
“Üşütüyor sensizlik, alışmanın mümkünatı yok ki yoksunluğuna…
Çaresiz bir dert gibi sardın dört bir yanımı.”
Özüm, kalbine esaret prangasının ağırlığını yükleyen, parmağında taşımakta güçlük çektiği altın halkaya bakarken hala nişanlandığına inanamıyordu. İçi sıkılıyor, kasaveti olanları almıyor, ruhu daralıyor, yüreği git gide tedirgin oluyordu. Ne kadar zaman olmuştu ki daha sözlüsünü tanıyalı?
Cem, müstakbel nişanlısı… Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki Özüm’ün olanları durdurmaya gücü bir türlü yetmemişti. O sadece ailesinin bitmek tükenmek bilmeyen ısrarlarının ardından Alper’den sonra ilk defa birine “Tamam, en azından bir görüşelim.” demişti. Amacı sadece ailesinin baskısından kurtulmak için tek bir cümle ile onları geçiştirmekti. Fakat annesi bu durumu fırsat bilip işleri öyle bir hale getirmişti ki genç kız olanlara inanamıyordu.
Yüzlerce insanın önünde yanı başında Cem ile birlikte parmağında nişan yüzüğü ile kendisini buluvermişti. Bu iş nasıl bu hale gelmişti ve dahası bu işin içinden nasıl çıkmayı başaracaktı? Artık kendisi de bilmiyordu.
Özüm derin düşünceler içinde kaybolurken küçük bir kızın eline tutuşturduğu kâğıt ile bir an afalladı. Cem’e fark ettirmeden kâğıdı açıp içindeki yazıyı görünce okuduklarına inanamadı. Birinin kendi ile fena halde dalga geçtiğini bile düşünüyordu.
Kâğıtta “Bekleme odasına gelmezsen burayı birbirine katarım. Alper.” Yazıyordu.
“Alper mi? Burada mı? Nasıl olur? Bunca yıldan sonra…” Rüya âlemindeymiş gibi sayıklarcasına fısıldadı.
Özüm kâğıttaki ismi görür görmez allak bullak oldu. Yıllar önce döneceğim diye çekip giden adam bir not ile karşısına utanmadan tekrar çıkmıştı. Hem de nişan töreninde… Elleri titriyor gözlerindeki yaşları geriye ittirmeye çalışırken derin derin nefes alıp veriyordu. Ne kadar gitmek istemese de ayakları merakına yenik düşmüştü. Yavaş yavaş bekleme salonuna doğru ilerlerken yüreğinin titrediğini hissediyordu.
Bekleme salonunun önüne geldiğinde elini kapı koluna koydu. Diğer elini kalbinin üzerine yerleştirerek derin bir nefes alıp verdi. Tüm gücünü toplayıp hesaplaşmak için odaya adımını attı. Arkası dönük olan adam kapı açılır açılmaz yönünü genç kıza döndü. Bakışlar birbirini bulduğunda hayat durmuştu sanki… Yılların özlemi gözlerde tutuşurken, vücutlarındaki ateş ortamı alevlendirmeye yetmişti.
“Sen ne saçmalıyorsun? Yıllar sonra karşıma çıkmış ve sadece seni almaya geldim mi diyorsun bana?”
“Özüm, özledim. Hem de çok…” Sesi inlercesine çıktı.
“Kes şöyle konuşmayı. Ne istediğini söyle ve biri seni burada görmeden çek git.”
“Özüm ben döndüm. Senin için geriye döndüm. Beni iyi tanırsın seni almadan da buradan asla gitmem.”
“Dalga geçmediğimi bilecek kadar beni çok iyi tanıyorsun Özüm.”
“Doğru, haklısın. Seni en iyi tanıyan ben değil miydim? Söylesene bana bu neyin bedeliydi o zaman? Bana anlatsana yaşattıkların neyin nesiydi? İnsan düşmanına bile çektirdiğinin sebebini açıklar ve öyle çekip gider. Sebepsiz gidişinin yüzsüzce bir dönüşü olacağını tahmin etmezdim.”
“Kader mahkûm ettiyse beni senin hayatına, söylesene bu saatten sonra ne gelir elimden? Kaçışım olmadığını daha gittiğim gün biliyordum ben.”
“Neden gittin o zaman kahrolası, tek bir haber bırakmadan neden gittin ve onca yıl geri dönmedin? Beni burada yapayalnız bir başıma bıraktın.”
“Gitmek zorundaydım. Bunu sana nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Öğrendiklerim gitmemi zorunlu kıldı. Geri dönemedim.”
“Gerçekten çok komik bir adam olmuşsun.” dedi yapmacık bir kahakaha attı. “Seni tanımasam haline üzüleceğim. Ama seni çok iyi tanıyorum. Aşina olduğum yüzsüzlüğün ile yine sınanıyorum. Sen neyin cezasısın Alper? Daha ömrüme kaç bela musallat edeceksin? Söyle ödemem gereken bedel hala bitmedi mi? Yüreğime çektirdiğin azap yetmedi mi?”
“Özüm yapma be iki gözümün nuru, yapma beni bir dinle ne olur?”
“Bana şöyle deyip durma, ağzına adımı alma… Yıllar önce vazgeçmedin mi sen benden? Her şeyin en güzel yaşandığı o anlarda bir başıma bırakıp çekip gitmedin mi? Geleceğim dedin sen bana… Gittiğin sadece basit bir tatildi. Günlerce yolunu gözledim, gözyaşlarımın içinde kahrolurken ben seni delicesine özleyerek bekledim be adam. Gelecek dedim. Bir gün geri gelecek… Beni yarım bırakmaz. Beni öldürmez. Ama sen çekip gittin. Dönmeyeceğini bile bile ben seni bekledim be Alper… Günlerce, aylarca, yıllarca hakkım olmadığını bilerek bir ses, bir nefes bekledim.”
“Özüm gerçekten açıklayabilirim.”
“ Açıklayacaksın öyle mi? Neyi Alper? Ben evleneceğinin haberini bir davetiye ile duyduğum an işte o an her şey bitti. Sen biti o gün sana olan tüm aşkımı tükettin. Şimdi yüzsüzce karşıma çıkmış ve ben senden vazgeçmedim mi diyorsun? Kusura bakma ama senin sözlerine inanan o aşk cahili kızı yıllar önce kendi ellerin ile sen öldürdün. Sen o aşka inanan masum kızın katili oldun. Bak gözlerimin içine, bak, gücün yetiyorsa yüreğin var ise bak gözlerimin içine duy benim acı çeken çığlıklarımı. Duy gözlerimdeki haykırışları, bak orada senden tek bir iz kaldı mı? Bakamazsın tabi, gücün yok, yüzün yok gözlerimin içine bile bakmaya…”
“Özüm, doğru gücüm yok, gözlerindeki beni görmemeye değil, çektiğin acıyı görmeye gücüm yok. Ben hala gözlerinde, sözlerinde ve yüreğindeyim. Biliyorum Özüm hala benim ile nefes alıp benim ile can buluyorsun. Bunun aksine asla inanmam, beni buna hiçbir zaman inandıramazsın.”
“Öyle mi? Peki bu parmağımdaki yüzük ne? Bu yüzük kime neyin bağı? Az önce kaderime yeni bir yön çizdim ben ve artık sen o kaderin içinde yoksun. Şimdi rezillik çıkmadan nişan törenimi terk et. Defolup git buradan.”
“Özüm, ben buradan sensiz asla gitmeyeceğim. Bu nişan benim yüreğimde geçersiz bir törenden başka bir şey değil. Parmağına taktığın o değersiz halka beni bağlamaz.”
“Alper çık git hayatımdan, defol buradan. Seni bağlamaz ama benim kaderim artık başka biriyle bağlandı.” Arkasına bile bakmadan gitmeye yeltendiği o anda ne olduğunu bile anlamadan kendisini Alper’in omzunda buldu.
“Defolacağım, defolacağım ama yalnız değil seninle gideceğim buradan küçük hanım.”
“Alper saçmalama bıraksana beni? Ne yapıyorsun? Biri görecek şimdi.”
“Beni dinlemeden seni asla bırakmayacağım. Ve o halkayı canım pahasına da olsa senin parmağında durdurmayacağım.”
“Alper aptallık etme bırak beni diyorum sana, bu halde biri görecek rezil olacağız.” dese de Alper’in durmaya da onu dinlemeye de pek niyeti yoktu. Hayatları üzerine oynanan tüm oyunları bozmak için bu son fırsatıydı. Onu kaybedemezdi. Ona bilmediği tüm her şeyi açıklayacaktı. Ve öğrendiğinde Özüm de ona hak verecekti. En azından Alper’in tutunduğu tek dalı, umudu o yöndeydi.
Alper Özüm’den vazgeçemezdi. Peki ya Özüm Alper’in anlattıkları ile ikna olacak mıydı? Yılların acısını Alper’in sözleri silip atabilecek miydi? Bilmiyordu ama başarmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Son nefesine kadar onun için mücadele edecekti.
Özüm’ü omzuna atıp kapıyı açtığı anda karşısında Hande’yi gördü. Özüm Hande’nin varlığını odada hissettiğinde derin bir nefes bıraktı. Şükürler olsun, diye bir an iç geçirdi. Arkadaşı onu mutlaka bu kabadayı bozuntusundan kurtarır o da yetmez birlikte el ele verip yılların hesabına almak için bu adama çullanabilirlerdi.
“Hande yardım et, bu adamdan kurtar beni.” Kurtulma ümidiyle Alper’in omzunda çırpınan kıza aldırış etmeyen arkadaşına sesini duyurmak için tekrar bağırdı.
“Kızım şoka girmenin sırası mı? Kurtarsana beni?"
Hande gözlerini kocaman açarak endişeli bir ruh haline büründü. Bir anda odaya girip etraftan birisinin görüp görmediğini kontrol ederek kapıyı sıkı sıkıya kapattı.
“Allah’ını seversen Alper sen ne yaptığını zannediyorsun? Bu ne hal böyle?”
“Hande başka bir yolu ya da çıkarı yok bunun, seni dinleyip seyirci kalamam tüm bu nişan zırvalıklarına, önümden çekil.”
Özüm, duydukları karşısında küçük çaplı bir şok geçirdi. Ne demek seni dinleyip? Alper ile ne zaman görüşmüştü ki Hande? Dahası bundan Özüm’ün neden haberi yoktu? Bir anda beyninde yankılananların idrakine vardıktan sonra “Hande…" diye cırladı. Hande arkadaşının olayı çözdüğünü anladığı an adamın omzunda arkadaşının başının aşağıya doğru sallandığı tarafa gidip onun yüzünü avucu içine aldı.
“Kuzum bak biliyorum şu an o beyninde binlerce soru var ama sana söz sırası gelince hepsini cevaplayacağım. Ama inan ki her şey senin mutluluğun için." dedi. Daha fazla dayanamayan Alper “Kusura bakmayın ama şu an omzumda bir adet Özüm taşıyorum ve burada daha fazla durmak istemiyorum." diyerek isyan etti. İkisi birden Alper’in sırtına sert bir şekilde vurduğunda ne kadar da yanlış zamanda konuştuğunu anlamış oldu.
“Tamam ya bir şey demedim." dedi canı yanmışçasına.
“Hande ben Özüm’ü götürüyorum ve buna senin o sivri dilin bile engel olamaz. O zırtapozun yanında bir saniye daha boy göstermeyecek Özüm." dedi sert ,aşılmaz ve itiraz kabul etmeyecek bir ses tonuyla.
“Alper, aklını mı kaçırdın sen? Şu an cidden çok mantıksız konuşuyorsun. Bu böyle olmaz sana bugünü kazasız belasız bir atlatalım sonra bir çaresine bakacağız dedim. Neden dinlemezsin ki beni? Allah’ım rezil olacağız millete. Bu yaptığınla Özüm’e de geleceğinize de çok büyük zarar vereceksin. Allah kahretsin Alper bu Özüm’ün nişanı, biri görse sizi şu halde mahvoluruz. Hem ne diyeceğim ben şimdi millete, annesine, nişanlısına?”
“Başlatma nişanlısından Hande, hadi beni engelle gücün yetiyorsa. Ben Özüm’ü alıp götürüyorum buna ne sen ne de bir başkası asla engel olamaz." dedi ve daha fazla onu dinlemeden kapıdan dışarıya adımını attı. Özüm’ün çırpınışlarına aldırmadan gizlice girdiği salonun arka kapısından çıkıp gitti. Hande onların gidişi ile şoka girdi. Gitmişlerdi. Bir anda bulundukları yerde yeller eserken yok olmuşlardı.
Alper haftalar öncesinde ilk önce Hande’nin karşısına çıkmış ve ona her şeyi bir bir anlatmıştı. İlk başta karşılaşmaları büyük olay olmuştu.
Hande Alper’i karşısında gördüğü an bir kuş gibi uçmuş bir panter gibi üzerine saldırmıştı. Neyse ki ufak tefek sıyrıklarla Alper ilk karşılaşmadan kurtulmayı başarabilmişti. Bir hafta etrafında dolanıp sonunda onu dinlemeye ikna etmişti. Ama işi hiç de kolay olmamıştı. Bugün yarın derken Özüm’ün aldığı nişan kararı Alper’e olduğu kadar Hande’ye de şok etkisi yaratmıştı.
Hande nişanı atlattıktan sonra Özüm’ün karşısına çıkması gerektiğini savunuyordu. Alper ise bu duruma daha fazla dayanamamış “İstersen sevdiğim kızın nikâh şahidi de olayım. Malum kahrolası bir hatanın bedelini ben ancak bununla öderim. Tüm bu yaşadıklarımız bana müstahak zaten." diyerek kestirip atmıştı. Ama Özüm’ü nişandan kaçırmak…
Kahretsin! Diye iç geçirdiğinde panikle odaya giren Özüm’ün annesi “Hande, nerede bu kız? Cem soruyor, insanlar dedikoducu bakışlarını etrafta gezdiriyor. Kime ne diyeceğimi şaşırdım?"
Hande bir an yusuf yusuf eden en kaba etlerinden şimdi bir şeyler uydurma vakti geldiğini düşündü. Düşündü düşünmesine de şimdi Hande bu kadına ne derse desin tatmin olmayacaktı. Hem kendi annesi hem Özüm’ün annesi tarafından çimdirilmedik yeri, didiklenmedik eti kalmayacaktı. Tam ne diyeceğim diye düşündüğü anda odanın kapısından içeriye giren Hakan imdadına hızır gibi yetişmişti.
Hakan, Alper’in Adana’da yaşayan erkek kardeşi, Hande ile de renkleri bir türlü uyuşmayan bir adamdı. Ama ne yapsın gariban Hande denize düşen yılana sarılırdı değil mi?
“Hakan." dedi yardım dilenircesine kaş göz işareti yaparken adamın da onu kurtarmak adına geldiği belliydi.
“Özüm seni bekliyor." dedi adam bodoslama olaya dâhil olurken. İçinden bugüne kadar bildiğinin bile farkına varmadığı o kadar çok edepsiz küfürü ona sıralıyordu.
Hande “Böyle mi girilir konuşmaya?" diye fısıltı halinde gevelerken öfke saçan bakışlarını ona fırlattı. Elleri onun boğazına sarılıp sarsmamak için kendisini zor tutuyordu.
Hande, Ah Allah’ım ben ne tür sınavlardan geçiyordum böyle? Diye içten içe yakınıyordu. Hakan ise durumun vehametini anlaması için Özüm’ün annesinin iki elini beline götürüp az sonra sorgu komutanı gibi başına dikileceğinin bakışını yüzüne yerleştirip, bir kaşını havaya kaldırdığında işlerin çığırından çıkmaya başladığını hissetti. Abisi onu Özüm’ün yokluğuna sebep uydur ve Hande’yi oradan çıkar, diye göndermişti ama işler hiç de umduğu kadar kolay olmayacağa benziyordu.
Hakan bir yandan Hande’nin dökmeye başladığı ecel terlerini keyifle izlerken bir yandan da az sonra kendisine ecel terleri döktürmeye hazırlanan Özüm’ün annesine bakıyordu. Buraya gelirken aklına yerleştirdiği bir düzine yalanı sıralamanın tam vaktiydi. Bir anda Özüm’ün annesine döndü. Gözlerine yapmacık bir hüzün yapıştırdı ve kendisine karşısındaki kadının acıması için sesinin titreterek konuşmaya başladı.
“Efendim." dedi Özüm’ün annesinin ellerini avuçları arasına aldı.
“Kardeşim ağır bir trafik kazası geçirdi ve şu anda hastane de doktorlar durumunun iyi olmadığını söylüyor. Bilinci bir gidip bir geliyor. Bilincinin geldiği an Özüm’ün adını sayıkladı. Ben onu görürse belki… " dedi ve sesinin titretirken bir anda arkasına dönerek kadının elini bıraktı.
Hande kaşlarını yukarıya kaldırdı ve ağzı bir karış açarak adamın oyunculuk performansına hayran kaldı. Bir an gerçekten onun uydurduğu yalana kendisinin de inanacağını düşündü. Cidden kendisi olayın iç yüzünü bilmese şimdi arkası dönük omuzları sarsılarak ağlama numarası yapan adama mendil uzatırdı.
Ah Hakan ah boşuna sana güvenmiyorum, diye düşünürken geçmişte yaşadıkları gözünde canlandı ve ona inanmamakta ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anladı. Özüm’ün annesi Hakan’ın sarsılan omzuna onu teskin edercesine dokunarak “Oğlum tamam anlıyorum ama şu an hiç sırası değil. Özüm’ün hemen buraya geri gelmesi lazım nişan devam ediyor. Ben ne diyeceğim millete." dedi adamı daha fazla üzmemek için nazikçe konuşmaya çalışıyordu.
“Teyzeciğim hemen gitmezsek eğer her şey için çok geç olabilir. Sizinde evladınız var. Allah korusun Özüm aynı durumda olsa benim kardeşim hiç düşünmeden koşar gelirdi. Hem nişan takılmış zaten birkaç saat onsuz idare edebilirisiniz. Lütfen teyzeciğim Özüm geri döner ve kardeşim onu görmeden ona bir şey olursa sizde Özüm de bu vicdan azabından bir ömür boyu kurtulamazsınız." dedi haince. Nasıl bir damardan girmekti bu böyle ki Özüm’ün annesi son cümle ile yelkenleri suya indirdi.
“Tamam evladım tamam sakin ol sen şimdi. Çok geçmiş olsun." diyerek bana döndü.
“Hande sen de Özüm ile birlikte git. Durumdan beni haberdar edin. Ben de insanlara Özüm’ün tansiyonunun düştüğünü söyleyeceğim." diyerek ahlar ve vahlar eşliğinde odayı terk etti. Hande olanlara inanamıyordu. Nasıl bir inandırıcılığa sahipti bu adam böyle? Hande Hakan’a bir adımda ulaştı onun simsiyah gözlerine bakarken kendine ona kapılmamak için zor tutuyordu.
“Sen." dedi dişlerinin arasından tıslarken “Sen var ya sen şeytana bile pabucu ters giydirecek bir inandırıcılığa sahipsin."
Hakan bir adım daha attı sanki daha da yakın olabilirmişçesine şimdi kendisine hiddet damlacıkları ile bakan kızın gözlerinde bir gram umut bulmak için bakarken onun direncini biraz olsun kırmak adına alayla konuştu.
“Merak etme güzelim gün gelecek seni de hissettiklerine inandıracağım. Ne kadar korksan da kapılmaktan gözlerime, o korkunu yenecek tek adam da benim." dedi ve daha fazla konuşmasına izin vermeden elinden tutup onun şaşkınlığı içinde “Şimdi gitmemiz lazım." diyerek onu sürüklerken mızıldanmalarına aldırış etmiyordu. Zira ona aldırış edeceği gelecekte çok daha güzel zamanları olacaktı ama şu an için kurtarmaları gereken bir hatalı Alper vakası vardı. Önce onların sevdalarının küllerini alevlendirsinler de sonra kendi yitik aşklarına da elbet sıra gelecekti. Şimdi zaman Alper ve Özüm için akıyordu.
***
“Cidden bana bunun bir eşek şakası olduğunu söyle." diyen Hande adamın gözlerine hayretler içinde bakıyordu.
“Sence şaka yapar gibi bir halim mi var?" dedi Hakan, ne kadar ciddi olduğu gözlerinden belli oluyordu. Hande gerçek olup olmadığını anlamak adına içinde oturduğu arabanın ön camına iyice kendisini yapıştırdı ve tekrar nereye geldiğini idrak etmeye çalıştı. Görüntünün acı gerçekliği ile yüzleştiği an hiddetle adama aniden döndü.
“Sen şimdi gitmemiz lazım diyerek beni kendi evime mi getirdin?" dedi kaşlarını çatarak.
“Hadi canım ya söylemesen haberim olmayacaktı. Seni kendi evine mi getirmişim? Tüh bak ben ne kadar da ayıp etmişim. Nasıl böyle bir hata yapabilirim ben? " dedi alayla karışık yapmacık bir kızgınlıkla.
“Hakan." diye kükredi arabanın içinde. “Beni niye buraya getirdin?”
“Neden getirmeyeyim? Burası senin evin değil mi? Yoksa taşındın da benim mi haberim yok?" küstahça çıkan sesiyle “ Gerçi böyle bir şey olsa haberimin olmaması imkânsız ya neyse." dedi son cümleyi dişlerinin arasından fısıldayarak çıkardı.
“Oğlum sen benim sabrımın sınırlarını ölçmek için mi gönderildin hayatıma?”
“Yok canım olur mu hiç öyle şey? Benim senin hayatına gönderilme amacım tamamen farklı ama bugünlük söz konusu durum bizim dışımızda tatlım." dedi çapkınca göz kırparken utanmadan arlanmadan ima ettikleri Hande’nin önce utançtan kızarmasına sonra öfkeden kudurmasına sebep oldu.
“Sabır, sabır ya sabır!" diye gözlerini kapatıp iki elini yumruk yaparak sıkmaya başladı. İçten içe kendini sakinleştirmeye çalıştığı sırada Hande’nin omzunu Hakan işaret parmağı ile dürtüklemeye başladı. Şaşkınlıkla gözlerini kocaman açarak bir omzuna dokunan parmağa bir de hadsiz sahibine baktı.
“Kızım bitti ise iç sesinle konuşmaların hadi içeriye girelim de bir çay demle o arada da atıştırmalık bir şeyler hazırlarsın karnım çok acıktı. Peşinizden koşmaktan karnımı doyuramadım. Eee misafir ağırlamayı da öğrenmişsindir artık malum iki kız başınıza ayrı eve çıkmayı biliyorsunuz?" dedi bu defa kızgınlığı gözlerinden açık bir kitap gibi okunuyordu. Hande adamın bu pişkinliğine dayanamıyordu. Nasıl bir adamdı bu böyle?
“Bu nasıl bir pişkinliktir Hakan? Koşmasaydınız kardeşim ben mi dedim koşun diye? Ne çayından ne yemeğinden bahsediyorsun sen be? Az ye de kendine bir hizmetçi tut." dedi ellerini göğsünün altında birleştirip isyankâr bir çocuk gibi dışarıya bakarken sesini sert tutmaya çalıştı.
“Şimdi beyzade, Alper Özüm’ü nereye götürdüyse çabuk beni oraya götürüyorsun. Hemen…" diye haykırdığında Hakan’ın kılı bile kıpırdamadı. “Konuşsana Hakan Özüm nerede? O ayarsız abin arkadaşımı nereye götürdü?" dedi karşısında ki adamın umursamaz halini gördükçe iyice deliriyordu.
“Şu an Alper’i dinlemek zorunda kalacağı tek yerde denizin tam ortasındalar Hande, onlardan haber gelene kadar sen benim yanımda olacaksın ve ailesinden gelecek herhangi bir haberi ben Alper’e gerekli görürsem bildireceğim. Böylelikle Özüm ailesine karşı mahcup duruma düşmeyecek." dedi itiraz kabul etmeyen düz bir tonda.
“Aman da aman ayıcıklara bak sen, ne kadar da düşüncelisiniz siz öyle?”
“Hande şansını fazla zorladığının farkında mısın?”
“Yok canım zorlarsam ne olur?”
“Daha önce beni zorladığında ne olduğunu çok iyi biliyorsun ama istersen yine zevkle gösterebilirim. Yeniden tecrübe etmek ister misin?" diyerek bir anda kolundan tutup göğsüne sertçe çekti. Gözleri birbirine o kadar yakınken, nefesleri yüzlerini yalayıp geçiyordu. Bu ortam bu beklenmedik an Hande’yi öyle bir zamana sürükleyip götürdü ki aklına gelenler ve gözlerinde canlanan görüntüler utanıp kızarmasına ve nefesinin düzensizleşmesine sebep oldu. Hakan gözlerini kısarak kıza baktığında onun bu dağılmış hali çok hoşuna gitti.
“İster misin Hande? Benim sınırlarımı zorladığında başına geleceklere tekrar şahit olmayı gerçekten ister misin?" dedi tekrardan. Hande bir an bocalasa da onun göğsüne iki eliyle bastırıp geriye doğru sertçe ittirdi.
“Çok beklersin." dedi ve kapıyı açtı. Arabadan inerek sertçe kapıyı çarptı. Arkasından kahkaha atan “Çayın suyunu koy geliyorum tatlım." diyen Hakan’ı duymazdan gelerek Özüm ile yaşadığı minik apartman dairesine doğru yöneldi.
Alper’in yıllar önce bir anda ortadan kaybolması ve arkasından gelen evlilik haberi ile yerle bir olan Özüm ile birlikte okulun yakınlığını bahane ederek buraya taşınmışlardı.
Hande yaralarından kaçmak Özüm acı hatıralarını unutmak için ailelerinin tüm itirazlarına rağmen buraya gelmişlerdi. Aileleri zamanla kabullenseler de okulun bitmesiyle birlikte eve geri dönmelerini beklemişler ama onlar yüksek lisans yapma isteklerini bahane ederek yine bu evi boşaltmamışlardı. Her şey yolunda giderken, ya da kendilerini öyle olduğuna inandırdıkları anda geçmişten çıka gelen Alper ve Hakan her şeyi alt üst etmeyi başarmışlardı.
Alper neyse de Hakan’a ne oluyordu ki? Aralarında geçmişte bir şeyler yaşanır gibi olmuş ama daha sonra Alper için kendi hayatına girdiğini öğrendiği an resti çekmişti Hande. İnanmayacaktı, bir daha hiçbir erkeğe güvenmeyecekti. O, güvenini korkularının kara toprağına gömeli ve ölümünü ilan edeli yıllar olmuştu. Kimse ölmüş bir duyguyu diriltemezdi. Bu Hakan bile olsa…
***
Alper gözü dönmüş bir halde sözde nişan töreninden Özüm’ü kaçırmıştı. Hiç kimse ya da hiçbir şey umurunda değildi. Bugün her şey bir bir çözülecekti. Geçmiş hesaplar ortaya dökülecek ve sırlar açıklanacaktı. Sırf bu yüzden Özüm’ün kaçamayacağı ve nefretini, kızgınlığını özgürce kusacağı yere onu getirdi.
Özüm kurtulmanın imkânı olmadığını anladığında bu boş çabadan tamamen vazgeçti. Gücünün yetmeyeceğini bildiği için ters akıntıya kürek çekmek yerine suyun akışına bıraktı. Kendini sessizliğe mahkûm ederken bindikleri teknenin açılmasına öfke ile seyirci kaldı.
Ellerini göğsünün altında birleştirip otururken bir süre sonra teknenin açıkta durduğunu anladı. Yavaşça yanına yaklaşan Alper’in heyecanı gözlerinden okunuyordu. Elini uzatıp saçına dokunmaya çalıştığı an da Özüm “Dokunma bana." diye feryat etti. Bir anda kendisine öfke ile bakan kızın yıllar önceki bakışları geldi aklına. Yıllar önceki ilk terk edilişi, nefesinin kesildiği ilk o an canlandı gözlerinde ve dilinden istemsizce döküldü kelimeler.
“Yıllar önce de böyle demiştin bana.”
“Ne saçmalıyorsun Alper?” dese de biliyordu hangi zamandan bahsettiğini. Söylediği tüm o sözleri daha dün gibi hatırlıyordu.
“Beni ilk terk edişinden bahsediyorum Özüm. Asla unutmadığın, hatırladığını bile gözlerindeki hüzünden anladığım o kederli anı. O zaman bana seni terk ediyorum dediğinde soluğumun kesildiğini hissetmiştim. Şuramın." dedi ve kalbini gösterdi. “Ben o gün şuramın atmayı bıraktığını hissettim. Söylesene bana insan kalbi atmazsa yaşabilir mi?”
“Senin saçmalıklarınla uğraşacak vaktim yok benim Alper. Ne konuşacaksan konuş ve bu saçmalık bir an önce bitsin artık. Daha fazla buna tahammül edemeyeceğim. Oturup burada seninle unuttuğum, bir saniyesini bile hatırlamak istemediğim geçmişi konuşmayacağım.”
“Konuşacaksın Özüm, konuşacaksın iki gözümün nuru, çünkü her şey orada gizli… Biz seninle normal bir aşk, sıradan şeyler yaşamadık. O senin geçmiş dediğin geçmeyenimiz, bizi esir bırakan, asla geçemeyeceğimiz zamanlardı.”
“Sen bana Allah’ın cezası mısın Alper? Yıllar önce gittin, geri dönmedin, sen bana gözlerimin içine bakarak geri döneceğim Özüm’üm dedin. Bekle beni dedin. Ama sen yıllarca geriye dönmedin. Beni bu aşkın içine uğursuzca acımadan atıp sonra da umarsızca çekip gittin. Normal bir gidişin ömrüme vurulmuş bir pranga olacağını bilemedim ben. Aylarca, yıllarca ben seni bekledim. Hiç umudum yok diye ne kadar kandırsam da kendimi umutsuzca hep seni bekledim ben. Şimdi her şeyi yoluna soktuğum an da ümitlerimi yerin yedi kat dibine geçirdiğim an da karşıma çıkıp hangi yüzle geçmişten bahsediyorsun. Hangi hakla karşıma utanmadan çıkabiliyorsun. O zamanlar, ilk terk edişimde keşke sana geri dönmeseydim. Keşke o gün oraya gitmeseydim. Keşke arkama bakmadan kaçsaydım. Sana tutulmak yerine ardımda seni bırakarak çekip gitseydim. Senin bana acımadığın gibi ben de sana acımasaydım.”
“Yapamazdın, yapamadın da Özüm. O zaman da günlerce uzak durmaya çalıştın ama başaramadın.”
“Keşke o zaman başarabilseydim Alper, keşke…" dedi isyan eder gibi pişman olduğu hissedilir gibi çıkmıştı sesi.
“Duramazsın Özüm, bundan sonra benden gidebileceğin en uzak mesafe nefesimin sana değebildiği gözümün ucuyla seni görebildiğim yer olabilir. Daha ötesi, daha fazlası, daha uzağı asla değil. O zaman da izin vermedim. Şimdi de buradayım asla izin vermeyeceğim.”
“Yo, hayır, o zaman da gittin, yine gideceksin. O zaman kendi isteğinle gittiğin yolları şimdi de benim isteğimle kat edeceksin.”
“Bu imkânsız Özüm. Söylediklerin artık bizim için ihtimal dahi olamaz. ”
“İmkânsız olan ne Alper? Anlamıyor musun? Ben bugün nişanlandım adam, nişanlandım." dedi elini havaya kaldırıp parmağındaki yüzüğü gösterirken “Çık git hayatımdan, benim hiçbir anımda senin yer edebileceğin bir alan yok artık.”
Duydukları karşısında öfkesi zirvelere tırmanmaya başlayan adam sakin kalmaya çalışıyordu. Sinirden seğiren çenesi ve sıkmaktan canının acısını hissetmediği dişlerinin çıkardığı sesler ortamda ki gerilimi arttırıyordu. Yüreğine hükmü olmayan değersiz yüzüğe baktı. Alaycı konuşmasını ses tonuna yansıtıp sinir bozucu bir şekilde konuşmaya başladı.
“O yüzden mi boynunda benim kolyem hala takılı? O yüzden mi o kolyenin ucuna sana yıllar önce taktığım yüzük hala orada? " dediği anda karşısındaki kız korkudan irkilerek duydukları ile şaşkına döndü. Bu adam bunu nasıl fark etmiş olabilirdi?
Eli boynundaki kolyenin zincirine gittiğinde adam acımasızca konuşmasını sürdürdü. “Zincirini uzatabilirsin, herkesten her şeyden saklayabilirsin ama benden gizleyemezsin Özüm. Yıllar önce verdiğim emanetimi göğsünde taşıyacak kadar yüreğin büyükken şu an parmağındaki yüzüğün benim için hiçbir anlamı yok. Gönül bağımı sözlerinle incitemezsin. Göğsünün üzerinde taşıdığın geçmişimizi bugün sözde nişan töreninde bile hala çıkaramadıysan emin ol bir ömür daha çıkaramayacaksın. Bizim yüreklerimizin birbirine gönüllü yazıldıklarını göremeyecek kadar kör olamazsın. Hatırla Özüm." dedi bir adımda yanına yaklaştı.
Göğsüne sakladığı kolyenin zincirini boynundan yavaşça eli tenine değmeden çekerken Özüm’ün de sanki ruhu çekiliyordu. Kolyenin ucu gözüktüğünde Alper yanılmadığına bir kere daha şükretti. Kolyenin ucundaki yüzüğe dokunup o yılları hatırladı. Şimdi gözlerine ışıl ışıl bakan bu güzel kıza da o günü hatırlatmak için delicesine çıldırıyordu.
“Hatırla Özüm beni terk ettiğin o günden sonra yaşadığımız günleri hatırla. Bana geri dönüşünü, bana evet deyişini hatırla, bunlar yalan değildi. Bunlar hayal değildi. Bunlar gerçeğin ta kendisiydi. Biz tüm o güzel anları yaşadık."
Özüm gözlerini kapattı ve göz pınarlarından yanaklarına iki damla yaş süzüldü. Özüm’e hatırla diyordu.
Özüm o günleri hiç unutmamıştı ki hatırlasın. Ondan bir an olsun hiç vazgeçememişti. Yıllar geçmesine rağmen canı yanarak Alper’in taktığı yüzüğü parmağından çıkarmış ama atmaya kıyamamıştı. Yüzüğün parmağındaki yokluğu ölüm gibi gelmişti. İhanet saymıştı yüreği, sırf bu yüzden ona hediye ettiği kolyenin ucuna zinciri uzatarak takmıştı. Hem hiç kimse görmüyor, sorgulamıyor hem de yüreğinde kimsenin bilmediği mabedinde Alper’in hatırasını özgürce yaşıyordu. Göğsünün üstündeki yüzüğün varlığı onu güvende hissettiriyor, adeta ona nefes aldırıyordu.
Özüm gözleri kapalı onu ilk terk edişinin ardından yaşadığı acı dolu günlere gitti. İlk acısıydı o gün ama bilemedi, o gün son acısı olmayacaktı ve gelecek ona Alper’in adının geçtiği her an bol bol gözyaşı getirecekti. Bilemedi Özüm, Alper’in gidişleri ve dönüşleri canlandı gözlerinin önünde… Geçmiş şimdi adım adım zihninde onu çağırıyordu.
***
Üşüyordu Özüm, vücudunun kaskatı kesilmesine sebep olan dışarıdaki kış mevsimin soğukluğu değil, Alper’in yokluğuydu. Kantinde yaşadıkları o talihsiz günden sonra iki yürek ayrılığın acı gerçeğiyle yüzleşmişti. Şimdi ikisi de cansız, ikisi de fersiz, ikisi de nefessizdi. O günün ardından Özüm yıktığı tüm duvarlarını tekrar yükseltmişti. Gözünü Alper’e kapatmış onu görmüyor, sesini duymuyor, masasına gelip otursa onu bir saniye olsun umursamıyordu. Bunları yaparken içten içe kendisiyle çok büyük mücadele verse de artık duvarlarını Alper’in geçmesine asla izin vermiyordu.
Hande arkadaşının durumuna çok üzülüyordu. Elinden bir şey gelmemesi ise onu çıldırtıyordu. Her şey gözünün önünde cereyan etmiş ama hareket kabiliyetini yitirmişçesine yerinden kımıldayamadan ağzı açık bir halde olanlara seyirci kalmıştı. Gücü yetmezdi ki olanları engellemeye, Alper’in gözünde gördüğü aşkın koyu karanlığı ilk defa onu korkutmuştu. Anlam veremediği tek şey ise Özüm’e delicesine âşık olan bu adamın Leyla’ya olan korumacılığıydı. Daha fazla bu duruma seyirci kalmak istemeyen Hande aklındaki tüm soruların cevabını almak için tek adrese gitmeye karar vermişti.
***
Özüm, biten sınavların ardından kendini eve kapatmıştı. Odasından çıkmıyor, Hande’nin bile yüzüne bakmıyordu. Kızının durumuna giderek endişelenen annesi, Hande’nin annesi ile bir olup işi çözmeye karar vermişlerdi. Etlerinin didik didik edilmesine rağmen Hande yaşlı kurtların kendisine açtığı sorgu savaşını üstün bir çaba ile bertaraf etmeyi başarmıştı. Annelerin taarruzundan alnının akıyla çıkan Hande bu işleri başına açan arkadaşının odasına izin almaksızın dalış yaptı. Gözlerini kıstı, ellerini beline yerleştirip gördüğü manzaradan hiç hoşnut olmamış bir halde burnunu kıvırdı. Pencerelerin perdeleri kapalı, bir adet Özüm kafasını yastığın altına gömmüş, çiçekli böcekli pijamalarıyla, darmadağınık olan bir oda… Klasik kızların depresif halleri. Ama bilmiyordu ki bu havalar Hande’ye sökmezdi.
“Sana ayağa kalkıp silkelenmen için tam beş dakika veriyorum canım arkadaşım.”
“Ya Hande inan ki seninle hiç uğraşamam. Kapının yerini biliyorsun, arkandan kapatırsan sevinirim." dedi başını yastığın altından çıkarma gereksinimi bile duymadı.
“Dört dakikan kaldı Özüm, yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim.”
“Kızım çık git hayatımdan, uyumak istiyorum ben, anlamıyor musun?”
“Oh! Hatuna bak sen ya uyuyacakmış. Ben senin şu hallerin yüzünden daha az önce içeride soru bombardımanına tutuldum. Sen tutmuş bana beni rahat mı bırak diyorsun? Çok beklersin güzelim, içerideki hatunlara bir daha kendimi kaptıramam. Güzelce kalkıyorsun, giyiniyorsun ve biz akşam partiye gidiyoruz." dedi tüm şen şakraklığı ile yerinde zıplarken.
“Ne? Parti mi?" diyen Özüm aniden yerinde doğruldu. “Kızım benim partiye gidecek halim mi var? Dalga mı geçiyorsun sen benimle?”
“Evet şu halinle partileyeceğiz bu gece." dediği anda eliyle onu baştan aşağıya doğru gösterdi.”Pek partilik durmuyorsun. Bende o yüzden senin hazırlanman için yanına geldim." dedi heyecanla.
“Ben hiçbir yere gelmiyorum. Hem dönem sonu sınavlarını verdiğime göre izninle bir ay boyunca okuldan hiç kimseyi dahi görmek istemiyorum.” Kendisini tekrar yatağa bıraktı ve kafasına yastığı yerleştirdi. “Şimdi gitsen iyi olacak. Beni benimle yalnız bırak Hande.”
“İyi sen bilirsin canım? Ben az sonra şu kapıdan yeni yıl partisi için yalnız çıktığım an annen ve benim annem senin odanı basacak. Artık onlara Alper’i mi anlatırsın, Leyla’yı mı? Orasını ben bilemem. Artık kimi istersen onu anlatırsın? Ya da dur sana gerek kalmadan ben anlatayım hem gelecek başka eziyetleri de daha önceden engellemiş olurum." dedi kapıya yöneldiği anda Özüm panikle yataktan bir ok gibi fırladı ve kapının önüne iki elini de yanlara doğru açarak gerildi.
“Şaka yapıyorsun değil mi?" dedi kaşlarını havaya kaldırıp kızın gözlerinde bir muziplik aramaya başlamıştı.
“Sence şaka yapar gibi bir halim mi var?” İki elini de belini yerleştirip kaşlarını çatarak gözlerini kıstı. “Baksana şu halime, çimdik yemekten kollarım kıpkırmızı oldu.”
“Hande cidden hiç havamda değilim. Ben partiye falan gitmek istemiyorum. Lütfen beni yalnız bırak. Anneleri de bu işe lütfen karıştırma.”
“İyi, sen burada otur o dengesiz için salya sümük akıt o da gitsin Leyla ile Abant’ta yeni yıl partisinde boy göstersin. Aferin sana, böyle devam et. Yıkıldığını, bir adamın seni ne hallere düşürdüğünü, paramparça olduğunu göstererek, Alper’e de Leyla’ya da bu zevki en zirvelerde yaşat.”
“O, o da mı gidiyor? Hem de Leyla ile…" dedi sesi titrerken başı önündeydi.
“Evet, o da geliyor hem de Leyla’yla. Sen de burada otur depresyonun tüm yollarında utanmadan boy göster olur mu arkadaşım? Kaçtı desinler sana, onu görmemek için gelmedi desinler. Bunu mu istiyorsun? Tamam, madem istediğin bu sana istediğini vereceğim. Ne halin varsa gör Özüm, şu saatten sonra umurumda bile değilsin." dedi ve onu kenara iterken arkasında bıraktığı Özüm’ün “Hande." diyen hiddetli sesiyle eli kapının kolunda asılı kaldı.
Hande onun görmediği bir keyfiyeti yüzüne yerleştirirken memnuniyeti sesinin tonunda yankılanıyordu.
“Saat dörtte seni alırım." dedi ve arkasına bile bakmadan çıkıp gitti.
Özüm o yeni yıl partisine gidecekti. Ve aşılmaz, ulaşılmaz, kendine güvenen bir halde o salonda boy gösterecekti. Birilerinin aklını başından almaya aday tek hatun olarak orada bulunacaktı. Ve Hande Özüm’ü şu anki noktaya getireceğinden o kapıdan içeriye girdiği an emindi.
***
Geçmiş Zaman 31 Aralık 2011-Abant
Alper’in eli ayağına dolaşıyor, stresin ve özlemin verdiği heyecan ile yeni yıl partisinin yapılacağı salonun içinde dört dolanıyordu. Kolundaki saate baktığında hiç beklemediği anda omzuna dokunan el ile birden yerinde irkildi.
“Abi ne bu stres ve panik biraz rahatlasana, bak her şey çok güzel olacak. Biraz inan şu kardeşine." diyen Hakan abisine işi dalgaya alırcasına göz kırptı.
“Ulan Hakan, ulan Hakan bir işler yolunda gitmesin de bak ben sana neler edeceğim. Senin aklına uyduk girdik bir yola ama…” derken elini ensesine götürüp ovuşturuyor bir yandan da sıkıntılı nefesini dışarıya veriyordu.
“Aman abi amma büyüttün sen de." dedi elini abisinin omzuna atarak.
“Sen onu bunu bırak da Leyla olayını hallettin mi sen onu söyle bana." dedi Hakan’a ters ters bakarak. Az önceki lakayt tavrından eser kalmayan Hakan elini abisinin omzundan sertçe çekti. Durduğu yerde dikleşerek suratına ciddiyeti takındı.
“Gözün arkada kalmasın, Leyla için İstanbul kapıları sonsuza kadar kapandı artık. Zaten sınırlarını fazlasıyla zorladı o küçük şeytan.”
“Peki ya Kutay, o ne durumda?” Duyacağı cevaptan korkuyordu. Karşısındaki kardeşinin değişen suratından durumların hiç de iç açıcı olmadığını anlamıştı.
“Kutay durumu karışık biraz abi, bu yüzden kısa sürede Adana’ya dönmemiz lazım. Zaten ara tatil de gelmişti. Hem Kutay’ı dizginleyecek tek kişi de sensin." dedi abisinin suratına acır gibi baktı.
“Of! Bitmedi çilem, bitmedi anasını satayım. Neyse bu geceyi kazasız belasız atlatalım da bir sorun çıkmazsa yarın gece çıkarız yola.”
“Hemen mi?" dedi kaşlarını yukarıya kaldırarak gözlerini kocaman açtı. Bu durumdan hiç ama hiç memnun değildi.
“Oğlum sen demedin mi Kutay iyi değil, onu bir tek sen kendine getirirsin diye.”
“Ben dedim dimi, hay ben o lafı eden dilime…”
“Hakan!" diyerek sözünü tamamlayamadan bıçak gibi kesip attı.
“Tamam abi tamam dediğin gibi olsun." diyerek arkasında abisini bırakarak oradan uzaklaşmaya başladı. Onu şaşkın gözler ile izleyen Alper “Oğlum nereye gidiyorsun?" diye sorduğunda “Müsaadenle abiciğim gecemi senin gibi suratsız bir adamın yanında geçirerek kısmetlerimi kapatacak değilim. Bu gece beni unut, bari gidene kadar biraz keyfini çıkarayım buraların. Anlarsın ya." diye karşılık verdi. İma ettikleri Alper’in sinirlerinin bozulmasına öfke ile ona bağırmasına sebep oldu.
“Hakan." diye kükrediğinde etraflarındaki birkaç kişi onlara korku ile baktı.
“Ne var abi? Ne var?" diye dişlerinin arasından tıslarken Alper ona “Başımda yeterince bela var zaten bir yenisini de sen açayım deme sakın?" dedi tükürürcesine.
Hakan yüzüne yapıştırdığı çapkın çarpık gülümseme ile ona bir bakış atıp “Merak etme kaptan her şey kontrolüm altında." diyerek kalabalık içinde kaybolup gitti.
Alper başını önüne eğip ensesini ovuştururken “Eminim öyledir baş belası, eminim öyledir." diyerek fısıltı halinde kendi kendine konuştu. İçecek bir şeyler almak için arkasında kalmış masaya döndü. Ve döndüğü an dünya da dönmeyi bıraktı.
Alper’in gözleri onu, kalbinin attığı, nefesinin sebebi kadını gördüğünde ruhu onun etrafında tavaf etmeye başladı. Gözleri ondan başka her şeye bir anda kör oldu. Bir tek o, yalnız o vardı. Özüm. Onun canının özü, yüreğinin en gizli mabedinin eşsiz ritmi, ruhunun sahibi olan kadın.
Alper’in hayatında inkâr edilemeyecek gerçekleri vardı. En büyük ve en özel gerçeği ise el değmemiş sevdasının sahibi Özüm’dü. Şimdi tüm hücrelerine hasret çığlığı nüfuz ediyordu. Gözlerinin her zerresi Özüm diye inliyordu.
Özüm ise Alper’in gözlerinde boğulup gitmemek için adeta çırpınıyordu. Kendisine soluksuz bakan adamın bakışlarında nefret, yanında ise Leyla’yı arıyordu. Ama yoktu. Tek başına arzı endam ederken Özüm’ün yüreğini hoplattığının farkında bile değildi adam.
Işık hızıyla birbirlerine çekildiler. Şimdi dip dibeydiler. Özüm’ün gözleri hesap sorarcasına ona bakarken, Alper’in gözleri hasretliğini bitiren sevdasına aşk ile karşılık veriyordu. Konuşmuyorlardı. Susmuşlardı. Çünkü yüreklerinin sessiz ortamında ruhlarıyla aşkın savaşı cenk ediyordu.
“Geldin." dedi Alper tek kelime bin bir güzel söz barındırıyordu her harfin altında.
“Geldim." dedi Özüm gözler kısık hala bir yerlerden yılandiliyle zehir saçmak için çıkıp gelecek Leyla’yı gözlüyordu. Beklemeye daha fazla dayanamayan Özüm sabırsızlıkla “Leyla yok mu? Bu geceye onunla katılacağını biliyordum." diyerek içinde tutamadığı öfkesini sonunda kusmuştu.
Duydukları karşısında şaşkına dönen Alper “Leyla mı? Bu da nereden çıktı şimdi?" dediği an Özüm’ün arkasına sinip kalan Hande’yi o anda fark etti.
“Baldız." diye kükrediğinde adamın gözleri deli bozuk bakıyordu. Kesin yine bu kızın başının altından çıktı tüm bunlar, diye düşündüğü fikrinde hiç de yanılmadığını anladı.
Hande, otuz iki dişi meydanda sırıtırken Özüm’ün omzunun üzerinden ona el sallıyor. “Selam eniştecan ne haber ya? Görüşmeyeli de çok uzun zaman oldu değil mi?" dedi yapmacık ses tonuyla pişkince.
Özüm enişte kelimesini duyar duymaz kan beynine sıçradı ve bir anda Hande’ye kocaman gözlerini açarak hesap sormak için arkasına sinip kalmış kıza döndü.
“Enişte mi? Sen bu dengesiz diye tabir ettiğin adama enişte mi dedin az önce? Yoksa bana mı öyle geldi?" diyerek Alper’i gösterdi.
Alper dişlerini sıkarak Hande’ye döndü “Sen bana benim olmadığım ortamlarda beni dengesiz diye mi itham ediyorsun baldız?" dedi son kelimenin üzerine sesinin sert tonuyla baskı yaptı.
“Hay ben sizin eniştenize de dengesizinize de beynimi yediniz be oğlum. Yoğum ben yok, unutun beni tamam mı? Öldü sayın beni, karıştırmayın arkadaş beni bu aşk meşk işlerinize. Merhemim olsa kendi kel başıma sürerim. Sen Alper eniştecan bu kız bu gece senindir ne anlatacaksan anlat ve bu gece ilişkiniz kabağa dönüşmeden önce bana bu kızı sağ salim geriye getir. Sen Özümcan kardeşim o kıskançlık var ya gözünün tek pırıltısında şu kılıksız adamı sevmediğini hissetsem seni inan ki buraya getirmezdim. Benim hatırıma, onu bu gece bir kerecik olsun dinle, sana anlatacak gerçek ve geçerli mazeretleri var. Ha dinledin olmadı, hala diyorsun ki istemiyorum ben bu çam yarmasını, söyledikleri hiçbir şeyi değiştirmedi, ben kararımdan vazgeçmedim dersen sana söz bastığın yola bir daha bu adamın ayağının izini bile değdirmeyeceğim. Şimdi bana güven ve bu adamı dinle." dedi kendisine şaşkınca bakan arkadaşlarına yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirerek baktı.
“Neyse canlar size doyum olmaz ama ben biraz şu yeni yıl eğlencesinin keyfini çıkarmak istiyorum, malum tef gibi gerdiniz beni kaç haftadır. Arkadaş hocaların sınavlarındaki sorular bile sizin ilişkinizde ki problemler kadar beni zorlamıyor. Zaten size verdiğim emeği biraz olsun sınavlara heba etsem cidden üç tane dersten de kalmazdım.”
“Sen üç dersten mi kaldın?" dedi Özüm kaşları hayretle yukarıya kalktı.
“Yok artık Özüm onca laf ettim sen şimdi takıla takıla üç derse mi takıldın? Bak bana relax ol bebeğim. Ben takıyor muyum hiç?”
“Terlik atma uzmanı anacağın emin ol takacak bu üç dersten kalma mevzusuna." dediğinde suratına yapmacık bir sırıtış ekledi.
“Ne? Biri bana mı seslendi? Aaa beni çağırıyorlar, duydunuz değil mi?" diyerek ayaklarını arkasına vura vura kaçtı.
Daha fazla orada durmanın anlamsız olduğunu ve durdukça kendisini batıracak bin bir sırrını da açığa çıkaracağını anladığı an kaçıp gitmişti. Özüm arkadaşının gittiği yönden kafasını çevirip de kendisine kızgınlıkla bakan adamın gözleri ile karşılaştı. Bir anda ne olduğunu anlamamıştı. Adamdaki ani ruh hali değişimini çözmek adına sorarcasına başını sağa sola salladı.
“Ne? Neden öyle bakıyorsun?" dedi sorununun ne olduğunu anlamak için.
“Sen." dedi dişlerin gıcırtısını çalan müziğe rağmen Özüm bulunduğu yerden duyuyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. O kadar çok özlemiş ve o kadar çok gözlerinde takılı kalmıştı ki gece için üzerine giydiği kıyafetin farkında bile değildi. Hande’nin gitmesi ile gözlerinin takıldığı yer göğüs dekoltesi ardından başını aşağıya eğip de eğdiğine eğeceğine pişman eden önden yırtmacını gördüğü an burnundan aldığı nefesler sıklaşmıştı.
“Sen bu kıyafetle mi geldin geceye?”
Özüm şaşkınca üzerine baktı. Ne vardı ki üzerinde? Tamam, bu geceye Leyla faktörünün de geleceğini düşünerek Alper’i sinir etmek adına göğüs ve yırtmaç dekoltesinin derin olduğu bembeyaz bir elbise giymişti ama sonuçta üzerine çok güzel oturmuştu.
“Gözün kör mü oldu Alper? Ne ile görüyorsan onunla geldim partiye.” Geri adım atmadan onun verdiği tepkinin keyfini çıkarırcasına konuşmasını zevkle sürdürdü.
“Nasıl güzel olmuş muyum?" dedi onu daha da deli etmek için.
Alper tehlikeli bakışlarını onun üzerinde gezdirirken “Evet güzel olmuşsun hayatım." dedi ve elinden tuttuğu gibi salonun dışına sürüklemeye başladı.
“Alper,ne yapıyorsun? Bıraksana beni rezil oluyoruz. Alper canımı acıtıyorsun." dediği an da kendilerini salonun dışında buldular. Sürüklercesine salondan dışarıya çıkarttığı kıza bakan her göze ölümcül bakışlar fırlatıyordu. Başkalarının sevdiğim dediği kıza göz süzmelerinin ardından tehditkâr duruşunu etrafa acımasızca saçıyordu. Onun bu halini gören herkes başını önüne eğiyor ve akıllara zarar verecek gibi bakan bu adama hiç kimse bir adım dahi yaklaşmıyordu. Salonun dışında elini bırakıp kızın tam karşısına geçti.
“Şimdi buradan gidiyoruz." dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonu kullandı.
“Sen ne saçmalıyorsun? Ben hiçbir yere gelmiyorum. Hem de seninle, hiçbir yere." dedi son cümlesini üzerine bastıra bastıra söyledi.
“Özüm, şansını zorlama güzelim, bu kıyafeti giyerek zaten benim öfkemin sınırlarını yeterince zorladın, istersen daha fazla beni zorlama. Seni bu elbise ile bir dakika daha burada durdurmam. Zaten gidecektik. Senin bu kıyafetin planlarımı birkaç saat daha öne almama sebep oldu. Şimdi kendi isteğin ile mi gelirsin yoksa seni buradan kucaklayarak mı götürmemi istersin? Seçimi sana bırakıyorum." dedi.
Adamın gözlerindeki kıskançlığın ateşini hissettiğinde küçük bir çocuk gibi mızıldandı.
“Seçimi bana bıraktığın için çok sağol ya!”
“Of Alper, of! Nereye gideceğiz bari onu söyle."
“Alper, ayrıldığımızı biliyorsun. Biz birlikte değiliz, olmayacağız da. Bunların farkındasın değil mi?”
“Büyük konuşuyorsun Özüm, hem de çok büyük konuşuyorsun. Lütfen bu gece bana izin ver ve sana bugüne kadar anlatamadığım her şeyi anlatayım. Bana bu gece izin ver kaderimizin de yolumuzun da bir olduğunu sana göstereyim.”
“Alper ben seninle baş edemem. Neden anlamak istemiyorsun? Ne sen bana göresin, ne de ben sana göreyim.”
“Böyle konuşma Özüm. Sadece bana birkaç saatini ayır sonra istemezsen söz veriyorum Hande’ye kalmadan peşini ben kendi isteğimle bırakacağım."
Sözleri bir anda hançer gibi Özüm’ün yüreğine saplandı. Gerçekten vazgeçer miydi? Dediğini yapar mıydı? Sesi tereddütle çıksa da Özüm aldığı karardan geri dönmeyecekti.
“Ben bu gece gelsem de hiçbir şey değişmeyecek bunu biliyorsun değil mi Alper? Yaptığın ya da söylediğin hiçbir şey asla beni sana geri döndürmeyecek."
“Çok büyük konuşuyorsun Özüm. Hayatta ne olursa olsun asla, asla deme. Şimdi lütfen." dedi ve elini Özüm’e tutması için kibarca uzattı. Onun bu nazik davranışı Özüm’ün duvarlarının bir bir yerinden oynamasını sağladı. Eli titreyerek de olsa kendisine uzatılan ele haftalardır hasret kaldığı sıcaklığa elini uzatarak karşılık verdi.
Alper’in ruhu tenine değen el ile ateş aldı. Böyle içten, böyle sıcak, böylesine itaatkâr bir karşılık hiç beklemiyordu. Şimdi el ele giderlerken Alper’in sürprizi için arabaya bindiler ve geleceğe doğru yol aldılar.
***
Yağan kara aldırış etmeyen Alper gözleri yolda yavaşça ilerliyordu. Abant’tın muhteşem manzarasını geride bırakarak ilerlerken ne Alper’in konuşmaya ne de Özüm’ün soru sormaya gücü vardı. Bir umut filizine tutunup kalmıştı ikisinin de yüreği, gecenin sonu kuş gibi çarpan iki kalbi de korkutuyordu.
Özüm, o kadar çok düşünüyordu ki çalan şarkılar işini hiç de kolaylaştırmıyordu. Tanışmalarını, yaşadıklarını ve şu an geldikleri durumu, her şeyi kafasında bir bir analiz etti. Ölçtü, tarttı ama olmuyordu. Onunla olması imkânsızdı. Alper’i seviyordu, ona âşıktı ama tepkileri onu korkutuyordu.
İnsan sevse bile korktuğu insanın yanında yaşabilir miydi? Belki birileri yapabilirdi ama Özüm’ün naif ve kırılgan yüreği böyle bir hayatı kabullenemezdi. İçten içe duygularıyla hesaplaşırken ne olursa olsun aldığı karardan dönmemeye kararlıydı. Alper’in sesiyle yerinde korkuyla irkilen Özüm panikle birden ona baktı “Ne?" diyerek istemsizce ona karşılık verdi.
“Geldik Özüm." dedi onun gözlerinin içine aşkı yudumlayarak içiyormuşçasına baktı.
“Ben, pardon dalmışım." dedi yüzünü ovuşturup kendine gelmek için derince bir nefes alarak biraz zaman tanıdı. Alper, arabanın arka koltuğundaki kabanını alarak Özüm’ün açıkta kalan kollarının üzerine kapatması için uzattı.
“Çünkü üşümeni istemiyorum, malum acele ile çıkınca kabanını orada unuttuk." dedi daha yeni aklına gelen kabanı ve dışarıda lapa lapa yağan karı yeni fark ediyormuşçasına bir “Ah!" diye inlerken elini alnına götürüp ovuşturdu. Alper’in bu nazik teklifini karşılıksız bırakmayarak ona “Teşekkür ederim." dedi.
“Rica ederim. Bu benim en asli görevim.” Derken ona çapkınca bir göz kırptı. Özüm arabadan inerek arabanın kapısını kapattı.
Alper’e dönerek “Nereye geldik böyle?" dedi. Onun pis sırıtışında gözlerindeki sinsiliği okumaya başladığında çevirdiği dolabın hiç de basit bir şey olmadığını anladı.
“Acaba sen ne işler çeviriyorsun?” Üzerine giyindiği elbisesine tamamen tezat duran Alper’in kabanına iyice sarınarak iliklerine işleyen soğuğun etkisini azaltmaya çalışıyordu.
“Bak bakalım ben ne işler çeviriyormuşum?" diyerek arabanın durduğu kapının üzerindeki tabelayı işaret etti.
“Ne saçmalıyorsun sen?" diyerek başını Alper’in gösterdiği yönde kapının üzerinde asılı tabelayı gördüğü an soğuktan değil ama şaşkınlıktan vücudu kaskatı kesildi. Kolları iki yana düştü. Tabelada yazılı olan isim, bu olabilir miydi? İnanmak, hayal olmadığını anlamak için gözlerini kırpıştırdı. Gözlerini tekrar tekrar açtığında yine karşılaştığı manzara aynıydı.
Özüm yavaşça başını çevirip Alper’e baktığında “Bu nasıl olur?" diye fısıltı halinde konuştu. “Sen, ama, nasıl, bu çok mantıksız." diyerek ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onun bu şaşkın halleri Alper’i o kadar çok heyecanlandırdı ki ilk adımı büyük bir başarı ile atlatmıştı.
Yavaş adımlarla onun yanına geldi. Arkasına geçip belinden sarıldı ve başını onun boyun girintisine gömdü. Önce sıcak nefesini onu uyuşturup başını döndürürcesine tenini yakarcasına boynuna bıraktı. Bu hareketi ile Özüm’ün gözleri istemsizce kapandı. Onun kolları arasında kendisini haftalardır evinden uzak kalmış ve şimdi ise evine geri dönmüş biri gibi hissediyordu.
Alper acımasızca geçen zaman içinde, onsuzluğun cehenneminde kavrulurken ateşini söndürecek kokusunu çekemediği günlerin acısını çıkarırcasına içine esiri olduğu kokusunu delicesine çekti. Onun terk edişi cennetten cehennem ateşlerine sürgün gibiydi. Şimdi içinde çektiği kokusu affedilişinin belki de ilk adımıydı.
“Özüm." dedi başı dönercesine.
Genç kız öyle bir rüyanın içindeydi ki hiç asla uyanmak istemiyordu. Bu güzel ötesi rüyanın gerçek olmasına ihtiyacı vardı.
“Hoş geldin doğduğun eve, hoş geldin dünyaya, hoş geldin dünyama, hayatıma, ömrüme, canıma, ruhuma, nefesime. Doğum günün kutlu olsun canımın özü." dediği an aklına gelen gerçek ile bir anda gözleri açıldı ve aniden Alper’e döndü.
“Sen nasıl biliyorsun tüm bunları?" dedi hayretler içinde. Alper yüzüne şefkatli bir tebessüm yerleştirdi. Özüm’ün yüzünü elleri arasına aldı ve gözlerinin içine baktı.
“Söz konusu sen isen bilemeyeceğim, yapamayacağım, söyleyemeyeceğim ya da düşünemeyeceğim hiçbir şey yok canımın özü. Doğduğun evi, onu görmeyi ne kadar istediğini, merak ettiğini, doğum gününü, daha seninle ilgili birçok şeyi ailenden sonra bir tek ben bilirim. Çünkü şimdi ve bundan sonra senin en yakının, canının yandığı anda sana koşacak, gözünden akacak tek bir damla da dünyayı yakacak babandan sonra tek adam benim. Çünkü sana aşığım, seni çok seviyorum." dedi ve onu kollarının arasına alarak sımsıkı sarıldı.
Ne yağan kar ne de içlerine işleyecek kadar var olan soğuk hiçbir şey bu anı engelleyecek güce sahip değildi. Çünkü yüreklerindeki en büyük ve özel şey alevlenerek harekete geçmişti. Onlar dünyanın en güzel duygusuna sahip iki âşık yürekti. Kalplerinde aşkı barındıran iki koca yürekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |