne olur ağlama? Ne olur gözünden benim yüzümden bir damla daha yaş dökülmesin güzelim.” Yavaşça elini çenesine götürüp gözlerini can hizasına getirdiği anda bakışları şimdi yüreğinde, gönlünde atıyordu. İşte şimdi görüyordu gözleri gözlerini, işte şimdi görüyordu gözleri canını, yüreğini, hissettiklerini.

 

“Alper, dayanamıyorum artık ben…" Dediği anda Alper’in parmakları Özüm’ün sıcacık dudakları ile buluştu.

 

“Şiyt, şimdi konuşma sırası bende güzelim. Şimdi konuşma sırası yüreğimde. Ben tüm bunları hissedeceğini bilsem inan ki zamanı geriye sarar ve olayların bu şekilde gelişmesini engellerdim.” Alper büyük bir hasret ile genç kızın gözlerini içine baktı.

 

“Tüm bütün bunları bana neden yaşattın?”

 

“Günlerdir gözüme uyku girmiyor Özüm, günlerdir kendimle büyük bir savaş halindeyim. Okula geldiğin ilk gün gördüm ben seni, gözlerindeki heyecanı an be an izleyerek seninle yaşadım. Günlerce uzaktan seyrettim ben seni, neredesin, kiminlesin, ne yapıyorsun her şeyden bir şekilde haberim illaki oluyordu. O kavga olmasaydı belki de hiç karşına çıkmayacaktım. Ben senin notlarını mahvetmeseydim senin evinin kapısında kendimi bulmayacak, o cesareti yüreğimde hissetmeyecektim. Ama kader beni senin kapına getirdi.” dedi içinde kıvrandığı çaresizliği hissedilir derecedeydi.

 

“O gece sana dokunduğum an yandım ben Özüm, o gece senin gözlerine baktığım an ben harlayarak alev aldım ama sen görmedin. Ertesi sabah sana davranışlarımın tek sebebi korkmamdı. Ben o geceden sonra ürktüm, çekindim, kaygılandım Özüm. Sana dokunduğum an alazlanan yüreğimin seni de dağlamasından, mahvetesinden korktum.”

 

Genç kız adamın çıkan cümleleri karşısında şaşkın öylece gözlerinin içine bakıyordu.

 

“Ben yorucu seven bir adamım , meşakkatli seven ve zor sevilen bir adamım. Çekilmez bir adam olur çıkarım, sevdiğim an gözüm kararır ve ben seni yaralamaktan korkarım. Sen benimle baş edemezdin gözümün nuru, ben o sabah senin gözlerinde gördüğüm kırılganlık ile ne kadar doğru karar aldığımı bir kez daha anladım. Ben senin kanadını kırar yaralardım. Sırf bu yüzden uzak durmak istedim senden ama gördüğün gibi bunu da başaramadım.”

 

“Çok saçma, sebeplerin çok saçma.”

 

“Belki saçma ama gerçek olan bu. Benim her adımım sana yöneldi. Tek bir damla gözyaşı döktüğünü duyduğum anda kan beynime sıçradı. Ağzımdan küçük kız kelimesi çıktığı an asla kaçışımın olmadığını bilemedim. Sana kimsenin adınla hitap etmesine izin veremezdim, vermedim de… Sen Özüm’dün, ama benim Özüm’ümdün. Bir yabancının dudaklarından bile olsa isminin başkasına aitmiş gibi çıkmasını istemedim. O aitlik sadece bana özel kalsın istedim. Duymaya bile tahammülüm yoktu.”

 

“Hangi hakla Alper?”

 

“Sana küçük kız diye seslendiğim an bunu herkesin bileceğini ve ona göre davranacağının bilincindeydim. Beni tanıyan herkes bilir ki ben birine adıyla seslenmiyorsam bütün çevrem o kızdan bir adım uzakta durması ve ismini zikretmemesi gerektiğini bilirdi. Öyle de oldu. Sana ne kadar mesafeli durmaya çalışsam da ben bu okulda olduğum sürece yanına hiç kimsenin başka bir niyetle yaklaşmasını istemedim. Benim buna yüreğim asla dayanamazdı. İster bencillik de ister başka bir şey ama tekinsiz adamın tekiyim ben. Sen söyle Özüm ben senden ne istiyorum? Hissettiklerimle mücadele ederken seni yakmamak adına senden kaçtım. Ama her firar edişim sana, her basamağım yüreğineydi. Söylesene iki gözümün nuru ben senden hakkım olmasa da yüreğinden başka ne isteyebilirim? Alazlandıracağımı bile bile bencilce yüreğinin sahibi, gözlerinin baktığı yerde olmaktan başka ne dileyebilirim?"

 

Alper şimdi onun karşısında tüm açık yürekliliği ile sapasağlam dimdik dururken Özüm gözleri şaşkınlıkla açılmış ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Sahi şimdi Alper’e ne diyecekti? Onun onca cümlesi karşısında dilinden onu tatmin edecek bir kelime dahi dökülebilecek miydi? Özüm öfkesini kusmaya geldiği adamın karşısında beklemediği bir itiraf ile yüzleştiğinde yüreği harlayarak alev almıştı. Ama şimdi sözünün geçtiği bir yer olmalıydı. Kalbi gibi…

 

***

 

Korku… Özüm’ün tek hissettiği şey deli gibi yürekten hissettiği korkuydu. Alper’in tirafı beklenmedik, hissettirdikleri zamansızdı. Özüm ona hesap sormaya gelmişken böyle bir konuşmayı hayal dahi etmemişti. Az önce bağırıp çağıran, yeri göğü inleten kendisi değilmiş gibi şimdi tüm hücrelerinde bir sükûnet mesken tuttu.

 

Bu adam neler demişti ona böyle?

 

Özüm, biraz kendini toparlamaya çalıştığı anda Alper’in cevap bekleyen sarsıcı bakışları ve etkileyici sesiyle tekrar yüzleşmek zorunda kaldı.

 

“Özüm, biliyorum çok ani oldu. Ama gözünden dökülen her bir damla yaş benim ruhumu yaralıyor. Senin acı çektiğini gördüğüm ya da hissettiğim her an ben de can çekişiyorum. İçime çektiğim her nefeste sen kokan düşler kuruyorum, görmüyor musun be güzelim?”

 

“Sen delisin. Bir sevgilin varken nasıl bu şekilde benimle konuşursun? Sen o kız için herkesin içinde kavga edecek kadar gözü karasın. Sırf onu kıskandığın için yurda giriş çıkışını bile sen sağlıyorsun. O kız senden habersiz okul içinde tek bir adım dahi atmıyor. Bunları bilmiyorum mu zannediyorsun? O kadar saf, o kadar aptal mıyım ben?”

 

Özüm tüm bunları bir şekilde öğrenmiş aslında gizliden gizliye araştırmıştı. Yapışık ikiz gibi dolaştıkları için delicesine merak etmişti.

 

“Özüm, şu anda gerçekten saçmalıyorsun. Leyla sadece ailesinin bana emanet ettiği uzaktan bir akrabamız, hem de çocukluk arkadaşım. Emanet benim için bir nevi namustur. Bu yüzden kardeşim gibi gördüğüm kızın başına bela olan bir adamı uyarmama rağmen kızın peşini bırakmadığı ve haddini aşan konuşmalar yaptığı için o kavga yaşandı. Yoksa durduk yere çıkan bir tartışma değildi. Hem ben sevgilisi varken başka bir kızın karşısına çıkıp da ona hissettiklerimi anlatacak kadar adi bir adam mıyım? Ben böyle bir şerefsizlik yapacak biri miyim?"

 

Gözlerinin kül rengi bir anda hiddet ile koyulaştı. Asabı bozulan, kontrolünü yitiren Özüm’ün ağzından sinirle dökülen kelimeler adamın canını kederle yaktı.

 

Tanımayabilirdi belki onu ama en azından gözlerinde gerçeği görecek kadar da kör olmamalıydı. Kendisine ne ima ettiğini yakamozlarında yanan öfke ateşinde hissettirmek istedi. Sinesinin cayır cayır yandığını duyumsatmak istedi.

 

Bakışlarında görmediği, sezemediği güçlü duyguların yerini öfke almışken bunu anlasın istedi. Ama karşısındaki kızın bunu bile anlayacak hali yoktu. Gözü dönmüştü. Aklında hangi kurgunun hikâyesinde, hangi kötü karaktere giydirmekle meşguldü kendisini ciddi anlamda merak ediyordu. Beyninden geçen her bir ayrıntıyı bilmek istese de genç kızın gözleri nefret ile tutuşuyor, ikisine de artık nefes aldırmıyordu.

 

“Ben seni tanıyor muyum Alper? Sen kimsin? Sen nasıl bir adamsın ben nereden bileyim? Senin hangi sözüne inanayım? Benim gözümde dengesiz, nevropat, ölçüsüz bir adamın tekisin. Geceden sabaha fikri gibi davranışları da değişen, yanında posta çantası gibi taşıdığı kız ve etrafında ne olduklarını, kim olduklarını çözemediğim bir takım adamlarla dolanan, sürekli istemediğim halde benim dibimde biten, şimdi de karşıma geçip başından beri beni takip ettiğini söyleyen benim gözümde ruh hastası bir adamsın sen. Ne istediğini bilmeyen, ne yaptığının farkında olmayan, hayal mi gerçek mi olduğunu çözemediğim, varlığı ile yokluğu bir olan delişmenin tekisin. Sen adam, sen benden uzak durması gereken bir âdemoğlusun. Asla daha fazlası değil. Olmayacak hayaller kurma, mesafeni koru ve benden uzak dur. Daha önce de dediğim gibi benim senin gibilerle işim olmaz. Anladın mı?" dedi tehditkâr bir biçimde işaret parmağını havada sallarken.

 

Alper duydukları ile bir anda afalladı. Bu kadarını da tahmin etmiyordu. Tepki, çığlık, bağırış çağırış bekliyordu ama böyle bir meydan okuma ve istenmediğini bu kadar açık yüreklilikle korkusuzca belli eden ve dile getiren dik başlı kızın tavrı hiç ama hiç hoşuna gitmedi.

 

“Ben," dedi Alper kendinden emin civanmert bir adım atarak. Şimdi Özüm’ün toy bakışları onu bulmuşken Alper umursamaz bir havada göğsünde bulunan kendisini tehdit eden parmağa baktı. Dokunuşunun büyüsünün üzerinde yarattığı etkinin keyfini çıkardı. Kızın taş kesilmiş bedeninde hayretle kendisine münzevi bakışların sahibinin yakamozlarının içine dokunaklı bakışlar fırlattı. Göğsüne değen parmağı usulca avuç içine aldı tenine ihtiras yüklü küçücük bir öpücük kondurdu. Diğer eli ile Özüm’ün az önce boncuk tanesi gibi gözlerinden akan yaşların istila ettiği yanağını avuçları içine aldı. Başını hafifçe yana yatırıp sevdaya bulanmış grinin en güzel tonunu kızın kara gözleriyle hasret ile buluşturdu.

 

“Ben ne istediğimi biliyorum Özüm," dedi adını şefkatini hissettirir gibi her bir kelimenin üzerine bastırarak söyledi.

 

Özüm kaşlarını yukarıya istemsizce kaldırırken yüreğinin ani atışlarını delicesine hissediyordu. Alper kızın kulağına doğru eğildi. Sıcacık nefesini boyun köküne bırakırken maksadı sadece onun aklını başından alacak bir yudum nefes bırakmaktı. Ama hesaba katmadığı tek şey küçük bir oyun oynamak amacıyla yaptığı bu yaramazlığın onun başına iş açmasıydı. Önce gözleri istemsizce kapandı, sonra yer ayağın altından kayıp gitti. Genç kızın kokusu burnundan ciğerlerine dolarken Alper bambaşka bir dünyaya adım atarak fani dünyadan koptu ve ruhu bambaşka bir boyuta atladı. İstençdışı iradesini kızın hâkimiyetine bıraktı.

 

“Şimdi küçük kız nefes al, nefes al ki benim için yaşa Özüm," dedi kesik kesik nefes alırken bilinçsizdi. O an soluğunu tuttuğunu hissetti Özüm. Alper hatırlatmasa nefes almak aklına bile gelmemişti. Bir anda havayı ciğerlerine çeken kız neye uğradığını bile anlamadan kendisini esir alan sıcaklıktan apansızın acımasızca koparıldı. Alper kendisini beklenmedik bir anda geriye çektiğinde karşısındaki kız kadar darmaduman olmuştu.

 

Yaşadıkları, hissettikleri bambaşkaydı. Bu güçlü, çok güçlüydü. Kontrol edilemeyecek boyutta bir duyguydu. Başıbozuk bir sevdaya çekildiğini fark ediyor, kaidesiz dolambaçlı yollara yönlendiriliyordu. Bir kaos ortamında esrarengiz, tekinsiz bir adamın yoldaşlığına el uzatıyordu ama bilmediği yanlış kapıyı çalıyordu.

 

Özüm bir an önce oradan gitmek istedi. Yüreği oradan uzaklaşma isteği ile dolup taşmıştı. Kaçmak, ardına bile bakmadan ondan kurtulmak istiyordu. Tekrar esir düşmek, ruhunu tutsak edip yitip gitmek istemiyordu. Yanlış bir şey yapmadan oradan bir an önce gitmeyi diliyordu. Yanılgıya düşmekten, hata yapmaktan, günaha girip kabahat işlemekten delicesine korkuyordu.

 

“Sen delirmişsin. Ben senin asla hiç bir şeyin olmayacağım." Geriye doğru giderek sendeledi, gözü yere fırlattığı çantasına gitti hemen onu aldı. Ayakta durmakta zorlandığı birkaç adımla ileriye doğru gitmek için yürüdü. Birkaç adım atışının ardından arkasından duyduğu cümle onu yerine çivileyerek hareketsiz bırakmaya yetti.

 

“Haklısın sen benim bir şeyim değil, her şeyim olacaksın," diye haykıran adam Özüm’ü taş etti yerinde, adım attırmadı ileriye. “Yüreğine adım adım yer edeyim, gör sana neler edeceğim," dedi.

 

Özüm’ün gücü tükendi, soluk alamaz duruma geldi. Ne diyebilirdi ki? Hem de az önce hissettiklerinden sonra dilinden hangi itiraz cümlesi firar edebilirdi ki? Kendine bile inkâr edemediklerini arkasında kendinden emin, kuşkusu bulunmayan bir halde konuşan adama nasıl söyleyecekti? Söyleyemedi. Sadece kendisini zar zor ayakta tutan ayaklarını sürükleyerek oradan uzaklaştı.

 

“Göreceksin Özüm, beni de hissettiklerini de sana büyük bir zevkle tanıtacağım" diyen kendinden emin bir Alper’i ardında bıraktı.

Bölüm : 24.12.2024 06:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...