
“Ben seni kara toprağa yar ol diye mi sevdim be adam?
Ben senin kokunu topraktan çekmek için mi sevdim?"
O günün ardından günler geçmişti. Alper ve Özüm’ün arasında çığ gibi büyüyen sessiz bir savaş vardı. Alper o gün Özüm’ü ardında bırakıp giderken soluğu köyde yeni evinde almıştı. Ümit öğretmen kızları alarak köye geri döndüğünde Alper’i okulun önünde boş bakışlar ile otururken bulmuştu. Özüm göz ucuyla adama bakıp kendi evine doğru yöneldiğinde kızlarda arkasından acele ile gitmişti.
Ümit öğretmen herkese Özüm’ün biraz rahatsızlandığını söyleyerek kendi veda yemeğinden erken ayrıldığında genç kızın perişan hali tüm şüpheleri ortadan kaldırmıştı.
Ümit öğretmen boş bakışlarına kederli duruşunu da ekleyen adama acıyan gözler ile baktı. Alper yanına gelerek omzuna dostane bir şekilde dokunan adama baktığında onun gözlerindeki samimiyeti hissetmişti. O gece Alper Ümit’e her şeyi eksiksiz anlatırken, Özüm’de Elçin ve Neşe’ye geçmişini anlatmıştı. Kızlar duyduklarına inanamasalar da Özüm’ün üzerine de fazla gitmek istememişlerdi.
Sevdiği besbelli gözlerinden okunan bu çiftin ayrı kalması içlerine hiç sinmese de bazı şeyleri zamana bırakarak suskunluğu kabullenip anlayışa sığınmışlardı. Eğer kaderleri bir yazılmışsa elbet birbirlerini zamanı geldiğinde affedeceklerdi. Çünkü yürek aşkı kabullendiği zaman önünde gurur asla duramazdı. Özüm’ü sakinleştirmek adına yapabildikleri tek şeyi yapmışlardı.
Neşe elinden anlayışla sımsıkı tutarken ona destek oluyor, Elçin kucağına yatan genç kızın saçlarını şefkatle okşuyordu. O gece gözyaşları ile uyuya kalırken, Elçin’in Neşe’ya bakışları “Sana emanet.” Diyordu. Neşe ise gözlerini yavaşça kırparken bu emaneti yüreğiyle kabullendiğini belli ediyordu.
Özüm o gün yaşananlardan sonra kurduğu yeni hayatının tamamen yerle bir olacağını düşünüyordu ta ki Alper’in okul başladığındaki hallerini görene kadar. Gün boyunca teneffüslerde bile onu görmüyordu. Dersten çıkan Alper geri kalan tüm zamanını okul ve müdüriyette ki evrak işleri ile geçiriyordu.
Okulun odunu, kömürü, ilçe toplantıları, gelen veliler falan derken Özüm Alper’i göremez olmuştu. Başlarda sürekli karşısına çıkacak kendisini zor duruma düşürecek diye korkarken şimdi itiraf etmese de içten içe onu göremediği için yüreği şikâyet ediyordu. Yine Alper’i acil ilçeden toplantıya çağırdıkları bir gün Özüm camdan onun nereye gittiğini anlamaya çalışıyordu. Teneffüs arasındaydı. Geldiğini bile hissetmediği Neşe’nin sesini kulağının dibinde duydu.
“Toplantıya çağırmışlar, sınıfına sen bakacakmışsın.” Duyduklarına hazırlıksız yakalandığı için korkudan yerinde zıpladı. Hemen yaptığı hatayı fark ettiğinde gözlerini kaçırarak “Ne münasebet canım? Ne diye merak edecek mişim ben onu?" dedi.
“Tabi tabi canım." dedi etrafa bir şey arar gibi bakınıyordu. Özüm kaşlarını çatarak ona baktı.
“Külahımı." dedi ciddi bir havaya bürünerek. “Ben inanmadım ama belki ona anlatırsan o inanabilir bu palavraya." dediği an kahkaha atmaya başladı.
Özüm “Neşe." diye sesini yükselttiğinde ellerini teslim olur gibi havaya kaldıran genç kız “Tamam tamam sinirlenme hemen sadece şakaydı. Alper hocayı acil çağırmışlar o yüzden apar topar gitti. Merak edersen diye söyledi bir iki saate dönecekmiş.”
“Cidden böyle mi dedi?" diyerek hayretle ona döndü. Neşe gözlerini kıstı ve ellerini beline yerleştirdi. “Allah’tan da merak etmiyorsun he." dedi.
Özüm “Of Neşe, of!" diyerek sınıftan dışarıya çıktığında ardında kızın sinir bozucu kahkahalarını duyuyordu.
***
Özüm son ders çocukları bahçeye çıkarmıştı. Gözleri köyün yolunda Alper’in gelişini beklerken ellerini göğsünün altında birleştirmişti. Alper gittiği için şu an onun sınıfına da o bakıyordu.
Uzaktan gelen birkaç arabayı gördüğünde bir an heyecanlansa da bu arabaların arasında Alper’in arabasını görmediği için yüreği derin bir hayal kırıklığına bürünmüştü. Heyecan ile çarpan kalbi yerine durgunluğa bırakırken suratı tekrar asılmıştı. Ama yaklaşan arabaların okula yönelmesi ile dahası bahçe içine giriş yapması bir an nedensiz yere telaşa kapılmasına sebep oldu.
Arabadan inenleri gördüğünde ise bu telaşın yersiz olmadığını dahası an be an korkuya dönüşmesine şahit oldu. Arabadan Doktor Kemal inerken diğer arabadan birkaç hemşire ellerinde çantalar ile inmişti.
Kemal yavaş adımlarla kendisine korku ile bakan genç kızın yanına geldi.
“Özüm Hanım bugün çocukların sağlık kontrolleri ve aşıları yapılacaktı size bilgilendirme yapıldı mı?" dedi. Özüm anlamaz gözler ile adama bakarken “Özüm Hanım." diye ismini tekrar zikrettiğinde arkadan gelen Neşe kızın sessiz imdadına yetişti.
“Kemal Bey hoş geldiniz." diyerek Özüm’ü yavaşça arkasına aldı. “Müdür Bey az önce aradı onun da yeni haberi olmuş bu durumdan o da neredeyse gelmek üzere siz içeriye geçin bizde öğrencileri tek sınıfa toplayalım Alper Bey’de o zamana kadar gelmiş olur zaten.”
“Alper Bey’in keyfini bekleyemeyiz Neşe Hanım lütfen çocukları hemen bir sınıfa toplayalım." dedi sertçe.
“Kemal Bey okulun müdürü Alper Bey lütfen konuşmalarınıza dikkat edin." diyen kıza sert bakışlar ile bakan doktor onu kaale almadığını “Seda hemşire aşıları hazırlayın fazla vaktimiz yok." diyerek sınıfa yöneldiğinde fark etti.
Neşe ağzı bir karış açık kaldığı an “Bu adam kafayı fena halde seninle bozmuş haberin olsun.”
“Saçmalama Neşe toplayalım çocukları da bir an önce işini yapsın ve gitsin şu adam. Bir gerginliği daha kaldıracak yüreğim inan ki yok." diyerek içeriye yöneldiğinde Neşe’nin cümleleri genç kızın hareket kabiliyetini yitirmesine sebep oldu.
“Özüm, Alper aradı ve o herif gidene kadar müdür odasından dışarıya adımını atmasın dedi.”
Özüm yavaşça arkasındaki kıza dönerek “Ne dedin sen?" dedi ölümcül bakışlarını ona fırlatırken sesi tehlikeyi fısıldıyordu.
“Ya bana ne kızıyorsun kızım o dedi valla ben demedim.”
“Demek beyimiz haftalardır benimle konuşma zahmetine bile girmezken şimdi de tutmuş bana ne yapıp ne yapmamam gerektiğinin direktifini veriyor öyle mi? Bu adam kendini ne zannediyor be?" diyerek hırsla bastığı yeri sallar gibi sert adımlar ile az önce Kemal doktorun girdiği sınıfa yöneldi. Neşe ise arkasından ellerini havaya doğru açarak “Allah’ım sen bugünü kazasız belasız atlatmamızı sağla ya Rabbim, umarım günün sonunda sağ çıkabiliriz. Âmin." diyerek elleriyle yüzünü sıvazladı ve bahçedeki çocukları sınıfa toparlamak için onlara seslendi.
Bugün onlara hayır mı şer mi getirecekti kimse bilmiyordu ama ortada sessiz bir tehlikenin var olduğu aşikârdı.
***
Doktor Kemal sınıfta çocukların aşı yapılmalarını izlerken göz ucuyla onlara korkmaması için güç veren genç kıza bakıyordu. Özüm’ün sıcacık gülümsemesi onu geçen yıl etkilemiş ve yüreğinden vurup geçmişti. Genç kız önceki sene başının ağrıması sebebiyle köyde kontrolsüz ve bilinçsiz aldığı bir ilaç yüzünden fenalaşarak hastaneye ambulansla getirilmişti. Aldığı ilaca vücudunun alerjisinin olduğunu bilmeden içmiş ve Ümit Hocanın o zaman zarfında okulda olmamasıyla Neşe öğretmen ambulansı aramıştı.
Korku dolu gözler ile Özüm’ü hastaneye getirdiklerinde gerekli tetkikler sonucu önlemler alınarak tedavisi gerçekleştirilmişti. Ama o gün bugündür Doktor Kemal hiçbir fırsatı kaçırmammış genç kızın haberdar olduğu her adımında bir şekilde karşısına çıkmayı başarmıştı.
Özüm’ün her hayırını naz olarak algıladığı için peşinden bir an olsun ayrılmamıştı. Bugün buraya gelmesindeki en büyük sebep ise Alper’in ilçeye gittiğini öğrenmesiydi. Yan köydeki okulda aşıları yaparken aldığı bir telefonla Alper’in ilçeye gittiğini öğrenmiş ve programında bugün olmayan okula sırf Özüm ile konuşmak ve özür dilemek için gelmişti. Ama Özüm’ün ve Neşe’nin tavrı karşısında sinirlenmişti. Şimdi gözleri kucağındaki kız çocuğunu sakinleştirmek için saçlarını şefkatle okşayan Özüm’e kaydı. İçten gelen bir dürtü ile ona doğru yaklaştı.
“Seda hemşire sen bırak aşıyı ben yaparım." dediğinde hemşirenin elinden aldığı aşıyı çocuğa yapmak üzereyken sınıfın açılan sert kapısıyla yerinde bir an irkildi. Geriye dönüp baktığında görmek istemediği öfke dolu bakışlar ile karşılaşsa da hiç aldırış ettiği söylenmezdi.
Özüm gelen kişiyi gördüğü an sesli bir şekilde yutkunurken yavaş yavaş ter dökmeye başlamıştı. Bu terler ecelin terleri mi yoksa Alper’in korkusundan mıydı o bile bilmiyordu.
Alper tüm heybeti ile iki yanında yaptığı yumrukları ile aşılmaz ve korkutucu bir dev gibi ortamda belirirken etrafına tehlike yaydığı kesindi. Herkes sessizce onlara bakarken ortamdaki gerilim hissedilir derecedeydi. Neşe koşarak Alper’in yanına geldi.
“Müdürüm Kemal Bey aşı için gelmiş." dedi sanki adam görmüyormuş gibi açıklama yapması saçmaydı ama şu an için yapacak daha iyi bir işi yoktu. Alper saldırıya geçerse onu en azından tutmak için yeltenmeye çalışacaktı. Çocukların önünde böyle bir rezaletin gerçekleşmesine izin veremezdi. Bu hem Alper’e hem de Özüm’e çok kötü bir şekilde zarar verirdi. Alper gözlerini kısmış ve Özüm’den bakışlarını bir an bile çekmeden sözlerini Neşe’ye yöneltti.
“Neşe hocam, Özüm hanımın kucağındaki öğrencimizi alır mısınız? Onun acil imzalaması gereken evraklar var." dedi sesi tehlikeyi fısıldıyordu.
Özüm “Ama…" diye karşılık verdiğinde “Hoca hanım…" diyerek yüksek perdeden çıkardığı sesiyle genç kızın sözünü kesip attı. Özüm başına gelecekleri hissettiği ve rezalet çıkmaması için yandım ben bakışı ile Neşe’ye bakarken, kucağındaki çocuğun başına minik bir buse kondurdu ve çocuğu arkadaşının kollarına teslim etti.
Doktor Kemal böyle bir hareketin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu ama gözü bir gram olsun korkmamıştı. Savaşsa savaş, Özüm için her yola girerdi, yeter ki bir umudu olsun. O umudu kaybetmemek ve kazanmak için her şeyi yapardı. Bakışları meydan okusa da şu an işini yapmalıydı. Alper’den gözlerini çekerek Seda hemşirenin eline aşıyı tutuşturdu.
Alper doktora hiçbir şey demeden Özüm’ün çıktığı kapıya yönelerek onun peşi sıra gitti. Müdür odasına girdiği an öfkeden oda içerisinde volta atan genç kıza kısık ama tehlikeli bir fısıltı halinde bağırdı.
“Sana o adamdan uzak dur dedim. Sana Neşe’den haber gönderdim. Burada beklemeni söyledim. Bir kere beni dinle Özüm, akıllanman için illa başına bir bela mı gelmesi lazım? Bunu anlamak bu kadar zor mu?” Sesi kısıktı belki ama etrafa yaydığı tehdidi Özüm hissedebiliyordu.
“Sen ne hakla bana ne yapacağımı söylersin? Kimsin sen he, kimsin? Buraya geldiğin yetmedi de hayatıma müdahale etme hakkını nereden alıyorsun sen?”
“Bana bak Özüm yeter artık yaptığın çocukluklardan bıktım usandım. Seni korumak için çabaladıkça sen başına aşılması güç işler açmak için çabalıyorsun. Sen böyle yaptıkça seni korumam daha da zorlaşıyor neden anlamıyorsun?”
“Senden beni korumanı isteyen mi oldu?”
“İstemene gerek yok Özüm Hanım, o yüzük hala parmağındaysa bana hiçbir şey söylemene gerek yok. Yüreğimde adının yanında nişanlım diye anılıyorsun, sen hala neyin hakkından bahsediyorsun.”
“Alper sen bana karışmazsın çekil önümden." dediğinde kapıya doğru gitmek için yeltendi. Bir anda önüne sert bir duvar gibi dikilen Alper’i aşmanın mümkünatı yoktu.
“O herif buradan gitmeden bu odadan bir adım daha atmayacaksın…”
Özüm“Atarsam." diyerek ona doğru bir adım attı. Şimdi burun buruna gelmişler gözleri kısık bir halde ikisi de birbirine meydan okuyorlardı.
Alper tam ağzını açmış ve geri dönüşü olmayan bir cümle sarf edecekti ki minareden yükselen bir ses ikisinin de cümlelerini yutmalarına nefeslerini tutmalarına sebep oldu. Caminin minaresinden yükselen sela sesi ikisinin de gözlerinin bir anda buğulanıp yüreklerinin durgunlaşmasına sebep oldu. Bu vakitte okunan sela bir ölüm haberi demekti. Bu sela ölümün var olduğuna işaretti. Ve bu ikili ilk defa ne diyeceklerini bilmez bir hüzün ile birbirinin gözlerine hapsolmuşken sesleri çıkmıyordu.
Selanın bitişiyle birlikte Alper kendisini zorlukla da olsa toparladı.
“Özüm…" dedi yalvarırcasına “Lütfen o gidene kadar buradan çıkma. Lütfen." dedi anlayış istiyordu sözlerindeki sesin tonu.
Özüm duyduğu sela ile öyle bir afallamıştı ki sadece tamam anlamında başını sallamış ve kendisini en yakın sandalyeye ölü bir beden gibi öylesine bırakmıştı.
Alper kendisindeki değişikliğin benzerini genç kızda gördüğünde fazla üzerinde durmak istemedi. İçi rahatlayarak derin bir nefes alıp verdi. Kapıya dönerek dışarıya çıktı. Çünkü halletmesi gereken bir iş vardı. Kendinden emin adımlarla sınıfa doğru yönelmişti.
***
Doktor Kemal’in gözleri Özüm’ü arasa da ortalarda gözükmemesi canını sıkmıştı. Bunu açık bir halde dile getirememiş olması ise onu daha da öfkelendiriyordu. İşlerini bitirip arabalara yöneldiklerinde arkasından gelen bir ses aracına binmesini engellemişti.
“Doktor Kemal." dedi Alper tüm heybetini ve gücünü adamın üzerinde hissettirir gibi çıkmıştı sesi. Yavaşça ona dönerek ne var, diyen ima dolu bakışları ile bakarken Alper tehditvari bir sırıtış ile ona doğru geliyordu. Kemal bu adamın bu tavrını pek çözemezse de yanına geldiği an bu sırıtışın yalnızca çevredeki meraklı bakışlara karşı bir tiyatro olduğunu anladı.
Alper adamın yanına yaklaşıp elini ona uzatırken hala sırıtmaya devam ediyordu. Ama sırıtışının altında yatan tehlikeyi bir tek Kemal hissediyordu. Uzattığı eline şöyle bir bakan adam da karşılık olarak onun elinden tuttu.
“Hizmetleriniz için teşekkür ederim." dedi konuşmaya normal bir şekilde başlarken birden dilinin arasından yalnızca ikisinin duyabileceği bir tonda “Bir daha nişanlımın etrafında dolandığını görürsem sonunu sen düşün Doktor Kemal. Bugün buraya ne için geldiğini çok iyi biliyorum. Akbaba gibi benim gittiğim anı kollaman da ne kadar zavallı olduğu gösteriyor.”
“Nişanlın?” derken gözleri onu sorgulayan bakışlar ile bakıyordu.
“Ya nişanlım." dedi dişlerinin arasından tıslarken “Peşinden koştuğun kadının parmağındaki yüzüğü göremeyecek kadar kör müsün yoksa gördüğün halde bunu umursamayıp onun peşinden koşacak kadar şerefsiz olduğunu mu düşünmeliyim Doktor Kemal." dedi hiddete bulanan gözlerine sert yüz hatları eşlik ediyordu.
“Ben bilmiyordum." dedi fısıltı halindeki sesiyle düştüğü konumdan çok büyük bir rahatsızlık duymuştu.
“İyi artık biliyorsun Doktor Kemal, seni nişanlımın yanında, yakınında, görmek, duymak, nefesinin varlığını bile hissetmek istemiyorum." dedi elini fırlatırcasına bırakırken adamın ne hale geldiğini umursamıyordu bile.
Doktor Kemal böylesine bir şey ile karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Özüm’ün parmağında ki yüzüğü görmüştü ama onu sadece rahatsız edilmemek için taktığını düşünmüştü. Bu düşünceye kapılmasında ki en büyük sebep ise yanında bir yıl boyunca kimseyi görmemiş olmasıydı. Ama öğrendiği acı gerçek yüzüne sert bir tokat gibi çarparken yaptığının nasıl büyük bir hata olduğunu anlamıştı.
Doktor Kemal’in sessizliğinden kabullenişini sezen adam “Güzel." dedi “Her şeyi anladığına ve bildiğine göre ayağını denk alırsın. Şimdi size iyi yolculuklar." dedi ve arkasına bile bakmadan okula doğru yöneldi.
***
Özüm durgundu. Duyduğu sela sesinden sonra bir türlü kendisine gelememişti. Vefat edenin kimliği kulaklarında yankılandığında ise artık sel olup gelen gözyaşlarını tutamamıştı. Bu köye geldiğinden bu yana belki de köy içinde kendisine en yakın hissettiği kişinin acı çektiğini duymasıyla içi parçalanmıştı.
Alper, Neşe ve Özüm yavaş adımlarla taziye için cenaze evine giderken her birinin cümleleri boğazlarından firar edemiyor, nefesleri yüreklerine tıkılıp kalıyordu. Ne diyebilirlerdi ki? Ölüm, sessizliğin mesken tuttuğu ve elden hiçbir şeyin gelmediği bir olgu değil miydi? Ya ölen gencecik bedenin toprak olduğunu bilmek, ardında sevdiği, gözünden kıskandığı bir yar bıraktığını bilmek…
Özüm’ün acısını yürekten hissetmesinin sebebi ise hikâyeyi tüm çıplaklığı ile bilmesiydi. Cenaze evine geldiklerinde gözleri Çiğdem’i gördü Özüm’ün, genç kızın etrafında bir sürü insan olmasına rağmen o boş bakışlar ile bir noktaya odaklanmış öylesine bakıyor gibiydi. Sanki etrafında hiç kimse yok gibiydi tavrı.
Donmuş bir beden tepkisiz bir yüz ifadesine sahipti. Adeta ruhu bedeninden çekilip alınmış gibiydi. Ölü bakışlara sahipti, sevdiği adamla birlikte kendisi de toprağa gömülmüş gibiydi sanki.
Alper Özüm’ün omzuna dokunup erkeklerin bulunduğu kısma geçeceğini belirtti. Onun da gözlerinde bir hüzün vardı.
Özüm onaylayan bakışlarını sunduğunda Neşe ile birlikte Çiğdem’in yanına gitti. Tam önüne doğru eğilerek genç kızın önünde diz çöktü. Buz gibi olmuş ellerinden tutarak varlığını hissettirmek istedi. Çiğdem ellerine değen sıcaklıklara bakışlarını şöyle bir değdirdi sonra başını kendisine buğulu gözlerle bakan genç kıza döndürdü. Onu gördüğü an, sırdaşı, ablası yerine koyup sevdasını paylaştığı kızı gördüğü an “Özüm." dedi derin bir uykudan uyanırcasına. Birden ellerini ondan çekerek sımsıkı boynuna sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Ölüm haberinden bu yana akmayan gözyaşları sel olup akmaya başlamışken şimdi Özüm de ona eşlik ediyordu. Genç kızın gözlerinden yaş yerine hissedilir derecede bir acı sızıyordu.
“Canım acıyor abla, canım yanıyor, o orada toprak altındayken yaşamam bana hak değil abla, biz daha yeni kavuşmuşken onun yeri orası değil. Üşür ki o orada, beni görmeyince korkar ki yüreği, abla kulun kölen olayım götür beni ona, mezarına götüremediler beni, kulun kölen olam ablam beni ona götür. Sevdiğime götür, sevdam diyen yüzünü göster bana." dedi yalvarırcasına ağlıyor, gözyaşları hıçkırıkları ile serbest kalıyordu.
Özüm, bu genç kızın haline dayanamıyordu. İlk geldiği zamanlarda tanımıştı onu, bir öğrencisinin ablasıydı. Hüzün akıyordu bakışlarında, sesi hep özlem kokuyordu. Bir gün gözyaşlarına şahit olmuştu Özüm, sorduğunda ise öğrenmişti acı hikâyesini. Hasan adında bir genci sevmişti genç kız, ailesi hasta diye vermemişti Çiğdemi Hasan’a.
Çiğdem sonuna kadar diretmişti. Babası başka bir adama vermeye kalktığında ise kendisini öldürmeye kalkmış ve onunla yaşayacağım tek bir saniye bile varsa onunla olmak istiyorum. Eğer beni ona vermezsen baba beni gömdüğün kara toprağı sevmek zorunda kalırsın, diyen kızını ölümün kollarından çekip almıştı adam. Babası razı gelmiş ve kızını ölüme adım adım yaklaşan adama vermişti. Daha bu yaz evlenmişlerdi.
Çok mutluydular, Hasan’ın tedavisi bile iyi yönde gidiyordu. Ta ki bir gece ansızın yaşanan beklenmedik bir kalp krizi gerçekleşene kadar. Tedavi iyi gidiyor derken ölüm başka bir kapıdan genç kızın sevdiğini ellerinden almıştı. Adamın son sözleri “Seni hep seveceğim.” Olmuştu. Bunları canı yanarak anlatıyordu genç kız. Bu hikâyeye şahit olan biri daha vardı ki nefes almayı bile unutmuştu.
Özüm genç kızın onun saçlarını teskin edercesine şefkatle okşarken kapının önündeki Alper’den habersizdi. Onun gözleriyle buluşan bakışlarında bir tuhaflık vardı. Yumruk yaptığı elleriyle oradan uzaklaşmasını sessiz bir film gibi izledi Özüm ama o an oradan uzaklaşması onun peşinden gitmesi imkânsızdı.
***
Çiğdem, yapılan sakinleştirici ile kendinden geçmişti. Özüm, genç kızın yatağının başucunda ıslanan gözlerinin kenarlarındaki yaşları elleriyle silerken başına minik buse kondurdu. Ne diyebilirdi ki? Hangi teselli cümlesi yüreğindeki yangını söndürebilir, acısını soğutabilirdi ki? Ateş düştüğü yeri yakmıyor muydu? Derin bir nefes alıp verdi ve onu uyandırmamak için yatağının başucundan kalktı.
Neşe kadınların yanında otururken, Özüm biraz hava almak için bahçeye çıktı. Yakılan ağıtlar, Çiğdem’in katmerleşen acısı ve dökülen gözyaşlarına şahitlik eden yarım kalmışlık.
Ağır ve bitik adımlar ile bahçeye çıktığında bir köşede Alper’in tek başına bir oturakta oturduğunu gördü. Hava kararmış yıldızlar her şeye inat tüm güzelliğini gökyüzünü süsleyerek gösteriyordu. Bu tezatlık Özüm’ün gönül hanesinde sadece tuhaf olarak algılanmıştı. Herkes bir yerlerde bir şeyler yaşıyordu. Kimi içi geçene kadar gülerken kimi içi çıkana kadar acısını gözlerindeki yaşlar ile döküyordu.
Özüm Alper’in yanı başına teklifsizce oturduğunda adam kafasını kaldırıp da bakmadı bile. Onun bu umursamazlığı genç kızın canını sıksa da Alper daha adımlarından burnuna dolan kokusundan onu tanımıştı. Geldiğini anlaması için başını kaldırıp bakmasına, gözlerinin bu ana şahitlik etmesine gerek yoktu.
“Çiğdem." dedi sesi varlığını hissettirmek istercesine çıkmıştı. Hikâyeyi ona anlatmak belki de onun özlediği sıcaklığına kavuşmak, evim dediği göğsüne başını koyarak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Bu gece bu evde bir şeyin farkına varmıştı Özüm. Ölüm vardı. Her şey gibi hayatın da bir sonu vardı. Hiçbir şey sonsuza kadar baki kalmıyordu.
“Biliyorum." dedi adam onun konuşmasına fırsat vermemişti. Sesinden bariz bir öfke hissediliyordu. Özüm onun haklı öfkesine sessiz kalarak karşılık verdi.
“Çiğdem ve Hasan’ın hikâyesini biliyorum Özüm." dedi oturduğu yerde doğrulurken hala genç kızın gözlerinin içine bakmamak adına inatlaşıyordu. Alper, bir daha git demesinden korkarken, Özüm kaybetme korkusunu derinden hissediyordu yüreğinde.
“Bugün o sela sesi kulağımda yankılandığında ölümü hissettim Özüm, varlığını belki de ilk defa bu kadar derinden sarsıcı bir şekilde yüreğim titrercesine fark ettim. Bugün o sela okunmasaydı şu an ne halde olurduk bilmiyorum. Çiğdem’i senin kollarında gördüğümde aklımdan geçenleri aklın hayalin almaz Özüm. Ben buralara senin için geldim ama geldiğim günden bu yana hayatın gerçekleri ile öyle bir yüzleştim ki belki de en acı ve sert tokadı bugün burada o genç kızın gözlerinde gördüm. Hayat bir oyun değil Özüm, anla artık bunu, zaman akıp giderken bir sabah uyandığımda nefes almadığını öğrenecek olma ihtimali, of Özüm of! Anlatamıyorum kendimi, kelimeleri telaffuz edemiyorum. Artık gerçekten yoruldum her an gidecekmişsin gibi yaşamaya, alışmışken varlığının sonsuz bir şekilde hayatımdan silinip gitme ihtimali aklımdan canlandığında ben buna katlanamıyorum Özüm. Ama sen, sen bunun farkına varamayacak kadar hala çocuksun. Beni yokluğunla terbiye edip büyütmek için varlığını esirgedin benden ama o gözler seni ölürcesine sevdiğimi göremeyecek kadar kör. Her gün yeni bir hayat dersi aldığın şu köyde hala gözlerini gerçeklere açmamak için direnen inadından yoruldum. Özüm, hayat kısa, yarın kimin gözlerini açacağı meçhul bir ömrün içinde yol alıyoruz. Ölümün varlığını unutarak tek bir sela sesinde yerle bir oluyoruz. Of Özüm, of! Ben daha sana ne diyeyim." diyerek daha fazla konuşmadan yerinden kalkıp gitmişti.
Özüm ise ardından korku dolu bakışlar ile ona bakıyordu. Cümleleri o kadar dokunmuştu ki gözlerinden firar eden acıya engel olamamıştı.
Gitme Alper, diye haykıramamıştı. Dili tutulmuş, cümleleri hak ettin sen bunu diye isyan eder gibi dökülmemişti ağzından.
***
Özüm, köyde yaşadığı lojmanın camının kenarından yağan karı izliyordu. Her yerin bembeyaza büründüğü o manzarayı izlerken kimine göre kefen kimine göre gelinlik, diye geçirdi. Her yeri istinasız örterken sakinliğini koruyan karı izliyordu. Alper’i düşünüyordu genç kız, sevdiği adamı ölümün acımasız ve soğuk kollarına teslim eden Çiğdem’i düşünüyordu, hayatının muhasebesini yaparken yaşadıklarını gözleri önüne seriyordu.
Alper’in sözleri ile onu cenaze evinde bıraktığı o günden sonra genç adam aralarına görünmez sert bir duvar çekmişti. Neşe annesinin ameliyat haberini alır almaz apar topar aldığı mazeret izni ile memleketine gitmişti. Neşe’nin gidişiyle Alper’den haber alamaz oldu.
Yoğun kar yağışı sebebi ile okulların kar tatili yapması ise işini hiç de kolaylaştırmamıştı. Özüm bakışları ile ne kadar ona ulaşmaya çalışsa da bu pek mümkün olmuyordu. Bakmıyordu adam, baksa bile artık Özüm’ü görmez bir haldeydi.
Çiğdem’in sevdiği adamı toprağın altına gönderdiği günün üzerinden tam bir hafta geçmişti. Özüm her gün genç kızın yanına gidip onun acısına ortak olmak istemişse de ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı. Gözleri yaşlarla dolu sadece ona sarılıyor, kucağına aldığı başını okşarken ona güç vermeye çalışıyordu.
Özüm, düşüncelere dalıp gittiği o anlarda anda çalan kapının sesiyle irkildi. Korkudan yerinde küçük bir heyecan yaşasa da gelenin Alper olma ihtimali ile hemen kendisini toparlayıp koşarcasına kapıya yöneldi. Derin bir nefes alıp verirken elini kalbinin üzerine götürdü. Sakinleştiğini hissettiği an kapının kilidini çevirip açtı. Gördüğü manzara ile gözlerini irice açtı.
“Çiğdem." dedi endişe dolu bir ses ile ayakta durmakta zorlanan kızın düşmesini engellemek adına hemen onu kolları arasına aldı.
“İyi misin canım?" diyerek onu içeriye çekmeye çalışsa da kıpkırmızı olmuş gözler, çökmüş omuzlar, bitkin bir yüz ifadesi ile “Kulun kölen olam ablam beni Hasan’ıma götür. Yalvarırım ablam beni ona götür. Kimse götürmüyor beni yalvarırım beni sen götür." diyerek ellerini öpüp yere çökerken ayaklarına kapanıp yalvarmaya başladı.
Çiğdem’i yaşadığı sinir krizleri sebebi ile mezarlığa götürmüyorlardı. Özüm ne yapacağını bilemez bir halde kuşlar gibi yerinde çırpınırken “Çiğdem, canım benim yapma böyle baksana dışarıda ne kadar çok kar yağıyor. Mezarlığa gidecek kadar gücün yok. Hastalanacaksın yapma böyle, gel içeriye geçelim önce bir konuşalım." diyerek onu tekrar içeriye götürmek için düştüğü yerden kaldırmaya çalıştı ama çabası büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlandı.
“Hayır." diye bağırırken “Kimse götürmüyor beni ona, sen gelmezsen tek gideceğim ablam." diye ona karşılık verdi. Gözyaşlarını elinin tersi ile silerken canının acısı sesinin tonuyla ortamda yayılıyordu.
Dayanamadı Özüm “Tamam." dedi kabullenircesine yanaklarından akıp giden gözyaşlarını silerken acısını silmek istedi. “Geliyorum Çiğdem seni yalnız bırakmayacağım.”
“Gerçekten mi?" dedi inanamaz gözlerle ona bakarken “Gelcen mi benle?” derken hala duyduklarının gerçekliğine inanmak ister gibiydi.
“Gerçekten Çiğdem seni Hasan’ına götüreceğim.” Yüzünde buruk bir tebessüm oturmuştu.
“Ablam." dedi ve güçsüz kollarını Özüm’e dolarken “Biliyordum beni ona götüreceğini biliyordum beni yalnız bırakmayacağını." dedi.
***
“Hasan’ım." dedi içi acıyarak dizlerinin üzerine çöktü. “Ben seni kara toprağa yar ol diye mi sevdim be adam? Ben senin kokunu topraktan çekmek için mi sevdim?" diyerek elleri titrer bir halde sevdiği adamın kar ile kaplanmış toprağının üzerine dokunmak için uzandığında sarsılan omuzlarına boğazından firar eden hıçkırıklara engel olamadı.
“Hasan’ım yakıştı mı o toprak senin yüreğine, bilmiyor musun ben sevmem karanlığı, korkarım karanlıktan, nefret ederim soğuktan. Sen beni de alıp girdin o toprağın altına be adam, kendine acımadıysan bana da mı acımadın?”
Ağlıyordu Çiğdem, sevdiği adamın karlarla süslenmiş mezarının toprağını bir anne şefkati ile okşuyor, sanki karşısında oturmuş onu dinleyen biri var gibi sitem ediyordu. Özüm’ün yüreği dağlandı bu manzara karşısında, ölüm var dedi tekrar yüreği, neyin inadı bu dedi isyan bayrakları çeken aklı, yeter dedi sağduyusu… Yaşların istilasına uğramış yanaklarını silerken daha fazla Çiğdem’e bakmaya dayanamayan gözlerini başka bir tarafa çevirdiğinde orada gördü adamı ve adı dilinden “Alper…" diyerek fısıltıya dönüştü.
Gelmişti. Şaşkınca ona bakarken adamın adım adım usulca kendisine doğru geldiğini bile fark etmedi. Öfke vardı bakışlarında hissediyordu genç kız, tam yanına geldiğinde tek bir söz etmeden bakışlarına anlayış giyinerek Çiğdem’e dönen adam genç kızın omzuna dokunup “Çiğdem." dedi.
Çiğdem sanki sağır olmuş gibi hiç tepki vermiyor kendince sevdiği adama bir şeyler mırıldanıyordu.
“Çiğdem." dedi tekrar dizlerinin üzerine çökerek onun görüş mesafesine oturdu. Onun bu hareketi ile bakışlarını yanındaki adama çevirdi.
“Gitmemiz lazım." dedi adam “Her yerde seni arıyorlar. Annenler çok merak etti. Gitmemiz lazım." dedi ona güven veren bakışlarla.
“Abim." dedi Çiğdem “O oradayken." diyerek yanı başında eliyle toprağı gösteriyordu. “Söylesene ben nasıl gideyim? Sığabilir miyim kabıma, verebilir miyim onsuz içime aldığım nefesi umarsızca dışarıya?" dedi bakışlarını tekrar toprağa döndürdü.
Alper “Ama onun için, onun emaneti, Rabbimin sana verdiği mucize için gitmemiz lazım. Bak bedeninde yeni bir can hayat buluyor." dedi.
Özüm anlamaz gözler ile şimdi önünde konuşan abi kardeş gibi birbirlerine bakan bu ikiliye bakıyordu.
“Hasan emanetine böyle sahip çıktığını görse çok üzülür.” Çiğdem korku dolu gözler ile Alper’e dönerken eli karnına gitti.
“Görüyor mudur beni? Üzülür mü?" dedi heyecan dolu bakışlarla.
“Görüyordur ya, hadi kalk gidelim. Hasan’ın mutlu olması için sağlıklı olman lazım. Bebeğinize iyi bakman lazım. O sana önce Allah’ın sonra Hasan’ının emaneti.”
“Bebek." diyerek fısıldadı Özüm, “Çiğdem hamile mi?” derken öğrendiği gerçek karşısında bir cevap beklemiyordu.
Alper genç kızı kollarından tutarak onu yavaşça ayağa kaldırmaya çalıştı. Bu duygu yoğunluğuna daha fazla dayanamayan Çiğdem’in gözleri sevdiği adamın mezarının başında kayıp giderken bilincini de yavaşça yitirdi. Bunu fark eden adam yere düşmeden onu yavaşça kucağına alarak oturduğu yerden kalktı.
Gitmek için hazırlandığı sırada Özüm’ün soru dolu bakışlarına maruz kaldı. Alper tek bir laf etmeden yanından geçip gitmeye kalktığında ise buna izin vermeyen ve dahası kendisine meydan okuyan bir tavırla burun buruna geldi.
“Çekil önümden Özüm." dedi sertçe.
“Bizi nasıl buldun? Çiğdem’in hamile olduğunu nereden öğrendin? Ve en önemlisi bana neden nefret ile bakıyorsun?" dedi hesap sorarcasına çıkan cümleler günlerin intikamını alır gibiydi. Alper derin bir nefes alıp verdi. Başını sağa sola sallarken sabrı giderek azalıyordu.
“Birincisi sana kızgınım ama nefretle bakmıyorum. İkincisi onun hamile olduğunu ailesinden öğrendim. Üçüncüsü seven bir kadının gittiği yeri ancak gerçek seven bir adam bilir. Onun buraya geldiğini bilmek emin ol benim için hiç zor olmadı. Çünkü ben olsam…”
“Yani sen olsan sende benim mezarıma…”
“Sus Özüm, o cümlenin devamı ağzından dökülmesin." dedi duymaya tahammül edemeyeceği kelimelerin etrafta yankılanmasına izin vermedi.
“Sana inanamıyorum Özüm onu bu havada buraya nasıl getirirsin? Görmüyor musun perişan halini?” derken kucağında baygın halde yatan genç kızı gösterdi.
“Halini gördüğüm için getirdim zaten. Her seven kadının olması gerektiği yere getirdim. Sevdiği adamın yanına." dedi ve tek bir söz etmeden ona arkasını dönerek mezarlığın çıkışına doğru yöneldi. Ardında “Ah Özüm ah! Ne yapacağım ben seninle?’ Diyerek yakınan bir adam bıraktığını bilmiyordu.
***
Alper saatlerdir Özüm’ün lojmanını izliyordu. Çiğdem’i ailesine teslim ettikleri günden sonra yoğun kar yağışı sebebiyle kapanan köy yollarının da etkisiyle okullar iki gün daha tatil olmuştu. İki gün boyunca Özüm dışarıya hiç çıkmamıştı. Bu sabahta gözünü yeni güne açan genç adam uyanır uyanmaz Özüm’ün açılmamış perdelerine ve tütmeyen bacasına gözünü dikmişti. İçi içini yiyor ama ona doğru atacak bir adıma daha cesaret edemiyordu.
Neşe'nin ise hala memleketten dönmeyişi onu iyiden iyiye huzursuz ederek çaresiz bırakıyordu. Deli danalar gibi sıcacık lojmanında bir ileri bir geri giderken ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Dışarıda deli bir hava ve yoğun kar yağışı varken bu kız hangi akla hizmet lojmanının sobasını yakmamıştı anlam veremiyordu. Daha fazla içindeki meraka dayanamadı ve eline aldığı telefonu ile ezbere bildiği numaranın üzerine aramak için dokundu. Telefon çalıyor çalıyor ve bir süre sonra açılmadığı için meşgule düşüyordu. Açılmayan telefon ile iyice panik olan Alper bir kez, bir kez daha aradı ama sonuç yine ve yeniden aynıydı.
Cevapsız kalan aramalar onun dayanma sınırlarının çoktan aşıp gitmesine sebep oldu. Hiçbir şey düşünemez hale gelmişti.
Yeter artık diyerek yaşadığı evden çıkan adam yoğun kar yağışı altında Özüm’ün lojmanının kapısına dayandı. İlk başta nezaket abidesi olan kapı tıklatması zaman ilerledikçe açılmayan kapının da etkisiyle şiddetli vuruşlara sonra da yerini sert yumruklara bıraktı.
Kesin kötü bir şey oldu, diye aklından geçirdiği o an tam kapıyı kırmak için geriye doğru gitmişti ki ileriye atıldığı o ilk anda demir kapının gıcırdayan sesiyle güçsüz bir şekilde yavaşça açıldı.
Alper açılan kapı ile bir an afallasa da koşar adım kapının ardında battaniyeye sarıp sarmalanmış dudakları soğuktan mosmor olmuş, üşüyen genç kıza baktı. Gözleri halsizlik çizgilerini belirgin hale getirirken yüzü acı çektiğini hissettiriyordu.
“Özüm." dedi yanına geldiği anda battaniyeye sarılmış kollarından yumuşakça tuttu. “Ne oldu sana? Sen iyi misin? Kaç dakikadır kapını çalıyorum, telefon ile arıyorum cevap vermiyorsun." dedi. Görünen köyün kılavuz istemediğini bildiği halde sesini duymaya ihtiyacı olduğunu hissetti. Alper karşısındaki kızın konuşamayacak kadar güçsüz düşerek hasta olduğunu anladı. Perişan haldeydi.
“Gel şuraya bekleme soğukta." diyerek ona konuşma fırsatı tanımadan içeriye doğru çekti. Ama içeriye girdiği an gözlerine inanamadı.
Küçük kanepede yatak yorgan darmadağınık, hemen yanı başındaki sehpanın üzerinde ilaçlar vardı. Lojmanın içi buz gibiydi. Sobayı yakacak kadar bile gücünün olmadığını anladı. Onu çağırmadığı için Özüm’e bir kez daha öfkelendi. Bu halde bile hala o lanet gururunun peşindeydi kız.
“Sana inanamıyorum Özüm, o mezarlığa gittiğin için hastalandın değil mi? Sırf kızacağım diye de bana haber vermedin. Almıyor aklım senin bu yaptıklarını artık, şu haline bak, en azından sobayı yakmamı isteyebilirdin benden değil mi? Ama yok olur mu o havaya diktiği burnunu yere indirip de benden bir şey ister mi kızımız? Tabi ki istemez." dedi soluksuzca öfkesini kusarken genç kızın durumunu unutmuştu bile. Ama içi sinir küpüne dönmüştü. Onun gurbette en yakını olması gerekirken o hala kendinden onu uzak tutuyordu. Ve bu artık Alper’in kanına dokunuyordu.
İçini düşüncesizce döktükten sonra kıza ansızın döndü. Genç kız kaşlarını duydukları karşısında istemsiz bir şekilde kaldırdı. Sonra da umarsızca “Bitti mi?" dedi. Bu tepkiye şaşıran adam “Ne?" dedi boş bulunarak.
“Alper azarlama seansın bittiyse lütfen kapıyı çıkarken arkandan kapat." dedi ve yavaşça ondan uzaklaşarak az önce kalkmış olduğu belli olan kanepeye doğru yöneldi. Kendisini battaniyesi ile yorganın altına iyice yerleştiren genç kız Alper’e bakmıyordu bile. Alper kızın bu tavrı karşısında şaşkınlıkla ona bakıyordu.
“Ne yapıyorsun sen Özüm? Hala burada kalmayı düşünmüyorsun değil mi?”
“Alper tartışacak, konuşacak hatta nefes alacak dermanım bile yok. Zorlama beni. Uykum var rahat bırak lütfen." dedi ve gözlerini kapattı. Kız kendisini uykuya teslim etmeye hazırlanırken salonun ortasındaki adamın varlığından etkilenmiyormuş gibi davranmaya çalışıyordu. Ama bu konuda hastayken ciddi anlamda zorlanıyordu. Tam kendisini sakinleştirmek için uğraşırken bedeninin birden havalandığını hissetti.
“Ne oluyor?" diye gözlerini açtığı an “Rahat dur Özüm yoksa ikimizi birden düşüreceksin." diyen adamın sözleri ile irkildi.
“Alper bırak beni saçmalama lütfen. Çocuk gibi davranıyorsun. Sadece uykum var indir beni aşağıya, iyiyim ben." dedi onu inandırmak için adeta kuşlar gibi çırpınıyordu.
“Oradan baktığında seni dinleyecek bir adama mı benziyorum Özüm? Boşuna uğraşma, benimle geliyorsun. Konu tartışmaya açık değildir." diyerek kestirip attı. Özüm çırpınıyor ama Alper’e kar etmiyordu. Bu adam yine zıvanadan çıkmıştı.
***
“Düzelt o suratını güzelim. Çatık kaşlar sana hiç yakışmıyor. Bariz çirkin bir şey oluyorsun." dedi biraz olsun onu keyiflendirmek için.
“Bana güzelim deme, hasta yatağımdan çıkardın getirdin beni. Evime gitmek istiyorum ben." diyerek güçsüz bedeni ile kalkmak için ayaklanmaya çalıştığında “Sakın Özüm, sakın o yataktan kalkma." diyen tehditkâr ve taviz vermeyen sesi duyduğunda bir adım geri atması gerektiğini hisseden genç kız “Of! Tamam ya.” Dese de son güç kırıntılarını bu direniş ile birlikte harcadığının farkındaydı.
Yavaşça yatağına yatan genç kıza yaklaşan adam genç kızın yastıktaki başına doğru eğildi. Onun yakınlığından hissettiği sıcaklık kalbinin kuşlar gibi çırpınmasına sebep olurken yüzünün de kıpkırmızı olmasını sağladı. Özüm bu adam ne yapıyor bile diyemeden Alper’in dudakları genç kızın alnı ile buluştu. Böyle bir şey beklemeyen genç kız hazırlıksız yakalanmıştı.
Alper, genç kızın alnına dudakları değdiği an ruhunda eksik kalan bir parçanın daha tamamlandığını hissetti. Özüm, onun eksik tüm yanlarının tek sahibiydi bunu her yakınlaşmalarında eksik kaldıklarının tamamlanmasıyla daha fazla hissediyordu. Adam kendisini özlediği tenin sıcaklığından zorlukla geriye çekerken bakışlarını ondan kaçırdı. “Ateşin biraz daha yükselmiş." dedi.
Özüm, onun bu hareketi yalnızca ateşi ölçek için yaptığını öğrendiğinde derin bir hayal kırıklığı yaşasa da yaşadığı o büyülü anın etkisinden hala kurtulamamıştı. Üstüne bir de pancar gibi kızarmış suratı da ona hiç yardımcı olmuyordu. Neyse ki hastaydı da suratın bu kızarıklığının bahanesi olarak yüksek ateşin altına sığınabiliyordu. İkisi de birbirine bakamaz haldeyken Alper üzerine aldığı kaban ile genç kıza döndü.
“Ben bir yol durumunu muhtardan öğreneyim. Arabayı da çıkarabilirsem eğer hastaneye gidelim. Böyle olmaz, ateşin düşmüyor.”
“Alper çıkma bu havada ben iyiyim ilaç aldım zaten.”
“Evet gördüm almışsın”. Dedi sehpanın üzerindeki ilaçları kızgınlıkla hatırladı. “Senin şu bilinçsizce aldığın ilaçlar da fena halde canımı sıkıyor biliyor musun? Doktorun tavsiyesi olmadan ilaç mı alınır Özüm? Hem de bazı ilaçların seni ölüme kadar götürecek yan etkileri varken senin bu dikkatsiz tavrın…" dedi ve daha fazla sözün devamını getiremedi.
Özüm’e her ilacın verilmeyeceğini biliyordu. İçerisindeki bazı maddeler onu saniyeler içinde zamanında hastaneye yetiştirilemezse ölümün kollarına atabilirdi. Buna rağmen doktorun vermediği ilaçları kullanması Alper’i sinirlendirmişti.
“Sen nereden biliyorsun?" dedi kız hasta halinin izin verdiği güçsüzlükle bir cevap beklediği sesinin tınısından hissediliyordu. Genç kız Alper’e salonun kapısından geçmek için bir adım attığı sırada sormuştu bu soruyu. Nasıl bilmezdi ki? Ansızın geriye doğru döndü ve genç kızın gözlerinin içine derince etkileyici bir bakış attı.
“Sen." dedi bir nefes aldı. “Herhangi bir şey, senin ile ilgiliyse eğer ben her şeyi bilirim Özüm. Çünkü o şeyin ortasında, başında, sonunda, öznesinde, herhangi bir yerinde sen varsın. Nasıl bilmem ki?" dedi daha fazlasını konuşmaya gücü kalmaz bir halde cevap bile beklemeden soluksuzca kendisini dışarıya attı. Ardında pişmanlıkları, korkuları, yaşadıkları ve yaşattıkları içinde boğulmaya yüz tutmuş bir genç kız bıraktığını bilmeden çıkıp gitmişti.
***
“Özüm yollar kapalıymış muhtar yola çıkarsak yolda kalabileceğimizi söyledi." diyerek lojmanın salonuna doğru içeriye girdiği an yüreği ağzına geldi. Özüm, yarı baygın bir şekilde yorgana daha sıkıca sarılmış bir halde titriyor mırıltılar halinde bir şeyler sayıklıyordu.
Kahretsin! Diyerek elindeki kabanı yere fırlattı ve genç kızın yanına geldi.
“Özüm, güzelim sen iyi misin? Aç gözlerini.” Dese de Özüm’den henüz bilinçli bir tepki gelmiyordu. Genç kız mırıltılar halinde bir şeyler söylüyor ama ne dediği de pek anlaşılmıyordu. Alper kulağını onun dudaklarına değdirip ne dediğini anlamak adına “Ne dedin güzelim söyle ne istiyorsun?" dedi fısıltı halinde.
Özüm’ün dilinden dökülen cümleler yalnızca “Alper, bırakma beni.” Olmuştu. Alper bir an duyduklarının gerçek olup olmadığını anlamaya çalışırken tekrar o cümleleri duymak adına daha fazla yaklaştırdı kulağını ama istediğini bu defa alamamıştı. Çünkü sözcükler “Üşüyorum." diye devam etmişti.
Alper yaptığı saçmalığın farkına vararak hemen onun ateşine baktı. Ateşi bu kadar kısa sürede nasıl yükselmişti hala inanamıyordu. Alt tarafı bir saatliğine muhtarın evine yürüyerek gidip gelmişti.
Onu bu halde hiç bırakmamalıydım, diye içten içe hayıflanırken ona kötü bir şey olmadığı için şükür ediyordu.
Yavaşça yatağından kaldırıp “Özüm, gözümün nuru aç gözlerini hadi ılık bir duş alman lazım. Ateşini düşürmemiz gerekiyor.” Dese de Özüm baygın bakışlarla bilinçsiz bir halde ona bakıyordu. Adeta genç adamın sesini dipsiz bir kuyudan çok uzaklardan duyar gibiydi.
“Uykum var." diyerek yine kendisini yatağa atmaya çalıştığında Alper’in sert tutuşuyla ve uyaran bakışları ile karşı karşıya kaldı.
Gözleri tekrar kayıp gitmeye hazırlanırken “Eğer kalkıp duş almazsan seni kucaklayarak banyoya götürüm." dedi biraz olsun korku ile bilincini açma çabası içindeydi. Özüm duydukları ile baygın bakışlarını ona döndürürken korkudan gözleri irileşti.
“Ben gayet ciddiyim." diyen adamın bakışlar ise onun blöf yapmadığını gösteriyordu. O güçsüz beden duydukları karşısında tef gibi gerildi ve bir ok gibi adamın kollarından sıyrılıp çıktı.
“Ben." dedi heyecan ve panik karışımı “Evime gitsem daha iyi olacak.” Diye söylendi bilinci açılmışçasına.
“Sence ben böyle bir şeye izin verir miyim?" dediğinde asla diyen bakışlarının odak noktası olmuştu.
Özüm’ün olumsuz anlamda başını sağa sola salladığını gördüğünde “Güzel." dedi adam şimdi banyoya gidip ılık bir duş alıyorsun bende sana evinden giyecek bir şeyler getiriyorum.” Özüm itiraz etmek adına tam ağzını açmıştı ki “Sakın Özüm, konu kapanmıştır. Uzatma." diyerek daha fazla konuşmasına engel oldu.
Özüm bu emrivakilerden hoşlanmasa da onun yanındaki varlığından şu an için delicesine mutluydu. Alper onun lojmanına doğru gitmek için hazırlanırken Özüm’de hiç istemese de duş almak için banyoya gitmişti.
***
Alper “Güzelim hadi uyan." dedi Özüm’ün saçlarını şefkatle okşarken dokunuşlarından korkmaması için özellikle dikkat ediyordu. Genç kız ağzından çıkardığı mırıltılar ile yattığı yatakta gerinirken bir anda nerede olduğunu hatırlayarak gözlerini koskocaman açtı. Hareketleri kısıtlanarak hareketsiz kaldığı o an bedeninin izin verdiği müddetçe aniden yatakta doğruldu. Saçını başını düzeltirken utançtan yanakları kızardı ve başını hafifçe önüne eğdi.
“Ben ne kadar zamandır uyuyorum." dedi fısıltı halinde çıkan sesiyle. Alper onun bu haline gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Ona kıyafet almak için evine gitmiş gelmişti. O duştan çıkmadan da kıyafetleri bırakıp daha rahat edebilmesi için küçük bir not bırakarak dışarıya çıkmıştı.
Odunluğa gidip akşam için biraz odun keseceğini yazdığı kâğıdı görünce Özüm içinde derin bir rahatlama hissetmişti. Duştan çıkar çıkmaz üzerini giyinip saçlarını kuruttu ve Alper’in kendisi için hazırlamış olduğu yatağa yattı. Halsizlik bedenini sarıp sarmalarken hastalık çoktan uykuya onu esir almıştı. Kendisini uykunun o rahat kollarına bırakırken aklında hiçbir şey kalmamıştı. Ne Alper ne de onun evinde olduğu, yalnızca hissettiği iki şey vardı. Biri huzur diğeri güven…
Uzun zamandır yan yana hissetmediği duygular şimdi el ele vermiş çoktan onun yüreğini ele geçirmeye başlamıştı. Şimdi ise Alper’in nazik dokunuşları ile uyanmak onu utandırırken kararan havayı gördüğünde kaç saattir uyuduğunu deli gibi merak ediyordu.
“İhtiyacın kadar uyudun merak etme daha fazla değil." dedi adam mutfağa doğru yönelirken Özüm onun arkasından şaşkınca bakıyordu. Ama asıl şaşkınlığı Alper’i elinde bir tepsi içinde hazırlanmış çorba ile gördüğünde oldu.
Kaşlarını yukarıya kaldırdı ve işaret parmağını içeriye girmiş adama doğrultarak “Sakın bana çorba yaptığını söyleme." dedi. Alper tatlı bir tebessüm ile “Tamam söylemem." diyerek ona karşılık verirken yavaş adımlar ile yanına geldi. Yatağın kenarına oturup tepsiyi Özüm’ün kucağına yerleştirdi.
“Hastalıktan ölmedim ama bu getirdiğin şeyi içersem sanki…”
“Bu kadar önyargılı olma, daha tadına bile bakmadın güzelim.”
“Alper, şaka yapıyorsun öyle değil mi? Bunu içmem için beni zorlamayacaksın ?”
“Yok içmen için zorlamayacağım direk ben içireceğim." dedi onun hayret ile açılan gözlerine aldırış etmeden eline kaşığı alıp çorba kâsesine daldırdı. “Aç bakalım ağzını." dedi küçük bir çocuğa içirme edasında.
“Yok artık." diyerek inanamaz gözler ile adamı durdurmaya çalışsa da onun itiraz kabul etmeyen bakışları ile karşılaştığında şaşkına döndü. “Sen ciddisin." dedi onaylamasını istemese de.
“Hiç olmadığım kadar." diyerek karşılık verirken kaşığı tuttuğu elini onun ağzına doğru götürdü.
“Hiç kaçışım yok mu?" dedi umutsuzca gözlerini devirirken.
“Maalesef güzelim, bu çorba içilecek. Aç bakalım ağzını." dedi yine ve yeniden çorbayı içireceğini belli ediyordu.
Özüm el mahkûm boynunu büktü ve ağzına gelebilecek en kötü tadın senaryosunu zihninde canlandırmaya çalıştı. Kaşığın ağzına değmesine sessiz kaldı. Ama diline değmiş olan o muazzam tat ile birden gözlerini irileştirerek Alper’in alay edercesine ona bakan bakışları ile karşılaştı.
“Ama bu." dedi bir kaşık daha ağzına geldiğinde “Imm." diye sesler çıkarmaya başladı. “Alper bu muhteşem olmuş, enfes, resmen bayıldım. Bunu gerçekten sen mi yaptın?" dedi çorbayı içmeye devam ederken bir yandan da adamın alaycı bakışlarına aldırış etmeden tadından etkilendiği çorbayı aralıksız içmeye devam etti. Çorba bittiğinde Alper kâseye baktı ve “Şükürler olsun en azından tabağı bana bıraktın. Bir an kaşık tabağı da yalayıp yutacağını düşündüm. " dedi.
Özüm onun bu sözü ile öyle bir kahkaha attı ki adam çok uzun zamandır onun böylesine içten bir kahkaha atmadığını fark etti. Gözünün önünde mutluluğunu yaşarken Alper’in durgunlaştığını yüz ifadesinden anlamıştı. Yavaş yavaş kahkahasını bastırıp, sesini düzene sokmaya çalıştı.
Derin bir nefes alışverişinden sonra adama dönerek “Teşekkür ederim." dedi.
Başını kaldırıp genç kıza bakarken “Neden?" dedi elindeki tepsiyi yavaşça yan koltuğa koyarken dizini yatağın üzerine çekerek tam olarak Özüm’ün karşısına oturdu.
“Her şey için, bana baktığın için, iyileşmem için bu kadar çabaladığın, bana yemek yaptığın, benim için yaptığın her şey için teşekkür ederim. İyi ki varsın Alper." dedi onun gözlerinin içine bakarak. Duyduklarına bir anda şaşıran Alper böylesine içten ve samimi bir itirafı hiç beklemiyordu.
“Bu hastalık sana yaramadı bence baksana bana güzel şeyler söylüyorsun. Hasta olduğunu bilmesem yüreğim delicesine söylediklerine inanacak. Pişman olacağın sözler etme Özüm." dedi umursamaz bir tavır takınmaya çalışarak.
“Ben kendimdeyim Alper, belki de hiç olmadığım kadar kendimdeyim.”
“Özüm." dedi onun konuşmasını engellemek adına, bu konuşmanın devamında bulutların üstüne çıkıp yine ve yeniden yere çakılmak istemiyordu. Az önceki gülümsemesine şahit olmuşken bunun mutluluğunu içten içe yaşarken tekrar bir hayır cevabına, tekrar geleceğe dair umutsuz cümlelere hazır değildi yüreği, bu yüzdendi onu susturmak istemesi, bu yüzdendi bu güzel anı hiçbir şekilde bozmak istememe çabası…
“Lütfen Alper, artık konuşmak istiyorum. Gerçekten yüreğimdekileri dile getirmek istiyorum. Bundan kaçış yok biliyorum. Artık her şey bir sonuca ulaşmalı. Bu böyle devam edemez." dedi.
Korkuyordu adam, yüreği daralıyordu. Nefes almak hiç bu kadar güçleşmemişti ömründe. Bu konuşmanın onları hangi rüzgâra teslim edeceğini bilemese de el mecbur onun kararlığına boyun bükecek ve dilinden dökülecek hayır da olsa şer de olsa dinleyecekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |