12. Bölüm

11.

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

11.BÖLÜM(YALITMA)

 

“Sonuçsuz olacağını bile bile peşine düşüp sebepsiz yere bağlandım ben sana.

 

Şimdi göremediğim gözlerine o zamanlar ben cennetim derdim biliyor musun?”

 

Alper omuzları çökmüş bir halde bankta oturuyordu. Gözleri gidip gelen dalgaları izliyor içten içe içinde oluşan büyük korkuyu bu şekilde yenmeye çabalıyordu. Özüm’ün ona doğru adım adım gelmesini ne kadar çok istese de bir o kadar da bu geliş onu tedirgin ediyordu. Delicesine korkuyordu. Çünkü bu geliş asla gerçek anlamda bir geliş değildi. İçi titriyordu adamın, ruhu nedensizce üşüyordu. Derin bir soluk alıp verdi ve arkasına yaslandı. Yanında hissettiği hareketlilik ile başını çevirdiğinde Özüm’ün ses etmeden yanı başına sessizce iliştiğini gördü.

 

Ne bir merhaba, ne bir seslenme hiçbir şey yoktu. Olan tek bir şey vardı o da onun gözlerinde gördüğü can yakan sonsuz uzaklıktı. Genç kız da şimdi ufka doğru bakıyordu. Gözlerini ileriye doğru dikmiş sessizliği kendisine mesken ediyordu.

 

Alper istemsizce açıp kapadı gözlerini “Hoş geldin." dedi her zaman yüreğine hoş gelen kadına. Başını bile döndürmedi kız, gözlerine bakma gereği bile duymadan sadece başını olumlu anlamda salladı. Alper sevdiği kadının gözlerini görememiş olmanın hayal kırıklığında boğuluyordu.

 

“Özüm ben…" dedi kendisini anlatmak istiyor, ayaklarına kapanıp yalvararak tekrar tekrar af dilemek, ondan ne olursa olsun vazgeçmeyeceğini dillendirmek istiyordu. Ama bu teşebbüsü hissedilmiş gibi ansızın dönen kızın gözlerinde ki uyarı dolu bakışlarıyla bıçak gibi kesilip atıldı.

 

Alper onun bu sessiz ama sert tepkisi ile sesini keserken yavaşça yutkundu. Özüm bakışlarını tekrar denize çevirdiğinde konuşma sırasının kendisine geldiğini anladı. Güç toparlıyordu geldiği andan bu yana, bu yüzdendi acı dolu derin sessizliğinin tek sebebi. Kelimeleri bir araya getirecek cümleleri zihninde toparlayıp dillendirmek adınaydı tüm mücadelesi.

 

“Alper sen bu zamana kadar yeterince konuştun, artık konuşma sırası ben de. Lütfen! Konuşmamı bölmeni asla istemiyorum. Artık hiçbir şey yapma ve yalnızca gerçek anlamda beni dinle olur mu? Anlamak istediğini değil anlatmak istediğime kulak ver ve artık duy beni.” Onun bu soğuk konuşması ve uzak tavrı sebebiyle adamın içi ürperdi. Yalnızca başını olur anlamında aşağıya yukarıya salladı. Duyacaklarına yüreğini de aklını da hazırlamak hiç bu kadar zor olmamıştı.

 

“Ben seni çok seviyorum Alper, sana tutkulubir şekilde delicesine aşığım, bunu hiçbir zaman inkâr etmedim. Ben seni tam şuramdan." diyerek elini yumruk yapmış bir halde kalbinin üzerine getirdiğinde sertçe oraya vurdu. “Tam şuramdan delicesine seviyorum adam." dedi gözlerinin içine korkusuzca bakarak.

 

Alper onun bu itirafı ile o kadar çok mutlu oldu ki “Özüm…" dedi ve kalbine vurduğu yumruğunu avuçları içine almak adına bir hamle yaptığında “Sakın." diyen Özüm’ün tepkisi ile hareketi dona kaldı. “Ben bunu sana her şeyi dürüstçe konuşmak adına anlatıyorum Alper, farklı imalar ya da anlamlar çıkar diye değil." dedi sertçe.

 

Alper böyle bir karşılıktan sonra elini yavaşça geriye doğru çekti. Onun geri çekilişi ile Özüm biraz sakinleşti ve kaldığı yerden devam etti. Gözlerinin içine bakarak konuşuyordu. Anlasın istiyordu, anlatacağı her bir kelimeyi sonuna kadar artık idrak etsin istiyordu.

 

“Seninle geçirdiğim her günün gecesinde gözlerini görürdüm gecelerimde. Gözlerin geceleri, geceler gülen gözlerindeki yıldız yağmurunu hatırlatırdı bana. Öylesine çok severdim ki seni… Ama arka arkaya yaşananlar, talihsiz olaylar, acılar, dökülen gözyaşları ne kadar kaçarsam kaçayım içimde sana olan aşkımı silip atamadım ben. Sensizliğin ortasında kaldığım o acımasız anlarda bile seni unutamayacağımı her defasında daha acı bir şekilde anladım. Tüm yaşattıklarına rağmen yüreğim senden bir an olsun vazgeçmiyordu. Sonuçsuz olacağını bile bile peşine düşüp sebepsiz yere bağlandım ben sana. Şimdi göremediğim gözlerine o zamanlar ben cennetim derdim biliyor musun? Senin gülüp geçtiğin, benim inandırmak için hiçbir çaba sarf etmediğim, yüreğine sahip olduğumu düşündüğüm ama en büyük yanılgının sahibi olduğum dertsiz tasasız günlerdi o zamanlar. Aslında kara günün adım adım kendini haber verdiği ama benim bu gelişe kulaklarımı amansızca tıkadığım zamanlardı. Geldi de o kara günler. Hem de hiç bekletmeden.”

 

“Özüm ben her şey için özür dilerim, gerçekten.”

 

“Bunları özür dilemen için anlatmıyorum. Bunları bundan sonra söyleyeceklerimi anla diye anlatıyorum. Beni ilk defa gerçek anlamda anlamanı istiyorum. Bak Alper, bugün Cem’in annesi geldi.”

 

“Nasıl olur bu?" diye hiddet ile ayağa fırladı. “Ne zaman geldi? Benim neden haberim yok bundan?”

 

“Haberin olmasını gerektirecek bir durum değildi. Sen buraya geldikten sonra eve geldi.”

 

“Sen beni bu yüzden buraya çağırdın. Benim kapıda beklediğimi biliyordun." dedi yeni idrak ettiği gerçekler ile allak bullak olmuştu.

 

Özüm’ün evet anlamında başını sallamasıyla hepten afalladı.

 

“Sen buna nasıl izin verirsin. Onun oğlunun sana yaptıklarından sonra evinin içine nasıl kabul edersin. Sen ki beni bile o evden kovdun." dedi yanına tekrar oturup omuzlarından tutup onu hafiften sarsarken kendisine getirmeye çalışıyordu. Özüm onun tutuşundan kurtulmak adına sertçe onu geriye doğru ittirdi.

 

“Ben her şeyin farkındayım Alper, o anları yaşayan bendim." dedi gözlerinin içine onu suçlarcasına bakarak konuştu. Bu bakış adamın pişmanlığının doğmasına sebep oldu. Gözleri keder ile dolup taşarken onun konuşmasına fırsat vermediğini hissetti.

 

“Annesi ile konuşmak istedim. Defalarca beni aramıştı. Ve ben de gitmeden önce…" dedi sesi fısıltı halinde çıkarken.

 

“Gitmeden önce mi?" dedi kaşları çatık bir halde ona dönerken sesinde çoktan panik peyda olmuştu. Özüm’ün gitmekten bahsetmesi nefesinin daralmasına kalbinin ağzında atmasına sebep olmuştu.

 

“Alper izin verirsen hepsini anlatacağım." dedi gözlerini kısarak ona baktı. Onun tek kelime dahi etmesine izin vermeden konuşmasına devam etti. " Dediğim gibi o günden sonra annesi defalarca beni aradı. Açmadım telefonlarını Hande her defasında bir bahane uydurdu. Ama sonra görüşmek istedim. Çünkü hislerim bana Cem’in durumunu bildiğini söyledi ve hislerimde yanılmadığımı görüştüğümde anladım. Kapımın önünde nöbet tuttuğunu biliyordum. Seni uzaklaştırmak adına burada buluşmak istedim. Cem’in annesi onun lise yıllarında bir kıza takıntılı olduğunu ve bunu odasında buldukları eşyalar sayesinde fark ettiklerini söyledi. Obsesif sevgi bozukluğu varmış. Uzun bir tedavi süreci yaşamış her şey yolunda zannediyorlarmış. İlaçlarını aldığını düşünüyorlarmış. Benimle nişanlanması ile de lise de âşık olduğu kızı tamamen unuttuğunu düşünmüşler. O kızın ben olduğumu ise daha yeni öğrenmişler. Bunları gözü yaşlı anlattı bana. Kadın oğlunu istiyor Alper, Cem nerede?”

 

“Hak ettiği yerde.”

 

“Alper onu ailesine teslim edeceksin. Annesi ile birlikte gidip şikayetçi olduk. Ben annesine güveniyorum. Önce adalet karşısında yargılanacak daha sonra da tedavisine başlanacak.”

 

“Onu ancak polise teslim ederim Özüm tabi önce sana yaptıklarının bedelini ödedikten sonra.”

 

“Sana hastaymış diyorum anlamıyor musun?”

 

“Beni ilgilendirmiyor Özüm, orada sana bir şey olabilirdi, ben yetişemeyebilirdim. Sen benden ne istediğinin farkında mısın?”

 

“Bak." dedi derin bir nefes alıp verirken sakinleşmek istediğini hissettiriyordu. “Annesi Cem’i alıp polise götürecek ve daha sonra da hastaneye yatıracak. Bana söz verdi bir daha asla benim çevremde bulundurmayacak. Ben gözü yaşlı o kadına inanıyorum, onun ana yüreğine güveniyorum. Senden bugüne kadar gerçek anlamda hiçbir şey istemedim ama bunu senden istiyorum. İster kendi ister kardeşinle kimle istersen onunla Cem’i ailesine teslim et çünkü ben onu affettim." dedi son kelimenin üzerine özellikle bastırarak söylemişti.

 

“Affettin mi?" dedi inanamaz gözler ile ona bakarken içinde öfke barınmaya başlamıştı. “Affettin öyle mi? Sana saldıran o şerefsizi affediyorsun ve benden onu bırakmamı istiyorsun öyle mi? Peki ben Özüm, beni neden affetmiyorsun? O adi herifi bile affeden sen seviyorum dediğin adamı neden affetmiyorsun?”

 

“Çünkü benim canımı yalnızca sevdiklerim yakar Alper, sen benim en sevdiğimdin ve en fazla sen canımı yaktın. Bu yüzden seni bu kadar uzun süredir affedemedim. Ama gözlerinin içine bakarak bugün sana söylüyorum, seni de affediyorum Alper, bana yaşattığın tüm acılara, döktürdüğün tüm gözyaşlarına rağmen seni de affediyorum." dedi gözlerinde akmaya hazırlanmış yaşlar şimdi yüreğini zorluyordu.

 

Alper duydukları karşısında sevinmek bir yana şimdi delicesine acı çekiyordu. Affedilmeyi aylarca beklerken şimdi duydukları neden mutlu etmemişti onu bilmiyordu. Bildiği tek şey o adi herif ile aynı anda affedilmek canını fazlasıyla acıtmıştı. Bu affediliş böyle olmamalıydı? Sevinç doğmalıydı yüzlerine keder değil.

 

“Duydun işte seni affediyorum Alper, istediğin oldu affedildin." dedi ve eli çantasına giderek bir kâğıt çıkardı. Kağıda Alper’e uzattı.

 

“Bu ne?" dedi alıp almamak da kararsız bir yüreğe sahipti şimdi. O kâğıtta hiç iyi şeyler yazmıyordu hissediyordu ama Özüm’ün al bak diyen bakışlarına daha fazla kayıtsız kalamadı. Elleri titreyerek aldığı kâğıdı yavaşça açtı ama gözleri okumaya başladığı her bir kelime de daha fazla açılıyor yüreği bu olamaz diye isyan ediyordu.

 

“Bu ne demek oluyor?" diyerek bakışlarını Özüm’e diktiğinde genç kızın yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Artık rahattı. Önce Hande şimdi Alper sıra ile herkes hayatı için aldığı yeni kararını öğrenecekti ama zaman Alper için yüzleşme vaktiydi.

 

Kâğıtta yazılan bir cümle Alper’i artık çaresiz bırakıyordu.

 

Atandığınız Kurum:18. Tercihiniz olan ERZURUM/Oltu …………………….. Okulu

 

“Nasıl olur bu? Ne zaman?" dedi elindeki kâğıda gözleri odaklanan adam fısıltı halinde sayıklar gibiydi. Özüm gözlerini denize döndürüp uzaklara baktı. Alper’in konuşmaya mecalinin kalmadığını biliyordu. Kaçış yoktu ve artık asıl konuşma yapılacaktı.

 

“Karasu’ya gittiğimiz zaman yaptım tercihlerimi hiç kimsenin haberi yoktu. Ne ailemin ne de Hande’nin. Karasu’da sen hayatıma girmeden önceki zamanlarımı düşündüm Alper, ben orada seni sevmeden önceki hayallerimi hatırladım. Okula başladığım ilk günümü, minik yüreklere dokunabileceğim o ilk adımı attığım zamanlarımı hatırladım. Sen benim hayatımı mahvederken ben hayallerimi unutmuşum be Alper. Yeni alınmış bir karar değil, bu olaylar yaşanmadan önce yapıldı bu tercihler. Puanımın çok iyi olmadığını bilerek yaptım tercihlerimi ve onay tuşuna basmadan yüreğimde tek bir dileğim vardı benim buralardan gitmem hakkımda hayırlıysa bu tercihlerden biri tutsun diye yakardım o gece Rabbime. Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş derler ya o yaşadığım talihsiz olayın ertesi sabahında açıklandı sonuçlar. Ve evet düşünmeden, şehir ayrımı gözetmeden yaptığım bir tercih geldi ve yerleştim. Sen hayatıma girmeden önce kurduğum hayallerimi şimdi Erzurum’un Oltu ilçesinde bir köyde gerçekleştirmeye gidiyorum. Ve ben giderken ardımda yarım kalan hiçbir şey bırakmak istiyorum. Bu yüzden Cem’i ailesine teslim et diyorum, bu yüzden onu affettim.”

 

“Peki ya ben, beni de mi bu yüzden affettin?” dedi başı önünde eğik elinde tuttuğu kâğıda bakıyordu.

 

“Evet, seni de bu yüzden affettim. Çünkü affetmediğim sürece hep yolumda olacaksın. Biliyorum ki oraya da gelip kendini affettirmek için çabalayacaksın.”

 

“Geleceğim." dedi tek bir solukta tek bir kelimeydi söylediği.

 

“Hayır." diye karşı çıktı genç kız “Gelmeyeceksin." dedi. “Çünkü bu oyun değil, gerçek hayattayız Alper, senin de benim de büyümeye ihtiyacımız var. Ben kaçıyorum sen kovalıyorsun gibi bir olay değil artık bu. Ben sensiz olamıyorum çünkü seni çok seviyorum ama bir gerçek daha var ki ben seninle de olamıyorum Alper. Hayatımda ki en büyük acıları sen yaşattın bana, en güzel yıllarımı sebebini bilmediğim bir ayrılığın diyetini ödeyerek geçirdim. Alper, bazı şeyleri ve insanları unutabilmeyi başarabilmek güzeldir. Sana acı veren ve kedere boğan her şeyi geride bırakabilmek. Sana iyi gelmeyen herkesi bir bir ardında bırakmak iyidir. Aslında unutmayı başarabilmek büyük bir ayrıcalıktır. Ben geride seni bırakarak gitmek istiyorum. Bu ayrıcalığı yaşayarak seni unutmak istiyorum. Ben hayallerimi geçmişin gölgesi olmadan gerçekleştirmek istiyorum. Beni sevdiğini söylüyorsun ya Alper artık izin ver. Elinde tutmaya çalışırken beni öldürdüğünün farkında bile değilsin. Ben gideceğim Alper ve sen bu defa gidişime seyirci kalacaksın.”

 

“Bunu benden isteme Özüm. Gidişine seyirci kalacak bir yüreğe sahip değilim. Beni unutmak için attığın adıma saygı duyacak kadar da insan değilim. Seni çok seven yüreğim bencil…”

 

“İzin vereceksin Alper çünkü bizim için şu zaman dilimin de bir şans daha yok.”

 

“Peki ya gelecek zaman diliminde." dedi bin bir umut barındırıyordu sesi gözlerinin içine heyecanla baktı birden.

 

“Bilmiyorum Alper artık kesin konuşmalar yapmıyorum hayatımda. Sadece gitmek istiyorum. Senin olmadığın senin nefes almadığın bir şehirde yeni bir başlangıç yapmak istiyorum. Ben sen olmadan kurduğum hayallerin içinde hayat bulmak istiyorum. Şimdi gitmem gerekiyor. İki gün sonra yola çıkıyorum." dedi ve ayaklandı.

 

Alper, sessiz… Buz gibi soğuk bakışları etrafı hissedilir derecede üşütüyordu. Gidemezsin diyemedi, geleceğim diyemedi, izin vermem asla diyemedi, diyemedikleri o kadar çoktu ki damla damla içinde biriktirdi. Kelimeler yan yana gelip bir cümle oluşturmadı. Gözleri gidişini seyretmeye hazır değildi.

 

Özüm bu ayrılığa kendini ne kadar hazırlasa da aslında hiç de hazır olmadığını ikinci adımında ardında duyduğu tek bir kelime ile anlamış oldu.

 

“Bekleyeceğim." dedi Alper.

 

Özüm bu kelimeyi söyleyen adama geri dönüp de bakamadı. Biliyordu geri döndüğü an hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

“Seni son nefesime kadar bekleyeceğim. Gelecek zaman diliminde bir şansımız olması için çabalayacağım. Asla vazgeçmeyeceğim Özüm, canım yüreğinde atıp gözlerinde nefes alırken nereye gidersen git benden gidemeyeceksin. Ne kadar çabalarsan çabala bakışlarından izimi silemeyeceksin. Her günüm seninle olabilmek adına doğacak, her gecem senin için dualar ile son bulacak. Vazgeçtim desen de inanmam, unuttum desen de bilirim unutamazsın sen beni. Bizim gözlerimiz yüreklerimizle mühürlenmişken sen benden gidemezsin ki ben can özüm." dedi.

 

Duydukları karşısında Özüm tek bir kelime dahi edemedi. Yanakları gözyaşları ile istila edilirken ardına bile bakmadan koşmaya başladı. O da biliyordu ondan gidemeyeceğini ama zor da olsa gitmeliydi. İkisinin de gerçek hayata atılma zamanları gelmişti. Çocuk değillerdi artık. Toz pembe hayaller yoktu. Hayat bu kadar basit değildi. Ve artık zaman onlar için büyüme zamanıydı.

 

***

 

İnsan hayatını küçük bir valize de doldurabiliyormuş. Özüm odasındaki eşyaları ağır aksak hareketler ile çantasına doldururken yanı başında ellerini göğsünün altında birleştirip ona öldürücü bakışlar ile bakan arkadaşını şu anlık görmezden gelmeye çalışıyordu. Çünkü kendisiyle konuşmamak için delicesine inat etmişti. Özüm ise onun inadının kırılacağı o anı bekliyordu.

 

Hande, onun eşyalarını toparlamaya başlamış olmasına hala inanamıyordu. Bu hale gelmelerine sebep olan adama lanetler okurken onu razı edememiş olmasına da öfke kusuyordu. Dolaptan kazaklarını alıp tek tek yerleştirirken bu manzaraya daha fazla dayanamayan arkadaşı bir hışımla yerinden kalkıp onun valizini eline alarak hunharca yere boşalttı.

 

“Bırak artık şu çocukluğu." diye haykırdığında Özüm arkadaşının çıldırmışçasına yaptığı hareketlere bakıyordu. Hande dökülen kıyafetleri yerden alıp bir sağa bir sola fırlatıyor bir yandan da “Göndermem seni oralara duydun mu beni? Kimse ikna edememiş olabilir ama ben izin vermiyorum Özüm Hanım. Duydun mu beni hiçbir yere gidemezsin." dedi onun gözlerinin içine sertçe baktı. Durduğu yerde kuşlar gibi çırpınıyor “İzin vermem." diye acı içinde kıvranarak haykırıyordu.

 

Yerdeki bir kıyafeti fırlatmak adına almak için aşağıya doğru eğildiği sırada eli başka bir el tarafından durduruldu. Gözleri yaşlı bir halde elin sahibine baktığında Özüm’ün yaşlarla dolu bakışları ile buluştu.

 

“Yapma Hande, benim için de zor olduğunu görmüyor musun? Daha da zorlaştırma yalvarırım." dedi diğer eli ile de gözyaşlarını siliyordu. Hande eğildiği yerden yavaşça doğruldu ve arkadaşının iki elinden de tutarak onu yatağına oturttu.

 

“O zaman gitme. Gitmek zorunda değilsin ki Özüm. Biz birlikte yüksek lisans yapacaktık. Tercih yaptığından bile haberim yoktu. Hazmedemiyorum Özüm. Bana söylemiş olsan ben de tercih yapardım. Olmadı birlikte giderdik. Ama sen…" dedi gözlerinden akıp giden sele bir türlü engel olamıyordu.

 

“Ama sen herkes ile birlikte beni de ardında bırakıyorsun ve benim de kabullenmemi bekliyorsun. İçim kabul etmiyor Özüm.”

 

“Hande, sen benim dostumdan öte kardeşimsin seni nasıl ardımda bırakabilirim. Bu kararı tek başıma aldım çünkü uzaklaşmaya ihtiyacım var. Daha iyi olabilmem için gitmem gerekiyor. Seninle değil, hiç kimseyle değil yalnız başıma gitmem gerekiyor. Sana söylemedim çünkü öğretmenliği bile üniversitede annenin zoruyla okudun sen, yüksek lisansa benim zorumla başvurdun. Senin de kendi hayatına kanat çırpma vaktin geldi de geçiyor be Hande’m. Artık kendi hayallerimiz için çabalama zamanı… Senin içinde bastırdığın, yıllar önce vazgeçmek zorunda kaldığın hayalin için mücadele etmenin zamanı geldi. Ben her zaman yanındayım ama hayallerimiz farklı be kuzum… Ben o okula başladığım ilk gün öğretmenliği yüreğime taç ettim ve artık hiç kimsenin bu hayalime ket vurmasını istemiyorum. Kanatlarımız hayallerimize doğru uçacak ama biz iki dost hep sırt sırta olacağız. Anlamanı istiyorum. Çünkü yaşadığım her şeyin tek şahidi sensin." dedi ve arkadaşını kolları arasına alarak ona sımsıkı sarıldı.

 

Yıllardır o da hayallerini ertelemişti. Kendisi giderken onun da hayallerini gerçekleştirme vaktinin geldiğini söylemişti. Yarım kalsın istemiyordu. Yıllardır kendi acı çekerken onun da kabuk bağlamaya çalışan bir yarası vardı. Biliyordu Özüm ve ona da unutmak için bir yol gösteriyordu. İkisi de daha iyi olacaktı. Bunu daha iyi anlıyordu.

 

“Hadi sulu göz kalk da yardım et. Daha annemler ile vNeşelaşacağım sonra da okula gidip diplomamı alacağım." dedi ondan zorlukla uzaklaşırken gözlerini de kaçırıyordu.

 

“Of ya yine o kaknem okula mı gideceğiz?" dedi yapmacık bir kızgınlıkla söylendi. “Hem sen nasıl ikna ettin ki sizinkileri?”

 

“Kaknem mi? Dikkatini çekerim ki sen o okulda yüksek lisans yapmak için az önce beni ikna etmeye çalışıyordun. Hem bizimkileri ikna ettiğim söylenemez.”

 

“Dur bir dakika, yoksa onların daha haberi yok mu?

 

“Hım!" dedi düşünceli bir ses tonuyla “Doğru tahminlerin hatunusun kızım, seni neden götürüyorum sanıyorsun? Bir nevi bana kalkan görevi göreceksin. Malum sen atılan terlikleri bertaraf etmekte ustasın annenden dolayı." dedi ona göz kırparken.

 

“Vay hain vay, küçük hanıma bakın siz hele, kafasında yememiş içmemiş de planlar kurgulamış. Sana şimdiden söyleyeyim ben annenin tarafındayım." dedi burnunu dikleştirerek şimdi ona çocukça bir meydan okuyordu.

 

“Bak sen?" dedi Özüm eline aldığı yastığı ona fırlatırken isabet konusunda yine şaşmadığını onun yerinde sarsılmasıyla daha iyi anladı. Sinirleri iyice bozulan iki arkadaş ağlanacak hallerine şimdi bir sinir boşalması halinde kahkahalar eşliğinde gülmeye başladılar.

 

***

 

Özüm ailesinin evinin bahçesinde oturmuş gecenin zifiri karanlığında sonbaharın yavaşça kendisini hissettirdiği anlara şahitlik ederken elleri ile kollarını ovuşturuyordu. Hande ile ailesinin evine geldiklerinde sinir küpü bir anne babayı karşısında görmeyi beklemiyordu. Bir muamma içindeydi haftalardır ailesi. Nişandan sonra kızlarındaki büyük değişikliği fark etmemek elde değildi. Ama kızlarının radikal kararlarla karşılarına çıkmasını hiç mi hiç beklemiyorlardı.

 

Cem’den ayrılması, yüksek lisansa bir süreliğine ara vermek istemesi ve en önemlisi atanmış olmasına ve görev için yola çıkacağına inanamıyorlardı. Ailesi o kadar çok şaşkındı ki yaşananlara inanamazken bu kadar kızlarının hayatından bi haber olmaları yüreklerini burkmuştu.

 

Annesi gözyaşları içinde kızına sarılırken ona bir şey olmadığı için şükürler ediyor ve kızının yanaklarını öpüp kokluyordu. Babası ne yapacağını bilmez bir halde omuzları çökmüş bir halde kızını koruyamamış olmanın verdiği güçsüzlükle çaresizlik içinde sıkışıp kalmıştı. Babasının bu ruh halini hisseden Özüm ona elini uzatıp gelmesini istedi. Babası ve annesinin aralarında otururken ikisinin de ellerini birleştirerek sımsıkı tuttu.

 

“Hiçbir şey sizin suçunuz değildi. Ne kadar az bilirseniz o kadar iyiydi. Üzülmenizi istemedim. Ama buradan gitmek, hayallerimi gerçekleştirmek sizin gibi öğretmen olmak istiyorum. Sizin gibi güzel anılar biriktirmek ve geriye dönüp baktığımda vefakâr insanların hayatımda olmasını istiyorum. Bana destek olacağınıza inanıyorum. Çünkü ben gidersem daha iyi olacağım." dediğinde onların onayının yüreğini nasıl ferahlatacağının garantisini onların gözlerinin içine ışıldayan gözlerle baktığında anladı.

 

Anne ve babası kızlarının bakışlarında yıllardır görmedikleri ve zamansız bir şekilde sebebini anlayamadıkları bir anda sönen ışığın tekrar gözlerinde görmek ailesini umutlandırmıştı. Onun bu kararına saygı duyarak gözyaşları eşliğinde onay vermişlerdi. Bu duygusal ortamı bozan ise Hande’nin sesi oldu.

 

“Aşk olsun Leman teyzeciğim o kadar dedim annenin tarafındayım diye, nasıl izin verirsiniz bu deli kızınızın gitmesine? Ne işi var bizsiz teee Erzurum’lar da uzakta yahu…" dediğinde herkes bir ağızdan gülmeye başladı.

 

Özüm “Hande…" diye uyaran ses tonuna bakışlarını eklerken “Ne?" diyen Hande umursamaz bir şekilde omuzlarını silkerek ona karşılık verdi.

 

Leman Hanım kızının ertesi gün otobüsle yola çıkacağını öğrendiği an ufak çaplı bir kriz daha yaşadı. Haklı olarak kızını kucağına yatırıp sağlam bir dayak atıp atmamak arasında gidip gelmişti. Erzurum’a onunla gelmek isteyen ailesini ikna etmek hiç de kolay olmamıştı. Gittikten kısa bir süre onların da arkasından geleceği konusunda anlaşarak da bu konuyu kapatmışlardı. Sabah yola çıkacağı için annesi bırakmamıştı kızını. Onun son gecesini baba evinde geçirmesini istemişti.

 

Özüm herkes uyuduğunda kendisini bahçeye atmış ve tüm yaşadıklarını düşünüyordu. Beklemediği ise gecenin karanlığında hiç ihtimal vermediği adımların yavaşça kendisine doğru gelmesiydi. Usul adımlarla kendisine gelen ayak seslerini duymazken gözleri kapalı gecenin sessizliğini dinliyordu. Ta ki omzunda hissettiği o dokunuşa kadar.

 

***

 

Gözleri kapalı olsa da teninde hissettiği sıcaklığı o kadar iyi tanıyordu ki, o kadar tanıdık ki o nazik dokunuş, o kadar aşk doluydu ki o küçük dokunuş. Açamadı gözlerini, bir an beyninin kendine oynadığı küçük bir hissiyat olduğunu düşündü, gözünü açtığı anda kaybolacak bir hayalden başkası değildi. Bunca olan şeyden sonra tekrar karşısına çıkmasının ihtimali dahi yokken burada bu saate olması imkânsızdı.

 

“Ben geldim." dedi hayal sandığı adamın şimdi de sesini kulaklarında ansızın duyunca gözlerini irkilerek açtı. Geriye dönüp bakmadan “Alper." dedi fısıltı halinde çıkan sesiyle teninde hissettiği sıcaklığın sahibine.

 

Alper, elini sevdiği kızın omzundan çekerek yavaş adımlarla yanı başına oturdu. Gözlerine bakmıyor, bakamıyordu. Güç toparlıyordu. İleriye doğru boş gözlerle bakarken Özüm karşısında tekrar onu görmüş olmanın verdiği heyecan ile ne yapacağını bilemez bir halde huzursuzca yerinde kıpırdandı.

 

Alper, genç kıza bakmadan kollarını dizlerine yerleştirip ellerini birleştirerek sıkkın yüzünü ovuşturdu. İyi durumda değildi. Özüm’ün bunu anlaması için konuşmasına gerek yoktu. Susuyordu ikisi de bugün konuşmuşlardı her şeyi, şimdilerine konuşacak belli ki cümleleri kalmamıştı. Ama buraya gelen adamın da aklında fikrinde muhakkak bir şey olmalıydı.

 

Alper oturduğu yerde bir anda doğruldu ve istemsizce ayağa kalktı. Elini sevdiği kıza uzattı ve geldiği andan itibaren ilk defa onun gözlerinin içine derince baktı. Yalvarır gibi bakıyordu gözleri, titreyen ellerine inat bin bir umut bakışlarında peyda oluyordu.

 

“Benimle gel." dedi yalnızca bana hayır deme der gibi bakıyordu.

 

“Alper." dedi yüzünü hüzün bulutları kaplarken olumsuz anlamda başını sağa sola sallarken “Yapamam." dedi üzgünce.

 

“Son bir kez benimle gel." dedi gözlerini sımsıkı kapatırken daha fazlasına konuşmaya gücü yetmedi.

 

“Bu ne demek oluyor?" Bakışları sorgulayıcıydı genç kızın.

 

“Sorma bir şey. Sadece benimle gel Özüm. Lütfen!" Tekrar elini tutması için titreyerek ona uzatırken olumsuz bir cevap alma ihtimali ile bakışlarında çoktan hüsran karargâh kurmuştu. Daha fazla dayanamadı genç kız kendisine uzatılan eli tutarken çekingendi.

 

Korkuyor muydu? Asla. Bu yalnızca bilinmezliğin verdiğinden kaynaklanan bir tedirginlikti. İtiraf etmek istemese de kendini en güvende hissettiği adamın yanında, eli onun elleri arasındayken sessiz bir halde evin bahçesinin çıkışına doğru yönlendiriliyordu.

 

Genç kız nereye gittiklerini çözmeye çalışırken ağır aksak adımlarla gecenin zifiri karanlığında sessiz sokaklarda adım adım ilerliyorlardı. Alper’in gittiği yönü gördüğünde kalbinin yavaşça sıkışmaya başladığını hissetti.

 

Burası olamaz hayır olmamalı diye içinde isyan eden haykırışlar yükselirken bu itirazlara inat eden ayakları adamın gittiği yönü sorgusuz sualsiz takip ediyordu. Ansızın durduğunda ise geldiğin yerin neresi olduğunu daha net bir şekilde anladı.

 

Genç kıza döndü ve diğer elini de elleri arasına aldı. Gözü yıllar önce buluştukları ama şimdi yerinde küçük bir pastane olan yere döndü. Gözlerini loş ışıklarla paralayan mekândan çekmeden “Burası için aşkımızın öldüğü yer demiştin, beni gömdüğünü, yüreğinin mezarı ilan ettiğini söylemiştin. Şimdi gelecekteki o şansımız için benimle bu gece bu mekâna adım atacaksın. Beni öldürdüğün yerde tekrar bana hayat vereceksin. Mezarımı seninle birlikte bu gece açacağım ve yüreğinin mezarından kendimi de aşkımızı da çıkaracağım. Sonra sana söz olsun ne istersen sana karşı boynumu kıldan ince hale getireceğim. O andan itibaren ne dersen ne istersen kabulüm." dedi ve genç kızın konuşmasına bile izin vermeden onu içeriye yavaşça çekti.

 

Özüm, böyle bir şeyi beklemediği için şaşkındı. Bir kukla gibi Alper onu nereye götürürse götürsün ses çıkarmıyordu. Konuşmaya cesareti olmayan dili sessiz kalırken bedeni komutlara itaat eder gibi bir haldeydi. Yavaş adımlarla içeriye girdi. Mekânın bu saatte açık olmasına şaşırsa da pastaneyi işleten ton ton ihtiyar gençlere anlayışla gülerken Hakan’ı elinde gitarla bir tabure üzerinde otururken görmeyi hiç beklemiyordu. Kaşları çatık bir halde “Neler oluyor?" diyerek fısıltı halinde konuşan genç kızın sorgulayıcı bakışlarını hisseden adam bir anda genç kıza döndü ve beklemediği bir anda ve hızda genç kızı kolları arasına alarak sımsıkı ona sarıldı. Saçlarından kokusunu içine derince çekerken bir daha nefes alamayacak gibi hissettiriyordu.

 

Özüm bu zamansız hareketle neye uğradığını şaşırdı ve elleri havada asılı kalırken artık direncinin kırıldığını hissediyordu. Gözleri kapalı yüreğinin sahibi adamın kokusunu derince içine çekerken elleri yavaşça adamın sırtını buldu. Parmakları ona dokunurken uyuşuyor kokusu burnuna doldukça başı dönüyordu. Yüreği sahibini bulduğu, ait olduğu yerde nefes aldığı için belki de uzun zamandan sonra ilk defa gerçek anlamda attığını hissediyordu.

 

Özüm kendini kaybetmek üzereyken adamın fısıltı halinden dilinden dökülenler kulağında yankılandı.

 

“Seninle ne tam anlamıyla birleşebildik ne de tam manasıyla ayrılabildik. Adam akıllı bir vedayı bile hak görmedik birbirimize. Sevgimi hep yanlış hissettirdim sana, hep bir öfke hep bir kıskançlıkla seni öldürmeye başladığımın farkında bile değildim. Çok hata yaptım, seni çok yaraladım, seni hep ben hırpaladım. Şu kısacık hayatında kötü olan ne yaşadıysan ya ben yaşattım ya da ben sebep oldum. Affet, yaptığım, yapmadığım, adam gibi sahip çıkamadığım aşkım için affet beni. Her şeye rağmen tek bir gerçeğim var Özüm. Seni sevdim canımın özü, seni çok sevdim. Ama seni ne hale getirdiğimi göremedim be güzelim. Affet." dedi yavaşça ondan uzaklaşırken elinde tuttuğu bir kutuyu ona uzattı. “Bu kutuyu ben gittiğimde açmanı istiyorum." Her bir kelime de canının nasıl yandığı ve yüreğinin nasıl acı çektiği yüzünün an be an değişen ifadesinden anlaşılıyordu.

 

Kızın cevap vermesine, itiraz etmesine engel olurcasına eline yavaşça tutuşturdu ve Hakan’a yaptığı bir baş işaretiyle istediği şarkıya başlamasını fark ettirdi.

 

Alper şarkının başlamasıyla genç kızı tekrar kolları arasına aldı. Şarkının sözleri kızın kulağında yankılanmaya başladığında gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Her bir söz onları anlatıyordu. Her bir cümle yüreklerine ateşle yanan bir ok gibi saplanıyor, delip geçiyordu değdiği yeri.

 

Alper müzik eşliğinde sevdiği kızın hareket etmesini sağlarken kulağına tekrar fısıldamaya başladı.

 

“Biliyorum sana gitme demeye hakkım yok. Bugün söylediklerinde sen hep haklıydın. Sana nasıl bir sözüm olabilir ki? Haklısın, hem de sonuna kadar her bir sözünde haklısın. Beni yokluğunla terbiye edeceksin, beni sensizlikle sınayacaksın. Aklından geçenlerin farkındayım. Bekleyeceğim Özüm, bekleyeceğim ama senin bana geri dönmeni değil, gelecekteki biz olma zamanının gelmesini bekleyeceğim ve inan o zaman geldiğinde beni hiçbir şey durduramayacak. O zamana kadar kolyem boynunda yüzüğüm parmağında olacak. Ve o yüzüğü zamanı gelene kadar parmağında benim nişanım olarak taşıyacaksın. Tıpkı yüreğinin ve dudaklarının mührünün bana ait olduğu gibi parmağında da boynunda da zamanı gelene kadar benim olmadığım yerlerde nefes alırken hep beni yanında taşıyacaksın. Ve o gün geldiğinde ben senin bakışlarında kaybolurken şu an Hakan’ın söylediği bu şarkıyı senin gözlerinin içine bakarak söyleyeceğim. Ve sen o zaman bana duymak istediğim tek cevabı yüreğinle vereceksin. O zamana kadar hoşça kal güzel gözlüm, gelecekteki o zaman kadar hoşça kal canımın özü. Yolun açık olsun iki gözümün parlayan nuru, yolun açık olsun cihanda da yüreğimin, ruhumun, benliğimin tek sahibi kadınım."

 

Hareketleri yavaşlarken genç kızın alnına aşk dolu bir öpücük kondurdu ve bir anda kendisini ondan çekerken daha fazla duramayacağını anladığı için genç kızı orada bırakarak kaçarcasına pastaneden çıktı gitti.

 

Özüm gözü yaşlı bir halde arkasından bakarken “Dur gitme.” Bile diyemedi.

 

Hakan’a baktığında onun da üzgün yüzünü görmek hiç de hoşuna gitmemişti. Canı yanıyordu. Bu son yaşananlar ağır gelmişti. Yüreğinin mezarında bir umut oluşturup, gelecek vadedip aşklarını canlandırmak için çabalayan adam bir anda ardına bile bakmadan çekip gitmişti. Ondan böylesine bir tepki beklemezken elinde sımsıkı tuttuğu kutuyu daha yeni fark ediyordu.

 

Gözleri yaşlı bir halde kutuyu açtığında aylar öncesinde fırlatıp attığı kolye ve yüzüğü gördü. İçinde de küçücük bir not “Hayallerin hayallerim olacak güzel gözlüm. O zamana kadar kendine çok iyi bak. Seni çok seviyorum.” Yazıyordu.

 

Yaşadıklarına daha fazla dayanamayan Özüm kendisini zorlukla ayakta tutan bacaklarının kendisine olan isyanı sonucu yere çökerken omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu. Konuşmak istese de bunu bir türlü başaramıyordu. Hakan yanına gelip ona sıkıca sarıldı.

 

“Sakin ol yenge, her şey düzelecek. Üzülme ne olur abim de üzülmeni istemezdi. Hem o bunları sen mutlu ol diye yaptı." Özüm’ün kaşları duyduğu bir kelime ile çatılırken “Yenge mi?" dedi yavaşça ondan hızla uzaklaştı.

 

“Sen cidden tam Alper’in hatunusun o kadar lafta yengeye mi takıldın yani?" dediğinde Alper’in adının, tekrar duyması ile genç kız tekrar omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.

 

Ağlıyordu Özüm, aldığı kararın şimdiden sonuçlarına katlanmaya başlamışken çoktan kararsızlığını hissetmeye başlamıştı. Aldığı kararın doğruluğu ve yanlışlığını sorgularken gözyaşları ona bu konuda hiç de yardımcı olmuyordu.

 

***

 

Sımsıkı sarıldığı can dostunun gözyaşlarını görmezden geliyordu. Hıçkırıklarına eşlik eden omuz sarsıntılarını durdurmak adına kardeşi gibi gördüğü kıza daha sıkı sarılıyordu. Özüm, yavaşça Hande’den ayrıldığında yanı başında duran Hakan’a gözü kaydı. Ne kadar diretse de Hande’yi otogara gelmemesi için ikna edememişti. Hakan ise anlamadığı bir hızda otobüs saatini beklerken ortaya çıkıp gelmişti.

 

Özüm, bin bir umut ile onun ardında yüreğinin görmeyi dilediği adamı göremediğini derin ve sarsıcı bir hayal kırıklığına uğrasa da bunu ona belli etmemek için büyük çaba sarf etti. Hakan onun gözündeki anlık kırıklığı hissetse de fark ettiğini belli etmedi. Bu iki delinin uzaklığının onlara iyi geleceğini çok iyi biliyordu.

 

Hande gözü yaşlı bir halde “Beni de götürsen canın çıkardı dimi." diyerek elinin tersi ile gözlerini silerken Hakan’ın “Sen hiçbir yere gidemezsin boş hayallere kapılma." diyen anlık çıkışı Özüm’ün yüzünde manidar bir gülüşe Hande’nin gözlerini kısarak ona öldürücü bakışlarını göndermesine sebep oldu.

 

“Bakma bana öyle Hande bunları daha önce çok konuştuk." dedi uyarı dolu sert bir ses tonuyla.

 

Özüm onların ne ara konuşup anlaştığını anlayamasa da şimdilik bu konunun üzerinde durup onların daha fazla canlarını sıkmak istemiyordu. Biliyordu ki arkadaşı zamanı geldiğinde ona her şeyi anlatacaktı. Özüm’e tekrar sıkıca sarıldığında “Bakma sen ona en kısa zamanda yanına geleceğim." dediğinde Hakan “Çok beklersin." diye mırıldanarak karşılık verdi.

 

Hande bir hışımla arkadaşından ayrılıp “Hakan…" diye haykırdığında “Ne? Ne bağırıyorsun kulağımın dibinde sana daha önce de dedim bensiz gidemezsin. Gideceksen de benimle birlikte gideceksin." itiraz kabul etmeyen kelimelerine şimdi Özüm de şaşkınlık içinde bakıyordu.

 

Hande deliren bir “Of!” çektikten sonra onu sakinleştirmek adına tekrar ona sarılıp “Hayallerini gerçekleştireceksin bana söz verdin." dedi fısıltı halinde. O ise ışıldayan gözlerle bakarken olumlu anlamda başını aşağıya yukarıya salladı.

 

Bu duygusal ortamı bozmak adına Hakan Özüm’ü kolları arasına aldı ve sıkıca sarıldı. Özüm bu defa da onun kulağına “Ona iyi bak." dedi yüreği başka birini ima ederken aslında görünürde Hande’yi kastediyordu.

 

Genç adam “Merak etme yenge ben ikisine de çok iyi bakacağım." dediğinde ondan biraz ayrıldı ve çarpık gülümsemesine eş değer bir göz kırpma ile sen anladın, bakışını attı. Özüm onun bu haline kızsa mı gülse mi bilemedi. Ama daha fazla üsteleyecek ne zamanı ne de gücü kalmıştı.

 

“Hadi gidin artık. Annemi babamı razı ettim sizi razı edemedim. Sevmiyorum vNeşe etmeyi hadi artık gidin.” Dese de onu dinlemeyecek iki çift göz kendisine olumsuz anlamda bakıyordu.

 

Özüm daha fazla baş edemeyeceğini anladı ve ikisini birden çekip onlara sımsıkı sarılırken “Sizi özleyeceğim deliler." dedi ve bir anda ayrılarak koşarak Erzurum otobüsüne bindi. Yerine yerleştiğinde cam kenarında olduğuna bir kez daha şükretti. Gözleri Hakan ve Hande’yi bulduğunda bakışları biriyle daha buluşmak istiyordu. Son bir defa daha onu görmek istiyordu. Kendisine el sallayan çifte daha fazla tutamadığı gözyaşları ile delicesine el sallarken yüreği de aşkının sahibine hoşça kal diyordu. Göremese de hissediyordu. Buralardaydı yoksa bu yürek böylesine kuşlar gibi heyecan ile çırpınmazdı.

 

Otobüs otogardan çıkış yaparken onun ardından gidişine inanamayan gözlerle bakan Alper’in varlığını genç kız hissetmişti. Görmese de adı gibi onun da olduğunu biliyordu. Alper ardında ışıldayan ve acı çeken gözlerle ona bakarken “Hoşça kal kadınım." dedi sıktığı dişleri ve iki yanında yumruk olan elleriyle.

 

Özüm’ün eli boynuna gittiğinde gömleğinin altında gizlenmiş olan kolyesini buldu. Şimdi kendisini daha güçlü hissediyordu. Daha güvende daha iyi hissediyordu. Cebinden çıkardığı yüzüğü de parmağına okşayarak taktığında gözünden firar eden bir damla yaşa engel olamadı. Ama bu dökülen yaşlardan hoşlanmadığını hissediyordu. Artık ağlamayacaktı. Yeni bir hayata başlayacaktı. Ama henüz Alper’in yüreğindeki varlığını atmaya hazır değildi. Boynunda kolyesi parmağında yüzüğü ile yeni bir hayata yol alırken aklında tek bir şey vardı.

 

“Bir gün gerçekten seni unutabilirsem işte o zaman bu yüzük ve bu kolye sonsuza kadar kopup gidecek benden. Ama o zamana kadar…" diyerek fısıltı halinde konuşurken yüzüğünü şefkatle okşuyordu.

 

Otobüs Erzurum’a doğru yol alırken göreve başlayacak olmanın heyecanı da yüreğini sarıp sarmalamaya başlamıştı. Okula başlarken kurduğu hayallerini hatırlamaya çalışırken Erzurum’da kendisini nelerin beklediğini bilmiyordu. Tıpkı Alper’i gelecekte neyin beklediğini bilmediği gibi Özüm’de bir bilinmezliğe doğru adım atıyordu. Yolları ayrılan, yüreği aşk dolu olan bu iki çiftin kaderleri de mi ayrıldı? Yolların ayrılığı kaderlerin de sonsuza kadar ayrılması demek miydi? İşte bunu hayat onlara yaşatarak gösterecekti.

 

***

 

Hayat… O kadar hızlı geçiyordu ki Özüm için o bile geldiği andan bu yana yaşadıklarına hala anlam veremiyordu. İlk görev yeri Oltu ilçe merkezinde bir okul iken sistemsel yapılan bir hata yüzünden gittiği okulda bir anda norm fazlası durumuna düşmüştü.

 

Ne olacak diye beklerken bir anda üretilen çözüm ile ilçeye elli kilometre uzaklıktaki başka bir okula görevlendirmesi çıkıvermişti. Özüm ilk atama olduğu için bunları sorgulayacak durumda ve yeterli bilgi sahibi değildi. Yolculuğunu otobüs ile yaptığı için yola çıktığının beşinci saatinde çoktan pişman olmuştu koca ama yapacak bir şey yoktu.

 

Saatler süren yolculuğun ardından kendisini yorgun bir halde ilçe merkezinde bulduğunda göreve başlama evraklarını götürdüğü an kötü bir sürprizle karşılaşmış ve kendisini köye giden bir minibüs içinde buluvermişti.

 

Minibüs o kadar eski ve bakımsızdı ki Özüm bir an sağ salim varır mıyız acaba diye düşünmeden edemedi. Etrafı seyre daldığında gözlerini gördüğü manzaralara hayretler içinde bakıyordu. Evler, insanlar, yaşam tarzı her şey o kadar çok farklıydı ki. Ama bu Özüm’ün yavaştan içine mutluluk dolmasını sağlamıştı.

 

Köye iner inmez okulu bulmak için birkaç kişiye sormuş ve uzun uğraşlardan sonra elinde valizle düşe kalka taşlı yolları aşarak okula sonunda ulaşmıştı. Okulu gördüğünde ise gözlerinin kocaman irileşmesine engel olamadı.

 

Hayalleri tamamen farklı iken karşılaştığı manzara onu hayretlere düşürmüştü. Bahçe içinde tek katlı bir taş bina vardı. Okulun önünde bir Atatürk büstü ve bayrak vardı. Hemen yakınlarında ise kırık dökük bir oyun parkı ve tuvalet olduğunu düşündüğü yıkık dökük bir yapı vardı. Köyün muhtarı olduğunu anladığı yaşlı bir ihtiyar ona doğru gelip “Hayırdır kızım kimi aradın sen?" diye sordu.

 

“Ben, şey, öğretmenim ben, buraya gönderdiler göreve başlama yazımı almaya gelmiştim." dedi şaşkınca. Adamın yüzünde memnuniyet dolu ifadeyi görünce bir anda kendisini iyi hissetmişti.

 

“Örtmen bey, bak bir örtmen daha göndermişler." diyerek içeriye doğru seslendi. Özüm’ün içini yalnız olmadığını hissettiren derin bir rahatlama sarıp sarmalamıştı. İçeriden üstü başı boya içinde eski boyacı tulumu ile bir adam çıktığında “Yok artık bu mu öğretmen?" diye geçirdi.

 

“Muhtar bu boya yetmeyecek biraz daha getirtmek lazım." dediğinde genç adam Özüm’ü gördü. Anlık bir şaşkınlığın ardından “Hoş geldiniz." diyerek boya rulosu olan elini ona doğru uzattı. Özüm kaşları yukarıya kalkık bir şekilde kendisine uzatılan ele baktığında adam yaptığı hatanın farkına vardı.

 

“Şey pardon yorgunluktan akıl mı kaldı ben de?" diyerek diğer elini ona doğru uzattı. “Ben Ümit." dedi. Özüm genç adamın bu şaşkın hallerine tatlı bir şekilde gülümserken muhtar “Örtmen bey sen örtmen kızımıza da yerleşeceği yeri göster ben de şu boya işine bir bakayım. Belkim camide vardır. İmam ile bir görüşüp geleyim ben bi." diyerek ağır aksak adımlarla kaçarcasına oradan uzaklaştı.

 

Özüm nereye düştüm ben der gibi bakarken Ümit gülmeye başladı. Özüm ona dönerek neye gülüyorsun diyen bakışlarla ona bakarken Ümit daha fazla gülmesinin yersiz olduğunu fark etti ve konuşmaya başladı.

 

“Kusura bakma seninle alakalı bir durum değil gerçekten yorgunluktan sinirlerim bozuldu. Okulu yaz döneminde çalışmaya gelen çobanlara kalacak yer olarak vermişler. Ve durum malum okul harabeye dönmüş. Geldiğimden beri adam etmek için uğraşıyorum. Sabahtan bu yana canım çıktı. Gelsene içeriye.” derken onu okula doğru yönlendirdi.

 

Özüm şaşkın bir halde etrafa göz gezdirdi. Sınıfın içi boya kokuyordu. Boyalar, fırçalar etrafa saçılmıştı. Onun bu halini gören Ümit oturması için yer gösterdi. Sonra sobanın üzerindeki çaydan bir bardak doldurup ona verdi.

 

“Ben…" dedi Özüm çayından bir yudum aldı. Ümit onun konuşmasına izin vermeden “Sen şu an çok şaşkınsın farkındayım." dedi onun hâlini belli ettiğini gösterircesine bir bakış attı. “Hiç okulda kitaplarda öğretildiği gibi değil, değil mi? Eğer öğretmensen o okulun her şeyisin demektir. Yeri gelir tuvalete girer temizlik yaparsın, yeri gelir sırtında odun taşırsın, yeri gelir soba yakar, yeri gelir boya yaparsın, yeri gelir bir inşaat ustası gibi tadilat yaparsın. Ama bunun ne demek olduğunu öğretmen olmayan anlamaz. Az önceki gülmem için de kusura bakma, bizim muhtar camiden boya almaya gitti ya ona güldüm adam daha bir hafta okula uğramaz.”

 

“Nasıl?”

 

“O da öyle biri işte boş ver zamanla anlarsın.”

 

“Sen kaç yıldır buradasın?”

 

“İkinci senem.”

 

“Gerçekten mi? Sanki yıllardır burada gibisin.”

 

“Eee burada bir yıl demek kaç yıla bedel sen de kaldıkça anlayacaksın. Eee sen peki? Tercih dışı mı atandın?”

 

“Aslında ben ilçe merkeze atanmıştım ama gelir gelmez norm fazlası oldun dediler ve buraya gönderdiler. Göreve başlama yazımı alacakmışım.”

 

“Ooo o iş çoktan geçti.”

 

“Ne demek o?”

 

“Bu saatten sonra ilçeye dönmen pek mümkün değil?”

 

“O da ne demek oluyor şimdi?" diyerek korkuyla ayağa fırladığında Ümit ona güven verircesine konuşmasını sürdürdü.

 

“Bak sana ilçeden ne dediler bilmiyorum ama bu köy gelişi gidişi sıkıntılı bir köy.”

 

“Yani?" dedi kaşlarını çatarak.

 

“Yani buraya gelen öğretmenler buradaki lojmanlarda kalıyor. Tıpkı senin de kalacağın gibi." dediğinde “Ben burada kalamam." dedi birden korkarcasına. “Görevlendirmen çıktıysa başka bir seçeneğin yok maalesef." dedi umutsuzca ona bakarken.

 

“Kahretsin! Ben ne yapacağım şimdi?" diyerek sınıfın içinde bir ileri bir geri gidip gelirken sınıfa küçük adımlarla biri geldi.

 

“Öğretmenim." dedi küçük çocuk Ümit’in yanına gelerek ona bir poşet uzattı.

 

“Ooo adaşım beni ziyarete mi geldin?" dedi onun başını şefkatle okşarken.

 

“Öğretmenim annem size peynir ve ekmek gönderdi. Çok yorulmuştur örtmenin dedi.” ve ona poşeti alması için uzattı. Özüm bu ikilinin diyaloğuna şaşkınlıkla baktı. Bu küçük yürekli adam öğretmenine minnetini sunmak adına onunla yemeğini paylaşıyordu.

 

Ümit Özüm’e dönerek “Ümit, adaşımdır kendisi. Altı çocuklu ailenin üçüncü çocuğu hemen her sınıfta abisi ya da kardeşi vardı. Evleri köyden biraz uzaktadır." dedi çocuğa dönerek “Annene çok teşekkür ettiğimi söyle ve hadi bakalım hava karamadan yola koyul." diyerek ona göz kırptı.

 

Özüm gözleri akmaya hazır bir halde bu ikiliye bakarken çocuk Özüm’ü işaret ederek “O kim?" dedi.

 

“O mu?" dedi Ümit öğretmen ne diyeceğini bilmez bir haldeydi. Şimdi yeni öğretmen dese belki kız durmayıp gidecekti ve çocuğun boş bir hayale kapılmasına sebep olacaktı. Bu yüzden ne diyeceğini bilemez bir halde huzursuzca kıvranırken Özüm ışıldayan gözler ile bir iki adımda çocuğun yanına gelip onun boyunu eğilmek adına dizleri üzerine çöktü.

 

“Ben." dedi sesli bir şekilde yutkundu. “Ben de öğretmenim yeni geldim." dedi onun bu cevabı Ümit öğretmene de derin bir soluk alıp verdirdi.

 

Özüm küçücük çocuğun ellerini öptüğünde daha fazla dayanamadı. Nankörlüğü, bencilliğinden utandı. Bu küçücük yüreğin küçücük ellerini öperken bencilliğinden arındığını hissetti. Gözyaşları yanaklarından akıp giderken az önce kendisine mutlulukla gülümseyen çocuğun kaşları çatıldı ve elleri ile onu gözyaşlarını silerek “Ağlama örtmenim, örtmenler ağlamaz ki, sen gülersen ben de gülerim bak." dedi yanaklarını minik elleri ile sildi.

 

“Tamam Ümit bir daha ağlamak yok hadi geç kalma sen evine daha çok görüşeceğiz." dediğinde çocuk neşe içinde kapıya yönelmişti ki birden aklına bir şey geldiğini belli eden bir edada koşarak Özüm’ün yanına geldi. Işık saçan gözler ile onun gözlerinin içine baktı ve yanağından kocaman öperek utanarak koşarak sınıftan çıktı. Özüm hıçkırarak ağlamamak için kendisini zor tuttu. O küçük öpücük ile dünyaları bile yerinden oynatabileceğini hissetti. O küçücük öpücük Özüm’e gerçek anlamda öğretmen olduğunu hissettirdi. Yavaşça ayağa kalktı ve yüzünü bir gülümseme yerleştirerek elinin tersi ile gözlerini sildi “Eee Ümit öğretmenim ben nerede kalacağım? Şu lojmanları görelim bir bakalım." diyerek ona baktığında onun da kendisinden farksız olmadığını fark etti.

 

Genç adam “Hep bu boya kokusu ya?" diyerek arkasını döndüğünde Özüm onun bu haline gülmemek için kendisini zor tuttu. O gün Özüm lojman diye adlandırdıkları harabeye girdiğinde bile gözlerindeki ışık hiç sönmemişti. Ertesi gün bir norm fazlası mağduru öğretmen daha okula geldi. Anasınıfı öğretmeni de Özüm ile hemen hemen aynı duyguları paylaşsa da başka çaresi olmadığı ve çalışmak zorunda olduğu için köyde kalmaya karar vermişti.

 

Ümit, Neşe ve Özüm okulu bir hafta da adam etmek için tüm güçlerini sarf etmişlerdi. Okulun sıralarının üzerinde bile uyuya kaldıkları zamanlar olmuştu. Okulu boyadılar, okulun dışında kalan tuvaletlerin içindeki kırık dökükler için çimento getirerek anladıkları kadarıyla tamir ettiler. Tüm okulu üstleri başları batarak yıkadılar. Lojmanları kalınacak yer haline getirirken Neşe ve Özüm bir lojmanda, Ümit de diğer lojmanda kalacaktı.

 

Ümit geçen sene de bu okulda çalıştığı ve tecrübesinden dolayı yine müdür yetkiliği ona vermişlerdi. Ümit her ne kadar bu durumdan memnun olmasa da yapacak hiçbir şey yoktu. Hem derse girecek, hem kendisinden istenilen tüm yazılara zamanında cevap verecek ve toplantı olduğunda mecbur katılacaktı. Geçen sene çektiği sıkıntılar yüzünden bu sene araba almıştı. Bu Neşe ve Özüm’ün işine de yaramıştı. Çünkü köy minibüsleri sabah ilçeye iniyor ve akşam geriye dönüyordu. Bu yüzden işlerini bir türlü halledemedikleri için Ümit’in arabası böyle zamanlarda hızır gibi yetişiyordu.

 

Üç hafta o kadar hızlı geçmişti ki Hande kendisine zaman ayırmadığı için yakınır olmuşken anne ve babası geleceğiz diye tutturmuşlardı. Özüm işleri tam yoluna koyunca gelirsiniz diyerek geçiştiriyordu.

 

Okullar açılmıştı. Öğrenci sayısı sebebi ile sınıflarda birleştirilmiş sınıf uygulaması yapılıyordu. Ümit 1-2. Sınıfları okuturken , Özüm 3-4. Sınıfları, Neşe ise branşı gereği anasınıfını okutuyordu. Havalar giderek soğumaya başladığı ve buraların havalarına alışmadıkları için lojmanda soba yakıyorlardı. Kızlar soba olayına alışmakta başlarda büyük güçlük çekerken Ümit öğretmen onlara bu konuda büyük bir sabır göstererek soba yakmayı öğretmişti. Çünkü malum Ümit evlilik hazırlıkları içerisindeydi ve hafta sonları genelde Artvin’e ailesinin yanına ve deli gibi özlediği nişanlısını görmeye gidiyordu. Her şey yolunda diye düşündüğü o günlerden birindeydi yine, camın kenarına oturmuş biten günün ardından yorgunluğunu atmak için çayından yudumlar alırken Neşe'nin heyecanla içeriye girip “Özüm." diye haykırması ile kendisine geldi.

 

“Hayırdır Neşe bu ne heyecan böyle?" diye karşılık verdi.

 

“Kızım bil bakalım elimde ne tutuyorum?" dedi arkasında ne olduğunu tahmin etmesini istediği şeyi gizlerken gözlerindeki pırıltıları gördüğünde Özüm bir an gülmemek için kendisini zor tuttu.

 

“Ne o internetten aldığın kıyafet, ayakkabı her neyse o mu geldi?”

 

“Yok kuzum ya onu Ümit hoca hafta sonu dönüşte getirecek, gelmiyor o gıcık kargolar köye biliyorsun?" dedi yarasına tuz basmıştı kızın. Neşe tam bir alışveriş çılgınıydı. Alışverişe gidemediğinde ise resmen internetteki siteleri sömürür hale gelmişti ama ilçeye inmediği sürece o kargolar ona ulaşamıyordu. En büyük mutsuzluk sebebi de buydu.

 

“Neşe cidden çok yorgunum ne söyleyeceksen söyle." dedi isyan edercesine.

 

“Tamam tamam iki dakika ekşın yaptırmıyorsun insana." dedi ve arkasından çıkardığı bir adet zarfı havada sallıyordu.

 

“Bak burada ne var? Sana bir mektup var kızım?" dediği an Özüm’ün kalbi sıkışmıştı.

 

“Mektup mu?" diye fısıltı halinde konuştu.

 

“Evet mektup üzerine baktım ama isim göremedim. Belli ki adını bile gizlediğin parmağında yüzüğünü taşıdığın adamdan geldi." dedi sesi sitem kokuyordu.

 

Neşe ona parmağındaki yüzüğü sorduğunda her defasında geçiştirmiş ve açıklama gereği bile duymamıştı. Özüm Neşe’nin elinde salladığı mektuba göz ucu ile bakarken yüreği daralıyor nefes almakta zorlanıyordu. Ama bunu belli etmemek için elinden usulca mektubu aldı. Kendisine heyecanla bakan Neşe’ye “Canım ben çok yorgunum sana ayıp olmazsa biraz dinlensem olur mu?" dedi eli titrerken ona durumunu hissettirmek istemiyordu.

 

Neşe itiraz edercesine “Ya ama mektup.” Dese de Özüm’ün lütfen diyen bakışlarını es geçmeyerek anlayışlı bir yüz ifadesi ile olur anlamında başını salladı ve yavaşça odadan çıktı.

 

Özüm o çıkar çıkmaz elini kalbinin üzerine götürdü ve nefes alışverişini düzenlemeye çalıştı. Gözleri istemsizce kapanırken eli boynundaki kolyeye gitti.

 

Gücü var mıydı içinde yazılanları görmeye? Gerçekten bu mektup Alper’den mi gelmişti? Bilmiyordu ama delicesine korkuyordu. Nedensiz bir korku sarıp sarmalarken eli açmak için zarfa yöneldi.

Bölüm : 24.12.2024 06:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş