
“Senin önünde sessiz, senin önünde savunmasız, senin önünde boynum kıldan ince.
Bir tek sana karşı bu yürek böyle.”
Özüm sabah kapının güm güm vuran sesiyle gözlerini korku ile açtı. Yüzünü ovuştururken göz göze geldiği bir ayak ve karnında hissettiği bir bacak sayesinde “Ne oluyoruz ya?" diyerek fısıltı halinde konuştu. Bir an nerede olduğunu idrak etti. Dirseklerinin üzerinde hafifçe yattığı yerde doğrulmuş ve gördüğü manzara ile “Hayır ya bu kadarı da olamaz…" diyerek başını hafifçe geriye doğru attı. Onun iniltilerine mırıldamalarla karşılık veren Neşe ve Hande’nin kapıdaki sesten hiç rahatsız oldukları söylenemezdi.
Neşe’nin ayağı Özüm’ün kafasına doğru uzanmışken Hande’nin bacağı genç kızın karnına atılmıştı. Dün gece kızlar gecesi yapacağız diye salonun orta yerine sobanın yanı başına yer yatağı yapmışlar sabaha kadar konuşmuşlar ve sabah ezanına doğru yorulan çeneleri ve yorgunluk sayesinde uykuya geçiş yapmışlardı. Çok geçmeden kapının gümbür gümbür çalmasıyla gözlerini açmıştı Özüm. Oflaya puflaya yattığı yerden doğrulmaya çalışıyordu. Kapıdaki sabırsız kişinin yumrukları giderek şiddetleniyordu.
“Patladın mı be? Kim o?" dedi kapıyı açmadan.
“Özüm ben Hakan açar mısın lütfen kapıyı?” Kapıya vurduğu yumrukların sertliğinin yanında çıkan nazik ses karşısında şaşkına dönen genç kız acele ile kapıyı açtı.
“Hakan." Onu bu kadar çabuk göreceğini tahmin edemezken, tahmin edemediği bir gerçek daha hemen Hakan’ın arkasında tüm heybeti ile duruyor ve gözleriyle ona hesap sorarcasına bakıyordu.
Özüm gözlerini ona umarsızca devirdi ve Hakan’a dönerek “Sen ne zaman geldin? Hem bu saatte ne demeye kapıya dayanıyorsun köy yeri burası neden daha dikkatli olmuyorsun Hakan?" dedi kızgınlıkla.
“Cidden Özüm bunca zaman sonra şimdi kapıda durup seninle bunu mu konuşacağız?”
“Sabah sabah akıl mı bıraktınız bende gece Hande sabah sen sayenizde resmen beynim iflas etti.”
“Nerede o zır deli?" Hande’nin ismini duyar duymaz öfke ile kaşlarını çattı.
“Hakan bak bu böyle olmaz, kızlar uyuyor önce bir git sakinleş sonra oturup sakince hep birlikte ne olup bittiğini konuşalım.”
“Ne sakinleşeceğim Özüm ya? Bırak Allah aşkına, ben de ne ecir ne de sabır kalmadı artık, bu kız bana sonunda kafayı yedirtti." dedi ve onu yavaşça omuzlarından tutup kenara çekti. Adamın bu ani hareketi ile ağzını açıp tek kelime edemeden içeriye ani bir dalış yapan Hakan “Hande." diye bas bas bağırmaya başladı.
“Ya bir dursana nereye gidiyorsun? Evime böyle izinsiz giremezsin, kızlar uyuyor diyorum sana. Anlamıyor musun Hakan?" Hakan’ın peşinden gitmeye yeltendiği anda bir çift kolun beline arkasından sımsıkı sarıldığını fark etti. Özlediği sıcaklığı bedeninde hissettiğinde aklı birden dağılıp gitti. Kızamıyordu artık bu adama, bir türlü gerçek anlamda kızgın kalamıyordu işte.
“Özüm." dedi Alper arkasından ona sarıldı. Boyun köküne burnunu dayayarak sevdiği kadının mahrum bırakıldığı kokusunu içine derince çekti. Dudakları saçına gelip bir minik buse kondurdu ve kulaklarına değen dudaklarıyla fısıltı halinde “Özür dilerim sevgilim, affet çok düşüncesizce konuştum ve saçma sapan davrandım, gerçekten özür dilerim. Niyetim asla seni kırmak ya da kızdırmak değildi." dedi. Duydukları genç kızın yüreğini alev alev tutuşturup, genç kızı nefessiz bıraktı.
Genç kız duyduklarına mı şaşırsın? Bu kadar etkileyici bir tonda konuşmasından mı etkilenip gitsin yoksa bu kadar yakınlığında mı kaybolup gitsin bilemedi.
“Alper…" Gözleri kapanarak nefes nefese konuştu. Az önce kapıya dayananlardan biri de o değilmiş gibi duygularının esiri olmaya başladı. Bu girdaptan çekip kendini çekip alamıyordu.
“Affet iki gözümün nuru, affet sevgilim." Boyun girintisine minik bir buse daha kondurdu.
Özüm tam ağzını açacakken içeriden yükselen tartışma sesleri ve Neşe’nin çığlıkları üzerine ikisi de içinde bulundukları bu sihirli anında yerle yeksan edildiğine gözlerini devirerek karşılık verdiler. Onlar bulundukları ana geri dönüp, kendilerine gelmek için çabalarken Neşe telaş içinde korku ile çırpınarak “Özüm nerdesin, yetiş.” diyerek geldi. Gördüklerinden hiç hoşnut olmayan Neşe gözlerini kısarak bir Alper’e bir de Özüm’e göz süzdü. Ellerini beline yerleştirip her an kavgaya hazırlıklı bir moda bürünürken “Siz ikiniz o duygusal melodi kıvamında aşkınızı yarıda kesip içerideki iki çılgınla ilgilenseniz daha iyi olacak, yoksa evde sağlam tek bir şey kalmayacak." dediği anda bir kırılma sesi duyuldu.
Özüm’ün “Ne oluyor?" diyen sesine “Gir de ne olup bittiğini kendin gör." diyen Neşe’nin korku dolu bakışları ile karşılık vermesi ikiliyi daha çok tedirgin etti. Alper’in kolları arasından kendisini sökercesine aldı. Ve içeriye girdiği anda Hakan’ın ani bir hareket ile öne eğildiğini fark etti. Kendisine gelen ve yüzüne sertçe çarpan bir adet yastıkla geriye doğru sendelerken gözleri korku ile açıldı. Hande yaptığı hamlenin Hakan yerine hedef şaşırarak Özüm’e ulaşmasıyla bir an duraksasa da üzerine doğru ona ulaşmak için hamle yapan adamı görünce hemen hareketlendi.
“Bana bak dengesizlerin üstadı, sana bana karışamazsın dedim değil mi? İstediğim yere gider istediğim kursu alırım ve sen bana müdahale edemezsin. Hakkın yok buna.”
“Hakkım yok öyle mi küçük hanım, sen gel de ben sana o hakkımın nasıl olduğunu bir göstereyim. Merak etme üzerindeki tüm haklarımı bir bir ezberleteceğim sana." dedi kıza bir adım daha atarken Hande kendisini kanepenin arkasına attı.
“Gelme üstüme zorba herif. Gelme diyorum sana gelmesene.”
“Neden gelmiyormuşum sen zaten bunu istemedin mi? Buraya kaçarak peşinden gelmem için resmen beni teşvik ettin. Ne demiştin sen bana zamanında kaçarsam kovala, bak ne güzel söylediklerini harfiyen yerine getiriyorum ve hala seni memnun edemiyorum."
Hande bir hızla adamı şaşırtarak Özüm’ün arkasına saklandı.
“Kurtar beni Özüm bu adam bana zarar verecek."
Hakan gözlerini kocaman açarak ona hayretler içinde baktı.
“Ben mi sana vereceğim? Ben? Sevgilim dediğin adam öyle mi Hande?" dedi kükreyerek. “Senin bana verdiğin zararlara ne olacak peki küçük hanım?" diye elleri kolları ile çılgınca hareketler yapıyordu. Herkes bir anda Hande’ye gözlerini döndürdü. Hande ellerini arkasında birleştirip başını önüne eğerek dudağının kenarını dişlemeye başladı. Özüm bu hareketi çok iyi tanıyordu. Ve bunun altından belli ki hiç iyi şeyler çıkmayacaktı.
Hande’nin sessiz kalmasıyla Özüm “Hande." dedi uyarı dolu ses tonunun altında “Yine ne halt yedin acaba?" diyen bir soru vardı. Hande başını yerden kaldırıp gözlerini kısarak adama baktı “Hak ettin. Yaşadığın, sana yaşattığım her şeyin her zerresini sonuna kadar hak ettin sen Hakan Efendi." dedi.
Genç adam “Pes doğrusu sendeki bu özgüven ve yüzsüzlük bir gün beni yerle bir edecek, pes!" dedi. Daha fazla sessiz kalmaya dayanamayan Alper neler olup bittiğini artık öğrenmek istiyordu. Hakan köye gelir gelmez abisine tek bir söz etmeden Hande’yi sormuş ve yerini öğrenir öğrenmez de abisini bir an olsun dinlemeyerek soluğu onun kapısında almıştı. Şu an bu iki çılgın ikilinin arasında ne olup bittiğini hiç kimse bilmiyordu ve delicesine merak ediyorlardı.
Alper “Yeter kesin artık şu saçmalığı." diye haykırdı.
“Helal enişteme be konuş, koru baldızını aslan eniştem benim, çek ayarını üslup bilmeyen kardeşinin." dedi küçük bir çocuk neşesi içinde. Ama kendisine yönelen sert bakışlar ile yüzündeki gülümseme an be an solup giderken “Ne dedik be! Dikiyorsun gözlerini zebani gibi üzerime." diye mırıltı halinde dudaklarından cümleler dökülüp gitmişti.
“Herkes otursun ve sakince konuşalım bu ne böyle kimin ne dediği belli değil. Adam gibi anlatın ne olduğunu? Derdiniz ne ise çözelim siz de kurtulun biz de kurtulalım.”
“Bir şey olmadı canım Hakan Bey’in abartması sadece." dedi üstünü kapatmak için. Alalade bakışlarını genç adama gönderirken gözleriyle adeta onu dövüyor, susması için imalarla tehdit ediyordu.
“Bir şey olmadı öyle mi? Tamam sen anlatmaya yeltenmiyorsun o zaman ben anlatayım neler yaptığını. Küçük Hanım yurt dışına bir pasta kursuna eğitim almak için gidecekmiş."
Özüm bunu duyar duymaz sevinçle çığlık attı çünkü bu Hande’nin en büyük hayaliydi.
“İnanmıyorum sonunda hayallerin için bir şeyler yapmaya karar verdin demek ki…” Arkadaşının yanına koşarak gidip ona sımsıkı sarıldı. Hakan’a hiddet ile dönüp “Ne var bunda ne diye bunun için kıza kızıyorsun. Kurs dediğin nedir ki çabuk biter geçer. Olmadı sen de onunla birlikte gidersin. " diyerek küçük çaplı sert bir şekilde çıkıştı.
Hakan sinir bozucu bir kahkaha attı. İnsanların sevdiği kadının hayallerini sekteye uğratacak bir adam olarak tanımları ve verdikleri tepkiler giderek sinirlerini bozuyordu.
“Sence ben hayallerini gerçekleştirmek istediği için mi bu tepkiyi veriyorum Özüm.” dedi bakışları ölümcül, sesi pusuda yatmış yırtıcı bir hayvan gibi çıktı.
“Eee bu tepkin gitmesine değil de neye peki?”
“Neye mi Özüm? Sıkıntı burada değil zaten. Tek sorunumuz bu olsa keşke… Sıkıntı bu kursun hocasının adının Aslan olması, bu kursun hocasının Hande’nin içindeki yaranın sebebi olması, bu kursun hocasının benim aylarca Hande’ye yaklaşamama sebebim olması. Ben ondan biz için şans dilerken onun yarasının adını öğrendim. Ben onun aşkı için çabalarken o adamın gelip de Hande’ye böyle bir şey teklif etmesi ve Hande ‘nin bunu bana sormadan kabul etmesi işte asıl sorun burada. Bana sorma gereği bile duymadan kabul ettiği teklife bende ona sormadan gidemezsin dedim.”
Özüm “Hande." dedi büyüyen gözlerle ona bakarken kızgınlığı da bakışlarından okunuyordu. “Aslan ne zaman geldi. Sen ne demeye hala görüşüyorsun o adi şeref yoksunuyla. Ne diye onun hocalığını yaptığı kursa gitmeye yeltenirsin başka kurs mu yok dünyada? Ve tüm bunlardan neden benim şimdi haberim oluyor?" dedi bağırarak.
“Daha dur yengeciğim daha bitmedi. Ben bu hatuna gitmeyeceksin dedim ya bil bakalım ne yaptı?” Tüm bakışlar Hakan’a döndüğünde Hande’nin bakışları yalvarır gibi söyleme sakın der gibiydi.
“Hayatta tahmin edemezsiniz. Çünkü bu kadarını onu tanıdığını zanneden ben bile tahmin edemezdim. Dur fazla merakta bırakmayayım ben sizi. Bu deli benim arabamı uçurumdan aşağıya yuvarladı. Sırf o şerefsizin kursuna gitmeyeceksin dedim diye arabayı yuvarladığı gibi pır buraya uçtu geldi. Seni bulamayacağımı mı düşündün değil mi?”
Özüm “Hande bunu cidden yapmış olamazsın." dedi inanamaz gözlerle ona döndüğünde. Hande de biraz çılgınlık biraz delilik vardı ama Özüm yıllardır tanıdığı arkadaşından böylesine büyük bir hareket asla beklemezdi. Yıllar önce Aslan’a yapmadığı şeyleri Hakan'ın bir hayır demesiyle yapacak bir kız asla değildi. Mutlaka başka bir şey vardı. Bu hengamede anlayamadığı çözümleyemediği şeyler vardı. Hesap bir nokta da sarpa sarıyor bir şeyler yanlış gidiyor bir takım şeyler tutmuyordu. Tüm bunlar çok saçmaydı. Düşünceler arasından gidip gelirken Hakan ve Hande’nin didişmelerini duymaz olmuştu. Düşünce girdabından kendisini çıkarıp arkadaşının gözlerinin içine baktı. Başını önüne eğdiğinde gerçekten yaptığını anladılar.
“İnanmıyorum sana Hande Aslan için mi yaptın sen bunu? Beş para etmez bir adam için mi yaptın? Sana onca acıları yaşatan şeref yoksunu haysiyeti kırık bir adam için mi?”
Hande bir anda başını öfkeyle yukarıya kaldırdı.
“Sen de mi Özüm? Gerçekten onun için yaptığımı mı düşünüyorsun? O benim geçmişte kalan yaramdı. Bunu neden hiçbiriniz anlamak istemiyorsunuz? Yıllar önce içimden söküp attım ben onu. Söküp attığımda altında aslında hiçbir şey olmadığını fark ettim. Küçüktüm, çocuktum geldi ve geçti. Bunu kabul etmek bu kadar mı zor? Ben sadece bana bu şekilde davranılmasına katlanamadım. Bir delilik anında öfkeme yenik düştüm ve evet yaptım. Zararın neyse de karşılarım Hakan Bey. Beni burada tüm herkese reklam etmene gerek yok.”
“Benim derdim zarar ziyan mı? Benim derdim para mı? Sen hala beni anlayamadın Hande?”
“Senin derdin ne be adam? Bunca yolu arabanı uçurumdan yuvarladığım için gelmedin mi sen?" dedi birkaç adımda korkusuzca önüne doğru gelip başını yukarıya kaldırarak gözlerinin içine baktı.
“Benim derdim ne biliyor musun?" dedi bir adım da o attı ona doğru. “Benim derdim sensin, benim tek derdim sevmeye bu kadar yakınken bana bu kadar yaklaşıp yüreğini açmaya başlamışken benden bir anda kilometrelerce uzaklaşman, benim derdim tekrar yara almaman, tek derdim canının bir daha yanmaması be Hande’m. Ben kıyamam gözünden dökülecek tek damla yaşa, dayanamam tekrar acı çekmene, izin vermem, müsade etmem canının yanacağını bildiğim o yola girmene. Çocuktum diyorsun ya senin o saf güzel yüreğin hala o kadar masum ki o adamın asıl niyetine göremeyecek kadar körsün. O adam seni çok iyi tanıyor ve hayallerinden yararlanıyor. Daha ne diyeyim Hande, sırf buralara kadar yine bir delilik yapıp onun yanına çekip gitme diye geldim. Seni deli gibi sevdiğim için geldim. Ama görüyorum ki boşuna bir çaba içine girmişim." dedi tek kelime etmeden arkasını döndü. Herkesin dili lal olmuş Hakan’ı ilk defa böyle görmeni şaşkınlığını yaşıyorlardı. Ne ara bu kadar tutulmuşlardı birbirlerine, ne ara gölgesinden bile ayrılmaya gücü kalmamıştı bu iki deli yüreğin… Yıkılmaya yüz tutmuş bedeni, çökmüş omuzları ile kapıdan çıkıp gitmişti.
Alper Hande’nin yanına gelip onun omzuna şefkatle dokundu.
“Hayallerini gerçekleştirmene asla ses etmem, eğer böyle mutlu olacaksan ona da eyvallah. Ama önce gerçekten neyi ve kimi istediğine karar ver olur mu? Eğer istediğin kişi Hakan ise ona bu şekilde davranma Hande çünkü o vazgeçerse bir daha asla ne yaparsan yap dönüşü olmaz." dedi gözleriyle ona güven bana der gibi bakıyordu. Omzundan hafifçe sıktırıp kardeşinin çıktığı kapıya doğru yöneldi.
Arkalarında perişan ve karmakarışık olan bir Hande, olanları şaşkınlıkla izleyen bir Özüm, gözleri önünde dizi film gibi seyrettiği aşk olaylarına “Vay be!" diyen bir Neşe bırakmışlardı.
***
Alper sabah yaşanan olayların ardından Hakan’ı lojmana göndermiş biraz sakinleşmesi için yalnız bırakmıştı. Kızları da daha fazla rahatsız etmek istemediği için okuldaki bir kaç tamir tadilat işlerini yapmaya karar vermişti. Hem kafasını dağıtacak hem de bu işi nasıl çözüme ulaştıracaktı onu düşünecekti. Depodan eline aldığı alet edevat ile okulun içine yöneldi. Bazı sıra ve masaların sağlamlaştırılması gerekiyordu. Öyle her işe tamirci ya da usta bulmak ya da çağırmak imkansızdı. Çocuklar için her şeyi yapan Alper Müdür Yetkili Öğretmen olarak her zamanki gibi üstüne düşeni yapacaktı. Alper eline aldığı malzemeler ile işe koyulmuştu.
Saatlerin nasıl geçtiğini anlamayan genç adam “Alper Usta!” diye duyduğu ses ile birden gözlerini sınıfın kapısına döndürdü. Kapıda elinde bir tepsi yemek ve küçük bir çaydanlık ile Özüm’ü görünce şaşırdı. Yüzünde oluşan gülümseme öyle bir mutluluğu anlatıyordu ki genç kız da hissettirdikleri için çok sevinmişti.
“Özüm.” Ani bir hareket ile yerinden fırlayan adam elindeki malzemeyi heyecan ile bıraktı. Hızlı adımlar ile genç kızın yanına gelip elinde tuttuğu tepsiyi ve küçük çaydanlığı aldı. “Niye zahmet ettin?”
“Ne zahmeti Alper. Baktım saatlerdir buradasın, sabahtan bu yana hiçbir şey de yemedin. Sen yemeden de benim boğazımdan geçmedi. Dedim getireyim birlikte yiyelim.”
Alper o söylediğinde tepsi içinde iki bardağın olduğunu yeni fark etti. Öylesine mutlu oldu ki bu sözlerden ve onun yaptığı bu güzel hareketten.
“Çok iyi düşünmüşsün, iyi ki geldin Özüm. Öyle kaptırmışım ki kendimi çalışmaya acıktığımı bile fark etmedim.”
“Onu fark ettim canım. Defalarca aradım mesaj attım cevap bile vermeyince.” dedi ima dolu bakışların altından sitemkar cümleler saklıydı. Alper kaşları çatık bir halde hemen elindeki tepsiyi öğretmen masasının üzerine bıraktı. Cebinde duran telefonu eline aldığında telefonun sessizde kaldığını fark etti.
“Özür dilerim hayatım, fark etmemişim. Çok da adetim değildir telefonu sessize almak ama Hakan buraya gelene kadar canımdan bezdirmişti. Onun yüzünden sessize almıştım sonra da sessizden çıkarmayı unuttum. Kusura bakma lütfen!”
“Neyse bakalım öyle olsun!” dedi tatlı bir tebessümle. “Eee hadi ellerini yıka gel bende çayları bardaklara doldurayım.”
“Tamam.” diyen adam hızla bahçede bulunan çeşmeye ellerini yıkamak için gitti. Özüm çayları doldurup masayı hazırladı. Alper geldiğinde birlikte yemek yemeye başladılar. Özüm bir süre sonra okulun camından dışarıya bakarken dalıp gitti. Genç adam onun aklından geçenleri az buçuk tahmin etse de kendisiyle konuşmasını istiyordu.
“Ne düşünüyorsun Özüm? Dalıp gittin gecenin karanlığına hem de ben yanı başındayken.”
“Ne düşüneyim Alper? Bizim iki deli sevdalıyı düşünüyorum. Nasıl bu hale geldiler? Ne ara tüm bunlar yaşandı? Ve Hande nasıl tekrar Aslan’ın adım attığı onun nefes aldığı yere gitmek ister. Anlamıyorum. Mantık dışı şeyler var ve ben çözemiyorum. Hande ise kilitli kutu gibi, açılmıyor, ne olduğunu anlatmıyor.”
Elindeki bardaktan bir yudum daha çay alıp Özüm’ün gözlerinin içine baktı.
“Sen Hande’yi herkesten daha iyi tanıyorsun Özüm. Sence hala Aslan’ı seviyor olabilir mi?”
“Asla, asla onu sevmiyor. Adımın Özüm olduğunu bildiğim kadar bundan eminim.”
“O zaman bu işin içinde başka bir iş var.”
“Var ama ne? Hande anlatmadığı sürece bunu öğrenmemiz imkansız.”
“O zaman Aslan üzerinden çözelim biz bu konuyu.”
“Sakın!” diye telaşla uyardı adamı. “Bak o herif bizim mahallenin insanlarından, ailesi bizim ailemizle dost, arkadaş. Her ne kadar ailelerimiz Aslan’dan hoşlanmasalar bile sizin devreye girmeniz Hande’yi ailelerimiz açısından içinden çıkılmaz bir duruma sürükleyebilir. Ve bu durum çözülemez bir hale gelebilir.”
“Peki derdi ne bu herifin. Onca zaman sonra neden çıkıp geldi. Seviyorsa neden çekip gitti.” Dediği an Özüm ona kaşlarını havaya kaldırarak baktı.
“Bunu sen mi söylüyorsu?” dedi yapmacık bir gülümsemeyle konuştu. Alper o ana kadar yaptığı hatanın farkına varamamıştı. Geçmişte yediği naneler bir bir önüne gelmeye başlamıştı.
“Ne alakası var Özüm, onunla ben bir miyim?” Aslan ile karşılaştırılmak ve aynı kefeye konmak canını sıktı.
“Yaptıklarının arkasında durmak da bir erdemdir. Utandığım hatalarımın cezasını çekmeye razıyım ama arkasında durmak beni sadece yerle yeksan eder.”
“Yapacak bir şey yok Alper Efendi. Maalesef yaşattığın bu gerçekler ile yüzleşmek zorundasın.” dedi ve ayağa kalkarak tabakları tepsiye bir bir geriye yerleştirdi. Bu hareket yemek bitmiştir dağılalıma işaretti. Alper de sevdiği kıza yardım etti.
“Hadi seni lojmanın kapısına kadar bırakayım.”
“Gerek yok zaten iki adımlık yol. Sen de işlerini bitirde eve geç artık.”
“Bitti sayılır zaten işim hadi gidelim Özüm Hanım, bu saatte bu karanlıkta iki adımlık yolu bensiz yürüyemezsiniz.” dedi kızın elinde tuttuğu tepsiyi ondan geri aldı.
“İyi madem Alper hocam hadi çıkalım.”
Birlikte tüm ışıkları kapatıp çıktılar. Alper lojmanın önüne geldiğinde tepsiyi genç kıza uzattı. Aralarına yine mesafeler girdiğini hissetti. Adamın geçmişte yaptıkları genç kızın aklına geldikçe bir anda uzaklaşıyor ve Alper’i de onsuzluğa mahkum edecek günleri getiriyordu.
“Asla unutmayacaksın değil mi? Sana yaşattığım, haksız yere acı çektirdiğim günleri her fırsatta bana tekrar hatırlatıp önüme çıkaracaksın.”
“Bana o günleri unutturacak sensin Alper, öyle güzel yaşatman lazım ki ben o günleri tamamen bilinç altımda yok edeyim. Bu senin elinde.” dedi kırık bir tebessümle yüzüne baktı.
Gecenin karanlığında genç kızın beklenmedik sözleri, umut kandillerini yaktı adamın gözlerinde. İmkansız dememişti, bir umut bahşetmişti adamın yüreğine.
“Elimden gelenin de fazlasını yapacağımdan emin olabilirsin.”
“Umarım Alper.” dedi sesi bin bir ümit barındırıyordu.
“Her şey için teşekkür ederim.Ellerine sağlık.”
“Ne demek her zaman Alper Bey.”
“Özüm, bu iki deliyi ne yapacağız?”
“Bilmiyorum ki Alper, şu an için karışmak mı doğru akışına bırakmak mı daha iyi olur karar veremiyorum. Zaten yakında Ümit ile Elçin’nin düğününe gideceğiz. Belki o zamana kadar çözeriz tüm sorunları, belki de yumuşayıp düzelir araları.”
“Bakalım inşallah öyle olur. Neyse hadi gir sen içeriye saat çok geç oldu.”
“Tamam görüşürüz.” diyerek evine girdi. Alper elleri cebinde lojmana doğru yöneldiğinde hala ışıkların açık olduğunu fark etti.
“Ah be Hakan, durdun durdun gittin sevdanın en deli haline tutuldun. Bakalım seni neler bekliyor?” diyerek evinin yolunu tuttu.
***
Günler geçmiş ama Hakan ve Hande arasındaki gerilim durulup çözüme ulaşmak yerine daha çok artmıştı. Alper, Özüm, Neşe, Hande hep birlikte Elçin ve Ümit’in düğünleri için Artvin’e doğru yola çıktılar. Karneleri dağıtır dağıtmaz küçük hazırlıklarla düğün bahanesiyle birkaç günlük kısa bir kaçamak yapacaklardı. Düğünün ardından da Alper Adana’ya Özüm’de İstanbul’a ailelerinin yanına gideceklerdi.
Özüm ve Alper mutlu el ele yolculuk ederken, Neşe yeni biri ile tanışma ihtimali ve âşık olma potansiyeli ile çok heyecanlı, Hande ise beş karış astığı suratıyla ellerini göğsünün altında birleştirmiş yolu huzursuzca seyrediyordu. Özüm onun bu haline daha fazla dayanamadı.
“Hande asma artık şu suratını, Hakan seni affedecektir." dedi arkada oturan genç kıza bakarak ona umut aşılamak istiyordu.
“Aman ben onun için mi asıyorum suratımı? Hem affedilecek bir şey yapmadım ben? Beyimizin kendi taşkınlığı. Kaç gündür bir dinmedi öfkesi, durulmak bilmedi. Zeytinyağı gibi hep üstte yüzüp dursun beyzademiz." dedi asıl kendisi zeytinyağı kıvamına ulaşıp hemen üste çıkma çabası içindeydi. Çünkü bir haftadır zaten yeterince üzerine gelinmişti dayanacak gücü kalmamıştı.
“O zaman seninle aynı arabada gitmek istemediği için bozuldun." İçindekileri bir an önce döküp rahatlaması için bu cümleyi söylemişti.
“Ben mi bozuldum? Allah Allah neden bozulacakmışım ki ben? Hem onunla gitmeye meraklı falan da hiç değilim. Bir haftadır zaten burnundan kıl aldırmadı yanına bile adam akıllı yaklaştırmadı beni beyzade. Suratıma bakmayan adamın arabasında ne işim var?”
“Hak ettin." dedi Alper hiç bozuntuya vermeden gayet ciddi bir sesle.
“Ben, ben mi hak ettim? Pardon da enişte bey neden hak etmişim ben tüm bunları?" dedi birden Alper ile Özüm’ün arkalarından öne doğru eğilip aralarına teklifsizce girdi. Bu durumdan hiç memnun olmayan Alper homurdanarak gözünü yoldan ayırmadı.
“Sana ne istediğine karar ver dedim Hande. Hayallerinin içinde yer alan o herif Hakan’ın kaldırabileceği boyutta değil. En azından hayallerinin içinde ismi Aslan olan o şahsiyetsiz olduğu sürece Hakan’ı aklının ucuna bile getirme. Onun adının anıldığı ortamda ki bu isim senin yanında yamacında olacaksa ve sen buna müsaade edeceksen eğer kusura bakma Hakan’dan anlayış falan da bekleme. Günlerdir kalması için zaten zor ikna ettim. Sen bir karar verene kadar yanında olacakmış ama asla sana yakınlaşmayacakmış. Eğer onun vazgeçeceği bir karar alırsan abisi olarak söylüyorum ki bunun geri dönüşü bir ömür olmaz. Hakan da son pişmanlık asla fayda etmez. Aşkından ölüp bitse de dönüp suratına bile bakmaz. Her şeyi iyi düşün, ölç tart, eksileriyle artılarıyla karar ver, sana o kursa gitme diye asla diyemem. İstiyorsan git ama gittiğinde ardında seni bekleyecek geri döndüğünde seni güllerle karşılayacak bir adam olmayacak." dedi kardeşini çok iyi tanıdığı için bu cümleleri kurmuştu.
Alper’in bu sözleri Hande’nin boğazında ateşten bir yumrunun gelip çöreklenmesine sebep oldu. Arkadaşının gözünden bir damlanın akıp gittiğini fark eden Özüm “Alper." dedi gözlerini irice açarak onun uyarırcasına baktı.
“Kızma bana iki gözümün nuru ama Hande’nin tüm bunların farkına varması lazım. Hande geçmişte yaralanmış olabilir ama onun geleceğinde olmak isteyen bir adam var. Onun duygularını görmezden gelmesine izin veremem. Hakan benim kardeşim, ne kadar şakacı, vurdumduymaz, neşeli bir adam gibi gözükse de aşk konusunda bir o kadar da sert ve katı düşüncelidir. Sınırını aştığın anda onun için her şey sonsuza kadar biter. Sonradan büyük bir pişmanlık yaşamaması için Hande bunları bilerek hareket etmeli. Ben ikisinin de hata yapıp üzülmesini istemiyorum." dedi ona anlayış dolu duygu yüklü bir bakış gönderdi.
Özüm onun ne yapmaya çalıştığını anlasa da arkadaşının bu hali onu mahvediyordu. Bir hafta boyunca Hakan resmen ulaşılamayan kapalı bir kutuya dönüşmüştü. Var ama bir o kadar da yoktu. Hande’nin tüm girişimleri boşa çıkmıştı. Çünkü ne Hande gitme inadından vazgeçiyor ne de Hakan bu konuda ona taviz veriyordu. İki deli bir araya gelince de her an her şey olabilir diye korku içinde geçmişti son günleri. Neyse ki Ümit ve Elçin’in düğünleri hızır gibi imdatlarına yetişmişti.
Hakan kiraladığı araba ile gideceğini söyleyip Hande’nin yüzüne bile bakmadan arabasına binerek basıp gitmişti. Hande ise gözleri titrek ışıltılarla onun ardından umursamaz görünmeye çalışarak baka kalmıştı. Şimdi ise gözlerinden bir türlü silemediği ışıltılarla kendisini sessizce geriye çekerek hüzne buladığı gözlerini çaresizce kapadı. Dışarıdan ne kadar sessiz olsa da içinde fırtınalar kopuyordu. Anlatmak istiyor ama bir türlü bunu başaracak gücü kendide bulamıyordu. Konuşursa kendi ile birlikte birçok insanın da hayatını cehenneme çevirebilirdi.
Susuyordu. Sevdiği adam için susmak zorundaydı. Çünkü başka çaresi yoktu.
“Gitmek zorundayım." diye haykıramıyordu. “Buna mecburum, gitmek istemiyorum, Hakan’ı bırakmak istemiyorum ama başka çarem yok." diyemiyordu. Herkesin daha huzurlu olabilmesi için sessizce Hande’nin Aslan denen o şerefsiz ile gitmesi gerekiyordu. Şimdilik bulduğu başka bir çözümü maalesef ki yoktu.
Dili sessizliğe gömülmüştü. Sevdiği adama yaşattıkları için vicdan azabı çekerken ruhu paramparça oluyordu. Hayat bazen gerçekten acımasız olabiliyordu.
Yeni baştan başlıyorum dediğin anda insanı bir anda tepetaklak edebiliyordu. Bazen insanın yüreği derinlerde sarsılırken, çıkmazlar içinde kayboluyor, üzerine bir karabasan gibi çöken olaylar artık elimizi kolumuzu bağlayabiliyordu.
Hande de tam bu nokta da tıkanıp kalmıştı. Yapabildiği tek şeyi yaparak sevdiği adamı kaybetme pahasına onun için bir süreliğine boyun eğip susmayı seçmişti. Belki de hayatının en büyük hatasını yapıyordu. Kim bilir?
***
“Ümit ile konuştum düğün provası için tekneye çağırdı bizi. Elçin’in yardıma ihtiyacı varmış." dedi Alper arabayı sahile doğru döndürdü.
“Tekneye mi? Onların düğünü kır düğünü olmayacak mıydı? Ben mi yanlış hatırlıyorum?”
Neşe bin bir panikle bir anda arkadan öne doğru ardıldı.
“Öyleydi ama Elçin son anda karar değiştirmiş. Biliyorsun gelinler bu dönemlerde biraz kaprisli olabiliyorlar. Ümit hoca da onu kırmak istememiş, son karar olarak tekneye karar vermişler.”
“Elçin ve kapris?" dedi ima dolu bir sesle. “Onu tanımasam şu söylediklerine gerçekten inanırdım ama söz konusu Elçin ise pek de inandırıcı olmuyor. Hem ne provasıymış bu akşam akşam." dedi yandan bir bakış atarak kıza şüphe ile baktı.
“Aman sende Özüm ya, kız demek anca vakit bulabildi provaya amma sorguluyorsun. Belki dans provasıdır, belki nedime ne bileyim? Sanki daha önce elli defa evlendik. Kızcağız yardım istiyor sende de bin bir şüphe. Görende bir şey var zannedecek." dedi omuzlarını silkerek. Hande yol boyu üzerinde taşıdığı hüznü bir kenara bırakıp çoktan düğün hazırlıklarının heyecanına girmişti.
Özüm “Neyse gidelim de bari kıza yardımcı olalım." dedi.
Alper sinsi bir sırıtış ile gözünü yoldan ayırmadı. Araba teknenin önünde durduğunda ise hava iyice kararmıştı. Arabadan Neşe ve Hande koşarcasına inerek Özüm’ü beklemeden tekneye yöneldiler. Özüm ise tam inmek üzereyken kolundan nazikçe bir tutuşla yakalandı.
Sevdiği, yüreğinin delicesine atmasına sebep olan bu sıcaklık onun yüzünde mutluluk pırıltılarının dolup taşmasını sağlarken bakışları onu bulduğunda adamın gözlerinde anlam veremediği bir coşkuyu gördü.
“Özüm." dedi onun gözlerinin içine bakarken derince soludu. Onu yavaşça kendisine çekti ve yüzünü avuçları içine aldı. Burnunu yüzüne sürterek kokusunu içine çekti. “İki gözümün nuru, yüreğimin ışığı seni çok seviyorum. Hem de öyle çok, öyle çok seviyorum ki, kelimelerim yetmiyor aşkımı sevdamı anlatmaya." dedi.
Özüm beklenmedik anda gelen böylesine özel ve bir o kadar güzel yakınlaşmanın ardından beyninin uyuşmaya başladığını hissetti. Bu adam onun sonu olacaktı haberi var mıydı acaba? Özüm her ne kadar bu anın içinde delicesine takılıp kalmak istese de onları bekleyen ve mutluluklarını paylaşmak için yardıma ihtiyacı olan çiftin yanına bir an önce gitmeliydiler. Yoksa buradan hiç çıkamayacaklardı. Özüm gözleri kapalı bir halde zorlukla çıkan sesi ile fısıltı halinde “Alper." dedi inlercesine.
“Söyle yüreğimin tek sahibi." diyerek karşılık verdi adam onun kokusunu soluksuzca içine büyülenmişçesine çekerken.
“Gitmeliyiz." dedi nefes nefese.
“Evet." dedi ama bir türlü ayrılamıyordu genç kızdan.
“Bizi bekliyorlar." dedi kız açmakta zorlandığı gözlerini kırparak.
“Biliyorum." dedi çaresizce adam. Yavaşça ondan ayrılsa da bu ayrılık sanki ölüm gibi gelmişti ikisine de. Hiç istemese de gitmeleri gerektiğinin idrakine vardığı için gözlerini devirerek “Gidelim hadi." dedi tek nefeste.
Özüm arabadan inerken Alper aklına gelen yeni bir şeyi fark ederek “Ben bir Hakan’ı arayayım nerede kaldı acaba?" dedi. Genç kız ona anlayışla gülümseyerek “Tamam hayatım ben bir kızlara bakayım o zaman." dedi ve onun yanağına masumane minik bir buse kondurarak arabadan indi.
Tekneye doğru ilerlerken etrafın ışıklandırması o kadar çok hoşuna gitti ki bir an Elçin’in ne kadar da şanslı olduğunu hissetti. Gelin ve damadın girişinin yapacağı yürüyüş yolunun sağında ve solunda yaklaşık bir metrelik cam vazolar vardı. Vazoların içinde ise boyu iki metreye yakın dallar ve bu dallara sarmalanmış ışıklar vardı. Bu ışıklar adeta dallara konmuş binlerce ateş böceğine benziyordu. Yerde ise yine benzeri bir ışıklandırma vardı. Özüm yavaş yavaş yürürken etrafın büyüleyici atmosferine çoktan kapılıp gitmişti. Yüzünde hafif bir özenme ile hazırlanmış olan düğün alanının girişini geçti. Adım adım giderken etrafta birilerini görmeyi umut ediyordu.
Tekneye girdiğinde her adımda hayranlığını gizleyemiyordu. Kimseyi görememesi sebebiyle bir an ne yapacağını şaşırmıştı. Düğün için oldukça geniş bir alan hazırlanmıştı.
Misafirler için hazırlanmış masalar ve üzerinde özenle seçilmiş olduğu belli olan çeşitli objeler ve ışıl ışıl parlayan şamdanlar, pembe, mor ve beyazın eşlik ettiği çiçekler yer alıyordu. Her şeyin o kadar çok düşünceli hazırlandığı belli oluyordu ki, başını ileriye doğru çevirdiğinde orada orkestra için minik bir alan olduğunu ve hemen çaprazında arka fonu ışıklarla süslü olan nikâh masasını gördü. Her ikisinin ortasında tüm misafirlerin görebileceği yerde sinevizyon için hazırlanmış beyaz bir perde vardı.
Özüm ortamın sessizliğinden biraz gerildi ve kızları bulabilirim umuduyla içeriye doğru gitmek için yöneldi. Tam arkasını dönmüştü ki tanıdık bir ses kulaklarında çınladı. Anlamaz gözler ile bir an duraksadı.
“Nasıl yani?" diyerek yavaşça geriye döndüğünde sinevizyon için hazırlanmış perdede Alper’i gördü. Kendisine bakıyordu.
Özüm “Neler oluyor?" diye fısıltı halinde konuşurken Alper’in perdedeki görüntüsü konuşmaya başladı.
“Canımın özü, iki gözümün can nuru, sevdiğim kadın, dilimden dökülen en özel ve güzel kelimenin tek sahibi.” Perdede yansıyan görüntü ile yüreği ağzına gelen genç kız titreyen elini ağzına götürüp inanamaz gözler ile yansıyan görüntüye baktı.
“Alper." dedi bir fısıltı halinde. Gözlerinden yanaklarına süzülüp giden yaşlara artık engel olamıyordu. Bu mümkün değil, diyen aklı veryansın ediyordu. Özüm daha kendisini toparlayamadan Alper’in çarpık gülüşüne şahit oldu gözleri.
“Öyle bir anda geldin ki sen benim ömrüme, renksiz, tatsız tuzsuz hayatımın rengi, gözlerimin şenliği, yüreğimde açmış en güzel çiçek olup çıktın birden. Gözlerim seni gördüğü andan itibaren her şeye bir anda kör oldu, sen nefes alıyorsan gözlerim dünyaya açılır hale geldi. Her yeni doğan günüme gözlerimi açma sebebim sen oldun. Aldığım soluğun anlamı oldun. Sen tüm güzellikleri bana yaşatırken ben hayatımın en büyük aptallığını yaptım ve canını yakarak seni kaybettim. Bedeli çok ağır olsa da ben bunun diyetini gönüllü ödedim ve sen güzel yürekli kadınım beni her şeye rağmen büyüklük göstererek affettin. Kaybettiğim nefesimi bana geri verdin. Sözüme işleyen canımın özünde sonsuz bir yer edinen güzel bakan, güzel seven kadınım. Benimle bu mutluluğu bir ömür paylaşır mısın? Hayatımın en özel ve anlamlı evetini benim bu aciz kulaklarıma duyurur musun güzel gözlüm? Benimle evlenip hayatının geri kalan tüm günlerini bana hediye eder misin? Aldığın her nefeste yanı başında elini tutarak gözlerinde esir kalmama izin verir misin?" dedi ve ekran birden karardı.
Etrafa koyu bir sessizlik hakim olmuşken Özüm ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Gözlerine kapatıp bir dua gibi “Alper’im…"diye fısıldadı. “İnanamıyorum, nasıl, tüm bunlar hangi ara…” Konuşmakta güçlük çekiyordu. Ne söylemesi ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Heyecandan eli ayağına dolaştı. O anda kulaklarına dolmaya başlayan şarkı ile arkasını dönmeye korksa da yavaş yavaş ayakları bedenini döndürmesine yardımcı oldu. Gözleri döndüğünde ise artık mantığı “Yok artık…" diye isyan etti. Bu kadarı da çok fazlaydı…
Gecenin karanlığında yükselen “Hiç kimseyi görmedim ben senden daha güzel,” şarkısı ile içeriye adım adım giren insanları gördükçe şaşkınlığına engel olamıyordu. Hande, Neşe, Ümit, Elçin, Hakan ellerinde Alper ve kendisinin resimlerinin bulunduğu pankartları sallayarak içeriye girerken bir yandan da hep birlikte şarkıyı söylüyorlardı. Her giren Özüm’ün etrafında dolaşırken ona bir gül veriyor ve onu ortalarına alarak etrafında dönüyorlardı.
Arkadaşları etrafında şarkıyı söyleyerek dolaşırken belki de hiç tahmin etmeyeceği başka bir şey daha gerçekleşti. Özüm arkadaşlarının arkasından bir kalabalığın daha geldiğini gördüğünde ise artık omuzları sarsılarak hıçkırmaya başladı. Zira bu kalabalığın en önlerinde yer alan ikili annesi ve babasından başkası değildi.
“Anne, baba, dayı…" diyerek inledi endişe ve hayretler içinde. Ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Bir adım daha atmayı akıl edip onların yanına gitmeye yeltenemiyordu. Ailesinin vereceği tepkiden korkuyor, onların nasıl olup da buraya gelmiş olabileceklerini delicesine merak ediyordu.
Özüm derin düşünceler için buhran geçirirken annesinin gülümseyen bir yüz ile ona göz kırptığını, babasının ona güven veren bakışları ile her şeyden haberdar olduklarını hissetmişti. Özüm onlardan aldığı onay ile delicesine mutlu oldu. Ellerinde güller ile şimdi arkadaşlarının tam ortasında onların söylediği şarkı ile kahkahalar atmaya başladı. Ta ki omzuna değen bir el onun bedeninin bulunduğu yerde taş olmasına sebep olana kadar. Biliyordu kız bu dokunuşun sahibini.
Evim, derdi bu sıcaklığın sahibine. Sanki ezelden beri varlığı onda inşa olmuştu bu adamın. Şimdi ise tamamlanıyordu Özüm onun her bir dokunuş, her bir bakış, her bir sözünde eksik kalan tüm parçaları bir bir tamamlanıyordu. Yavaşça ona doğru döndü. Ellerinde kocaman bir buket kırmızı güller ile karşısında dimdik duran adamın gözlerinde gördüğü tek şey mutluluktu.
Özüm konuşmaya hazırlandığı o süreçte kim olduğunu fark edemediği bir anda başına çiçekler ile yapılmış bir taç konduruldu. Alper bu eksiğin de tamamlandığını hissederek ona doğru bir adım attı.
“Özüm." dedi büyük bir tutku ve arzu ile.
“Alper tüm bunlar nasıl olur?" dedi heyecanla daha fazla konuşmaya gücü kalmamışken dili dönmüyordu hiçbir cümleye. Hala tüm bu olanlara yaşadığı büyülü ana inanamıyordu.
Genç adam ona çarpık bir gülüş bahşederek “ Senin için yapılacak hiçbir şey benim için imkânsız değildir güzelim." dedi.
Yavaşça dizleri üzerine çöktü ve bulunduğu yerden delicesine sevdiği, yanındayken bile her an hasret kaldığı kadına baktı.
“Şu fani dünyada beni önünde dizlerimin üzerine çöktürecek tek kişi sensin. Senin önünde sessiz, senin önünde savunmasız, senin önünde boynum kıldan ince. Bir tek sana karşı bu yürek böyle. Canımın özü, gözümün eşsiz nuru, kül olup yok olmak üzereyken kavuştum ben sana, seninle göz göze geldiğim her an duygularım şaha kalkıyor. Senli günlere dair umutlar akıp gidiyor hayallerime. Alın yazını ömrüme serpiştirmek istiyorum. Sana dair gönül sıfatları bir bir yüreğimde şekillendi. Aşkın ile meşgul iken lal olmuş dudakların talan etti ruhumu. Bana sonsuz bir eveti bahşedip benimle evlenir misin? Ömrünün sonuna kadar elinden tutup yanında olmama izin verir misin?" dedi ve bin bir umutla gözlerinin içine baktı.
Herkes soluğunu tutmuş genç kızın cevabını beklerken Özüm gayet keyifli bir kahkaha eşliğinde onu daha fazla bekletmeye kıyamayarak “EVET." diye haykırdı.
Yüreğinin sahibi olmuş ve yıllar geçmesine rağmen unutamadığı bu adama nasıl hayır diyebilirdi ki hem de yüreğinin tüm saflığı ile herkesin önünde diz çökmüşken ona nasıl hayır diyebilirdi ki. Duymak istediği cevabı sevdiği kadının dudaklarından dökülmesi ile bir ok gibi çöktüğü yerden kalktı adam ve onu kolları arasına alarak sımsıkı sarıldı. Kollarını arasında soluksuzca onu döndürmeye başladı.
Sarmaş dolaş olmuş bir halde mutluluklarını yaşıyorlardı. Havai fişekler karanlık geceyi aydınlatmaya başlarken alkış sesleri de verilen cevaba duyulan mutluluğu, hissettirir gibi sesli bir tufan dönüşmüştü. Arkadaşları hep birlikte şarkıyı bir ağızdan söylerken genç kızın kulağına adamın fısıldadıkları belki de tahmin edemediği başka bir gerçekti.
“Sevdiğim bu gece soyadımı paylaşmaya ve karım olmaya hazır mısın?" dedi. Genç kız bir an kendisini yavaşça ondan uzaklaştırıp “Bu gece mi?" dedi onun gözlerine anlamaz bakışlar ile bakarken “Eee gelin hanımdan da olumlu cevabını aldıysanız nikâh törenine geçelim isterseniz." diyen kişinin bir cüppe içinde nikâh memuru olduğunu daha yeni fark ediyordu.
“Şaka yapıyor olmalısın." dedi şaşkın gözle ile Alper’e doğru döndü. “Bu çok ani olmadı mı Alper? Bu çokça cesur bir hareket değil mi?”
“Beklemek istemiyorum Özüm. Sensiz geçecek bir güne daha tahammülüm yok artık. Cesur günlerimde mahzunca yalpaladığım zamanlarım oldu. Ve inan bugün hayatımdaki en cesur günüm benim.”
Alper sevdiği kızın elinin üzerine minik bir buse kondurup “Şu bakışının altında yatan anlamları hissettikten ve tepkini gördükten sonra aldığım karar da ne kadar haklı olduğumu bana gösterdin hayatım." dedi. Hande’ye dönerek “Siz gelin kızımızı hazırlayın kızlar." diyerek sevdiği kıza çapkınca bir göz kırptı.
Özüm’ün kulağına eğilerek “Umarım gelinliğini beğenirsin çünkü ben bile daha göremedim. Bu cadı kızlar bana göstermediler. Şimdi güzelim sen hazırlan ben de ailelerimizle ilgileneyim. Zira müstakbel kayınbabam hala benden pek hazmetmiyor." dedi yapmacık bir huzursuzlukla. Onun yüzündeki ifadeden gayet keyif alan genç kız kıkırdarken onun yanağına minik bir öpücük kondurdu. Biliyordu ki Alper her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş ve tüm eksik parçaları tamamlamıştı. Beklemek, boşa vakit kaybetmek istemiyordu. Nişan, hazırlıklar, düğün telaşları gereksiz oluşacak tartışmalar bunların hiçbirinin içinde bulunmak istemiyordu. Onun tek istediği sevdiği adam ile geçireceği huzurlu ve mutlu bir ömürdü.İşte sırf bu yüzden evet demiş ve onun için hazırladığı tüm her şeye evet demişti.
Alper kızların kıskacı altında hazırlanmak için içeriye doğru götürülürken sevdiği kızın ardından aşk ile bakıyordu.
“Şükürler olsun." dedi yüzünde derin bir rahatlama ifadesiyle.
Zor olmuştu ama sonucu güzel olmuştu. Geriye dönüp baktığında ailelerinin ona memnuniyetle baktığını gördü, bir kişi hariç. Tabi ki bu kişi Özüm’ün babasından başkası değildi.
Alper yaklaşık bir ay önce Adana’ya gidiyorum diyerek Özüm’ün yanından ayrılmıştı. İlk önce Adana’ya gidip annesine, babasına ve dedesine yaşadığı aşkı anlatmış ve evlenmek istediğini söylemişti. Aklındakini onlara anlattığında annesi ve babası böyle olur mu hiç oğlum her şeyi usül erkanına göre yapalım deseler de dedesi olaya el atmış ve yine onun imdadına son anda yetişmişti.
Alper ailesini de alarak İstanbul’a Özüm’ün ailesi ile tanışmaya gitmişti. Genç kızın babası belki de ilk defa kızı konusunda bu kadar sert tepki vermiş ve Alper’i ciddi anlamda zorlamıştı. Kim bilir belki onun gözlerinde gördüğü aşk ilk defa kızını kaybetme korkusu ile doldurmuştu adamın yaşlı yüreğini.
Alper tüm aileyi ikna edip evlilik hazırlıklarına başladığında Ümit’ten de yardım almıştı. Her şeyi planlamış olsa da planlamadığı tek şey Hakan ve Hande’nin ciddi bir kavga sonunda Oltu’ya bir hafta erken gelmeleriydi. Ama bu son durum değişikliği bile artık onu durduramazdı. Durdurmadı da… Alper bir an önce sevdiği kıza kavuşma arzusuyla yanıp tutuşurken artık hiçbir şeyi önünde engel olarak görmüyordu.
Aklında tüm yaşananları düşünürken elleri cebinde keyifle ailelerin olduğu yere doğru döndü.Alper aynı keyifle ve büyük bir gururla ışıl ışıl gözlerle kendisine bakan bir kişiyi daha gördü. Dedesini…
Alper’in dedesi ona büyük bir memnuniyet ile bakıyordu. Biliyordu ki torunu kendisi gibi sonunda aradığı gerçek aşkı bulmuştu. Onun mutluluğuna şahit olmak ihtiyar kalbi için biraz fazla heyecan dolu olsa da bu anı asla kaçıramayacağını dile getirerek gelmişti. Herkes mutluluk ile masalara geçerken bu özel gecenin Özüm ve Alper için hazırlandığı gerçeği bir kez daha yankılanmıştı gecenin karanlığında. Bu gece onların vuslata erdikleri kavuşma gecesiydi. Bu gece zemheri vuslatının zamanının geldiğini hissettiriyordu. Artık vakit zemheri vuslatını vuruyordu.
Hayatın insanı nereden alıp nereye savuracağı belli değil. Zaman akıp giderken insanoğlu sonuna kadar ne haklılığını savunabilir nede haksızlığı ile avunabilirdi. Durağan olmayan dinamik bir kavramdı söz konusu olan. Zaman akıp gittikçe haksız olduğumuz her konu yavaşça unutulmaya mahkûm olurken ödediğimiz bedellerle giderek olgunlaşırız.
Onlar da yaşadıkları ile büyüdüler, hayata dair çektikleri acılarla olgunlaştılar. Zamanı gelmediği için affedilmeyen yürekler vakit tam olduğunda kaçınılmaz bir halde kabul edildiler birbirlerinin hayatlarına.
İnsanın bir ömür heyecanla beklediği bazı anlar vardır. Rüya mı gerçek mi olduğunu idrak etmekte zorlandıkları, hayata dair tüm hayallerinin gerçekleştiğine olan inancının yüreklerinde büyük bir coşku seli ile karşılandığı anlar vardır ya… Özüm ve Alper için de şu an söz konusu olan yalnızca buydu.
Alper sevdiği kızı heyecan içinde beklerken kendi hazırlığını çok çabuk tamamlamıştı. Kısa bir süre geçmesine rağmen sanki aylardır Özüm’ü görmemiş gibi hissediyordu. Elleri ayakları titriyor bir ileri bir geri gidip geliyordu. Misafirler ile ne kadar ilgilenmeye çalışsa da heyecanı bir türlü dinmek bilmiyordu. Bir an önce nefesini yanında, sıcaklığını elleri arasında hissetmek istiyordu.
Elindeki bardağı başına bir hışımla dudaklarına götürerek yudumladığında soğuk suyun yavaşça boğazından keskin bir sızıda indiğini hissetti.
“Yavaş ol abi bu ne hız? Düğün gecende sevdiğine kavuşamadan bu gidişle tahtalı köyü boylayacaksın." dedi dalga geçercesine. Arkasından gelen kardeşinin sesine dönmek istemese de mecburen dönmüştü.
“Ne o keyfin yerine gelmiş senin bakıyorum da." dedi Hande’yi ima edercesine. Hakan abisinden beklemediği karşılık karşısında yüzü anında değişirken Alper içinden kendisine sağlam bir küfür etmişti. “Ya Hakan özür dilerim, kusura bakma ben heyecandan saçmalıyorum işte onu kast etmek istemedim." dedi hatasını telafi etmek ister gibiydi sesi.
“Yok abi önemli değil. Artık düşünmüyorum Hande’yi artık son kararı o verecek ben onunla gereken tüm konuşmayı yaptım. Ya inceldiği yerden kopacak ya da her şey hiç olmadığı kadar iyi olacak. Artık her şey onun ellerinde. Ben bizi ona bıraktım. Ne karar verirse sonucundaki bedelleri de o ya da ben ödeyeceğiz." dedi büyük bir sıkıntıyla.
“Sen öyle diyorsan." dedi bir eliyle onun omzuna dokunup destek verircesine sıktı. Onlar iki kardeş konuşurken yanlarına Ümit ve Kutay geldi. Alper kan kardeşinin kendisini en özel anında yalnız bırakmadığı için çok mutluydu. Hem ne de olsa yıllar öncesinde kan kardeşi olurken birbirlerine söz vermişlerdi? En mutlu ve en mutsuz anlarımızda sırt sırta olacağız, diye.
Kutay, Alper’in telefonu ile tüm işini gücünü bırakıp hazırlıklar için erkenden Ümit’in yanına gelmişti. Ümit ile yeni tanışmış olmalarına rağmen çok iyi arkadaş olmuşlar ve evlilik teklifi için tüm hazırlıkları el birliği ile halletmişlerdi. Her ne kadar yaralı bir adam olsa da artık o da eskisi gibi değildi. Alper bunu onun gözlerinde görüyor davranışlarında hissediyordu.
“Hayırdır gençler neyin tartışması içindesiniz böyle." Ümit gülerek yanlarına geldi.
“Bunlar hep böyle çekilmez ikili." Kutay ortamdaki gerilimi hissetmiş olmasından ötürü ortamı neşelendirmek için konuşmaya katıldı. Arkadaşının bu şekilde konuşmasına minnettar gözler ile bakan adam da bozuntuya vermeden içindeki asıl heyecanı dile getirmeye karar verdi.
“Allah’ınızı severseniz bu kızlar bu kadar saattir ne yapıyor olabilirler içeride. Kalpten gideceğim şurada. Hiç mi insafları yok bu kızların. Bir bırakmadılar sevdiğimin gül cemalini göreyim. Huysuz cadılar.”
“Valla Alper’ciğim ben sana söyliyeyim sen bu gidişle bu gece ruhunu teslim edersin." dedi Ümit bir elini onun omzuna atarken az sonra dile getireceklerinin Alper’in pek de hoşuna gitmeyeceğini hissediyordu.
“O da ne demek oluyor Ümit." dedi kaşları sorgularcasına havaya kalkmıştı.
“Elçin’den duyduğuma göre bu kızlar öyle bir gelinlik seçmişler ki senin gördüğünde dilinin tutulacakmış ben öyle duydum. Ben anlatanların yalancısıyım." dedi ve kahkaha atmaya başladı. Onun sinirleri bozan kahkahasına Hakan ve Kutay’da katılmıştı.
Alper duydukları ile bir an boğulacağını hissetti. Bir an önce gidip görmeliydi kendisinden saklanan bir sır gibi saklanan o gelinliği, herkesten önce o görmeliydi, içinde oluşan delice isteğe engel olamıyordu. Zaten ne demeye bu seçimi onlara bırakmıştı ki?
“Kahretsin! Gelinlik işini o cadılara bırakarak ben büyük bir hata yaptım. Başıma gelecekleri tahmin etmem lazımdı." dedi ve hareketlenerek içeriye gitmek için yöneldiği sırada omuzlarından tutulan eller ile bu girişimi engellendi.
“Oğlum bıraksanıza beni benim Özüm’ü bir an önce görmem lazım, ondan önce de o gelinliği görmem lazım.” Dese de onu bırakmayan arkadaşları “Saçmalasana oğlum kıza kavuşmak için yıllarını verdin. Şimdi de kıskançlık yüzünden mi olay çıkaracaksın?" diyerek hep bir ağızdan konuşarak aklını başına toplaması için onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
“Ya bıraksanıza beni." diye hala kurtulmaya çalıştığı o sırada başlayan giriş müziği ile hepsi de oldukları yerde dona kaldılar.
Özüm babasının kolunda adım adım Alper’e doğru gelirken genç adamın gözleri öylesine çok irileşerek açılmıştı ki ne yapacağını bir an bilemedi. Kutay, Ümit ve Hakan’ın elleri onun omuzlarındayken ve o hareketsiz heykel gibi dikilirken artık ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Nefes almayı bile unutmuştu o vakit.
Yavaş adımlarla ona doğru gelen kız onun sevdiği, onun canı, onun gözünün nuru, ona ait en özel varlıktı. Arkadaşları Alper’in omuzlarından ellerini çekerken onun yapamayacağını hissettikleri an onun genç adamın üzerini başını düzletip ileriye doğru gitmesi için sırtından ileriye doğru ittirdiler. Bu hareket ile adım atıp nefes alması gerektiğini hissetti adam.
Titriyordu yüreği, nasıl titremesin ki sevdiği geliyordu, ona geliyordu, sonsuz olmak için yüreğine geliyordu. Karşı karşıya geldikleri an ikisinin de yüreği kuşlar gibi çırpınıyordu. Gözlerini alamıyordu adam sevdiğinden, beyazlar içinde adeta bir kanatsız bir melek gibiydi.
Özüm’ün babası kızına dönüp ona sımsıkı sarıldı. Bu ana şahitlik eden herkesin gözleri sulanmıştı. Özüm’de daha fazla dayanamadı bu ana “Babam." dedi küçük bir kız çocuğu gibi ona sığınırken. Yaşlı adam yavaşça kızından uzaklaşıp yüzünü avuçları arasına aldı gözlerinin içine bakarak aşırı duygusallıkla başladı konuşmasına.
“Sen benim ilk göz ağrım, hayatımızın neşesi, ne kadar büyürsen büyü evlensen bile hala benim minik kızımsın. Yere düşüp canı yandığında hala bana koşarak gelen o küçük kızımsın. Ne olursa olsun, ne yaşarsan yaşa, canın yandığında başın dara düştüğünde çıkmaza girdiğin tek bir saniye de bile yine koşup bana gel kızım. Ben her zaman senin yanında, ben her daim bir dağ gibi senin arkanda ve istediğin her an ellerinden tutmak için buradayım." dedi ve alnına güven veren minik bir buse kondurdu. Alper’e dönen adam kızının elini tutup genç adamın ellerinin arasına bıraktı ve onun gözlerine hala tehditkâr bir havada bakıyordu.
“Kızım sana emanet genç adam, onun yüzündeki tek bir mutsuzluk kırıntısını gözünden düşebilecek tek bir damla yaşın hesabını bu saatten sonra yalnızca sana sorarım bilesin. Benim gözümün nuruna iyi bak." dedi ne kadar meydan okumaya çalışsa da aslında yalnızca babacan çıkmıştı sesi.
Alper ihtiyar adamın elinden öptü ona güven verircesine konuşmaya başladı.
“Sizin emanetiniz benim kalbim, o benim hayatım, o benim hayata dair tüm hayallerim, o benim her şeyim. Gözüm gibi değil nefesim gibi bakacağım emanetinize." dedi.
Adam Alper’in söyledikleri ile biraz olsun rahatlama yaşasa da bunu karşısındaki genç adama hissettirmemek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Neticede kızının hayatında kendisinin dışında bir erkek daha olacaktı. Ve kızı bu adama ilk defa gözleri ışıl ışıl parlayarak bakıyordu. Bu yüzdendir Özüm’ün babasının huysuzluğu, bu yüzdendi kızını paylaşma düşüncesinin ilk defa yüreğinde peyda olması. İhtiyar adam ne kadar huysuzluk yapsa da yüreğinin bir kenarında kızını emin ellere teslim ettiğini hisseden bir pay vardı.
Yavaş adımlar ile onları ardında bırakan adam gözü yaşlı eşinin yanına doğru gidiyordu. Özüm öyle bir duygu karmaşası içindeydi ki hala tüm bu yaşadıklarına inanamıyordu. Elçin’lerin düğünü için çıktığı yolun sonunda bilmeden kendi nikâhına gelmişti.
Gerçekten tüm bunlar şu an yaşanıyor mu? Diye defalarca fısıldamıştı içinden. Ama elindeki sıcaklığın tutuşunun biraz daha sıkılaştığını hissettiğinde bakışları sevdiği adamı buldu.
Gözleri gülerek mutlulukla ona baktı “Evet her şey gerçek." dedi. Alper anlamaz bakışlar ile onu süzerken genç kızın ona verdiği karşılığı masumane bir tebessümden başka bir şey değildi.
Alper genç kızı nikâh memurunun oturduğu masaya yönlendirmek için elini kızın beline yerleştirdiğinde bir anda olduğu yerde hareketsiz kalarak taş kesildi. Elinin altında hissettiği ten onun hayat fonksiyonlarını adeta bir bir yitirmesine sebep oluyordu.
Kaşları çatık bir halde hareket etmeyen adama “Ne oluyor?" diyen bakışlarla bakan genç kız ile gözleri buluştuğunda Alper’in neye takılmış olabileceğini anladı. Çünkü o gözlerde delicesine dolaşan tek duygu alev gibi yanan kıskançlıktan başkası değildi.
Özüm gözlerini devirerek “Yine başlıyoruz." diye içten içe veryansın ederken “Umarım bu gece büyük bir rezillik çıkarmazsın." diye umut ederek bir nevi sözleriyle onu sert bir şekilde uyarıyordu.
Alper tek bir adım dahi atamıyordu. Kalbi her an duracak gibi can çekişirken son anda akıl edebildiği nefes olayını hızlıca gerçekleştiriyordu. Sanki saatlerce koşmuş ve nefes nefese kalmış gibiydi.
Özüm yapabileceği en akıllı şeyi yaparak yüzünde rahat bir gülümseme ile ona bakarak konuşmaya başladı.
“Hayatım iyi misin? Hadi gidelim." diyerek tam bir adım atmıştı ki Alper’in kendisini sertçe geriye çekip göğsüne yapıştırması ile neye uğradığını şaşırdı. Herkes onların tutku ile kavrulmuş bir kavuşma yaşadıklarını zannederken genç kız bunun fırtına öncesi sinsi bir sessizlik olduğunu algılayabiliyordu. Kırmızıyı görmüş bir boğa gibi solurken yavaşça kızın kulağına eğilip “Yalvarırım elimin değdiği şeyin tenin olmadığını söyle bana.”
Özüm içten içe sabır diyerek bir an ne diyeceğini şaşırsa da aklına gelen bir gerçek ile hemen yüzü aydınlandı.
“Şey o şey tenim değil." dedi. Alper bir an derin bir soluk alıp yavaşça genç kızın omzuna bir buse kondurup daha fazla dikkat çekmemek için kendisinden uzaklaştırdı. Ta ki gözlerine dolup taşan görüntü ile ani bir renk değişimi yaşarken onun etrafına yaydığı öfkeyi şu an yalnızca genç kız hissedebiliyordu. Yüzünde zoraki bir gülümseme ile dişlerinin arasından “Özüm bu gelinliğin arkası nerede?" diyerek isyan edercesine inledi. “Hani elim tenine değmemişti.”
“Elin teorik olarak tenime değil tüle değdi." dedi onu ikna etmek istercesine.
“Özüm." diye yavaşça tısladığında genç kızda artık dayanma sınırı kalmamıştı.
“Hatırlatırım Alper Bey henüz imzayı atmadım. Ki atsam dahi bu bana karışma, beni kısıtlama hakkını sana verecek ya da buna müsade edecek bir karakter hiç değilim.”
Alper’in elini sertçe bıraktığında meraklı gözlerin onların üzerinde olduğunu fark etti. Alper içten içe kendisine öfke kusarken bu durumun sorumlusu olan kızlara sert bir bakış fırlatıp size bunun hesabını soracağım diyen ima dolu gözler ile onlara başını salladı.
Kızlar bu mesajı alır almaz hemen ellerini arkaya bağlayıp bizim haberimiz yok der gibi sağa sola ve havaya bakmaya başladılar. Özüm o kadar sinirlenmişti ki arkasını dönüp gitmek için yeltendiği anda yavaşça sevdiği adamın kollarının esareti altına girdi.
“Özür dilerim." dedi adamın yüreği o an binlerce kez af diliyordu. Böylesine özel bir anı berbat ettiği için ve kendilerine gelecekte hatırlayabilecekleri kıskançlıkla dolu bir anı bıraktığı için yine ve yeniden kızıyordu. Ne yaparsa yapsın içinde alev alev yanan kıskançlık duygusunu bir türlü dizginleyemiyordu. Ona özel olmalıydı Özüm’nün her bakışı, her dokunuşu, her şeyi yalnız ve yalnız ona ait olmalıydı. Başka bir göz bakmamalıydı, görmemeliydi onu. Ama onun bunda bir suçu olmadığını idrak etmesi zaman almıştı.
Genç kız gidip kendisi seçmemişti bu gelinliği tamamen kızların kumpasına gelmişti. Biliyordu ki Özüm kendisi seçmiş olsa asla onun sınırlarını zorlayacak bir seçimde bulunmazdı.
“Özür dilerim." dedi tekrar kolları arasında aldığı kızın sırtını okşarken saçlarının kokusunu derince içine solurken kıskançlığını bir nebze olsun susturmaya çalışıyordu.
“Ben." dedi Özüm ondan biraz uzaklaşırken “Güzel olmamış mıyım?” Gözleri ışıl ışıl adama bakıyordu. Duymaya ihtiyacı olan şeyin bambaşka şeyler olduğunu hissettiriyordu. Açık bir kitap gibi okudu kızın gözlerindeki delice isteği. Avuçları arasına aldığı genç kızın yüzünü okşarken gözlerine büyük bir arzu ile bakıyordu.
“Öyle çok güzel olmuşsun ki gözlerimi senden alamıyorum. Fark etmedin mi seni gördüğüm an şuracıkta az daha kalbimi de ruhum ile birlikte teslim edecektim." dedi şaka ile karışık küçük bir gerçek ile.
Genç kız onun bu itirafı ile masumane bir tebessüm bıraktı adamın gözlerinin seyrine. Adam içinde büyük bir kıskançlık ile yanıp tutuşsa da sevdiğini bu gece daha fazla üzmeyecekti. Onun elinden tutup nikâh memurunun masasına doğru yönlendirdi. Gözleri hala Özüm’ü muhteşem bir peri kızına dönüştüren gelinliğinden alamıyordu.
Vücudunu ikinci bir deri gibi saran gelinliğinin kuyruk kısmı uzundu. Kollarında işlemeler ile süslü danteller vardı. Omuzlarını açıkta bırakan ve göğüs dekoltesine ses çıkarmasa da elinin değdiği anda hissettiği boşluk ile yerle yeksan olmuştu. Aklına dolup taşan gerçek ile gözlerinin önünde bin bir görüntü peyda olmuştu. O kadar kısa sürede yaşadığı ve hissettikleri o an onu soluksuz bırakmıştı. Çünkü sırt dekoltesi Alper’in sınırlarını aşıp yüreğini de yerle bir etmişti.
Özüm’ün sırt dekoltesi gerçeği ile yüz yüze gelen adam sırtından beline doğru uzanan inciler ile çok daha fazla zor bir duruma düşmüştü. Saçının ensesinde toplanması ise işini hiç de kolaylaştırmıyordu. Saçındaki işlemeli ve taşlı toka genç kızın güzelliğine ışıltı eklemiş olsa da bu Alper’i daha fazla çileden çıkarmıştı. Tamam gelin dediğin gecenin yıldızı olurdu ama bu halde çok daha dikkat çekiyordu ve Alper için çok zor bir gece olacağı daha ilk anlarda belli olmuştu.
Alper şimdiden bir an önce bu gecenin bitmesi için dualar ederken Özüm bu gecenin bitmemesi için yüreği duaya durmuştu. İki güzel yürek kavuşmanın mutluluğu ile nikâh memurunun masasına oturduklarında adam bir nebze olsun rahatlamış gibi bir oh çekti. Alnındaki boncuk boncuk terleri gören Özüm sessizce kıkırdarken o terlerin ne anlama geldiğini artık çok daha iyi biliyordu.
Ah Alper ah! Seninle daha çok işimiz var. Diye iç çekerken şahitlerin de masaya oturmasıyla nikâh merasimine geçildi.
Özüm’ün nikah şahidi Hande iken, Alper’in şahidi Kutay olmuştu. Dostlarını şahit tutmuşlardı en özel ve güzel anlarına. Bir ömür sürmesini umut ettikleri EVET cevaplarını haykırırken yüzlerinde ışıltı görülmeye değerdi. Hayat onlar için artık bambaşka bir boyuta geçmişti. İmzalar atılıp da Özüm’den beklenmeyen bir hamle ile Alper’in ayağına sertçe basması ile adamın gözleri koskocaman irileşti. Dişleri arasından çıkarmamak için büyük çaba sarf ettiği haykırışı bir inilti halinde göğe yükselmişti.
Alper Özüm’e döndüğünde onun keyifli yüzü tüm acısını yavaşça bedeninden silip attı. Ama onun yanağına doğru eğilip “Bunun acısının çıkacağını biliyorsun değil mi?" diyen fısıltı halindeki sesi ile genç kızın gülümseyen yüzü an be an soldu gitti. Şimdi keyiflenme sırası Alper’deydi. Dudaklarında çapkınca bir gülüş varken genç kıza bir de arsızca göz kırptı. Boğazındaki demir bir bilyeyi yutar gibi yutkunmuştu genç kız.
Nikâh memurunun “Gelini öpebilirsiniz.” komutunu bekleyen adam aniden ayağa kalktı. Ondaki bu hareket ile Özüm’de yavaşça ayağa kalktı. İkisi de birbirinin gözlerine aşklarını soluksuzca içer gibi bakıyorlardı. Herkes bir bir silikleşti. Alper genç kızın gözlerinin en derinine baktı, umudum dediği her şeyi olan sevdiği kadına baktı. “Benim eşimsin." dedi tek cümle bir itirafta bulundu.
“Hayal gibi." diyerek karşılık verdi genç kız.
Elleri ile avuçladığı yüzüne nazikçe okşarken kendisi sevdiği kadının dudaklarına yavaşça eğildi. Kalpleri eş bir ritimde ahenk tutarken ikisinin de gözleri usulca kapandı. Yıllardır hasret kaldığı suyu içer gibi öpüyordu genç adam, özlem duyduğu evine kavuşmuş gibi karşılık veriyordu genç kız.
Onlar en güzel anların sihirli yolculuğunda kaybolup giderken araya giren bir öksürük ve huysuz homurdanma ile gözlerini yavaşça aralamak zorunda kaldılar. Zira bu öksürük sesi ve hoşnut olmayan homurtular Özüm’ün babasından başkasına ait değildi. Bu ana şahitlik eden herkes Özüm’ün babasının tepkisine anlayış ile gülümserken Özüm’ün yüzü utandığı için kızarmış Alper ise bu andan teklifsizce çekilip alındığı için büyük bir huzursuzluk içine girmişti.
Hayat onları öyle bir yerden alıp öyle yerlere savurmuştu ki onlar bile bazen bitti demişti. Artık devamı yok bu hikâyenin diyerek umutsuzluğa düşmüşlerdi. Hayat da bu ya kolay kolay bitirmemişti onların hikâyelerini. Hatalar yaptılar, telafi edilemez dediler ama gün geldi zaman akıp gitti ve yaralar yavaş yavaş sarıldı. Gerçek aşka sahip yürekler bedel ödeyerek aşkları için mücadele ederek zemheri de vuslatı bahara değil, hayallere değil gerçeğe dönüştürdüler. Özüm ile Alper öyle zorlu yollardan geçerek büyüdüler ki yeri geldi aşkları için birlikte, çoğu zaman ise yalnız mücadele ettiler. Ama yüreklerindeki gerçek aşk onları ayakta tuttu. Ve sonunda kavuştular.
***
Alper ve Özüm nikahlarının ardından ilk dansları için sahneye davet edildiler. Rüya gibi bir alemin içinde kanatsız uçuyor gibiydiler. Herkesin duygulubakışlar ile baktığı çift büyülenmişçesine birbirlerinin gözlerinin içinde kayboluyorlardı.
“Hala tüm bu yaşadıklarımıza inanamıyorum. Sen şimdi benim gerçekten eşim mi oldun?”
“Evet artık evliyiz Alper Bey. Ayağınızı denk almanız gerekecek.”
“Alırız Özüm Hanım yeter ki siz yanımızda olun.”
“Eminim sen merak etme. Sensiz günlerimi hatırlıyorum da burnumun direği hasretinle sızlardı.”
“Kavuşamayacağımızı düşündün mü hiç?”
“Hiç düşünmedim. İhtimal dahi vermedim. Çünkü ben sana ben sana deli divane düşkündüm. Ve böyle bir ihtimali kalbim asla kabul etmezdi.”
“Ama sen vazgeçmiştin benden.”
“Ben senden asla vazgeçmedim Özüm. Belki bedenen yanında değildim ama yüreğim asla senden vazgeçmedi. Hem nasıl vazgeçebilirim ki senden vazgeçmek kendimden vazgeçmek gibiydi. Seninle olmadığımda gerçekten bir geleceğim var mıydı? Yarım kalmış bir hayatı tamamlamak için gücüm ve cesaretim var mıydı? Kendi hayatıma, hayallerime, acılarıma ve hüzünlerime sahip çıkabilecek güçte miydim? Asla… Ben yokluğunda tamamlanmak, eksik yanlarımı gidermek ve hikayemizi yeni baştan yazmak istedim. Hatalarım oldu ama geri dönüşlerim daha muhteşem oldu.”
“Yorulduk Alper ama güzel yorulduk ve büyüdük sevdiğim.” Dedi ve kollarını boynuna dolarken sımsıkı sarıldı. Dudakları adamın kulağına değerken fısıltı halinde konuşmaya devam etti. “Sana niyetimin ölçüleriyle yol alıyorum.Seni tanımak aşkı tanımak, sana dokunmak sevda ile alevler içinde yanmak, seni hissetmek nefes almak gibiydi. Seni seviyorum Alper, her zerreni her bir parçanı özenle, dikkatle delicesine seviyorum. İki cihanda da yanı başımda sen ol istiyorum.” Genç adam duydukları ile mest olmuş etrafında bulunan herkes bir bir silikleşmişti.
“Nasıl ki şu fani dünyada her şeyin bir ustası var benim de kalbimin hem sahibi hem de ustası sensin. Değerini de ancak sen bilirsin. Çünkü bu kalbin sahibi de yöneteni de hak edeni de yalnızca sensin. Seni seviyorum, seni kendimi aşarcasına delicesine seviyorum.” Dedi omzuna özlemle dolu tutkulu bir buse kondurdu.
Hayat onlar için şimdi yeniden başlıyordu. Yaşamadıkları tüm güzellikler ile dolu anıları biriktirmek için adım adım geleceğe ilerlediler.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |