6. Bölüm

5.

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

5.BÖLÜM(SOMUTLAŞTIRMA)

 

“Nasıl eksilmeye başladı hikâyemiz,

 

Parçaları nerede eksiltmeye başladık sevdamızdan

 

Fark etmeden nasıl bir bir yitirdik içimizdeki inandıklarımı.”

 

Geçmiş Zaman,2012

 

Özüm’ü gördüğü birkaç güzel saatin ardından Alper soluğu yine Adana’da almıştı. Dedesinin hesapta olmayan rahatsızlığı ve kendisine bakan düşmanca bakışlar giderek canını sıkmaya başlamıştı. Neler olduğunu bir an önce öğrenmek istiyordu. Sırf bu yüzden hastanede olduklarına aldırmadan babasının karşısına dikildi.

 

“Baba neler oluyor? Cabbar amca ve Recep abinin bakışları bana karşı neden bu kadar sert.”

 

Cabbar Bey, Leyla’nın babasıydı. Araları hiçbir zaman Alper ile iyi olmamıştı. O adamın imaları, bakışları onu hep rahatsız etmişti. Ama geçmişten gelen aile dostluğunun hatırına saygısını asla yitirmemişti.

 

Recep Bey ise kan kardeşinin babasıydı. Kutay ile ilişkisinden mi yoksa yaşının kendi babası ve Cabbar Bey’e göre daha genç olmasından dolayı mı bilmiyordu ama onunla daha iyi anlaşırdı. Ama şimdi o da kendisine öfke ile bakıyordu. Buna daha fazla dayanamayan Alper alacağı cevabın tek doğru adresinde, yani babasındaydı. Çocukluk yıllarında aralarında oluşan buz dağlarını ilerleyen yıllarda eritmeyi başarmışlar ve yaş ilerledikçe tam bir baba oğul olmuşlardı.

 

Yekta Bey, Alper’in babasıydı. Genç yaşta yaptığı evliliğinin ardından Alper’in doğumu ile uzun süre bu sorumluluğu kaldıramamıştı. Bu yüzden eşi ile boşanmaya karar vermişler, bu süreç sırasında aldıkları yeni bir hamilelik haberi ile boşanma kararını ertelemişlerdi.

 

Hakan’ın doğumu ile dağılmak üzere olan aile toparlansa da ayrılık aşamasının yaşandığı sancılı süreci Alper küçük yaşına rağmen çok net hatırlıyordu. Annesinin gözyaşlarına şahit olduğu her Allah’ın gününde babasına öfkesi artarken babasıyla arasına ördüğü duvarlar acımasızca yükseliyordu. Dedesi ise tam da bu zamanlarda onun bu kötü durumdan etkilenmemesi için büyük çaba sarf etmişti. Neyse ki Hakan’ın doğumu aileye yeni bir nefes getirmişti. Alper’in annesinin riskli hamileliğinin ardından ölümüne neden olabilecek bir doğum gerçekleştirmesi Alper’in babasının aklını başına tamamıyla yerine getirmişti.

 

Yaşadığı kaybetme korkusu aslında eşini ne kadar da sevdiğini ona hatırlatmıştı. Evlendiği zaman ulaştığını düşündüğü eşinin, bir anda elleri arasından kayıp gitmesine şahit olurken elinden hiçbir şey gelmemesi, çaresiz kalması ona acizliğini hissettirdi. Canının daha önce hiç bu kadar yanmadığını çaresizlik içinde kıvranırken fark etti. Bir anlık hevesler uğruna neleri feda ettiği gerçeğini kavradığında ise gözü yaşlı bir halde ameliyathane kapısındaydı.

 

Sevdiği kadını kendisine bağışlaması için Allah’a bin bir duayı içinden sıralarken gözyaşları sicim gibi yanaklarından firar ediyordu. Yaşatamadığı güzellikleri, erteledikleri hayalleri yaşatamayacağı için pişmanlık yüreğine çöreklenmiş, nefesini kesmişti. Neyse ki korktuğu başına gelmemişti.

 

Yekta Bey büyük bir musibet ile sevdiği kadını kaybetme korkusuyla yüzleşerek dersini acı bir şekilde almıştı. Sevdiği kadının kıymetini onu ölümün kollarından çekip aldığında çok iyi anlamıştı.

 

Yekta bey, Alper’in babası o günden sonra gözünün önünden sevdiği kadını bir an olsun ayırmamış, her gün onun aldığı her bir nefes için ellerini semaya açmış binlerce şükrü her gecesine sığdırmıştı.

 

Yekta bey Hakan ile arası çok iyi olsa da zamanla Alper’in kendisine karşı buz kesen yüreğini de yavaşça ısıtmayı başarmıştı. Şimdi karşısında oğlu kale gibi dikilirken ona olanları nasıl anlatacağını bilmiyordu.

 

Yıllar önce kötü zamanları çocuk aklıyla atlatmasına yardımcı olan dedesinin şimdi ise Alper’in yüzünden yoğun bakımda yattığını ona nasıl söyleyeceğini hiç bilmiyordu. Ama bir şekilde anlatmalı ve bu yükten bir an önce kurtulmalıydı. En önemlisi Alper ile konuşup bu işin içinden çıkması için birlikte bir yol bulmalıydılar. Ancak Yekta Bey’in dilinden dökülecek olanlar, Alper’in kabul edebileceği türden şeyler olmayacaktı.

 

“Bu kadar suskunluk yetmez mi baba? Az önce doktordan dedemin kalp krizi geçirdiğini öğrendim. Bana ne zaman bu gerçeği açıklamayı düşünüyordun?”

 

“Oğlum, daha sakin bir yere gidelim. Hastane bunları konuşmak için uygun bir yer değil.”

 

Yekta Bey huzursuzca ayağa kalktı. Öğrendikleri karşısında isyan eden ve bakışları ile kendisine hesap soran oğlunun gözlerinin içine baktı. Orada gördüğü en saf duygu acıydı. Kolundan tuttu ve onun daha fazla konuşmasına izin vermeden dışarıya çıkardı. Zira Cabbar ve Recep ona keskin bakışlarını fırlatmaktan bir an olsun geri kalmıyorlardı. Oğlunu onların bakışlarının kıskacından kurtarıp hastanenin bahçesine çıkardı.

 

Ağaçların altına gittiklerinde oğluna oturması için bankı gösterdi. Bıkkınca babasının yönlendirmesini kabul edip oturdu. Yekta Bey sıkıntılı bakışlar ile derin bir nefes alıp verdi ve oğlunun yanına omuzları çökmüş bir şekilde oturdu.

 

“Baba, anlat artık neler olduğunu, ne bu gizem? Neler dönüyor burada benim bilmediğim? Dedem en son sizin yanınızdaymış. O odada ne konuşuldu ve dedemin kalp krizi geçirdiğini neden benden gizlediniz?”

 

“Oğlum." dedi bir elini onun omzuna koyarak teskin etmeye çalıştı.

 

Alper’in gözleri babasını bulduğunda onun bakışlarındaki huzursuz kıpırtılar canını sıkmaya yetmişti.

 

“O gün Cabbar bizim ile mutlaka görüşmek istediğini söylediğinde dedenin de mutlaka bu konuşmaya katılması gerektiğini söyledi. Biliyorsun deden emekli olduktan sonra önemli bir şey olmadıkça şirkete gelmezdi. Ama o gün ne olduğunu bilmiyorduk ve Cabbar çılgına dönmüş bir haldeydi. Kutay’ın Leyla’ya olan düşkünlüğünü biliyorsun.”

 

Alper, babasının dilinden dökülenlere istemese de evet dercesine başıyla onay vermek zorunda kaldı.

 

“Recep abin oğlunun bu hallerine daha fazla dayanamadığı için durumu Cabbar amcana anlatmış. Leyla’nın okulunun bitmesini beklerken son yaşananlardan sonra Recep oğlunun mutluluğu için daha fazla beklemenin gereksiz olduğunu düşündü. Bunu önce bana söyledi sonra birlikte Cabbar ile konuştuk. Cabbar o gün çok tuhaftı, önce kızıyla konuşmak istediğini söyleyerek apar topar çıktı. O gün anlam verememiştik onun o hallerine. Ertesi gün öfke bulutu gibi geldi ve dedeni de çağırdı. O gün söylediklerinden sonra deden ile büyük bir tartışma yaşadılar ve deden orada onun sözleri üzerine fenalaştı.” Derken sesi son cümlede fısıltı haline dönüştü.

 

“Allah kahretsin! Ne oldu? Cabbar amca dedeme ne dedi de şu an ölüm döşeğinde yatıyor." dedi. Sözleri boğazında acı bir tat bırakırken ellerini iki yanında yumruk yapmıştı.

 

“Oğlum sakinleş biraz, ben onun söylediği hiçbir şeye inanmıyorum. Zaten deden de inanmadı, tartışma da bu yüzden çıktı.”

 

“Baba Cabbar amca ne dedi?” Keskin ve sertti ses tonu. Gözleri kararmış, öfkesi alev almıştı.

 

“Leyla’nın asla Kutay ile evlenemeyeceğini, bir evlilik olacaksa eğer İstanbul’da kızının namusunu elinden alan seninle olacağını söyledi.”

 

Alper babasının ağzından dökülen her bir kelimede dehşet ile gözlerini açtı. Ne diyordu böyle? Yaydan çıkmış bir ok gibi fırladı yerinden “Baba sen ne diyorsun? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Bu ne demek? Kim kimin namusunu elinden almış? Kim kiminle evlenecekmiş.”

 

“Oğlum, ne deden ne de ben böyle bir şeye asla inanmadık. Cabbar kızına Kutay’ın ailesinin onu istemeye geleceğini söyleyince Leyla çılgına dönmüş ve sizin birlikte olduğunuzu söylemiş.”

 

“O kızı öldüreceğim, onu kimse elimden alamayacak. Kıza bak ya hayatımı mahvetmek için ant içmiş gibi… Gerçeklerin ortaya çıkmasından hiç mi korkmuyor bu kız? Mahvedeceğim onu," diyerek gitmek için bir adım attığında önünde babası aşılmaz bir dağ gibi gerildi.

 

“Alper, bu yaptığın işleri daha da kötü hale getirmekten başka bir işe yaramaz. Kimse duymadan bu işi çözeceğiz. Ben senin böyle bir şeyi yapmadığına inanıyorum. Ama Kutay bunu duyarsa hiç iyi şeyler olmaz, onun Leyla konusunda ne kadar hassas olduğunu biliyorsun. Hem deden gözünü açtığında bir olay daha yaşarsa kaldıramaz. Sana ne kadar düşkün olduğunu biliyorsun.”

 

“Baba bu çok büyük, çok çirkin bir iftira. Ben başkasını severken nasıl olur da ona dokunurum. Ben sevdiğim kız ile ilgili evlilik planları yaparken, bir dakika görmek için onu görmeye İstanbul’a gitmişken nasıl olur da Allah’ım sabır ver bana ya…" diyerek ellerini saçlarının içinden geçirdi.

 

Yekta Bey öfke anında oğlunun dilinden dökülen evlilik cümleleri ile bir an afallasa da oğlunun gözlerinde gördüğü anlık parlamaları da kaçırmamıştı. Ancak şimdi bu mevzuya dönüp onun dağılmasını engellemeliydi. Zamanı geldiğinde oğlunun ağzına evlilik lafını yakıştıran kız ile de tanışırdı ama öncelikle başlarından bu belayı defetmeliydiler. Her şeyin bir zamanı vardı. Önceliği babasının sağlığının geri gelmesi, sonra oğlunun üzerine atılan iftiranın temizlenmesiydi.

 

“Her şeyi geçtim baba ben kan kardeşimin gönül emanetine göz koyacak kadar adi şerefsiz bir adam mıyım? Leyla’nın bu kadarına cesaret edebildiğine inanamıyorum.”

 

“Bu iş biraz karışık Alper, Cabbar eğer kızıyla evlenmezsen senin yaptıklarını bir bir herkese anlatacağını söyledi.”

 

“Baba bu nasıl olur? Bu adamın derdi ne benimle? İnsan kendi namusunu kendi elleriyle yerlere serer de dillere düşürür mü? Kendini de kızını da kendini rezil etmek için bu kadar çabalar mı?”

 

“Senin dedeni düşünerek buna izin vermeyeceğinden o kadar emin ki oğlum.”

 

“Ben Leyla ile asla evlenmem baba, asla." diye haykırdı.

 

“Senden böyle bir şey isteyen yok oğlum ama şu an senden sadece sakin olmanı istiyorum. Bu iş Leyla’nın akıl edebileceği bir şey değil başka bir şey var bu işin içinde bana biraz müsaade et ve bir süreliğine sessiz kal sana söz veriyorum ben bu işi çözeceğim.”

 

“Baba böyle büyük bir iftira karşısında söylesene nasıl sakin kalabilirim?”

 

“Oğlum senden kısa bir süre istiyorum, sadece güven bana.”

 

“Baba…”

 

“Alper, Cabbar’dan bunun ispatını istediğimde, senin karakterinin asla böyle bir şeyi yapmayacağını söylediğimde ben kızımın sözüne kefilim, yalan mı söylüyorum, diyerek delirdi. O kadar inandırıcıydı ki Recep abin bile senden şüphe etti.”

 

“Recep abi de mi inandı bu yalana?”

 

“Söz konusu evladı, karşısındakini de kendisi gibi düşündüğü için şu an ona hak veriyor. Bilmiyorsun Alper, sen yokken Kutay’ın ne hallerde olduğunu ve Recep abinin onu nerelerden ne hallerde topladığını bilmiyorsun. Tam her şey düzeldi derken böyle bir şey yaşanınca belki de ilk defa bu sebep ile oğlunun Leyla’dan sonsuza kadar kurtulabileceğini ve oğlunun ondan soğuyacağını düşündü. Kim bilir? Söz konusu evlat olunca biz babaların gözü kör olabiliyor. Onlar için ne iyiyse onu düşünmek ve yapmak için çabalıyoruz. Bu yüzden Recep abinin bakışlarını maruz gör o yaralı bir baba. Ama söz konusu Cabbar ise onu da bana bırakacaksın. Bu iş Leyla’nın isteğiyle yapılmadı. Büyük ihtimalle Cabbar’ın parmağı ve bilmediğimiz başka bir hesabı var.”

 

“Baba dediklerinden hiçbir şey anlamıyorum.”

 

“Oğlum, ben uzun zamandır bir şeyler seziyordum ama bu son olanlar bardağı taşıran son damla oldu. Sen bana müsaade et o zamana kadar da lütfen sakinliğini ve sessizliğini koru. Deden kendine gelene kadar sana söz veriyorum ben bu işi çözeceğim. Oğlumun mutsuzluğuna seyirci kalacak bir baba değilim ben." dedi gururla.

 

Babasının gözündeki güveni gördüğünde kendisini daha iyi hissetse de duydukları hazmedeceği şeyler değildi. Ya Kutay duyarsa, diye iç geçirse de bunu babasına söylemeyerek kendisine sakladı. Babasına güvenmeye ve ne Özüm’e ne de Kutay’a şu anda hiçbir şey anlatmamaya karar verdi. Özüm İstanbul’da ondan gelecek güzel haberleri bekliyordu. Kutay kız istemenin yapılabilmesi için can dostunun dedesi Derviş Bey’in iyileşerek sağlığına kavuşmasını bekliyordu. Alper ise bu süreçte de kan kardeşine sonsuz desteğini esirgemiyordu.

 

Hayat öyle anlar da öyle durumlar ile karşılaştırıyordu ki insanı, eli kolu çaresizce bağlanırken gözler sadece yaşananları seyretmek zorunda kalıyordu.

 

***

 

Özüm için zaman geçmiyordu. Alper’in emanetini boynunda taşıdığı her gün onsuzluk daha da çok canını acıtıyordu. Her kalbi hızlandığında, nefesi daraldığında boynundaki kolyeye yüzük takılı eli gidiyordu. Gözlerini kapatıp onu düşünüyordu. Hasretiyle yandığı sevdiği adamı… O kolyeyi avuçlarının içinde sımsıkı tutmak ona adeta güç veriyordu.

 

Alper’i bekliyordu Özüm, geleceği, ona geri döneceği günü dört gözle bekliyordu. Alper görüştüklerinde dedesinin durumu hakkında çok fazla bilgi vermezken, sesinin kırgınlığı Özüm’ün canını giderek sıkmaya başlamıştı.

 

Genç adamın ansızın gelip gittiği gecenin ardından bir şeyler değişmeye başlamış tuhaf bir şekilde telefon ile görüşmeleri giderek azalmıştı. Özüm bunu dedesinin kritik durumuna bağlasa da Alper’de bilmediği ama kötü şeylerin olduğunu düşündüğü bazı şeyler hissediyordu. Anlamlandıramasa da aslında herhangi bir olumsuzluk yüklemek de istemiyordu.

 

Alper’in olmaması sebebiyle her ne kadar Özüm de okula gitmek istemese de devamsızlığının artması üzerine Hande tarafından sürüklenerek okula götürülmeye başlanmıştı.

 

İlk senelerinde bin bir hevesle başladığı okula şimdi gitmek ne kadar da zor geliyordu. Ama hedeflerini ve hayallerini kendisine hatırlatan Hande sayesinde biraz olsun kendisini toparlamış ve okula giderek derslere girmeye başlamıştı. Eli sürekli telefonda Alper’den gelecek küçücük bir haberi bekliyordu. Aramaları giderek azalmaya başlasa da Özüm buna artık takılmıyordu. Her şeyin yoluna gireceğini ve sevdiği adamın büyük bir mutlulukla ona geri döneceğini biliyordu. Bu zor ve kötü günler elbet geçecekti. Sadece dua ediyor ve dedesinin bir an önce sağlığına kavuşmasını diliyordu.

 

***

 

Alper’in gözü telefonda her an Özüm’ü aramak istese de eli bir türlü gitmiyordu. Özüm’ü arayamasa da arkadaşından onun okula geldiği zamanlarda gün içinde neler yaptığının haberlerini, arada da fotoğraflarını alıyordu.

 

Sınıf arkadaşı Erdinç Alper’in bu zor zamanlarında ona sevdiği kızdan haber almasına yardımcı oluyordu. Özüm duysa Alper’i mahvederdi ama ona şu an açıklayamadığı için geçici bir süre bunu yapmak zorundaydı. Özlüyordu Özüm’ü, iliklerine kadar hasretiyle yanıyordu. İçindeki yangını söndüren tek şey ise ondan aldığı haberler ve fotoğraflarıydı. Başındaki belayı henüz ortadan kaldıramadığı içi uzun uzadıya konuşmaya cesareti yoktu.

 

Büyük bir çıkmazda debeleniyor ve her gün biraz daha batıyordu. Dedesinin durumunun iyiye gittiğini öğrendiğinde rahatlama yaşasa da babasının ortalardan kaybolması onu büyük bir endişeye sevk etmişti. Babası sakinliğini koru dese de son birkaç gündür Hakan ve babasının bir anda ortadan yok olmaları içindeki öfkeyi dizginlemekte zorlanmasına sebep oldu.

 

Dedesi bugün normal odaya alınacaktı. Başka şeyler düşünmek istemediği için hastane koridorunda doktorun kendisine haber vermesini bekliyordu. Tüm aile bu koridorlarda günlerdir mahvolmuştu. Şimdi ise güzel bir haber almanın büyük sevincini yaşıyorlardı.

 

Doktor gelip de hangi odada olduğunu bildirdiğinde heyecan içinde doktorun söylediği odaya doğru yöneldi. Tam odanın kapısına geldiğinde elini uzatmış girmeye hazırlandığı sırada kulaklarında çınlayan ses… O ses, Alper’in çok iyi tanıdığı ve yüreğinde hiddetin artmasına gözlerinin öfkeden koyulaşmasına sebep olan sesti. Gözlerini kapatıp dişlerini sımsıkı sıktığında ortama yayılan ses gerginliğin hat safhaya ulaşmasına sebep oldu.

 

“Alper…" diyen şımarık ses Leyla’dan başkasına ait değildi.

 

Alper yüzünü kıza çevirdiğinde midesinin bulanmasına engel olamadı. Bu kızdan ciddi anlamda tiksiniyordu. Nasıl bir iğrençlik taşıyordu ki yüreğinde, şimdi karşısında utanmadan sebep olduklarını pişkince görmeye gelmişti.

 

“Senin burada ne işin var?”

 

“Müstakbel nişanlımın dedesini görmeye geldim." dedi pervasızca.

 

Alper duyduklarına inanamıyordu. Nasıl bir pisliğe bulaşmıştı böyle? Kiminle karşı karşıya kalmıştı aklı almıyordu? Ne tür bir oyunun içine atılmıştı?

 

“Ne saçmalıyorsun sen Leyla?” derken sesi onun ismini telaffuz ettiğinde tükürürcesine çıkmıştı. Bundan hiç etkilenmeyen genç kız utanmadan aheste aheste yanına geldi. Başına geleceklerden hiç korkmadan sinsi bir gülüş yüzünde peyda oldu. Tam da adamın dibine geldiğinde korkusuzca elini Alper’in yüzüne doğru yönlendirerek dokunmaya kalktı. Alper onun bu hareketinin sonucunun nereye gideceğini anladığı an buna izin vermeyerek sertçe kızın elini tuttu ve canını yakarcasına sıktırmaya başladı.

 

“Sen nasıl bir illetsin ki karşıma çıkmaya cesaret edebiliyorsun?" dediği sırada Leyla’nın ağzından acı dolu sözcükler firar etti.

 

“Bırak kolumu Alper, canımı yakıyorsun.”

 

“Bin bir yalanı söylerken korkmuyorsun, utanmadan karşıma çıkmaya cesaret edebiliyorsun da sana neler yapacağımı mı hesap edemiyorsun?”

 

Leyla, kolunu kurtaramadığında rezillik çıkarmak için Alper’in dedesinin kapısının önünde çığlık çığlığa bağırmaya başladı.

 

Alper, Leyla’nın bu hareketi ile bir an şaşkına dönse de kısa sürede kendisini toparlayarak boşta kalan eliyle kızın ağzını kapattı. Onu sürükleyerek zorla hastanenin dışına çıkardı. İnsanların ne düşündüğü, onları ayıplayan bakışları ya da müdahale etmeye çalışan insanlar, hiçbiri Alper’in umurunda değildi.

 

Adamın şu an düşündüğü tek şey daha bugün yoğun bakımdan çıkan dedesinin şahit olacağı yine kötü bir olay yaşamamasıydı. Tek düşündüğü dedesinin üzüntüsüne sebep olacak herhangi bir şey olmamasıydı. Sırf bu yüzden Leyla’yı sürükleyerek dışarıya çıkarmıştı. Bu saatten sonra da babasına verdiği sakinlik ve sükûnet sözünü tutabileceğini hiç sanmıyordu. Özellikle de tüm bunlara sebep olan Leyla’nın karşısına geçip utanmadan pişkince sırıtan ve sinsilik akan bakışlarını gördükten sonra…

 

“Sen nasıl bir insansın Leyla? Nasıl bu kadar kötü olabilirsin? Yarattığın felaketin farkında değil misin?" dedi Alper isyan eder gibi haykırırken.

 

“Bunu sen istedin Alper. Benim hayatımı alt üst ederken sen hiç beni düşündün mü? Söylesene bana şimdi ben seni neden düşüneyim ki?”

 

“Ne saçmalıyorsun sen Leyla? Ben senin hayatına ne yaptım?”

 

“Şimdi de salağa mı yatmaya başladın? Senin yüzünden mahvoldum ben, hayatım elimden çekilip alındı ve bu cehenneme geri dönmek zorunda kaldım. Sayende… Bunun tek sorumlusu sensin. Bu yaptıklarının bir bedeli olmayacak mı sanıyordun? Benimle evleneceksin ve acımasızca elimden söküp aldığın hayatımı kendi hayatınla ödeyeceksin. Ben mutlu olmadıysam, buna sebep olan sen de mutlu olamayacaksın.”

 

“Sen hastasın." dedi gözleri kocaman açılarak. “Seninle evlenmeyeceğim duydun mu beni? Buna hiçbir güç beni ikna edemez." dediği sırada hiddetli sesi etrafta yankılanırken Leyla bir adım dahi geri atmayan, aksine ona meydan okuyan bakışları ile Alper’in iyice çileden çıkmasına sebep oluyordu.

 

“Emin misin?” derken ellerini göğsünün altında birleştirip başını yana doğru eğdi. “İçeride ölümden dönmüş hasta yatağındaki dedenin itibarını da mı düşünmüyorsun?”

 

“Ben Özüm’ü seviyorum ve bunu en iyi sen biliyorsun. Asla ondan vazgeçmem." dedi hiçbir tehdidi duymazdan gelerek.

 

“Senin bir lafın vardı. Dur bakayım neydi o? Heh hatırladım asla asla deme.”

 

“Yeter kes sesini artık. Buraya bir daha adım attığını görürsem senin için hiç iyi olmaz Leyla, duydun mu beni hiç iyi olmaz? Seni bir daha bu hastanenin yüz metre yakınında dahi görürsem inan ki bugünü mumla aratırım sana.” işaret parmağını tehditkâr bir biçimde ona doğru sallarken ağzından çıkan her bir sözün altının boş olmadığını gözleriyle anlatıyordu. “Şimdi defol git buradan." diyerek sırtını ona doğru döndüğü an arkasından konuşan Leyla’nın ağzından dökülüp gidenler… Ah o sözler Alper’in bardağından taşıp giden son damlasıydı artık.

 

“O çok umursadığın, gözünden bile sakındığın Özüm hanımın İstanbul’da ne haltlar karıştırdığından haberin var mı acaba?”

 

Alper duydukları ile ilk önce yumruklarını sıktı sonra kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Dinlemeyecekti, onu bir dakika daha dinlemeyecekti. Karşısındaki kişi onun zaaflarını bilen, yalan dolanı söylemekte büyük usta olan, oyunu her zaman kuralına göre oynayan biriydi. Bu tuzağa düşmeyecekti. Onu dinlemeden uzaklaşmaya çalıştığı an Leyla’nın “Ne o? Yoksa duyacaklarından mı korkuyorsun?" diyen alaylı konuşması artık Alper’in dizginlerini koparmasına sebep olacak son sözlerdi.

 

Arkasına dönerek hızlıca Leyla’nın dibine kadar geldi. Elleri onun boğazına gittiğinde artık gözleri karanlığın en zifiri tonuna soyunmuştu.

 

“Onun adını ağzına alma sakın, yoksa zehir saçan dilini boynuna dolarım Leyla. Bunu gözümü kırpmadan yaparım.” Derken Leyla Alper’in boğazına dolanan ellerinden kurtulmak için çırpınıyor, nefes almak için büyük çaba sarf ediyordu.

 

“Korkuyorsun değil mi? Onun ile ilgili kötü bir şey duymaktan ölesiye korkuyorsun. Kurduğun tozpembe dünyanın acı gerçekler ile başına yıkılacak diye ödün patlıyor? Tüm bu öfken bana değil, söyleyeceklerimin gerçek olma ihtimali değil mi? Evcilik oyununu mu bozdum beyimizin?”

 

“Leyla yeter yeter, kes sesini, canına mı susadın be kadın? Biraz daha konuşursan elimde kalacaksın.” derken onu geriye doğru ittirdi. Bu kız delirmişti. Öfkesinden korkmadığı gibi söyleyeceklerinden de bir an olsun geri kalmıyordu.

 

Leyla, Alper’den kurtardığı kırmızıya dönmüş boğazını ovalarken bir yandan öksürüyor bir yandan da ona kötü bakışlarını atmaktan geri kalmıyordu. Genç kızın kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Son kozunu da ortaya koyacak ve istediğini elde edecekti. Çünkü Alper’in ayarlarını fazlasıyla bozacak bir şey ile karşısında dikilecekti. Eline aldığı telefonunu ona doğru uzatırken “Al, al da kendin bak." dedi kendinden gayet emin bir şekilde.

 

Alper onun bu korkusuz tavrı karşısında afallamıştı. Onun söyleyeceği ya da göstereceği şeyi bilmek istemese de merakına yenik düştü ve sertçe çekerek Leyla’nın elindeki telefonu ondan aldı. Eline alır almaz kendisini karşılayan fotoğraflar onun bir anda soluğunun kesilmesine sebep oldu.

 

“Özüm…" diye inlercesine çıkmıştı sesi… Sevdiği kız aylar öncesi kantinin ortasında tekme tokat dövdüğü çocukla oturuyordu. Canı yanıyordu, ciğeri sökülüyordu.

 

“Nasıl?" diye fısıltı halinde çıkmıştı sesi. Elindeki telefonu sıktırırken gözleri ekrana kilitlenmişti. Leyla ise umursamaz bir halde şimdi gözlerinin önünde tükenen adamın daha fazlasını hissetmesi için acımadan konuşmasını sürdürdü.

 

“Sen burada bin bir dert içinde kıvranırken o oralarda keyfine bakıyor. Gerçekten seni bekleyeceğini mi düşünüyordun? Yazık sana…”

 

“Yalan söylüyorsun?" diye haykırdı bu defa, mutlaka bir açıklaması olmalıydı. Kahretsin! Özüm’ün o adamla ne işi olabilirdi? Hem de Alper’in delireceğini bile bile onunla konuşmuş olamazdı. Alper burada dedesinin canının derdindeyken o orada onu üzecek bir şey yapmış olamazdı.

 

“Ben mi yalan söylüyorum? Ben yalansam eğer söylesene Özüm’ün ne işi var o çocukla? Ya da dur şunu sorayım Özüm bu görüşmeden sana bahsetti mi?”

 

“…”

 

Alper’in sessizliği onun tam da istediği şeydi.

 

“Tam da tahmin ettiğim gibi desene." dedi daha da keyiflenerek “Gerçi neden bahsetsin ki eski sevgilisiyle görüştüğünden sana, öyle değil mi?”

 

“Ne sevgilisi? Ne saçmalıyorsun sen?”

 

“Ah canım ya sen onu da mı bilmiyorsun? Kusura bakma Alper ama bu kadar da aptal olduğunu bilmiyordum. Sevgili diye koluna taktığın kızın geçmişini de mi araştırmadın?”

 

“Benimle doğru düzgün konuş Leyla, ne zırvalayıp duruyorsun?”

 

“O kulaklarını aç ve beni iyi dinle o zaman Alper Bey, senin aylar önce kantinde tekme tokat dövdüğün kişi Özüm’ün eski sevgilisiydi. O gün korkudan sana anlatamadı ama ne tesadüf ki eski sevgilisi sen gider gitmez onu geri kazanmak için çalışmalara başlamış. Görünüşe göre de bu fotoğraflardan anladığım kadarıyla girişimlerinde de başarılı olmuş görünüyor.”

 

“Yeter Leyla, bunların hepsi yalan, bu anlattıkların palavra, her şeyin mutlaka bir açıklaması vardır.” Dese de içine bir şüphe düşmüştü.

 

Eline aldığı telefon ile hemen Erdinç’i aradı. “Erdinç." dediğinde karşıdan gelen sesin paniğini hissetmişti Alper. Çok uzatmadan lafa girdi.

 

“Erdinç sana tek bir soru soracağım. Özüm ben buradayken bir erkek ile görüştü mü?" dedi. Bunu arkadaşına sorduğu için Özüm’e karşı kendisini suçlu hissediyordu. Ama şu an kendisini bunu yapmak zorunda hissediyordu. Karşıdan gelen geçiştirici cevaplar Alper’i iyice çileden çıkarmaya yetmişti.

 

“Erdinç lafı uzatma, senden tek bir cevap istiyorum. Evet ya da hayır." dedi. Hayır, kelimesini duymaya o kadar ihtiyacı vardı ki… Belki eski sevgilisidir belki fotoğraflar öncedendir, diye kendi kendini içten içe teselli ederken karşıdan gelen “Evet.” Cevabı onu bir anda yerle bir etmişti. Evet cevabını aldığı an dünya dönmeyi, zaman akmayı bırakmıştı. Erdinç’in daha fazla söylediklerini dinlemeden telefonu kapattı.

 

Çöküyordu omuzları, deprem oluyordu yüreğinde, ciğeri yanıyor, beyni karıncalanıyor, olanları idrak etmeye çalışırken ruhunda büyük bir mücadele yaşanıyordu. Gözlerini istemsizce kapadı. Kötü bir rüyada olmak istiyordu. Bu korkunç kâbusun bir an önce bitmesini diliyordu. Leyla’nın varlığını unutalı çok olmuştu. Eli sevdiği kızın numarasına giderken kendisine anlatması için içten içe Allah’a yalvarıyordu. Telefon ilk çalışta açıldığı an sesinin tınısından bile onu ne kadar özlediğini hissetti. Alper sormamak için kendisini zor tutarken onun anlatmasını istiyordu.

 

“Özüm." dedi. Sesi adını söylerken bile yüreği titriyordu. “Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye sordu direkt olarak.

 

Özüm bir an duyduğu soru ile afallamıştı. Karşıdan gelen tereddütlü bir ses ile “Hayır. Ne oldu Alper? Sen iyi misin?" dediği an Alper daha fazla konuşamayacağını hissetti ve ilk defa telefonu sevdiğim dediği kızın suratına kapattı. Onun sesini son duyuşuydu artık. Çünkü bu onun kaldırabileceği bir şey değildi. Alper’den bir şeyler gizlemesi ağır gelmişti. Kapattı Alper telefonu, hayatının bir dönemini de sonsuza kadar kapattığını bildiği halde kapattı.

 

Ne kadar severse sevsin ihanet Alper’in kaldırabileceği, yalan onun hazmedebileceği bir şey değildi. Leyla, ilk defa bir doğru ile karşısına çıkmıştı.

 

Alper, omuzları çökmüş bir halde kendisine yakın olan ilk banka oturdu. Gözleri uzaklara dalarken kendisini büyük bir karanlığın içinde boğuluyor gibi hissediyordu. Az önceki öfkeli adam gitmiş, onun yerine ruhu bedeninden çekilmiş hissiz bir adam gelmişti.

 

Görmüyor, hissetmiyor, düşünemiyordu. Tek canlılık belirtisi ise aldığı nefesti. Leyla istediğini almış olmanın huzuru ve kazandığını hissettiği zafer ile gözlerini kısarak bir noktaya odaklanmıştı. Şimdi onun bu ruh halinden faydalanarak konuşmasını sürdürmeye devam etti.

 

“Bunu daha fazla kaldıramıyorum Alper, babam birlikte olduğumuzu öğrendi. Bir an önce evlenmemiz lazım. Yoksa bu utançla daha fazla yaşayamam." dedi.

 

Alper bir an kulağına dolan şeyleri idrak etmeye çalışırken boş gözler ile Leyla’nın suratına baktı. Onun gözlerinin kendi omzunun üzerinden başka bir noktaya odaklandığını gördüğünde oturduğu yerde yavaşça döndü. İşte o an gördükleri ömrü hayatında karşılaşmak istemediği bir başka görüntüydü.

 

Kan kardeşim dediği Kutay, iki elini yanlarında yumruk yapmış halde kendisine öfke ve kin ile bakıyordu.

 

Gözlerindeki acının akmaya hazır hali ile “Bunu bana, kardeşim, kan kardeşim dediğin insana nasıl yaparsın?" diyerek dişleri arasından tıslarken tükürürcesine konuşmuştu. Onun bu sözleri Alper’i daha fazla yaralamıştı.

 

Gözlerini kapattı, derin bir nefes alıp verirken hayata mı yoksa kaderine mi laf söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Her şey bir bir üzerine yıkılıyor, tüm sarıldığı dallar tek tek kırılıyor, sevdiği, değer verdiği her insan tarafından acımasızca yerden yere vuruluyordu. Daha kötü ne yaşayabilirim diye düşünürken karşısında kan kardeşinin alev saçan suçlayıcı bakışları ile karşılaşmıştı. Alper artık bitmiş, tükenmişti. Ne sözü, ne kelamı hiçbir şeyi kalmamıştı.

 

Kutay, “Neden konuşmuyorsun Alper? Susmasana, cevap versene, yalan desene, ben böyle bir şerefsizliği sana yapmam desene?” derken yumruklarını sıktırmış bir halde Alper’e öfke ile bakıyordu. O an Alper anlamıştı, ne derse desin bu onu durdurmaya yetmeyecekti. Onun gözlerinde gördüğü hayal kırıklığı Alper’in beklemediği bir tepkiydi. Ondan böyle bir şey beklemesi onu dipsiz uçurumlara sürüklüyor karanlık kuyularda tek başına bırakıyordu.

 

Kanı kanına karışan dostum dediği adam, kulakları ile duyduklarına inanacak kadar kendini kaybetmişti.

 

Alper, Özüm tarafından uğratıldığını düşündüğü yıkımın enkazından kurtulamadan bir de Kutay tarafından şerefsizlik ile suçlanıyordu. Ağır gelmişti bu bakışlar, yapılan hakaretleri gururuna yedirememişti.

 

Neden çabalayayım, diye düşündü o anda, herkes istediğini düşünsün, diye içinden geçirdi. Şu son birkaç saat içinde yaşadığı, gördüğü, duyduğu, suçlandığı her şey öylesine sesini bıçak gibi kesip atmıştı ki artık ne kendini savunacak gücü kalmıştı ne de savaşacak dermanı kendinde buluyordu.

 

Ha bir eksik ha bir fazla, diye düşündü yavaşça ayağa kalktı ve ağır aksak adımlar ile kan kardeşim dediği adamın yanına gitti. Gözlerinin içine öyle yaralı bakıyordu ki söze gerek kalmadan bakışlarından anlasın istedi. Bir daha onun ağzından böyle bir suçlamayı kaldıracak gücü yoktu çünkü.

 

“Leyla’nın söyledikleri doğru mu?” derken dişlerinden çıkan gıcırdama sesi ortama öyle acımasızca düşüyordu ki kulakları rahatsız ediyordu.

 

Alper Kutay’ın gözlerinin içine baktı.

 

“Sen." dedi tereddüt etmeden “Duyduklarına inanıyor musun kan kardeşim?” Son kelimeyi vurgulayarak candan söylemişti.

 

“Alper beni delirtme, bana bunun açıklamasını yapacaksın, bunun hesabını vereceksin." dediği sırada elleriyle Alper’in yakalarından sıkıca tutmuş onu ileri geri ittirerek sarsıyordu. Alper kayıtsızca ve boş bakışlar ile önce Kutay’ın gözlerinin içine, sonra yakasına sertçe sarılan ellerine baktı.

 

“Eğer o eller sırf bu sebep ile yakama yapıştıysa, bu gözler bana hesap sorarcasına bakıyorsa, damarımda dolaşan kanına ihanet edip şerefsizliği yakıştırdıysan bana sana diyecek hiçbir şeyim yok Kutay." dedi ve ellerini tutup sertçe onu geriye ittirdi. Hala tüm bu olanlara inanamıyordu.

 

Her şey böylesine üst üste gelmek zorunda mıydı? Canım dediği, değer verdiği herkes sırtından bir bir vurmak zorunda mıydı? Ne yapmıştı ki Alper böyle? Bu muydu hayatın ona reva gördüğü, bu muydu kaderin kendisine biçtiği ömür?

 

Alper omuzları çökmüş olarak arkasında Kutay ve Leyla’yı bırakıp gitmeye yeltendiği sırada arkasından koşarcasına gelerek onun omzundan çeken Kutay “Bu olaydan bu kadar kolay kurtulabileceğini mi sandın lan şerefsiz?" dedi. Onu geriye doğru çekiştirip kendisine döndürürken tüm gücüyle suratının orta yerine sert bir yumruk indirmişti.

 

Kutay’ın canı yanıyordu, yıllardır diline bile adını yakıştırıp da söyleyemediği kızın, kan kardeşim dediği adam ile birlikte olduğunu öğrenmek canını yakarak tüketmişti. Böylesine bir ihaneti kabul edemiyor, hazmedemiyordu.

 

“Böyle mi sahip çıktın lan benim gönül emanetime? Nasıl yaptın bana bunu? Ölüyorum dedim sana, kaç defa gözyaşları ile evinde sabahladım. Seviyorum dedim. Gidişini izlemek bile ölüm dedim sana, benim sevmeye kıyamadığım, dilimden bile adını kıskandığım kıza nasıl dokunursun sen?”

 

Kutay Leyla ile evlenecekti, yıllardır hayallerini süsleyen kıza sonunda ulaştığım dediği anda kulaklarına bir fısıltı halinde dolan kelimeler hiç hoşuna gitmemişti. Gerçekliğine inanamasa da aklını kurcalayan şüphe tohumlarını yok etmek adına hastaneye gelmişti.

 

Leyla’nın babasından duyduklarını tasdikleyen tek şey ise ikisini de hastane bahçesinde Kutay’ın ölüm fermanım dediği konuşmalarına şahit olmasıyla olmuştu. Bin bir umut ile geldiği yerde Leyla’nın dilinden dökülüp gelen her bir kelime ve Alper’in sessizliği bardağı taşıran son damlalar olmuştu. Ve Alper bu kadar kolay arkasını dönüp gidemeyecekti. Yıllardır içinde biriktirdiği ve yaşayamadığı aşkını bildiği halde ona ihanet eden Alper bunun hesabını verecekti. Son nefesine kadar Kutay’ın elleri bunun hesabını sormak için onun yakasında olacaktı.

 

Kutay’ın yumruğu ile kendisini yerde bulan Alper ona karşılık vermemeye kararlıydı. İstemiyordu artık kendisini aklamayı, istemiyordu hiçbir şey ile mücadele etmeyi. Ne için? Kim için mücadele edecekti ki? Daha az önce hayatının bir dönemini kapatmamış mıydı telefonu kapattığı anda? Şimdi neyin derdine düşecekti ki? Hiçbir şeyin…

 

Bazen insanın üzerine gelir hayat, üst üste gelir tüm felaketler, insanın aklı durur. Ne durumu değerlendirebilir ne de olayları doğru düzgün analiz edebilir. Her şeyin boş olduğu inancına kapıldığı sıralarda bambaşka bir ruh haline bürünür insan evladı. Savaşmayı bırakır, kendini anlatmayı keser, dili söze dönmez, gözleri boşluğa dalar gider. Bitmiştir o an onun için hayat, film izler gibi kendi hayatında olup bitenleri izler. Müdahale etmez artık, o yalnızca seyircidir.

 

Alper’in ruh hali yaşadıklarıyla allak bullak olmuştu. Başrolde olması gereken kendi hayatını, şimdi ruhunun geri planda oturduğu bir koltukta, bedeninin nasıl felakete sürüklendiğini izliyordu.

 

Kutay, yere düşen ve kendisine karşılık vermeyen, sessiz bir kabulleniş ile kendisine bakan arkadaşının üzerine atıldı. Yüzüne ardı ardına yumrukları indiriyor ama attığı hiçbir yumruk içindeki acıyı bir nebze olsun azaltmıyordu.

 

Hissizdi Alper, artık dili susmuştu. Öfkesi bedeninden çekip gitmişti. Tepkisiz ve bir o kadar da sessizdi. Kutay çıldırmış gibi Alper’e saldırdığı anda araya giren kişi Leyla’ydı. Alper’in kanlar içinde kalan yüzünü Kutay’ın elleri arasından gözyaşları içinde kurtarmaya çalışırken bu defa Kutay’ın öfkesine kendisi kurban gidiyordu.

 

Alper’i yerde bırakıp bir hışımla kendisini ayırmaya çalışan Leyla’nın kollarından sertçe tutup ayağa kalkarken onu da kaldırdı. Leyla korkmuş halde bir ona, bir yerde yüzü kanlar içindeki Alper’e bakıyordu.

 

Kutay, “Ne o yatağını süslediğin sevgilinin canını yaktım diye mi ağlıyorsun?" dediği sırada gözlerindeki yaşlara artık engel olamıyordu, ne Leyla ne de Kutay. Alper ise kendinden geçmiş bir şekilde arkadaşının kendisine sarf ettiği sözlerin ağırlığı altında kaybolurken bilincini de o an yitirmişti.

 

“Kutay ben…" diyerek gözyaşlarını durdurmaya çalışsa da korkuyordu ondan.

 

“Sen ne Leyla? Sen ne? Ben seni yıllardır seviyorum be kızım, sen beni görmezden geldiğin her an gözlerim yüzünün her ayrıntısını ezberledi. Ben adını ağzıma alırken bile yüreğimin titremesine engel olamazken, okulun bitip de geri geleceğin günü ölesiye bir heyecan ile beklerken böylesine rezil bir durumla mı gelecektin benim karşıma? Neyim eksikti Leyla? Beni sevmen için benim neyim eksikti? Nefes almaya bile senin yanında devam ederken, bakışlarım hep seni bulurken sen nasıl olur da böyle bir şey yaparsın? Allah kahretsin ikinizi de…" dedi ve sertçe onu Alper’in yerde yatan bedenine doğru fırlattı.

 

“Öldürdünüz lan beni." dedi bir elini yumruk yapmış kalbinin üzerine vururken “Canımı aldınız lan, soluğumu kestiniz. Bu kalp şimdi nasıl atacak, bu yürek nasıl yaşamaya devam edecek. Bana bunu nasıl yaptınız lan?" dedi.

 

Arkasından “Kutay." diye acı içinde haykıran, pişmanlık içinde kavrulan, yaşlar akan gözlerin sahibi Leyla’dan başkası değildi.

 

Leyla hiç böyle olsun istememişti, bunları yapmaya mecbur bırakılmıştı. Kutay’ın kendisini bu derece sevdiğini bilse canı pahasına bile olsa böyle bir zorlamaya belki de ilk defa baş kaldırırdı.

 

Hayatı boyunca yapamadığı şeyi yapar ve mecbur bırakıldıklarına boyun eğmezdi. Ama bilmiyordu. Leyla artık olacaklardan deli gibi korkuyordu. Yerde yatan Alper’in kanlı yüzünden okuduğu, hayata dair tüm ümitlerinin gittiğinin izlerini görürken, Kutay’ın arkasından öylece bakmaya başladı.

 

Kutay’ın sözleri yüreğinin derinliklerinde bir yerleri fena halde acıtmıştı. Şimdi başı önüne eğilmiş gözlerinden akıp giden yaşlarına dilinden dökülen pişmanlığını fısıltı haline dönüştürmüş cümleleri eşlik ediyordu.

 

Leyla “Özür dilerim, özür dilerim, ben böyle olmasını hiç istemedim. Ama mecburdum, başka çarem yoktu.” Diyordu. Bu sözlere ise Leyla’nın görmediği, Alper’in bilmediği bir kişi ağaçların ardında şahitlik ediyordu. Ve artık kör düğüm olmuş hayatlar için belki de bir çözüm yolu bulunmuştu. Kim bilir belki de onlar için bir kurtuluş bileti çıkmıştı. Kim bilir?

 

***

 

Geçmiş Zaman ,2012-İstanbul

 

“Kızım ne o melül melül bakıyorsun telefona? Gören de telefon ile aşk yaşadığını zanneder." diyen Hande, arkadaşının yanındaki boş sandalyeye oturdu.

 

Özüm hala gözlerini az önce yapmış olduğu tuhaf görüşmeyi sağlayan telefondan ayıramıyordu. Hande arkadaşından gelmeyen tepki üzerine endişeli bir şekilde elini yelpaze yaparak onun görüş alanında aşağıya yukarıya sallamaya başladı.

 

“Hu hu dünyadan Özüm’e, kime söylüyorum kızım cevap versene.” Gözlerini kırpıştırarak şu ana dönen Özüm arkadaşına boş gözler ile baktı.

 

“Hande…" dedi, sözleri devam edip bir cümleyi tamamlayamadı.

 

“Kızım korkutmasana beni ne olduysa anlat yoksa şurada çat diye ortadan ikiye ayrılacağım.”

 

“Alper aradı." dedi ürkek bakışlar ile tek solukta.

 

“Özüm sakın bana Sarp’tan bahsettiğini söyleme?” Sesi korkarak biraz da endişeli çıkıyordu.

 

“Yok bahsetmedim ama biraz tuhaftı sesi, mesafeliydi, bir o kadar da uzak. Duymuş olabilir mi acaba?”

 

“Yok Özüm ya nereden öğrenecek? Duymuş olsa çoktan soluğu burada alırdı. Bilmiyor musun Alper’deki öfkeyi, adam sana yanlışlıkla dokundu diye Sarp’ı okul içinde evire çevire dövmedi mi? Bir de oturup seninle konuştuğunu öğrense okulu ateşe verir maazallah.”

 

“Of Hande ya senin aklına uydum anlatmadım, ondan bir şeyler saklamak canımı sıkıyor.”

 

“Abartma Özüm, çocukla karşılaştın ve yaşananlardan dolayı özür diledin. Çocuk da Allah’ı var centilmen ve nezaket sahibi biriymiş baksana kendisini döven Alper’e bile hak verdi.”

 

“Cidden o sözlerine ben de şaşırdım.”

 

“Ben olsam ben de aynısını yapardım, dedi ya şaşırmamak elde değil. Gerçi odun odunu anlar değil mi?" dediğinde kıkırdamaya başladı.

 

“Hande ayıp oluyor ama.”

 

“Aman laf söyletme sen odungiline, her neyse hadi kalk da derse gidelim. Kafanda da bu kadar çok kurma, şu an Alper’e anlatman onun canını daha fazla sıkmaktan başka bir işe yaramayacak. Gelince yüz yüze zaten konuşursun hem sakinleştirmen de daha kolay olur." diyerek arkadaşının daha fazla üzülmesine engel olup aklını dağıtmak için saçma sapan alakalı alakasız bin tane konu açtı.

 

Adının Sarp olduğunu öğrendikleri çocukla kantinde karşılaşmışlardı. Özüm olanlardan kendisini sorumlu tuttuğu için bin bir suçluluk ile Sarp’tan özür dilemişti. Sarp ise gayet dostane bir şekilde onların masasına oturmuş, Özüm’ün içini rahatlatan konuşmayı gerçekleştirip onun omzuna arkadaşça dokunarak ona kendisini suçlamamasını ve Alper’in yerinde kendisi de olsa aynı şeyi yapacağını söylemişti. Onun bu sözlerine içten bir gülümseme ile karşılık veren Özüm, kendisini gizlice takip eden ve fotoğraflarını çeken kişinin varlığından habersizdi. Her şey etrafına sıkı düğümler halinde duvarlar örüyorken Özüm sadece Alper’in üzülmemesi için çabalıyordu.

 

***

 

Günler geçip gidiyor ancak Alper’den ne bir ses çıkıyor ne de bir haber geliyordu. Özüm, Alper ile yaptığı o tuhaf görüşmeden sonra bir daha onunla konuşamamış ve ona attığı tek bir mesaja dahi cevap alamamıştı. Adeta sırra kadem basmış, yok olmuştu. En sonunda “Aradığınız numara kullanılmamaktadır.” cümlesini duyduğunda olduğu yerde taş kesilmiş, donup kalmıştı. Hande çaresizce eli kolu bağlı bir şekilde içinden bin bir saydırmayı Alper’e sıralarken arkadaşını teselli etmeye çalışıyordu.

 

Yine ona benzer günlerden birinde, “Özüm Allah’ını seversen ne demek Adana’ya gideceğim. Saçmalama, kalk gidelim derse, sen iyice kafayı yedin. Alper’in yokluğu sana yaramıyor hiç sağlıklı düşünemiyorsun.”

 

“Ne anladıysan o Hande. Ben Adana’ya gideceğim ve sen dâhil buna hiç kimse engel olamayacak.”

 

“Özüm yalvarırım aklını başına al. Annenlere ne diyeceğim ben? Ne işin var senin Adana’da ya? Hem nereden bulacaksın onu koskoca Adana’da? Adama telefondan dahi ulaşamıyorsun, adresini nereden bulacaksın. İstese o zaten sana ulaşırdı. Bırak artık peşini beli ki Alper artık geri dönmeyecek.”

 

“Sus." diye haykırmaya başladığı sırada oturduğu yerden bir anda kalkınca sandalyesi geriye doğru sertçe düştü. Özüm okulun kantininde olan insanlara aldırış etmiyordu artık.

 

“Sus Hande, yalvarırım sus. O geri döneceğim dedi bana, o geri dönecek. Bak şuramda hissediyorum." diyerek acı içinde kalbine birkaç defa yumruk indirdi. “Şuram kötü bir şeyler oluyor diyor. Tüm Adana’yı kapı kapı dolaşmam gerekse de onu bulacağım.”

 

“Özüm kendine gel artık yeter. Bak çevrene, o varken adını anmaya korkan adamlar yine sana adınla seslenmeye başladılar, bunun anlamını benim kadar sen de çok iyi biliyorsun. O geri dönmeyecek." diyerek ayağa kalktı, kollarının iki yanından tutup onu sarsmaya, kendine getirmeye çalıştı. Özüm’ün gözlerinden sicim gibi yaş değil de sanki acı akıyordu. Yanarak, yakarak acı akıyordu.

 

“Yalvarırım sus Hande, söyleme bunu bana. O geriye dönecek. O beni asla bırakmaz. Parmağımda yüzüğünü taşırken o benden asla vazgeçmez." dedi fısıltı halinde sonra başı önüne eğildi.

 

“Özüm." dedi sinsi bir ses, yılan gibi varlığını hissettirmişti yine. Özüm tanıyordu bu sesi ama gerçek olsun istemiyordu. Gerçekliğini kabullenecek gözlerini yerden kaldıramasa da kulaklarına dolan sese şu an yapacak bir şeyi yoktu.

 

“Arkadaşını dinlesen iyi olacak Özüm. O geri dönmeyecek." dedi acımasızca. Konuşurken suratında keyfinin yerinde olduğunu yansıtan bir ışıltı vardı. Dudaklarından dökülenler, Özüm’ün yaşlar ile dolu gözlerini yerden aniden kaldırmasına, ardından Hande’nin edepsiz bir küfür savurmasına sebep olmuştu. Ama bu sözler henüz Özüm için cehennemin giriş biletiydi. Az sonra duyacakları Özüm’ü ne hale getirecekti kimse bunu bilmiyordu.

 

“Senin burada ne işin var?” derken öfke kusuyordu Özüm’ün bakışları.

 

Karşısında kendisini ilk baştan bu yana düşman gibi gören Leyla’yı gördüğünde şaşırmıştı. Alper, Leyla için İstanbul’un kapıları sonsuza kadar kapandı demişti. Şimdi ise karşısında sinsice gülerken ve o geri dönmeyecek derken Özüm giderek ayakta durmakta zorlanıyordu, hafif sendelediğinde yardımına koşan kişi yine can dostu Hande oldu.

 

“Özüm otur şuraya dinleme şu şeytanı." diyerek onu az önce kalktığı sandalyesine geriye oturttu. Başı dönüyordu Özüm’ün, tam da Adana’ya gitmeye karar verdiği sıralarda Leyla’nın karşısına çıkması kâbus gibiydi.

 

“Seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok Leyla, geldiğin gibi defol git buradan." diyen Hande sert bir kızgınlıkla Leyla’ya baktı. Arkadaşının renginin giderek beyaza kesilmesi onu korkutuyordu. Özüm son zamanlarda bunalımlı bir ruh hali içerisine girmişti. Alper’in koyulaşan sessizliği ile de kendisini adeta bir çıkmaza sürüklemesine seyirci olarak bırakmıştı.

 

“Aksine." dedi. Adım adım Özüm’ün masasına doğru geldi, yere düşen sandalyeyi kaldırıp oturduğunda Hande ona kırmızı görmüş boğa gibi bakarken Özüm’ün bakışları bir hayli şaşkındı. Bir insanın bu kadar pişkin olabilmesine hayret ediyor, tavırlarına bir türlü akıl erdiremiyordu.

 

“Daha çok konuşacak şeyimiz var." dedi gözlerini kısarak. Özüm’ün ise dilinden kelimeler dökülmüyor, tutulmuş gibi Leyla’nın sözlerine kilitlenip kalmıştı.

 

“Leyla nasıl bir yüzsüzlüktür bu ya, ne demeye masamıza oturuyorsun. Kalkıp gitsene kızım.”

 

“Seninle işim yok Hande, kapa o gereksiz laf eden çeneni.”

 

“Bana bak…" diye tam üzerine atılmaya kalktığı anda Özüm’ün sert elinin koluna yapışması ile bir an duraksadı. Hande’ye bakışı “Anlatacaklarını dinlemek istiyorum.” Der gibiydi. Hande bu bakışın anlamını biliyordu. Sevdiği adamdan haftalardır haber alamayan Özüm, denize düşüp yılana sarılacaktı. Şu an için başka çaresi yoktu. Bir ışık görmüştü gözleri çok uzaklarda ve o parlayan görüntüye sımsıkı tutunmak ve artık aydınlığa kavuşmak istiyordu.

 

“Seni dinliyorum Leyla, derdin ne? Anlat." dedi Özüm düz bir tonda.

 

“Buraya okul ile ilgili birkaç işlemimi halletmeye geldim. Biliyorsun çok ani gitmiştim.”

 

“Uzatma Leyla sadede gel." dedi. Zırvalık dinleyecek ne vakti ne de tahammülü vardı.

 

“Her neyse tatlım, benim de vaktim yok zaten. Alper çabuk geri dönmemi istedi. Bilirsin Alper’in bekletilmeye tahammülü yoktur.”

 

“Yalan söylüyorsun.”

 

“Ah zavallı Özüm, cidden onun geri döneceğine inanıyor muydun? Bu kadar aptal olduğunu bilmiyordum doğrusu.”

 

“Leyla." diye hiddetle bağıran Hande’yi susturan Özüm’ün elinin kolundaki baskı oldu.

 

“Ne saçmalıyorsun sen? Geri döneceğim dedi ve o geri dönecek.”

 

“Gerçekten buna hala inanıyor olamazsın Özüm?”

 

“Yeter, burada oturup daha fazla senin saçmalıklarını dinlemeyeceğim. Ağzından dökülen her kelime yalan, adeta bir yılan gibisin önüne çıkan herkesi zehirlemekten zevk alıyorsun. Sana inanmıyorum, çünkü bu gece Adana’ya gidiyorum. O gelmezse ben giderim. Madem her şey yalan ve ben kocaman bir aptalım; Alper benim gözlerimin içine bakarak söyleyecek bunları. Çünkü senin sözlerinin tek bir kelimesine dahi inanmıyorum." dedi.

 

Hande’nin de kolundan tutup onu gitmek için ayağa kaldırdı. Tam arkasını dönüp gitmek için bir adım atmıştı ki, “ Tam isabet olur, aslında ben de seni düğünümüze çağırmaya gelmiştim." dedi. Sözleri bir bıçak gibi hareket kabiliyetini kesip almıştı Özüm’ün. Başından aşağıya kaynar sular dökülürken aldığı nefes boğazını yakıyordu.

 

Leyla’nın zehirli sözleri vücudunu her saniye ele geçirirken o taş kesilmiş bir halde söylenenleri idrak etmeye çalışıyordu. Leyla, onun bu halini fırsat bilip oturduğu yerden kalktı ve birkaç adımda onun önüne geçerek tam da Özüm’ün gözlerinin içine delercesine baktı.

 

Çantasından çıkardığı davetiyeyi onun buz kesmiş ellerinin arasına acımasızca tutuşturdu. Özüm adeta donmuştu. Sanki Leyla az önce eline ölüm fermanını vermişti, korkudan yüreği titriyordu.

 

“İnan ki senin bu denli ona kapılacağını bilseydim Alper’in bu kadar ileri gitmesine asla izin vermezdim. Sen ilk değildin, son da olmayacaksın. Onun ilki gibi sonu da benim Özüm. Alper’in okul bittiğinde bana döneceğini zaten biliyordum. Ama geçirdiği kıskançlık krizleri ile önce beni gönderdi ardından daha fazla dayanamayıp peşimden kendisi geldi. Bak Özüm bizim aramızda ne yaşanırsa yaşansın hayatlarımıza kimler girerse girsin dönüşlerimiz hep birbirimize oldu. Yıllar içinde büyüdük ve artık ikimiz için de bu okul meselesi sonsuza kadar bitti. Çünkü birbirimiz olmadan olmayacaktı. Olmadı da. Evleniyoruz.”

 

“Yalan söylüyorsun." dedi elindeki davetiyeyi buruştururken. “Sana inanmıyorum.” Gözlerinden bir damla yaş akıp gitti kalbinin üzerine.

 

“O zaman neden cesaret edip de bakmıyorsun içine? Cevap vermiyorsun, çünkü göreceklerinden deli gibi korkuyorsun. En başından bu yana sen de her şeyin farkındaydın Özüm, Alper’in bana karşı olan korumacılığı hep rahatsız etmedi mi seni? Bu yüzden defalarca kavga etmediniz mi siz?”

 

“Kutay içindi… Her şey onun içindi…” Gözleri dalıp gitmiş yaşlar yanaklarını istila ederken sesinin fısıltı halinde çıkmasına engel olamamıştı. Kendinde değildi gözleri, kendisinde değildi sözleri.

 

“Kutay sadece seninle daha rahat vakit geçirebilmek için bulduğu bir kılıftı. O Kutay diyecek, sen vicdan yapıp ona hak verecek ve beni korumasına kıskanmasına ses etmeyecektin. Söylesene bana, sana kılıf diye uydurduğu adam onun nikâh şahitliğini yapacak ve sağdıcı olacakken, beni Kutay için mi kendisi için mi korudu? Bu kadar da olamazsın Özüm, aç gözlerini artık…”

 

“İnanmıyorum sana, yine sözlerinle beni zehirlemeye çalışıyorsun.”

 

“Sen bilirsin Özüm, ister inan ister inanma elindeki davetiyede yer ve saat belli, istersen seni ağırlamaktan büyük onur duyarız. Alper de, eşi olarak ben de…”

 

“…”

 

Onun sessizliğini kendisine fırsat bilip oradan uzaklaşmaya çalışırken aklına gelen son bir şeyi de hatırlatmak istercesine umursamazca döndü, arkasında enkaza dönmüş kıza baktı.

 

“Ha bu arada Alper’i aramaktan vazgeç Özüm. İstese sana ulaşırdı, bunu en iyi sen biliyorsun. Görüşmek istemediği için numarasını değiştirdi. Evli bir adamı rahatsız edecek kadar da gurursuz değilsindir umarım.” Derken parmağında takılı olan tek taşı ona gösterirken gözleri Özüm’ün yumruk yaparak sıktırdığı elindeki parmağında olan yüzüğe takılı kaldı.

 

Leyla daha fazla konuşmadan arkasını dönüp gitti, her şeyde haklıydı. İnkâra gerek yoktu. Eli titreyerek açtığı zarfın içinde gördüğü isimler; Alper&Leyla. Elleri titrerken nefes alıp verişini ayarlayamıyordu. Soluğu vücudundan yanarak çekiliyordu. Eli boğazına giderken Hande’nin haykırışını duyuyordu. Birden iki büklüm oldu. Sonra birden sesler bulanıklaşmaya başladı.

 

“Yardım Edin!" diye acı acı bağıran arkadaşının güvenli kollarında olduğunu hissetse de etraf giderek kararıyordu. Yer ayağının altından kayıp giderken duyduğu tek şey yürekleri sarsan bir sessizlik, gördüğü tek şey ise karanlıktı. Koyu, zifiri karanlık…

Bölüm : 24.12.2024 06:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş