“Kalbim kara bir matemde, ruhum bana geleceğin güne kadar koyu bir yasta,
Ben cefa çekmeye razıyım da senin çekeceğine razı değil bu gönlüm. “
“Sana en güzel kelimeleri yazmak isterdim. Kısa ve öz… Anlamı derin olan kelimeler. Can bulsun isterdim adının adımın yanında. Aldığım nefesin tadı gibi pervasızca gözlerine bulanmak, aşkı ruhundan amaçsızca içmek isterdim. Kaderinin ömrüme çile doldurmadan yazılmasını isterdim. Ama olmadı be güzel gözlüm, ayrılık ateşi düştü kor gibi yaktı yüreğimi.
Kalbim kara bir matemde, ruhum bana geleceğin güne kadar koyu bir yasta, ben cefa çekmeye razıyım da senin çekeceğine razı değil bu gönlüm. Gittiğin günden beri derbeder bir haldeyim, gittiğin günden bu yana yüreğim deprem yeri, sarsılmaz dediğim benliğim yerle bir oldu be gül kokulum. Hala tüketmediğim bir umudum var gözlerimde. Yüreğim dağlanıyor be güzelim, bu acı dayanılmaz, bu acının bir tarifi yok benim kelime hazinemde. Of! İçim daralıyor.
Sensiz geçen bir Eylül’ün hesabını soruyorum yüreğime. Neden diyorum? Gittiğin günden bu yana nedenlerin canına okuyorum. Bazen git peşinden tut kolundan getir diyorum. Ama yapamıyorum be güzel gözlüm. Gelecek zaman dilimi için var olan şansımızı da aptallığım yüzünden yitirmek istemiyorum. Hayallerini elinden acımasızca çalmak istemiyorum.
Dayanacağım güzelim, son nefesime kadar da sürse bu bekleyiş dayanacağım. Nasıl yapacağım bilmiyorum ama ben seni geri kazanacağım. Sen inancım yok desende o inancı senin yüreğine ben hissettireceğim.
Eylülümü sensizlikle soludum, yağan her bir yağmur tanesinden ben seni diledim. Senin bana gelişini hayal ettim karanlık gecelerimde. Biliyorum kızıyorsun, belki de hiç açmadan yakıp atacaksın bu mektubu. Yine peşimi bırakmadı diyorsun içten içe ama bunu da elimden alma be güzelim. Tutunacak tek dalım sana yazacak mektuplarım.
Sen gittiğin gün telefonumu kırıp paramparça ettim ben. Senin adının yazmayacağı bir telefonu söylesene be ne yapayım? Mektuplara sarıldım bugün ansızın. Daha fazla sensizliğe dayanamadım. Cevap yazmasan da sesimi böyle duy istedim.
Umarım bu yaptığım hareketle üzmem seni.
Umarım yine gözyaşı sebebin olmam be ÖMRÜM.
Seni çok seviyorum iki gözümün nuru, çok seviyorum.
Özüm gözleri yaşlı bir halde mektubu bitirdiğinde diyecek sözü kalmamıştı. Mektubun kokusunu derince içine solurken gözlerini sımsıkı yumdu. Hayalinde canlandırdığı adamın görüntüsü yüzünde derin ve etkileyici bir tebessüm oluşmasını sağladı.
Kızmış mıydı? Unutsun vazgeçsin mi istiyordu? Yoksa onunda içinde yok edip atamadığı geleceğe dair bir umut kırıntısı mı vardı? İtiraf edemedikleri gözlerinden damla damla yanaklarına doğru süzülürken yüreği farklı bir boyuta geçmişti. Özlem onu sarıp sarmalarken zaman dedi yüreği zaman her şeyin ilacıdır. Bu ilaç bizi ya yaşatacak ya da öldürecek. Bunu zaman gösterecekti.
“Hezeyana uğrayan kalbim buruk. Deli bozuk bakan gözlerim de artık hazan rüzgârları esiyor. Dilbaz dilim suskun, cümlelerim küskün hayata. Gönlümün eli kolu bağlı çaresiz bir köşede oturuyor artık. Umut. Umut dediğim mahzun divan sonsuzluğa uzanırken tek yapabildiğim beklemek. Zor olsa da ne çare…
Hayalin gözlerimde her canlandığında bakışlarım mahmurlaşıyor. İçimde barındırdığım en gizli anlamımsın sen benim. Hoş gör be sevdam sana ulaşan sesimi, hissettirmeyi umut ettiğim nefesimi, sana karşı delicesini hislenişimi hoş gör. Yüreğimin coşkun deniz gibi çağlamasına sadece izin ver. Söz konusu olan benim gönlümün meclisi…
Kalbimin her bir yanından aktığın, taştığın sınırımdın sen. Aklımın bile meylettiği, ruhumun yar edindiği bir candın, aldığım en gerçek nefestin. Nazenin bir sevdanın başkahramanıydı ezbere bildiğim, aklıma kazıdığım adın. Gün ışığının aydınlattığı, gönlümün kabardığı bir soluktun gönül evimin gül bahçelerinde. Şimdi ise beni benden geçiren ebedi kara sevdamsın.
Mutluluk o kadar çabuk elde edilebilir bir kavram değilken, elde ettiğim halde şımarıkça tutumlarımla kaybettim ben. Ve vakit bedel ödeme zamanı… Zor elde edilenin kolaylıkla kaybetmenin, kıymet bilmemenin elbet bir diyeti olmalıydı değil mi? Ben de o diyeti ödüyorum şimdi. Ben cezama razıyım da sensizliğe razı değilim be güzelim. Sensizlik insanın ciğerini söküyor, çok fena can yakıyor be güzel gözlüm.
Sensiz acımasız karanlık günlere mahkûmum. Her günüm biraz daha yokluğunda yanarak geçiyor. Nefes almak her saniye daha da zorlaşıyor. Senin olmadığın bu şehre şimdi kar taneleri usulca dökülüyor. Düşen her kar tanesinin yere değdiği anı kaçırmamak adına kendimi sokaklara atıyorum. Belki kar taneleri rüzgârın şahitliğinde oralardan buralara senin kokunu getirir diye boş bir umut içine düşüyorum. Kim bilir, diyen yüreğimin sesine kulak verip deli divane sokaklarda dolanıyorum.
Günlerim sensizliğin acı sessizliği ortasında kendimden bi haber bilinç kaybı içinde geçiyor. Kendime geldiğim tek anım kâğıdı kalemi elime alıp sana yazdığım satırlarım. Her gün mektuplarıma gelmeyen cevapların karamsarlığı ile yok olup gidiyorum be güzelim. Sessizliğinle vermediğin cevaplar ile aslında en büyük cezayı cevap olarak bana veriyorsun ve bu benim yüreğimi parçalıyor.
Beklenti insanı her şeye rağmen ayakta tutan bir duyguymuş. Bunu da öğrendim be ömrüm. Bunu da senin mahmur bakışlarını hayal ederek üstesinden gelmeyi başardım. Asıl beni sende tutan senden bir an olsun vazgeçmeme engel olan neydi biliyor musun? Gözlerinde bana dair gördüklerim. O bakışlarda sen kadar ben, ben kadar da umut vardı. Ben gözünün içinde anlık gördüğüm BİZE sonsuz bir ümitle sarıldım güzelim. Gelmeyen cevaplarına inat, istemiyorum diyen sözde diline rağmen ben gözlerinde gördüğüm yüreğine, yüreğinin tek sahibi olan kendime güveniyorum. Sana olan aşkıma sıkıca tutunuyorum.
Biliyorum bir gün benden acımasızca çekilip giden ellerin soluksuzca tekrar bana geri dönecek. Ve ben o günün çok da uzaklarda olduğunu düşünmüyorum. Ömrüm, o gün gelene kadar, kendine iyi bak iki gözümün nuru, iyi ki varsın gözlerimin sönmeyen nuru.
Seni kendinden geçercesine seven Alper’in.”
Yine gözyaşları ile ıslanıyordu Özüm’ün elindeki mektup. Her ayın sonunda gelen mektuplar hiç şaşmadan istisnasız gelmeye devam ediyordu. Özüm başlarda Alper’i vazgeçer diye düşünmüştü ama her ayın sonunda ondan gelecek olan mektubu dört gözle bekler olmuştu. Neşe onu sıkıştırsa da yüzüğün sahibinin gönderdiğini söylemiş ama daha fazla açıklama yapmamıştı.
Özüm ara tatil gelmesine rağmen bir bahane uydurarak İstanbul’a gitmemişti. Korkuyordu gitmekten, onunla karşılaşmaktan, ona karşı direnememekten korkuyordu. Özlem öyle sarıp sarmalıyordu ki onu, şu an karşısına dimdik dikilse kendisini onun kollarına atmamak için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kalırdı.
Alper, vazgeçmemişti. Mektuplarını göndermeye aralıksız devam ederken Özüm o mektuplara cevap yazmamak için büyük inat ediyordu.
Okula, köye, çevreye alışmıştı. Kendisini ilk defa işe yarar hissediyordu. Bu köyde görev yapmak ruhuna farklı bir haz tattırmıştı. Ruhu terbiye oluyordu adeta. Sabretmeyi öğreniyordu.
Alper gibi o da büyüyor o da olgunlaşıyordu. Ama ikisinin de artık cesareti yoktu. Birinin gelmeye diğerinin gitmeye… Hissediyorlardı daha zamanı gelmemişti. Eğer o zaman geldiğinde hala yürekleri birbiri için çarpıyorsa işte o zaman mutluluğu yaşamayı hak edeceklerdi. Kim bilir belki de yolları artık ayrı hayatlarda mutluluğu tadacaktı. Kim bilir?
***
“Benden kilometrelerce uzakta içimde her geçen gün büyüttüğüm aşkı sensiz yaşıyorum. Hayallerin hayatımı apansızca süslerken ben her anımı geçmişimde soluyorum. Kendimi yargılıyor hatalarımı sorguluyorum. Bir gün affedilir miyim, diyen sorularıma cevabım sessizlik, cevabım çaresizlik içinde yok olup gitmek oluyor. Elim kolum bağlı be sevdiğim. Zor geliyor artık dayanmak çok güç.
Biliyor musun insan her yaşta her yaştaki insandan bir şeyler öğrenebiliyormuş. Gecenin zifiri karanlığından öyle bir insandan öyle bir hayat dersi aldım ki hala içim bir tuhaf. Bir gün yine sensizliğin canıma okuduğu bir gece. Rüyamda gördüm seni, rüya değil de kâbus gibiydi her şey. Ellerin ellerimden kayıp gitmiş, gözlerin bana değil bir yabancıya bakıyor, sen beyazlar içinde bana değil de bir başkasına gidiyorsun. Öldüm canımın içi, ciğerim kor alevlerde cayır cayır yandı o an biliyor musun?
Kendimi nasıl yataktan attım, bedenimi nasıl o evden çıkardım inan ki bilmiyorum. Bildiğim tek şey bir bankta oturmuş gördüğümün kötü bir kâbus olduğuna delicesine şükür eder olmuştum.
Ah! Dedi yüreğim canlı canlı mezara soktu gördüklerim, diye iç çekti ruhum. Ben öyle bilinçsiz bir halde denizi seyrederken bir hareketlilik hissettim yanı başımda. Gecenin bir yarısı in cin top oynarken sokaklarda yanı başımdaki hareketliliğin sebebine göz ucuyla dönüp baktım ki bir de ne göreyim? Üstü başı perişan bir halde derbeder bir adam elinde içki şişesi ile birlikte kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Dikkate almadım gece gece başıma bela almak istemedim.
Benim ilgisizliğim adamın dikkatini çekmiş olacak ki bana hitaben “Sen," dedi “Aynı anguta benziyorsun.” Duyduklarıma bir an inanamadım. Sinirlerim zaten gergin sensizlikle boğuşurken, yokluğunla sınanırken karşımda böylesine bir adamdan bir de hakaret duymak artık sınırımı aşmama sebep olmuştu.
“Sen ne diyorsun lan gece gece başıma bela mı olmaya geldin?" diyerek yakasına yapıştığımda hiç beklemediğim bir kahkaha ile karşılık buldum. Ben çattık belaya gece gece, diye ellerimi yakasından sertçe ittirerek “Git belanı başka bir yerde ara”. Dedim ve oturduğum yerden kalktım. Adama sırtımı dönerek tam gitmeye yeltenmiştim ki adamın sözleri benim bir adım daha atmamı engelledi.
“Sen." dedi tekrar az önceki gülme sesinden eser kalmazken hiç beklemediğim bir ciddiyetle “Angut kuşuna benziyorsun. Gözlerinde o acıyı gördüm. Bu bakışı nerede görsem tanırım evlat." dedi.
Bir şey o an gitmemi engelledi. Gidemedim. İçimdeki deli meraka yenildim ve bir anda ona doğru dönerek az önce kalktığım yere oturdum. Nedensiz yere merak ettim adamın ne demek istediğini. Yerime oturmam ile adamın yüzünde derin bir memnuniyet belirtisi oluştu. Benim sessizliğimi bozmayacağımı anlayan adam konuşmaya karar vermiş olacak ki belki de bugüne kadar duymadığım bir hikâyeyi bana anlatmaya başladı.
“Sana angut dediğimde hiddetlendin yakalarıma yapıştın. Ama bilmelisin ki evlat angut kelimesi hak edene söylenmeli. Sen diyorsun ki gece gece ne anlatıyor bu adam, o zaman beni dinle evlat. Gözlerinde gördüğüm acıyla seni nasıl bir angut kuşuna benzettiğimi anlatayım. Bilir misin? Angut aslında bir kuştur. Çoğu insan bu kelimenin altında yatan derin anlamını bilmezler. Bilmedikleri için ise bu kelimeyi hakaret olarak kullanırlar. Ama bilmezler ki her insan evladı bu kelimeyi hak edecek bir karaktere sahip değildir. Çünkü angut kuşu sadakatin temsilidir. Hayvanlar içinde eşine en sadıklar arasında kendisine yer bulmuştur.
Beyni olan insanoğlu bile günümüzde sadakatsizliğin timsali olmuşken o küçücük hayvancağızın göstermiş olduğu sadakat o kadar özeldir ki bunu çoğu düşünen beyin algılayamaz.
Angut kuşu eşi öldüğünde bir dakika bile başından ayrılmaz. Onu uyandırmak için önce acı acı öter etrafa, eğer kımıldamadığını kendine gelmediğini gördüğü zaman ise başında ona diğer canlıların zarar vermemesi için adeta bir asker edasında nöbet tutar. Başında bir saniye dahi kıpırdamadan bekler. Aç kalır, susuzluk çeker, üzüntüyle hareket etmeden öylece başında bekler. Gözlerini ayırmadan sevdiğine, eşine bakar. Ta ki, o da eşinin yanında gözlerini ölüme kapatana kadar.
Gördün mü evlat sana söylediğim aslında sana hakaret değil de gözlerinde gördüğümdü. Sadakat ve aşk yanıyor bakışlarında. Sevdiğin için nefes aldığını görebiliyorum." dedi ve ayağa kalkarak beni konuşturmadan omzuma babacan bir tavırla dokundu. Ben onun yüzündeki gülümsemeyi gördüğümde “Sen nasıl görebildin bunu gözlerimde?" dedim anlamaz gözlerle ona baktım. O da yüzünden acı bir gülümseme ile “ Bir angutu ancak bir angut anlar be evlat. Ama sen şanslısın en azından yaşamak için hala bir şansın var." dedi ve gözünün kenarından bir damla yaş akıp giderken daha fazlasına gücünün kalmadığını ağır aksak adımlarla yanı başımdan uzaklaşırken anladım. Onun bir damla gözyaşında yaşarken ruhunun ölüme gözlerini çoktan kapadığını anladım.
Sadakatinin boyutunu o bir damla gözyaşında anlarken, neden onunda bir şansının olmadığını ve kadere boyun eğdiğini anladım. Onun gidişini izlerken insanlığımdan utandım. Ve binlerce kez şükür ettim. Hala bir şansım olduğunu ve bunun için nefes almaya devam ettiğim için binlerce şükür. Varlığına şükür güzelim.
Seni kendi varlığından daha çok seven Angut kuşun Alper.”
“Her adımında soluğum olmak adınaydı mücadelen. Beni ışıldayan gözler ile dimdik ayakta tutmaktı niyetin. İçimin çürüdüğünü, kalbimin durduğunu, beynimin komut vermeyi bıraktığını bilmeden bir umut sarıldın toprağı hak eden ölü bedenime… Ben bile vazgeçmişken kendimden senin bu çaban niye? İşte bilemediğim, cevaplayamadığım, belki de en önemli ve tek soruydu bu." diye fısıldarken içli içli omuzları sarsılarak ağlıyordu. Her gelen mektup Özüm’ü daha fazla sarsıyordu.
Yaz tatili gelmiş ve artık bahaneleri tükendiği için Özüm İstanbul’a dönmüştü. Büyük korkularla adım attığı İstanbul’da Alper karşısına beklediği gibi çıkmamıştı. Derin bir hayal kırıklığı yaşasa da hiç beklemediği bir gece de kapısına gelen mektup Alper’in hala ondan vazgeçmediğini gösteriyordu.
Mektuplar İstanbul’da da peşini bırakmamıştı. Alper hala tam olarak zamanı gelmediği için karşısına çıkmıyordu. Özüm ise kafası kırışık giderek direnci kırılırken bir gün karşısına mutlaka çıkacağından artık emindi. Ama ne zaman nerede olacağını hiç bilmiyordu. Bakalım hayat onları bu defa nerede ve ne zaman karşı karşıya getirecekti?
***
Koskoca yaz tatili bitmiş ve yine Özüm’e Erzurum yolları gözükmüştü. Geçen sefer ki otobüs yolculuğundan sağlam dersler çıkaran genç kız bu defa uçak bileti almayı akıl edebilmişti. Ama Hande’nin markajına yakalanmasıyla dönüş günü tam bir faciaya dönüşmüştü.
“Seni havaalanına ben götüreceğim." diye tutturan arkadaşına ses etmemiş ama yarı yola geldiklerinde ses çıkarmadığı için bin pişman olmuştu. Sanki İstanbul trafiğine yeni çıkıyor gibi hata üstüne hata yapmış, üstüne trafik cezası yemiş o da yetmemiş bir de çöp kamyonu şoförü ile ciddi anlamda kavga ederken karakolluk olmuşlardı. Onun yüzünden uçağı kaçıran Özüm öfkeden kudururken yeni uçuş seferlerinde yer bulamamış yine yolu otobüs firmalarına düşmüştü. Hande binlerce kez özür dilese de Özüm gün boyu yaşadıklarına hala inanamıyordu. Hande resmen ilk defa araba kullanıyor gibi tavırlar sergilemiş hata üstüne hata yapmıştı. Erzurum otobüsü içinde gece boyu yol alırken sessize aldığı telefonunun ışığı yanıp sönmeye başladı. Ekranda gördüğü isim ile yüzünde tatlı bir gülümseme oluşmuştu.
“Ay Özüm hani uçakla gelecektin yine veryansın ettiğin otobüse kalmışsın." dediğinde kıkırdamasına engel olamadı. Onun bu keyfi yerinde hali biraz olsun canının sıkkınlığını geçirdi.
“He güzelim he aynen öyle oldu. Sen vardın mı? Lojman ne durumda?”
“Ben geldim her şey yolunda merak etme, okul ve lojmanlar yerli yerinde sıkıntı yok." dedi kendinden emin bir ses tonuyla.
“İyi bari şimdi yol yorgunluğu içinde başka bir şey ile uğraşmak istemiyorum. Ümit hoca gelmiş mi?”
“O da geldi eş durumu tayinleri sonuçlandığı için ilişik kesme evraklarını tamamlamaya gelmiş. Ay kız kötü oldum şimdi ben ya, şaka maka Ümit hoca da gidiyor.”
“Hayırlısı olsun Neşe, adam evlendi sonuçta onun mutlu olmasını dileyeceğiz başka yapılacak bir şey yok.”
“Yeni biri atanmış yarın gelecek o da, ay inşallah gıcık biri değildir. Ümit hocanın gülen yüzünden sonra nemrut gaddar birinin geldiğini düşünsene.”
“Hayal gücüne hayranım Neşe. Fazla takılma sen buna herkes işini yaptıktan sonra herhangi bir sıkıntı çıkmaz merak etme.”
“Senin bu objektif hallerinde beni öldürecek idealist öğretmen.”
“Hadi kızım ya millet uyuyor vik vik vik telefonda bir susmuyorsun. Sabah görüşürüz.”
“Dur dur bir şey daha diyecem, Özüm bu gelen yeni öğretmen bir de yakışıklı çıkıyormuş.”
“Of Neşe kapatıyorum ben senin bu zırvalıklarını dinleyemeceğim.”
“Tabi senin tuzun kuru gelsin yüzük sahibinin gönderdiği mektuplar, gitsin Doktor Kemal Bey’in çiçekleri." dediği an vücudu ansızın buz kesti. Bu ikili ismin yan yana gelmesi bile büyük bir felaketin sebebi olabilirdi. Sırf bu yüzden daha fazla konuşmayı uzatmak istemedi.
“Kapattım ben Neşe." dedi ve cevap bile beklemeden suratına sert bir şekilde kapattı.
Geri dönüyor olmasıyla Kemal’in yine yersiz çiçekleri ve gereksiz girişim çabaları aklına geldikçe sinirleri bozuluyordu. Adam resmen hayırdan anlamıyor, her hayırı evet olarak algılıyordu. Her an her yerde kızın zırt bırt karşısına çıkıyordu.
Aklına gelenler ve tanışmalarındaki adamın küstahlığı aklına geldikçe genç kızın kaşları çatılıyordu. Şu an Doktor Kemal’i düşünerek güzelim uykusunu kendisine zehir etmeyecekti. Gözlerini kapatarak rahatsız otobüs koltuğuna yaslanırken sabaha doğru yine tüm vücudunun kaskatı kesilerek tutulacağından emindi.
“Ah Hande ah! Bunların tüm suçlusu sensin." diye içten içe dertlenirken yavaşça uykuya geçiş yaptı.
***
Özüm sabah Erzurum’a indiğinde Oltu dolmuşlarına yetişmek için büyük bir çaba sarf etti. Ne kadar hızlı olursa olsun köy dolmuşlarına yetişmesi imkânsızdı. Oltu’ya iner inmez soluğu taksi durağında aldı. Şu saatte okulda seminerde olması gerekirken o hala yollardaydı.
Of! Diyerek iç çekerken yaklaşık iki aydır görmediği ama kendisini ait hissettiği köyün yolunu izliyordu. Görevde bir yılını doldurmuştu. Şimdi ikinci yılının ilk gününde yine ve yeniden buradaydı. Okulun önüne geldiğinde Ümit hocanın aracının yanında tanımadığı bir aracında bahçe önünde park ettiğini görmesiyle kim acaba? Diye içinden geçirdi.
Valizini sürükleyerek okulun içine doğru yöneldi. Gücünün artık tükendiğini hissetti. Valizin tekerleklerinin isyan ettiği o anlarda artık son gücüyle eliyle tutup ağır valizi kaldırdı ve müdürün odasına doğru sürükledi. Onun geldiğini duyan Hande “Özüm." diyerek içeriye girer girmez boynuna atladı. Elindeki valizi yere düşüren kız “Neşe bir izin ver de içeriye geçeyim. Öldüm şurada yorgunluktan.” Derken halen arkadaşının kolları arasından kurtulmak için kuşlar gibi çırpınıyordu.
“Bana ne ya, özledim seni kızım." Küçük bir çocuk gibi çırpınıyordu. Güç bela elleri arasından kurtulan Özüm “Tamam anladık özledin de öldürmeye niye niyetlendin ben onu anlamadım." dedi bıkkınca.
“Özüm aynı Özüm değişen hiç bir şey yok." diyerek onun ellerinden tutup çekerek sandalyelere oturttu. “Sana müthiş haberlerim var. Öyle biri atanmış ki ah insanın içi bir hoş oluyor vallahi.”
“Geldi mi? Nerede? Gerçi yabancı bir araba gördüm kapının önünde ama.”
“Geldi geldi. Ümit hoca okulu gezdiriyor ona, ya bir görsen bir içim su ben galiba âşık oldum.” Neşe ve meşhur âşık olmaları, diye geçirdi içinden. Şıpsevdi arkadaşı saat başı âşık olabilme özelliğine sahip bir insandı. Her an herkese âşık olabilme gibi bir yeteneğe sahipti.
“Ümit hoca daha buralarda mı?”
“Eşyalarını toplamaya ve bizle vedalaşmak için geldi. Yarın gidiyor." dedi yüzü hüzünlü bir havada.
“Tamam asma suratını hemen.” Derken arkadaşının asılan suratını şefkatle okşadı. “Kalk hadi bir okula bakalım ne durumda? Hem şu yeni arkadaşla da bir tanışalım bakalım." dedi onun üzgün havasını atarak neşelendirmek için konuştu. Tam Neşe’de heyecanla ayaklanmıştı ki müdür odasının kapısının yavaşça açılmasıyla Ümit Hoca’nın “Gel bak burada da bizim geç kalan Özüm öğretmenimiz var." dedi pür neşesiyle.
“Ümit hocam aşk olsun." diyerek arkasındaki şakacı adama dönmüştü ki gözleriyle gördükleri hayatın mı kaderin mi şakası olduğunu anlayamadı. Yoksa aşırı özlem yüklemesinden aklı yüreğiyle el birliği yaparak ona sert bir oyun mu oynuyordu?
Özüm’ün gördükleri ile an be an yüzündeki gülümseme silinirken karşısında ona kısık gözler ve bin bir ima dolu bakış ile bakan adama bakıyordu. O mu gelmişti yani? Tam bir yıl sonra karşısındaki gerçekten o muydu? Bu mümkün müydü?
Özüm neye uğradığını şaşırmıştı. Sessiz bir filmin başrol oyuncusu gibiydi. Etrafında herkes hareket ediyor konuşuyor ama o ağzını açıp da tek kelime edemiyordu.
Neşe velileri ile görüşüp gerekli bilgilendirmeyi yapabilmek için onları sınıfına yönlendirmişti. Ümit Hoca da nişanlısı aradığı için telefon görüşmesi için bahçeye çıktığında Alper ve Özüm küçücük müdür odasında karşılıklı kala kalmışlardı. Bakışlarını yere diken Özüm’ün beyninde binlerce soru dolanırken onun yüzüne bile bakmadan aklına gelen ilk cümleyi kurmayı başarabilmişti.
“Nasıl?" dedi sesinin titremesine engel olmak adına büyük bir çaba sarf ediyordu. “Sen okulu bile bitirmemişken, mezun bile olmamışken nasıl atanabilirsin Alper?” Aslında sormuyor da kendi içinde muhasebe ediyor gibiydi.
Alper gayet kendinden emin bir tavırla “Sana demiştim hayallerin hayatım olacak diye. Bak ben de buraya hayatımı yaşamaya geldim. Okulu bitirmem ve mezun olmam için senden uzakta kaldığım bir sene yetti de arttı bile." dedi oturduğu sandalyeye daha fazla yerleşti.
“Sen burada yaşayamazsın.” Meydan okurcasına kaldırdı gözlerini yerden, sert ve dik bakışlarını adama yönlendirdi.
Alper çarpık gülümseme ile hafif bir şekilde eğildi ve şimdi gözlerinin en derinine hasret kaldığı karalıklara bakarken “Emin misin? Ben senin nefes aldığın dipsiz kara kuyularda bile yaşarım, bunu anlayacaksın ama zamanla…" dedi üstüne basarak söylemişti her kelimeyi.
Özüm duydukları karşısında kaşları çatıldı ve tam ağzını açıp cevap verecekti ki Neşe’nin elinde kocaman bir kırmızı gül buketi ile içeriye girmesiyle sözlerini tek tek geriye yuttu. İlgisini arkadaşına çeviren genç kız sinirini arkadaşına yönlendirmeye hazırlanıyordu. Eğer aklındakini yapmış ise bu defa cidden öfkesinden ona nasibini aldıracaktı.
“Sakın bana o çiçeklerin aklımdaki kişi tarafından gönderildiğini söyleme." dedi adını anmaya korktuğu adamın şimdi odada yankılanacak diye delicesine bir korku sarıp sarmalamıştı yüreğini.
“Tamam söylemem." dedi kucağındaki buketleri derince içine kokladı tekrardan.
Alper neler döndüğünü anlamaya, bu çiçeklerin sahibinin kim olduğunu çözmeye çalışıyordu.
“Neşe…" diyerek uyaran ses tonunu duyan genç kız “Tamam ya amma da sinirlendin. Çiçekler Doktor Kemal Bey’den sana geldi." diyerek Özüm’ün burnuna doğru uzattı.
Özüm ağzı bir karış açık bir halde şimdi yandım ben diye iç geçirirken burnunun dibindeki kocaman gül buketine tedirgince bakıyordu.
“Kızım alsana çiçeklerini, çiçek bunlar korkacak bir şey yok.”
“Neşe benim bu adamın çiçeklerini kabul etmediğimi bile bile ne demeye benim adıma kabul ediyorsun.”
“Çocuğa acıdım be Özüm, patronu bu defa da geri getirirsen iş ara kendine demiş. Ne yapsaydım yani bile bile çocuğun işinden olmasına göz mü yumsaydım?”
“Of Neşe başıma bela sardığının farkında mısın?”
“Amma da yaptın canım ya bir çiçek kabul ettin diye adam nikâhına alacak değil ya?”
“Neşe tamam artık." diyerek sesini sert bir şekilde kesip atmıştı.
Neşe omzunu silkerek “Aman sen de." dedi ve “Ben bunları bir suya koyayım da solmasınlar. Ah Alper hocam baksanıza ne kadar da güzeller öyle değil mi?” diyerek Alper’e baktığında adamın kararan çehresi ve öfkeden bulutlanan gözlerini gördüğünde boş konuştuğunu fark ederek oradan uzaklaşması gerektiğini hissetti.
Adam yakışıklı ama dengesiz herifin teki, diyerek aklından geçirirken lojmana doğru yöneldi. Ardında patlamaya hazır bir volkan bıraktığını bilmeden öylesine çıkıp gitmişti.
Özüm az sonra büyük bir olay çıkacak diye beklerken Alper’in sıktığı dişlerinin sesi ortamda gergin bir hava yaratmıştı. Sakin kalmaya çalışıyordu Alper, ne Neşe ne de Ümit Özüm ile ikisinin geçmişten tanıştığını bilmiyordu. Onların gözünde iki yabancıdan farksızdılar. O kadar zordu ki sakin ve sessiz kalmak. Gözlerini kısarak genç kızın bakışlarına kilitlendi. Orada görmek istedi. Başka bir hayatı içine kabul edip etmediğini onun gözlerine bakarak anlayacaktı. Onun bakışlarındaki panik havasını gördüğü an içinde derin bir rahatlama hissetmişti. Gözlerini istemsizce açıp kapattı ve derin bir nefes alıp verdi.
“Tam bir yıl oldu Özüm, senin bensiz soluduğun benim sensiz her gün ölüp ölüp dirildiğim. Tam bir yıl oldu canımın özü, senin hayallerinin benim hayallerim olması için gereken zaman artık doldu. Artık hayallerin benim hayatım oldu. Bu kırılmaz sandığın inadının nasıl kırıldığına şahit olacağım ve inan biz o zaman bir yıl önce toprak altına gömdüğümüz BİZİ el birliğiyle dirilteceğiz. Ben artık buradayım Özüm. Artık korkmuyorum, artık kaçmana izin vermeyeceğim. Yanın artık benim yanımdır. Ama diyorsan ki ben korkuyorum, sana karşı direnemem işte o zaman bak kapı orada. Hayallerin tam da buradayken korkaklığının ve güçsüzlüğünün altına sığınıp kaçacak mısın?" dedi ima dolu bir ses tonuyla. Özüm daha duyduklarını hazmedemezken bir hışımla yerinden kalkarken arkasını döndü ve kapıya yöneldi. Eli kapının koluna gittiği an duyduğu ses “Korkup kaçıyorsun yani." dedi alay eder gibiydi şimdi adamın sesi.
Özüm, yakıcı bir öfke soluyordu. Ne olmuştu bir yılda bu adama böyle? O aşkla mektupları yazan sanki kendisi değilmiş gibi davranıyordu. Özüm bir adım daha atamazken Alper kapıda bedeni taş kesilmiş kızın ardına gelip ensesinde sıcacık nefesini hissettirirken “Ben de tam olarak öyle düşünmüştüm zaten." dedi Özüm’ün artık ondan gidemeyeceğinden adı gibi emindi.
“Neden gidemezsin biliyor musun Özüm? Parmağında yüzüğüm, boynunda kolyem, yüreğinde ismim, gözlerinde ve dudaklarında benim mührümü taşırken, tüm benliğinle hala bana aitken bir yıl boyunca benimle karşılaşmaktan delicesine kaçmışken şimdi artık kaçmayacaksın. Ya da şöyle söyleyeyim sen benden kaçmak istesen de kaçamayacaksın. Yüreğim bu defa gidişine, yüreğin bu defa beni ardında bırakıp gitmene izin vermeyecek.” Dedi ayakta zorlukla duran genç kıza kokusunu bahşederken onun yanı başından omzuna değerek geçti. Onun çıkamadığı kapıdan şimdi kendisi gitmek için yelteniyordu ki aklına yeni geldiğini hissettirmek istediği bir tavırla ansızın ona döndü. O kadar yakındılar ki ortamdaki sıcaklık alev alev yakıyordu.
“Ha bu arada şu Kemal," dedi yüzünde tehlikeli bir gülümsemeyle devam etti. “Sağlığına herhangi bir zarar gelmesini istemiyorsan ya da şöyle söyleyeyim hayatta kalmasını istiyorsan doktor beyden uzak duracaksın.”
“Sen. Sen ne hakla…" dedi irileşmiş gözleriyle…
“Şiyt." diyerek parmaklarıyla genç kızın dudaklarına dokunarak susturdu onu adam “Ben senin yüreğinin angut kuşu, ben senin hayatının tek aşkı, ben senin geleceğinde var olacak tek erkek. O yüzden uzak duracaksın Özüm yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim. Emin ol bir yılda sabrım sayısız şekilde sınandı ve artık söz konusu sen iken tahammül sınırlarım fazla yükseklerde seyir etmiyor. Seçim senin güzelim, istersen uzak durma." dedi ve daha fazla konuşmadan onu ardında öylece bırakıp gitti.
Bahçeye çıkarken aylardır planladığı buluşmayı borçlu olduğu Hande’ye bir teşekkür etmek için onu aradı. Malum o Özüm’ün geç kalmasını sağlamasa Alper böylesine etkileyici bir giriş yapamayacaktı. Hayat onları yine ve yeniden bir araya getirmişti.
Peki ya şimdi ne olacaktı? Alper’in kendinden emin tavırları Özüm’ü çıldırtmaya başlamışken iki deli âşık bir arada huzurlu bir şekilde hayatlarına devam edebilecekler miydi? Hep beraber göreceğiz.
***
Özüm içinden sessiz çığlıklar atıyordu. Adamın ansızın çıka gelmesiyle karmakarışık olmuştu. Alper’in, hayatına yaptığı dönüş hiç beklemediği bir anda ve şekilde olmuştu. Gitse gidemiyor kalsa kalamıyordu.
Müdür odasında onu öylece bırakıp giden adama ağzına gelen her şeyi düşünmeden savurmak istiyordu. Elleri iki yanında yumruk olmuş öfkeden kızaran suratıyla yerinde taş kesilmişti. Daha fazla bu halde durmaya yüreği el vermediği o an onun ardından çıkıp giderek hesap sormak istedi. Bunun için adım atarak kapıyı açtı. Kapıyı açtığı an karşısında Ümit Hoca ve eşi Elçin’i görmeyi hiç beklemiyordu. Tamamen gafil avlanırken suratı allak bullak oldu.
Elçin ondaki bu tuhaflığı hissederek hemen yanına geldi “Özüm sen iyi misin tatlım?" dedi ve elinden tutarak onu sandalyeye oturttu. Elçin eşine sürpriz yaparak habersiz köye gelmişti. Daha önce de nişanlısını ziyaret etmeye köye geldiği için köyü bulması zor olmamıştı. Kızlarla da o zamanlardan tanışıyorlardı. Hatta kar yağışının bastırdığı bir kış günü evine geri dönemediği için Neşe ve Özüm onu kalmaya zorlukla ikna etmişler ve bir gece onların lojmanında misafir olmuştu. Naif, güler yüzlü bir kız olan Elçin bir nevi insan sarrafıydı. Özüm’ün bakışlarının hayra alamet olmadığını onun tuhaf hallerinden hissetmişti.
Genç kız “Ben iyiyim, yoldan yeni geldim de yorgunum sadece, sen nereden çıktın böyle?" dedi gözlerini ondan kaçırarak konuyu değiştirmek için kendince bir çabaya girişmişti.
“Ümit’e sürpriz yapmak istedim tatlım. Malum buradan ayrılması onun için zor olacaktı. Biliyorsun bu köyü çok seviyor. Hem sizle de vedalaşıp düğünümüze davet etmek için geldim.”
“İyi yapmışsın.” Derken bile kızın yüzüne bakamadı. Elleri titriyor nefes alış verişi düzensiz seyrediyordu ve bu Elçin’in gözlerinden kaçmamıştı.
Elçin eşine dönerek “Ümit, Özüm iyi değil bence bu veda yemeği işini iptal edelim." dedi. Özüm kaçırdığı bakışlarını kıza döndürdü.
“Yemek mi? Ne yemeği?" Onun bu sorusuna Ümit gülen gözlerle karşılık verdi.
“Yan köydeki öğretmen arkadaşlar bana veda yemeği düzenlemişler. Gitmeden yine hep birlikte olalım dediler.”
“Ümit Hocam siz bana bakmayın Neşe’yi da alarak gidebilirsiniz. Hem Elçin’e de iyi gelir." dedi gitmek istemediğini belli etmemeye çalışıyordu. Elçin’in kırılmasından korkuyordu.
“Olur mu hiç öyle şey, ben sizden başkasını tanımıyorum. Siz gelmezseniz sıkılırım ben orada. Gideceksek hep birlikte gideceğiz. Gitmeyeceksek de hep birlikte burada bir şeyler yaparız." dedi küçük bir çocuk edasında. Özüm, Elçin’e baktığında sözlerinin ne kadar gerçekçi olduğunu anladı.
“Elçin gerçekten siz gitseniz daha iyi olur. Yoldan yeni geldim.”
“Ümit bizde gitmiyoruz." diyerek kesip attı Özüm’ün daha fazla konuşmasını engelledi.
“Of Elçin tamam geliyorum." dedi bıkkınlıkla. Elçin yerinde ellerini birbirine çırparak sevinç nidaları atmaya başladı.
“Yaşasın cağ kebabı yemeye gidiyoruz.”
Özüm onun bu halini görünce az önceki öfkesinden eser kalamamıştı. Neyse ki Elçin’in gelişi onu biraz olsun rahatlatmıştı. Onlar sohbete başladıkları anda Neşe pür neşe ile içeriye girdi.
“Ümit Hocam cağ kebabı yemeye gidiyormuşuz.”
“Kebabın kokusunu duydu hemen damladı gördün mü?" dedi Elçin’e bakarak gülümsedi.
“Görmem mi? Kız beni bile görmüyor kebap sevdasına.”
“Aşk olsun Elçin ya." dedi yanaklarına heyecanlı iki öpücük kondururken “Hoş geldin tatlım." dedi “Eee ne zaman gidiyoruz." diyerek yerinde duramayan hareketler sergilerken komik olduğunun farkında bile değildi çocuk ruhlu Neşe.
“Ne kebapmış arkadaş…" diyen Elçin yapmacık bir kırgınlıkla ona bakıyordu.
“Aaa ama ya neden böyle yapıyorsunuz? Ben orayı çok seviyorum. Yol kenarı menarı ama cidden çok güzel ya, hele salatası var ya of…" dedi gözlerini kapatarak önüne gelenleri hayal ediyordu. Sanki kokusu burnuna gelmiş de mest olmuş gibi yüzünde aptal bir gülümseme oluşmuştu.
“Sen nereden öğrendin gideceğimizi Neşe Hocam, bana bile haber yeni geldi.”
Özüm “O da mı gelecek?" ansızın verdiği bu tepki Elçin’in gözlerinden kaçmazken Neşe omuz silkerek “Ümit Hoca onu da davet etmiş." diyerek karşılık verdi.
“Adam yeni geldi. Sonuçta burada öğretmenlik yapacak büyük ihtimalle müdür yetkililik de ona kalacak. Eee ne kadar tanırsa çevre köylerdeki öğretmenleri onun içinde sizin içinde o kadar iyi olur.”
Özüm hayır diye haykırmak istiyor ama ortamdaki bilinmezlikler yüzünden sesini çıkaramıyor yalnızca asılan yüzü ile bunu hissettiriyordu. Neşe çok farkında olmasa da Elçin ortada bir tuhaflık olduğunu hissediyordu. Bu gece nasılsa kızlarla lojmanda kalacaktı ve bu sayede işin iç yüzünü öğrenebilirdi. Yarın da gönül rahatlığı ile Ümit ile birlikte geri dönebilirdi. Nikâhları kıyılmış olsa da henüz düğünleri gerçekleşmemişti. Elçin’in buraya gelmesindeki asıl sebep kızlara davetiye getirerek onları düğününe davet etmekti. Ümit’in tayini Hopa’ya çıkmıştı. Uzun bir süre düğün hazırlıkları içinde olacakları için buraya kısa zaman aralığında tekrar gelemeyeceklerdi, bu yüzden de Elçin kızları da görmek istemişti. Özüm’ün canı Alper’in geleceğini öğrendiğinden itibaren daha çok sıkılmıştı. Ellerini göğsünün altında birleştirip asık bir suratla Neşe ve Elçin’in konuşmalarına dâhil olmak istememişti. Açılan kapı ile başını istemsizce çevirdiğinde gözleri onun gülümseyen bakışları ile buluştu.
“Eee Ümit Hocam ne zaman çıkıyoruz?" dedi alaycı ses tonuyla.
“Alper Hocam sana uyarsa ben Neşe ile Elçin’i alıp erken çıkayım, Özüm hocam da lojmana yerleşir malum daha yeni geldi sen onu da alıp gelirsin. Benim biraz erken gidip mekân sahibi ile görüşmem lazım. Siz arkadan gelirsiniz sen de yolu bu sayede öğrenmiş olursun. Sana uygun mudur?”
Alper tam ağzını açacakken Özüm “Olmaz." diye haykırdı. Odadaki tüm soru dolu bakışlar ona döndüğünde Özüm yaptığı hatanın daha yeni farkına varıyordu. Kahretsin diye içten içe kendisini sakinleştirmeye çalışırken bozuntuya vermemek için kıvranmaya başladı.
“Şey yani ben hemen hazırlanabilirim sizinle geleyim."
“Bana uygundur hocam siz vakit kaybetmeyin Özüm hanım rahatsız olmazsa benim için sıkıntı yok." dedi uyarı dolu bakışlar ve ses tonuyla. Şimdi başlar yine Özüm’e döndüğü anda genç kız Alper’i kendi elleriyle paramparça etmek istiyordu. Ne diyecekti? Neden rahatsız olduğunu bu kadar insana nasıl anlatacaktı? Tüm huzursuzluğu üzerine giyinerek zor da olsa ağzından o cümleleri çıkarmayı başladı.
“Ne demek Alper Hocam ben neden rahatsız olayım? Sadece size zahmet olmasın diye dedim." dedi dişleri arasından tıslarken her kelimenin üzerine tek tek bastırmıştı.
“Olur mu hiç Özüm Hocam ne rahatsızlığı?" diye karşılık verdi gülümseyen bir yüz ifadesiyle.
“Tamam o zaman biz çıkıyoruz. Özüm hocam yeri biliyorsun zaten çok geçe kalmadan gelin olur mu?" dedi ve ayağa kalktı. “Hadi bakalım çıkalım artık." diyerek eşinin elinden tutup onu yönlendirirken Neşe ardına bile bakmadan hoplaya zıplaya çıkıp gitmişti.
Özüm oturduğu sandalyenin kenarlarından sertçe tutarken parmak boğumlarının kıpkırmızı olduğunun farkında değildi.
“Özüm Hocam.” dedi adam pişkince sırıtırken oturduğu sandalyeye daha da yayıldı. Özüm sabır diler gibi fısıldıyor bakışları yerde, başını bir sağa bir sola sallıyordu.
“Hay ben senin Özüm Hoca’nın…”
“Aaa çok ayıp hocam istersen bu gücünü ve zamanını hazırlanmak için harca, malum geç kalmamamız lazım. Bir sene içinde senin kimlerle vakit geçirdiğini öğrenmek için inan ki çok sabırsızlanıyorum."
Genç kız hırsla masadaki kalemliği alıp adama sertçe fırlattı. Sabır dedikleri melet Özüm’de de artık bu adam yüzünden taşmıştı.
“Ne yapıyorsun kızım? Ne bu şiddet? Senin gibi hanım hanımcık bir öğretmene hiç bu hareketleri yakıştırmadım doğrusu.” derken usta bir manevra ile kurtulduğu kalemliği düştüğü yerden kaldırmaya çalışıyordu.
“Yeter artık, kes şu zırvalığı Alper ne istiyorsun benden? Ne diye çıktın geldin? Çıkmıştık birbirimizin hayatından, ne demeye dalga geçer gibi geri döndün." diye haykırdığında adam oturduğu yerden kalkarak şimdi genç kızın dibinde bitti. Gözlerinde gülümseme, yüzünde alaycı ifadeden eser yoktu. Bakışları meydan okuyordu.
“Sen." dedi kızın gözlerinin içine bakarak “Sen çıktın gittin Özüm. Ben senin hayatından bir adım öteye gitmedim. Sadece öyle sanmana müsaade ettim. Seni böyle delicesine severken senin böylesine güzel sevdiğini bilirken, daha fazla beklemenin anlamsızlığını fark ettim. Bir sene Özüm, bir sene boyunca bensiz kaldın ama karşına ilk çıktığım anda nefes almayı unuttun. Böylesine sevdiğin bir adamın hayatından çıktığına gerçekten inanıyor musun? Eşek gibi çalıştım Özüm o lanet okuldan mezun olabilmek için bana takmış olan hocanın her ayak işini yaptım. O KPSS denen sınavdan iyi bir puan alabilmek için hayatımda çözmediğim kadar test çözdüm. Senin okulun başta olmak üzere yakından uzağa tüm okulları tercih ettim.
O mektuplar Özüm, o mektupları her ay sana, bu yere getiren hep bendim. Yaşadığın yeri gördüm, ayak bastığın toprağı seyrettim, çocuklarla iletişimine hayran kaldım. Ben öğretmen olan Özüm’e de âşık oldum. Sen çocuklarla her konuştuğunda bizim çocuklarımızı hayal ettim. O mektuplar eline ulaştığında okuyup okumamak arasında gidip gelirken camın kenarında döktüğün gözyaşlarına şahitlik ettim. O gözyaşlarının sebebi olduğumu bilirken silememek, teselli edememek ne kadar canımı yaktı bilemezsin.
Ben, Özüm senin hayatından bir saniye bile çıkmadım. Ben hep vardım. Yok olduğumu düşündüğün o anlarda bile ben senin görmediğin anlarda nefesin oldum, kalbin olup canında attım. Şimdi hala bana ne istediğimi mi soruyorsun? Hala anlamadıysan eğer önümüzde koskocaman bir hayat var. Ben sabırlıyım Özüm bunu anlaman için koskocaman bir ömür akıp giderken anlamanı bekleyeceğim. Ama şimdi gitmemiz için hazırlanman gerekiyor. Seni dışarıda arabada bekliyorum." dedi ve sertçe vurduğu kapının ardında şaşkınca kendisinin bıraktığı boşluğa bakan bir kız bıraktı.
Nasıl? Diye firar eden gözyaşına yüreği olamaz diye karşılık veriyordu. Bu söyledikleri gerçek olabilir mi? Diye fısıldıyordu cümleleri odanın derin sessizliği içinde.
***
Yolun kenarında tek katlı, bahçesinde birkaç küçük kamelyanın bulunduğu bir yerdi burası. Özüm’lerin uğrak yeri haline gelmişti. Tek katlı binanın önünde dev bir semaver vardı. Bu semaverin varlığı her geldiğinde Özüm’e çay hastası olan arkadaşı Hande’yi hatırlatırdı. Sene boyunca her daraldıklarında Ümit hoca ve Neşe ile birlikte buraya gelerek soluklanırlardı. Çok ahım şahım bir mekân olmasa da samimiyet ile dolup taşan sıcakkanlı sahibi sayesinde ilçenin dışında olmasına rağmen çoğu insanın uğrak noktası haline gelmişti.
Cağ kebabın yanında getirilen salata ise hala damaklarından tadı gitmeyen bir lezzet haline dönüşmüştü. Bir salata nasıl midelerini bu kadar etkileyerek ağızlarından salya akıtıyordu bilmiyorlardı ama sırf salatası için bile gitmek istedikleri bir yer haline geliyordu.
Özüm şimdi o mekânda diğer öğretmen arkadaşları ile birlikte Alper’in göz hapsinde kamelyada otururken ne diyeceğini bilemez bir halde sadece suskunları oynuyordu.
Ümit öğretmen erken gelmişti. Çünkü cağ kebap bazen yoğunluktan dolayı erken saatte bitiyordu. Sayıları da kalabalık olduğu için masaları ayarlamak için gelmişti. Şimdi kamelyanın içinde on yedi öğretmen tatilin ardından hoş sohbet ediyorlar, neler yaptıklarını birbirlerine anlatıyorlardı.
Birkaç kadın öğretmenin aralarındaki fısıldaşmalar Özüm’ün dikkatinden kaçmazken sinirleri de gerilmeye başlamıştı. Çünkü kızlar Alper ile ilgili bildiğin Neşe’yi sorguya çekiyor ve Neşe’de maşallah bildiği her şeyi bir bir anlatıyordu. İyice sinirlenen genç kız oflayarak bakışlarını başka bir yana döndürdüğünde görmek istemediği başka bir çift gözle karşılaştı. İçinden Hay ben böyle şansın, diyerek başını diğer yana çevirip adamı görmezden gelmeye çalışsa da bu çabası tamamen boşunaydı. Adam kızın bu hareketini gördüğü halde yüzsüzlüğü ele alarak onların bulunduğu kamelyaya gelip “Merhaba arkadaşlar." dedi.
Özüm, gözlerini her ne kadar görüş alanından çıkarmaya çalışsa da pek başarılı olduğu söylenemezdi. Adamın gözleri onun öyle bir hapsetmişti ki genç kız bir an önce buradan kurtulmak istiyordu.
Ümit “Ooo Kemal sen nereden çıktın böyle?" diyerek ayaklandığı an, Alper öldürücü bakışlarını adama çevirdi. Meşhur Kemal doktor sensin demek? Diyerek içten içe öfkesini tırmandırıyordu.
“Arkadaşlarla geldik," diyen adam diğer kamelyada ki insanları gösterdi.
“Sizi görünce de bir merhaba demek istedim." dedi gözlerini Özüm’e tekrar dikti. Bu bakışlar Alper’in sabrındaki son demlerinde olmasına sebepti. Ama doktor bunu bilmiyordu. Ümit hoca ve doktor biraz daha sohbet etti. Kemal doktor oradan uzaklaşırken gözleri hala kendisine bakmamak için direnen kızdaydı. Alper öylesine öldürücü bakışlar fırlatıyordu ki bir tuhaflık olduğunu hisseden Ümit ortamdaki gerginliği gidermek adına “Sevdiğim getir şu arabadan bizim emektarı da şu öğretmen milletinin kulaklarının pasını son kez silip atalım." dedi Elçin’e göz kırparak.
Genç kız kıkırdayarak arabanın bagajındaki sazı alıp geldi. Elçin’den sonra tutkunu olduğu sazını eline aldığında yanındaki Alper’in omzuna hafiften dokundu.
“Eee Adanalı ilk görev yerinde şu öğretmenlerin kulağını silmeye ne dersin?" dedi onu da diğerlerine kabul ettirme çabası içerisindeydi.
Alper’i ilk gördüğü anda iyi bir adam olduğunu anlamıştı. Ve buralarda hayatın daha güzel geçebilmesi için bu güzel insanların birbirine her zaman ihtiyacı vardı. İletişim önemliydi. Özellikle de öğretmenlik gibi kutsal bir mesleği icra ederken insanın insana her zaman ihtiyacı vardı. Bu yüzdendi Ümit’in Alper’i ortama kazandırmaya çalışması.
Alper, Ümit’e sert bakışlar ile döndüğünde acaba yanlış bir şey mi yaptım düşüncesine kapılmasına sebep oldu.
“Yani istemiyorsan söylemeyebilirsin." diyerek geri adım attığında Alper’in yeni yeni kendisine geldiğini ve onu duyduğunu anladı.
“Yok Ümit Hocam, ben başlıyorum sen beni takip et olur mu?" dediğinde içinde derin bir rahatlama hissetti Ümit. Başıyla onu onayladı ve Alper bakışlarını ansızın Özüm’e kilitledi. Kimin ne diyeceği, ne düşüneceği o anda artık umurunda bile değildi. Herkesin anlamaz gözler ile onlara baktığını anlayan Özüm tedirgindi.
Bu adam ne yapmaya çalışıyor, diye içten içe yiyip bitirirken kendisini, Alper’in bilmediği bir yönü güzel sesiyle tanışmıştı.
Gözleri gözlerinde bakışları bin bir ima içinde adamın kelimeleri kulaklarından akıp yüreğine gidiyordu. Ümit öğretmen sazıyla ona eşlik etmeye başladığında herkes şarkının sözlerinde çoktan kaybolup gitmişti.
“SEVDANA GÖNÜL VERDİM–Murat KURŞUN
Sevdana gönül verdim düşürdü beni dillere.
Aşkına yürek verdim savurdu beni ellere.
Ne senle nede sensiz söz geçmiyor bu yüreğe.
Yar beni cano beni sakla beni hep serinde.
Sevemem senden başka gözüm arar gözlerini.
Bir söyler kalbim ağlar yürek çeker özlemini.
Kulağımdan sesini gözlerimden hayalini.
Atamam vah atamam sen olmayınca yapamam.
Bu gece daha sensiz daha da sessiz geçiyor.
Bu can bu beden tene daha da acıyor veriyor.
Geleceksin diyerek gözler yolunu bekliyor.
Gelmediğin gün için sevdiğin her gün ölüyor.
Sevemem senden başka gözüm arar gözlerini.
Bir söyler kalbim ağlar yürek çeker özlemini.
Kulağımdan sesini gözlerimden hayalini.
Atamam vah atamam sen olmayınca yapamam.”
Şarkı yavaş yavaş biterken herkesin aynı anda alkış tutması Özüm’ün direncinin kırılırken daha fazla dayanmasına engel olmuştu. Bu şarkı bir yıl önce Hakan’ın veda gecelerinde söylediği şarkıydı. Ve o gece Alper’in söyledikleri aklına geldi “O gün geldiğinde gözlerine bakarak bu şarkıyı ben söyleyeceğim ve sen benim duymak istediğim o cevabı bana vereceksin.” Demişti.
Özüm parmağındaki yüzüğü tuttu ve ardından hızla çarpan kalbinin üzerine götürdü. Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Onun bu halini hisseden Neşe “Özüm sen iyi misin?" dedi.
“Ben, ben bir lavaboya gitsem iyi olacak." diyerek ayağa kalktı. Çünkü bu şarkının ardından gelecek bir teklife hazır değildi. Bu yüzdendi acele ile oradan uzaklaşması. Alper bu kaçışın anlamını çok iyi biliyordu. Ama onun öfkelenmesine sebep olan Özüm’ün kaçışı değil ardından ayaklanarak giden doktor bozuntusuydu. Dişlerini sıksa da sakin olmak artık onun için çok zordu.
Özüm aynanın karşısında gözlerinden firar eden yaşları siliyor “Neden bunu bana yapıyorsun Alper? Neden?" diye isyan ediyordu. Kendisini zorlukla toparlarken kapının çalınmasıyla Neşe’nin sesini duydu.
“İyiyim canım." diyerek kapıyı açtığında genç kızın inanmayan gözler ile bakması onu huzursuz etmişti.
“Özüm, senin bu halinin sebebi doktor mu yoksa yeni atanan Alper öğretmen mi?" dediğinde yakalanmış olmanın huzursuzluğu ile gözlerini kaçırdı.
“Ne alakası var sadece yorgunum Neşe.” Lafı geçiştirerek onu kolundan tutup bahçeye yönlendirmeye çalıştı. Tam bu esnada beklemediği bir ses “Özüm." diyerek ona seslenmişti.
Kahretsin, diye içten içe yakınırken gözlerini kapadı. Bu kadar gerilimi artık yüreği kaldırmıyordu. Yavaşça arkasındaki adama dönerek baktığında kendisini suçlayıcı bakışlara maruz kaldı.
“Kemal Bey." dedi dudaklarında yapmacık bir tebessüm vardı.”Sizi burada görmek ne büyük sürpriz." diye konuşarak az önce onu fark etmediğini anlamasını istedi. Bir adım dahi atmazken yanındaki Neşe’nin koluna sakın beni bırakma dercesine daha fazla sıktırdı. Mesajı alan Neşe’de kolundaki arkadaşının eline sıkıca tutundu.
“Az önce de masanıza gelmiştim ama gözlerin benim dışımda her şey ile o kadar ilgiliydi ki beni fark etmemiş olman çok doğal."
“Ne demek istiyorsunuz Kemal Bey?”
“Bey?” dedi kinaye dolu bir ses ile konuşurken kıza doğru bir adım attı.
“Sabah çiçeklerimi kabul etmiş bir bayanın hala bana bey diye hitap etmesi ne büyük ironi öyle değil mi?" dediğinde Özüm sert bakışlarını ansızın yanındaki arkadaşına çevirdi.
Öfke dolu gözlerini adama geri çevirdiğinde “O çiçekler benim haberim olmadan kabul edilmiş. Malum çiçekçide çalışan çocuğu nasıl bir tehdit ettiyseniz kabul eden kişi çocuğun haline acımış. Yoksa tarafımdan sizden gelen herhangi bir şeyi kabul etmiş falan değilim." dedi otoriter bir ses tonuyla. “Yürü gidelim Neşe." diyerek önüne döndüğünde hiç beklemediği bir hamle ile koluna yapışan adam “Özüm, ben özür dilerim. Lütfen iki dakikanı bana ayırır mısın? Gerçekten konuşmak istiyorum”. Dedi ve daha fazla konuşamadan yüzünde patlayan sert bir yumrukla yere yığıldı.
“Sen kimsin de ona dokunuyorsun ulan?" diye haykıran Alper’den başkası değildi. Kızların haykırışları arasında birbirine saldıran adamlar ortalığın bir anda mahşer yeri olmasına sebep oldu.
Özüm ikiliyi ayırmaya çalışsa da başarılı olamamıştı. Herkes dışarıda oturuyordu ve biri gelirse bu durumu açıklayamazlardı. Küçük yerde yanlış anlaşılmalar çığ gibi büyürken kulaktan kulağa çok farklı aktarılabilirdi.
Neşe korku ve panikle Elçin’i, Elçin de fark ettirmeden Ümit’i çağırdı. Ümit mekânın içine girdiğinde şimdi her biri birini tutarak güçlükle onları ayırdılar. Alper’in gözü dönmüştü.
Ümit doktoru bahçeye semaverin yanına götürürken kızlar Alper’i az önce devrilen masa ve sandalyelerin olduğu tarafa yönlendirdi. Özüm ise taş kesilmiş beden ile ne yapacağını bilmez bir halde olanları düşünüyordu. Bir yıl içinde kurduğu sessiz sakin dünyası bir günde Alper’in dönüşü ile başına yıkılmıştı. Her şey o kadar hızlı ve beklenmedikti ki kız ne desin ne yapsın bilemedi.
Alper, Neşe ve Elçin’in sakinleştirmelerine kulak asacak durumda değildi. Ümit içeriye geri dönüp Doktor Kemal gitti dediğinde derin bir nefes alan adam kimseye aldırış etmeden Özüm’ün dibine kadar geldi “Sana ondan uzak dur yoksa sonuçlarına katlanırsın demiştim Özüm. Bir kere ya bir kere de sevdiğin adamı dinlesen ölürsün değil mi?" dedi ve oradan uzaklaşırken gözü yaşlı genç kızı arkasında bırakmıştı.
Neşe “Yoksa parmağındaki yüzüğün sahibi o mu?" diye haykırdığında Elçin ve Ümit aynı anda “Siz tanışıyor musunuz?” diyerek şaşkınlıkla konuşmuşlardı.
Özüm mü? Özüm kendisini taşıyamayan ayaklarının gücünü kesmesiyle birlikte yere kapaklanırken omuzları sarsılarak hıçkırarak ağlamaya başladı. Ümit kızları yalnız bırakırken Elçin ve Neşe genç kızı onu sakinleştirip biraz olsun kendisine getirmek için lavaboya tekrar götürdüler. Sorularını geceye saklayan ikili onun bu içler acısı haline dayanmakta güçlük çekiyorlardı. Nasıl bir hayattı bu böyle?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |