5. Bölüm

4.

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

4.BÖLÜM (AKLA UYGUNLAŞTIRMA)

 

“Bazen kelimelerin gücüne değil,

 

kalbinin sesini dinleyerek nefes almaya ihtiyacın vardır.

 

O yüzden artık kalbinin sesiyle nefes al…”

 

Alper, günlerdir bugün için çabalamıştı. Onu mutlu edecek en küçük ayrıntıyı bile en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Hayallerini öğrenmek istediğinde ilk çalacağı kapı Hande olduğunda istediği gibi karşılanmayacağını çok iyi biliyordu. Hande asla kolay bir ortak sayılmazdı ama Alper’in vazgeçme niyeti hiç yoktu. Hande’ye Leyla ile ilgili tüm gerçekleri ve gerekçelerini anlattığında ona inanmış ve yardım etmeye karar vermişti.

 

Hande’den öğrendiği ilk şey Özüm’ün doğum gününün 1 Ocak olmasıydı ve bu bilgi Alper için büyük bir veli nimetti. Hande’den öğrendiği bir diğer şey ise Özüm’ün doğduğu evi deli gibi merak etmesi ama bir türlü imkân bulup da şu an otel olarak kullanılan Mudurnu’daki Konağa gidememesiydi.

 

Alper aklında bir sürü plan program yapıp Hande’nin karşısına dikildiğinde “Onu mutlaka yeni yıl partisine getirmek zorundasın." dedi.

 

Hande şaşkınlıkla gözlerine baktığında “Dalga geçiyor olmalısın. Özüm hayatta gelmez hem de şu depresif zamanında öldürsen de gelmez. Başka plan yap bu işe yaramaz." diyerek onu geçiştirmeye çalıştı.

 

“Bunu yapmaya mecbursun.” İtiraz kabul etmiyordu Alper.

 

“Allah Allah neden mecburmuşum. Hiç de mecbur falan değilim. Tamam yardım edeceğim dediysem de herhalde böyle imkansız bir şeyi yapmamı da beklemiyorsun. Böyle şeylerle gelme bana, hani makul, yapılabilir, benim de gücümün yetebileceği planlarla çık benim karşıma. Ben de insanım nihayetinde, sihirli değneğim mi var benim? Dokunayım da her şey Alper Beyimizin istediği gibi olsun. Tövbe tövbe!”

 

“Yaparsın sen, söz konusu Özüm’ün gülen yüzü ve onun mutluluğu olacaksa sen her şeyi halledersin. Bu konuda üstüne hiç kimseyi tanımam.”

 

“Hıı, ver gazı dostum ver gazı. Malum gaz ile çalışıyor benim bu bünye.”

 

“Hande!" dedi yalvarırcasına Alper.

 

“Of! Bıktım oğlum sizden de melankolik aşkınızdan da biliyorsun zaafımı tabi hemen oraya oyna, hiç utanma sıkılma da yok arkadaş adamda. ”

 

“Anlaştık mı baldızcan?”

 

“He eniştecan, he, anlaştık. Anlaşmasak ne olacak sanki boğazıma sarılır kabul edene kadar beni tehdit edersin.”

 

“Ah ben hiç öyle şeyler yapar mıyım bidenecik baldızıma?”

 

“Hiç canım, yapar mısın sen öyle şeyler? Neremden uyduruyorsam artık ben tüm bunları?" diyerek söylene söylene çıkıp gitmişti Alper’in yanından.

 

Şimdi Özüm’ün gözünde gördüğü umut pırıltılarını gördükçe Hande’den aldığı tüyoların ne kadar da işe yaradığını anlıyordu. Aslan baldızı yüzünü kara çıkarmamış ve onun imdadına tüm huysuzluğuna rağmen yetişmişti. Özüm heyecan içinde konağın restoranında etrafı seyrederken küçük yanan sobanın ateşi ile ısınıyordu. Dışarıda yağan karın masumca yere düşüşüne bakıyordu. Yerdeki parıltıları, konağın ışıklandırması ve bahçesi muazzamdı.

 

Özüm’ün anne ve babası öğretmen oldukları için uzun yıllar şehir değiştirmişlerdi. Bu küçük kasabada da bir süre görev yapmışlar ve şu an otel olarak kullanılan konakta o zamanlar kiracı olarak oturmuşlardı. Çetin geçen bir kış mevsiminde yolların kapanması ile sancılanan Özüm’ün annesini hastaneye götürememişler ve bu sebeple de Özüm Konak’ta dünyaya gözünü açmıştı. Çok kısa bir süre sonra da anne ve babasının başka bir şehre tayinleri çıktığında Özüm doğduğu evi bir daha hiç görmemiş ama annesinin anlattığı kadarıyla da çok merak etmişti.

 

Annesi Mudurnu da yaşayan insanlarının yardımseverliği, misafirperverliği ve sıcakkanlı halkından her defasında övgü ile bahseder ve ilk fırsatında oralara tekrar gitmek istediğini dile getirirdi. Ama hayat şartları Özüm’ün ve ailesinin bir daha bu küçük kasabaya gelmelerine izin vermemişti. Ama şimdi en büyük hayallerinden biri yüreğine sahip olan adam tarafından gerçekleştirilmişti.

 

“Beğendin mi?”

 

“Beğenmek ne kelime, bayıldım. Burası bir harika, annemin anlattıkları yanında az kalır, muhteşem bir yer burası.”

 

“Demek burada doğdunuz küçük hanım." dedi neşe içinde.

 

“Evet, o zamanlar neden hastaneye götüremediklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Baksana o kadar çok kar var ki etrafta o zaman kim bilir nasıldı?”

 

“Doğmak için güzel bir yer seçmişsin.”

 

“Ne demezsin? Onu bir de beni doğurtan ebeye sor sen?”

 

“Neden?”

 

“Düşünsene dışarıda kar kıyamet hastaneye gidemiyorlar, malum bir de ben beş kilo doğmak için hazırlanınca ebenin de annemin de işi baya bir zor olmuş.”

 

“Ne? Sen beş kilo mu doğdun?”

 

“Hayret bunu nasıl bilmiyorsun?" dediğinde Özüm kahkahayı basmıştı.

 

***

 

Yanan sobanın yanında yedikleri yemek onların biraz ağırlaşmasına biraz da yemek sonrası mahmurluğa sürüklemişti. Alper’in gözleri Özüm’de, Özüm’ün gözleri yağan karın altında arz-ı endam eden asaletiyle göz kamaştıran doğduğu evdeydi. O kadar dalgın, o kadar durgundu ki Alper daha fazla dayanamayarak “Ne düşünüyorsun?" diye sordu.

 

Gözlerini manzaradan çekip ateş gibi yanan beklenti ile parlayan adamın bakışlarını bulduğunda korkusuzca “Bizi." diyerek karşılık verdi.

 

“Bu çok dürüst ve net bir cevap oldu.”

 

“Olması gereken de bu değil mi zaten?”

 

Alper, Özüm’ün ruh halinin ani değişimi ile bir an afallasa da hemen kendisini toparladı.

 

“Özüm sen iyi misin? Daha az önce neşe içinde gülüyordun? Gözlerimin içine aşk ile bakıyordun. Şimdi ne oldu birden? Neden bir yabancıya bakar gibi bakıyorsun bana? Senin için el olmak, bunu yüreğimden hissetmek ağrıma gidiyor.”

 

“Öylesin zaten.”

 

“Anlamadım. Bu da ne demek oluyor Özüm?”

 

“Sen benim için bir yabancısın Alper, adını soyadını, okuduğun bölümü, Leyla diye bir kızı çanta gibi yanında taşıdığını ve Adana’lı olduğunu biliyorum. Senin hakkında daha fazlası yok. Bana kendinle ilgili bahşettiğin bilgiler bununla sınırlı. Ama bak sen benimle ilgili her şeyi biliyorsun. Doğduğum eve kadar her şeyi…”

 

“Bunların hepsini ben kendim öğrendim Özüm, sen bana bahşetmedin.”

 

“Peki, o zaman şöyle diyeyim. Ben senin hakkında araştırma yapıp bilgi sızdıracağım kimi tanıyorum. Sen beni hayatından uzak tutarken senin hakkında kimden neyi öğrenebilirim Alper? Evet seni seviyorum, sana aşığım, nefesini hissetmek bile başımı döndürüyor, kokunu içime çekmek aşk sarhoşu olmama yetiyor ama bunlar yetmez. Bunlarla ben yetinemem Alper. Kimsin sen? Ne istiyorsun benden? Neden bu kadar uğraşıyorsun beni geriye kazanmak için. Yarım dönemin kaldı. Yarım dönem sonunda memleketine Adana’ya dönüp gideceksin o zaman ne olacak Alper?”

 

“Özüm ben…” desede genç kız konuşmasına izin vermeden onu susturdu.

 

“Beni ardında bırakıp gittiğinde ne olacak? Ben ateşler içinde aşkınla kavrulurken senin ardından gözyaşı dökemem. Önümde daha kaç senem var. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Her şeyi geçtim Alper, her şeyi… Ben senden korkuyorum. Verdiğin tepkilerinden, kıskançlıkla gözün döndüğünde beni bile hırpalanmandan, sevgilin yanındayken başka kızın sorumluluğunu taşımandan korkuyorum Alper. Bunların bana hissettirdikleri ile ben baş edemiyorum. Biz seninle olamayız. Aşkımız bizi bir arada tutmaya yetmiyor. Yetmeyecek de… Yanarız Alper, bizden ne köy olur ne de kasaba. Biz birbirimize de çevremize de zarar vermekten başka bir işe yaramayız." dedi soluk soluğa kalmıştı.

 

Alper’in kaşları çatık, vücudu tef gibi sinirden gerilmişti. Duydukları akıl alır gibi değildi. Daha kısa bir süre önce kollarında hayat bulur gibi hissettiren kadının dudakları şimdi ona öyle şeyler söylüyordu ki Alper tüm bu olanlara anlam veremiyordu. Kızın soluksuzca saydıkları yüreğinin öfke denizinde açılmasına sebep oldu. Ama şimdi konuşma sırası kendindeydi. Masada tam karşısında oturan kızın önüne doğru eğildi ve gözlerini kısarak “Bitti mi?" dedi ölümcül bir sesle.

 

Özüm anlamaz bir halde ona baksa da son hamlesinden de geri kalmayarak “Bitti." dedi. Kollarını göğsünün altından birleştirip geriye doğru yaslandığında Alper’de sandalyesinde geriye doğru yaslandı ve artık bilmesi gereken her şeyi anlatma vakti geldiğini bir kez daha iyi anladı. Her şeyi artık konuşma vakti gelmişti.

 

“Önce şunu iyi bir anla Özüm, dedin ya yanarız diye ben yanmaya razıyım. Neden biliyor musun? Çünkü yokluğunu yaşamayı bırak hissetmeye yüreğimin tahammülü, düşünmeye aklımın gücü yok. Zaten içten içe dillere destan güzelliğinin ışığıyla ben yanıyorum. Özlem ateşi yakıcı olsa da fark etmez ki… Sen benim gönlümün bayram sevincisin. Bakışlarımı bir an olsun alamadığım, aşk belasını sorgusuz sualsiz başıma sardığım, gönül gizimde sakladığım, sönmeyen en büyük sevda ateşimsin. Şimdi sen tutmuş da bana böylesine büyük duyguları hissettiren kızdan vazgeçmemi mi bekliyorsun? Hayır, bu dediğin asla olmayacak.”

 

“Ama buraya gelirken sen bana dedin ki…”

 

“Ne dediğimi çok iyi hatırlıyorum Özüm ama senin de hatırlaman gereken bir şey var, beni dinleyecektin. Beni dinlemeden idam sehpasına oturtup yargısız infaz yapmayacaktın.”

 

“Ben öyle bir şey yapmadım. Ne hissettiysem onu söyledim. Olmayacak duaya âmin denmez Alper. Asla kabul olmayacak bir duayız biz.”

 

“Sana bu gece de söylediğim gibi asla, asla deme gözümün nuru canımın özü. Çünkü aslalarını yaşamak zorunda kalırsın. Hiçbir zaman çok büyük konuşma.”

 

“Şimdi de hayat derslerine mi başladık Alper? Tamam, teşekkür ederim beni buraya getirmek çok güzel ince bir düşünce ama bana bu yaşadığımız güzel anların ardından yine Leyla’yı benim karşıma utanmadan çıkaracaksın.”

 

“Leyla’yı bir daha seninle karşı karşıya getirmeyeceğim Özüm. Leyla için İstanbul olayı tamamen bitti.”

 

“Ne? Ne demek istiyorsun sen?”

 

“Dinlersen eğer anlatacağım Özüm.”

 

“Tamam anlat o zaman da dinleyelim bakalım Hande’yi bile kandırdığın geçerli sebeplerin nelermiş?" dedi huysuzca.

 

“Bak Özüm, Leyla, Kutay, kardeşim Hakan ve benim çocukluğumuz bir arada geçti. Babalarımızın iş ortaklığı sebebiyle ailelerimiz hep iç içeydi. Zaman geçip de büyüdükçe Kutay ile olan dostluğumuz arkadaşlıktan öteye kan kardeşliğine dönüştü. Benim onun için şu dünyada yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Lise son sınıftaydık ve Kutay o gece zıvanadan çıkmıştı. Leyla’yı bir erkek ile görmüş ve gözü dönmüştü. Ben o gün onun Leyla’ya delicesine olan aşkını gözlerinde gördüm. Gözümün önünde çocuklar gibi ağlayarak –Ölüyorum Alper, bu kız benim sonum olacak.- dediğini hatırlıyorum. Kutay, kan kardeşim çocukluğumuzun beraber geçtiği kıza âşık olmuştu. Lise bitince sınav sonuçları açıklandığında ben ve Kutay İstanbul’u kazanmıştık. Kutay Leyla’yı bırakıp gitmek istemediği için sınavı kazandığını ailesine söylemeyerek babasının yanında çalışmaya başladı.”

 

“Kutay’ın duygularından Leyla’nın haberi yok mu?”

 

“Malesef yok. Bir sene sonra Leyla’nın İstanbul’u kazanarak peşimden gelmesiyle Kutay delirdi. Dizginlemek imkânsızdı. O kadar seviyordu ki her kaybetme korkusunda deliye dönüyordu. Ne açılabiliyor ne de vazgeçebiliyordu. İçten içe büyüttüğü aşkı onu günden güne yiyip bitiriyordu. Leyla ise hep umursamaz haller içinde saçma sapan tavırlar sergiliyordu. Okula dönmeden önceki gece Kutay kapıma gelip bana sarılmış ve Leyla sana emanet Alper başka bir gözün bakmasına yalvarırım izin verme demişti. Okul bitene kadar o benim sana gönül emanetimdir. Kalbimi, canımı sana emanet ediyorum, diyerek gitmişti. Ona defalarca alıp karşına konuş desem de kar etmedi daha zamanı var diyerek geçiştirdi. Hep uzaktan sevdi. Leyla’ya karşı bu aşırı korumacılığımın sebebi ailesi ya da ailem değildi Özüm. Bunun tek sebebi kan kardeşimin gönül emaneti olmasıydı.”

 

“Peki Leyla…”

 

“Leyla gitti Özüm, son yaptıkları bardağın taşmasına sebep olan son damlaydı. Hakan’ı çağırdım ve ailesiyle gerekli görüşmeleri sağlattım. Babamla da görüştüm. Okul hayatı İstanbul’da sonsuza kadar bitti. Dilerse eğer Adana’da ki üniversiteye geçiş yapabilir. Ama geçmeyeceğine adım gibi eminim. Onun derdi okumak falan değil.”

 

“Buna ben mi sebep oldum Alper? Şu an kendimi onun eğitim hakkını elinden almış gibi hissediyorum. Ben şu an kendimi çok kötü hissediyorum.”

 

“Bu şekilde düşünme Özüm. İstanbul’a geldiği günden bu yana saçma sapan davranıyor. Sürekli uyarılarıma rağmen hiçbir şekilde beni dinlemedi. Dersleri desen girdiği yok zaten. Yurtta devamsızlığı hat safhadaymış. Anlayacağın kızın derslerle ve okulla doğru düzgün alakası bile yok. Hem isterse ailesinin yanında devam edebilir okumaya ama İstanbul defteri onun için sonsuza kadar kapandı. Kendisine askıntı olan bir adama bile isteye kendi gidiyorsa eğer bu iş beni aşar. Bu yüzden ailesi gelip aldı.”

 

“Ben bilmiyordum. Bana hiç anlatmadın.”

 

“Kutay, kan kardeşim kendisine bile itiraf edemediği hislerini kimseye anlatmamam için bana büyük yemin ettirmişti. Ama olaylar çığırından çıkınca onun da rızasıyla sana anlatıyorum. Sana Leyla için emanet namusumdur demiştim hatırlıyor musun?”

 

“Evet.”

 

“O emanet, o namus kan kardeşimin namusuydu Özüm. O gün gözümde gördüğün öfke Kutay’ın bunu duyduğunda ne hale geleceğini düşündüğüm için hissettiklerimin yansımasıydı.”

 

“Peki ya Kutay, şimdi o ne durumda?”

 

“Kötü, kendisine ya da Leyla’ya zarar vermesin diye bağ evine kapattırdım. Bu yüzden bu geceden sonra Hakan ile en geç yarın gece geri dönmem lazım." dedi ve kolundaki saate baktı.

 

“Yarın mı döneceksin?" dedi yüzünde beliren üzüntüyle birlikte.

 

Alper, Özüm’ün yüzünde oluşan hüzün bulutlarını gördüğünde hiç bu kadar sevineceğini düşünmemişti. Ama şu an içindeki sevinci yarım bırakıp vakit kaybetmeden diğer planına geçmeliydi. Ayağa kalktı ve ona cevap vermeden benimle bir dakika dışarıya gelir misin?" dedi elini ona doğru uzatarak. Özüm gözlerini kısarak anlamadığını belirtircesine “Dışarı da kar yağıyor Alper ne yapacağız orada? Hem daha konuşmamız bitmedi." dedi isyan edercesine.

 

“Sen şimdi beni dinle ve gel, itiraz etme bir kere de konuşmamızın ikinci yarısını bahçede devam edeceğiz." dedi.

 

Özüm Alper’in kabanını almaya yeltendiğinde “Çok durmayacağız zaten bu şekilde gel." dedi onun üzerinde gördüğünden beri kalbinin teklemesine sebep olan elbisesine göz süzdü. Onun bu hali içini bir hoş etse de şu an sadece kaçırdığı saniyelere odaklanmalıydı.

 

“Kafayı mı yedin Alper senin niyetin beni dondurup da hasta etmek mi?”

 

“Amma da mızmızlandın canımın özü bak vakit kaybediyoruz." diyerek onu bahçeye doğru çekiştirdi. Alper’in kendisini bir şey kovalarmışçasına sürüklemesine bir anlam veremese de başına daha neler geleceğini düşünüyordu? Bu gece tam da büyük sürprizlerin gecesiydi. Özüm’ün duvarlarının bir bir yıkılmasına sebep olan cümleler onun gardını düşürmesini sağladı. Onları neler beklediğini Alper bilse de Özüm öğrenmek için çıldırıyordu.

 

***

 

Geçmiş Zaman 31 Aralık 2011 saat 23.50- 1 Ocak 2012 saat 00.00

 

Bembeyaz kar, saf, masum ve bir o kadar da soğuktu. Özüm, Alper’in çekiştirmeleri arasında konağın camekân olan restoranın bahçesine doğru çıkarıldığında ne diyeceğini bilmiyordu. Başına geleceklerden habersiz, yağan karın etkisiyle bastığı yerlerin buzlanması sebebiyle kayıp düşmemek için zorlanıyordu. Bahçenin tam ortasına Alper tarafından sürüklenip bırakıldığında anlamaz gözlerle yerinde bir saniye bile duramayan adama baktı.

 

“Alper, neler oluyor, neden çıktık bu soğukta dışarıya? Hem ben çok üşüyorum.” Derken iki elini de bedenine sarıp üzerindeki elbiseden içine işleyen soğuğu bir nebze de olsa engellemeye çalıştı.

 

Alper, yağan karın da etkisi ile üşümekte olan kıza baktı. Gözlerini kamaştıran, beyazlar içinde ışıldayan sevdiği kızı iki eliyle omuzlarından tutup gözlerinin içine bin bir umut ve beklenti ile baktı.

 

“Özüm, gözümün nuru canımın özü, nefesim, üşüme.” Derken ellerini omuzlarında gezdiriyor onun ısınmasına yardım ediyordu.

 

“Alper." dedi Özüm, içi şimdi soğuktan üşümüyor alev alev yanıyordu. Aşk öyle bir histi ki bir dokunuşta insanı yerle bir eden bir cehennem ateşinde yakmaya gücü yetiyordu.

 

“Özüm." dedi parmaklarını müptelası olmaya hevesli dudaklarına değdirirken onu susturmaya çalıştı. “Artık konuşmamıza kaldığımız yerden devam edebiliriz." dedi gözleri ışıldarken, yüreği coşku içinde çırpınıyor, nefesini düzenlemekte zorluk çekiyordu.

 

“Belki çok ani oldu diyeceksin, belki de zamansız diyeceksin ama benim kaybedecek zamanım yok artık Özüm. Yokluğunun bende açtığı derin yaranın tedavisi ancak seninle mümkün. Sensizlik bana yaramıyor. Bugün buraya geldik çünkü sen yıllar önce bu evde tam da bu anlarda dünyaya geldin. Yıllar önce nefes almaya tam da burada başladın. Özüm, canımın nefesi, kalbimin en güzel ritmi, adının geçtiği an tarif edemediğim hislerle yüreğimin dolduğu tek ve bir o kadar özel kadınım. Tam şuramdasın canımın özü.” Derken sağ elini kendi kalbinin üzerine koydu. Sol elini alıp Özüm’ün kalbinin üzerine yerleştirip “ Ben de işte tam şuranda olmak istiyorum. Sonsuza kadar da orada kalmak istiyorum. Atışının ritminde, gizli tınısında sonsuzluğu yaşamak, aşkınla yaşlanmak, bir ömür kalbinin atma sebebi olmak istiyorum." dedi.

 

“Alper." dedi endişe ile açılan gözlerle. Özüm’ün şimdi elleri titriyor ne cevap vereceğini bilmiyordu. “Sen…" dedi, sesi kekelememek için zar zor çıkmıştı. Alper’in ona ne sormak istediğini idrak etmeye çalışıyordu.

 

“Ben eşim olmanı istiyorum Özüm." dedi kendinden emin bir tonda. Özgüveni dağları yıkacak kadar güçlü hissettiriyordu şimdi kendini. “Ben seni eşim olarak yanımda görmek istiyorum. Yıllar önce dünyaya gözünü açtığın bu evde, nefes almaya başladığın bu saatlerde olduğu gibi bugün bana evet diyerek benim dünyama bir güneş gibi doğar mısın? Nefes almaya başladığın bu günde yüreğime evet diyerek bana nefes alma sebebi verir misin? Evet diyerek bir ömür canımın özü olur musun? Benim dünyama, hayatıma, ömrüme bir ömür doğar mısın? Benimle evlenir misin?” derken gözleri beklenti içinde ateşler saçıyordu.

 

Özüm şaşkındı. Gözlerinden süzülüp giden yaşlar mutluluktan mı şaşkınlıktan mı o an idrak edemedi. Alper kendi kalbi üzerindeki elini çekerken cebinden bir kutu içinde yüzüğü çıkardı. Özüm yüzüğü gördüğünde daha fazla dayanamadı işte tam da o anda yüreğinden kopup gelen o eşsiz cevabı verdi.

 

“Evet." diye haykırarak Alper’in yüzüğünü bile almadan onun kolları arasına atladı. Ona nasıl hayır diyebilirdi ki? Onun olmadığı anlarda acı içinde kıvrandığı, yoksunluğunun kavurucu ateşini damarlarında hissettiği günlerini düşündü. Alper’in gerekçelerini, anlattıklarını düşündü ve böyle seven bir adamın yüreğine karşılık aşkını vermemek kendine ihanet olurdu. “Evet." diyerek arka arkaya haykırdığı anda Alper sımsıkı sarıldı sevdiği kadına.

 

Nasıl sarılmazdı ki? Eşi olarak görmek istediği kızdan aldığı cevap onu mutluluktan küçük çocuklar gibi coşturmuştu. Onu kolları arasında yağan karın altında bembeyaz elbisesi içinde bir gelin edasında döndürmeye başladığında dış mekân volkanlarının ateşlenmesi ile birlikte adeta kendilerini bir ateş çemberi içinde buldular. Gözleri mutluluktan, yürekleri aşktan kanat çırparken etraflarındaki görsel şölen onların daha da kendilerinden geçmelerini sağladı.

 

Alper kolları arasındaki kızı döndürmeyi bırakıp elindeki yüzüğü nefes nefese parmağına takarken “Bu yüzük her ne olursa olsun, aramızda ne yaşanırsa yaşansın bir daha bu parmaktan çıkmayacak canımın özü." dedi ve yüzüğü taktığı elini dudaklarına götürürken yüzüğün üzerine bir öpücük kondurdu.

 

“Dudaklarımın mührünü de buraya bir ömür olarak bırakıyorum." dedi sonra kulağına eğilerek “Doğum günün kutlu olsun ömrümün sahibi olan kadınım.” Nefesinin sıcaklığı Özüm’ün başını döndürürken, burnuna dolan kokusu hiç de işini kolaylaştırmıyordu. Kalbinin ritminin değişmesine sebep olan bu yakınlık gözlerinin istemsizce kapanmasına sebep oldu. İstediği tepkiyi almayı başaran Alper daha fazla dayanamayarak tadına doyamadığı dudaklarının yakınına geldi. Dudakları değecek kadar yakındı artık, sesi fısıltı halinde “Mutlu yıllar sevdiğim." dedi ve dudaklarıyla saçlarına minik buseler kondururken kokusunu derince içine hapsetti.

 

Zaman onlar için artık farklı bir boyuta geçmişti. Özüm’ün parmağındaki Alper’in aşkının mührü yağan karın altında geceye inat parlarken geleceğin ne getireceğini ikisi de bilmiyordu. Acı mı? Mutluluk mu? Gözyaşı mı? Hüzün mü? Sevinç mi? Hayat, zamanı geldiğinde her şeyi ikisine de yaşatacaktı.

 

***

 

Şimdiki Zaman, 2017

 

“O gün hayatımın en büyük hatasını sana evet diyerek yaptım ben Alper.”

 

“O yüzden mi hala boynunda herkesten gizleyerek, yüreğinin tam ortasında, bir ömür yaşamak istediğim yerde benim aşkımın mührünü taşıyorsun? Yapma Özüm herkesi kandırabilirsin, istediğin kadar kendini inandırmak için çabalayabilirsin ancak senin beni hala deli gibi sevmediğine inandıramazsın. Buna inanmam demek yüreğimi söküp atmam demek. Sen ömrüme biçilen en güzel mükâfatken bunu ne senin ne de kendi hatalarımın ziyan etmesine izin vermem.”

 

“Ne saçmalıyorsun sen Alper? Biz bittik, yıkıldık, yenildik, yok olduk, kahretsin bitirdin tükettin bizi? Şimdi karşıma geçmiş hangi zarardan ziyandan bahsediyorsun sen? Sen hep gitmek için geldin bana ve hep gittin kahrolası, acımadın, bu kıza ne olur diye hiç düşünmedin, sen hep gittin.” Haykırırken canının acısı hissediliyordu. Öfke kusuyordu.

 

“Özüm yapma be iki gözümün nuru, yalvarırım biraz sakin ol. Anlatmama izin ver.”

 

“Bana şöyle deme dedim sana, ben senin hiçbir şeyin değilim.”

 

“En çok böyle konuştuğumda hoşuna giderdi Özüm, ne çabuk unuttun geçmişimizi?”

 

“Senin de dediğin gibi Alper, geçmiş geçmişte kaldı ve unuttum. Bana acı veren her şeyi bilincimin kat be kat altına, beynimin en ücra köşesine, it ürümez kervan yürümez kıvrımlarının içine gömdüm. Bana acı veren seni de anıları da sana dair en ufak bir kırıntıyı dahi kendi ellerimle yok ettim. Şimdi karşıma geçmiş bana yok ettiklerimi hatırlatmaya çalışma. Çünkü inan zararlı çıkan sen olursun. Yeter artık Alper, bırak çocukluğu ve beni hemen geri götür.”

 

“Asla." dedi Alper kesin ve sert bir tonda. “Asla gidemezsin Özüm, bu tekneden aramızdaki tüm her şeyi konuşmadan, beni dinlemeden gidemezsin. Buna asla müsaade etmem.”

 

“Asla asla deme Alper, unuttun mu aslalarını yaşamak zorunda kalırsın dediğini.”

 

Alper’in kulakları duydukları karşısında gözlerinde küçük bir kıvılcım tutuşturmaya yetmişti. Onun gözlerinde gördüğü yansımayı fark ettiği anda Özüm ağzından çıkanların ne kadar yanlış zamanda dile geldiğini anlamıştı.

 

Kahretsin! Diye içinden söylense de fark etmezdi artık Alper için, çünkü o karşısındaki kızın hiçbir şeyi unutmadığını aksine her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırladığını anlamıştı.

 

Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirip “Ya demek öyle demiştim. Peki, Özüm ben tam hatırlayamıyorum da başka neler söylemiştim?" dedi bir adımda onun oturduğu koltuğa yaklaşarak şimdi onun gözerindeki paniğin keyfini çıkarıyordu. Eli ayağı birbirine dolanan Özüm, Alper’in kendisine yakınlaştığını fark ettiği an ayaklanarak ondan kaçmaya çalıştı.

 

Güverteye çıkarak derin bir nefes aldı. Hava kararmış, gecenin nazenin gerdanında en güzel sunumunu ışıldayan yıldızlarla yapıyordu. Ay denizin üzerinde yakamoz oluştururken Özüm sakinleşmek adına derin derin nefes aldı. Bu iş çığırından çıkmaya başlamıştı ve bir an önce geri dönmeliydi. Korkuyordu Özüm, yüreği kanat takmış Alper’in tüm yaptıklarına rağmen ona doğru deli gibi uçmak isterken çaresiz kalmak canını sıkıyordu.

 

“Allah kahretsin!" diye kendi kendisine söylenirken omzuna örtülen bir örtü ile yerinde irkildi.

 

“Üşüme Özüm, üşüme canımın özü." dedi içi titrer gibi.

 

Özüm omuzlarına bırakılan örtüye sımsıkı tutunurken Alper’in elinin değdiği teni alevler içinde yanmaya başlamıştı. Olmamalıydı, bu adamın dokunduğu yer ateşler içinde böyle kavrulmamalıydı ama Özüm bu hissettiklerine engel olamıyordu.

 

Yüreğine söz geçiremezken şimdi bir de işin içine bedeni katılmıştı. Etkisinden kurtulmak adına bir iki adım uzaklaşıp sırtını ona doğru döndü. Varlığı aklına zarar iken bir de esiri olduğu gözlerini görmek, hasret kaldığı pırıltıların içinde yok olmak engellenebilir bir şey değildi.

 

Gözlerini kapatıp onun arkasındaki varlığını yok saymaya çalıştı. Hiç gelmemiş, orada değilmiş gibi yıllar önce çekip gittiğini ve geri dönmediğini düşünmeye çalışıyordu. Haklı olduğunu hatırlamaya ihtiyacı vardı. Terk edildiğini, canının yandığı günleri, gözünden döktüğü yaşları hatırlamaya çalışıyordu. Özüm bunları hatırlamalıydı. Varlığı inkâr edilemez adamın sözlerine bir kez daha kanmamalıydı. Yine yüreği yenilmemeliydi. Tatlı dili, aşk dolu sözleri, ateş saçan bakışları bu defa onu etkilememeliydi. Dinlememeliydi.

 

“Bu defa olmaz." diye sesli fısıldadı Özüm içinden konuştuğunu düşünerek. Gözleri kapalı, fark etmeden eli kolyesine ve ucunda yıllar önce Alper’in aşkının mührü olan yüzüğü küçücük yumruk yapmış eli arasında sıktırırken kendisi bile ne yaptığının farkında değildi.

 

“Bu defa olmaz." dedi tekrar fısıldayarak. Sayıklar gibi cümleyi tekrarlıyordu. Onun bu acı halde tekrar ettikleri bir bıçak gibi Alper’in yüreğine gelip saplandı. Her bir sözü, yüzündeki her acı kıvrım canını yaksa da Özüm’ün elinin gittiği yer onun içinde umut kırıntılarının artmasını sağladı. Özüm’ün arkasından omzuna dokundu “Farkında bile değilsin Özüm, benden kaçmak için bile yine bana sığınıyorsun.” Ümit içinde çıkmıştı sesi.

 

Alper’in dokunuşu Özüm’ün soluğunun kesilmesine, kelimelerinin boğazında düğümlenmesine sebep oldu. Peki ya sözleri… Özüm onun ağzından dökülen cümle ile onun ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Ta ki elinin onun emanetleri üzerinde olduğunu fark edene kadar. Yüzünü fark ettiği gerçek ile huzursuzca buruşturdu ve düşünmeden boynundan zinciri çekip aldı.

 

Yıllardır canı gibi koruyup sakladığı kolye ve yüzüğü bir öfke ile koparıp aldı. Alper, Özüm’ün bu çıkışı ile neye uğradığını şaşırdı ve dehşete kapılmış bir halde ani bir hareket ile kendisine dönen kadına baktı.

 

“Ne yapıyorsun Özüm?”

 

“Ben." diyerek gözlerinin içine öfke ile baktı Özüm. “Artık sana dair hiçbir şeyi hayatımda istemiyorum.”

 

“Saçmalama Özüm şu an gerçekten çocukluk yapıyorsun. Bunu asla kabul etmem, izin vermem Özüm.” Derken canı yanıyordu.

 

Alper, Özüm’den her şeyi bekliyordu ama bu, bu çok fazlaydı. Yıllar önce verdiği emanetleri, ömrünün mührünü böyle acımasızca söküp atmasına müsade edemezdi.

 

“Bunlar sana ait Alper.” Yumruğu içinde sıktırdığı emanetleri Alper’in elini çekiştirerek avuçları arasına aldı ve ağır çekim içinde etinden et koparır gibi onun eline bıraktı. Yüreği kanıyordu Özüm’ün, kanadığı kadar kanatıyordu. Canının acısını canım diye nefesinde gizlediği adamdan çıkarıyordu.

 

“Artık bende kalmasının hiçbir anlamı yok. Anla artık Alper senin için geçersiz olan bu nişan yüzüğü artık benim kaderim." dedi tek nefeste.

 

“Şu avucundaki emanetler, işte onlar benim yok saydığım geçmişimden en son kırpıntılardı. Artık onlardan da kurtulduğuma göre şimdi geri dönebiliriz." dedi adamın gözlerine acımasızca bakıyordu.

 

Ağzından çıkan her bir söz ile karşısındakinin yüreğini delip geçtiğini çok iyi biliyordu. Ama kahrolası bu cehennemden bir an önce kurtulmalıydı yoksa işler içinden çıkılamaz bir hal alacaktı. Özüm daha fazla Alper’e direnemeyeceğini bildiği için hayata dair tüm umutlarını, beklentilerini de boynundan koparıp almış ve Alper’in eline tutuşturmuştu. Onu ardında bırakıp içeriye yöneldiğinde gözlerinden süzülüp giden yaşlara artık engel olamıyordu.

 

Alper’in omuzları çökmüş eline tutuşturulmuş umutlarına bakıyor, ömrünün mührünün sevdiği kadının boynundan acımasızca sökülüp alınmasına aklı bir türlü almıyordu.

 

Nasıl yapabilmiş, nasıl eli gitmişti? Anlamıyordu Alper? Öfkeliydi. Kızgındı. Kırgındı ve bir o kadar da hayal kırıklığına uğramıştı. Yüreği paramparça olmuş gibi hissediyordu.

 

Avuçları içinde sımsıkı tuttuğu emanetlere elini açarak baktı ve derince içine çekti bir nefeste. Sevdiği kadının kokusunu almak bir nebze olsun onu sakinleştirmeyi başarmıştı. Sonra gözleri kolye ucuna gitti. O geceyi Alper çok iyi hatırlıyordu. Bu kolyeyi Özüm’e nasıl hediye ettiğini, onun için kilometrelerce olan yolu tek nefeste sadece güzel bir anı yaşayabilmek için, özlemini bir saniye olsun dindirmek için nasıl geldiğini hatırlıyordu. Gözleri uzaklara daldığında bakışlarını kıstı.

 

“Ben hatırlıyorsam o da hatırlamalı. Onun için sıradan biri olmadığımı gerekirse her anımızı ona tek tek anlatarak hatırlatacağım. Ve sen Özüm SÖNMEZ kırılmaz sandığın inadını ben değil ama anıların kıracak ve bilincinin altına gömdüğün aşkımızı kendi ellerin ile dirilteceksin. Ve ben buna yüreğimle şahit olacağım." diyerek bir hırsla az önce Özüm’ün gözden kaybolduğu yere doğru yol aldı. Ayakları Özüm’e ilerlerken aklı yıllar önce Özüm’e kolyeyi hediye ettiği ana çoktan gitmişti.

 

***

 

Geçmiş Zaman, Şubat 2012

 

Alper gideli kaç gün olmuştu? Bilmiyordu Özüm, saymıyordu ki artık onsuz geçirdiği günleri. Muhteşem evlilik teklifinin ardından ertesi gece Adana’ya Kutay’ın yanına gitmişti. Onun İstanbul’dan gittiği günden bu yana zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Onun yanındayken su gibi akıp giden saatler, onsuz vakitlerde adeta sürünerek geçiyordu.

 

Yeni dönem başlamasına rağmen Özüm okula onsuz gitmek istememişti. Ayakları onun olmadığı okula adım atamıyor, onun nefes almadığı mekânlarda soluğunu havaya bırakmak haram gibi geliyordu. Gece saat kaçtı haberi bile yoktu. Loş oda ışığında parlayan yüzüğüne hasret ile bakıyordu. Kilometrelerce uzakta olan sevdalısı şimdi ne yapıyordu acaba?

 

Alper, Kutay’ı sakinleştirmeyi zor da olsa başarmıştı. Ailesine tam Özüm’den bahsedeceği sıralarda dedesinin rahatsızlığı ile aile küçük çapta bir yıkım yaşamıştı. Özüm ne kadar sevdiği adamın yanında olmak istese de oralara gitme imkânı yoktu. Bu çaresizlik içinde kaldığı durum içten içe onu yakıp kavuruyordu. En son telefon görüşmelerinde Alper’in sesi enkazın altında kalmış ve sadece nefes alarak hayat belirtisi gösterir gibi çıkmıştı. Onun sesinin yoksunluk çeker gibi çıkması Özüm’ün içini yakıp yıkıp geçmişti. Çaresizlik boynuna öyle bir halat gibi bağlanmıştı ki eli kolu bağlıydı. Tek iletişim kaynakları olan telefonu ise sonuna kadar kullanıyorlardı.

 

Özüm ne kadar çok aramak istese de zamanlama hatası yapmamak için sevdiği adamın onu aramasını bekliyordu. Alper’den gelecek en ufak bir haber için gece gündüz telefon başında ayrılmadan bekliyordu. Uykuyu bile yok saymak için büyük çaba sarf ediyordu. Gözleri bu eziyete daha fazla dayanamayarak yavaşça artık kapanmaya başlamıştı. Tam da o sırada çalan telefonla uykuya geçişe hazırlanan gözleri kocaman açıldı. Yüreği heyecandan ve korkudan hızlanan genç kız elleri titreyerek telefonun ekranına baktı. Ekranda yazan isim onun gözlerinin ışıldayarak özlemle dolmasına sebep oldu. Dudakları titreyerek açtığı telefona “Alper." diyerek hasretle cevap verdi.

 

“Canımın özü." dedi Alper sesi yorgun olsa da her bir kırıntısından ona olan aşkı alev alev hissediliyordu.

 

Alper’in ağzından kendisine bu şekilde hitap edilmesi gözlerinin istemsizce kapanmasına sebep oldu. Nefes alıp verişi düzensizleşti. Kalbi yerinden çıkacak gibi hızlanırken, onun soluklarını kulağına dolup gelen eşsiz bir ezgi gibi dinliyordu. Telefonun ucundaki Alper’in varlığı bile kendisini farklı hissettirmeye yetiyordu. Ah bir de şimdi yanında olsa…

 

“Seni bekliyorum, senin kokunu içime solumaya ihtiyacım var Özüm.” İsminin üzerine bastırarak söylemişti. Duydukları karşısında Özüm bir an afallayarak gözlerini koskocaman açtı. Ne demişti ki o şimdi? Şaşkınlık ve hayret dolu sesiyle “Alper, sen ne dediğinin farkında mısın? Ben oraya nasıl geleyim?”

 

“Farkındayım nefesim, seni özledim, seni bekliyorum. Gel Özüm, seni bahçenizin arkasındaki ağacın altında bekliyorum.”

 

“Alper.” Korku yüreğini sarıp sarmalarken özlediği adamın bir adım ötesinde kendisini hasret ile beklediğini bilmek onu delicesine heyecanlandırmıştı. Bu gerçek olabilir miydi? Gerçekten gelmiş olabilir miydi?

 

“Ne olur gel Özüm? Çok yorgunum ve sana ihtiyacım var.” Alper’in ağzından dökülüp giden son cümle Özüm için artık yapılması gereken tek şeydi. Onun kendisine ihtiyacı varken daha fazla odasında oturup bekleyemezdi. Beklemedi de…

 

“Hemen geliyorum." dedi ve alel acele telefonu kapattı.

 

Kış mevsiminin soğukluğunu akıl edip üzerine kalın bir mont aldı. Atkı ve şapkasını da taktıktan sonra pijamalarına aldırmadan botlarını da ayağına geçirdi. Sessizce evden çıkarken anahtarlarını da yanına almayı ihmal etmedi. Annesi ve babası çoktan uyumuşlardı. Bu saatte de kolay kolay uyanmazlardı ama her halükarda dikkatli olmalı ve her hangi bir yanlış anlaşılmaya sebep olmamalıydı. Sessiz bir şekilde evden çıktı ve kayıp düşmemek için dikkat ederken arka bahçedeki ağaca doğru yöneldi. Dikkat etse de heyecanına yenik düştü ve adımlarını biraz hızlandırdı. Alper’i gördüğü an daha fazla kar yağışını, yerdeki buzu düşünmeden koşmaya başladı.

 

Gözleri Özüm’ü gören adam bakışlarındaki mutluluğunu yüzüne de yansıtarak “Özüm." diye içi titreyerek ona seslendi. Kollarını ona doğru açtığında Özüm çoktan evim dediği kucağa kendisini bırakmıştı.

 

“Kaybettiğim nefesimi buldum sonunda." Özüm’ün boyun girintisinden derince kokusunu içine soludu.

 

“Yeniden evimde, ait olduğum yerdeyim. Şükürler olsun." diyerek ona karşılık verdi. Birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Yalnız kaldıkları, hasret kaldıkları günlerin acısını çıkarırcasına bir saniye dahi birbirlerinden ayrılmamışlardı.

 

Gözleri aşk diye haykırırken kalpleri buluşmanın vermiş olduğu coşku ve heyecan ile atıyordu. Nefes dedikleri hayat fonksiyonlarını yerine getirebilecekleri şeyi onlar birbirlerinin gözlerini gördükleri ve kokularını içlerine derince çektiklerinde hatırlıyorlardı. Ve aşk iki sevdalı yüreğin birbirine kavuştukları anda alev alıyordu. Biraz olsun aklı başına gelen Özüm, Alper’in izin verdiği kadarıyla ondan uzaklaşıp gözlerine sorgularcasına baktı.

 

“Burada olduğuna hala inanamıyorum. Seni görmek aklımın ucuna dahi gelmezdi ama…”

 

“Ama nasıl geldim değil mi?" dedi onun cümlesini tamamlarken dudak kıvrımlarında yorgun bir gülümseme peyda oldu.

 

“Yanlış anlama memnun olmadığımdan değil ama en son konuştuğumuzda hastanedeydin ve dedenin durumunda herhangi bir değişiklik yoktu. Nasıl oldu şimdi iyi mi?”

 

Özüm korkuyordu. Alper’in gözlerinde gördüğü hüzün onu boğuyordu. O alışık değildi onun gözlerindeki mahzun hüznü görmeye, dayanamıyordu acı çekmesine ama elden de bir şey gelmiyordu. Hastalık da sağlık da biz insanlar içindi. Ve insanoğlunun bazen gücünün yetmeyeceği şeyler vardı. Doğum gibi ölüm de bizler içindi ve hayatta engel olunamaz gerçekler de vardı.

 

“Şu an durumunda herhangi bir değişiklik yok Özüm. Hala yoğun bakımda." dedi gözleri sulanmış ve sesi çoktan acı içinde kırılıp gitmişti. Son kelimeleri keder içinde kıvranan bir fısıltı halinde çıkmıştı.

 

“Ben çok üzgünüm, keşke elimden bir şey gelse.”

 

“Yanımdasın, benimlesin ya ben daha ne isterim ki?" dedi sımsıkı sardı bir kez daha kolları sevdiği kadını “Hep yanımda ol Özüm, hep kollarımın arasında benim ol.” Derken şapkasının üzerinden başına minicik bir buse kondurdu. “İki saat sonra uçağım var. Gideceğim." dediği an Özüm panikle onun gözlerine baktı.

 

“Hemen mi?” Ne kadar gitmesi gerektiğini bilse de onun dilinden gideceğini duymak genç kızı yaralıyordu. Gitmek kelimesi yakışmıyordu dudaklarına, o bu kelimeyi asla kullanmamalıydı.

 

“Evet gitmeliyim Özüm ama dedem kendine gelir gelmez geri döneceğim. Kalbim, nefesim buradayken daha fazla uzağa gidemem ki bilmiyor musun? Ama ailemin yanında en önemlisi o inatçı ihtiyar uyandığında karşısına dikilip bizi böyle korkuttuğu için ondan hesap sormalıyım." dedi yapmacık bir kızgınlıkla.

 

Alper’in dedesine ayrı bir düşkünlüğü vardı. Babasından çok dedesiyle geçirmişti çocukluğunu, bu yüzden idol olarak gördüğü yegane tek kişiydi. Zamanla babasıyla araları düzelse de dedesiyle olan bağı daha güçlüydü. Dedesinin, o güçlü, heybetli, yılların eskitemediği ulu çınarın nasıl olup da yatağa düştüğünü anlayamıyordu.

 

Yaşlılık diyordu herkes ama Alper bunu kabul etmiyordu. Farklı bir şeyler olduğunu hissediyordu ama bir türlü ne olup bittiğini çözemiyordu. Dedesi Alper’in memlekete geldiği günlerde huzursuzdu ve bunun işler ile alakalı olduğunu düşünüyordu. Leyla’ydı, Kutay’dı falan filan derken dedesiyle oturup konuşma imkânı olmamıştı. Tam her şey düzene girdi derken dedesinin hastaneye kaldırıldığını öğrenmişti. Babasına sorduğunda hiçbir açıklama yapmazken, Leyla ve Kutay’ın babası öfke ile ona bakıyordu. Sebebini kendi babasına sorduğunda ise zamanı geldiğinde konuşulacağını şimdi sırası olmadığını söylemişti.

 

Alper olanlardan, kendisinden saklanan sırlardan ve öfkeli bakışlardan o kadar bunalmıştı ki bir dakika bile olsa görmek için soluğu Özüm’ün yanında almıştı.

 

“Keşke bu kadar yolu gelmeseydin. Çok yorulmuşsun, şu haline bir bak.”

 

“O yolun ucunda olan sen isen eğer ben yıllarca yürümeye bile razıyım. O yolun sonuna geldiğim de bana aşk ile bakan gözlerin olacaksa ben her şeye razıyım be canımın özü. Senden gelen her şey kabulüm.”

 

“Hım, bu uzaklık pek bir yaramış size Alper Bey. Sözlerinizden romantizm akıyor.”

 

“Size de baya bir keyif vermiş gibi küçük hanım.”

 

Alper’in bu gece ilk defa kendisine içten bir gülümseme bahşettiğini hissetti. Ve gözlerindeki hüzün bulutlarının bir nebze olsun dağıldığını görmek, teninde sıcaklığını hissetmek, genzine dolan kokusunu fark etmek her şeyi bambaşka bir hale sokmaya yetmişti.

 

Alper sevdiği kızı kolları arasına aldığı an dünya başka bir güzelliğe bürünmüştü. Onun gözlerinde gördüğü sevda ateşi yüreğine iyi ki gelmişim dedirtmişti. Cebinden çıkardığı kutuyu Özüm’e uzatıp kulağına “İlk sevgililer günümüz kutlu olsun canımın özü." dedi. Özüm hareketsiz kalırken dilinden fısıltı halinde “Sevgililer günü mü?" diye bir cümle çıktı. Onun şaşkınlığını fırsat bilen Alper kutuyu açarak konuşmaya başladı.

 

“Evet, sevgililer günü sevgilim, bugünü senden ayrı geçirmek istemedim. Bir dakika olsun yanında nefes almak, ışıldayan gözlerini görmek istedim. Kendimi bulmam için gözlerini görmem gerekiyordu.” Kutunun içinden ışıl ışıl parlayan bir kolye çıkmıştı. Kolyenin ucunda taşlarla süslü küçük bir kalp ve kalbin sol tarafında ise küçük bir anahtar deliği vardı. Özüm şaşkınca Alper’e baktı.

 

“Bunun anlamı?” Anlamlı bir cümle kuramamıştı. Nasıl kurabilirdi ki? Kendisi hangi günde, hangi tarihte ve zamanda kaldığını unutalı çok olmuştu. Özüm’e sorarsan hala aklı 1 Ocak gecesine takılı kalmıştı. Ama şimdi sevgililer günü hediyesiyle karşısında dikilmiş tüm acılarına rağmen onu görmek için kilometrelerce yolu kat ederek gelmiş bir adam vardı. Alper kolyenin klipsini açarken takması için izin ister gibi ona baktı. Özüm bir rüyadan uyanır gibi yerinde silkelendi.

 

“Şey, tabi lütfen." diyerek Alper’e arkasını döndü. Alper kolyeyi takmak için Özüm’ün saçlarını omzunun bir yanına çekmesini seyretti. Sonra kolyeyi takarken bir yandan da konuşmasını sürdürdü.

 

“Bu kalp senin kalbin Özüm. İçindeki anahtar boşluğu ise benim kalbimi simgeliyor. Senin kalbinin anahtarı sonsuza kadar benim yüreğimde. Sen bu kolyeyi bir ömür boynunda taşırken aslında kalbinin içinde de benim yüreğimi taşıyacaksın. Seni seven yüreğimi.” Derken Özüm’ün boynundaki küçük boşluğa minik bir buse kondurdu.

 

Alper’in ağzından firar eden her bir kelime de Özüm’ün içi titredi. Ruhu sarsıldı tenine değen ateş gibi yanan dudaklar sayesinde. Gözlerinden mutlulukla iki damla yaş süzülürken sevdiği adamın gözlerine kavuşma ihtiyacı hissetti.

 

Kavuşmalıydı aşkının sahibi gözler ile, özlemi dinmese de çölde susuz kalan bir bedevi gibi kana kana ihtiyacını gidermeye çalışmalıydı. Şimdi iki yangın yürek birbirlerine delicesine bakarken Özüm ona söz verdi.

 

“Bu kolye yüreğimdeki aşkın bitmediği sürece boynumdan bir gram aşağıya inmeyecek. Aşkım varlığın ile süslendikçe kalbimin içinde yüreğin hep var olacak. Sana söz olsun sevdiğim, aşkın ben nefes aldığım sürece canıma can, nefesime soluk, yüreğime aşk olacak. Ve ben var oldukça bu aşk yüreğimde sonsuza kadar can bulacak." dedi ve sımsıkı ona sarıldı.

 

Onun söz diye dillendirdiğini Alper kader diye alnına çizmişti. İkisi de aşk sarhoşu olmuş özlemlerini dindirirken hayatın onlara ne getireceklerinden bi haberdiler. Çünkü hiç kimse hayatın kendisini ne ile sınayacağını bilemezdi. Alper ve Özüm’ün bilemediği gibi...

 

***

 

Şimdiki Zaman, 2017

 

Alper elindeki kolye ile Özüm’ün yanına bir hırsla geldi. Aklında canlanan geçmişin her bir görüntüsü ile kendisini daha bir güçlü hissetti. Özüm’ün sözleri kulaklarında çınlıyordu. Yıllar önce kendisine o sözleri eden kız şimdi bir kızgınlıkla ona ait olan aşkını boynundan söküp atamazdı.

 

Teknenin içinde camekânlı bölmede ellerinin arasına başını almış dalgınca yeri izleyen Özüm’ü gördüğünde bir an içi sızlasa da az önceki tavrını yüreği affedemiyordu. Gözlerini kıstı ve bir adımda Özüm’ün yanına ulaştı. Onu kollarından tutup oturduğu yerden ayağa kaldırarak kendisine bakması için zorladı. Alper’in tutuşunun sert olması Özüm’ün canının yanmasına sebep oldu. Yüzünü buruştururken canının acısı ile dudaklarından bir inleme döküldü.

 

“Ne yapıyorsun? Bırak beni, canımı acıtıyorsun Alper." diyerek sımsıkı tuttuğu kollarını Alper’in ellerinin arasından kurtarmaya çalışsa da bu yalnızca boşuna bir çabaydı. Alper’in hesap soran gözlerinden kaçış yoktu artık. Çok uzamıştı bu mevzu ve bir an önce her şey gibi bitmeliydi.”

 

“Bırakmıyorum Özüm, yapamayacağım şeyleri isteme benden.”

 

“Neden? Yapmadığın şey değil ki Alper." dedi adamın gözlerinin içine acımasızca bakıyordu. Acı dolu gerçekleri yüzüne vurmak onu rahatlatması gerekirken şimdi ağzından dökülen her bir kelime kendisinin canını yakıyordu. Onun değil karşısındaki adamın canının yanması gerekiyordu.

 

“Özüm." diye haykırdı Alper, gözlerindeki öfke ateş saçıyordu.

 

“Ne istiyorsun be adam? Benden ne istiyorsun? Yetmedi mi yaşattıkların, bitmedi mi çektireceklerin? Bir canım var onu mu istiyorsun benden?”

 

“Bu sana ait." diyerek elinde tuttuğu kolyeyi ve ucundaki yüzüğü onun gözleri önünde zincirinden tutarak sallandırdı.

 

Özüm, gözlerini kapatıp canının sıkıldığını gösterircesine huzursuzca bakışlarını kaçırdı.

 

“Bak gözlerimin içine Özüm? Neden kaçırıyorsun bakışlarını, elimde durması bile canını yakıyorken ne diye boynundan geçmişimizi koparıp attın? Yıllar önce bana sözler veren, yeminler eden kız nerede Özüm? Hatırlamıyor musun verdiğin sözleri?”

 

“Hatırlamıyorum." diyerek Alper’in devam eden cümlesini kesti attı.

 

“Ne demek hatırlamıyorum? O yüzden mi yıllardır boynunda taşıdın bu kolyeyi ve yüzüğü. Nerede o büyük aşk yeminleri eden kız, nerede boyundan büyük laflar eden kız?”

 

“O kızı sen kendi ellerinle öldürdün Alper. Neden anlamak istemiyorsun? Benim seninle bu saatten sonra hiçbir işim olamaz. Sen beni tüketerek bende bittin. Tükendim bunu gözlerimde görmüyor musun?" diyerek aniden kendisini Alper’in kolları arasından çekip aldı. Sırtını ona döndüğünde gözlerinden firar eden iki damla gözyaşına engel olamadı. İçi sızlıyordu kızın, neden böyle yapıyordu bu adam? Onu görmek zaten işini zorlaştırıyordu? Neden geçmişi tekrar tekrar hatırlatıp yüreğini kedere, gözlerini yaşa, ruhunu yasa boğuyordu?

 

Alper kendisine sırtını dönen kızın yanına iki adımda gitti. Genç kızı omuzlarından nazikçe tuttu. Şimdi sesi daha içten, daha şefkat doluydu. özüm bu dokunuşu çok iyi tanıyordu. Bu dokunuş yüreğini okşayan, ruhunu rahatlatan hasret kaldığı dokunuşlardan sadece biriydi.

 

“Gözlerinde gördüğüm tek şey bana hala aşk ile bakan kız." dediği an duydukları karşısında dişlerini sımsıkı sıktı kız. Biliyordu işte, ne kadar inkâr etse Alper her şeyi biliyor ona göre doğru adım atıyordu. Ama genç kızın bu oyunlara pabuç bırakacak artık bir lüksü yoktu. Herkes yerini ve haddini bilmeliydi. Alper ne kadar güzel anıları hatırlatmaya çalışsa da Özüm’ün geçirdiği kötü zamanları unutmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.

 

“Ben sana âşık falan değilim." dedi bir anda döndü. Savaşmaya hazır cesur gözleri ile ona sertçe bakarak her bir kelimeyi üzerine bastıra bastıra konuştu.

 

“İster kabul et ister etme sen bana hala âşıksın ve ben şu dünyada var olduğum sürece benden başkasına ait olmana asla izin vermeyeceğim.”

 

“Yıllar sonra karşıma çıkıp da bana karışamaz, hesap soramazsın sen. Hem nerede senin karın olacak kadın? Utanmadan bana davetiye bile gönderdiğin yetmedi mi Alper? Benim hayatımı mahvetmek için neden bu kadar çabalıyorsun? Sen evli bir adamsın, bu yaptıklarının hepsi saçmalıktan başka bir şey değil.”

 

“Ne davetiyesinden bahsediyorsun sen?”

 

“Kız arkadaşın ile bana gönderdiğin davetiyeden bahsediyorum. Yaptıkların tutarsız, her sözün palavra, hayatın yalan senin be. O gece bu kolyeyi boynuma takıp gittin sen ve sonra bir daha da geri dönmedin. Ben o gece seni son defa gördüğümden habersiz senin gözlerine baktım. Nasıl bu kadar acımasız ve vicdansız olabildin sen?”

 

“Ben…” dedi bakışlarını kaçırdı ağzından cümleler dökülmeye hazırlanırken genç kız konuşmaya devam etti.

 

“Bekledim kahrolası, gittiğin günden beri ben seni hep bekledim. Aptallar gibi yolunu gözledim. Gittin, geri döneceğim dedin ama sen gelmedin. Ben seni umutsuzca beklerken senin evlilik haberini aldım. İnanmadım ama davetiyen, Allah kahretsin Alper bu kadar canımı yakmak zorunda mıydın? Hayatımı mahvetmek zorunda mıydın? Nefesimi kesip atmaya neden bu kadar hevesliydin? Ben mi çağırdım seni hayatıma? Sen yokken de ben mutluydum. Bir deprem gibi girdin dünyama, beni, yüreğimi acımadan bir enkaza çevirdin. Sonra bana ne olduğunu hiç düşünmeden çekip gittin. Bekledim kahrolası, günlerce, aylarca, yıllarca ben sözümü tuttum . Bugüne kadar aşkım için ettiğim her bir sözü tuttum. Bu halka parmağıma girene kadar sözümü tuttum. Ama artık bitti. Geri dönmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek.”

 

“Değiştirecek Özüm.” Sesi sert, öfkeli ve kesin bir şekilde çıkmıştı.

 

“Hayır değiştirmeyecek. Sen benim hayallerimi yerle bir ettin be adam. Umudumu tükettin, güvenimi çaldın, inancımı acımadan sömürdün. Gittiğin günden beri ben hiç kimseye güvenemedim. Şimdi karşıma geçmiş verdiğim sözlerin hesabını mı soruyorsun sen bana? Kusura bakma ama sen o hakkını beni arayıp sormayı bıraktığında, sebepsiz beni terk ettiğinde, sana ulaşmama izin vermeyip düğün davetiyeni bana gönderdiğinde kaybettin. En azından ben dürüstüm ama sen, sen benim aşkımı hak etmeyen tek kişisin. İnanmıyorum sevgine de aşkına da, beni kandırmaya çalışan gözlerine de, inanmıyorum Alper.”

 

“Ben evlenmedim. Sana hiçbir zaman davetiye göndermedim. Bunu düşünmedim bile. Her şey üst üste geldi. Allah kahretsin her şeyin buralara kadar gelmesinin tek sebebi Leyla’ydı. Her şeyi öğrendiğimde ise çok geçti. Çıkamadım karşına, hayatımın en büyük hatasını ben ona inanarak yaptım. Öfkeme, kıskançlığıma, seni de aşkımızı da kurban ettim. Çok kötü şeyler yaşadım ama sana anlatamadım. Sonra da her şeyi kendi ellerim ile ben mahvettim.”

 

“Haklısın her şeyi geri dönülemez bir biçimde mahvettin. Yoruldum Alper, seni sevmekten, seni beklemekten, yalanlarına inanmaktan yoruldum. Bırak beni, geriye götür. Senin yaptıklarını kabul edecek bir yüreğim yok benim. Bunca yıldan sonra artık her şey için çok geç.”

 

“Geç değil, olamaz, olmamalı Özüm. Ben senin olmadığın bir dünya kuramam. Yıllarca hayallerin ile avundum. Gerçekleri öğrendiğimde kendimi affedemedim. Ben kendimi affedemezken senin beni affetmeni bekleyemezdim. Nasıl inandım o fotoğraflara, nasıl kandım Leyla’nın anlattıklarına inan ki bilmiyorum.”

 

“Ne fotoğrafı?" dedi şaşkınca Özüm. Bu adam ne fotoğrafından bahsediyordu böyle?

 

“Çok kötü şeyler yaşadım Özüm ama en kötüsü ise senin fotoğraflarını zor zamanımda Leyla’nın elinde görmemdi. Ben o gün dünyamın başımdan aşağıya yıkıldığını yüreğim parçalanırcasına hissettim. Ben senin fotoğrafını, seni bir kare de başka bir adamla görünce…" dedi ve dişlerini sıktırırken yumrukları da bundan nasibini almıştı.

 

“Ne fotoğrafı Alper?" dedi sesi daha hiddetli çıkarken, gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı.

 

“Senin o çocukla fotoğrafların…" dedi ve gözlerini huzursuzca kapadı.

 

Özüm’ün ayağının altından bir anda yer kayıp gitmişti. Yere düşmemek için en yakındaki sandalyeye tutundu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki duydukları doğru olamazdı. Alper böyle bir şeyi düşünmüş olamazdı. Bu, bu her şeyden daha ağırdı. Gözlerinden firar eden yaşlar yanaklarını acımasızca istila ediyordu. Bir eli sandalye de diğer eli göğsünün üzerinde hızlı hızlı soluk alıp verirken kalbinin sesini kulaklarında duyuyordu.

 

“Sen…" dedi Özüm zar zor çıkan sesiyle, boğazında ateşten demir bir bilye var gibi canı yanarcasına yutkundu.

 

“Sen, benim seni aldattığımı mı düşündün?" dedi alacağı cevaptan korkarcasına ürkekçe çıkmıştı sesi. İçinden yalvarıyordu Allah’a düşündüğü başına gelmesin diye. Ölesiye korkuyordu duyacaklarından. Alper’in gözleri yerdeydi, başını kaldırıp sevdiği kızın yüzüne bakamıyordu. Adamın sessizliği hiç bu kadar yakmamıştı Özüm’ün canını. Sessizliği aslında en büyük cevabıydı. Alamadığı cevap, sessizliği, acı, sert bir tokat gibi kızın yüzüne çarptı.

 

“Hayır…" diye inledi Özüm. “Bunu düşünmüş olamazsın, bu kadarını yapmış olamazsın, bunu benim sana olan saf aşkıma yakıştırmış olamazsın. Bana bunu yapmış olamazsın. Ben onca seneyi senin bana güvensizliğin yüzünden mi çektim be Alper?” dedi bağırarak.

 

Alper Özüm’ün gözlerinde gördüğü yabancılık yüzünden dehşete kapıldı. Bir adım ona doğru attığı an Özüm elini havaya kaldırdı. Genç adamı kesin, sert bir tutumla durdurdu.

 

“Sakın, sakın bir adım daha atma Alper. Sakın bana dokunmaya kalkma, yoksa pişman olursun."

 

Özüm’ün durumunun kötü olduğunu anladığı an onun sözlerini yok saydı ve koşarak ona dokunmaya kalktı. Ve Özüm sözünün arkasında sonuna kadar durdu. Alper’in suratına sert tokadını çarparken en büyük tokadı Alper’in hataları ile geçmişi üzerinden aşkına geldiğini bilerek canı daha fazla yandı. Alper yüzündeki acının hatasını telafi etmeyeceğini, sevdiği kızın yarasının acısının biraz olsun hafiflemesi için dua ederken onun gözünden dökülen her bir yaş için kendine lanetler ediyordu.

 

Şimdi ikisi de yitik, ikisi de bitikti. Geçmişte telafisi olmayan hatalar, yaralar, geri dönülemez olaylar yaşanmışken hayatın neresinden tutarlarsa tutsunlar ellerinde kalıyordu.

 

Neydi iki yüreği bu kadar yaralayan, çaresiz bırakan? Kimdi Alper’in bahsettiği fotoğraflardaki çocuk? Peki ya davetiye, o nereden nasıl ulaşmıştı Özüm’ün eline? Daha neler saklanmıştı bu iki yaralı yüreğin ev sahipliği yaptığı geçmişlerinde? İkisinin de zihninde binlerce soru canlanıyor ama ikisi de birbirinin yüzüne bakamıyordu. Özüm gözyaşlarından, Alper hatalarının vermiş olduğu ağırlıktan başını yerden kaldıramıyordu.

Bölüm : 24.12.2024 06:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...