3. Bölüm

2.

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

“Senin yokluğunda sana olan hislerimi dualarımla büyütüyorum.”

 

Zifiri karanlık… Gecenin koyu karanlığı bile Özüm’e unutmak istediği kurşuni koyuluğa sahip gözleri hatırlatıyordu. Bu adam onu nasıl bir cehenneme sürüklemişti ki bir türlü kendini oradan kurtaramıyordu. Benliği bir düzenek halinde hissettiklerini içten içe inkar ediyordu. Özüm içinde bulunduğu bu bunaltılı durumdan kurtulmak adına alışık olmadığı duyguları bastırarak yadsımaya çalışıyordu. Alper’in sözleri kulaklarında tekrar tekrar yankılanırken sanki engelleyebilecekmiş gibi ellerini kulaklarına kapatıyordu.

 

Havanın serinliği, sonbaharın esintilerine aldırış etmeden üzerine aldığı battaniyesi ile bahçedeki salıncağa oturmuştu. Gökyüzünde kendine inat ışıldayarak efsuni bir gizemle parlayan yıldızlara bakıyordu. Yıldızlar bile unutmak için çabaladığı adamın gözlerinde gördüğü ışıltıyı hatırlatıyordu. Unutamıyor, zihninden bir türlü atamıyordu. Bakışını, gülüşünü, umursamazlığını, hiddetini, dokunuşunu…

 

Tüm bu olanları aklı bir türlü almıyordu. Nasıl olurda dibinden ayrılmayan Leyla adında bir kız varken kendisiyle bu şekilde konuşmaya cesaret ederdi. Bu nasıl bir cüretti böyle? Gerçi akrabam demişti ama ne kadar tanıyordu, nasıl güvenebilirdi ki ona?

 

Söylediklerinin gerçek olmasını ne kadar yürekten dilese de tanımadığı bir adamın sözlerine inanacak kadar da henüz aklını yitirmemişti. Düşünceler zihnini zehirlemeye devam ederken yüreği yanıyordu. Gözlerinden silemediği alev alev yanan bakışlar ruhunu acımasızca dağlıyordu. Nefesi boğazında düğümlenirken, uyku gözlerine bu gece haram kılınmış gibiydi. Daha çok yeni hayatına girmiş, gözlerine ansızın değen bir adam nasıl olurda onu bu hale getirebilirdi?

 

Özüm kendine, hissettiklerine, dilinden akıp dökülemese de yüreğiyle duyumsadıklarına, ruhuyla ayrımsadıklarına, sezinleyerek dilediklerine çılgınlar gibi kızgındı. Kabul edilemez gerçekleri kendine yasaklıyor, içten içe bilinçdışına itmeye çabalayarak bunaltılı bu ruh halinden kurtulmaya çalışıyordu. Ama bunu başaramamış olmak gitgide kendine olan kızgınlığını arttırıyordu. En büyük öfkesi de tüm bunlara sebep olan sıcacık nefesi ile tüm uzuvlarının işlevini yitirten, beynini uyuşturan adamaydı. Nerden çıkmıştı, nasıl hayatına bodoslama dalmıştı? Ve bir anda tüm hayatını alt üst etmeyi başarmıştı.

 

“Kahretsin!” Fısıltı ile inlediği anda telefonundan bir mesaj sesi duyuldu. Evin ışıkları söndüğü için saatin çok geç olduğunu fark etti. Ama ona bu saatte mesaj atacak bir Allah’ın kulu olmadığı için önemli bir şey olma ihtimali ile hemen eline korkuyla telefonu aldı. Kaşları çatık numaraya baktığında tanımadığı bir numaradan geldiğini anladı. Bir anda telefonu açtığında gördüğü mesaj ve isim yüreğinin bir anda alevler içinde yanmasına nefesinin düzensizleşmesine sebep oldu.

 

Kimden:05...

 

Evinizin arkasındaki parkta seni bekliyorum.

 

Alper

 

Mesajı gördüğü anda elleri titremeye başladı. Bu delinin ne işi vardı ki şimdi burada? Ne demeye gecenin bir yarısında kendisini parka çağırıyordu? Hiç mi korkmuyordu? Ya bir gören olursa? Acele ile elinde tuttuğu telefona mesaj yazmaya başladı.

 

Kime:05…

 

Sen kendini ne zannediyorsun? Gelmiyorum ben hiçbir yere, seni uyardım evimin yakınlarına gelme diye. Bir daha beni rahatsız edersen olacaklardan ben sorumlu değilim.

 

Özüm mesajı gönder tuşuna bastığı anda heyecanı doruk noktalara ulaştı. Ona git dese de yüreği deli gibi itiraz ederek kabul etmeyişini, gitmeyişini görmek istiyordu. Uslanmaz ve aşka susamış gönlü onun varlığını yakınında hissettiğinde farklı bir huzura kavuştuğunu fark ediyordu. Çok geçmeden telefonuna gelen mesaj sesi oturduğu yerde dikleşmesini sağladı. Derin bir nefes alıp verdi. Biraz korkarak biraz da endişeli bir şekilde mesajının açılışını onayladı. Gördüğü mesaj ile panikle ayağa kalkmaya çalışırken ayağına dolanan battaniye ile tepe taklak olmuştu. Yaptığı ani hareket salıncaktan düşmesine sebep oldu.

 

Kimden:05…

 

Tamam o zaman sen bilirsin, gelmiyorsan ben geliyorum oraya…

 

Ah! Diyen inlemeleri arasında ayaklarına dolanan battaniyeden ve düştüğü yerden kendini kurtarmak adına ayaklarıyla debelenirken yere düşürdüğü telefonunu eline aldı. Acele ile attığı mesaj ile etrafı kolaçan etmeye başladı.

 

Kime:05…

 

Allah senin cezanı vermesin adam. Gelme sakın hiçbir yere geliyorum ben.

 

Mesajı gönderir göndermez üstünü başını düzeltmeye çalıştı. Ne kadar başarılı olduğu ise tartışmaya açık bir konuydu. Altında gri renk bir eşofman, üzerinde beyaz boyunlu bir badi, siyah uzun ve kalın bir örme hırka, saçları ise darmadağınık tepede topladığı bir ev topuzundan ibaretti. Şu an belki de hayatındaki en berbat haliyle gecenin bir yarısında onun karşısına çıkmaya hazırlanıyordu.

 

Evde bir hareketlilik var mı diye camlara göz diktiğinde hiçbir ışık kıpırtısını bile görmediği için derin bir nefes alıp verdi. Annesi ve babası erken yatmışlardı. Ona da bahçede çok beklememesini ve geç olmadan yatmasını söylemişlerdi. Ama o yaşananların etkisiyle olayları bir kez daha zihninden geçirirken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan çoktan geceyi yarılamış, vaktin sabaha yol aldığını fark edememişti. Tam da o sıralarda densiz bir mesaj geceyi de yüreğini de bölmeyi başarmıştı. Şimdi ayakları güya gitmek istemediği adama doğru korkarak gidiyordu.

 

Parka yaklaştığı anda ürkek adımları sağlamlaşmaya başlarken omuzları dikleşti. Parkın ortasında kendinden emin duruşu ile Özüm’e bakan Alper bakışlarını ulaştırdığında kız bir an adım atamadı. Gecenin karanlığı etrafı boyasa da onların gözleri ışıklar saçıyordu. Hasret kalmış iki çift göz arzı endam ederken etraftaki sessizlik meydanı boğuyordu. Gözler birbirini bulduğu anda hipnotize olmuş gibi fark etmeden su gibi birbirine çekildiler. Dip dibe geldiklerinde gözleri ile tutuşturdular etrafı, adeta bir alev çemberinin içinde yanıyorlardı.

 

“Sen," dedi Özüm gözlerine kısarak adama bakarken.

 

“Ben," diyerek karşılık verdi Alper yüzünde çarpık bir gülümsemeyle.

 

Şimdi zaman durmuş bu iki deli fişeğin itiraflarına misafir olan geceye şahitlik ediyordu. Vakit sevdanın hükmüyle can bulurken, aşkın zamanının geldiğini gizli bir sır verir gibi gecenin sessizliğinin kulağına bir şarkı misali fısıldar gibiydi. Artık zamanı gelmişti bazı şeylerin. Aşk gibi… Sevda gibi…

 

***

 

“Sesim kulağına ulaşsın diye değil, yüreğine ulaşsın diye haykırıyorum.

 

Gözlerinin kör olduğu gibi yüreğinin de bana sağır olmasından korkuyorum.”

 

Özüm karşısında kendine çarpık bir şekilde gülümseyen ve ukala tavırlar ile duran adama daha fazla dayanamadı. İki eliyle göğsüne sertçe vurarak onun geriye doğru sendelemesini sağladı.

 

“Sen ne yaptığını zannediyorsun be adam? Sen kim oluyorsun da beni buraya gelmeye mecbur bırakıyorsun? Gecenin bir yarısında ne hakla kapıma dayanmaya cesaret edersin?”

 

Her bir cümlesinde tüm gücüyle onu bir kez daha geriye doğru ittirdi. Alper ondan böyle sert bir tepki beklemese de genç kızın bu halleri onu daha da keyiflendirdi. Son cümlesinin ardından göğsüne değen ellerini iki eliyle sıkıca tutup onu sakinleştirmek adına gözlerinin içine derince baktı.

 

“Özüm," dedi tüm yüreğine ortaya koyarcasına “Bana bak, gözlerimin içine bak ve sakinleş artık.”

 

Özüm onun durağan konuşması ile bir anda afallasa da gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. Alper, Özüm’ün göz hizasına indirdi başını ve şimdi dingin bakışlarıyla onu etkisi altına aldığını biliyordu.

 

Özüm “Sen…" dedi ve devamını getiremedi. Kollarını esir alan parmakların dokunuşu teninin alev almasına sebep olurken gözleri istemsizce dolmaya başladı. Yanıyordu teni, acımasızca uyuşturuyordu bu adam onun tüm hücrelerini. Ah be adam ne yapıyordun ona böyle?

 

“Ben," dedi Alper en yakıcı bakışını kızın gözlerine hapsederken içinde kaynayan volkanın habercisi gibiydi sesi.

 

“Ben geldim Özüm, sana geldim. Takılı kaldığım kıza geldim. Gözlerinden gidemediğim, ruhuna esir kaldığım, gülüşünde yok olduğum kıza geldim. Nefesimi yanında bulduğum, kalbimin attığı yere geldim," diyerek nefes nefese konuştu.

 

Özüm bir an duydukları karşısında şaşkına döndü . İdrak ettikleriyle afalladı. Özüm ne diyeceğini bilemez bir halde orada öylece kala kaldı. Onun bu halini kendine fırsat bilen Alper kızın yanaklarını avuçları içine alıp baş döndürücü sıcacık aşk ile dolup taşan soluğunu yüzüne yaklaştırdı.

 

“Biliyorum korkuyorsun, sırf bu sebeple hissettiklerini bastırarak inkar ediyorsun. Farkındayım dengesiz davranışlarım aklında bin bir soru işareti oluşturdu. Şu an ne desem kar etmeyecek ama bilmeni istediğim tek bir şey var. Gidemiyorum Özüm. Ne kadar denesem de başaramadım. Ben senden gidemiyorum. Senin bir adım ötene, uzağına adım dahi atamıyorum.” Derin bir soluk bıraktı ve kaldığı yerden genç kızın konuşmasına müsade etmeden devam etmedi.

 

“Ah be güzelim nefes aldığın yer memleketim oldu. Gözlerinin baktığı yer meskenim, kalbinin attığı beden evim oldu. Ben senden bir türlü uzaklaşamıyorum. Git desen de bu saatten sonra yüreğime kar etmez. Ben gözlerinde gördüğüm ışıltıya sıkı sıkıya tutundum kaldım, buradan göçüp gitmem imkânsız. Ne benim arkama bakmadan çekip gitmeye, ne de senin o dalı ellerimin arasından kırıp atmaya gücün yeter. Anlamıyor musun Özüm? Sen tam şurada,” kalbine yumruk yaptığı eliyle kuvvetlice vururken “Tam şuraya gözlerin ile çizdin kaderimizi, sen orada atan kalbin özü oldun be güzelim. Sen benim Özüm oldun.”

 

“Alper ben.” Sözleri dilinde düğüm oldu, cümleleri boğazından ileriye bir adım daha gidip esaretini üzerinden kaldıramadı. Dilinden dökülmeyen kelimelerin arasında bedenine sarılan kollar ile neye uğradığını şaşırdı.

 

“Özüm, ne olur şimdi olumsuz bir şey söyleme. İnan ki duymaya gücüm yok. Benim dünyamın güneşi, senin benim yanımda aldığın nefesken yalvarırım beni yıkacak kötü bir cümle dökülmesin dudaklarından," dedi saçlarının kokusunu derince içine solurken genzine dolan çiçek kokuları Alper’i aşk sarhoşu yapmaya yetmişti.

 

“Ben böyle bir adam değilim Özüm. Gecenin bir yarısı bir kızın kapısına dayanacak, onu zifiri karanlıklarda sokaklara çıkmaya mecbur bırakacak bir adam hiç değilim.”

 

“O zaman neden buradasın?”

 

“Bir gece daha gözlerinden dökülme ihtimali olan hüzün damlalarının sebebi olacak da takatim yok. Gör beni ne hale getirdiğini? Nasıl çaresiz bıraktığını? Bana neler yaptırıyorsun böyle Özüm? Ben aylarca sadece izlemek ile yetindiğim kızın yanına yaklaşmaya korkacak bir adam değildim. Onu yakmaktan korktuğum için günlerce hissettiklerimle mücadele edecek bir adam hiç değildim. Dayanamıyorum Özüm. Bu hissettiklerimle baş etmenin bir yolunu bilmiyorum. Bir çözümünü bulamıyorum. Ben hiç böyle olmadım. Ben hiç böylesine kendimi kaybedercesine delice sevmedim. Delirmişsin dedin bana, haklısın delirdim Özüm. Bana doğru attığın tek bir bakışının beni ne hale getirdiğini ah bir bilsen. Tek bir bakışının kalbim de yarattığı yakıcı, sarsıcı hisleri bir bilebilsen. İşte o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlarsın. Ah Özüm Ah! Beni ne hale getirdiğini bir anlasan," dedi gözleri kapalı sevdiği kızın burcu burcu yayılan kokusunu acemice içine çekerken kollarından bir an olsun çekip gitmesine izin vermek istemiyordu.

 

“Yalvarırım bir şans ver bize, bir şans ver ki sana sevdalanmış gerçek Alper’i göstereyim.”

 

Özüm, kendisine sarılan kolların sıcaklığını tüm hücrelerinde hissederken gözleri istemsizce kapanmıştı.

 

Huzur… Şimdi Özüm’ün iliklerine kadar tadına vardığı yegâne şeydi. Gözleri kapalı Alper’i dinledi. Her bir kelimesine aklıyla değil yüreğiyle kulak verdi.

 

Bir rüya âleminde kulağına fısıltı halinde gelen sözler onun şimdiye kadar duyduğu en güzel şarkının melodisinden bile eşsizdi. Sözler bir bir kulağından girerken yüreği ateşler içinde yanıyordu. Bu kadar güzel konuşan, dokunuşlarında huzuru, bakışlarında aşkı hissettiren adam yalan söyleyebilir miydi? Bu kadar iyi rol yapma kabiliyetine sahip olabilir miydi bir insan?

 

Aşk üzerine böylesine bir oyun, böylesine bir yalan söylenebilir miydi? Yoksa bu adamın her bir cümlesi, her bir kelimesi gerçek, hatta gerçeğin de ötesinde kaderi miydi? Karşısındaki adam korkuyordu hissettiklerinden ve tüm korkularına rağmen duyumsadıklarının gücüyle ondan yalvarırcasına bir şans istiyordu. Biz olmak adına ondan bir fırsat diliyor, olumsuz hiçbir kelime duymamak adına delicesine mücadele ediyordu. Özüm olduğu yerde, duyduğu sesten, bedenini esir alan kolların sıcaklığından o kadar memnundu ki oradan bir adım öteye gitmek, evinden uzaklaşmış hissi yaratacaktı tüm yüreğinde.

 

Özüm artık biliyordu ve delicesine ona inanıyordu. Kim ne derse desin aşk adına hissettiklerini görmezden gelmeyecek ve Alper’e de kendisine de o şansı verecekti.

 

“Alper," dedi sesi utangaç bir havaya büründü. Korku dolu gözler ile onu kendinden bir adım uzaklaştıran adam elleri ile onun yüzünü tekrar avuçları içine aldı.

 

Özüm’ün yağmur yüklü bakışları gecenin karanlığında ışılıyordu. Alper’in yüreği habis tek bir kelime de yıkıcı bir şekilde yerle bir olacak gibiydi. Bin bir umut vaat eden bakışlarıyla onu süzerek tartarken kızın ağzından “Tamam," diyen tek bir kelime çıktı.

 

Alper bir an hareketsiz kalıp onun ağzından çıkan onayın en güzel kelimesini idrak ettiğini anladığı zaman yüreğinin ağzında atmaya başladığını hissetti. Elleri titrerken bir anda yaşadığı büyük coşku ile Özüm’ü hızlıca kendine doğru çekti ve alnına minicik ama tutku dolu bir buse kondurdu. İkisinin de gözleri kapalı bir halde birbirlerinin kokularını delicesine içlerine hapsederken yıldızların şahitliğinde bir kabul gecesi yaşanıyordu.

 

Alper delicesine istediği şansı Özüm’den almıştı. Genç kız hissettiklerine karşı duracak gücü kendinde bulamadığı için yüreğindeki çarpıntıya boyun eğmişti. Ne öncesi ne de sonrası, onlar için sadece esiri oldukları şu an önemliydi. En güzel dakikalarını yaşarken kavuşmaları Özüm’ün alnında Alper’in dudakları ile mühürlenmişti.

 

Adamın dudakları kızın alnından ağır çekimde uzaklaşırken “Bu öpücüğün anlamını bil Özüm. Senin adın benim dilimden döküldüğü her an ben senin kalbine akıp geleceğim. Ben senin yüreğinin sahibi olurken sen benim kalbimin özü olacaksın. Senin adın yüreğimde iki cihanda da eşim olarak yankılanacak. Oraya senden başka hiç kimse adım atamayacak. Alnına dudaklarımın mührünü ilelebet bırakıyorum. Bu iz senin kaderinin benim kader çizgimle birleştiği yerdir. Bu dokunuşu, sevdamın mührünü ne olursa olsun, aramızda ne yaşanırsa yaşansın aklından hiç çıkarma. Şimdi daha fazla üşümeden seni evine götürmem gerekiyor," dedi.

 

Özüm’ün konuşmasına fırsat vermeden elinden tutarak etrafı da kontrol ederek onu evine doğru yönlendirdi. Zira onu zor duruma düşürmek Alper’in şu hayatta isteyeceği en son şey bile olamazdı. Özüm ise onun avucu arasında kaybolup giden eliyle korumacı tavırları eşliğinde eve doğru ilerliyorlardı. Gözleri sürekli birbirini buluyor ve kavuşmalarını kutlayan ışıltılar ile etrafa gülücükler saçıyorlardı.

 

***

 

“Sana gördüğümde satır aralarını okuyorum,

 

Söylenmemiş, gizli kalmış mısralarını dile getiriyorum,

 

Seni anlatmak için bakmak değil, görmek gerektiğini şimdi daha iyi anlıyorum.”

 

Heyecandan gözünü bir an olsun kırpmayan Özüm bir sağa bir sola dönerken günün ilk ışıkları odasına doluşmaya başladı. Uyku girmeyen gözleri ve yüreğinde bitip bilmeyen kıpırtılar sayesinde yüzünde aptal bir sırıtış peyda olmuştu.

 

Kalbi hiç tatmadığı bilmediği bir cennette yol almıştı. Daha fazla yatakta duramayacağını anladı. Yattığı yerden ışık hızıyla kalkarken çoktan okul için hazırlanmaya başlamıştı.

 

Eline telefonu alıp Hande’ye mesaj attığında ondan cevap gelmemesi üzerine ısrarla onu aramaya devam etti. Arka arkaya aramaları sonuç bulduğunda karşısında kendisine cevap veren pardon veremeyen kişinin Hande olup olmadığını onaylamak istercesine telefonun ucundaki sessizliğe cırtlak sesiyle “Hande," diye bağırmak zorunda kaldı. Onun sesinin kulağını patlatmasına engel olmak için gözlerini açmadan kendisinden telefonu uzaklaştıran Hande arkadaşının sesinin sessizliğe büründüğünü hissettiği an telefonu tekrar kulağına getirdi.

 

“Özüm, kuzum gece beni rüyanda mı gördün diyeceğim de beni daha sabah olmadan ne demeye arayıp duruyorsun? Farkında mısın ben hala uyuyorum ve rüyalarımın bölünmesinden hiç hoşlanmadığımı çok iyi bilirsin?" Dedi gözleri kapalı hala rüyada olduğunu inandırmaya çalışıyordu kendini.

 

“Hande, hemen kalkıyorsun ve okula geliyorsun. Sana anlatacak bomba gibi haberlerim var.”

 

“He he oldu canım gelirim çok beklersin. Hadi bebeğim girme araya, hadi bölme rüyalarımı kapatıyorum ben," dediği anda karşı taraftan “Hande, biz Alper ile sevgili olduk,” demesiyle Hande bir anda gözlerini irileştirerek açtı ve ayağa kalkmaya çalışırken ayağına dolanan yorgan ile birlikte tepe taklak oldu.

 

Özüm karşıdan duyduğu gürültüler ve kızın inleyen sesiyle birlikte kısa süreli bir kıkırdama yaşadı. Hande düştüğü yerden kalkarken ufak tefek edepsiz sözler dilinden arkadaşının kulağına çalınarak yankılanıyordu. Onun bu hali Özüm’ü iyice keyiflendirirken kendisine hiddetle bağıran arkadaşı ile işinin hiç de kolay olmayacağını anladı.

 

“Kızım ne demek sevgili olduk? Ne ara? Nasıl oldu? Dün o kadar sinir krizi geçirip bana demediğin laf kalmadı, gecesine sen bu ayarsız herif ile nasıl sevgili oldun? Benim hem niye haberim yok tüm bunlardan?”

 

“Hande, canım benim farkında mısın bilmiyorum ama ben tam da şu an sana haber veriyorum.”

 

“Ben anlamam kızım, ne demek sevgili oldum ya?”

 

“Hande, hadi kalk sokağın başında buluşalım ayrıntıları buluştuğumuzda ben sana anlatacağım.”

 

“Ya hayır Özüm olmaz çatlarım ben meraktan anlatsana yalvarırım ne olur? Oraya gelene kadar ruhumu teslim ederim meraktan.”

 

“Hayır, hadi kalk hazırlan seni bekliyorum.”

 

“Özüm saat daha sabahın yedisi ama ya, anlat işte ne işimiz var karga bile şeyini yemeden bu saatte okulda,” dese de Özüm daha fazla onu dinlemedi.

 

“Ben çıkıyorum, merak ediyorsan gelirsin yok merak etmiyorum ben sonra da öğrenirim diyorsan o başka tabi," dedi ve onun “Özüm, bir elime geçireyim öldüreceğim kızım seni," diye ciyaklayan sesine aldırış etmeden suratına telefonu çat diye kapattı.

 

Biliyordu Özüm, Hande ne derse desin kendisinden önce evden çıkıp kapısına dayanacaktı. Dili ne kadar sivri olsa da dayanamadığı tek şey Özüm’dü. Özüm’ün mutluluğu için yapamayacağı hiçbir şey yoktu.

 

***

 

Alper, Özüm’ü aramış onu almaya gelmek istemesine karşı genç kız okulda buluşmak istediğini söylemişti. Mahallede birilerinin görme ihtimaline karşılık huzuru için Alper onun bu isteğine şimdilik saygı gösterse de zamanı geldiğinde kendisi olmadan tek bir adım dahi attıramayacağını çok iyi biliyordu.

 

Alper sevdiği vakit, zaman duruyordu. Ne kadar sağlıksız olduğunu bilse de dünya sevdiği kızın etrafında dönüyor ve buna bir türlü engel olamıyordu. Gözü karardığı anda dönüşü olmayan yanlış kararlar bile alabiliyordu. Bazen telafisi olmayan hatalar yapmasına sebep olsa da onun bu huyları için elinden gelen başka birşey yoktu. Bazen yapılan hatalar yaralar, acıtır, kanatır ama büyümemizi kolaylaştırırdı. Kim bilir, belki de Alper’in zamansız hataları onların aşkını daha da büyütecekti.

 

Alper heyecandan yerinde duramaz bir halde elindeki telefonu evirip çevirirken yanındaki arkadaşları onun bu haliyle eğleniyorlardı. Masada oturan bir kişi vardı ki Alper’in bu hareketlerinden hiç ama hiç hoşnut değildi. Alper’e ne kadar belli etmemeye çalışsa da Özüm’ün varlığını onun gözlerinde hissetmeye başladığı günden bu yana içi büyük bir huzursuzluğa ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Şimdi ise Alper’in davranışlarından o kızı beklediğini anlıyordu. Ve artık karşılıksız değil de karşılık bulmuş bir aşkı görüyordu onun hareketlerinden. Ve bu durum hiç de hesap etmediği bir durumla karşı karşıya gelmesi ve onu çıkılmaz bir girdaba sürüklediği gerçeğiydi.

 

Alper onlara hiçbir şey söylemese de adamı çocukluğundan bu yana tanımış bir insan olarak hangi hareketinin neye alamet olduğunu Leyla çok iyi bilirdi. Sırf bu yüzden deli gibi karamsar bir tedirginliğe kapılmıştı. Çünkü Alper’in başka bir kıza gidişi onun cehennemi demekti.

 

Alper’in gözleri kapıdan giren çıkanı kontrol ederken yüzündeki gülümsemenin artması elindeki telefonun hareketinin durması ile Leyla alametlerin gerçekliğini yüreğinde derinden hissetti.

 

Alper’in karanlık dünyasına bir güneş gibi doğan, etrafına ışık saçan Özüm’ü görmesiyle yüzündeki gülümseme artmış ve fark etmeden Leyla’nın kıyametinin kopmasına sebep olmuştu. Birinin hayatının güneşi diğerinin kıyameti olabiliyordu. Biri cennete adım adım giderken bir diğeri o adımlarla cehennemin kucağına düşüyordu. Biri mutlulukla sarhoş olurken, diğeri kaybetmenin yakıcı alevleriyle kavruluyordu. Şimdi Alper ayağa kalkmış güneşi kabul ettiği sevdasına adım adım giderken Özüm’de onu karşılıksız bırakmadı. Yanındaki Hande’nin varlığını çoktan unuturken kalbinin attığı adama adım adım çekiliyordu.

 

Aşkın kokusu etrafa yayılırken herkes bu etkileşimin gönüllü seyircisi olmuştu. Alper ve Özüm karşı karşıya geldiği an gözleri gece kavuşmamış gibi hasret dolu sancıları dindirircesine aşkı içiyordu birbirlerinden.

 

Alper “Hoş geldin günümü aydınlatan ışığım," dedi. Onu kolları arasına alırken saçlarının her bir telinden burnuna dolan kokuyu ilk defa duyuyor gibi tüm hücrelerine delicesine içine çekti.

 

Özüm onun bu hareketiyle gözlerini sımsıkı kapattı. Evine gelmiş, huzura kavuşmuş gibi hissederken kollarını adamın beline dolayarak kavuşma anına karşılık verdi. Okulun kantinindeki herkes onları soluksuz izliyordu.

 

Alper’i tanıyan arkadaşları bu saatten sonra Özüm’e nasıl davranacağını, hangi mesafede durması gerektiğini çok iyi biliyordu. Herkes bu aşka şahitlik ederken onları düşmanca bir gözle, kıskançlıkla dolup taşan fesat bir yürekle izleyen Leyla bu manzaraya daha fazla dayanamayarak hiç kimseye fark ettirmeden masadan bir hışımla kalkıp gitmişti.

 

Memnuniyetsiz bir şekilde oradan uzaklaşan Leyla kantinden çıkar çıkmaz ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Derin derin nefes alıp verirken bir elini merdivenlerin tırabzanlarına dayadı. Diğer elini kalbinin üzerine götürdü ve soluk almak için büyük bir çaba sarf etti. Gözünden bir damla yaş akıp giderken dilinden tek bir cümle dökülmüştü.

 

“Ben şimdi ne yapacağım? Nasıl haber vereceğim? Allah kahretsin! Her şey mahvoldu.”

 

Gözleri ağıt yakarken sabırsızca çalmaya başlayan telefonu onun giderek tükenmesine sebep oldu. Güçlükle çantasından ulaştığı telefonun ekranındaki isim ise azapların en büyüğünü ona yaşatıyordu.

 

Yas tutan bakışlarına müstehzi bir bakış eşlik ederken kalbi yaşadığı anın gerçekliğini gaddarca ona hissettiriyordu. Güç bela telefonu açan kız “Efendim," dedi büyük bir korku ve ürpertiyle. Karşıdan gelen ses kızın kalbinin hızının daha fazla artmasına sebep oldu.

 

“Bu iş artık imkânsız, yalvarırım vazgeçelim…" dediği an cümlesi sert bir cevap ile kesilip atıldı.

 

Kız her ne kadar alacağı cevabı bilse de yine de şansını denemek istemişti. Gözleri yaşlarla dolu bir halde kederle telefonu kapattı. Merdivenlere çöküp kalan kız umutsuzca bakışlarını bir noktaya odaklamıştı. Ta ki telefonuna gelen bir bildirime kadar. Telefonunun ekranında gönderilen video kızın önce gözlerinin dehşetle irileşmesine ardından hırsla telefona sarılmasına sebep oldu.

 

Ayağa kalkıp kaygı ile volta atmaya başlayan kız aramasına karşılık bulduğu an “Allah’ın belası dur artık, dur… Tamam canım pahasına da olsa ne istersen yapacağım yalvarırım dur artık…" diyerek gözyaşlarına boğuldu.

 

***

 

Alper ve Özüm zaman ve mekân kavramını o kadar yitirmişlerdi ki yerlerinden bir adım dahi kımıldayamıyorlardı. Onların bu halini bozan kişi ise tabi ki Özüm’ün biricik kadim dostu Hande’ydi.

 

“Pardon ama orta halli bir okulun kantininde milletin gözünün önünde bir aşk sahnesi sergilediğinizin farkında mısınız? Unuttuysanız hatırlatayım, burası okul okul kendinize geldiyseniz sizin bir ifadenizi almam gerekecek." dediği anda iki genç de gözlerini açıp birbirlerinden uzaklaştılar.

 

Hande kollarını göğsünün altında birleştirmiş baştan ayağa kadar Alper’i kısık gözlerle süzerken bir ayağı ile aşağı yukarı ritim tutturmuştu. Alper, Hande’yi tanıyordu. Özüm’ün sürekli yanında gördüğü, ondan yardım istediğinde ise ona yardım etmeyen kızdı.

 

Özüm, Alper’den biraz uzaklaşmak istediğinde arkadaşının yanına yönelmişti ki bir anda adamın koltuğunun altına çekildi. Beklenmedik bir şekilde gerçekleşen bu hareketin ardından genç kızın saçlarının üzerine minicik bir öpücük kondurdu.

 

“Benden bir adım öteye gidemezsin güzelim." dedi ve Hande’ye keskin bir bakış attı. Hande onun bu meydan okumasına karşın arkadaşının kolundan çekiştirip kendi yanına çekmeye çalıştı.

 

“Ne demek bu be? Bıraksana arkadaşımı, sen yokken ben vardım buralarda bir kere, hem sen daha sınavı geçemedin bile enişte bey bozuntusu. Bakalım benim arkadaşıma uygun musun? Sevgililik kriterlerini geçebilecek misin?”

 

“Bıraksana kızım sevgilimin kolunu? Hem ağzından çıkan enişte bey kelimesine göre çoktan beni kabullenmişsin. Hem ne o kriter mıriter?" dedi tüm muzipliğini yüzüne takınırken.

 

Hande duydukları ile şoka girmiş bir halde gözlerini kocaman açtı. Bu adam ne kadar patavatsızdı böyle?

 

“Bana bak Alper Efendi, beni dellendirme bak sonu çok fena olur.” Bir elini beline sarıp, bir eliyle işaret parmağını havada adamın yüzüne doğru sallarken gözlerini de kısmıştı.

 

“Aaa çok ayıp baldızcan bende sana şöyle mükellef bir kahvaltı ısmarlamak istiyordum. Hem de bol çaylı. Ama sen şimdi Alper Efendi falan hiç oluyor mu böyle? Şu an resmen kalbimi kırdın.”

 

“Kahvaltı mı? Çay mı?” Bir anda Özüm’e döndü “Ne dedi o? Çay dedi dimi? Dedi de, çay dedi de." diye duyduklarına onaylatmak istercesine arkadaşına bakıyordu.

 

Sabahın ilk ışıklarıyla soluklarını okulda almışlardı. Hande ise asla açlık konusunda sınava tabi tutulacak bir kız değildi. Özellikle kahvaltının yanında ki çay demek onun için akan suların durması demekti.

 

“Evet, bildiğim bir yer var ağzına layık çok güzel serpme kahvaltı hazırlıyorlar.”

 

“Aaa olur mu hiç öyle şey enişteciğim." dedi ve Alper’in boşta olan koluna girerek onu ileriye doğru sürükleyerek çekiştirmeye başladı.

 

“Özüm’ün sevgilim dediğini ben abi diye öper başıma koyar baş tacı yaparım. Ne demek kriter mriter yani? Eee neredeydi şu kahvaltı yeri gidelim hadi." dediğinde Alper’i de Özüm ile birlikte çekiştirerek sürüklüyordu.

 

Hande’nin dirayeti de buraya kadardı işte. Özüm şaşkınlıkla arkadaşına bakıyordu. Bu kız deliydi, hem de zır deli… İki dakika da bir kahvaltıya bir çaya Alper’i enişte yapıvermişti hemen kendine. Hâlbuki yol boyu Özüm’ün beynini yemiş ve Alper’e ne tür işkenceler yapacağını zevkle bir bir anlatmıştı. Bu neydi ki şimdi?

 

Alper’de Hande’nin hassas damarı olan kahvaltıyı ve düşkünlüğün ötesinde tiryakisi olduğu çay sevdasını biliyordu. Özüm’ün mutluluğu kendi mutluluğuydu ve onun mutluluğunu sağlayacak her şeyi yapardı. Buna zır deli arkadaşının baldızı olduğu gerçeğini kabul etmesi de dahildi. Eee gülü seven kaktüs dikenli baldıza da katlanırdı değil mi?

 

***

 

“Siz hiç dünyaları verdiğiniz bir insanın,

 

Başınıza dünyanızı yıktığına şahit oldunuz mu?”

 

Günler günleri kovalarken Alper’in Özüm ile olan aşkı doludizgin devam ediyordu. Birbirlerinin hayatlarına akıp gitmeye başladıkları o günden bu yana güneş onlara ayrı bir güzel doğuyordu. Nefessiz yaşıyorlardı tüm duygularını, kalpleri mutluluklarını taşıyamayacak kadar dolup taşıyordu.

 

Aşk tüm hücrelerine coşku ile nüfuz ederken yüzlerinde yarattığı tek şey heyecanı içinde barındıran gülümsemeydi. Aşk artık onların gözlerinde açık bir kitap gibi okunuyordu. Yavaş yavaş dönem sonu yaklaşıyordu. Bir yandan aşklarına ara vermeden doludizgin devam eden ikili bir yandan da yaklaşan sınavlarına hazırlanıyorlardı.

 

Özüm’ün annesi kızındaki değişimleri fark ediyor ama onun hazır olduğunda gelip kendisine anlatmasını bekliyordu. Hande ise Alper’in canına okumaya devam ediyordu. Bir de Leyla vardı. Özüm’ün içten içe şüphelendiği, imalarından huzursuz, bakışlarından da delicesine rahatsız olduğu ve sevdiği adam ile aralarındaki tek gerilim konusu olan kız.

 

Alper’in Özüm’e karşı sert olduğu tek konu Leyla’ydı. Adeta kırmızı sınır çizgisiydi. Özüm her Leyla diye laf açtığında ağzına tıkılan kelimeleler bir bir canını yakıyordu. Leyla adeta ikisinin de kırılma noktasıydı.

 

Özüm Hande ile oturmuş Alper’in dersten çıkmasını bekliyordu. Genç adamın bugün önemli bir sınavı vardı. Sınavı bittiği anda birlikte bu kritik imtihanı atlattığı için kutlama yemeğine çıkacaklardı.

 

Özüm saatine baktı ve sınavın çoktan bitmiş olması gerektiğinin farkına vardı. Büyük bir sevinçle Alper’i aramak için telefonunu çantasından çıkardı. Elleri titreyerek onun isminin üzerine aramak için dokundu. Telefonu kulağına götürdüğünde uzun uzun çaldı ama açan olmadı. Daha çıkmadı herhalde diyerek düşündü ve eline aldığı telefonu masa da sıkıntıyla döndürmeye başladı. Onun bu huzursuz halleri ile eğlenen Hande “Ne oldu kuzum açmadı mı yarin telefonu?" dedi kıkırdayarak.

 

“Of Hande ya hiç uğraşamam seninle." dedi burnundan soluyarak.

 

“Bana ne kızıyorsun kızım, sanki ben açmadım telefonu. Hem adam çıkmıştır sınavdan geliyordur amma pimpiriklendin sende alt tarafı bir imtihan ne kadar büyüttün böyle?”

 

“Bunu bana sen mi söylüyorsun?" dedi hayretle bakıyordu gözleri. “Utanmasan sabah Alper’e okunmuş pirinç yutturacaktın." Gözlerinin önüne sabah ki o görüntü geldiğinde gülmemek için kendini zor tuttu. Hande arkadaşının dudaklarını gülmemek için ısırdığını gördüğünde kaşları çatıldı ve oturduğu yerde doğruldu.

 

“Ne var canım, o kadar çok önemli, kritik, hayat memat meselesi dediniz ki ana cevazımın benim için okuttuğu pirinçleri paylaşayım dedim. Ama sizede yaranılmıyor ki arkadaş. Ben yiyecektim o pirinçleri ki he heyt be dolduracaktım o kalbim kadar saf beyaz teslim ettiğim kâğıdı. Seninkine de pek fayda ettiğini sanmıyorum ama umut dünyası işte belki bir işe yarar dedik. Adam dört senedir bir derste takılıp kalmış her yolu deneyelim dedim, fena mı yaptım yani?" dedi ve kahkaha atmaya başladı.

 

Bu sınavın Alper ve Özüm için ne kadar önemli olduğunu bildiği için onlara elinden gelen her desteği vermek istemişti. Bu onlara çalışma ortamı hazırlama, dersi olmasa da sabahın köründe okula gelip Özüm’ün annesinin dikkatini çekmesini engellemek gibi bir sürü şey yapmıştı. Tüy dikme işini de elinde ki okunmuş pirinçler ve okunmuş su ile sınava gitmek için hazırlanan Alper’in üzerine doğru oldu.

 

Alper’in bir “Baldız." diye haykırışı vardı ki Hande o pirinçleri korkudan nereye geriye koyacağını bilememişti. Genç adam gitmeden önce Özüm’ün alnından her zaman yaptığı gibi küçük bir öpücük çalmıştı. Şansı o zaman yüreğine keyiflice oturmuştu.

 

Geçen saatler giderek Özüm’ü endişelendirmeye başladı. Arıyordu. Hem de deli gibi aralıksız, defalarca … Sınav biteli yaklaşık üç saat olduğu halde Alper ortalarda yoktu. Özüm delirmek üzereydi. Daha saatler önce onu buradan alnına dokunan dudakların sıcaklığı ile uğurlamıştı. Daha kokusu burnundayken şimdi Alper ortalarda yoktu. Hande arkadaşının endişesini azaltmak için onu sakinleştirmek adına koluna dokundu.

 

“Özüm, bir işi çıkmıştır. Biraz sakin ol. Bak görürsün az sonra sapasağlam gelecek.” Dese de Hande de korkuyordu. Alper Özüm’ü üzecek bir davranışta asla bulunmazdı. Neredeydi bu adam böyle? Özüm’ün eli telefona tekrar tekrar gidiyordu. Aramalarını mesajları takip ediyordu ama yok yoktu. Ne mesajına ne aramalarına Alper bir türlü cevap vermiyordu. İçi içini yerken gözleri dolmaya başladı.

 

Yüreği paramparça oluyordu. Ruhu canından acımasızca çekiliyordu. Masaya oturup, ellerini başının arasına almış saçlarından sımsıkı tutuyordu. Gözlerinden akmak için hazırlanan yaşları geri ittirmek istiyordu. Şimdi ağlayamazdı. Şimdi olmazdı. O gelecekti. Kendi kendisini teskin etmeye çalıştığı o anlarda Hande’nin sesini duydu.

 

Hande buz gibi mesafe dolu bir ses tonuyla “Senin kayıp bulundu hem de yanında bir adet gereksiz promosyonuyla." dediği anda başını aniden kaldırdı Özüm. Hande’nin ne demek istediğini gözleriyle gördüğü manzarayla daha iyi idrak etti.

 

Alper kaşları çatık, yüzü öfkeden kızarmış Leyla’yı yürümesi için çekiştiriyor adeta sürüklüyordu. Leyla’yı çekelediği elinde ise kan izlerinin olduğu küçük yaraları gördü. Özüm bir an hayal gördüğünü zannetti. Yok bu kadarı da fazlaydı. Onun sevgisi böylesine bir sınavı hak edecek, böylesine bir manzaraya şahit olmak zorunda kalacak bir sevda asla değildi.

 

Alper Leyla’nın kolundan çekiştirerek Özüm’ün bulunduğu masaya getirdi. Sertçe onu sandalyeye oturttu.

 

“Alper, ben…" dedi Leyla daha fazla konuşmasını engelleyen “Kes sesini Leyla." diyen Alper’in sert ve öfke dolu sesi oldu.

 

Özüm şaşkın bir halde gözünün önünde akıp giden ve şu an yaşanmakta olan saçma sapan şeyi anlamaya çalışıyordu. Kendini toparlamak için yüreğinde büyük bir savaş veriyordu. Leyla pişkin bir yüz ifadesiyle ellerini göğsünün altında birleştirip gözlerini Özüm’e dikmişti. Alper ise ayakta bir ileri bir geri gidiyor, kafasından bir şeyleri halletmeye dahası içinde bir şeyleri hazmetmeye çalışıyor gibiydi.

 

Hande “Alper ne oluyor burada?" diye hiddetle bağırdığında tek istediği bir an önce arkadaşının en az zararla bu olaydan söküp almaktı. Ama genç adam buna izin vermedi.

 

Çok sert ve otoriter bir tavırla “Şimdi değil Hande." diyerek elini onun susması için havaya kaldırdı. İtiraz kabul etmeyen öfkeli sesi Hande’yi de afallattı. Özüm’ün daha fazlasına tahammülü kalmadı.

 

“Alper." dedi sesi uzak çok uzaktı sevdiği adama, bir anda arasına ırak mesafeleri sokmuştu. Fark etti adam, bu soğukluğu, yüreğinin en derininde bu ıraklığı hissettiği anda yaşadığı zamana geri döndü. Sevdiğim dediği kadının gözlerinde akıp gitmeye hazır yaşları gördü. Ve ona bu anı yaşattığı için kendine içten içe edepsiz küfürler sıraladı.

 

Alper’in gözü dönmüştü. Tam sınava girerken çalan telefonun da haftalar önce kantinde evire çevire dövdüğü çocukla Leyla’nın birlikte gittiğini haber veren bir mesaj almıştı. İşte o an kan beynine sıçramıştı.

 

Leyla ona emanetti. Ne öncesi ne de sonrasını planlamadan onların yerlerini öğrenerek sınavı hesap etmeden çıkıp gitmişti. Onları bulduğu zaman hışmından ne Leyla ne de yanındaki şerefsiz herif kurtulamamıştı.

 

Alper Leyla’yı defalarca uyarmıştı, uzak duracaktı o heriften ama tüm ikazlarını yok sayan kız durmamıştı. Alper’in lafını çiğneyip o adamla birlikte yine gitmişti. Şimdi ise karşısında utanmadan açıklama yapmak istiyordu. Sözünü dinlemeyen ve onu yok sayarak adım atan hiç kimseye eyvallahı olmazdı. Leyla bu yaptığının bedelini en ağır şekilde ödeyecekti.

 

Beyninde bin bir düşünce içinde kaybolurken onu kendine getiren tek etkiydi Özüm’ün ırak sesi. Kederle ve pişmanlıkla baktı bir an sevdiği kıza.

 

“Sen neredeydin Alper?" dedi ölüm sessizliği içinde şimdi fısıltı gibi geliyordu sesinin tınısı. Canı yandı adamın, onu bu hale getirmenin bedelini ruhundaki tonlarca ağırlıkta hissediyordu.

 

“Benim yanımdaydı." dedi Leyla pişkince hiç utanmadan. Ortamın bu şekilde gergin olmasının memnuniyetini yüzünde okumuştu Özüm.

 

“Sana sus dedim Leyla, ayıbın bil yerinde otur ve sus artık." diye haykırdı Alper.

 

Özüm aldığı cevap ile yavaşça ellerini masaya dayayarak usulca yerinden kalktı. Kızın gözleri tuhaf bakıyordu ve bu gariplik karşısındaki adama nefes aldırmayı dahi unutturuyordu.

 

“Sen Leyla’nın yanında mıydın?" dedi artık sadece onun gözlerine bakıyor ve tüm her şeye kulaklarını tıkıyordu. Alper’den gerçekleri öğrenmek istercesine bakıyordu. Duymak istediklerini söylemesi için adeta yalvarıyordu.

 

“Ben Leyla’yı almak için gitmiştim." dedi her bir kelime şimdi boğazına takılıyordu.

 

“Neden?" dedi alacağı cevaptan deli gibi korkuyordu.

 

“O adi şerefsizle buluşmaya gitmişti. Benim uyarıma rağmen, bana rağmen, bana söz vermesine rağmen beni ezip geçti ve o adamın yanına gitti. Aylar öncesinde burada dövdüğüm, kendisine zarar verecek herifin yanına gitti." dedi aklına gelen görüntüler onun öfkesinin artmasına sesinin olabildiğine keskinleşmesine sebep oluyordu.

 

“Sınava girdin mi Alper?" dedi birbirinden alakasız soruların gelmeye başlaması Alper’i tedirgin etti. Çünkü bu sorular büyük bir patlamanın sadece ön hazırlığıydı.

 

“Hayır.” Tek ve düz bir cevap tok sesiyle yankılandı.

 

“Demek öyle.” Ellerini masa da bulunan kitapların üzerinde gezdirdi. Daha sonra sımsıkı tuttuğu kitapları Alper’e doğru öfke ile fırlattı.

 

“Sen ne yapıyorsun, delirdin mi?" dedi şaşkınca. Böyle bir tepkiyi herkesin içinde pervasızca beklemiyordu, biraz fazla çocukça gelmişti.

 

“Ben mi ne yapıyorum?” Bir anda ayakta duran adamın dibine kadar geldi. Şimdi en yakın mesafe de gözleri ışıl ışıldı.

 

“Ben mi ne yapıyorum?” İşaret parmağını adamın göğsüne her bir kelime de delercesine bastırarak konuşmaya başladı.

 

“Sana söyleyeyim bay Adanalı, ben günlerdir salak gibi sevgilimin dört senedir geçemediği dersi geçmesi için seferber oluyorum. Onun o dersi geçebilmesi için aileme olmadık yalanlar söylüyorum. Onun yanında olabilmek için her anımı her fırsatımı değerlendiriyorum. Bir geri zekâlı gibi oturmuş onun sınavının iyi geçmesi için dua ediyor dersten çıkacağı anı dört gözle bekliyorum. Bir aptal gibi üç saattir başına bir şey mi geldi korkusu ile gözyaşı döküyorum. Sen söyle Alper ben bunları yaparken sen ne yapıyorsun?”

 

“Özüm.”

 

“Sus onu da ben söyleyeyim. Adını ağzıma aldığım her an beni azarlamaktan geri kalmadığın emanetinin peşinde koşmaktaydın değil mi? O emanetin ise ben neyinim Alper? Ben kimin? Saatlerdir bir salak gibi seni burada bekliyorum ve sen her şeyi geçtim, aramanı mesaj atmanı geçtim. Benim telefonlarıma bile bakmadın be adam.”

 

“Özüm yeter artık rezil oluyoruz. Abarttığın kadar bir durum yok ortada.”

 

“Ben mi abartıyorum? Dalga geçiyor olmalısın Alper. Sana bu kızla arandaki mesafeyi koru dedim. Mesafe ile emanetine sahip çık dedim. Ama sen ne yaptın? Utanmadan kızı kolundan çekiştirip başka adamın yanından alıp geldin ve arlanmadan tüm herkesin gözü önünde benim masama oturttun. Sana ne Allah’ın cezası, sa-na ne? Sen kimsin, neyisin bu kızın da görüştüğüne ettiğine karışıyorsun?”

 

“Sana anlattım ama anlamak istemiyorsun Özüm? Leyla benim sorumluluğumda, bu okulda olduğu sürece de bu böyle olacak.”

 

“Neyi anlattın ya, kafayı yiyeceğim, söyler misin bana sen bana neyi anlattın? Sen daha kendi sorumluluklarını yerine getiremeyen, okulunu, hayatını, en kritik sınavını bile düşünmeyen bir adamsın. Sen kimin sorumluluğundan bahsediyorsun?”

 

“Otur şuraya da sakince konuşalım." diyerek Özüm’ü kolundan tutup oturtmaya çalıştı ama girişimleri başarısız oldu.

 

“Bırak beni, dokunma bana." diyerek haykırarak kendisine karşılık veren bir Özüm’ü hiç beklemiyordu.

 

Alper ellerini havaya kaldırıp “Tamam dokunmuyorum sakin ol ve otur. Konuşalım güzelce." dedi.

 

“Hayır, artık benim seninle konuşacak hiçbir şeyim kalmadı. Sana emanetinle mutluluklar dilerim." dedi ve sandalyedeki çantasını alıp önüne bile bakmadan keder ve öfkenin girdabında koşarcasına adım adım ilerledi.

 

Alper’in “Özüm." diye kantini öfkesiyle inleten sesine aldırış etmeden tam çıkıyordu ki bir anda sert bir şeye çarptı. O sert şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırken dengesini yitirdi ve bir anda tanımadığı yabancı kolların bedenini sardığını hissetti.

 

Üzüntü o kadar sarıp sarmalamıştı ki neyin içinde, ne durumda olduğunu düşünecek durumda değildi. Gözlerini açtığında bir yeşil gözün kendine tedirginlikle baktığını gördü. Tanımadığı bir yüz, tanımadığı yabancı eller bedenine dokunurken yüreği bu durumdan rahatsız olmuştu. Onun dışında biri daha tüm bu yaşananlardan rahatsızdı. Özüm’ü düşmekten son anda kurtaran kollara minnet etmek yerine şiddet uygulamak için yerinden öfke ile kalkan adamın ikisi de farkında değildi.

 

“İyi misiniz?" diyen yeşil gözlü çocuk başına az sonra geleceklerden habersizdi.

 

***

 

“İyi misiniz?" diyen yeşilin en koyu tonuyla endişeli gözlerle onu süzen çocuğa şaşkınca bakıyordu. Ne olduğunu bile anlayamadan sendeleyerek düşmekten son anda kurtulmuş ve şimdi bir yabancının kollarını kendine sığınak gibi görmüştü.

 

“E-evet." diye kekeleyen sesi korku içinde çıkmıştı. Alper o anlarda kanın beynine öfke ile sıçramasına sebep olan görüntüye daha fazla tahammül edemedi. Yerinden alevler içinde yanan bir ok gibi fırladı ve sevdiği kızı tanımadığı ama artık düşmanı olarak kabul ettiği adamın kollarından sertçe çekip aldı. Özüm şaşkın bir halde hala neler olduğunun bilincine varmaya çalışıyordu. Yeşilin en zifiri karanlık bakışlarına sahip çocuğun tek niyeti kollarındaki genç kızı düşmekten kurtarmaktı. Fakat şimdi kendisine kırmızı görmüş bir boğa gibi bakan feveran duygulara sahip bu adamla gereksiz yere işi olduğunu anladı.

 

“Sen kimsin de dokunuyorsun ulan Özüm’e?" dedi az sonra bir cinayet işleyecek gibi gözünü kan bürümüştü. Kızı bir anda celallenerek canının acımasına aldırış etmeden sertçe çekip aldı. Sevdiği kıza kimse el uzatamazdı. El uzatıldığı an Alper büyük bir zevkle o ellerin her bir parmağı ile tek tek ilgilenebilirdi.

 

“Arkadaşım bir sakin ol Özüm’ün sadece düşmesine engel oldum başka bir amacım yoktu." dedi ellerini havaya teslim olur gibi yukarıya doğru dokunmadığını gösterircesine kaldırdı.

 

“Onun adını ağzına alma.” Bir adımla çocuğun dibine geldi gözlerinin içine tehditkâr bir şekilde bakarken her bir kelimesi tükürür gibi çıkmıştı ağzından. “Bir daha bu kızın yüz metre yakınına dahi yaklaşmayacaksın duydun mu beni?” Cümlesi kantin içinde yüksek perdeden yankılanırken ne sevdiği kız ne de ona bakan gözler umurundaydı. Özüm’ün kolundan tutup emredercesine “Yürü gidiyoruz." dedi sertçe.

 

Özüm yaşadıklarının gerçekliğine inanamazken kolundan çekiştirilmesiyle adeta üzerine karabasan çökmüş korkutucu kâbustan uyanır gibiydi. Bu adam kendini ne zannediyordu böyle? Karşısındaki adama teşekkür etmek yerine resmen herkesin gözleri önünde onu tehdit etmişti. Özüm çekiştirilen kolunu sürüklenen bedenini içinde giderek yükselen öfke sayesinde yakıcı bir cesaret ile kendisini kurtardı.

 

“Dokunma bana. Ben seninle hiçbir yere gelmiyorum.”

 

Alper duyduğu bu sözler ile artık iyice zıvanadan çıktı. Bugün yaşadıkları çok fazlaydı. Her an kontrolünü yitirip etrafında taş taş üstüne bırakmayabilirdi. Karşısındaki kız Alper’i o sınıra umarsızca sürüklüyordu ve bundan haberi bile yoktu.

 

“Özüm zorlama beni, yürü dedim sana.” Ona aldırış etmeden tekrar kolundan tutmaya çalıştığı sırada “Bırak kolumu Alper ben seninle hiçbir yere gelmiyorum." dediği anda yeşilin renklerine ev sahipliği yaptığı bakışlar araya girerek kızı Alper’in sert tutuşundan kurtardı.

 

“Arkadaşım kız seninle gelmek istemiyor. İstersen biraz sakinleş sonra konuşursunuz." Tüm kibarlığını yüzüne mesken etmişti. Ama nereden bilsin karşısında nezaketten nasibini almamış bir belalı olduğunu.

 

Alper’in tüm sınırları karşısında artık ezeli düşmanı olarak kabul ettiği çocuğun sözleriyle yerle bir olmuştu. Bu adam kimdi böyle de ona akıl veriyordu? O kimdi ki sevdiği kıza tekrar el uzatmaya cüret ediyordu? Öfkeden sinir damarları atmaya başladı. Gözlerini kapadı derin bir nefes alıp verdi. Daha ne olduğunu anlayamadan kendisini az önce Özüm’e dokunma cesaretini gösteren çocuğun üzerinde soluğu aldı.

 

“Sen kimsin ulan? Sen kimsin de benim canımın özüne dokunuyorsun? Hangi hakla…" diyerek yumruklarını birbiri ardına savurmaya başladı.

 

Çığlık çığlığa dağılan insanlar, yerdeki yeşilin en güzel tonuna ev sahipliği yapan kanlar içinde yatan çocuk ve üzerinde gözlerini gazap bürümüş Alper… Daha fazla dayanamayan Özüm Alper’i kolundan çekelemeye niyetlenip, çığlık çığlığa onu durdurmaya çalışıyordu.

 

Korkuyordu Özüm, ilk defa sevdiğim dediği adamdan delicesine ürküyordu. Onu hiç böylesine çıldırmış gibi görmemişti. Alper tüm tehditlerini yerde kanlar içinde yatan adama savururken “Bir daha onun yanına yaklaştığını görür,duyar ya da sezersem senin de sülalenin de varlığını bu dünyadan silerim duydun mu beni?”

 

Özüm onu kolundan çekiştirerek kantinin dışına doğru yalvarırcasına sürükledi. Gözleri yaşlı olanlara anlam veremezken herkesten uzaklaştığını anladığı an elinden tuttuğu adamı gücü yettiğince geriye doğru savurdu.

 

“Sen ne yaptığını sanıyorsun? Okulun ortasında kabadayı gibi gezip canının istediği herkesi dövemezsin.”

 

“Canımın istediğini dövmüyorum Özüm, bana ait olana el uzatanın canına okumak ban farz anlamıyor musun?”

 

“Sana ait mi? Nasıl cümleler bunlar Alper? Ben sana ait falan değilim, bunu o kalın kafana sok artık. Sen kimsin de ben sana ait olacağım?”

 

“Sen bana aitsin. İki cihanda da yanımdan ayırmayacağım, nefsimden önce ruhumun arzuladığı şu dünyadaki tek kızsın.”

 

“Alper, beni delirtme, beni delirtme yeter artık. Benim seninle uğraşacak gücüm yok. Anladın mı beni? Ben senin isteklerini karşılayamam, ben seninle baş edemem. Seninle sevgi, aşk, birliktelik kriterlerimiz çok farklı. Ben seninle olamam bunu bugün yaptıklarınla, sözlerinle çok net olarak anlattın bana. Bitti, anladın mı? Bitti.”

 

“Özüm yapma be iki gözümün nuru. Biraz olsun anlamaya çalış beni, seni öyle görmek azapların en büyüğüydü. Başkasının kolları arasında onun gözlerine baktığın an benim için ölümden beterdi Özüm. Ben buna dayanamam, benim buna katlanmamı sessiz kalmamı nasıl beklersin?”

 

“Alper, bunu anlamak bu kadar mı zor o çocuğu tanımıyorum bile bir anda düşmek üzereyken beni kurtardı. Hepsi bu, olayın bu boyuta ulaşmasına sebep olacak bir an yaşanmadı. Ona minnet edeceğin yerde şu çıkardığın rezalete bak.”

 

“Seni benden başkası kurtaramaz ulan.”

 

“Bana lanlı lunlu konuşma, ağzından çıkanı kulağın duysun, karşında benim olduğumu unutma Alper.”

 

“Unutturma o zaman, benim damarıma damarıma basma. Sinirlerimi oynatmaktan da vazgeç. Bırak çocukluk yapmayı.”

 

“ Ben mi çocukluk yapıyorum? Sen benim fıtratıma ters olan her şeyi yaparken iyi değil mi? Hem Leyla…”

 

“Yeter artık Özüm, sürekli Leyla, Leyla demenden bıktım. Bu durumu anlamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun. O kız bu okulda olduğu sürece benim sorumluluğumda. Ailesi bana emanet etti.”

 

“Asıl sana yeter Alper bu kadar empati yoksunu bir adam daha görmedim ben hayatımda. Geç de bir aynanın karşısında kendine bak beni ne hale soktuğunu yansımana bakarak düşün. Sen nasıl bir adamsın ki küçük bir çarpışma esnasında beni düşmekten kurtaran adama teşekkür etmek yerine onu kanlar içinde yerlerde bırakıyorsun. Benim ise seni sürekli bir kızla görmemi ve ona laf söyletmemeni anlamamı istiyorsun. Sen bugün o kız için dört senedir kaldığın dersin, günlerdir seferber olup seni çalıştırdığımız sınava girmedin. Onu sırf bir adamın yanına gittiği için sen kendi hayatını feda etmeyi göze aldın. Sen ne istediğini bilmiyorsun Alper. Bir elin yağda bir elin balda yaşayamazsın. Yaşasan da ben böyle bir hayatı kabul etmem. Benim midem bu kadar geniş değil. Senin umurunda olmasa da benim de bir gururum var. Hiçbir erkeğe gururumu çiğnetmem, aşkından ölsem de bu hakkı ona asla tanımam, karakterime ters bir hayatı ömrüme kader diye biçmem. ”

 

“Ne demeye çalışıyorsun Özüm?”

 

“Bitti diyorum Alper, anladın mı bitti. Seni terk ediyorum. Ben senin gibi bir adamla hayatımı mahvedemem." dedi ve daha fazla bir şey söylemeden gözyaşları içinde koşarak oradan uzaklaştı. Arkasında tükenmiş, bitmiş bir adam bıraktığından habersizdi.

 

Öfke, kimi neye ne zaman kurban edeceği belli olmayan ilkel bir duygudur. Anlatmasını ya da dinlemesini bilmeyen, bunu öğrenmeyi beceremeyen her insan hayatında bir şeyleri öfkeye feda etmek zorunda kalır.

 

Alper anlatamadığı için, Özüm ise tam olarak dinlemediği, dinlese de yaşananları istediği gibi yorumladığı için, iki insanın belki de en güzel anları yaşama şanslarını elden uçup gitmişti. Alper bitmiş, Özüm eksilmişti. İkisi içinde zorlu zamanlar ayak seslerini duyururken bir şeyler düzelir miydi? Kim bilir?

Bölüm : 24.12.2024 06:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...