8. Bölüm

7.

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

7.BÖLÜM (DİĞERGÂMLIK)

 

“Hayatın akışına karşı gösterdiğin ters çaba,

 

Duygusal işkenceye dönüşürken kontrolünü kaybetmene sebep olur.”

 

Alper aynada yansıyan artık kendisine yabancı adamın suretini tanımıyordu. Yüreği için için yanıyordu. Şimdi kendisi gibi her şeye yabancıydı. Elinde ne bir hayali ne de geleceğe dair bir hevesi kalmıştı. Aynanın karşısında gördüğü surete acı bir tebessüm ile baktı. Aklı tüm bu olanları almıyordu. Delirme noktasında hissediyordu. Sanki karşısında sevdiği kız var gibi kendi kendine konuşmaya başladı.

 

“Yaşam sermayem senin yüzünde açan tebessüm çiçekleriydi. Nasıl yaptın bize tüm bunları, nasıl kıydın ikimize. Kader… Ah bu kader! Şems’e bir gün kader nedir diye sormuşlar. Şems onlara cevaben; Kader; yolun tamamını değil , sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir. Ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatın hakimisin ne de hayat kapısında çaresizsin. Bir anlamda, zahirde muhtar hakikatte mecbursun, demiş. Sapaklarımız, dönemeçlerimiz, yollarımız, hayatlarımız, kaderimiz… Her şeyimiz ters yönlere dağılıp gitti.” dedi.

 

Eli boynundaki papyona gitti. Boğuluyor gibi hissediyordu. Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Boğazını rahatlatma ve daha rahat nefes almak adına papyonu söküp attı.

 

“Yenildim Özüm, sana da aşkına da yenildi aciz kalbim. Ama bu ihanete uğramışlık hissini içimden söküp atamıyorum.” Ciğerlerinde tuttuğu nefesi öfke ile dışarıya bıraktı.

 

Kaybettiklerini, yaşayamayacağı gelecek hayatı düşündükçe kalbini öfke, ümitsizlik, çaresizlik ve kin kaplıyordu. Dengesini koruyamıyordu. Şu anki durumu onu kaygı, korku ve endişeye sürüklüyordu.

 

“Sen benim gerçek sevdam, ömrümün en güzel hasadıydın. Emek verdiğim, dinginliğim, korkusuzca yaşadığım özgür sevdam, yürekten delicesine hissettiğimsin. Aradığım, delicesine huzur bulmayı dilediğimsin. Allah kahretsin Özüm, nasıl kıydın gelecek güzel günlerimize.” diyerek aynaya sert bir yumruk vurdu.

 

Tenin ayna ile sürtünmesi ile etrafta acı bir ses yankılandı. Alper’in elinde oluşan kesiklerden sızan kan damla damla yere süzülürken canının acısını hissetmiyordu.

 

Alper zamanında sınırlarını hakkıyla belirleyemediği için önünde aşılması güç büyük bir dağ oluşmasına sebep olmuştu. Yaşadığı olaylar onu çaresiz, iki arada bir derede sıkışıp kalmasına neden olmuştu. Çözümsüzlük onu büyük derin bir girdaba sürüklemişti. Bu süreçte ise en büyük zararı kendisine veriyordu.

 

Üzerindeki damatlık tüm bedenini kefeni gibi sarıp sarmalamıştı. Düğününe değil de cenazesine gider gibiydi. Hakan ile tartışmasının ardından onun her konuşma girişimini bertaraf edip adeta ondan kaçmıştı. Dedesi sağlığına bir nebze olsun kavuşmuş olsa da çok dikkatli olması gerekiyordu.

 

Üzüntü ve stres kesinlikle yasaktı. Daha fazla duyulmadan küçük bir nikâh yapmak istese de Leyla’nın babası şanına yakışır büyük bir düğün diye diretmişti. El mahkûm! Alper ve ailesi her ne kadar kabul etse de Alper’in babası huzursuz, dedesi gönülsüz, her şeyden habersiz olan annesi oğlunun mürüvvetini göreceği için ise çok mutluydu. Hakan ise büyük bir keyfiyet içinde abisinin odasına dalmıştı.

 

“Eee hazır mısın damat bey?" diyerek Alper’in yanına sırıtarak geldi. Kravatını düzeltirken suratı sirke satan abisini göz ucuyla süzüyordu. Tam o sırada etrafın dağıldığını abisinin perişan halini gördü. Elinden ise damla damla akan kanı gördüğünde bir an dehşete kapıldı. Hızla abisinin yanına gelerek “Allah kahretsin abi! Eline ne yaptın böyle?” diyerek elini avuçları içine almaya çalıştı. Alper hızla elini geriye çekerek onun tutuşunda kurtardı.

 

“Yok bir şey kaza ile aynaya elim çarptı.”

 

Hakan bir abisinin eline bir de kırıklar içinde olan aynaya baktı. Kaşlarını çatarak “Kaza ile elin çarptı.” inanmadığının iması ses tonundan açıkça anlaşılıyordu.

 

“Öyle diyorsam öyledir Hakan, daha fazla üsteleme artık.” Kardeşinden bir iki adımda uzaklaşarak göz hapsinden çıkmaya çalıştı. Ona dert anlatacak gücü de takati de yoktu.

 

“Öyle diyorsan…”

 

“Öyle diyorum.” diyerek kestirip attı. Hakan atam arkasını dönüp gidecekti ki daha fazla tutamadı kendini ve geriye döndü.

 

“Ne var biliyor musun abi? Sen gerçekten çok büyük bir aptalsın.”

 

“Hakan, haddini aşma, beni de istersen zorlama.”

 

“Neden? Neden konuşmaktan bile acizsin? Hayat senin için böyle bir şey mi? Kafanda kurguladığın dünya, aptalca şüphelerin ve düşüncelerin yüzünden kendini ateşe atıyorsun. Ama halen farkında değilsin. Bu adımlar seni yakacak, kül edecek, yok edecek. Görmüyor musun olacakları, başına gelecekleri anlamıyor musun?”

 

“Benim neler hissettiğimi ne sen anlayabilirsin, ne de ben gerçekten alatabilirim. O yüzden artık konuşma, sorma , sorgulama.”

 

“Aklındaki şüphelerin için hiç yanılgı payı bırakmıyor musun olacaklara. Yanılabileceğin, aslında beklentilerinin dışında bir hayat ya da ihtimal yok mu hiç? Bu kadar kapattın kendini?”

 

“Yok, şüphelerimden yana hiçbir ihtimal ya da yanılgı payı yok.”

 

“İyi o zaman Alper Efendi benim de sana diyecek bir şeyim yok.”

 

“Hakan, sen iyi misin?" dedi ona endişeli gözlerle bakan Alper. Kardeşindeki tavrın ve tuhaflığın sebebini çözmeye çalışıyordu. Günlerdir kendisi ile delicesine konuşmaya çalışmış fakat her defasında engellendiği için sinir küpü olarak dolaşan kardeşindeki bu değişim hiç de hayra alamet değildi.

 

“Hiç bu kadar iyi olmamıştım. Hadi bakalım gelin hanımı ve davetlileri bekletmeyelim, malum düğünümüz var.” Derken onu sırtından ileriye doğru ittirerek kapıya yönlendirdi.

 

“Sen de bir haller var ya neyse, çıkar yakında kokusu.”

 

“Çıkacak çıkacak. Sen hiç merak etme sevgili abicim!”

 

“Ne dedin sen? Ne bu denegesizlik Hakan?” Alper olduğu yerde durup kardeşinin gözlerine sorgulayan gözlerle bakmaya başladı.

 

“Günlerdir kaçmayıp da dinleseydin beni, şu an neyin içinde olduğunu öğrenirdin ama şu an," dedi ve saatine baktı. “Bunu açıklamak için vaktim yok. Kusura bakma abicim ama artık çok geç kaldın." dedi ve onu dinlemeden abisinin seslenmelerini duymazdan gelerek salonda babasının yanına oturdu.

 

“Her şey tamam mı Hakan?”

 

“Merak etme baba, her şey tam istediğin gibi olacak.”

 

“Peki ya deden?” derken babasının kalbinin bir rezilliği daha kaldırabileceğini düşünmüyordu. Korkuyordu.

 

“Merak etme dedemin her şeyden haberi var. Ve birileri için muhteşem bir final düşünüyor." dedi pis pis sırıtırken gözleri Leyla’nın babasını buldu. Her şeyin başı olan ve tüm bu rezaletin tek sebebi olan adama düşmanca bakarken, bunlardan haberi olmayan Cabbar Bey tüm keyfi yerinde konuklarıyla ilgileniyordu.

 

Müzik başladığında kapıda görünen Alper ve Leyla, gelin ve damat olmanın mutluluğunun yanından bile geçmiyorlardı. İkisinin de suratı asık, ikisi de mutsuz, ikisi de ölüme gider gibi adımlayarak ilerliyorlardı, nikah masasına doğru zorlukla gidiyorlardı. Masaya geçtiklerinde nikâh memuru klasik sorusunu ilk önce Alper’e yönelttiğinde Alper boğuk bir ses ile evet demişti.

 

Alkışlar tufan olup mekânı inletirken sıra gelin hanıma geldiğinde, Leyla’nın gözleri önce Hakan’ı gördü. Bakışları ile onu onaylayan Hakan gerekli güveni ona vermiş olmalıydı ki ortamda beklenen evet cevabı yerine hayır yankılandığında çığlık atan ve şaşıran kalabalığın az önceki coşkusu saman alevi gibi sönmüştü. Yerini bir anda fısıldalaşmalara bırakmıştı.

 

Leyla’nın babası bir hışımla yerinden kalkıp kızının üzerine yürüdüğünde eli havaya kalkmıştı. Genç kızın yüzüne sert bir tokat inmeye hazırlanıyordu. Adamın elinin inmesini durduran öyle bir engel vardı ki o engel kimsenin tahmin edemeyeceği gibi Alper’in dedesiydi.

 

Leyla gözlerini kapatmış, yıllardır alışkın olduğu darbeye kendini hazırlamışken Alper’in dedesinin “Lan deyyus! Sen bu yavrucağı ve annesini sahipsiz mi sandın?" diyerek boşta kalan diğer eliyle yaşına başına bakmadan Cabbar’ın suratına yumruğunu indirmişti.

 

Öğrendikleri karşısında hayretlere düşmüş ama bir o kadar da kendisine kızmıştı. Yıllardır bu durumu yaşlı bir kurt olarak fark edememiş olmasını büyük bir günah kabul etmişti. Şimdi de kefaretini ödeme vaktinin geldiğini anlamıştı.

 

Her şeyden habersiz Cabbar Bey onca insanın içinde yediği yumruk ile yere serilirken Leyla girdi bu defa araya… Herkesin içinde bembeyaz gelinlikler içinde gözyaşları içinde geçmişin acısını babasından çıkarmak istiyordu. Korkmuyordu artık hiçbir şeyden, ne kalmıştı ki kaybedeceği...

 

“Bana bak baba! Gelinlik içindeki tek evladına, biricik kızına bak! Beni ne hale soktuğuna bir bak. En güzel günüm olacak diye yıllarca hayal ettiğim ama şimdi benim için kefenden farksız olan şu üzerimdeki gelinliğe bak. Beni ne hale soktun baba? Bir onurum, bir gururum vardı elimde, onu da namusumu iki paralık ederek elimden çaldın. Bir kızın çeyizi namusudur baba, sen benim çeyizimi çamurlara buladın, sonra da süsleyip püsleyip kendi emellerine alet etmek için kullandın. Hangi insan evladına namussuzluğu hak görür.” dedi gözyaşlarına hıçkırıkları eşlik ediyordu.

 

“Onu rezil ederek kendi imparatorluğunu yükseltmek isteyen biri tabiki, yani sen baba! Bak hala sana baba diyorum. Anneme ve bana tüm yaptıklarına rağmen hala sana baba diyorum. Yıllarca dövdün, şiddet uyguladın, istemediğim bir okula hayallerimi yok sayıp sırf Alper’e yamamak için gönderdin. Ama namusuma sürdüğün leke çok ağır geldi baba. Kimi sevdiğimi bile sormadan evleneceksin dedin ve beni hayattaki tek varlığım olan annemin canı ile tehdit ettin. Yapamazsın diyemedim baba, biliyorum ki yaparsın. Daha önce kaç defa şahit oldum, kaç defa annemin korku içindeki bedenini senin ölüm kokan ellerinin arasından aldım. Ama bunu yapamam baba, bu kadarını yapamam. Ben sevmediğim biriyle sırf sen o kahrolası şirkette daha fazla söz sahibi ol diye evlenemem." dedi. Omuzları çökmüştü, gözleri kimseyi görür bir halde değildi.

Cabbar Bey duyduklarının gerçekliği sonucu olarak yaptıklarının ortaya çıkmasının utancını derinden yaşıyordu. Başını eğdiği yerden yukarıya doğru kaldırıp tek kelam edemiyordu.

 

Alper, şaşkın bir halde olanları dinlerken Cabbar Bey’in tüm bunları yapmış olmasına, öz evladını tehdit ve şantajla bu yola sokmasına inanamıyordu. Hep Leyla’yı suçlamıştı. Hep kötü biri olduğunu düşünmüştü.

 

Alper de önyargılarının kurbanı olmuş karşısında gözleri ile kendisinden medet uman kızın beklentilerini fark edememişti. Bazen hiçbir şey göründüğü gibi olmuyordu. Görünenin ötesinde gizlenen ve ortaya çıkması gereken bir sürü şey vardı. Leyla’nın durumu da bundan farksızdı. Görünürde Leyla suçluyken aslında onu buna mecbur eden öz be öz babasıydı.

 

Yıllarca şiddet ve işkence uygulanan, annesinin canı için namusuna bile laf edilmesine sessiz kalan, hayallerinden, hayatından vazgeçen bir kızdı Leyla. Umursamaz davranışlarının altında, babasından korkan yaralı küçücük bir kız çocuğu vardı. Annesinin canını babasının ölüm kokan ellerinden çocuk haliyle çekip alan küçük bir kız çocuğuydu o.

 

Ağlıyordu Leyla, gözlerinden akıp giden her bir damla yaş, yaşayamadığı çocukluğuna, kendisine kol kanat geren insanlara yaşattıklarına ve belki de sevme ihtimalini kaçırdığı Kutay’aydı. Fısıltılar yükselirken Cabbar’ın gözlerinin görüş alanına rugan ayakkabı giyen kişiler girdi. Cabbar Bey o anda bir gerçeğin daha farkına vardı. Yaptıklarının, yıllarca karısına ve kızına yaşattıklarının elbet bir bedeli olacaktı.

 

Gözleriyle yüzüne bakmaya utandığı ama bakmak zorunda hissettiği, yıllardır aynı yastığa baş koysa da ona en büyük acıları yaşattığı eşine baktığında onun gözlerindeki acıyı da gördü. Polis memurları yerde oturup kalmış gözleri karısında olan Cabbar’ın kollarından tuttu. Onu sürükleyerek götürürken Alper’in dedesinin sesi duyuldu.

 

“Artık onlara dokunamayacaksın. Sen onlar için artık sonsuza kadar bittin! Şerefsiz, adi herif." diyerek içini ferahlatırken bir kolunun altına Leyla’yı, diğerinin altına Leyla’nın annesini aldı. O hayatta olduğu sürece bir daha bu iki yaralı yavrucakların yanına asla yaklaşamayacaktı.

 

Leyla hıçkırıkları arasında “Affedin beni, yalvarırım affedin. Alper suçsuzdu her şeyi babam planladı. Ben, ben buna mecburdum." dedi.

 

Hakan gerçeklerin ortaya çıkmasının rahatlığı ile abisine dönüp ona göz kırptı. Alper, kokusunun çıkacağını düşündüğü şeyin böyle bir şey olmasını hiç ama hiç beklemiyordu. Duyduklarının sarsıcı gerçekliğini idrak etmeye çalışırken salonun giriş kapısının ardında bulunan alevler içinde yanan bir yürek, ettiği sözlerin ve yaptıklarının altında eziliyordu.

 

Gözyaşları sel olup akarken sıktırmış olduğu yumruğuna dişlerini geçiriyordu. Canını olabildiğince acıtmaya çalışıyordu, ancak tarif edilemez acısını dindirmesi şu an için imkânsızdı…

 

***

 

Alper’in dedesi Leyla’nın acı içinde anlattığı geçmişinin her ayrıntısında kahroldu. Bugüne kadar o Cabbar denen şahsın, ailesi üzerinde kara bir gölge gibi gezdiğini fark edememiş olmak yaşlı çınarı kahretmişti. Onlara kol kanat germişti.

 

Cabbar’ın yaptıklarının cezasız kalmaması ise tek tesellisi olmuştu. Leyla’yı hayallerini gerçekleştirmesi için yurt dışına annesi ile birlikte eğitimi için gönderme kararı aldığında buna en çok üzülen Kutay olmuştu. Kutay Alper’e ettiği sözlerin altında ezilirken, Leyla’nın çektiği acıları öğrendikten sonra pişmanlıkla alevler içinde yanar hale gelmişti. Geçmişte yapılan hataların, ani, fevri hareketlerin sonucu felaketlere yol açıyordu. Kutay da düşünmeden hareket etmesinin acısını, yıllardır sevdiği kızın gidişini seyrederek çekiyordu.

 

“Gitme,” demişti Leyla’ya, “Affet,” demişti büyük bir pişmanlıkla.

 

Leyla, Kutay’ın gözlerinin içine bakarak buruk bir tebessüm ile onun yanağını okşamış sonra da dudaklarına minik sıcacık bir buse kondurmuştu.

 

“Sen benim ilk öptüğüm, dudaklarımın sahibi tek adamsın Kutay, ama şimdi gitmem gerek. Bu şekilde kalamam, herkese bu kadar acı çektirdikten sonra burada kalmam doğru olmaz. Bana kol kanat geren Alper’in ailesine bunu yapamam. Annemin de benim de bu şehirden gitmemiz gerek. Çocukluğumsun sen benim Kutay ama yapamam, bu şehirde daha fazla duramam, bu sana da kendime de büyük haksızlık olur. Belki sonra, yıllar sonra bir yerlerde tekrar karşılaşırız, iki yabancı gibi, kim bilir?" dedi ve daha fazla konuşmadan gözlerinden akan yaşları da alarak akıp gitti Leyla.

 

Leyla gitmiş, Kutay kahrolmuştu. Havaalanında yere çökmüş halde içini çekerek ağlarken omzuna dokunan bir dost elinin sıcaklığını yüreğinde hissetti. Yüzü kızarmış kafasını kaldırmaya utanıyordu.

 

“Kutay…" dedi tanıdığı o ses “Hadi kalk gidelim." dedi yaralı adama.

 

“Ben iyi değilim Alper, her şeyi mahvettim. Leyla’yı da seni de aptallığımla kaybettim." dedi tek solukta hıçkırıklarının izin verdiği şekilde.

 

“Biliyorum kardeşim ama biraz zaman ver ona da kendine de.”

 

“Zaman…" dedi derin bir nefes alarak ışıldayan gözler ile şimdi karşısında omuzları çöken Alper’i gördüğünde. Onun da kendisinden farksız olmadığını daha iyi anlıyordu.

 

“Ömrüme biçilmiş yegâne kelime zaman. Geçmiyor o zaman Alper, bitmiyor,tükenmiyor. Ben bu acı ile hep yaşamak zorunda mıyım? Neden tüm bunlar benim başıma geliyor?”

 

“Neden deme kardeşim? Neden deme ve asla isyan etme. Önümüze bakacağız Kutay, her şeyi geride bırakmasını öğreneceğiz. Bugün ikimiz için de yeni bir hayat başlıyor. Geçmişi kurcalamayacağız. Senin için Leyla, benim için de …" dedi ve soluğu kesildi.

 

Adını bile zikredemediği kızı nasıl bitirecekti yüreğinde bilmiyordu Alper. Konuşması bile zor olan kelamları ederken, bunları hayata bir bir nasıl geçirecekti? Bitti diyemiyordu, içinde bir türlü bitiremiyordu. Her şey ortaya çıktığı halde gözünün önündeki resimlerin görüntüsünü zihninden silip atamıyordu.

 

Hesap sormak istiyor, neden diye haykırmak istiyordu ama yapamıyordu? Korkuyordu, söylenenlerin gerçek olmasından, deli gibi korkuyordu. Özüm’ün geçiştirici konuşması aklına geldikçe deliriyor, hazmedemiyordu. Sonunda korkularına yenik düştü ve asla geri dönmeme kararı aldı.

 

Alper içinde bu kuşku ile yaşayamazdı. Yine bir şey mi saklıyor benden diyerek ardında onu her bıraktığında nefes alamazdı. Bu şekilde yaşayamazdı, kendine de Özüm’e de hayatı zindan ederdi. Bu yüzden hayatında bundan sonra asla Özüm olmayacaktı. Aylar geçmişti onun yokluğunun acısı içinde kıvranarak. Kan kardeşinin acısını anlıyor ama her şeyi geride bırakma vakti geldiğini ona da kendi yüreğine de acımasızca hatırlatıyordu.

 

Yerde oturup kalan Kutay’ın dizinde yumruk yapmış olduğu elini sımsıkı tutup onu düştüğü yerden kaldırdı. Şimdi ikisi de ağır aksak adımlar ile havaalanından çıkıyorlardı. Her şeyi ne kadar arkada bırakmak isteseler, unutmak isteseler de zaman onlara bu imkânı vermeyecekti. Ne Kutay’a Ne de Alper’e…

 

***

 

Geçmiş Zaman,2016-Adana

 

Günler geçip gidiyor, Kutay ve Alper babalarından devir aldıkları işlerin başına artık yavaş yavaş geçiyorlardı. Cabbar yaptıklarının bedelini demir parmaklıklar arkasında geçirirken, şirketteki hisselerini Alper’in dedesinin kimsenin bilmediği ve anlamadığı bir şekilde Leyla’ya devretmesi ile küçük bir an şoka girseler de herkes bu durumdan gayet memnun bir şekilde sesini çıkarmıyordu. Hisselerin devri tamamlandığında Leyla vekâletini Alper’in dedesine bırakmış ve hayallerini gerçekleştirmek için kimsenin bilmediği bir ülkeye annesi ile birlikte gitmişti. Mutlu mesut yaşamlarına artık kavuşmuşlardı.

 

Kutay’ın tüm girişimlerine rağmen Leyla’nın yerini öğrenememesi canını sıksa da artık vazgeçme noktasına gelmişti. Alper ve Kutay yaşadıkları acıların ve hayal kırıklıklarının acısını iş hayatından çıkarırcasına öyle çalışıyorlardı ki, aileleri onların bu çalışma azimlerini ve hırslarını herkes gibi takdir ediyordu.

 

Alper odasında yeni ihale için dosyalar üzerinde çalıştığı sırada odasının kapısı çalınma gereksinimi duyulmadan bir anda açıldı ve içeriye tabiki kardeşi Hakan girdi. Destursuz girdiği için ona sertçe baktığı anda Hakan’ın gözlerindeki endişe ve korkuya şahit oldu.

 

“Hayırdır Hakan? Seni bu saatte burada görmek, hem de bu surat ifadesiyle… Ben seni İstanbul’a doğru bir gezintiye çıktı diye biliyordum.”

 

“Abi Allah’ını seversen sus bir ya, sana çok kızgınım zaten.”

 

“Bana niye kızıyorsun hergele? Burada kızılacak biri varsa o da sensin. Hem destursuz giriyorsun odama hem de bana kızıyormuş, şuna bak hele.”

 

“Cidden sinirlerimi bozuyorsun abi, dur bir nefesleneyim, kendimi Adana’ya nasıl atacağımı bilemedim. Bana bir su söyle, cidden şuracıkta ölüp gideceğim korkudan.” Alper kardeşindeki bu tuhaf hallere anlam veremedi. Nefes nefese kalmış gözleri korku püskürüyordu. İçinden “Ya sabır.” Çekti ve telefona uzanarak kardeşi için içecek soğuk bir şeyler istedi.

 

“Anlat bakalım Hakan Bey, bu esrarengiz İstanbul kaçışlarının sebebi ne? Aylardır İstanbul-Adana arası mekik dokuyorsun? Bu işin ucu umarım bir hatuna dayanmıyordur.”

 

“Hatun mu? Ne hatunu be abi, bildiğin cadı o cadı, elinden kaçmasam beni Adana’ya kadar süpürgesi ile döve döve kovalayacaktı, sivri dilli şeytan ne olacak.”

 

“Cidden merak ettim Hakan, sen ne haltlar karıştırıyorsun böyle?”

 

“Ne halt karıştıracağım ben abi ya, senin yıllar önce içine ettiğin hayatını düzene sokayım dedim. Ama nereden bileyim yedi bela bir cadının da senin hayatının merkezindeki kadının can dostu olduğunu. Dışarıdan gören de mülayim, hanım hanımcık bir kız zanneder. Yedi bela gibi tepeme çöktü cadı, zor kurtardım canımı elinden buraya nasıl geldim sen düşün artık.”

 

“Bir dakika, bir dakika.” Alper aklına gelenler ile birden heyecan ile ayağa kalktı.

 

“Sen, sakın aklıma gelen şeyi yaptığını söyleme.”

 

“Müneccim miyim ben abi, nereden bileyim aklına ne geldiğini?”

 

“Hakan oyun oynama benimle, senin bahsettiğin kişi Hande mi?”

 

“Vay, yıllar hafızandan en yakın arkadaşını bile silemediyse doğru yoldayım demektir.”

 

“Hakan." diye odayı inletti bir anda Alper, sesi keskin ve bir o kadar sertti. “Sen ne yaptığını sanıyorsun? Senin Hande ile ne işin var?”

 

“Yeter abi, gerçekten yeter. Yıllardır yaptığın çocukluktan bıktım. Adını anmayı bile yasakladığın kızı hayatından çıkardığın günden bu yana kimi soktun sen hayatına? Ben söyleyeyim hiç kimseyi, seni bu halde görmeye dayanamıyorum anlamıyor musun? O günden bu yana yaşayan bir ölüden farkın yok adeta ruh gibisin.”

 

“Hakan ben onu unuttum. Ben onu hafızamdan sonsuza kadar sildim. Benim hayatımda bana yalan söyleyen, benden bir şeyler gizleyen bir kadına yer yok. Anla artık bunu ve bu işin peşini bırak. Yıllar geçti üzerinden herkes kendi yoluna gitti. Bitti anlıyor musun? Bitti. Sende bırak artık bu işin peşini, vazgeç." dedi ve ellerini beline yaslayıp camın kenarına gitti.

 

Dışarıdaki manzarayı izlerken sevdiği kadının gülümseyen gözleri canlandı gözlerinin önünde. Her ne kadar bitti dese de dili, yüreği farklı konuşuyordu. Bitemedi, bitmedi, asla bitmeyecekti.

 

“Saçma sapan şeyler kurdun aklında, hiçbir zaman bitmeyecek sevdanın üzerine beton atmaya çalışıyorsun. O betonun üzerine kokmuş hayatını kurmaya çalışıyorsun. Olmayacak abi, sen o kız olmadan asla tam olamayacaksın. İster kız, ister döv istersen de söv. Ben Hande’nin yanına gittim. Belki bir parça bir şeyler öğrenirim diye ama daha laf Özüm’e gelmeden kız seninle benim bağım olduğunu çözdü ve artık beni ne hale getirdiğini sen düşün." dedi kendini gösterircesine.

 

“Hakan, bu işin peşini bırak.”

 

“Korkuyorsun değil mi? Korktuğun için geri dönemedin, yalanlara inandığın için sevdiğin kızın gözlerine bakmaya cesaretin yok. Utanıyorsun, ölümüne korkuyorsun. Yıllar geçti abi, yapma artık bunu kendine de sevdiğim dediğin kadına da, yoksa her şey için çok geç olacak.”

 

“Ne demek istiyorsun sen Hakan?”

 

“Demek istediğim açık. Özüm yakında okuldan mezun olacak, onun hayatı sen gittiğin günden bu yana çok değişti ve inan onun yanında bir başka adamı görmen ya da varlığını duyman an meselesi…”

 

“Hakan…”

 

“Hiç bana Hakan deme, onu izlettiğini bilmiyor muyum sanıyorsun? Söylesene abi, kim hayatımda yeri yok dediği kadını izletir, onun hayatından haberler almak için delirir? Dur onu da ben söyleyeyim, gerçekten yürekten deli gibi seven adam tabiki. Kaçma abi, bu kaçışın, korkuların felaketiniz olacak. Bir daha işine burnunu sokmayacağım, bu senin hayatındaki son girişimimdi. Sen hayatını bu şekilde yaşamak istiyorsan kabul ama onun yanında bir başka adamın varlığını kabul edebilecek misin? Sen önce bunu bir düşün. O korkuların, kaçışların, bunu görmeye hazır mı?" dedi ve daha fazla orada durmadan çıkıp gitti.

 

Çok uğraşmıştı Hakan, yıllarca abisinin düz mantığına yeni bakışlar kazandırmaya çalışmış ama her girişimi de bertaraf edilmişti. Son yaptığı Hande’nin yanına bir arkadaş gibi yaklaşıp ondan Özüm hakkında bilgi almaktı ama başına gelebilecek en büyük felaket gelmiş ve hislerinin kurbanı olmaya başladığı an Hande olayı çözmüş ve ona hayatı zindan etmişti.

 

Hakan kendini Adana’ya nasıl atacağını, nasıl kaçacağını şaşırsa da içinden bir parça İstanbul’da kalmış ve yeni yeni tanıştığı bu duygular giderek onu rahatsız etmeye başlamıştı.

 

***

 

Şimdiki Zaman, 2017-İstanbul

 

Etraf yavaş yavaş aydınlamaya başlamıştı. Alper’in suratında hissettiği acı yüreğinin hissettiğinin yanında hiçbir şeydi. Bir köşede Alper başı önünde eğik dururken Özüm’ün gözleri denizin parlak sularına karışıp gidiyordu. Bakışları uzak, bir o kadar da soğuktu. Hayat öyle bir kesip atmıştı ki onları, artık canı yanmıyordu Özüm’ün, hissizdi.

 

Yıllardır çektiği acıların sebebini öğrendiği an kırılıp dökülmüştü en gizli mabedinde sakladıkları. Duydukları tamiri imkânsız kırıklara sebep olmuştu. Bir şeyler un ufak olmuştu. Onların bu sessizliğini bozan tek şey ise adamın acı acı çalan telefonu oldu. Alper her ne kadar açmak istemese de ekranda gördüğü isim açmasını zorunlu kılıyordu. Çünkü çok önemli bir şey olmasa bu cadı onu asla aramazdı. Canı sıkkın bir şekilde açtığı telefona “Efendim Hande." diye karşılık verdi.

 

“Bana bak Alper, hala konuşman bitmedi mi?”

 

“Bitti sayılır.” Derken göz ucu ile kendisinden çok uzakta hissettiği Özüm’e bakıyordu.

 

“Tamam o zaman, Özüm’ü bir an önce geri getirmen gerekiyor. Ailesini daha fazla oyalayamam, annesinden kesin ültimatom geldi. Yarın sabah Özüm buraya gelmezse yakarım çıranızı dedi ve suratıma telefonu kapattı. Bana bak Alper uydurduğumuz hastane numarasından şüpheleniyorlar, çabuk onu geriye getir yoksa ben de senin çıranı yakarım." dedi ve suratına telefonu kapattı.

 

Alper canı iyice sıkılmış bir şekilde bir nefesini bıraktı. Alnını ovalarken Özüm ayağa kalktı ve kamaraların olduğu yere yöneldi. Tam Alper’in yanından geçerken Özüm’ün kolundan narince tuttu. Onun bu tutuşunu gören Özüm gözlerini kısarak önce Alper’in kolundaki eline, sonra da dehşet saçarak gözlerine baktı.

 

“Gitmemiz gerekiyor Özüm." dedi, onu bırakmak istemiyor gibi bakmıştı gözlerine, “Gitmeyelim,” demesini ister gibi haykırıyordu bakışları. Özüm kolunu silkeleyerek onun ellerinin esaretinden kendini kurtardı.

 

“Beni götür Alper, senin olmadığın, olmayacağın evime götür.”

 

“Özüm." dedi inlercesine “Böyle yapma ne olur." dedi içlenircesine.

 

“Geri dönmedin Alper, kıskançlığın felaketimiz oldu görmüyor musun? Yıllar önce sen bir karar aldın ve geri dönmedin. Şimdi ise ben bir karar alıyorum ve sana geri dönmüyorum. Keşke hiç çıkmasaydın karşıma da içimde iyi bir Alper’in anısı kalsaydı. Sen bugün burada kendi sözlerin ile içimdeki iyi hatırladığım Alper’e dair ne varsa yaktın yıktın. Sen bugün geçmişte yaşadıklarını, benim bilmediğim senin gerçeklerini anlattın ya hani, sen yüreğimde kendi mezarını kendin kazdın. Benim seni bekleyen gözlerimi ihanet ile suçlamışsın ya, haberim bile olmadan beni sensizliğe mahkûm etmişsin ya acımadan, sen bugün benim için öldün. Tüm umutlarım üzerine mezarını kazdın, kendini de beni de aşkımızı da öldürüp o mezara koydun. Allah rahmet eylesin Alper, sen ikimizi de mahvettin."

 

Alper, hesap etmemişti Özüm’ün kırgınlığını, gözlerinde gördüğü yıkımı şu an için düzeltemeyeceğini fark etse de çabalamaktan asla vazgeçmeyecekti.

 

“Özüm hatalıyım, hatalarımla seni de kurban ettim. Ama olmuyor, yapamıyorum. Yıllar geçse de ben sensiz olamıyorum.”

 

“Olursun Alper olursun. Bak bir bana, acıdan ölünmüyormuş. Ölmedim, yaşadım, sana rağmen, yaşattıklarına rağmen sağ kalmayı başardım. Sen bana hayatını anlattın, ben dinledim. Ama ihanet şüphesi olmadı be Adanalı, yakışmadı, sana da adamlığına da…" dedi ve kamaraların olduğu yere doğru çıkıp gitti.

 

Alper o an yıkıldı kaldı. O an bir şeyler için geç kaldığını çok daha iyi anladı. Şimdi kendi elleri ile götürmesi gerekiyordu onu, bırakması, belki de vazgeçmesi… Yıllar önce yaptığı hatayı tekrar yapacak mıydı? Sevdiği kadından vazgeçip Adana’ya geri dönecek miydi? Darmadumandı Alper, Özüm’ün gerçek olan bu sözleri onu dağıtmıştı. O acımadan yaşatmıştı. Özüm acıtarak söylemişti. Her şey için çok mu geçti? Yoksa zaman bu defa onlara güzel günler mi getirecekti?

 

***

 

Alper Hande’den gelen telefon ile birlikte eli kolu bağlansa da Özüm’ü yanında daha fazla tutamayacağını biliyordu. Genç adam dönmüştü ama Özüm’ün kırgınlığı tahmininden çok daha büyüktü. Onu kendi elleriyle evine getirmiş olsa da içi yanıyordu. Her ne kadar gitmesi gerektiğini bilse de buna seyirci kalmak canını yakıyordu.

 

Saatlerdir süren sessiz ve gergin yolculuğun ardından Özüm’ün Hande ile yaşadığı evin önüne geldiklerinde Özüm ifadesiz, Alper ise ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemez bir haldeydi.

 

Dakikalar hızla akıp giderken ne genç kızın arabadan inmeye cesareti vardı,ne de Alper’in ağzından dökülüp gidecek tek bir kelimeye yetecek gücü vardı. Konuştuğu anda onun suçlayıcı bakışlarına maruz kalacağını hissediyordu. Hep yanında, yanı başında kalsın istiyordu. Olmayacak hayaller kuruyor ama dillendirmeye yüzü yoktu.

 

Özüm daha fazla bu amaçsız sessizliğe dayanamadı. Artık Alper’in istediği her şeyi yapma eğilimlerine boyun eğmeyecekti. Daha fazla düşünmeden aniden inmek için arabanın kapısına gitti eli. Tam kapıyı açtığı anda ateş gibi yakan eller koluna nazikçe dokundu. Bu dokunuş Özüm’ün istemsizce gözlerini kapatıp derin bir nefes almasına sebep oldu.

 

“Özüm, " dedi acı çekercesine. “Gitme." Yalvarırcasına çıkan sesinde çektiği acıyı yüreğinin en derinlerinde hissetti genç kız ama artık her şey için çok geçti. Duramazdı, kalamazdı. Çünkü onunla bir dakika daha aynı havayı solumaya takati kalmamıştı.

 

Ağırdı yaşadıkları, acımasızcaydı yüzleştikleri, yüreği yandı, gözleri alevler saçarak dilinin ucundaki kor ateşi ona püskürtmeye, yandığı kadar yakmaya hevesli bir haldeydi. Bakışları Alper’i bulduğunda alaycılığı yakıştırmıştı artık sesindeki tınıya “Gitme." dedi başını önüne eğdi ve sinir bozucu bir şekilde gülmeye başladı.

 

“Bu kelime ağzına yakışmıyor be Alper. Sesine o kadar eğreti duruyor ki gülmemek elde değil.”

 

“Böyle yapma Özüm, bu şekilde yalvarırım beni ardında bırakıp gitme.”

 

“Böyleden kastın ne Alper?” Sesi az öncekine oranla daha sert ve yüksek çıkmıştı.

 

“Vazgeçmiş gibi gitme, bizden umudunu yitirmiş gibi gitme. Bu şekilde değil, böyle olmaz!”

 

“Geçen yıllar idrakini zorlaştırmana sebep olmuş senin Alper. Bak bana, gözlerimin içine bak." dedi haykırırcasına, nefret tohumlarını ekerken acımasızdı bakışları.

 

“Bir şeyden vazgeçmek için ona sahip olmak gerekir. Umut etmek için bir gerçekliğin yüreğinde kıpırtısını hissetmen gerekir. Şunu anlasan iyi olur, biz diye bir şey yok. İtiraflarınla bunun hiç olmadığını anladım. Şimdi geldiğin yere geri dön. Defol git hayatımdan, bırak seni, gölgeni dahi istemiyorum çevremde."diyerek kolunu Alper’in ellerinin arasında silkerek kurtardı.

 

Alper duydukları ile neye uğradığını şaşırdı. İfadesiz bir şekilde sevdiği kıza bakarken Özüm daha fazlasına gücünün yetmeyeceğini anladı ve bir hışım ile arabadan indi. Gözlerinden iki damla yaş firar ederken nefes nefese kalmış, kalbi bedeninden çıkmak ister gibi çırpınıyordu. Bir an durdu, eli kalbine gitti. Sakinleşmesi gerekiyordu ama yüreğini, ruhunu esir alan adam ardında ona pişmanlıkla bakarken bu imkânsızdı. Geri dönüp bakmak istese de gururu buna engel oldu. Hak etmediği şeyleri sebepsiz yaşamasına neden olan adama bu sevinci yaşatmayacaktı. Geri dönüp ona bakmayacaktı. Bakmadı da… Koşar adım apartman dairesinin kapısından içeriye girerken ardında bakması için bin bir duaya yüreğinin dili dönen adamın gözlerinin önünden yitip gitmişti.

 

Özüm’ün dönüp bakmaması mahvetmişti Alper’i. Pişmanlığı yükselişe geçerken hayal kırıklığı içinde boğuluyordu.

 

“Ne dersen de, ne yaparsan yap senden asla vazgeçmeyeceğim Özüm."diye haykırdığında ellerini sertçe direksiyona vurdu.

 

Sinirleri bozulmuş bir halde gaza bastığında artık araba ona dar geliyordu. Sokağın içinde yankılanan arabanın sesini duyan Özüm şimdi apartmanın girişinde kapının ardında sessiz çığlıklarını bastırmaya çalışırken sırtını duvara yasladı ve kendisini daha fazla taşıyamayan ayaklarının gücü tükendiği anda duvarda süzülüp gitti. Yere düştüğünde artık gözyaşlarına engel olamıyor kendisini de durduramıyordu.

 

Ağlıyordu Özüm. Bu kadar acı çekmesine sebep olan adam için ağlıyor ve dilinden dökülen tek kelimeyi fısıldıyordu.

 

“Neden?” Neden diyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Nedenleri öğrenmiş olması onları kabul ettiği anlamına gelmiyordu. Alper’in nedenleri Özüm’ün içini rahatlatmak yerine, içinde başka bir ateşin yanmasına sebep olmuştu. Kabul edemiyor, ona; “Keşke hiç dönmeseydi, keşke hiç öğrenmeseydim," dedirtiyordu.

 

***

 

Özüm omuzları çökmüş, başı önünde eğik bir halde kapıyı çaldı. Hande sabahı zor etmişti. Böyle bir şeyin olacağını, Alper’in böyle bir deliliğe girişeceğini bilse asla onunla işbirliği yapmazdı. Ama işler hiç de planlandığı gibi gitmemişti. Hande bin bir panik ve korku ile kapıyı açtığında arkadaşını bitmiş bir halde görmeyi hiç beklemiyordu.

 

“Özüm." diye korku ile bağırdığında bir adım ona doğru atmıştı ki genç kızın havaya kalkan eli onu durdurmaya yetmişti. Hande beklemediği bir tepki ile karşı karşıya kaldığında ayaklarına beton atılmış gibi olduğu yerde kalakaldı. Başını yavaşça kaldırıp arkadaşına, kardeşi gibi gördüğü dostuna baktığında içi acısa da öfkesi galip gelmişti.

 

“Sakın Hande, sakın bir adım daha atma, yoksa ikimiz için de geri dönülemez şeyler olacak.”

 

Hande, Özüm’ün sevinçli bir halde geri döneceğini beklerken onun bu haline anlam veremiyordu. Alper Efendi anladığı kadarıyla hiçbir haltı becerememişti.

 

“Özüm, ben sadece senin iyiliğini…" dediği anda gözleri ateş saçtı Özüm’ün. Artık duracak gücü kendinde bulamadı.

 

“Benim iyiliğimi mi? Sen hangi iyilikten bahsediyorsun Hande? Adam senin gözünün önünde beni kendi nişanımdan kucaklayarak kaçırdı ve sen yardım istemek yerine sessiz kaldın. Bu da yetmezmiş gibi onunla işbirliği yapmışsın. Nasıl kandın ona Hande? Nasıl izin verdin yanıma yaklaşmasına? Yıllardır ne çektiğimin tek şahidi sen değil miydin? Neden söylemedin bana geri döndüğünü? Neden anlatmadın bana benden kaçış sebeplerini?”

 

“Ben o anlatsın istedim.” Çaresizdi sesi, çırpınıyordu pişmanlığın soğuk sularında…

 

“Evet anlattı beyzademiz, merak etme hem de çok güzel anlattı. Ve sen tüm bunları bilerek benim yanıma yaklaşmasına izin verdin. Hem de benim nişan günümde." diyerek sesini yükselttiğinde apartmandaki komşuların duymasına aldırış edecek durumda değildi.

 

“Özüm sen Cem’i sevmiyorsun. Yıllarca ne çektiğini ben gördüm. Ne kadar acı çektin ama onu unutamadın. Onun anlattıklarından sonra sizin için bir şans olduğuna inandım. Seviyorsunuz birbirinizi Özüm, yıllar bile buna engel olamadı. Görmüyor musun?”

 

“Sen ne dediğinin farkında mısın Hande? Ne saçmalıyorsun? Hangi sevgiden bahsediyorsun sen? Beni yargısız infaz etti o adam, sevgimi, aşkımı kurban etti. Ne çektiğime aldırış bile etmedi. Ne hale geldiğimi düşünmedi bile. Şimdi yıllar sonra çıkıp geldiğinde kaldığımız yerden devam edeceğimizi zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz.”

 

“Saçma sapan yanlış anlaşılmalar yüzünden yıllarınızı kaybettiniz. Ben Alper haklı demiyorum ama anlamaya çalış onu da… Ben eğer o gün aramana izin verseydim ya da sen o aradığında anlatsaydın belki de hiçbir şey bu halde olmayacaktı.”

 

“Sen tüm bu olanlardan kendini mi suçluyorsun? Bu yüzden mi Alper’e yardım ettin?” Şaşırmıştı Özüm arkadaşının sözlerine…

 

“Ne yapabilirdim Özüm? Söyle başka hangi sebepten ötürü ben onu senin yanına yaklaştırabilirdim. Tüm bu olanlarda benim de suçum var." dedi ve gözyaşlarına engel olamadı. Salona geçerek kanepeye oturdu ve ellerini yüzüne kapayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

 

Özüm arkadaşının kendini bu kadar sorumlu ve suçlu hissetmesine şaşırdı. Ortada bir suçlu varsa o da Alper’di ama Hande tüm suçu kendi üzerinde görmüş ve kendine büyük bir üzüntü payı çıkarmıştı. Sarsak adımlar ile içeriye geçerken kapıyı kapattı. Arkadaşının yanına oturup onu kolları arasına aldı. Sakinleştirmek için sırtını ovalıyor bir yandan da “Tamam, geçti. Sakin ol Hande.” Diyordu. Hande onun bu şefkati karşısında daha da içleniyor, hıçkırıklarını oda içinde yükseltiyordu.

 

Özüm yavaşça onu kendinden uzaklaştırdı. Başı önünde olan arkadaşının çenesinden tutup bakışlarını yakaladı.

 

“Yapma Hande, geçmişte yaşanan hiçbir şeyden sen sorumlu değilsin. Kendini suçladığını bilmiyordum.”

 

“Ben onu dinlediğimde benim yüzümden olduğunu hissettim ve onun gözlerinde gördüğüm aşk… Özüm, Alper hala seni çok seviyor. Sizin hala bir şansınız var. Bunun ne demek olduğunu ben çok iyi biliyorum. Lütfen kendine daha fazla acı çektirme. Sen Cem’i sevmiyorsun. Göz göre göre senin mutsuzluğuna şahit olamam. Lütfen kendine biraz zaman tanı, bu nişan zaten çok acele oldu.”

 

“Hande, bizim Alper ile bir şansımız ya da geleceğimiz yok. Yıllardır çektiğim acının sebebi onun şüphesiymiş. Ben bunu kaldıramam Hande, bu gerçeği bilerek onunla bir gelecek hayal edip yaşayamam.”

 

“Özüm sen Alper’i sevmiyor musun? Gözlerimin içine bak ve bana doğruyu söyle.”

 

“Hande ben…”

 

“Sen bana bu zamana kadar bir kere bile yalan söylemedin Özüm, bilirsin dürüstlüğüne güvenirim.”

 

“Hande ben onu…” Gözlerini sıkıntıyla kaçırmıştı.

 

“Daha bunu bile söyleyemezken, söylesene bu yüzüğü..." diyerek parmağında takılı olan yüzüğü gösterdi. “Bu yüzüğü nasıl parmağında taşıyacaksın?”

 

“Ben bunu yapmak zorundayım. Cem’e bir söz verdim. Alper ile ilgili tüm gerçeği biliyor.”

 

“Nasıl? Sen Cem’e Alper’i mi anlattın?”

 

“Neden evlenme teklifini kabul ettim sanıyorsun? Ona her şeyi anlattım. Ona değer verdiğimi ama kalbimin başka birine ait olduğunu söyledim. Geri dönmeyecek biriydi benim için.”

 

“O da bunu kabul mü etti?”

 

“Evet kabul etti. Şimdi beni tüm yüreğiyle her şeyi bilerek kabul eden bir adamı yarı yolda bırakmamı söylüyorsun bana? Hayır Hande, yapamam, ben verdiğim sözü tutacağım. Alper’in geri dönmesi hiçbir şeyi değiştirmeyecek, değiştirmedi de… Ben Cem ile evleneceğim." dedi ve ayağa bir hışımla kalktı. Odasına gidip üzerini değiştirmek için adım attığında Hande arkasından, “Kendi hayatının da Alper ile birlikte olacak geleceğinin de katili olacaksın." dedi acımasızca.

 

Özüm alaycı bir gülüş takındı gözyaşlarına inat “Ben yalnızca kalbimin katiliyim, ama katil olmamın tek sorumlusu da Alper." dedi ve daha fazla konuşmak istemediği için odasına hızlı adımlarla gitti. Hande genç kızın ardından “Hata yapıyorsun, pişman olacaksın." diye haykırsa da genç kız tüm her şeye kulaklarını tıkadı.

 

Gitmeliydi Özüm. Alper evini tarif etmeden bulduğuna göre belli ki yine gelecekti. Bu kadar kolay pes etmeyeceğini biliyordu. Gitmeli ve biraz olsun kendisine nefes alacak bir alan oluşturmalıydı. Sağlıklı düşünüp mantıklı kararlar almalıydı. Bunun için ise bir an önce buradan, evim dediği ıssız limanından, gizli mabedinden kaçıp Alper’in gelmeye cesaret edemeyeceği o yere gitmeliydi.

Bölüm : 24.12.2024 06:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş