“Benim en güzel zamanlarım gözlerinde pervasızca hüküm sürdüğüm vakitlerdi.
Benim en güzel zamanlarım herkesi hiçlik kıyısında boğarken
sana HEP nefes olabildiğim zamanlarımdı.”
“Artık zamanı geldi Alper, çünkü içimde itiraf edemediklerimden büyük bir volkan oluştu. Eğer şimdi anlatmazsam büyük bir patlama yaşayacağım. Belki duydukların seni şaşırtacak, belki de zamansız diyeceksin ama artık anlatmadan duramayacağım.”
“Özüm sen neden bahsediyorsun?”
“Bizden bahsediyorum Alper, bizden.”
“Biz?" dedi ima dolu bakışlarının altına bin bir soru da ekledi.. Derin bir nefes alıp verdi genç kız saçlarını öylesine bir düzeltmeye çalışırken titreyen ellerine ve kuşlar gibi çırpınan yüreğine güç vermek ister gibiydi.
“Yıllar önce karşıma çıktığın o ilk anda ben seni tam şuramda." dedi yumruk yaptığı elini kalbine götürdü. “Tam şuramda delicesine hissettim be adam. Senin kalbinin de." dedi diğer eli ile Alper’in kalbinin üzerine titrek bir şekilde dokunurken “Benim için attığını anladığım an sana evet dedim.”
Gözlerinin içine bakarak “O zamanlarda sevdanın mührü olarak taktığın yüzüğü gitsen bile parmağımdan hiç çıkaramadım. İhanet saydı yüreğim, izin vermedi ruhum o parmaklardan yüzüğün çıkmasına. Ne kadar inkâr etsem de adım gibi yüreğime öyle bir iz bıraktın ki bunun bir geri dönüşü yoktu. Yalan yok çok istedim, senden vazgeçmeyi çok diledim. Öyle acı verdi ki seni sevmek, öyle canımı yaktı ki yaşattıkların. Yalnızca huzur yüklü bir yürek beklerken sen beni cehennem alevlerine attın. En çok dokunanı da sevdanın mührünü parmaklarıma ve yüreğime veren adamın beni ihanet ile suçlamış olmasıydı. Kanıma dokundu Alper, ben ömrümce öylesine bir acı çekmemiştim.
Kabullenemedim. Gelişini, gidişini, geri dönüşünü kabullensem de onu kabullenemedim. Bu yüzdendi senden kaçmalarım. Yaşadığım her kötü şeyi sana mal ettim belki böyle yaparsam vazgeçebilirim sandım ama olmadı. Öyle bir yerleşmişsin ki, öyle bir ben olmuşsun ki bir anlık yokluğun, bir saniyelik sensizliğin fikri bile beni alt üst etmeye yetti.
Bahanelerin altına saklanıp buralara geldim. Hiç dillendirmesem de çıkıp peşimden gelmeni yüreğimden diledim. Bir anda karşıma çıkıp benden asla vazgeçmeyeceğini o kadar çok duymak istedim ki. Ama gelmedin bir yıl sonra hiç beklemediğim bir anda çıktın karşıma, işte o zaman bir kez daha anladım.”
“Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım senden asla kaçamayacağımı, kaçmak istemediğimi, dahası seni deli gibi özlediğimi. Senin gurur saydığın, inat dediğin aslında benim yüreğimde büyük bir korkuydu.
Neden evet diyemedim sana, neden defalarca reddettim seni? Neden her attığın adımda bir adım geriye gittim ben? Ne kadar istesem de neden sarılamadım ben sana? Çünkü korktum Alper, senin benim olduğun zamanlarda hissettiklerimi biliyordum. Senin yokluğunun ardından sertçe yere çakılışımı da biliyordum. Seni yine ve yeniden kaybetmeye gücüm yoktu Alper, yine bir sebeple gidişini yüreğim kaldıramazdı. Kaçtım. Senden, hissettirdiklerinden, her şeyden kaçtım. Ama bu yüzüğü senin yanımda olmadığın tek bir an parmağımdan çıkaramadım. Bir defa öfke ile parmağımdan çıkan yüzük bir daha asla çıkmayacaktı biliyordum. Çıkmadı da… Buraya gelip karşıma çıktığında bile çıkarmadım yüzüğü çünkü öylesine bütünleşmişti ki benimle gücüm yoktu onu bir kez daha çıkarmaya.” Bir an duraksadı ve elini Alper’in hızla çarpan kalbinin üzerinden yavaşça çekti. Derin bir nefes daha alıp verdi.
“Benim en güzel zamanlarım gözlerinde pervasızca hüküm sürdüğüm vakitlerdi. Kendimi kaybettiğim, ruhumun üzerine olmazlarımı kilitlediğim, gözlerimi apansızca kapattığım o anlarda gizliydi aslında… Benim en güzel zamanlarım herkesi hiçlik kıyısında boğarken sana HEP nefes olabildiğim zamanlarımdı. Benim en güzel zamanlarım elimin elinde bir kuş gibi çırpınıp yüzümde kırmızı güller açtığı vakitti. Benim en güzel zamanlarım sende ben, bende biz olabildiğim zamanlardı. Ve bugün Alper hayat bana soldan vuruyor, kalbime kalbime değiyor." dedi başını eğdiği önünden ışıldayan gözler ile kaldırıp onun gözlerinin içine bakarak “Alper." dedi yutkundu.
“Ben seni kendimden geçercesine, asla vazgeçemeyeceğimi bilircesine çok seviyorum be adam." Yanaklarından iki damla yaş süzülüp giderken artık Özüm’ün sözü de kelamı da bitmişti. İçindeki itiraflar volkan olup patlamadan genç kızın dilinden akıp gitmişti. Alper gözlerini kocaman açmış hareketsiz bir şekilde sadece genç kıza bakıyordu.
“Bir şey söylemeyecek misin?" dedi kızaran yüzü ve yanmaya başlayan yanaklarıyla ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Karşısındaki adamın tepkisizliğinden yaptığının bir hata olduğunu düşündüğü an ayaklanan Özüm “Ben, şey evime gitsem iyi olacak galiba." dedi ve işte o an Alper’in onu kolundan tutarak gitmesine engel olmasıyla hareketleri duraksadı.
Gözleri sevdiği adama döndüğünde “Gitme, burada kal, rüya olmadığını hissetmeye gerçekten ihtiyacım var." dedi ve onun tek bir söz daha söylemesine fırsat vermeden kollarının arasına çekti.
Saçlarından derince solurken başına minik buseler konduruyor bir yandan da fısıltı halinde “Şükürler olsun Rabbime bana bu günleri de gösterdi. Seni seviyorum Özüm, seni seviyorum iki gözüm, gözümün nuru." dedi kokusunu içine derince solurken yürekleri çoktan aşka yelken açmıştı.
Hayat onları nereye götürürse götürsün kaderleri bir yazılanlar ve aşkına sahip çıkanlar elbet yine bir yerlerde birleşiyordu. Özüm’ün sebepleri, bahaneleri ve korkularının büyüklüğüne rağmen Alper’in vazgeçmeyişleri ve sevgisine adam gibi sahip çıkması sayesinde böylesine güzel bir günde böylesine muazzam bir kavuşma anı yaşıyorlardı.
Geç kalınmış bir mutluluğu yaşarken hayat onlar için daha güzel sürprizler hazırlayacaklar mıydı? Hep beraber göreceğiz.
***
Günler akıp gidiyor yaz mevsimi yavaş yavaş yüzünü dönüyordu. Alper ve Özüm yıllar önce yarım kalan aşklarını doludizgin yaşamaya kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Her şey bir rüya gibiydi. Yıllar önce yitirdiklerini düşündükleri sevdaları şimdi capcanlı bir şekilde diyar değiştirip onlara geri bahşedilmişti. Özüm’ün itiraf gecesinin ardından zaman hızla akıp geçiyordu.
Özüm okulun bahçesine çıkmış ve çocukların bahçe içerisinde kendi aralarında kurdukları oyunu izliyordu. Yaz mevsiminin ilk günlerinin sıcaklığını yüzünde hissederken omuzlarına dokunan bir el ile irkildi.
“Korkuttum mu?" dedi Alper diğer elinde tuttuğu bardağı ona gösterirken genç kız bakışları ile yüreğine şefkat yüklüyordu.
“Yok hayır, gelsene." dedi yanı başındaki boş olan yeri gösterirken oturmasını gözleriyle işaret ediyordu. Alper elinde tuttuğu çay bardağını ona uzattı.
“Hım." dedi ve yanındaki boş yere oturarak “Hayırdır bu kadar dalıp gitmenize sebep ne acaba Özüm Hocam?" dedi ona göz kırparak.
Alper yine yapmıştı yapacağını, sevgili oldukları günden bu yana okul vakitlerinde Özüm’e asla hocam kelimesini de kullanmadan konuşmuyordu. Onun bu tavrı genç kızın çok hoşuna gidiyordu. Ne kadar sevdiği adamda olsa, parmağında yüzüğünü taşıyıp yüreğinin mührünün sahibi olsa da okul saatleri içinde ikisi de öğretmendi ve sorumlulukları vardı. Bunun farkında olan iki sevdalı yürek bu konuda ciddi bir hassasiyet gösteriyorlardı.
“Buraların bana ne kadar iyi geldiğini düşünüyordum. Olgunlaştığımı hissediyorum." dedi durgun bir sesle.
“Haklısın yaşlandığın gerçeğini kabul etmiş olman da bir erdemdir Özüm hocam.” Onun durgunluğunu şakaya vurarak dağıtmaktı tek niyeti.
“Alper Hocam." dedi keskin ve sert bir tonda.
“Tamam, tamam şaka yaptım. Hemen alınma. Ama haklısın buralar insanı gerçekten büyütüyor. İstanbul’da ya da Adana’da yaşarken her yerin aynı şartlarda olduğunu düşünüyordum. Yani insan kendi hayatının içinde ne kadar diliyle her yer aynı değil dese de kitaplardaki gibi bir hayat yok buralarda. Yaşayıp gördükçe insan bunu daha iyi anlıyor. Bir nevi her şey ile tek başına baş etmeyi öğreniyorsun. Gurbet, büyütüyor insanı." dedi. Onlar bahçedeki çocukları izlerken yanlarına heyecan ile Neşe koşarak geldi.
“Hocalarım size çok güzel bir haberim var." diyerek şakıdı.
“Hayırdır Neşe bu ne neşe böyle?" diyen Özüm’e destek veren bakışlara sahipti adam.
“Ay hayır hayır benim kötü bir haber ile ne gibi bir işim olur. Her neyse Elçin aradı. Malum bir yakınları vefat ettiği için düğünü ertelemişlerdi. Şimdi sıkı durun ve güzel habere kalplerinizin ritmini ayarlayın. İki hafta sonra düğünleri varmış ve hepimizi çağırıyorlar."
Küçük çocuklar gibi yerinde zıplarken ona şaşkın gözler ile bakan çiftin hayretlerini görmezden geldi. Sevinmesi bittiğinde Alper ve Özüm’ün o an yan yana oturduklarını göz ardı edip patavatsızca ikisinin ortasına teklifsizce oturdu. Onun bu hareketine Alper sinirlenirken Özüm gülmemek için kendisini zorluyordu. İkisinin omuzlarına da eline atıp kendisine doğru çekti.
“Eee hocalarım ne dersiniz? Okullar da bir hafta sonra tatil olduğuna göre kaçar mıyız bizimkilerin düğününe erkenden? Valla bana uyar size de uyacağını tahmin ederekten tamam geliyoruz dedim Elçin’e.”
Alper “Keşke bize de bir sorma zahmetinde bulunsaydın Neşe Hocam." dedi kızgınlıkla. Ona aldırış etmeyen genç kız “Aman Alper hocam ben zaten zorla da olsa Özüm’ü götürecektim sen de onu yalnız bırakmamak için mecbur gelecektin. Ne yani sizi onca düşünme ve karar verme zahmetinden kurtardım, şurada teşekkür edeceğine bir de utanmadan sitem mi ediyorsun bana yani? Aşk olsun." dedi yapmacık bir kırgınlıkla dudaklarını büzüp Özüm’e dönerek “Özüm şu sevgiline bir şey söyler misin? Resmen kısmetime mani oluyor." dedi ha ağladı ha ağlayacak bir moda çoktan girmişti.
“Allah’ını seversen Neşe hocam konu ne ara senin kısmetine geldi anlamadım ben." dedi bezgince çıkan sesiyle.
“Ne var yani tamam deseniz, Ümit hocanın ya da Elçin’in illa ki yakışıklı, iyi aile çocuğu olan efendi, ağırbaşlı arkadaşları vardır. Düğün arifesinde benim de kısmetim açılıverecekti tabi siz engel olmasaydınız." dedi başını Özüm’ün omzuna bırakıp homurdanmaya başladığında genç kız artık konuşmaya müdahale etmesi gerektiğini hissetti.
Anlamıştı Neşe’nin yine ve yeniden âşık olma zamanı gelmiş ve şıpsevdiliğini yaşaması gerekiyordu. Saçlarını okşayıp, Alper’e dönerek kızmaya çalışarak konuştu.
“Alper hocam dokunma lütfen arkadaşıma."
Alper ben ne yaptım şimdi bakışları ile ona karşılık verirken anlayışlı olmasını ima eden Özüm’ün gözleri ile buluştuğunda susması gerektiğini anladı.
Özüm “Tamam kuzum sen merak etme gideriz. Zaten okullarda kapanıyor Elçin’i bu güzel gününde yalnız bırakacak değiliz değil mi?" dediğinde birden başını sevinçle kaldırıp çocuklar gibi el çırpmaya başladı “Yaşasın, yaşasın gidiyoruz." dedi ve onun daha fazla konuşmasına izin vermeden koşarak lojmana yöneldi.
“Kızım dursana nereye gidiyorsun böyle?" diyen Özüm’e, “Hemen gidip internetten düğün için alışveriş yapmam lazım oyalama beni." diyerek karşılık verdi. “Sen akıllanmazsın Neşe.” Dese de onu duyacak hiç kimse kalmamıştı ortalıkta.
“Özüm hocam belki başka bir planın olacaktı neden hemen kabul ettin?”
“Şu an için bir planım yoktu Alper Hocam, hem siz de davetlisiniz unuttunuz mu? Ümit hocaya da ayıp olur yoksa.”
“Sende haklısın ne diyeyim." dedi ve derin bir nefes alıp verirken canı sıkılmış bir şekilde arkasına yaslandı. Ellerini göğsünün altında birleştirdi ve derin düşüncelere daldı.
Özüm adamın bu haline baktığında sanki bir planı varmış da alt üst olmuş gibi hissetti. Ona sormadan kabul ettiği için kendisine içten içe kızsa da arkadaşlarını da bu mutlu günlerinde yalnız bırakmak istemiyordu. Yanı başında oturan adama göz ucuyla baktı.
Ben onun gönlünü muhakkak alırım, diyerek gülümserken Alper’in aklından geçenlerden bihaberdi. Özüm sevdiği adamın gönlünü almak için planlar yaparken yanı başındaki adam çoktan başka hesapların içerisine girmişti.
***
Yorucu bir hafta daha biterken Cuma gününün son ders çıkış zili de çalmıştı. İstiklal Marşının ardından çocuklar koşarak evlerine doğru yol alırken Alper çocukları izleyen sevdiği kadının ensesine sıcak nefesini bahşederek “Hazırlanmak için tam tamına otuz dakikan kaldı sevdiğim." dedi. Ensesindeki sıcaklığın, burnuna dolup taşan hasret kaldığı baş döndürücü kokunun etkisinden kurtulamadan adamın söyledikleri kulaklarında arsızca çınlıyordu. Kaşlarını anlamaz gözler ile havaya kaldırıp bir anda ona dönerek “Nereye?" dedi hayretlere kapılıp giderken istemsizdi dilinden dökülenler.
Alper ellerini ceplerini yerleştirerek “Sürpriz." dedi muzip bir halde şakıyarak ona söylemeyeceğini hareketleri ile belli ediyordu.
“Ya ama Alper lütfen söyler misin? Ben meraktan çatlarım. Hem Neşe…" dedi. Genç adam çatılan kaşlarıyla ansızın öfke ile cevap verdi.
“Yani ayıp olur kıza hafta sonu tek mi kalacak burada?”
“Ayıp falan olmaz Özüm, o bize planınız var mı diye bile sormadan insanlara söz verebiliyorsa bende sevgilime yapacağım sürpriz için ondan izin alacak değilim.”
“Tamam, tamam sakin olur musun biraz. Bir şey demedim.”
“Haklısın sinirlerim bozuldu bir an özür dilerim, hem merak etme o düğün için alacaklarının listesini çıkarıp hafta sonu boyunca ömrünü o bilgisayarın başında çürütmek ile meşgul olacaktır. Yokluğunun farkına bile varmayacak güven bana. Hem düğüne gitmeden önce de bir hafta sonumu sevgilimle geçirmek istiyorum. Yalnız." dedi üzerine bastıra bastıra.
Biliyordu ki bu kelimeyi kullanmasa genç kız yufka yüreği ile Neşe’yi da davet edecekti ve Neşe onu ikiletmeden çoktan valizini hazırlayıp peşlerine takılacaktı. Ve Alper bu tatilde sadece sevgilisi ile vakit geçirmek istiyordu.
“Haklısın." dedi kıkırdayarak.
“Hadi Özüm hocam vaktin akıp gidiyor benim de sabrım taşıyor. Bir an önce bu köyün sınırlarından çıkmak ve öğretmen kimliğimi de bu hafta sonu ardımda bırakmak istiyorum. Bu yüzden acele etsen iyi olur çünkü sevgilinin de sabrı bir yere kadar." dedi ne kadar yalnız kalmak için sabırsızlandığını belli ediyordu.
“Tamam gidiyorum ama en azından bir ipucu versen." dedi yüzünde yapmacık ikna edici bir ifadeyle.
“Özüm Hocam şansını bence fazla zorluyorsun." dedi az sonra yapacaklarının işaretini gözlerindeki sinyalden anlatıyordu.
Özüm teslim olur gibi ellerini havaya kaldırıp “Ben hazırlanmaya gitsem iyi olacak." Kıkırdayarak koşar adım lojmana yöneldi. Alper onun ardından bakarken bir kez daha şükür etti.
“Şükürler olsun rabbim yüreğimdekini kaderime nasip ettiğin için." dedi yüzünde naif bir tebessümle.
***
Özüm ile Alper Erzurum’a doğru hızla yol alırken yol üzerindeki cağ kebapçısına uğradılar. Oranın leziz tadını es geçip gitmek yakışmazdı. Onlarda bu tadı yemeden geçemeyeceklerini bildiklerinden orada durdular. Kebaplarını bitirdiklerinde keyifli yolculuklarına devam ettiler.
Özüm radyoyu açarak biraz keyiflenmek istemişti. Ama yerel radyoda çalan Sarı Gelin türküsü ile biraz hüzünlenmişti. Ondaki bu değişimi fark eden Alper “Hayatım iyi misin?" dedi endişeli bakışlar ile anlık ona bakarken gözlerini tekrar yola çevirdi.
“Bu türkü beni hep hüzünlendiriyor." dedi derin bir iç çekip kulaklarına dolmasına izin verdiği türküyü dinlerken yolu sessiz bir seyre başlamıştı.
“Neden bu kadar etkilendin hayatım?” Sebebini deli gibi merak ediyordu. Sevdiği kızın ansızın bu hale gelmesine sebep olan türkünün onda bir geçmişi mi vardı? Kucağında birleştirmiş olduğu elini alıp kokusunu içine derince çekerek küçük bir buse kondurdu üzerine “Anlatmak istersen iyi bir dinleyiciyimdir." dedi yandan ona göz kırparak elini bırakmadan yola devam ediyordu.
“Buraya ilk geldiğim zamanlarda okul bahçesinde oturuyorduk. Yaşlı bir nine torunu için okula gelmişti. O esnada sohbet sohbeti açtı. O mevzuya nereden geldik şu an bile hatırlamıyorum. Tek hatırladığım türkülerin beni etkilediğini söylemiştim. Gözlerimin içine bakarak etkilenirsin tabi güzel kızım gözlerinden ayrılık acısı okunuyor, yüreğin alev alev yanıyor, yüreği ateşlerde yanmayan bu türkülerden etkilenmez, dedi bana. Yüz ifadem birden değişmişti. Benim anlatmama gerek bile kalmadan gözlerime bakarak söylemişti bunu. Sonra bu türküyü hiç dinleyip dinlemediğimi sordu. Bildiğimi söylediğimde ise peki hikâyesini biliyor musun dedi. Bilmediğimi söylediğimde ise bana eski zamanlarda Kıpçak Beyinin sarı saçlı bir kızının olduğunu ve Erzurumlu bir gencin ona âşık olduğunu söyledi. Bu sevdaya iki ailenin de karşı çıktığını ama gencin sevdiği kızdan vazgeçmediğini anlattı. Sonra genç adam sevdiği kızı kaçırıyor. Tam mutluluğa erdik dedikleri anda kızın babasının adamları tarafından genç adam öldürülüyor. Sevdiği kadının kolları arasında acı dolu çığlıkları eşliğinde ruhunu ölüme teslim etmiş adam. Ben o gün o kadar kötü oldum ki bir an seni…" dedi yutkunarak.
Alper “Sakın güzelim." dedi arabayı yavaşça sağa çekerek durdurdu. Gözlerinden akıp gitmeye hazır yaşları engellemek adına onların üzerine iki minik buse kondurdu.
“Sakın güzelim gözlerinden artık bir damla dahi yaşın akmasına tahammülüm yok benim. O bir efsane, dilden dile dolaşan belki başka bir yerde farklı bir şekilde bile anlatılabilir. Ama hüzün kokan hiçbir şeyi bize yakıştırma. Söz konusu sen isen söz konusu biz isek artık gözyaşına mesken tutmuş hiçbir diyara gitmeyeceğiz. Sen benim kaderime yazılmış en güzle nasibimsin, seni kaybedecek tek bir hata daha yapmam. Senin yokluğun yüreğimi öyle bir terbiye etti ki senden asla vazgeçmem. Bizim hikâyemiz mutlu da olsa sona ulaşmayacak, her günümüzü sana soluksuz yaşatacağım. Şimdi bak bana güzel gözlüm. " dedi çapkınca bir gülümseme bahşederken onu güldürmek içindi tüm çabası “Artık gitmemiz lazım çünkü kaybedecek bir dakikamız bile yok. Seni öyle çok özledim ki." dedi kolları arasına alıp sımsıkı sarıldı.
Özüm değişen ruh hali ile “Nasıl özledin hayatım zaten hep beraberiz ya." dedi okulda sürekli yan yana olduklarını kastetti. Sahte bir kızgınlıkla onu kendinden yavaşça uzaklaştırdı.
“Yan yanayken bile özlüyorum seni. Hele okul sınırları dâhilinde Özüm Hocam demek dilime nasıl bir eziyet ah bir bilsen.” Onun bu tepkisi genç kızı kahkahalara boğarken Alper huzursuzca homurdanıyordu. Arabayı çalıştırıp Erzurum’a doğru kaldıkları yerden yola devam ettiler.
***
Özüm okulun vermiş olduğu yorgunlukla bedeni uykuya teslim olurken Alper aklından yapacaklarını bir bir sıraya diziyordu. Kalacakları otelin önüne geldiklerinde yanı başında sessizce uyuya kalmış sevdiğine baktı. Yüzünde aşk kırıntıları gözlerine sevgi bulanmış bir halde onun yanağını şefkatle okşadı.
“Hayatım geldik hadi uyan." dedi. Özüm bir iki hoşnut olmadığını belli eden homurtular eşliğinde yerinde huzursuzca kıpırdanıp kalktığında gözlerini ovuşturdu.
“Ne çabuk geldik. Daha yeni uyumuştum." dedi uykusundan uyandırılmak hiç hoşuna gitmemişti.
“Hadi bakalım küçük hanım daha çok işimiz var." dedi Özüm’ün oflamalarına puflamalarına aldırış etmeden gülerek onu elinden tutup otelin içine doğru yönlendirdi. İki küçük valizleri olduğu için Alper’in bu yükleri yardım almadan taşıması zor olmamıştı. Otele giriş yaptıkları anda valizleri yardım etmek amacıyla yanına gelen adama verdi. Resepsiyona gittiklerinde iki ayrı odanın tutulmuş olması Özüm’ün çok hoşuna gitti. Hassasiyetleri üzerinde bu kadar özenli olması genç kızın yüreğini yine ve yeniden fethetmişti.
Alper eskisinden daha düşünceli, daha olgun davranıyordu ve bu kızın hem dikkatini çekiyor hem de onu çok mutlu ediyordu. Oda numaralarını öğrendikten sonra bellboy ile birlikte odalarına çıktılar. Bellboy bahşişini aldıktan sonra kapıdan içeriye giremeden Alper tarafından “Gerisini biz hallederiz teşekkürler." diyerek gönderildi.
Alper, Özüm’ün odasının kapısını açtı ve içeriye davet beklemeden girince genç kız ona şaşkınlıkla baktı. Tüm etrafı inceliyor, cama ve balkona bakıyordu. Tuvalet ve banyo derken en sonunda yatacağı yatağın rahatlığına da bakarak genç kıza döndü.
“Alper ne yaptığını sanıyorsun?" dedi anlam veremeyen sorgulayıcı bakışlarla.
Omzunu silkerek “Yalnızca kontrol ediyorum." dedi bir adımda onun yanına gelip kollarının arasına aldı.
“Pardon." dedi yanlış anladığını düşünerek.
Alper genç kızın allak bullak olmuş yüz ifadesinden büyük bir haz alırken onu belinden kendisine daha çok çekti.
Yüzüne düşen bir iki tutam saçı çok büyük bir iş yapar gibi nazik bir şekilde kulağının arkasına yerleştirirken “Şöyle ki hayatım her ne kadar yan odanda olacak olsam da içimin bir nebze olsun rahat etmesi için ne kadar güvenilir bir odada kaldığını görmem gerekiyordu. Kontrol etmezsem bu odada kalamazdın." dedi kesin ve ikna edici bir tavırla.
“Sen iyi misin? Çünkü buradan bakıldığında pek normal davranmıyorsun da.”
“Neden?" dedi genç kızın kulağına doğru eğilip minik bir buse kondurarak. “İnsan sevdiği kadının rahatlığını düşündüğü için anormal mi oluyormuş. İlk defa senden duydum hayatım."
Özüm’ün yüreği titrerken beyninde bu yakınlaşmanın vermiş olduğu bir karıncalaşma hissetmeye başladı. Onun yaşattıkları, hissettirdikleri dirayetini kırmak üzereydi.
“Alper…" dedi fısıltı halinde gözleri kapalı bir halde.
“Efendim hayatım." diye karşılık verdi buğulu bir sesle. İkisi de kendilerini kaybetmek üzereyken Özüm’ün çalan telefonu bu anın büyüsünü bozmaya yetmişti. İkisi de kımıldamıyordu.
“Telefon çalıyor." dedi genç kız kımıldamadan.
“Duyuyorum." Ondan ayrılmak istemese de mecbur olduğunu çok iyi biliyordu. Ama onun gitmesini istemiyordu.
“Hala çalıyor." dedi boğazından sesli bir yutkunuş gerçekleştirdi.
Alper “Açsan iyi olacak." diyerek onun başına minik bir buse kondurdu ve ondan uzaklaştı.
Özüm elini kalbinin üzerine götürüp kendisini sakinleştirmek için büyük bir çaba sarf ediyordu.
Genç adam ondan kaçırdığı gözler ile biraz olsun toparlamaya çalışırken “Yarım saat sonra seni bir yere götüreceğim. Hazırlanırsın hayatım.” Dedi ve odadan kendisini zar zor attı. İkisi de bu tehlikeli yakınlaşmanın ardından darma duman olmuşlardı.
***
Alper, Özüm’ün elinden tutmuş yavaş yavaş merdivenlerden yukarıya doğru çıkarıyordu. Her adımında genç kız etrafın manzarasını izlemekten kendisini alamıyordu. Karanlığın bir örtü gibi çöktüğü şehrin ışıklandırılmış halinden gözlerini alamıyordu. Mekân bir tepenin üzerine konuşlandırılmıştı. Tepeden aşağıya şelale misali sular akarken ışıklandırma muazzamdı. Mekânın içine girdiklerinde onları karşılayan loş ışıklar ve otantik ortam etkileyiciydi. Bir üst kata daha çıktılar. Terasın özel olarak hazırlandığı o kadar belliydi ki bu işin içinde Alper’in parmağı olduğunu anlaması çok uzun zamanını almamıştı. Terasa çıktıklarında kendisini hemen balkon kısmına attı.
“Aman Allah’ım bu ne kadar güzel bir manzara böyle." dedi şaşkınlıkla etrafı izlerken arkasından boynuna dolanan kollar ile bir an irkilse de kendisini özlediği evine çoktan bırakmıştı.
Alper onun başına minik bir öpücük kondurup “Sen her şeyin en güzeline ve özeline layıksın hayatım." dedi kollarının altındaki bedeni daha sıkı sararken birlikte etrafı seyre dalmışlardı. Alper ait olduğu yürekte, Özüm artık evim dediği şefkatli kollardaydı.
Yemek yemek için sipariş verdikten sonra karşılıklı oturmaya daha fazla dayanamayan Alper ayaklanarak onun yanına oturdu. Kendisine çekerek kolları arasına aldığında çenesini genç kızın başının üzerine koydu.
“Böyle daha iyi." diyerek gözlerini huzurla kapadı. Onun bu hareketleri Özüm’ü güldürürken adamı keyiflendiriyordu. Garsonun gelmesi ile biraz olsun toparlandılar. Yemeklerini yediler. Terasta onlardan başka hiç kimse yoktu. Ki bu detay tamamen Alper tarafından tasarlanmış küçük bir ayrıntıydı.
Rengârenk fenerlerin altında Erzurum manzarasını izlerken kulaklarına çalan türküler onları mest ederken keyifleri yerindeydi.
Özüm aklına gelenler ile bir anda genç adamın kolları arasından kurtuldu. Adam bu hareketi hoşnutsuz bir homurtuyla karşılık verse de Özüm hiç etkilenmemiş gibi yan tarafta bulunan çantasına uzandı. İçinden çıkardığı küçük bir kutuyu ona uzattı. “Bu senin için." dedi yüzünde mutluluğu okunan bir havada. Alper şaşkın bir yüz ifadesiyle “Benim mi?" dedi.
“Evet." dedi ona alması için tekrar uzattı.
“Teşekkür ederim." diyen adamın yüzünde hafif bir utanma belirtisi hissetmişti. Alper eline aldığı kutuyu yavaşça açtığı anda kaşları yukarıya doğru şaşkınlıkla kalktı.
Bakışlarını Özüm’e çevirip “Nasıl yani?" dedi. Alper’in elinden kutuyu alıp içindeki oltu taşı ile süslenmiş gümüş yüzüğü çıkardı. Kendi parmağındaki yüzüğü gösterip “Benim yüreğimin mührü parmağımdayken seninkinin." dedi onun elini avuçları içine alarak “Boş kalmasına gönlüm razı gelmedi." yüzüğü onun parmağına taktı ve yüzüğünden öptü. Genç adam da aynı anda onun yüzüğü takılı olan parmağını öperken gözleri aşkla birleşti.
Özüm yavaşça kendisini geriye çekti ve kutunun içindeki tespih şeklindeki oltu taşından özel tasarım halinde yaptırdığı bilekliği çıkardı. Avuçları içindeki elini tutarak bilekliği de takmıştı.
“Bu da bana öfkelendiğinde sabır çekmen için bir tespih." dedi kıkırdayarak. Alper tespihin imamesinde bitişik halde takılmış olan baş harflerini gördüğünde gecenin karanlığında gözleri ışıldamıştı.
Genç kıza bakarak “Sen bana Allah’ın nasıl bir lütfusun böyle?" dedi onu kolları arasına çekerken bu mutluluğu kaçırmamış olduğu için yüreğinden şükürler semaya yükseliyordu.
***
Özüm ertesi sabah kapısındaki sabırsız vuruşlar ile uyandı. Ayaklarını sürükleyerek kapıyı açtığında üzerinde geceliğinin olduğunun farkında bile değildi. Gözlerini zorlukla açmaya çalışırken Alper’in “Sen bu halde mi kapıyı açıyorsun?" diyerek kükremesi ile bir anda yerinde irkildi.
“Ne varmış halimde?" diye üzerine bakmaya çalışırken sertçe içeriye ittirildi.
“Sen beni kalpten götürecek misin kadın? Bu ne hal? Ya ben değil de bir başkası çalsaydı kapıyı." dedi kıskançlıktan gözü dönmüş bir halde.
“Alper abartma istersen ne var halimde?" diyerek geceliğine baktı. Alt tarafı dizlerinin hafif üzerinde biten siyah bir gecelikti. Ki bundan daha kısa elbiseler giyerdi ne demeye şimdi böylesine sert bir çıkış yapmıştı anlamamıştı. Hem onun kapısını ondan başka kim çalacaktı ki?
“Alper sen iyi misin canım? Sabah sabah kötü bir şey mi oldu? Bu ne öfke böyle?”
“Saatlerdir seni arıyorum telefonunu açmıyorsun kapında ağaç oldum gene ses vermiyorsun tam açtı diyorum bu defa da bu kılığın kıyafetin." dedi pes doğrusu dercesine öfke solurken hiç de iyi görünmüyordu.
“Nasıl ya?" diyerek içerideki telefonuna baktı. Dünkü o büyülü anı bozan telefon sesi yüzünden sesini kısmış sonra da açmayı unutmuştu.
“Özür dilerim Alper tamamen aklımdan çıkmış telefonun sesi kısıkta kalmış. Yorgun olduğum için kapı sesini de hemen duyamadım demek ki.”
“Ya bu kılığın." dedi sanki hiç açıklama yapmamış gibi.
“Abartıyorsun bence sonuçta gece yatarken giydiğim bir gecelik.”
“Sen buna gecelik mi diyorsun?" dedi yutkunarak.
“Alper çıkar mısın lütfen odadan şu an iyi değilsin ve ben gerçekten seninle şu an tartışmak istemiyorum. Biraz sakinleşince konuşalım." dedi kapıyı çıkması için açmaya yöneldiğinde sertçe kolundan tutulup genç adam tarafından sertçe çekildi. Neye uğradığını şaşıran genç kız dudaklarını birden esir alan dudaklara itiraz edercesine onu kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Bir an dirense de sonra kendisini ona bıraktı.
Alper bir anda kendisini geriye çekti. Özüm’ün başını iki eli arasına alıp onun gözlerinin içine bakarken hızlı soluk alışverişleri arasında “Ne kadar olgunlaşırsam olgunlaşayım bu konuda değişmemi bekleme Özüm, kıskanıyorum seni, kanımda öyle güçlü bir ateş ki bu kıskançlık her yeri ateşe vermek istiyorum. Seni her şeyden ve herkesten kıskanıyorum. Değil bir gözün bir sözün bile sana değmesini istemiyorum. Yalvarırım beni bu konuda mazur gör ve beni bu konuda daha fazla zorlama." dedi kendisini sökercesine ondan alıp odadan çıkarken Alper kendisinde olmadığını hissediyordu.
Aslında bu hale gelmesine sebep tamamen başka bir şeydi. Müdür yetkililik yaptığı için birçok öğretmeni tanıyordu. Ve sabah aldığı bir telefon kanın beynine sıçramasına sebep olmuştu. Telefondaki öğretmen Özüm’ü soruyor ve onun hakkında bilgi almaya çalışıyordu. Hayatında birinin olup olmadığını sorması ise bardağı taşıran son damla olmuştu.
Telefondaki kişiye ağzına geleni saydıktan sonra önce Özüm’ü aramış ulaşamayınca aklına bin bir türlü şey getirmiş ve soluğu onun kapısında almıştı. Onun o halde kapıyı açması ise normalde belki kızmayacağı bir şey olsa bile içindeki kıskançlık ile ne yaptığını bilmez bir haldeydi.
Kaybetme korkusu nüksetmişti ve canından can koparılıyormuş ciğeri dağlanıyormuş gibi hissetti. Kendini bilmez bir halde onun dudaklarını öperken sen benim sevdiğim kadınsın, sen bana ben sana aidiz diyerek hükmedercesine sahipleniyordu. Sonra yaptığı hareketin Özüm’ü üzmüş olma ihtimali ile dolup taşarken yüzüne bile daha fazla bakamadan odadan çıkıp gitmiş ve ardında ne oluyor yine ya, diyen bir kız bırakmıştı.
***
Özüm “Sakin olur musun biraz lütfen?" dedi Alper’in bitip tükenmeyen öfkesini dizginlemeye çalışıyordu. Arabanın içinde yol alırken onun parmaklarıyla sıktığı direksiyonu görmesiyle bu sinirin kolaylıkla geçmeyeceğini anlamıştı.
“Sakin olmak ve ben öyle mi?" dedi yan gözle ona bakarken bir yandan da arabayı kullanıyordu. Sinir bozucu bir kahkaha atarak “Sence bu mümkün mü güzelim?”
“Bak tamam haklısın hayatım bugün gelen telefonlar pek hayırlı değildi ama en azından sakinleşmeyi deneyebilirsin." dedi yapmacık bir gülümseme ile onu bir nebze olsun rahatlatmak istiyordu.
“Bazen düşünüyorum da neden bizimde etrafımızda normal insanlar yok. Alt tarafı sevgilimle güzel bir hafta sonu geçirecektim. Ama dururlar mı? Yok. İlla ki sinirlerimle oynayıp beni deli edecekler. Biraz olsun güzel vakit geçirmek bizim de hakkımız değil mi Özüm?”
“Biraz abartmıyor musun hayatım?" dedi ima dolu bir sesle. Sanki çok kötü bir şey söylemiş gibi genç kıza dehşet ile baktı.
“Ben mi abartıyorum?” Aniden bir fren yaparak sağa çekti. Özüm bu ani fren ile öne doğru savrulurken emniyet kemeri taktığına şükür etti. Alper hiçbir şey demeden kendisini dışarıya attığında onun bunu sakinleşmek için yaptığını anladı. Derin bir soluk alıp verdi ve onun yanına gitmek için arabadan indi.
“Alper sen ne yaptığını sanıyorsun? Neden böyle davranıyorsun?”
“Neden mi böyle davranıyorum? Yeterince açık değil mi? Sadece iki günlük bir hafta sonunu seninle birlikte yalnız geçirmek istedim. Yalnız kaldığımızın ertesi günü Özüm hanımın hayranları beni arıyor ve bana hayatında birinin olup olmadığını soruyor. Bana soruyor bana sevgiline.” El kol hareketi ile hararetli bir şekilde anlatırken gözlerindeki öfke etrafına yakıcı bir şekilde yayılıyordu.
“Bunun suçlusu da ben miyim? Ben mi dedim adama ara diye, neden benden çıkarıyorsun acısını?” Artık Özüm’de sinirlenmeye başlamıştı. Kıskanmasını anlamaya çalışıyordu ama bu kadar büyük tepkileri hak edecek bir davranışta da bulunmamıştı.
“Sana suçlusun demedim." diye haykırdı.
“Eee o zaman sorun ne?” İnanamaz gözler ile bakıyordu genç kız, madem bunun farkındaydı ne demeye hala öfke kusuyordu ki kendisine?
Alper genç kızın anlamadığı bir hızda onu birden kolları arasına çekti ve belinden sıkıca tutarak onun kolları arasından çekilip gitmesini engelledi.
Özüm “Alper…" diye acı içinde inledi. Adam onun gözlerinin içine öyle büyük bir tehlikeli derinlikle bakıyordu ki ağzından hiç planlamadığı bir şekilde “Evlen benimle.” Kelimeleri dökülüverdi.
“Ne?" diyerek karşılık veren genç kız zamansız bu teklife tamamen hazırlıksızdı.
“Duydun beni, evlen benimle." diye haykırdı tekrar. Genç kızın gözleri doldu ve yüreği coşku seline kapılıyordu. Tam ağzını açıp olumlu yönde cevap verecekken adamın “Duydun beni, benimle evlen ve bir kez daha böyle bir niyetle yanına hiç kimse yaklaşamasın." dedi. Genç kız duyduklarıyla yüzünde oluşan gülümseme her bir kelimede an be an solup gitti. Tüm gücü ile Alper’in göğsüne elini yerleştirip onu geriye doğru ittirdi.
“Demek sadece bu sebeple benimle evlenmek istiyorsun öyle mi? Sırf başkası bakmasın diye, sırf sen kıskançlık krizlerine girme diye öyle mi? Başka bir sebebi yok yani.”
“Özüm saçmalama tabi ki seni seviyorum zaten evlenmek istiyorum ama uzatmanın ne gereği var. Konuyu başka yöne saptırma lütfen." dedi yaptığı aptallığın farkında olsa da ağzından çıkan her kelime onu an be an daha da dibe çekiyordu. Ona dokunmak için bir adım attığında Özüm elini havaya kaldırıp “Sakın Alper, sakın şu an dokunma bana. Şimdi buradan gidiyoruz ve bu konuyu da kapatıyoruz." dedi sertçe.
Arabaya doğru yönelirken ruhu derin bir hayal kırıklığına doğru sürüklenirken, yüreği çoktan ağır bir darbe almıştı. Arabanın kapısını açıp içeriye geçeceği sırada, Alper’in “Özüm özür dilerim." diyen pişmanlık kokan sesi ile hareketsiz kaldı. Genç kız gözlerini yavaşça açıp kaparken derin bir nefes alıp verdi.
“Alper şu an gerçekten uygun bir zaman değil. Gereksiz yere artık öfkene maruz kalmak istemiyorum. Evlenme teklifine gelince bunu gerçekten yürekten istediğin zaman konuşuruz. O gün daha gelmemiş. Hareketlerin ve sözlerinle bu çok belli oluyor. Şimdi bin arabaya da gidelim. Hande bizi köyde bekliyor." dedi daha fazla konuşmasına fırsat vermeden arabaya bindi.
Alper kendisine içten içe kızarken “Ah Hakan ah!" diye söyleniyordu, sanki her şeyin tüm suçlusu oymuş gibi. Ne de güzel başlamıştı tatilleri aslında. Ta ki sabah gelen telefona kadar. O da yetmezmiş gibi Erzurum evlerinde serpme kahvaltılarını yaparken Özüm’e olanları anlatmış bir nebze olsun sakinleşmeye çalışırken Hakan’ın araması ile yine sinirleri gerilmişti. Hande ile kavga ettiklerini ve onun Oltu’ya gittiğini söylemişti.
“Abi o deliye ben gelene kadar göz kulak ol. Saçma sapan bir şey yapmasın sakın." diyerek telefonu abisinin suratına kapatmıştı. Kardeşti neticesinde ve sırf onların kavgaları yüzünden köye bir gün erken dönüyorlardı.
Alper yaptığı planların büyük bir kısmını iptal etmek zorunda kalmıştı. Her şeyin üst üste gelmesiyle yine ve yeniden düşünmeden konuşup kendisine en yakın olanı, sevdiği kızın canını yakmıştı. Hem de en özel olması gereken anını ıssız yol kenarında düşüncesizce teklif etmişti. Şimdi kız ne dese ne yapsa haklıydı. Ve Alper sadece kendisine ve kardeşine söyleniyordu.
***
Özüm yol boyu hiç konuşmazken, Alper’in konuşma çabalarını da boşa çıkarmıştı. Yaptığı hatanın ateşi içinde kavrulan adam bunu hak ettin sen diyen iç sesi sayesinde köye kadar susmaya karar verdi. Lojmanların önüne geldiklerinde ise hiçbir şey söylemeden arabadan inerek kapıyı sertçe kapatan Özüm’ün arkasından genç adam hayretler içinde bakıyordu. Geriye dönüp bakmadan kendi evine giden genç kız her ne kadar adama kızgın olsa da şimdi evdeki manzarayı görmekten de içten içe delicesine korkuyordu.
Hande daha önce buraya hiç gelmemiş olmasına rağmen köyü rahatlıkla nasıl bulduğuna şaşırıyordu. Peki ya Neşe onu arayıp da Hande’nin geldiğini haber vermediğine göre şu an içeride ne yapıyor olabilirlerdi? Aklındakilerini bir türlü mantıklı bir çerçeveye yatırıp zihninde güzel manzaralar hayal edemiyordu.
Of! Diye inlerken arkasındaki adamın gözleriyle onu takip ettiğini çok iyi biliyordu. Kapıdaki karasızlığını hissetmesine engel olmak adına çantasından çıkardığı anahtar ile kapıyı açarak hemen evine girdi. İçeriye girer girmez ise karşı karşıya kaldığı manzara ile dehşete kapıldı.
Hande ve Neşe giymişler pijamalarını ellerinde birer tabak çekirdek ve önlerinde bir sürü yenmiş abur cubur yığını ve hemen yanı başlarında Hande’nin olmazsa olmazı bir demlik çay vardı. Neşe gözlerini kocaman açmış hararetli bir şekilde konuşan Hande’nin anlattıklarını dizi film izler gibi bir halde izliyordu.
Salonun içine göz atan Özüm bu ev bu hale nasıl geldi böyle? Nasıl temizlenecek, diye içten içe yakınırken onun geldiğini fark edemeyen ve hala soluksuz konuşan Hande’ye varlığını hissettirmek adına boğazını temizledi.
“Hoş geldin Hande." dedi yarı kızgınlık yarı kırgınlık tonunu hissettirircesine. Neşe başını çevirme gereği bile duymadan gözünü Hande’den bir an olsun ayırmıyordu. Hande ise başını yavaşça çevirdi ve çok uzun zamandır görüşmediği arkadaşına baktı.
Yerinden kalkma gereği bile duymadan sanki Neşe ile konuşuyor gibi “Bak Neşe bu gelen de hayırsız Özüm, güya benim en yakın arkadaşım, dostum, kardeşim olacak kendileri. Malum buralara geldikten sonra iyicene unuttu beni. " dedi. Özüm onun bu çocuksu küskün tavrına gülse mi ağlasa mı bilemedi.
Neşe “Ya Hande en heyecanlı yerinde kaldın hadi devam et vallahi çatlayacağım. Hakan öyle deyince sen ne dedin devam etsene Özüm’e bir ara atarsın tribini." dedi onu kolundan çekiştirerek.
“Ne diyeceğim kızım sen kim oluyorsun dedim. Çıkardım nüfus kâğıdımı bak dedim burada ne yazıyor. Medeni hali BEKÂR yazıyor dedim. Senin benim sevgilim olman benim üzerimde sana hiçbir hak tanıyamaz. Beni kısıtlayamazsın dedim. Sonra da bastım geldim buraya, o deli ile uğraşacak vaktim yok. İstediğimi istediğim zaman yaparım." dedi bin bir havayı etrafa saçarken Özüm’ün ona dönerek “Ya evet basıp gelmişsin ama onu ardında bırakamamışsın yakında damlar buraya." dedi.
Hande genç kızın söyledikleri ile hafif bir moral bozukluğu ve tırsmaya başlayan yüz ifadesi ile “Yok canım nereden bilecek benim buraya geldiğimi hayatta bulamaz beni." dedi söylediklerine inanmak istercesine.
“Tabi canım." dedi onun yüzünde oluşan rahatlama hissini görünce sözlerine kıkırdamasını ekledi. “Hemen yan lojmanda da onun abisi kalmıyor zaten nereden bilecek senin burada olduğunu." dedi ve gülmeye başladı.
Hande gözlerini irileştirerek kucağındaki çekirdek tabağı elindeki çay bardağını bile düşünmeden bir anda ayağa fırlayıp Özüm’ün kollarına yapıştı. Etrafa saçılan çay ve çekirdekler ile küçük bir çığlık atan Neşe’yi görmezden gelerek korkuyla Özüm’e bakıyordu.
“Anam!" dedi titreyen yüreğiyle sıçrıyordu yerinde “Ben o dengesizinde burada görev yaptığını unutmuşum. Demedi de Özüm, bana yerimi Alper’in söylemediğini söyle. Demedi dimi, demedi değil mi? Yapmaz canım. Hem ben zamanında o kadar yardım etmişken göz göre göre beni o gözü dönmüş cani deli cellâda teslim etmez değil mi?" diye yalvarıyordu.
“Yok demedi." dedi dudaklarını gülmemek için artık ısırıyordu. Derin bir soluk bırakırken ecel terleri döktüğünü yeni fark ediyordu. Fark ettirmediğini düşündüğü an derin bir rahatlama ile “Oh be!" dedi.
“O demedi zaten Hakan ben gelene kadar o deliye mukayyet olun diye bizi aradı." dedi içinde tutmaya çalıştığı kahkahaları serbest bıraktı.
“Ne?" diye haykıran Hande‘nin yerinde kuşlar gibi çırpınıp “Yandım ben, vallahi bu defa beni mahvedecek. Yine kaçamadım adamdan, bu defa var ya beni çok fena yapacak. Kesin çok kızdı." diye odanın içinde bir ileri bir geri volta atarken Neşe kaşlarını şaşkınlıkla yukarıya kaldırdı.
“Eee Hande sen sabahtan beri yok bana karışamaz yok bana şöyle yapamaz diyordun bu ne korku böyle? Gelince verirsin ağzının payını." dedi kendinden emin bir tavırla.
Hande bir an duraksadı bir eli belinde bir eli başında gözlerini devirerek “Kızım sen de iki dakika da her şeye inanıyorsun, biraz hava atalım dedik adamın peşimden çıkıp geleceğini nereden bileyim ben? Of ya!" diye söylenip duruyordu.
Özüm kollarını iki yanına açıp onun bu durumdan kurtarmak ister gibi daha henüz yapmadığı şeyi yaparak “Hande." dedi ona gülen gözlerle “Hoş geldin kardeşim." dedi can dostuna.
Hande kendisini o kadar kaptırmıştı ki arkadaşıyla hasret gideremediğini anlayıp onun kollarına küçük bir çocuk gibi koşarak atıldı.
“Özüm çok özledim kız seni." dedi. “Her şeye rağmen burada senin yanında olmak çok güzel ve her şeye değer." dedi bin bir muziplikle.
Kızlar bu yaşadıkları saçma sapan anlardan sonra etrafı düzeltmeye başladılar. Bu gece kızlar gecesi olacağı belliydi. Ertesi günün Pazar günü olması ise büyük bir şanstı. Sabaha kadar dedikodunun belini kırıp erkeklerin canına dilleriyle okuyacaklardı. Tam bu düşünceler içinde hazırlık yaparken arka arkaya arayan Alper’in ismini telefonda gören genç kız onun kapıya dayanamayacağını bildiği için telefonu meşgule attı ve sessize aldı. Bu gecelik cezası belliydi. Sabaha kadar ona hasret kalacak ve gelemediği için yaptığı ve söyledikleri için cezası içinde kıvranacaktı.
Alper ise meşgule atılan telefonun ardından hiç açılmayan aramalarına karşılık bir de cevaplanmayan mesajlarına içten içe öfke duysa da bu öfkenin tek sahibi kıskançlığından ötürü yaptığı dengesiz hareketlerin sahibi olan kendisiydi.
Hak ettin sen bunu oğlum, diyordu aklı da yüreği de el ele. Şimdi payına düşen tek şey sessizce kendisine kesilen cezaya boyun büküp payına düşeni afiyetle acısa da acıtsa da kabullenmek olacaktı. Elinden gelen başka hiçbir şey yoktu. Bugünlük hata kotasını yeterince doldurmuştu. Daha fazla taşkınlığa gerek yoktu. Sevdiği kadını biraz daha üzmeye de hakkı yoktu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |