
“Gönül evi acımasızca yıkılmıştı başına.
Gözlerinin bin bir umutla yanan kandillerinin feri an be an sönüp gitmişti.”
Geri dönmüştü. Yıllar önce Alper yüzünden kaçıp gittiği baba evine, yine Alper yüzünden geriye dönmüştü. Onun yokluğu Özüm’ü kaçırırken varlığı geri dönme sebebi olmuştu.
Hande ile konuşmalarının ardından kısa bir süreliğine anne ve babasının evinde kalacağını söyledi. Onun itiraz etmesine izin vermeden küçük bir valize doldurduğu eşyaları ile soluğu ailesinin evinde aldı. Annesi nişandan habersiz gidişi yüzünden biraz kızgın karşılasa da onun bir süre yanlarında kalacağını öğrenince kızının üzerine gitmemeye karar verdi.
Özüm elinde valizi ile birlikte belki de aylarca adım atmadığı odasından içeriye girmeden önce derin derin birkaç nefes aldı. Ardından içeriye ürkek adımlarını attı. İçeriye girdiği anda gözlerinin dolup taşma isteğini bastırmak için büyük çaba sarf ediyordu. Ne kadar kaçarsa kaçsın, nereye giderse gitsin bu adam aklından bir türlü çıkmıyordu. Onun aklına gelip ruhunu tekrar ele geçirmeye başlaması ile birlikte elleri titredi. Özüm ikinci adımını atamadan elinden tutmakta zorlandığı valizi kayıp gitmişti.
Akın etse de sevdası yüreğine, bir kere kalbi yaralıydı. Özlem ile yanıp tutuşsa da ruhu, bir hiç uğruna geçip giden yılları, genç kızın karşısına dikilmiş adeta insafsızca kendisine hesap soruyordu.
Alper’in itirafları ile bir türlü avunamıyordu. Gönül evi acımasızca yıkılmıştı başına. Gözlerinin bin bir umutla yanan kandillerinin feri an be an sönüp gitmişti. Canı yanıyordu Özüm’ün, Alper’in yaşattıklarına, pervasızca geri dönüşüne, hayatını allak bullak ederken saf aşkını kullanmasına isyan ediyordu. Aklında dolanıp duran düşünceler daha fazla ayakta durmasına izin vermedi. Bırakıverdi olduğu yere kendini.
Alper’in gittiği günlerde sessiz çığlıklarının acımasızca çarptığı odasının duvarlarına şimdi varlığının inkâr edilemez gerçekliği yüzünden çektiği acıyı vuruyordu.
Ağlıyordu Özüm, sessiz ama bir o kadar can yakan gözyaşlarıyla. Hıçkırıklarını içinde tutmaya çalışırken ailesine durumunu hissettirmemek için büyük bir güce ihtiyacı vardı. Kendini sakinleştirmek için derin bir çaba sarf ettiği o anlarda telefonun çalmaya başladı. Düştüğü yerden kalkmak için ellerinden destek aldı. Gözlerini silerken telefonun ekranında gördüğü isim soluğunu kesmeye yetmişti. Derin bir nefes alıp vererek ağladığının belli olmaması için sesini düzeltmeye çalıştı.
“Alo Cem." dedi kendisini biraz daha toparlayarak.
“Sonunda Özüm, sonunda nişanlının telefonunu açmayı akıl edebildin.”
“Ben, şey, haklısın, özür dilerim Cem.”
“Hangisi için Özüm, nişanımızın hemen ardından ortadan kaybolman için mi? Yoksa ortadan kaybolduğun andan itibaren telefonlarımı açmaman için mi? Ya da beni o halde habersiz bırakıp çekip gitmen için mi? Söylesene Özüm, hangisi için özür diliyorsun?”
“Cem, tamam, bak ne desen ne söylesen haklısın ama hiç hesapta olmayan bir şey oldu ve ben gitmek zorunda kaldım.”
“Anlamıyorum Özüm, gerçekten anlayamıyorum. Seni her yerde ararken senin gittiğini öğrendiğim an ne hissettiğimi, ne düşündüğümü bilemezsin. Kime ne cevap vereceğimi şaşırdım? Nişanlandığı gün ortadan kaybolan kızın nerede olduğunu kimseye açıklayamamış olmanın verdiği sıkıntıyı sana anlatmamı ister misin?”
“Allah kahretsin Özüm, korktum, hem de çok korktum.” dedi sesi fısıltı halinde canı yanarcasına çıktı. “Senin ortadan birden kaybolduğun an seni kaybetmekten ölesiye korktum. Sana ulaşamadığım an başına bir şey gelmiş olma ihtimalinden korktum. Özüm, sen gittiğin andan itibaren inan ki ne yaşadığımı bilmiyorsun? Nefes alamadım Özüm.”
“Haklısın sana haber vermeliydim ama inan ki buna hiç vaktim yoktu.”
“Bir şey sormak istiyorum ama alacağım yanıttan da gerçekten korkuyorum. Yine de bilmek istiyorum. Bana anlatmak istediğin bilmem gereken bir şey var mı?" dedi ve sessizliğe büründü. Karşılaştığı soruya ne cevap vereceğini bilemedi Özüm. Cem’in evlenme teklifini kabul ettiğinde ne olursa olsun birbirlerinden hiçbir şeyi gizlememeye söz vermişlerdi. Bu yüzden ona anlatmaya karar verdi.
“Aslında Cem sana söylemem gereken bir şey var. Ama bunu telefonda konuşmak istemiyorum." dediği anda karşıdan duyduğu sıkıntılı verilen nefes onun da canını sıkmıştı. Kendisine bu kadar değer veren, yaptığının affedilir bir yanı olmadığı halde hala onu sükûnet ile karşılamak için büyük çaba sarf eden adama karşı kendisini suçlu hissetti.
“Anlıyorum. O zaman bu akşam seninle yemeğe çıkalım ve her şeyi adam akıllı konuşalım olur mu? Ben belirsizlikleri sevmeyen bir adamım Özüm. Bunu en iyi sen biliyorsun.”
“Biliyorum Cem, yalnız ben bir süreliğine ailemin yanında kalacağım. Beni buradan alırsın olur mu?" dediğinde kendisine “Sen ailenin evine mi döndün?" diyen şaşkın bir ses ile karşılık verdi.
Şaşırması normaldi, çünkü Özüm ne kadar ailesinin evine giderse gitsin geri dönüşü hep kendi evine olur ve ailesinin tüm ısrarlarına rağmen bin bir bahane uydurup kendi evine mutlaka geri dönerdi. Şimdi Özüm’ün esrarengiz kayboluşunun ardından yüz yüze konuşmak istemesi ve bir süre ailesiyle kalma düşüncesi Cem’in içindeki endişeleri arttırıyor, şüpheleri güçlendiriyordu. Ama ne olursa olsun Özüm’den vazgeçmeye hiç niyeti yoktu.
“Evet Cem, ailem ile biraz vakit geçirmek bana iyi gelecek.”
“Tamam Özüm, akşam nasıl olsa her şeyi konuşacağız. Şimdi kapatmam lazım, seni seviyorum." dedi ve kapatmadan önce karşıdan da benzer bir karşılık almayı umut etti. Ama bilmiyordu ki Özüm bu cümleyi Cem’in ağzından her duyduğunda yüreği paramparça oluyordu. Nefesini kontrol edip “Görüşürüz Cem." diyerek telefonu bir cevap beklemeden acele ile kapattı.
Haksızlıktı belki yaptığı, hem kendisine hem de Cem’e. Ama tek tesellisi onun her şeyi biliyor olmasıydı. Ne Alper’i, ne gidişini, ne geri dönmeyişini, ne de hala onu sevdiğini gizlememişti ondan, tıpkı bu gece ona Alper’in geri döndüğünü anlatacağı gibi…
Derin bir soluk alıp verdi ve akşama kadar biraz dinlenmek adına kendisini yatağına bıraktı. Şimdi yatağında uzandığı sırada gözleri gecenin yorgunluğunu atmak için yavaşça ağırlaşıp kapanırken, aklında dönüp dolanan cümleleri bir bir huzurundan kovarcasına uzaklaştırıyordu.
***
Cem, her zaman Özüm’ün ne istediğini bilen ve ona göre davranan bir adamdı. Ona değerli olduğunu hissettirmek adına elinden gelenin de fazlasını yapmaya çaba sarf ederken tek istediği onun ile birlikte bir hayat sürmekti. Bunun için büyük emek veriyordu. İçinde peyda olan kaybetme korkusu giderek büyümeye devam ederken yavaşça kontrolünü yitirme sınırına doğru istemese de gidiyordu. Şimdi Özüm karşısında oturmuş önündeki yemeğe eziyet ediyor, Cem ise onun konuşması için güç toplamasını büyük bir sabırla bekliyordu.
Gözlerini kısmış zihninde analizler yaptığı sırada Özüm derin bir nefes aldı ve sonunda beklenen anın geldiğini fark etti. Şimdi Cem’in gözlerinin içine bakıyor ve anlayış göstermesi için içten içe dua ediyordu.
Cem Özüm’ü evden almış ve sessizliğin hâkim olduğu bir yolculuğun sonunda etrafın muazzam rengârenk ışıklandırmaları altında bir kamelya içinde yemek hazırlatmıştı.
Gecenin sakin geçmeyeceğini hisseden Cem yaşanan tuhaf olayların ardından konuşmalarının böyle bir mekânda gerçekleşmesini istemişti. Özüm ona bakarken gözlerinin içindeki pırıltılar suçluluk duygusu ile titremeye başladı. Cem bunun anlamını artık biliyordu.
“Cem …" dedi gözlerindeki titremeye dudakları da eşlik ederek.
“O mu döndü?” Ona daha fazla acı çektirmek istemediği için yarım bıraktığı cümleyi kendisi tamamlamıştı. Cem’in dilinden dökülen cümle ile Özüm’ün başı önüne düştü ve gözlerinden iki damla yaş firar etti. Sessiz hıçkırıklarını duyurmamak için kendini tuttukça omuzları sarsılıyordu.
“O geri döndü." Başını önünden kaldıramıyordu.
Cem daha fazla onun bu haline dayanamadı ve yerinden kalktı. Yavaş adımlar ile yanına geldi ve Özüm’ün önünde dizleri üzerine çökerek ellerini avuçları içine hapsetti. Bu dokunuş Özüm’ün irkilmesine sebep olsa da içindeki yanan ateşin ruhunu alevler içinde bırakması soluğunu kesiyor, nefes alışını zorlaştırıyordu.
“Özüm bana bak güzelim." tüm sevgisini şimdi ona sunmak istiyordu. “Bana bak hayatım.” Derken hayatına kabul ettiği kadının ellerini sıcacık tutma çabası içerisindeydi.
Özüm korkarak ve suçluluk duygusu ile ona baktığında içine hapsettiği sessiz hıçkırıklarını daha fazla tutamadı.
“Ben özür dilerim." dedi başını sağ yanına yatırarak. Cem bir eli ile onun yanağını okşamaya başladı. Onun bu anlayışlı hali genç kızı pişmanlık içinde yoğururken kahrolmasına sebep oldu.
“Özür dileme hayatım, bu senin suçun değil. Yıllar sonra döneceğini bilemezdin. Ben dürüstlüğün için teşekkür ederim. Bunu benden saklamadığın için gerçekten teşekkür ederim.”
“Kızmadın mı?" dedi duydukları karşısında şaşırmıştı.
“Neden kızayım hayatım? Geri dönmüş olması hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Değiştirmeyecek öyle değil mi?" Alacağı cevaptan deli gibi korkuyor, yüreğinin içinde büyük fırtınalar kopuyordu.
“Değiştirmeyecek Cem, hele de bu geceden sonra, senin bu anlayışlı tavrından sonra onun geri dönüşü bizim hayatımızın önüne bir engel olarak asla çıkmayacak. Sana söz veriyorum buna asla izin vermeyeceğim." Kullandığı bir kelime onu bir anda geçmişe götürse de aklına gelen görüntüleri silip atmak için büyük bir çaba sarf etti.
Cem duyduklarının ardından onu kendisine çekip kolları arasına alarak kokusunu derince içine çekerek sımsıkı sarılmıştı. Daha fazlasını duymaya, yıllar önce geri dönmeyerek kendisine büyük bir iyilik yapmış olan adamın geri dönüşünü dinlemeye, sebeplerini anlamaya ihtiyacı yoktu. Onun için önemli olan Özüm’ün kararıydı. Sürece değil sonuca odaklı bir adamdı.
Yüreğindeki sevginin son damlasına kadar sevdiği kız için savaşırdı. Ama onun sevdiği onu bırakmayacağını söylemiş ve böylesine bir savaşı baştan engellemişti.
“Biliyordum, bunu bize yapmayacağını biliyordum." dedi ve onun kokusunu derince içine çekti. Nefesini sanki geri kazanmış gibiydi.
Kaybetme korkusu kendi sınırları içine çekilirken burnuna dolan sevdiği kızın kokusu ve kollarındaki büyüleyici varlığı onun gözlerini kapatarak hayallere dalmasına sebep olmuştu. Bir an ondan uzaklaştı ve ellerini avuçları içine alarak üzerine minik buseleri kondurdu.
“Sana bir sürprizim var." dedi sanki az önce konuştuklarını yok sayar gibi bir hali vardı. Sanki Özüm ona az önce Alper’in döndüğünü söylememiş, sanki hiç öyle bir konuşma yapılmamış gibiydi.
“Evet, aslında bunu daha önce söyleyecektim ama fırsatımız maalesef ki olmadı. Seninle yarın küçük bir tatile çıkıyoruz.” Onun bir anda böyle bir emrivaki ile karşısında olması Özüm’ü biraz olsun rahatsız etti.
Ruh hali sürekli ve ani değişimler içine giren adamın bu halini yaşadıklarından sonra şimdilik görmezden gelmeye karar verdi.
“Ne? Tatil mi? O da nereden çıktı? Hem annemler…" dedi bin bir panikle. Onun bu halini gören Cem kendine has gülüşü ile onu susturmak adına ellerini dudaklarına değdirerek, “Ben her şeyi hallettim merak etme. Ailenin haberi var. Biraz buralardan uzaklaşmak ikimize de iyi gelecek inan bana." diyerek umudun en saf hali ile Özüm’ün gözlerinin içine küçük bir çocuğun masumiyetiyle bakıyordu.
“Ben, bilmiyorum Cem…" dedi ve ellerini avuçları içinden yavaşça çekti.
Cem, Özüm’ün bu ruh halinin değişiminden huzursuz olmuştu. Yavaşça çöktüğü yerden kalktı. Bir elini beline yerleştirip diğer elini saçlarının arasından geçirdi.
“Hemen cevap verme, sabaha kadar düşün istersen bir iki gün sonra da gidebiliriz. Ama inan bana bu tatil ikimize de iyi gelecek." diyerek sesini sakin tutmaya çalıştı.
Cem’in bu hali kendisini kötü hissetmeye başlayan Özüm’ün bir adım geriye atmasına sebep oldu. Onun kalbini daha fazla kırmamak adına “İzin verirsen sabaha kadar düşünmek istiyorum. Hem annemler ile benim de konuşmam gerekiyor." diyerek oturduğu yerde kıpırdanmaya başladı. Aldığı cevap içine biraz olsun su serpse de sinirleri hala gergin olan adam onu bu gece daha fazla zorlayarak elindeki şansı da yitirmek istemiyordu.
“Tamam, sen nasıl istiyorsan öyle olsun.”
“Şey, artık gidebilir miyiz?" diyerek ayağa kalktı. “Annemler merak eder. Geç olmadan gitsek aslında iyi olacak.”
“Nişanlının yanındasın Özüm, hem annenler benimle olduğunu biliyorlar.”
“Tamam, buna da tamam hayatım, hadi gidelim." dedi ve elini tutması için ona doğru uzattı. Özüm kendisine uzatılan ele şaşkın bir halde bakarken ne yapacağını bilemiyordu.
“Hadi gidelim." diyen Cem’in sesinin yavaşça sertleştiğini hissediyordu. Ona haksızlık yapmak istemiyordu.
Yüreği yapma, diye haykırsa da eli titreyerek aklının savunmasına sığınıp kendisine uzatılan eli tuttu. Tuttuğu anda pişmanlık ile kavrulmaya başlasa da artık bir karar vermişti ve bundan geriye dönmeyecekti. Onun yolu Cem’e doğruydu. Doğru olan, onu hak eden adam Cem’di. Geçmişe artık bir sünger çekmiş, geleceğinin sınırları içine Cem girmiş ve kaderine onun ismi yazılmıştı. Artık Özüm bunu bu şekilde kabul ediyordu. Bunları kabul etmeyen bir çift göz ise ömrünün kıyameti olarak kabul ettiği bu anları uzaktan izliyor, izlerken de canı alev alev yanıyordu.
***
Cem Özüm’ü evinin önüne getirmişti. Arabada daha fazla durmak istemeyen genç kız “İyi geceler.” Dileyerek arabanın kapısını açmak için yeltendiği sırada kolu nazik bir tutuşla kavrandı. Bu dokunuş Özüm’ün istemsizce gözlerini kapatmasına sebep oldu.
“Hayatım biliyorum yorgunsun, kafanın karışık olduğunun farkındayım ama lütfen bizden vazgeçme. Biz bunu da atlatacağız ben buna yürekten inanıyorum. Lütfen sen de inan, sen yanımda olduğun sürece üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey yok benim, bunu asla aklından çıkarma olur mu?" dedi ve yavaşça kendisine çekerek yanağına minik bir buse kondurdu.
Hazırlıksız yakalanan Özüm’ün yanağına değen dudaklar ile içi o anda buz kesti. Ellerinin titremeye başlamasını gizlemek adına kendisini hızlıca geriye çekip göz teması kurmaktan çekinerek “Görüşürüz." dedi ve aniden kendisini atarcasına arabadan indi.
Özüm, arabadan inmiş ona el sallarken bir an önce gitmesini bekliyordu. Suratına zoraki bir gülümseme yapıştırmıştı. Cem, kendisinden uzak durma çabalarını gördüğü genç kızı sonunda ikna edeceğinden emindi. Özüm’e karşılık verircesine elini havaya kaldırıp vNeşe eder gibi ona el salladı ve arabasının gazına basarak oradan uzaklaştı.
Cem’in gidişi ile derin bir soluk alıp veren Özüm’ün yüzündeki yapmacık gülüş yavaş yavaş silikleşirken gözleri donuklaştı. Havada asılı kalan elini yavaşça indirdi ve ihanet ettiğini düşündüğü kalbinin üzerine elini bastırdı. Eli kalbinde arkasını döndü ve kapıya doğru yöneldi.
Saat gecenin bir yarısı olmuştu. Evin ışıklarının yanmadığını görünce biraz olsun rahatladı. Şu saatte annesinin Cem ile ilgili sorgusunu kaldıracak kafası yoktu. Anahtarı çevirip kapıyı açmak için ittirdiğinde “Nasıl yaptın bunu?" diyen ses kulaklarında çınladı.
Soluğunu düzenleştirip omuzlarını dikleştirdi ve yavaşça ardında kendisini bekleyen tam da tahmin ettiği gibi öfke kusan gözler ile karşılaştı. Özüm gecenin karanlığında onu net bir şekilde görmek için gözlerini kıstı. Karşısındaki adam iki yanında ellerini yumruk yaparak sıkıyor, dişlerinin gıcırtısı etrafta yayılarak gergin bir hava oluşmasına sebep oluyor ve gözlerinde gördüğü öfke, bakışlarının altında yatan delibozuk imalar Özüm’ün canını fazlasıyla sıkıyordu. Az önce açmak için hazırlık yaptığı kapıdan anahtarı çıkarmış, hızlı adımlar ile Alper’in dibine kadar gelmişti.
Uyarı dolu bakışlarını ona gönderip sessiz olmaya özen göstererek fısıltı halinde “Beni takip et." dedi ve geçerken omzuyla omzuna sertçe çarptı. Hızlı adımlar ile geriye dönüp bakma gereği bile duymadan aklındaki yere doğru öfke içinde gitmeye başladı.
Alper’in gözü dönmüştü. Özüm onun bu hali ile olay çıkartacağını anlamıştı. Çıkabilecek herhangi bir rezilliği önlemek ve ailesine herhangi bir şey duyurmamak adına onu oradan uzaklaştırmak istemişti. Şimdi ayakları yıllar öncesine gidiyordu.
Yıllar öncesinde bir nevi ilk buluşmalarının gerçekleştiği, Alper’in Özüm’ü bir mesajla ayağına çağırdığı parka. Özüm Alper’i oraya götürüyordu. Hayat ne kadar tuhaftı, yıllar önceki buluşmanın bir benzeri tekrar gerçekleşiyordu. Ama zaman sadece onların üzerinden mi geçmişti? Sadece enkaz altında kalan aşkları mıydı? Yoksa yerler mekânlar da mı değişmişti?
***
Özüm geriye dönüp bakmasa da Alper’in onu takip ettiğini yüreğinden hissediyordu. Evlerinin arkasında ilk buluşmalarına şahitlik eden parkın yerinde şimdi yeller esiyordu. Alper, Özüm’ün duraksadığı ve bedeninin taş kesildiğini hissettiği an gördüğü manzara ile bir an afallasa da kendisini toparlamaya çalıştı. Gözlerine inanamıyordu.
Bu nasıl olur? Diye, şaşkın gözler ile parkın bulunduğu yerin üzerinde heybetle dikilmiş kocaman binaya bakıyordu. Onun bu halinden keyif aldığını göstermeye çalışan Özüm bir anda Alper’e döndü ve “Ne o, çok mu şaşırdın?" dedi ellerini göğsünün altında birleştirip kızgın gözler ile ona bakıyordu.
“Bu nasıl olur? Ne zaman?" Fısıltı halindeydi sesi, gözleri gördüğü manzara ile yüreğine acı çektiriyordu. Buruk bir tebessüm ile ona karşılık verdi Özüm.
“Gerçekten geri döndüğün an her şeyi bıraktığın gibi bulabileceğine mi inanıyordun?” Sözleri park üzerine söylenirken aslında işin iç yüzü tamamen farklıydı.
“Ah Alper, ah! Bak şuraya.” derken eli ışıkları yanan ama kapalı levhası asılı duran pastaneyi işaret ediyordu. Tehlikeli bir ses ile devam etti.
“Bak orada ne var? Bir pastane, peki ne zaman açıldı biliyor musun? Senin gidişinden çok kısa bir süre sonra. Aşkımızın filizlenmeye başladığı anlara şahit eden bu park, senin davetiyeni gördüğüm o sıralarda yıkılmaya başlandı. Çok geçmeden burada bir pastane açılacağını öğrendim. Ben buraya gelip senin özlemini dindirmek için çırpınırken parkın yıkılışına da şahit oldum. Canım yandı benim Alper, yüreğim cehennem ateşlerinde kaldı. Bu park ile birlikte şu pastanenin toprağına gömdüm ben seni, bak mezarına, bak yüreğimin mezarına, bak aşkımızın mezarına…" dedi pastaneyi göstererek, “Bak bizim mezarımız o pastanenin temeline sonsuza kadar gömüldü. Fatiha’mız okunalı çok oldu. Öldük biz anladın mı? Öldük. İşte o gün çekip gittim ben buralardan, senin acını yıllarca çektim ben, yıllarca çektim kahrolası, şimdi karşıma geçmiş bana hesap mı soruyorsun? Ne cesaret ile, hangi hakla… Senin yüzünden benim hayatım mahvoldu be adam. Sen şimdi karşıma geçmiş , yüzsüzce, utanmadan bunu nasıl yaparsın mı diyorsun bana?”
“Yeter artık Özüm, evet suçluyum. Evet pişmanım. Evet ne desen haklısın, ne söylesen sonuna kadar kabulüm ama yapma. Sen beni severken, ben seni severken bunu bize yapma. Ölmedik biz anladın mı? Yıllar önce o pastanenin temeline bizi gömdüysen eğer şimdi bu öfkenin diriliği neden? Söylesene bana, beni unutmuş olsan bu gözlerindeki aşkı görebilir miyim ben? Yapma Özüm, yapma iki gözümün parlayan nuru, yapma.”
“Asıl sana yeter artık Alper! Benden uzak dur dedim sana, benim geleceğimde sen yoksun Cem…”
“Sakın." diyerek kestirip attı. Daha fazla konuşmasına izin vermedi. “Sakın bir daha o cümleyi kurmaya o herifin adını benim yanımda anmaya yeltenme, sakın!" dedi, işaret parmağını sallarken sesi tehditvari çıkmıştı.
“Neden? Gözlerin ile görmeye tahammülün var da kulaklarınla duymaya mı tahammülün yok.”
“Özüm şansını çok fazla zorluyorsun.”
“Ne diyorsun sen ya? Ne şansından bahsediyorsun?”
“Sen o herifin sana dokunmasına nasıl izin verirsin Özüm?" diye haykırdı. Genç kız duydukları ile daha fazla sinirlendi.
“O herif dediğin benim nişanlım. Anladın mı beni? Nişanlım ve evleneceğim adam.”
“Buna asla izin vermem.Ölürüm yine de izin vermem.
“Senden izin isteyen yok. Ayrıca buna ben değil sen izin verdin. Yıllar önce benden vazgeçtiğin an benim üzerimdeki bize dair tüm söz hakkını sonsuza kadar kaybettin sen.” Alper tam ağzını açmıştı ki Özüm’ün telefonu çaldı. Özüm çantasının içinden telefonu çıkardı ve Alper’in gözlerinin içine bakarak “Efendim hayatım." dedi. Alper Özüm’ün ağzından duydukları ile beyninden vurulmuşa döndü.
“Yok hayatım uyumadım. Sen hala yolda mısın?”
“Evet canım yoldayım ama az kaldı. Uyumadan sesini son bir defa daha duymak istedim. Özüm…”
“Be-ben de seni özledim." dedi Alper’in gözlerinin içine bakarak canını acıtırcasına. Ama bu sözler Alper’in olduğu kadar kendi yüreğini de feci halde yakmıştı. Kalbine o anda sertçe bir hançer saplandığını hissetti. Ama dik durmalı, bunu Alper’e hissettirmemeliydi. Affedemiyordu onu, affedemiyor ama onun yüreğini kanatmak istediği her hamlesinde onunla birlikte kendisi de yerle yeksan oluyordu.
“Cem…" dedi karşıdan bir cevap beklemeden devam etti. “Şu tatil meselesi, gidelim Cem. Buralardan uzaklaşmak ikimize de çok iyi gelecek."
Alper duyduğu her cümle ile karnına sert bir yumruk yemiş gibi hissediyor adeta canı ruhundan hunharca çekilip alınıyordu. Özüm’ün sözleri soluğunu kesip atıyordu. Biliyordu canını yakmak içindi tüm bu çabası, başarılı da oluyordu ama son cümlesi Alper’in bardağını taşıran son damla olmuştu.
Özüm’e doğru ani bir hamle ile gelmeye başladığında başına gelecekleri anlayan genç kız hemen telefonu iyi geceler dileyerek cevap bile beklemeden kapatmıştı.
“Ver şu telefonu." diyerek elinden almaya çalıştığı telefonu ne kadar çabalasa da almayı başaramamıştı.
“Uzak dur benden. Eşkiya mısın? Gecenin bir vakti yolumu kesip telefonumu elimden almaya çalışıyorsun." diyerek onu geriye doğru ittiren Özüm amacına ulaşmanın büyük zevkini yaşıyordu.
“O herif ile birlikte bir adım bile bir yerlere gitmene izin vermeyeceğim Özüm.”
“Daha önce de dediğim gibi senden izin almıyorum ve ben o tatile nişanlım ile birlikte gideceğim. Buna sen bile engel olamazsın." her bir kelimesini üzerine bastırarak söylemişti.
“Tamam, hadi git o zaman, git o adama." eli ile geldikleri yolu işaret ediyordu. Özüm şaşkın bir halde kendisinden vazgeçip ona yol gösteren adama baktı.
“Tamam, gidiyorum o zaman." hırsla Alper’in yanından geçip giderken tam yanı başına geldiği anda “Git ama sonra olacaklardan ben sorumlu değilim." dedi.
Özüm duydukları karşısında bir anda durdu ve yerinden bir adım dahi ileriye doğru atamadı. Yanı başında duran adama aşılamaz bir öfke ile başını döndürerek baktığında ise aynı bakışlar ile karşılaştı.
“Allah şahidim olsun ki Özüm, onunla gittiğin an senin gölgen olurum. Sana bir daha yaklaşmasına canım pahasına asla izin vermem. İnan olsun ki o andan sonra sana uzanacak elinin her bir parmağını tek tek kırmaktan büyük zevk alırım. Sana yaklaşmaya yeltenen o dudakları zehir zıkkım eder bir yudumda midesine indirmesine seyirci olurum. Sen o tatile o herif ile gittiğinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz Özüm. Beklemem affetmeni, anladın mı beni? Şimdi istiyorsan git ve o adama geliyorum de. Ama sonrasından ben mesul değilim. Beni sevdiğin halde sırf intikam olsun diye yanlış kararlar almana, yanlış adımlar atmana asla müsaade etmeyeceğim. Yüreğinin sahibi olan ben, seni senden koruyacağım. Gün gelecek Özüm, gün gelecek beni affedeceksin ve iyi ki beni benden korumuşsun diyeceksin. Ama o zamana kadar beni kendinden uzaklaştırma girişimlerinin hepsi sonuçsuz kalacak. Uğraşma Özüm, senden uzak durmayacağım. Senden asla vazgeçmeyeceğim."
Özüm duyduklarını hazmedemezken Alper bir adımda tam önünde durdu ve gözlerinin içine baktı. “Şimdi gözlerimin içine bak ve bana seni sevmiyorum Alper de. Eğer cümlenin sonuna adımı yakıştırırsan…" dedi ve gözlerine meydan okudu.
“Söyle Özüm, söyle." dedi, hiddetle bağırdı. Özüm bu meydan okumayı karşılıksız bırakmak istemiyordu. Bir adımda kendisi attı “Ben." dedi, derin bir soluk aldı “Seni…" dedi gözlerinin pırıltıları titremeye başladı. “Sev…" dedi ve o an kelimenin devamı ses olup çıkmadı dilinden. Yüreğinin bile inanmadığı bu kelime, sevdiği adamın gözlerinin içine bakarak dilinde can bulmuyordu.
“Evet." dedi Alper “Söyle hadi, sen beni…" diyerek zorladı onu.
Özüm derin bir nefes alıp verdi. Gözlerini kapadığı anda “Gözlerini aç ve öyle söyle, gücün varsa aç gözlerini de doğruyu söyle…" dedi Alper.
Onun bu direktifine uydu ve gözlerini açtı. “Ben..." dedi tekrardan “Seni sev… " dediyse de çıkmadı cümlenin devamı ağzından. Onun bu tükenmiş halini fırsat bilen Alper belinden tutup anlayamadığı bir hızda kendisine doğru sertçe çekti. Özüm daha ne olduğunu bile anlayamadan özlemini çektiği sıcaklıkta, hasretini ezberlediği kolların arasında buldu kendini ve o anda şaşkına döndü yüreği.
Alper genç kızın gözlerinin içine baktı ve her kelimenin üzerine bastıra bastıra “Sen beni seviyorsun Özüm. Sen bana hala dediler gibi âşıksın. Tıpkı benim sana aşık olduğum gibi." dedi.
Onun bu hareketi ve sözleri ile yerle bir olsa da Özüm toparlanmaya çalışarak son gücü ile onun göğsüne bastırdığı iki eli ile geriye doğru ittirdi. Alper beklemediği hamle karşısında boş bulundu ve geriye doğru sendelerken genç kız kolları arasından çoktan çıkıp gitmişti.
“Sen…" dedi işaret parmağını ona doğru sallarken gözyaşlarına artık engel olamıyordu. “Sen geçmişimi yakıp yıktın, geleceğimi ateşe vermene izin vermeyeceğim. Sana dönmeyeceğim. Ne yaparsan yap benim Cem ile tatile gitmeme de onunla evlenmeme de engel olamayacaksın. Ne senden ne de havaya savurduğun boş tehditlerinden korkuyorum. Geçmişimizi düşünüyorum da bana daha fazla ne kadar zarar verebilirsin ki?" dedi ve gözyaşlarını elinin tersiyle silerken onu arkasında bırakıp eve doğru yürümeye başladı.
Özüm hızlı adımlar ile yürürken bir yandan da söyleniyordu. Alper onu takip ediyor ve söylenmelerine kulak asmıyordu. Ondan gelecek olan tüm olumsuz cümlelere artık kapatmıştı kendini. Genç kız sert adımlar ile evinin bahçesine girmişti. Alper ise onun eve sağ salim girmesini izliyordu. Eve girip odasının ışığını açtığına da şahitlik ettiğinde ise yüreği derin bir rahatlama ile sarıp sarmalanmıştı.
“Şükür…" dedi. “Bugün de evine sağ salim girdin.”
Ellerini ceplerine yerleştirip arabasına doğru gitti. Sonra aklına gelen bir fikir ile eli telefona gitti. Bu fikir Özüm’ü çılgına çevirecekti belki ama şu an düşüncesi bile Alper’e keyif veriyordu. Ve yarın her şey çok daha güzel olacaktı. Cebindeki telefonu çıkardı ve ekrandaki ismin üzerine aramak için dokundu.
“Alo Hakan, sana bir işim düştü." dedi ve arabasının kapısını açtı.
Hakan Alper’in bu saatte aramasına şaşırarak, “Hayır mı şer mi?" dedi.
“Hayır hayır, merak etme. Benim şer ile ne işim olur? Şimdi sana söyleyeceklerimi çok iyi dinle." dedi ve bakışlarını Özüm’ün penceresine çevirdi. İşte o an bir çift gözün camdan kendisini seyrettiğini ve onun baktığını görünce de perdeyi hızlıca bir panikle kapattığına şahit oldu. Bu durum dudaklarının yukarıya doğru keyifle kıvrılmasını sağladı. Her şeyin çok güzel olacağına inancı şimdi bir kez daha artmıştı. Söz konusu Özüm ise vazgeçmek onun lügatinden artık sonsuza kadar silinip gitmişti.
***
Öfke… Ne kadar da insanı çıkmaza sürükleyen bir duyguydu. İnsanı kendi eli ile istemediği durumların içine nasıl da bir çırpıda atıyordu. Özüm şu anda yanında Cem ile birlikte Şile yoluna çıktıysa eğer; bunun tek sebebi Alper’e duyduğu öfkeydi.
Cem ile gitmek istemediği halde kızgınlığının kurbanı olup Alper’e meydan okurcasına gözlerinin içine bakarak nişanlısı ile tatile gideceğini söylemişti. Gerçi bu tatil değil de bir süreliğine herkesten ve her şeyden kaçma çabasıydı. Ne kadar istemese de bunun bir şekilde kendisine iyi geleceğine inanıyordu. Yanı başında araba kullanan adama yandan bir bakış attı. Cem’in de ona dönerek şefkatli bir şekilde tebessüm etmesi içinin acımasına ve yüzünde buruk bir gülümsemenin oluşmasına sebep olmuştu.
Başını cama yaslayıp gözlerini kapadı. Uykusuz geçen bir gecenin ardından zihnini yorgunluğa teslim etmek için hiç de zorlanmadı. Her şeyi geride bırakmak, unutmak ister gibiydi ruh hali…
***
Kolunda hissettiği nazik dokunuş ile gözlerini huzursuzca açtı.
“Hayatım, hadi kalk geldik." diyen kişi Cem’den başkası değildi. Özüm elleri ile yüzünü ovuşturdu ve kendisine bir an olsun gelmek için derin bir soluk alıp verdi.
“Ne çabuk geldik." diyerek ellerini yüzünden çekti.
Gözlerini birkaç kere kırpıştırıp etrafına baktı. Araba lüks bir villanın önünde durmuştu. Cem Şile’ye gideceklerini söylediğinde Özüm bir pansiyon ya da otelde kalacaklarını düşünmüştü. Ama şimdi gördüğü manzara tahminlerinin de ötesindeydi.
Büyük bir bahçe içinde yer alan devasa büyüklükteki villa gözleri kamaştırırken genç kız koskocaman açtığı gözleri ile nereye geldiklerini hala idrak etmeye çalışıyordu. Bu karşısında heybetli duran lüks villa onun gözünü korkutup tedirgin olmasına sebep oldu. Demir alevden bir bilye yutuyor gibi yutkunduğu sırada kulaklarında alarm sirenleri çoktan çalmaya başlamıştı. Yüreği adeta korkudan yerinden çıkacak gibi çırpınıyordu.
“İnmiyor musun?" diyen Cem’in sesi Özüm’ün kulaklarını çınlatırken, Cem gözleri kısılmış halde genç kızın tepkisini ölçercesine ona bakıyordu. Özüm başını arabanın kapısında dikilen nişanlısına çevirdiğinde tedirgin olduğunu belli etmemek için “Şey, ben otelde kalırız sanıyordum. Burası…" diyerek villayı işaret ettiği sırada Cem onun sözünü bir anda kesti ve devam etti.
“Burası bana dedemden miras kaldı Özüm. Daha önce buraya aile dışından hiç kimse gelmedi. Bu ev dedemin ve eşinin aşk yuvasıydı diyebilirim." dediği sırada göz kırpmış ve bu hareketiyle Özüm’ün yanaklarının ateş gibi yanmasına sebep olurken bakışlarını ise kaçırmasını sağlamıştı.
“Aşk yuvası mı?" diye fısıltı halinde dilinden dökülenler aslında onun iç sayıklamasının istemsizce dışa vurmasıydı. Ondaki değişen ruh halini fark eden Cem, hala arabanın içinde oturan Özüm’ün dizleri üzerinde tuttuğu ellerinden tutup onu dışarıya yavaşça çıkardı.
“Evet, aşk yuvasıydı. Ama artık bizim aşk yuvamız olacak. Herkesten ve her şeyden kaçmak istediğimiz her an soluğu burada alacağız. Kim bilir belki yuvamızın ilk meyvelerini de burası sayesinde alırız ne dersin?" dediğinde elleri Özüm’ün beline sarılmıştı. Kulağına eğilerek nefesinin sıcaklığını hissetmesini sağlarken fısıltı halinde söyledikleri onun gözlerinin korkudan fal taşı gibi açılmasına neden olmuştu.
Özüm, nişanlısının kolları arasından kaçarcasına çıkarak kapıya yöneldiğinde “ Şey, hadi içeriye geçelim burasını çok merak ettim.” bir yandan da hem kendine hem de kendisini bu duruma düşüren Alper’e içten içe kızıyordu.
Cem onun bu hareketi ve kolları arasından ani çıkışının ardından huzursuz olmuştu. Fakat bir yandan aklına düşen düşünceler ve zihninde canlanan görüntüler ile birlikte keyiflendiği için az önceki anı unutmak adına yavaş adımlar ile Özüm’ün girmek için beklediği kapıya yöneldi. Özüm yerinde duramıyor, kendisini güvende hissetmiyordu. Cem ise geçirecekleri güzel saatlerin hesabını yaparken büyük bir keyif alarak gülümsüyordu.
***
Saatlerdir odanın içinde kıvranan Özüm artık dışarıya çıkmasının vaktinin geldiğini bilse de cesaret edip bir türlü akşam yemeği için kendisini kilitlediği odadan dışarıya adımını dahi atamıyordu.
Deli danalar gibi bir ileri bir geri gidip gelirken kendisine saydırmadığı laf kalmamıştı. O kadar karışık bir ruh hali ile ne demeye Cem ile böyle bir tatile gitme kararı almıştı ki, bunu bir türlü anlamıyordu. Aldığı kararın ne kadar da saçma sapan olduğunu yeni yeni kavrıyordu.
Gelir gelmez kendisini iyi hissetmediğini ve biraz dinlenmek istediğini söyleyerek Cem’in gösterdiği ilk odaya kendisini atmış ve kapısını kilitlemişti. Kapının kilit sesi Cem’in canını sıkmış, ancak bunun üzerinde çok durmak istememişti.
“Tamam hayatım sen biraz dinlen ben de akşam için yemek hazırlayayım." diyerek kapının ardından yavaş ve sessiz adımlarla gitmişti. Onun bu sakin tavırları git gide Özüm’ü korkutmaya başladı. Bir insan evladı sevdiği kızın dengesiz tavırlarına bu kadar sessiz kalır mıydı? İşte bu durum içten içe onu şüpheye sürükleyip endişelendiriyordu. Kapısı tıklatıldığında saat gecenin bir yarısı olmuştu.
“Hayatım hadi artık çık şu odadan, kaç defadır yemekleri ısıtıyorum. Eğer on dakikaya açmazsan…" dediği sırada Özüm’ün telefonu çalmış ve imdadına yetişmişti. Telefonda gördüğü isim ile birlikte yüreği derin bir rahatlama alırken kapıdaki Cem’e “Canım Hande arıyor onunla görüşüp hemen geliyorum. " dediğinde onun derin bir soluk alıp verdiğini kapının diğer ucundan duymuştu.
Cem karşılık olarak “Tamam, bekliyorum." dedi. Sesindeki hafif siniri hissetse de şu an için kendini güvende hissederek telefonu açtı. Karşıdan gelen ciyaklama sesi ile bir an telefonu kendisinden uzaklaştırmıştı. Şu an onun aklına da sesine de fazlasıyla ihtiyacı vardı.
“Kızım sen kafayı mı yedin? Ne demeye Cem ile tatile çıkarsın? Hem de bana bile haber vermeden.”
“İşte ben de dakikalardır bu sorular içinde cebelleşiyorum. Hande kızım yandım ben. Nasıl soktum kendimi böyle bir şeyin içine of anlamıyorum. Yalvarırım gel kurtar beni.” Demişti küçük bir isyan ile.
“Ne oldu? Yoksa sana bir şey mi yaptı?" heyecan ve korku ile konuşan Hande’nin lafını bir çırpıda arkadan gelen öfkeli bir ses böldü. “Ne yapmış ulan Özüm’e o şerefsiz?" diye duyduğu ses çok tanıdık birine aitti. Özüm bir an soluğunun kesildiğini hissetti.
O ses… Yok artık… Diye iç geçirse de içinden o olması için kendisini dua eder halde bulmuştu.
“Hande?" uyarı ve sorgu dolu sesine arkadaşı bıkkınlıkla cevap verdi.
“Bak ister bana kız ister kızma ama işte… Of Özüm Cem ile yalnız başına tatile çıkmana gönlüm izin vermedi anlıyor musun? O çocukta sebebini bilmediğim tuhaf bir şey beni rahatsız ediyor. O yüzden mecburdum anlasana…" diyerek kendisini haklı çıkarmak adına çabalıyordu. Özüm gözlerini kapatıp derince bir nefes alıp verirken yüreğinin rahatladığını hissetti.
“Sen nerdesin?" dedi tek hamlede, çünkü bunun ardından bir şey geleceği belliydi.
“Ben yani biz şu anda Cem’in villasının yakınlarındayız.”
“Şey, ben yani biz, Hakan, ben ve Alper." dedi tek solukta.
“Hakan Cem’in arabasına izlemek için bir cihaz mı ne bir zımbırtı takmış, onun sayesinde sizi bulduk.”
“Heh bende aynısını söyledim ama…”
“Hande, hemen geri dönüyorsunuz. O dengesizleri uzak tut benim çevremden." dediği anda camının tıklatıldığını duydu.
“Artık çok geç." Hande’nin telefondaki sesinin ne demek istediğini öfke ile tıklatılmaya devam eden camın sesinden anlamıştı.
“Hande sakın…" dediği anda kendisini balkonlu cama doğru giderken buldu. Perdeyi açtığında karşısında kendisine öfke ile bakan Alper’i bulmayı hiç beklemiyordu.
Telefonun ucundaki Hande, “Alper’i durduramadık Özüm, o sana planı anlatacak ve ne olur en azından bu defalık bizi dinle. Çünkü Cem’e gerçekten güvenmiyorum." Özüm’ün cevabını beklemeden telefonu kapattı.
Genç kız şaşkın bir halde bir elindeki telefona, bir balkonun camından kendisini içeriye almasını bekleyen Alper’e bakıyordu. Ve işte o an olanlar oldu ve kapının ardından Cem’in sesi yankılandı.
“Hayatım yeter artık aç şu kapıyı…" diyen ses Özüm’ün endişe ve korku bayraklarını zirveye taşırken ne yapacağım ben diye içten içe düşünüyordu. Çıra dedikleri şey kendiyse eğer çoktan alev alev yanmaya başlamıştı.
Özüm’ün yüreği kuşlar gibi çırpınırken bu durumdan nasıl kurtulacağını bilmiyordu. Kapının ardında Cem, balkon camından kendisine öfke ile bakan Alper… Elleri ve ayakları zangır zangır titrediği sırada eli bir anda balkon camına gitti.
Alper’e fısıltı halinde “Git buradan.” Derken el işaretleri ile gitmesini anlatmaya çalışıyordu. Genç adam tehditkâr bir şekilde yumruğunu sıkmış “Aç şu camı." diyerek dudaklarını okumasına olanak tanıyordu.
Alper, Özüm’ün camı açmayacağını anladığı an balkonun kenarında olan saksıyı eline aldı ve cama doğru atacağını belirten birkaç harekette bulundu. Bunu gören Özüm’ün gözleri dehşetle açıldı ve ellerini teslim olur gibi havaya kaldırarak “Tamam tamam açıyorum, sessiz ol yeter ki." dedi. Dudaklarını okumasını istiyordu. Sesini yükselttiği anda Cem onları duyacak ve işler içinden çıkılmaz bir hal alacaktı.
Canhıraş bir şekilde camı açtığı anda sessiz fısıltılar halinde homurdanan adamın balkon camından kendisini büyük bir hız ile içeriye düşerek atışını izledi. Bu haline içten içe gülmek istese de şu an pek de durumları müsait değildi.
Alper odaya girdiği an Özüm’ün omuzlarını iki eliyle kavradı ve gözlerinin içine derince baktı. Şimdi o kadar sessizlerdi ki her şey bir anda anlamını yitirmişti. Ne Özüm’ün endişesi kalmıştı ne de Alper’in öfkesi… Yan yana geldikleri anda ruhları bütünleşmiş ve tamamlanmış gibiydiler. Ta ki kapıdan sabırsız yumruk sesleri gelene kadar…
“Özüm, iyi misin hayatım? Korkutuyorsun artık beni." dediğinde az önceki büyülü atmosfer silinip gitmiş ve Alper’in kaşları kıskançlıktan çatılmıştı. Tam ağzını açıp edepsiz küfürlerini sesli bir şekilde haykıracaktı ki genç kızın eli onun ağzına bir perde gibi gerildi. Gözleri ile susmasını işaret ederken “Hayatım Hande’nin önemli bir sorunu varmış, bu yüzden konuşmamız biraz uzun sürdü, hemen geliyorum." dedi. Bu gece yalan üstüne yalan söylerken çoktan iç huzursuzluk yüreğini sarıp sarmalamıştı.
Özüm’ün dilinden dökülen cümle Alper’in kalbini sıkıştırırken kıskançlığının alev alev yanarak damarlarında dolaşmasına sebep olmuştu.
Alper, ağzını genç kızın ellerinin esaretinden kurtarmaya çalışıyor, Özüm ise bunu engellemek için çok büyük çaba sarf ediyordu. Cem aldığı cevaptan yeterince tatmin olmasa da “Tamam canım lütfen hazırlan ve aşağıya in. Bir dahaki sefere artık bu kadar nazik olacağımı düşünmüyorum." dediğinde Alper daha fazla yerinde duramadı ve kapıyı açmak için Özüm’ü kenara ittirdi.
Tam kapının kolunu tuttuğu an “Lan ben seni var ya…" diyerek homurdandığı an belinden ona sarılan özlediği sıcacık kolları hissettiği anda neye uğradığını şaşırdı.
Bedeni taşlaştı adamın, bir anda hareket kabiliyetini yitirdi. Konuşmayı unuttu. Hareketsiz bir halde taş kesilmiş bir beden ile kendisine sarılan kolların ve özlediği sıcaklığın keyfini çıkarırken Özüm “Tamam canım beş dakika içinde aşağıya iniyorum." dedi. Cevap gelmeyen nişanlısının gittiğini sert ve öfke yağdıran ayak seslerinden anlamıştı.
Cem’in gidişi ile birlikte büyük ve derin bir nefes alan Özüm gözlerini kapatmış, başını bu işten kurtulmanın rahatlığı ile fark etmeden Alper’in sırtına dayamıştı. Burnuna dolan koku onu sarhoş etmeye başlamıştı ki “Biliyorum bana sarılmak için sebep arıyorsun ama bir sorunumuz var."diyen ses Özüm’ün irkilerek kendisine gelmesini sağladı.
Kollarının hala adamın belinde sarılı olduğunu gördüğü an ateşe değmiş gibi kendisini sertçe geriye çekti. Alper onun bu hallerini o kadar özlemişti ki dudakları yavaşça yukarıya doğru kıvrılırken yüzünü görmek için ona doğru döndü. Ellerini ceplerine yerleştirip ukala bir tavır içinde ona bakarken Özüm kollarını göğsünün altında birleştirdi ve fındık burnunu dikerken gözlerini ondan kaçırdı.
“Evet, senin şu an burada olman benim açımdan büyük bir sorun. Ve bu sorunun ortadan kalkabilmesi için de derhal buradan gideceksin." dedi itiraz kabul etmeyen bir tonda.
“Bu söylediğine gerçekten inanıyor musun? Benim seni burada o dengesi bozuk herif ile bırakacağıma, canımın özünü ardımda bırakıp gideceğime gerçekten inanıyor musun?”
“Daha önce yapmadın mı sanki? Yine yaparsın. Senin için hiç sorun olacağını zannetmiyorum.”
“Özüm, yeter artık açıp durma şu geçmişi.”
“Senin geçmiş dediğin şey benim hayatımı mahvetti. Şimdi Alper Efendi, geldiğin gibi defol git buradan!" eliyle az önce içeriye girdiği camı işaret ederek gitmesi yönünde hiddetini gösterdi.
“Asla!" dedi Alper. Özüm’ün şimdi dibine kadar yanaşmış, onun aklını başından almak istercesine nefesini teninde hissettirecek kadar yakınlaşmıştı.
“Asla seni burada tek başına bırakmayacağım!”
“Ya sen aklını mı kaçırdın? Ne istiyorsun benden?”
“Yeter kes şu saçmalığı, Hande’yi her defasında nasıl kandırıyorsun bilmiyorum ama seni en iyi tanıyan benim." cümlesi sert bir şekilde Alper tarafından kesildi.
“Evet, beni en iyi tanıyan sensin ve söylediklerimi yapmazsan eğer nasıl şu camdan geldiysem aynı şekilde seni de omzuma atıp götüreceğimi de çok iyi bilirsin.”
“Yapamazsın." dedi büyük bir korkuyla.
“Yaparım Özüm, söz konusu sen isen, söz konusu yaptığım hatalar yüzünden seni kaybetmek ise akacak tek damla kanım ile son nefesimi vereceğimi bilsem de senden vazgeçmem. Artık hatalara yer yok ömrümüzde. Kaderini benden başkası ile yazmaya çalışmana asla izin vermeyeceğim.”
“Yeter Alper, yeter çık git hayatımdan. Eğer gitmezsen…" dedi ve gözleri sulanmaya başladı.
“Evet eğer gitmezsem ne yapacaksın Özüm?" bir adım daha attı ve onun dolan gözlerini seyre daldı. Ağlatmak istemiyordu onu ama şu an için başka çaresi yoktu.
Cem’den yeterince kıl kapmıştı. Sevdiği kızın onunla yolculuk etmesi bile canını yeterince sıkmıştı. Ama daha fazla dayanamamış, hem özlemini gidermek hem de iyi olduğunu kendi gözleri ile görmek için kendisini onun odasına tırmanırken bulmuştu.
“Bağırırım, rezillik çıkarırım." dedi bir nebze olsun korkutmak için ama onun bu tehdidi Alper’i güldürmekten başka bir işe yaramamıştı.
“Olur, bana uyar. Bağır, çağır. Alper geldi de, beni deli gibi seviyor, beni kaçırmaya gelmiş de, bana zil zurna âşık de…" diye konuştu. “Benim şu fani dünyadaki tek korkum seni kaybetmek, onun da gerçekleşmemesi için gücümün yettiği yere kadar mücadele edeceğim." dedi üstüne bastırarak.
Özüm karşısında deli gibi kendisine bakan ve sözünden bir adım geriye atmayacak adama bakarken şimdi ne yapacağını bilemez haldeydi. Çıldırmıştı bu adam resmen.
“Ne istiyorsun Allah’ın cezası, ne istiyorsun söyle?" dedi. Pes edercesine bir iki adımda yatağın kenarına omuzları da çökmüş bir şekilde oturdu.
Alper belli etmese de onun ya kabul etmezse düşüncesi bir parça yüreğini tedirgin ediyordu. Özüm’ün onu görmediği anda derin bir soluk alıp verirken gözlerini rahatlarcasına açıp kapadı. Şimdi işler çok daha kolay olacaktı.
Alper, Hande ve Hakan ile birlikte yaptıkları planı ona anlatırken Özüm çaresizce olur anlamında başını sallamıştı. Başka çaresi yoktu. Gerçi belli etmese de içten içe onların şu an yakınında olması kendisini güvende hissetmesini sağlamıştı.
Alper, genç kızın yavaşça ayağa kalktığını gördü. Başını yavaşça kaldırıp onun gözlerinin içine bakarken genç adam anlam veremediği bir pırıltı gördü. Bunun sebebini çözümlemeye çalışırken anlayamadığı hızda kapıyı açan Özüm “Başlıyoruz." diyerek Cem’in yanına doğru yol aldı. Alper bir şeylerin ters gittiği hissine kapılırken bir an önce Hande ve Hakan’ın yanına gitmek için geldiği yönde balkona doğru gitmişti.
Eh bir an önce başlayalım o zaman, diyerek acele etmiş ve bastığı yere dikkat etmediği için kendisini ikinci katın balkonundan aşağıya sert bir şekilde inişe maruz bırakmıştı.
Ah! Diye inlese de düştüğü yerden kalkmıştı. Ayağının topallamasına aldırış edecek durumda değildi. Bir an önce plan başlamalıydı.
***
Özüm adım adım Cem’e doğru giderken yüreğinde tarif edilemez bir telaş vardı. Alper planı anlatmış olsa da bir yanı hala nişanlısına haksızlık yaptığını deli gibi savunuyor ama diğer yanı ise ondan anlamadığı şekilde çekiniyordu.
Cem her şeyi bilmesine rağmen o kadar anlayışlı davranmıştı ki hala bu kadar sağduyulu olmasına şaşırıyor dahası bir türlü anlam veremiyordu. Salona geçtiği anda kendisini karşılayan masaya gözlerini kocaman açarak karşılık verdi.
Yok artık! Nidaları yüreğinde birden yükselmişti. Ne olduğunu anlayamadığı o kısacık zaman diliminde onun şaşkınlığını fırsat bilen adam arkasından yavaş ve sessiz adımlar ile gelerek onun irkilmesine aldırış etmeden beline sıkıca sarılıp onun sırtını teklifsizce kendine doğru çekti. Dudakları şimdi omzuna minik bir buse kondurduğu sırada nefesinin sıcak teması Özüm’ün yüreğinin de bedeni gibi buz kesmesine sebep oldu. Dudakları teninden ağır çekimde uzaklaşırken şimdi başı genç kızın omzunu mesken tutmuş minik dokunuşlar ile karnını okşuyordu. Bu dokunuşlar hiç de masumane değil dahası mesaj verir nitelikteydi.
Özüm hareket kabiliyetini yitirmiş gibi kaskatı bir beden ile olduğu yerden bir adım gidemezken sesinin de nereye kaçıp gittiğini idrak etmeye çalışıyordu. Kendisi için mumlar ve çiçeklerle bezenmiş loş ışığın dolup taştığı salonda masanın üzerindeki muhteşem yemekler göze çarpsa da onun şu an bu hazırlığa vereceği bir karşılığı yoktu.
Cem içi imalar ile dolu bir ses tonuyla “Beğendin mi hayatım?" diye sorduğunda artık onun ile konuşması dahası bir an önce bu kollardan çekip kendisini kurtarması gerekiyordu. Gecenin başı bu şekilde başladıysa sonunu düşünmek bile istemiyordu. Ne kadar Alper’e öfke dolu olsa da şu an çok yakınında bir yerde onun nefes aldığını bilmek kendisini güvende hissetmesini sağlıyordu. Ama bir an önce yüreğinin ihanet saydığı kollardan da tenine değen bedeninin taş kesilmesine sebep olan nefesten de kurtulma isteği ile yanıp tutuşuyordu.
“Ben, şey…" dedi ve bir anda kendisini onun kolları arasından zorla da olsa çekiştirerek alnını ovuşturdu ve masaya yöneldi.
“Her şey çok güzel görünüyor. Sen tüm bunları ne ara…" dediği an sözü Cem’in cümleleri ile beklemeksizin kesilip atıldı.
“Senin sebepsiz yere odaya kendini kapatman yeterli vakti bana tanıdı." dedi ve bir adımda Özüm’ün kendisinden kaçmak için uzaklaştığı masanın yanına gitti.
Kolundan nazik bir tutuşla kendisine çektiği genç kızı bir eliyle de belinden destekledi ve mümkünmüş gibi daha da kendisine çekti. Yüzleri öylesine yakındı ki loş ortamda masanın üzerinde yanan mumların ahenkli dansı gözlerine yansıyordu.
Cem’in gözlerinde arzu ve tutku peyda olurken, Özüm’ün gözleri korku ve panik doğuruyordu. Nefesleri sıklaşırken kendisini bu durumdan nasıl kurtaracağını düşünüyordu. Ne kadar uzaklaşmak için çabalasa da Cem bunu nazlanma olarak algılıyordu. Onun gözlerinde göremediği anlayış ilk defa genç kızı korkutuyor ve ona ilk defa ciddi anlamda ulaşamadığını hissediyordu.
“Seni öyle çok seviyorum ki Özüm, kelimeler ile ifade edemeyeceğim kadar içim seninle dolu. Hangi kelime seni anlatır inan bilmiyorum. Şehir şehir, ülke ülke gezdim ama gözlerim senin gibisini görmedi. Kokun…" dedi boynundan derin bir nefes aldı.
“Bu kokun beni benden alıp götürüyor. Güzelliğin…" dedi başını boynundan yavaşça çekerken gözleri ile yüzünün her bir ayrıntısını ezberler gibi bakıyordu.
“Güzelliğin gözlerimi değil yüreğimi kamaştırıyor. Anlatamıyorum Özüm, sana seni nasıl sevdiğimi anlatamıyorum. Kelimelerim, cümlelerim, tahsilim, geçmişim, bana dair hiçbir şey sana olan aşkımı anlatmaya yetmiyor. Ama sen anla…" dedi yalvarırcasına.
“Cem…" çaresizce kıvranıyordu şimdi gözleriyle baktığında sözleriyle ulaşmadığı adama. “Ben…" dedi ve Cem’in parmakları Özüm’ün dudağına arsızca dokundu.
“Şiyt…Artık konuşma zamanı değil susma zamanı. Artık aşkımızın hayat bulma zamanı. Benim için önemli olan bu evde, benim için hayat olan kadın ile aşkımın nefes alma zamanı." dedi dudaklarına değen parmakları okşarcasına onu baştan çıkarmaya çoktan hevesliydi. Ama bilmiyordu ki onun bu yaptıkları Özüm’ün baştan çıkmasına değil daha da beter bir korku ile endişe kervanına takılıp gitmesine sebep oluyordu. Yavaş yavaş okşadığı dudaklara şimdi ağır çekimde kokusunu hissederek yaklaşıyordu.
Gözlerini kapamış Özüm’ün dudaklarına arzu ve tutku ile yaklaşırken genç kız o an ölmek istedi. Dudaklarında sevdasını taşıdığı adamın mührünü bozacak kişinin kendisine yaklaşmasına ne kadar çırpınsa da engel olamıyordu.
İstemiyordu Özüm, ama bunu kolları arasında zoraki durduğu adama anlatmanın şu an için bir mümkünatı yoktu.
Korkuyordu Özüm, dudaklarından parmağında yüzüğünü taşıdığı adam tarafından yüreğinin sahibi olan adamın izlerinin silinip gitmesinden korkuyordu. Kaçamadığı için gözlerini sımsıkı kapadı. Bitmişti artık. Onun için her şey bitmişti. İşte tam o anda çalan kapı ikisinin de bir anda durmasını sağladı.
Özüm gözlerini kaçarcasına açarken adam bu durumdan da gelen davetsiz misafirden de hiç hoşnut değildi. Tam kapıya aldırış etmeden kaldığı işe devam etmeye kalktığı anda sabırsızca arka arkaya çalan kapı Cem’in git gide sinirlerinin artmasına ve kaşlarının çatılmasına sebep oldu.
“Kahretsin! Bu da kim böyle?" diye Özüm’den uzaklaşırken, genç kızın derin ve huzursuz bir nefes bıraktığını o an için fark etmedi. Kapıdaki davetsiz misafire Cem öfkesini kusmaya giderken Özüm elini kalbine götürdü ve bedeninin kendisini taşımakta zorlanan ayaklarının isyanına kulak kabartarak kendisini en yakın bulduğu koltuğa sertçe bıraktı.
Eli kalbinde derin derin nefes alıp verirken şimdiden gecenin çok uzun olacağının farkına vardı. Bu iş giderek içinden çıkılmaz bir hal alıyordu ve Özüm’ün korkuları da bir o kadar artıyordu.
***
“Özüm, benim biricik can dostum." gözyaşları içinde deyim yerindeyse böğüre böğüre içeriye giren Hande planın başladığının ilk işaretiydi. Hande kapıda kendisine öfke ile bakan Cem’e bir selam verme gereği bile duymadan onu göğsünden geriye doğru ittirdi ve koşar adım salona girdi. Bir yandan salya sümük ağlıyor bir yandan da ne söylediği anlaşılmayan cümleleri arka arkaya sıralıyordu. Cem şaşkın ve bir o kadar da sinirliydi. Sertçe kapıyı çarptı ve Hande’nin peşinden salona doğru yöneldi.
Hande, “Özüm." diyerek bir şeyler anlatırken çoktan koltuğa yığılıp kalmış Özüm’ün kollarına kendisini atmıştı. Az önceki perişanlığını bir kenara bırakıp kollarını can dostuna sığınak haline getirmişti. Onun gözyaşları içinde yana yakıla bir şeyler anlatmasına karşılık oyunculuğuna on numara beş yıldız puan verirken gülmemek için kendisini zor tutuyordu.
Cem ne olduğunu anlamak adına kaş göz işareti yaparken nişanlısı, “Şey, Cem, Hande ile konuştuğumda yakınlarda olduğunu söyledi, sesi çok kötü geliyordu ben de buranın adresini verdim. Sana bunu söyleyecektim ama…" dediğinde adamın gözleri fal taşı gibi açılarak kırmızıya dönmeye başladı.
“Keşke bana da bir sorsaydın hayatım." dişlerinin arasından tıslarken Hande bir anda kendisini geriye çekti.
“Ben rahatsız ettiysem giderim." bir hışımla ayağa kalktı. Özüm bir anda onu kolundan tutup kalktığı yere geriye sertçe oturttu.
“Saçmalama Hande, Cem öyle demek istemedi. Değil mi hayatım?" diyerek ona bakışlarını yönelttiğinde kendinden emin ve uyarı dolu bir şekilde adama bakıyordu. Onun ne demek istediğini anlayan ve saf tehdidin varlığını hisseden Cem, sessizce boyun eğmeye ve durumu geçiştirmeye çalıştı.
“Ben şey evet öyle söylemek istemedim." boynunu ovalamaya başladığı sırada Özüm’ün yüzünde derin bir memnuniyet oluştu. Hande başı önünde eğik bir halde sinsi bakışlarını ve gülüşünü bastırmaya çalışıyordu.
“Şimdi istersen biraz odama çıkalım ve konuşalım olur mu?" sert yumruklara eşlik eden zil ile birlikte adeta kapı yıkılıyordu.
Cem git gide tırmanan öfkesini minimum düzeyde tutmaya çalışırken kapıdaki kişinin kim olduğunu anlamak adına “Beklediğiniz başka biri daha mı vardı?” dercesine bakışlarını genç kıza göndermişti.
Özüm ise haberi olmadığını belirtircesine bir bakışla ona karşılık verdi. Kapının ardındaki kişinin daha fazla kapıya eziyet etmesini engellemek adına hızlıca kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında karşısında az önceki paniğin aksine gayet rahat tavırlı tanımadığı bir adamın heybetli bir şekilde dikilmesi onun kaşlarını şaşkınlıktan yukarıya kaldırmasına sebep oldu. Bu gece bu evde neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Tam ağzını açıp kim olduğunu soracaktı ki karşısındaki sakin duruşlu yakışıklı adam “Hande burada mı?" diyerek bir soru sordu. Bir an afallayarak boş bulundu ve “Evet.” cevabı dilinden yuvarlanıp gitti.
“Tamam dostum." omzunu sıkarak kapıda dikilmesine aldırış etmeden onu geçerek davet edilmeden içeriye geçti.
Elleri ceplerinde gayet sakin ve rahat tavırlı adam içeriye geçtiği anda salondan yükselen “Senin ne işin var burada?" diyen kişi Hande’den başkası değildi. Allah aşkına biri şu kızın ses ayarlarıyla oynasın. Adam gayet sakinken bu kızın bu kadar yüksek ve tiz tonda söyledikleri de neyin nesiydi böyle? Diye iç geçirirken kapıyı kapatıp içeride neler olup bittiğini anlamak adına salona geçti. Kendisi kadar şaşkın olan Özüm’e bakarken onun da bu gelen kişiden haberinin olmadığını anlamıştı.
Hande ellerini beline yaslamış cadaloz mahalle kadınları gibi kavga etme havasına bürünmüş bir ruh hali ayakta dikiliyordu. Cem bu kızın az önceki yıkılmış berbat ötesi halinden ne çabuk hızlı geçiş yaptığını anlamaya çalışıyordu. Ellerini göğsünde birleştirip bir an önce aralarındaki sorunları da halledip çekip gitmelerini bekliyordu. Bu gece için planladığı tüm her şey ilk dakikadan alt üst olmuşken en azından sonucun kendi istediği gibi olmasını istiyordu.
“Sana diyorum heey, senin ne işin var burada?”
“Asıl senin ne işin var burada Hande?”
“Soruma soruyla karşılık verme Hakan?” derken gözleriyle planın böyle olmadığını belli etmeye çalışıyordu ama karşısındaki adamın rahatlığı sinirlerini bozmaya devam ediyordu.
“Şöyle ki hayatım." iki adımda ona yaklaştı, gözleriyle ona meydan okuyordu. “Sen buradasın, benim işim de gücüm de sen iken burada olmam gayet doğal değil mi?" çarpık gülüşüne çapkın bakışlarını eklediğinde Hande’nin de içi eriyip çoktan adama doğru akmaya başlamıştı. Ah bu adam sonu olacaktı onun ama haberi yoktu. Kendisini toparlamaya çalışırken sesi kekelemeye ve titremeye başladı.
“Be-ben sana benim peşimden gelme demedim mi? Neden hala beni takip edip duruyorsun?”
“Birincisi sen gelme dedin ama bu benim lügatimde gel olarak karşılık buldu. İkincisi senin nefes aldığın yer benim vatanım olmuşsa vatanıma gelmemin hesabını sormak sana yakışmaz güzelim." Tane tane konuşurken gözlerinde oyunun ve oyunculuğun ötesinde bir pırıltı yanıp söndü.
Hande bu pırıltının anlamını çözmeyi daha sonraya bıraktı. Çünkü söz konusu olan Özüm’ü. Karşısında her an yelkenlerini suya indirmesine sebep olan adam vardı. Planlarının da dışına çıkmışken şu an ne yapacağını bilemez bir haldeydi.
Eliyle az önce girdiği kapıyı gösterirken “Defol git buradan, benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok. Ben senden ayrıldım, bunu anlamak bu kadar mı zor?” gözleriyle gitmesini işaret ediyordu.
Hakan gayet rahat bir şekilde kendisine en yakın koltuğa oturdu ve “Özüm, anladığım kadarıyla bu gece burada misafiriz. Baksana bizim hatun burada kalmaya çok hevesli."
“Bu, bu nasıl bir pişkinliktir. Hem hatun nedir ya? Neyin kafasını yaşıyorsun sen?" diyerek onun tam önüne geldi ve göz seviyesine indi. “Duymuyor musun beni? Hu hu! Anlaman için tek tek ve bastırarak söylüyorum. Buradan da hayatımdan da çık git." dişleri arasından konuşarak tehditkar bir havaya büründü.
“Ah tatlım, şey, çayımı koyu ve iki şekerli alabilir miyim? Her zamanki gibi olursa da çok memnun olurum." diyerek onun suratının kızarmasına ve sinirden deliye dönerek tepinmesine sebep oldu.
“Hep böyle yapıyorsun beyin kasları kopmuş herif seni. Almıyor mu bunu kalın kafan? İstemiyorum seni. İS-TE-Mİ-YO-RUM." İki elini yanında yumruk yapmış ve yerinde küçük çocuklar gibi zıplamaya başladı. Onun bu haline Cem hayretler içinde bakarken iki sevgilinin gereksiz bir kavgası yüzünden tüm gecelerinin mahvolması, şu an bu durumu değiştirecek hiçbir şeyin elinden gelmemesi ve çaresizliği sinirlerini bozuyordu. Çünkü Hande Özüm için çok değerliydi. Ona karşı yapılacak bir hareket bizzat Özüm’e yapılmış olacaktı. Sırf bu yüzden sessiz kalarak şu an için durumu kabullenmeye karar verdi.
“Özüm sen istersen Hande’yi al ve biraz sakinleştir. Ben de Hakan Bey ile ilgileneyim." dediğinde onun bu anlayışlı hali Özüm’ü yine bir suçluluk batağına doğru alıp götürmüştü. “Tamam.” Dese de kendisini o kadar kötü ve mahcup hissediyordu ki, arkadaşının çocukça yaptığı davranışlar bile gülme isteğinin oluşmasını sağlayamıyordu. Hande’nin koluna girip onu odasına doğru yönlendirdiği sırada arkadaşı hala ardında bıraktığı Hakan’a “Buradan defol git, duydun mu beni? Senin yüzünü dahi görmek istemiyorum." diye fütursuzca haykırıyordu.
***
Özüm, Hande’nin söylenmelerine aldırış etmeden onu sürüklercesine odaya tıkıştırdı.
“Kızım sussana iki dakika ya seni getirene kadar resmen canım çıktı." Özüm’e arkadaşı eliyle bir dakika susmasını işaret etti. Yakasını tuttu ve altındaki minik mikrofon gibi bir alete ağzını yaklaştırarak sessizce kükremeye başladı.
“Şu aletin ucundaki adi herif, bana ne olup bittiğini anlatmak için iki dakikan var!”
“Kiminle konuşuyorsun sen? O da ne öyle?” Şaşkın bir halde arkadaşının ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Çok geçmeden Hande’nin telefonu çalmaya başladı. Bir hışım ve bin bir öfke ile açtığı telefonun ucundaki kişiye “Bana bak Alper Efendi, Hakan’ı eve salmak da ne oluyor? Plan bu değildi? Onun ne işi var burada?”
“Hande sizi orada tek başınıza bırakacak değildim. Bana kalsa orada olacak tek kişi bendim ya neyse… Sen yine Hakan’a dua et. İşleri zorlaştırmak yerine lütfen kolaylaştırmayı seç. Yoksa bu gece hiçbirimiz için bitmeyecek.”
“Alper sen kafayı mı yedin? Ne demek ben gelecektim? Bunun nasıl bir risk olduğunun farkında mısın?”
“Başlarım riskine Hande. Benim burada etimden et kopuyor, canımdan can gidiyor. O herif bir daha Özüm’ün on metre yakınına yaklaşmayacak, duydun mu beni? Eğer aksi bir durum olursa beni burada kimse tutamaz. Anladın mı beni?”
“Yaa, demek aksi olursa öyle mi? Sen beni bir de utanmadan tehdit mi ediyorsun? Tamam paşam bunu sen istedin." Yakasındaki aleti sökerek camı açtı ve hunharca bahçeye fırlattı. Karşıdan gelen “Hande." diye bağıran sesi duymamak adına telefonu kulağından uzaklaştırdı.
“Kes sesini Alper, bu şekilde davranmaya devam edersen bir daha asla sana da o yandan çarpık gülüşlü çakma kardeşine de yardım etmem. Duydun mu beni?" diye haykıran kişi şimdi de Hande’ydi. Karşıdan kendisine hiddet ile bağıran adamı duymazdan gelerek telefonu onun suratına kapattı.
“Bu Alper var ya tam tımarhanelik." Ellerini göğsünün altında birleştirip kendisini yatağa öylesine bıraktı. O ana kadar kaşlarını yukarıya kaldırmış kendisinden bir açıklama bekleyen Özüm’ü yeni yeni fark ediyordu.
“Ne? Neden bana öyle bakıyorsun?" Bu bakışların hiç de hayra alamet olmadığını bilecek kadar karşısındaki hırçın kızı tanıyordu.
“Şimdi anlatmaya başlarsanız anca bitirirsiniz Hande Hanım.”
“Ooo, hanım da olduysak durum vahim.”
Özüm, “Handee!" diyerek uyarırcasına konuştuğunda arkadaşı teslim olur gibi ellerini havaya kaldırdı.
“Tamam, tamam sen kazandın. " Ayağa kalkarak onu elinden tuttu ve yatağa oturttu. Şimdi yine ve yeniden bir itiraf zamanıydı. Son zamanlarda sürekli bir itiraf halindeydi.
Ah be Alper hepsi senin yüzünden, diye iç geçirdi.
“Bak Özüm, sen evden öylece çıkıp gittikten sonra çok düşündüm. Alper’e yardım ediyor olmam ona hak verdiğim anlamına gelmiyor. Ben seni hem Alper’den hem de Cem’den gelecek bir zarardan korumak için onlar ile birlikte hareket ediyorum. Sebebini sorarsan bilmiyorum ama Cem’in her şeyi bilip bu kadar anlayışlı ve sakin olması anlamsızca çok tuhaf. Sence de öyle değil mi? Kim başka birini sevdiğini bile bile bir kız ile evlenmek ister. Hem de o çocuğun geri döndüğünü bilerek. Alper gelip de Cem ile tatile çıkacağını söyleyince duramadım Özüm, hem Cem’den hem de Alper’den korkuyorum. Şu an ikisi de durdurulamayacak boyutlara ulaşabilirler. Ben o yüzden buradayım. İkisinden de seni korumak için…”
“Ben, bilmiyorum Hande, aklım öylesine allak bullak ki…" dedi ve başını iki elinin arasına alarak derin bir nefes alıp verdi. “Kafam çok karışık. Cem’in normal dışı davranışları, beklenmedik konuşmaları ve tavırları, Alper’in vazgeçmeyen halleri ve kıskançlıkları. Of içinden çıkamıyorum. Çok yoruldum Hande.”
“Peki kuzum, sen ne istiyorsun?" dedi yüzünü elleri arasına alarak gözlerinin içine odaklandı.
“Ben." Akmaya hazırlanan ışıldayan pırıltılar ile ona bakarken, “Ben bir an önce gitmek istiyorum Hande. Alper’den de Cem’den de bir süre uzaklaşmak istiyorum. Kimseyi görmek istemiyorum. Çok yoruldum. Kaçmaktan, kavga etmekten, kendimle mücadele etmekten bittim, tükendim.”
“Tamam, şimdi sakin oluyorsun tamam mı? Kazasız belasız bu geceyi bir atlatalım, sonra hepsinden bir bir kurtaracağım seni, sana söz veriyorum. Ama gözünün yağını yiyeyim bir olay çıkmaması için bu gecelik Cem’den uzak dur. Çünkü az önce bahçeye fırlattığım dinleme zımbırtısından eminim ki bir tane de o Hakan dengesizinin üzerinde de vardır. Alper’i ne kadar uzak tutmaya çalışsak da odanın camından nasıl geldiğini biliyorsun. Gözü dönünce onu kimse durduramıyor. Cem’den uzak dur, sana yaklaşmasına da sakın izin verme tamam mı?”
“Tamam." dediğinde minnet dolu bakışlarından iki damla yaş firar etti.
“Hadi şimdi aşağıya inelim de Hakan’ı yalnız bırakmayalım. Sinir bozucu herifin rahatlığı beni deli ediyor. Her an beklenmedik bir davranış ile sahnelere geri dönebilir. Onun sessizliği pek hayra alamet değil." Gitmek için ayağa kalktı. Tam eli kapının kulpuna gittiğinde “Ondan hoşlanıyorsun." dedi bildiği bir şeyi itiraf eder gibiydi.
Hande’nin eli kapının kolunda asılı kalırken boğazında adeta yanan bir alev bilye var gibi yutkundu. Bu duydukları fazlaydı. Kendine bile itiraf edemedikleri dilleniyor ama yüreği bu itirafnameye isyan ediyordu.
“Hayır, hayır, hayır!" diye haykırmak istese de derin bir soluk alıp verdi. Geriye dönüp bakma ihtiyacı hissetmeden ellerinin titremesine aldırış etmemeye çalışıyordu.
“Daha fazla vakit kaybetmeyelim istersen." Kaçarcasına kendisini odanın dışına attı. Kalbi hızla atmaya devam ediyor, soluk alıp verişleri hızlanıyordu.
“Ah be Özüm kanayan yarama neden bir de sen tuz basıyorsun?" dediği sırada içeriden fısıltı halinde arkadaşının söylediklerini kulakları duymuyordu.
“Ah be Hande, vefasızın biriydi yüreğinde derin yaralar açan kişi. Artık iyileşme vakti gelmedi mi? Artık yüreğine izin verme zamanı değil mi?”
***
Birbirini öldürecek gibi bakan çift şimdi de Cem’in romantik gecesine kara bir gölge gibi çökmüştü. Gecenin davetsiz misafirleri pek de teklif beklemeden genç adamın hazırladığı masaya nezaketsiz bir şekilde oturmuşlardı. Cem ne kadar nazik davranmaya çalışsa da bu durumdan hiç ama hiç hoşnut değildi.
Hayallerini süslediği, aylardır beklenti içinde kıvrandığı gecenin bu şekilde sabote edilmesi sinirlerinin tef gibi gerilmesine sebep oldu. Masada gergin bir ortamda yemekler yenmeye çalışılırken Özüm tedirgin, Hakan gayet rahat, Hande ise onun bu rahatlığına karşılık oldukça stresliydi. Cem mi? Cem ise tamamen Özüm’e yakın durma çabası içinde geceyi onunla geçirme planlarını aklından bir bir geçiriyordu.
Masada bulunan herkes önündeki yemeklere odaklanmış gibiydi, ta ki Cem’in elinin yanı başında oturan Özüm’ün omzuna gitmesine kadar… Omzuna yerleştirdiği eli ile onu aniden kendisine çektiği sırada genç kız daha ne olduğunu anlayamadan Cem’in dudaklarının yanağına küçük buse kondurması ile gözleri bir anda kocaman açıldı. Hakan bunu gördüğü an kaşları çatıldı. Ellerinin gerginleştiğini hissettiği ve ayağa kalkma hamlesinde bulunduğu an Hande, elini düşünmeksizin tutarak onu durdurdu. Bu dokunuş Hakan’ı biraz duraklattı.
Hande’nin gözleriyle sakın yapma, diyen nidalarını duymazdan gelmek istese de karşısındaki genç kızın yalvaran bakışlarını göz ardı edemedi.
Cem’in “Eeee gençler, sorununuzu anlatacak mısınız artık? Hande için bu kadar büyük bir sorun olan şey her neyse artık, ardından seni bile buralara kadar sürüklemişse eğer çözülmeyecek bir şey değildir herhalde.” Derken bir an önce aranızdaki sorunu halledin ve çekin gidin diyen imaları Hakan anlasa da şu an bunu görmezden gelecekti. Zira şu an üzerinde takılı olan dinleme cihazının ucunda duyduğu seslere gömülmüş olan abisini düşündükçe aklı gidiyordu. Her an bir delilik yapmasından çılgınlar gibi korkuyordu. Onun gördüklerini abisi görmüş olsaydı eğer, Cem’in kendine bin bir imada bulunup gitmelerini bekleyen ve ellerinin ahtapot gibi Özüm’e sarılmış olduğunu görmesiyle bu masa bu adama bol topraklı bir mezar olurdu.
Hakan Cem’in sorduğu soruya cevap vermeden önce ellerinin arasındaki kendisine yalvaran parmakları avuçlarından bırakmadan bir anda Cem’e doğru sert bir hamle ile eğildi. Onun bu ani hareketi ile kendisini Özüm’den refleksel olarak geriye çeken Cem ne olduğunu anlayamadan gözleri nefretle kocaman açılmış bir halde ona bakıyordu.
Cem, “Ne yapıyorsun be adam?" dediğinde genç kız kendisini nişanlısının esaretinden kurtarırken aynı şekilde Hande’nin ucuz yırttık anlamına gelen derin bir soluk vermesine şahitlik etti.
Hakan Cem’in önünde yanmakta olan muma sinir bozucu bir rahatlıkla ağır çekimde üflerken gözleriyle meydan okurcasına ona bakıyordu. Onun bu uyarı dolu bakışına bir de çarpık gülüşünü eklemesi “Mum ışığı gözümü rahatsız etti de…" diyerek az önceki sertliğine nazaran şimdi ukalaca bir rahatlık yerleşmişti üzerine… Onun bu ani ruh hali değişimi masadaki herkesin nasıl davranması gerektiğini şaşırtsa da rahatı kaçan Cem Özüm’e dönerek ellerinden tuttu.
“Hayatım gel misafirlerimize kalacakları odaları hazırlayalım. Malum pek gidecek gibi görünmüyorlar.” Gözlerini kısmış, yandan bir bakış atarak kendisini seyretmekte olan adama baktı.
Özüm sanki emre itaat eden bir robot gibiydi. Aklı dışarıda onu dinlemekte olan adamda, eli parmaklarında yüzüğünü taşıdığı nişanlısı olduğu adamda, gözleri Hakan ve Hande’deydi…
Allak bullak olmuştu, psikolojisi iflas bayrağını çekmek için son sürat koşarken bakışları kurtar beni diyerek can dostu Hande’yi buldu. Sürüklenircesine salondan çıkarılmak üzereyken Hakan’ın kulağında “O herifi Özüm’den hemen uzaklaştırmazsan eğer o ev ona dokunana da buna izin veren sana da mezar olacak." diyen Alper’in tehdidi çınladığı sırada birden ağzından “Hayatım sen Özüm’e yardımcı ol istersen." dedi.
Hakan’ın bu teklifi Hande’nin gözlerinin minnet ile ışıl ışıl parlayarak ona bakmasını sağladı. Cem’in elleri kasılırken vücudu öfkeden iyice gerilmişti.
Hande ayağa kalkmış tam bir adım atmıştı ki Cem’in “Gerek yok." diyen keskin ve itiraz kabul etmeyen ses tonu ortama bir bomba gibi düştü. Hande ikinci adımını atamadan boş bakan gözleri ile yerinde kala kalmıştı. Ortamda yarattığı gerilimi hisseden Cem sevdiği kızın gözlerinde gördüğü hayal kırıklığın sebebi olmanın huzursuzluğu ile kendisine içten içe kızarken nazikçe geride bıraktıklarına döndü.
“Gerçekten teşekkür ederiz ama biz hallederiz. Siz misafir sayılırsınız." Ağzından dökülen kelimelerin dudaklarına yakışmadığı ve tamamen rol gereği nezaketen söylendiği belli oluyordu. Adeta emanet dolu cümleler odada yankılanıyordu. Hande onun bu yapmacık kibarlığını fırsata dönüştürdü.
“Eeee olur mu hiç öyle şey enişteciğim." dediğinde son kelimeyi yüksek ses ve neşe içinde bastırarak söylemişti. Onun bu kelimesi bir an Hakan’ın öksürük krizine girmesine sebep olsa da Hande yüzündeki sinsi bir gülüş ile ona dönüp “Hayırdır hayatım boğazına ne takıldı da nefesini yuttun?" dedi.
“Senin o enişte diyen dilini…" diyerek fısıldadığında Hande ona “Bir şey mi dedin hayatım, anlayamadım." Uyarı dolu bir ses ile kes sesini diyen bakışlar ile karşılık verdi.
“Yok, yok ben iyiyim, yoruldum galiba biraz, hadi siz Özüm ile yukarıya çıkın.” İstediğini elde etmiş olmanın mutluluğu ile Özüm’ü Cem’in elleri arasından teklifsizce çekip aldı.
Cem ellerinin şimdi boşta kalması ile yerinde ne kadar tepinmek istese de şu an sadece gecenin sonuna odaklanmaya karar verdi. Nasıl olsa bu tuhaf çift uyuyacak ve Özüm bu gece ve sonraki her gece son nefesine kadar ona ait olacaktı. Bir iki saat daha bu gereksiz çifte sabır edebilirdi.
Özüm için, diyerek derin bir nefes verdi. Kendisini sorgulamaya karar vermiş adamın yanına doğru adım adım giderken içine çektiği nefesi kademeli ve düzenli bir şekilde geri verdi.
***
“Yemin ediyorum şu geceyi bir kaza bela çıkmadan atlatalım başka bir şey istemiyorum." Hande arkadaşının odasına girer girmez, ardından sırtını kapıya sertçe yasladı. Özüm ise ölü adımlar ile kendisini yatağa öylesine bıraktı. Boş bakışlar ile bir yere odaklanmıştı. Ondaki bu tuhaflığın sebebini bilse de ona destek vermek adına koşarak yanına gitti ve dizleri üzerine çökerek ellerini avuçlarının içine aldı.
“Özüm bana bak." dedi ısrarcı bir şekilde. Özüm gözlerini ona döndürdüğünde Hande orada gördüklerinden hiç memnun olmamıştı. “Bana şöyle bakmayı kes." dedi kesin bir tavırda. Hiç de itiraz kabul edecek bir hali yoktu.
“Nasıl bakıyormuşum?" Kendisini bilmez gibi.
“Ölmüş, bitmiş, kahrolmuş, hayattan umudunu yitirmiş, ümidini kesmiş gibi bakma bana, alışkın değilim bu gözlere ben.”
“Sence de öyle değil miyim Hande? Baksana şu halime, aşağıya tükürsem sakal yukarıya tükürsem bıyık, söyle ben ne yapacağım? Nasıl çıkacağım bu işin içinden? Aklım karma karışık.”
“Hayır değilsin, bak bize hala nefes alıyoruz. Çıkmadık candan ümit kesilmez diye boşuna dememişler.”
“Ben bir istisnayım galiba." dedi akmaya hazır gözyaşlarıyla.
“Kes şöyle konuşmayı, benim de ayarlarımla oynama, ben seni bu cendereden kurtaracağım ve sen her şey düzene girdiğinde geri döndüğün anda net bir karar vereceksin. O zamana kadar da seni bu kurtlar sofrasına bir daha geri getirmeyeceğim. Anlaşıldı mı?”
“Nasıl olacak bu Hande? Söylediklerin bir ütopya gibi gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler." İmkânsız bir şeyden bahseder gibiydi.
“Anlatacağım tatlım anlatacağım ama şimdi bana izin ver de bir duş alayım kokacağım yakında,” dedi tek nefeste.
“Mahvoldum birazcık gevşemem lazım. Sonra tüm planı sana sıkılmadan bir bir anlatacağım ve sen ilk defa zekâmı takdir edip bana hayran bakışlar ile bakacaksın. Ve ben işte o zaman senin muazzam tebriklerini kabul edeceğim. Ama yalvarırım kulun köpeğin olayım bana duş alacağım yeri göster." biraz daha duş almadan durursa ruhunu teslim edecekmiş gibi bakıyordu. Onun bu hali Özüm’ü bir nebze olsun tebessüm ettirirken Hande’ye duş alacağı yeri gösterdi. Kendisini tekrar yatağa bıraktığında az öncekinin aksine upuzun yattı. Gözlerini kapattı ve hayal etmeye başladı. Burada bu şekilde bu konumda olmamalıydı.
“Şimdi burada…" dediği anda yüzünde bir gülümse peyda oldu. Aklından geçen isim ve gözleri kapalı zihninde canlanan resim yüzünü uzun zamandan sonra ilk defa aşk ile gülümsetip dudağını ısırmasına sebep oldu.
“Şimdi burada senin yanında benim olmamı hayal ediyorsun değil mi?" diyen sesi duyduğunda aniden yerinden fırladı.
“Sen?" Ayaklandığı yerde bir adım geri giderken sırtı duvara çarpmıştı. Sırtı duvara değen genç kız dudaklarından ufak bir inilti koyuverse de şimdi gözleri kocaman açılmış, karşısında hayal mi gerçek mi olduğunu idrak edemediği adama bakıyordu.
“Senin burada ne işin var?" Üzerine tehlikeli bakışlar ile adım adım gelen adama.
“Neden? Hayallerini süslediğime göre gerçeğinde de hüküm sürebilirim diye düşündüm? Yanlış mı düşündüm?”
“Bence süsleyebilirim Özüm, Alper’in olarak, senin sevdiğin adam olarak," Şimdi nefesinin tenine değdiği mesafede kokusu burnunda can bulurken gözleri bir hayale bakar gibi bakıyordu. Aşka dalıyordu nefessizce yüreği… Derin bir nefes daha alıp verdi. Alper’in elleri Özüm’ün saçlarına değdiğinde içi eridi genç kızın “Sana dokunma hakkı yalnızca bana aitken nasıl olur da izin verirsin Özüm? O adamı öldürmemem için bana tek bir sebep söyle." Tehditkâr kokan sesinde ölüm hissediliyordu. Tehdit değil de bir gerçeklikten bahseder gibiydi aslında.
“Çünkü o benim…" dedi gözlerinin içine bakarak, ama devamı dökülmedi dilinden.
“Evet o senin…" dedi Özüm’den cümleyi tamamlamasını beklerken şimdi dudakları kulaklarına değiyor, kızın gözleri kapalı bir halde adeta yüreğini kullanarak aklını başından alıyordu.
“Seni dinliyorum Özüm, o dediğin adam senin neyin?" Cevap almak istese de dudakları kulaklarından boynuna doğru bir yol çizer gibi ilerliyordu.
“Yapma şunu." İnilti halinde çıkmıştı sesi.
“Neyi yapmayayım Özüm? Neyi yapmamayım canımın özü, söyle…" Etkileyici bir tonda çıkmıştı sesi.
“Alper..."Gözleri kapalı bir şekilde istekle kıvranan bedenine inilti ile karşılık veren sesine engel olmak istese de başarılı olduğu söylenemezdi. Onlar aşklarını fütursuzca içmeye devam ederken bu büyülü anı bozan bir ses…
“Özüm." diye inledi kapının ardından odanın içinde. “Nerede kaldınız hayatım?" Bu ses o büyülü anın bıçak gibi kesilip atılmasına sebep olurken Alper’in bedeninin kıskançlıktan kas katı kesilmesine sebep oldu. Ona ait kadına hayatım mı demişti o herif? Hem de daha ona dokunduğunun cezasını bile veremeden sesindeki o beklenti dolu tınıyı duymak daha fazla sinirine dokundu.
Özüm güzel bir rüyadan zamansız bir şekilde uyandırılmış gibi korku ile gözlerini açtığında elleri Alper’in göğsüne onu uzaklaştırmak için gitti ama bu uzaklaştırmayı genç adam kesin bir vücut dili ile reddetti.
Sakın diyordu bakışları sakın beni kendinden uzaklaştırma, yoksa beni durduramazsın, diyordu imalar ile dolup taşan gözleri. Yaşananların ağırlığı giderek omuzlarına çöktüğü an sesi çıkmıyordu Özüm’ün, işte tam da o anda banyodan çıkan Hande Alper’i gördüğü an gözleri fal taşı gibi açıldığında üzerindeki bornozuna iyice sarıldı. Hızlı adımlar ile gidip arkadaşını onun esareti altından tüm huzursuzlanmalarına rağmen çekip aldı.
“Senin ne işin var burada ayarsız herif?" diyerek kısık sesle konuştu.
“Ha yani o herifin zırt bırt Özüm’ün kapısında bitmesi normalken,
benim onun yanında olmam mı anormal?" dedi dişleri arasından yılan gibi tıslarken.
Kapının ardında sabırsızca Özüm’e seslenen adama bir anda dönüp “Cem, Özüm şu an duşta, çıkınca geldiğini haber veririm."
“Ona onu bahçede beklediğimi söyler misin? Önemli bir şey konuşacağım." Hande’nin cevabını beklemeden kapının ardından sert ve hızlı adımlar ile uzaklaştığını hissettirdi.
Hande ellerini beline yerleştirip gözlerini kıstı, minicik boyuna bakmadan burnunu dikleştirip “Bana bak Alper efendi, benim sinirlerimi zıplatma. Her kafan estiğinde buraya damlamaya devam edeceksen bir daha yardımın y’sini tarafımdan sana yar etmem. Şimdi al o aygır gibi bedenini nerden geldiysen oradan çek git. Yoksa hırsız var diye bir inletirim burayı artık sabaha kadar kulağındaki zımbırtı ile bizi dinlemek yerine nezarette sabahlara, gün ışıyıncaya kadar dert anlatırsın polislere… Tercih senin, ya geldiğin gibi paşa paşa geri dön ve olay çıkartmadan o daracık arabada sabahla ya da gün ışığına hasret bir nezarethanede kokuşmuş battaniyelere sarılarak şuncağızı hayal et.”
“Handeee!" diye haykırdığı sırada Özüm aralarında kalmış ve Hande’nin Alper’e meydan okumasına şaşkın gözler ile bakakalmıştı. Bu kız nasıl bir kızdı ki korkusuzca ona ayağını denk almasını söylüyordu.
Alper karşısında nefessiz konuşan kıza baktığında pek de geri adım atacak halde olmadığını anladı. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp cama doğru yöneldi. Aklına gelen yeni bir şeyi dile getirmek için çatık kaşlar ile geriye doğru döndü.
“Bana bak Özüm, o herif ile bahçede görüşmeye kalkarsan var ya…” der demez bir adet vazo havalanarak Hande ‘nin elinden Alper’e doğru uçuşa çoktan geçmişti.
“Çık git şuradan, kızı da rahat bırak artık Alper. Yoksa bir dahakine inan ki ıskalamam. O koca kalın kafanı kırmaktan büyük bir zevk alırım. Anladın mı beni?" dediği anda Alper kendisini çoktan camdan aşağıya doğru sarkıtmıştı bile. Can tehlikesi fena halde yusuflatmıştı yüreğini. Deli bu kız ya, diye içten içe söylenirken Hakan’ın çekeceği var, diyerek kendi kendine konuştu. Özüm gözlerini kocaman açmış arkadaşına bakarken ondan beklemediği performans karşısında resmen hayran kalmıştı.
“Kızım sen az önce Alper’e geri adım mı attırdın?”
“Senin o ayarsız var ya bir gün elimde kalacak. Aile boyu hödük bunlar, Hakan’ın da bundan kalır yanı yok, idmanlıyım neticede, al birini vur ötekine ne olacak?”
“Of Özüm ya uğraşma benimle, canımdan bezdim valla." Bornozunun yakalarından çekiştirirken. İşte o an hala üzerinde bornoz olduğunun gerçekliği ile gözleri bir anda korku ile karışık panikle büyüdü.
Özüm gerilen sinirlerinin gevşemesi ile onun bu yüz haline daha fazla kayıtsız kalamadı ve kahkaha atmaya başladı. Onun bulaşıcı kahkahasına daha fazla dayanamayan Hande “Amaaan!" diyerek elini havada şöyle bir salladı ve o da onunla birlikte karnı ağrıyana kadar Özüm’ün kahkahalarına eşlik etti.
***
Hande “Hazır mısın?” Yanı başında emniyet kemerini takmaya çalışan arkadaşının gözlerinin içine güven bana diyen bakışlarla bakıyordu.
Özüm bir an ona döndü, yüreği heyecan ve panikle karışık bir şekilde dolup taşsa da başını hızlıca olumlu anlamda aşağıya yukarıya salladı. Sorduğu soru ile yarattığı etkinin sonrasında aldığı olumlu tepki, onun sinsice gülümsemesini sağladı. Gözlerini kıstı “Güzel, o zaman gitme vakti geldi artık.” Gitmek için tüm hazırlıklarını tamamladı ve arabanın anahtarını çevirdi.
Hande gazı köklediğinde ise yanı başında sırtının bir anda koltuğa yapıştığını hisseden Özüm şimdiden hata mı yaptım acaba bakışları ile etrafa endişe ile bakarken koruma içgüdüsü ile kendisini korumak adına tutunmak için ellerini koltuğun kenarlarına resmen yapıştırdı. Tırnakları acıyana kadar elleri arasında sıktığı koltuğun canına okumasının ardından “Biraz yavaş Hande!” Derken acı acı hızla inip çıkarak hareket eden göğüs kafesine inat sesini sakin tutmaya çalışıyordu.
İstediğini elde etmiş olmanın hazzı ile frene yavaşça dokunmaya başlayan genç kız, arkadaşına yandan bir bakış atıp “Sonunda kendine gelmiş olmana sevindim." Bunu bilinçli yaptığını belli edercesine söylemişti.
“Kafayı mı yedin kızım, insanı kendine getirmek için böyle bir şey yapılır mı hiç?”
“Ya ne yapsaydım Özüm Hanım? Bak sana söylediğim gibi seni bu cendereden kurtarıyorum. Hem de sorunsuz bir şekilde.”
“Ya ya ne demezsin? Sorunsuz ama bol yalanlı, kendimden nefret eder hale geldim. Yalan üstüne yalan söylemekten yoruldum artık. Bir gün söylediğimiz yalanlar ayağımıza dolanacak ve kütleyerek yere yuvarlanıp gideceğiz. Kimse de bizi kurtaramayacak. Ne senin planların ne benim açıklamalarım.”
Ellerini yüzüne kapatıp ağlamak için hazırlanıyordu ki Hande birden frene sertçe dokundu ve arabayı sağa çekerek durdurmayı başardı. Onun bu hareketi Özüm’ü ön cama doğru savurdu.
Acı dolu bir inleme ile başını hafifçe cama vurduğunda “Ne yapıyorsun sen ya? Bugün beni öldürmeye kesin olarak karar verdin galiba.” Korku dolu hiddetli sesi yankılandı arabanın içinde. Hande bir hışımla yanı başındaki kıza döndü.
“Ne mi yapıyorum? Arkadaşımı saçma sapan bir ağlama nöbetinden daha kurtarıyorum. Bırak artık Özüm, düşünme geride bıraktıklarını, biraz olsun kendini düşün be kızım.”
“Ama onlar…" dedi geride bıraktıklarının şu anki hallerini düşündükçe özellikle de Cem ile yaptığı konuşmalar aklına geldikçe pişmanlıkla yanıyor, suçluluk ile alev alıyordu.
“Onlar şu an hiçbir şeyin farkında değil Özüm.”
“Yalan söyledik." dedi yaptıklarının hatalı olduğunu fısıltı halinde itiraf eder gibiydi.
“Bunun böyle olmasını onlar istedi. Hem yalan da sayılmaz. Yarı yalan diyelim biz ona. Benim Hakan’dan kaçmak istediğim doğru mesela, tabi yüksek lisans için seminere gitmek, yurt dışı işi falan yalan olsa da o kadarı da sıkıntı değil. Sonuçta Cem’i üzmemek için böyle bir şey yaptın.”
Özüm geceden bu yana tüm olanları düşünüyordu. Cem’e söylediği yalanları, Hande’nin kaçışları için Hakan’a ve Alper’e içirdiği uyku ilacı katılmış olan içecekleri ve sabaha doğru Cem’in arabası ile yola çıkışlarını… İşler öyle bir hale gelmişti ki neresinden tutarlarsa tutsunlar, ne yanından düşünürlerse düşünsünler her şey bir bir kırılıp dökülerek ellerinde kalıyordu.
“Cem’in anlayışlı halinin bu kadar işimize yaracağını inan ki tahmin etmezdim. Adam yok bile demedi ya düşünsene çıkıyorsun adamın karşısına, bizim acil dönmemiz lazım geleceğimiz için diyorsun, güya Hakan ile kavga edip gecenizi berbat etmemize sebep olarak da onun kıskançlığı ve yurt dışı seminerine göndermemesi olduğunu söylüyoruz ve adam hiçbir şey demeden kabul ediyor. Bu kadar kolay olacağını hiç mi hiç düşünmemiştim.”
“Ya ne demezsin Hande? Cem bir şeylerden şüpheleniyor lakin bunu dillendirmiyor. Gideceğimi söyledikten sonra arabasının anahtarını verirken bana ne dedi biliyor musun?”
“Ne söyledi?” Kaşları çatık bilmediği bir şeyden yeni haberdar olur gibi bakıyordu.
“Bana söylemek istediğin bir şey var mı? Bilmem gereken, dedi.”
“Şaka yapıyorsun, bir şey söylemedin değil mi?”
“Deli misin kızım, ne söyleyebilirim ki? Zor da olsa gözlerimi kaçırarak olmadığını söyledim.”
“Ne diyecek geri döndüğümde ciddi bir konuşma yapacağımızı, aklımı toparlayarak ona geri dönmemi, ondan başka yolumun da çıkışımın da olmadığını üstü kapalı bir tehdit ile önüme servis etti.”
“Özüm bu adam ne ayak Allah aşkına, anlayışlı mı, psikopat mı, olgun mu? Anlayamıyorum ama sana bakışları ve davranışları beni cidden tedirgin ediyor.”
“İnan artık ben de anlayamıyorum. Ne onu ne de Alper’i?” Hande’nin gözünün önüne Alper’in ve Hakan’ın uyku ilacı sayesinde sızdıkları hali gelince birden kahkaha atmaya başladı. Özüm ona ne oluyor, diyen bakışlar ile baktığında,
“Ya sabah bizi göremeyince ne hale geleceklerini çok merak ediyorum."
“Hakan’ı anladım da Alper’e o ilaçlı içeceği nasıl içirmeyi başardın sen?”
“Tabi benim de kendime göre üstün yeteneklerim var tatlım. Çok düşünceli bir baldız gibi davrandım diyelim. Hakan’a kapının ardında onu o şekilde bırakamayacağımı söyledim. Sizin Cem ile konuşmanızı fırsat bildim. Hakan’a Alper’e kötü davrandığım için sandviç ve meyve suyu hazırladığımı Cem yokken götürmesini istedim. Gerçi Hakan Bey tek kaşını kaldırıp bu hareketime inanmasa da küçük yavru bir kedi bakışı attığımda tabi ki buna dayanamadı ve bana inandı. Paşa paşa verdiklerimi götürdü, sonra da ben çay müptelası hatun olduğum için bana eşlik etmesini ona teklif ettim. Hakan bu, kaçırır mı fırsatı? Yılışık şey tabi ki kaçırmadı, kendi isteği ile tatlı tuzağıma bir anda düşüverdi. Zaten o sırada bir yandan Cem ile aynı konuda sen ilgileniyordun.”
“Peki Hande Hanım, o ilaçları uzun süredir kullanmıyorsun diye biliyorum. Yanılıyor muyum yoksa?” derken kaşları merak dolu havalandığı sırada arkadaşının bu ilaçları kullanmak zorunda kaldığı zamanları hatırladı. Yüzünde acı dolu bir ifade belirirken o zamanlar uykuya ilaçların desteği ile geçebildiğini anımsadı.
“Kes şöyle bakmayı, bana acınmasından nefret ediyorum biliyorsun. Hem ayrıca yanılmıyorsun. Ben o ilaçları bırakalı çok oldu. O zamanın altından çok sular akıp geçti. O günler beni üzmüyor artık, emin ol hayatıma da etki falan etmiyor.”
“Evet diyorum. Sadece bu Hakan ve Alper ikilisi ile yola çıkmadan belki lazım olur diye yanıma almıştım, iyi ki de almışım bak nasıl de işe yaradılar. Hala bana yardım etmeye devam ediyorlar baksana.” Kahkahasını tutamıyordu içinde.
“Çoktan hak ettiler bunu, sabaha kadar mışıl mışıl uyusunlar şimdi. Gerçi Hakan gittiğimizi görünce sinirden köpürecek. Allah Alper’in hışmından korusun onu. Neyse çok gevezelik yaptık, hadi gün ağarmadan biraz daha yol alalım. Malum herkesten ve her şeyden uzakta kafa toparlamaya gidiyoruz." diyerek zafer nidaları attı. Arabayı tekrar çalıştırdığında kendisini de tüm dikkatini de yola verdi.
Özüm ise başını cama yaslayarak ellerini göğsünün altında birleştirdi. İçinden çıkamadığı derin düşüncelere dalmıştı. Kulağında radyoda çalan İrem Derici’nin söylediği “Gittiğinde Anladım” şarkısı yankılanıyordu.
Yüreğinde adını anmaktan korktuğu adamın ismi, gözlerinde onun bakışlarının silueti vardı. Ne de güzel söylüyordu İrem Derici, şarkının sözleri Özüm’ün yüreğine içini yakarcasına akıyordu .
“Hayatta hiçbir şeye, böylesine yanmadım.
Sensiz yaşamak çok zor, gittiğinde anladım.
Seni çok sevdiğimi, kalbimdeki yerini, ben senin değerini of, gittiğinde anladım.”
Hande’ye fark ettirmediği bir damla yaş gözlerinden yanaklarına doğru süzülürken şarkının her bir cümlesi zehirli bir mızrak gibi yüreğini kanatırcasına acımadan saplanıyordu. Bir yanında ondan vazgeçmeyeceğini söyleyen geçmişinden gelen unutamadığı hala delicesine sevdiği adam vardı. Diğer yanında ise sevmeye çalıştığı kendisini zorladığı ama o gözle bir türlü bakamadığı, olgun, anlayışlı geleceğinim diyen ve bunu her fırsatta dile getirmekten çekinmeyen adam boy gösteriyordu. Ortada kalan ise yüreği yaralı Özüm. Aklının ve yüreğinin ezici mücadelesi içinde nefes almaya dahası yaşamaya çalıyordu.
Yanıyordu Özüm, karar vermek zor iken geçmişten gelen korkuları nefesini kesmeye yetiyordu.
Gidiyordu Özüm, herkesten uzağa, kimsenin bilmediği ve yüzleşip hayatı için doğru bir kararı vermek üzere gidiyordu. Geri dönüşü ise kime hayırlı, kime şer olacak bilinmezken genç kızın kulağında geçmişine atıflar yapan şarkının sözlerinde kayboluyordu. Bir damla gözyaşı yanağından akıp gittiği sırada yanı başında can dostu ile belirsizliğe doğru yol alıyordu.
***
Gün çoktan ağarmıştı. Etrafa ışıklar saçan güneş tepe noktasına ulaştığı o anlarda Hakan huzursuzca yattığı yerde kıpırdanmaya başladı. Başı sanki çatlayacak gibi ağrıyor, gözlerini açmakta zorlanıyordu. Yavaşça yattığı yerden doğrulup elleri ile yüzünü sıvazladıktan sonra ağırlaşan bedeninin nerede gözünü açtığını idrak etmeye çalışıyordu. Sebebini bilmediği bir şekilde kendisini sarhoş gibi hissediyordu. Üzerindeki örtüyü atarken salonun ortasındaki kanepede sızıp kaldığının farkına vardı.
Mutfak tarafından gelen sesler ona hala Cem’in evde olduğunu hatırlattı. Dün gece olanları, Alper’i ve kızları anımsadığında uyuyakaldığına inanamıyordu. Nasıl olmuştu da kanepede sızıp kalmıştı böyle? Ağrıyan başına inat kendisini toparlamaya çalıştı. Zonklayan beynine aldırış etmeden aceleci adımlar ile mutfak kısmına gittiğinde Cem’in kahvaltı hazırladığını gördü.
“Günaydın." dedi Hakan, bu adamın iyi biri olmadığını hissediyor ve göz hapsinden bir an olsun ayırmak istemiyordu. Bir sebebi olmasa da etrafına yaydığı tehlikenin kokusunu on metre öteden alabiliyordu. Ama şu an ona iyi davranmalı ve kızları bu adamdan olabildiğince uzak tutmalıydı. Bir an önce de onları alıp bir bahane ile geri dönmeliydiler.
“Günaydın." Ona ifadesiz bir surat ve gayet resmi bir ses tonuyla karşılık verdi. Onun bu tavrından hoşlanmayan Hakan, bir an önce kızların nerede olduğunu öğrenmek istiyordu.
“Kızlar kalkmadı mı hala?" Kolundaki saatine baktığında zamanın nasıl olup da bu kadar hızlı geçtiğine anlam verememişti. Cem onun yüzüne bakma gereği bile duymadan işine devam ediyordu.
“Onlar gitti." dedi işine devam ederek tek solukta umursamaz bir havada. Duydukları karşısında gözleri irileşen Hakan refleksel bir hareket ile Cem’i yaptığı işten sökercesine alırken iki yakasına birden yapıştı.
“Ne saçmalıyorsun sen? Ne demek gittiler? Ne zaman, nereye?" Panik havasında bin bir hiddetin kırıklarını adamın gözlerinin içine bir bir saplıyordu. Biraz daha konuşmazsa bu adam elinde kalacaktı.
“Bırak yakamı!" diyerek onun ellerini sertçe geriye doğru ittirdi Cem.
“Ne duyduysan o, gittiler. Sen fosur fosur uyurken onlar sabaha doğru yola çıktılar.”
“Hadi ben uyuyordum da sen neciydin be adam! Sen nasıl olur da o saatte iki kızı tek başına yola salarsın?”
“Sen benimle nasıl konuşuyorsun böyle?”
Cem’in gözlerinde gördüğü öfke ateşine şaşkınlıkla baktı Hakan, yanılmıyordu, bu adam asla normal biri değildi.
Cem saatine baktı “Çoktan uçakları kalkmış olmalı." Bir anda sakinleşen sesine ve öfkesi sönmüş gözlerine Hakan tuhaf bakışlar ile karşılık verdi. Dengesiz herifin tekiydi. Tek kelime ile dengesiz bir mahlûkattı.
“Ne uçağı, ne saçmalıyorsun sen be adam? Açık açık konuşsana!”
“Bilmiyormuş gibi davranma, siz Hande ile bu yurt dışı işi için kavga etmediniz mi? Hande de Özüm de yüksek lisans için çok büyük emek verdiler ve benden bu konuda yardım istediler. Kıza engel olmuşsun, o yüzden kavga etmişsiniz. Ama kusura bakma onların geleceğini karartmana asla izin veremem.”
“Oğlum cidden kafayı yemişsin, nasıl bir adamsın sen ya? İnsan sevdiği kızı gecenin bir yarısı tek başına yabancısı olduğu yola gönderir mi? Ya başlarına bir şey gelse, ya bir şey olsa nasıl vereceksin bunun hesabını?”
“Onlar yetişkin iki birey ve sen geri kafalı adam onların geleceğini mahvedemeyeceksin. Senden hiç haz etmedim zaten, kızların anlattıklarına da gitme isteklerini şimdi daha iyi anlıyorum.”
“Sen tam bir geri zekâlısın." dedi ve acele ile kendisini mutfaktan dışarıya attı.
Cem eline aldığı kupası ile kahvesini keyiflice yudumladı. Yüzünde sinsi bir gülüş ile gayet keyifli bir halde mırıldanmaya başladı. Hakan’ın duymadığı bir ses tonuyla “Asıl geri zekâlı sen ve o aptal abin." diyerek ardından tehlikeli bir fısıltı ile konuştu.
Hakan, Cem’i ardında bırakıp koşarak bahçenin dışında araba içinde sabahlamış abisinin yanına koştu. Nasıl olur da uyuyakalırdı? Bu kızlar nereye gitmişti böyle? Ya Alper, o dinleme cihazından hiçbir şey duymamış mıydı? Çıktıklarını görmemiş miydi? Aklına gelen dinleme cihazı ile elini yakasına götürdü. Eli ile yakasını yokladığında cihazın takılı olan yerinde olmadığını anladı. Aklında ise bunu yapabilecek sadece tek bir isim vardı?
Hande… Sakın Hande, aklımdaki şeyi yapmış olma, eğer bunu da yaptıysan bu defa elimden seni kimse alamaz, diye sinir harbi içinde tehlikeli bir şekilde fısıldarken gözleri ağaçlıkların ardında saklanan arabanın yanına ulaştı.
Korku ve panikle cama vurmaya başladığında Alper’in de kendisinden farksız olmadığını gördü. Aynı tepkiler, aynı belirtiler, içecekler, kahretsin Hande, bu kadarını yapmış olamazsın, diye isyan eder gibi inledi.
Alper duyduğu gürültü ile yerinde huzursuzca kıpırdanırken gözlerini huysuzca ovuşturmaya başladı. Gözlerini açtığında endişe ve tedirgin dolu bakışlar ile kendisine bakan kardeşini görmeyi hiç beklemiyordu.
Özüm, diye feryat edercesine inleyerek acele ile arabanın içinden çıktı.
“Hakan ne oldu? Özüm’e bir şey mi oldu? Senin ne işin var burada, neden yalnız bıraktın kızları o adamla?”
“Alper," dedi. Sesi korku doluydu.
“Ne oldu Hakan?” Gözlerini kısarak kardeşini süzüyordu. Duyacaklarının hiç hoşuna gitmeyeceğini hisseder gibi yüreği hızlıca atıyordu. Onun sessizlik içinde başını önüne eğmesi Alper’in gergin olan sinirlerini kopma noktasına getirmişti. Daha fazla dayanamayarak kardeşinin yakalarına yapıştı ve onu bir çuval gibi silkelemeye başladı. Abisinin canının yanacağını bilse de bir an önce söylemesi gerektiğini biliyor ama sözler bir türlü dilinden dökülmüyordu.
“Konuşsana be adam, nerede Özüm?" diyerek haykırdı.
“Onlar…" dedi Hakan, gözlerini tekrar kaçırdı abisinden.
“Evet onlar," diyerek karşılık verdi adam, sabrının son demlerinde olduğunu gözleriyle Hakan’a iyiden iyiye hissettiriyordu.
“Gitmişler Alper." Daha fazla ona da kendisine de eziyet etmenin bir faydasının olmadığını biliyordu.
Gözleri fal taşı gibi açılan Alper “Ne demek gittiler lan! Nereye gittiler? Onlar giderlerken sen neciydin? Seni ne demeye başlarına diktim ben oraya?"
Kardeşinin yüzüne sert bir yumruk indirdi. Yumruğun etkisiyle kardeşi yere yığıldı. Karşılık vermiyordu belki ama onun sinirleri de artık gerilmeye başlamıştı. Tamam suçluydu belki ama tek suçlu da kendisi miydi? Tabi ki değildi, lakin karşısında kendisine hesap soran abisinin bunu idrak edecek ruh hali şu an için hiç yoktu.
“Alper." dedi keskin bir tonda, “Hande galiba içeceklerimize bir şeyler karıştırmış. Güya eğitimleri için bir seminere gitmek zorundalarmış. Yurt dışına gitmeleri gerektiğini söylemişler Cem’e, o da izin vermiş.”
“Nasıl lan? Nasıl izin verdin? Ne demeye uyuya kaldın? Bunların tek sorumlusu sensin Hakan.”
“Ha yani tek suçlu ben miyim? Yeter Alper, bıktım senin yapıp edip de sonra tüm yükü kendin dışında herkese yüklemenden. Yeter anladın mı? Bana hesap soracağına dön de bir kendine bak. O kız neden gitti? O kız kimden kaçtı? Nişanlısından mı yoksa peşinde dolanıp duran senden mi? Zorbasın Alper, istediğini tatlı dille gönül almaya çalışarak yapmaktansa hep bir zorlama, hep bir emrivaki ile elde etmeye çalışıyorsun. Bırak kız bir nefes alsın. İzin ver aklını da yüreğini de bir dinlesin, yoksa bu böyle devam edecek. Sen kovalayacaksın o kaçacak, biraz olsun ona nefes alma alanı bırak.”
Alper duydukları karşısında ilk defa afallamıştı. Suçluydu, biliyordu. Karşısındaki kardeşi de sonuna kadar haklıydı ama işte…
İşte o nasıl söz geçirecekti ki yüreğine? Gözleri ona değmeden nasıl renklenecek, yüreği o olmadan nasıl atacak, nefes almayı onsuz nasıl becerecekti ki? O, Özüm’ün nerede olduğunu bildiği halde bile fotoğrafları, hayalleri, anılarıyla güç bela ayakta durmayı başarmıştı. Şimdi nerede olduğunu bilmeden, kendisinden kaçtığını bilerek nasıl hiçbir şey yapmadan sadece öylece onu bekleyecekti. Başını önüne eğdi ve beyninin verdiği komut ile birlikte kendisini çekmekte aciz kalan dizlerinin üzerine çöktü.
Gözlerindeki acıyı gören kardeşi sözlerinin ağır olduğunun farkındaydı ama artık Alper’in bir yerde durması gerektiğini ve yüzleşme vaktinin geldiğini hissediyordu. Her yaptığı işte yanında, her adımında destekçisi olabilirdi ama bu her hareketi ve davranışını onayladığını göstermiyordu.
Hakan, başı önüne düşmüş çaresizce dizleri üzerine çökmüş abisinin yanına gelerek onun omzuna dokundu ve “İzin ver abi, ona biraz zaman ver." dedi.
“Yapamam Hakan, onun benden vazgeçme ihtimalinin olduğu tek bir nefeslik vakti bile ona veremem. Benden vazgeçmesine seyirci kalamam. Bunu isteme benden? Bu defa olmaz." Bir hışımla düştüğü yerden kalktı. Gözlerinde hissettiği yaşı elinin tersi ile silerken Hakan az önceki tüm konuşmalarının aslında boşuna olduğunu bir kez daha anladı.
“Yanlışsa benim yanlışım Hakan, bu defa onu asla yalnız bırakmayacağım. İstediği kadar benden kaçsın, iğnenin deliğine de girse onu bulup beni unutmasına engel olacağım. Vazgeçmemesi için elimden ne gelirse yapacağım. Gerekirse zamanı geri saracağım onun için anladın mı beni!”
“Sen çıldırmışsın.” Hayretle ona bakıyordu.
“Çıldırmadım Hakan. Sadece bildiğim, hissettiğim ve delicesine yürekten inandığım tek şeye sığınıyor ve onu kaybetmemek için sıkıca ona tutunuyorum.”
“Tutunduğun tek şey ne Alper?”
“Beni hala sevdiğini biliyorum Hakan, Özüm hala bana âşık. Beni affetmesi zaman alacak, yalnızca zaman alacak ve ben o zaman içinde onun hep yanında olacağım. Benden vazgeçmesine seyirci kalamam. Anladın mı beni? Bizim için var olan tek şansı da ellerim ile yok edemem." Hakan’ın şaşkın bakışları arasında arabanın koltuğuna oturdu. Sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdığında “Gelmiyor musun?" dedi güneş gözlüklerini takarken.
“Nereye?" Kaşlarını çatarak ona döndüğünde neler olup bittiğini kavramaya çalışıyordu Hakan. Bu deli herifin aklından yine ne geçiyordu acaba?
“Sevdamı ömrüme, kaderime katık etmeye."
“Of Hakan ya, akşama kadar seni bekleyemem, ya bin şu arabaya ya da gidiyorum ben.”
“Dur dur tamam, geliyorum. Sanki başka bir seçimim varmış gibi soruyor bir de… Fesupanallah!" Hakan aceleyle arabaya yöneldi, neme lazım bırakırdı bu deli onu oracıkta.
Kardeşi koşar adım arabaya bindikten sonra gaza bastığında ise aklında yapacaklarını bir bir sıralıyordu.
Yüreğinde ise tek bir isim vardı, Özüm… Canının özüne asla yalnızlığı yaşatmayacak, sevgisinin sıcaklığını sonuna kadar iliklerine kadar hissettirecekti. Hakan’a da dediği gibi; gerekirse o zaman geriye sarılacak ve yüreğinin sesini Özüm’ün kalbinin en derinine kadar tüm gücüyle her şeyini vererek, her yolu deneyerek tekrar duyuracaktı. Hem de hiçbir fedakârlıktan kaçmayarak, çünkü Özüm her şeye değerdi ve Özüm Alper için her şeydi…
***
Vazgeçmek… Pes etmek… Özüm’ün bir haftadır yaşadıklarının vermiş olduğu yorgunlukla hissettiği şeylerdi.
Günlerdir sessiz sedasız konuşmadan oturuyor yaşadıklarını ölçüp tartıyordu. Neydi bu kadar içinden çıkılamayacak durum? Neden bu kadar kendisini çaresiz hissediyordu? Hayatı için karar vermek hiç bu kadar zor olmamıştı?
Tam bir hafta önce can dostuyla kaçarcasına bir yola çıkmıştı. Nereye gittiğini bilmeden ona güvenerek nefes almak, sadece uzaklaşmak istemişti. Hande amacına ulaşsa da Özüm’ün son zamanlardaki bu hali git gide onu korkutmaya başlamıştı. Onu o cendereden bir an önce kurtarmak istemiş ve aceleyle bir plan yapmıştı.
Karar verebilmesi için onu herkesten ve her şeyden uzaklaştırıp, kimsenin tahmin etmeyeceği bir yere kaçırmıştı. Alper ve Hakan ile Özüm’ün yanına gitmek için yola çıkmadan hemen önce Karasu’dan bir yazlık kiralamıştı. Arkadaşının ailesini de Alper’in öğreneceği gibi bilgilendirdikten sonra sıra ile aklındakileri uygulamış ve arkadaşını o kargaşadan kurtarmayı nihayet başarmıştı. En azından o öyle düşünüyordu?
Özüm’ün gözlerinde gördüğü o pes etmişliği yıllar önce Alper’in onu terk ettiğinde bile görmemişti. Şimdi onun bu hali canını sıkıyordu. Her gününü yazlığın bahçesindeki salıncakta oturup denizi seyrederek geçiriyordu. Gecesi gündüzü birbirine karışmış gibiydi.
Gündüz deniz, gece yıldızlar vardı hayatında, Hande’nin soruları havada asılı bir halde cevapsız kalıyor, neşelendirme çabaları hepten boşa çıkıyordu. Farklı bir ruh hali içindeydi Özüm, var gibiyken aslında yoktu.
Gözleri açıkken adeta uyur gibiydi. Hande onun bu haline daha fazla dayanamayarak dizlerini karnına çekmiş ve başını dizlerinin üzerine yerleştirmiş arkadaşının karşısına ellerini beline koyarak kavga etmeye hazırlanırcasına korkusuzca geçti. Manzarasının önüne öfke dolu bakışlara sahip arkadaşının geçmesi genç kızın kaşlarını huzursuzca çatmasına sebep oldu.
“Ne var? Ne oldu?” bakışları ile ona bakan Özüm’ün dilinden tek bir kelime dökülmezken önünden çekilmesini ima eden gözlerine pek de aldırış etmiyordu. Derin bir nefes alıp veren Özüm ayaklarını salıncaktan sarkıtıp ayaklarına terliklerini geçirdi ve kalkmak için ayaklandı. Onun bu umursamaz hali daha da sinirlenmesine sebep oldu. Özüm bir adım atmıştı ki kolu sertçe tutulup kendisine bakılması için çekildi. Gözlerini kısarak “Ne istiyorsun Hande?" dedi bıkkınlıkla çıkan sesiyle.
“Ne mi istiyorum? Sence Özüm Hanım ne istiyor olabilirim?” Dalga geçer gibiydi her bir kelimesi.
“Keyfimi kaçırıp karşıma geçerek hesap soran sensin, ne bileyim ne istediğini? Müneccim miyim ben? Söyle ne derdin varsa uğraştırma beni.”
Onun bu karşılığı Hande’nin sinirleri bozan bir kahkaha atmasına sebep oldu. Özüm’ün tuttuğu kolunu sertçe ona doğru savurdu.
“Sen buna keyif mi diyorsun? Utanmasan depresyona gireceksin. Bir de ne istiyorsun diye bana soruyorsun öyle mi? Peki o zaman sana ne istediğimi söyleyeyim." dedi kollarını göğsünün altında birleştirdi.
“Arkadaşımı geri istiyorum duydun mu beni depresyon kraliçesi? Her nereye gömdüysen çıkar onu o ölü toprağının altından çünkü artık bu vazgeçmiş gözlere sahip Özüm’e daha fazla tahammül edemeyeceğim." dedi sertçe.
Tahammülsüzlüğü gözlerinden açık bir kitap gibi okunuyordu. Gücü yoktu Özüm’ün arkadaşı ile mücadele etmeye.
Biliyordu, farkındaydı, haklıydı ama ne diyeceğini içindeki ruh halini ona nasıl anlatacağını bilmiyordu. Gözlerini devirdi ve ona tek kelime etmeden içeriye gitmek için ölü adımlar ile yöneldi. Onun bu kaçışını fark eden arkadaşı “Hey hey!" diyerek çırpınışlarına eklediği haykırışlar içinde önüne geçti. Ellerini iki yanına açarak havaya kaldırdı. Geçit vermeyeceğini belli edercesine “Nereye gittiğini sanıyorsun sen? Konuşacağız artık. Bugün bu matem havası bitecek. Neyin yasını tutuyorsan sona erecek ve biz toprak altına gömdüğün o neşe dolu kızı elbirliği ile geri dirilteceğiz anladın mı beni?”
Özüm arkadaşının bu ısrarcı tavrına daha fazla dayanamadı ve gözlerinde günlerdir hapsettiği yaşları içini boşaltırcasına serbest bıraktı.
“Bunu bana neden yapıyorsun Hande? Görmüyor musun halimi, baksana ne haldeyim?" dedi ellerini iki yanına açarak kendisini gösterdi.
“Öldüm ben, sende söyledin o masum, küçük kız öldü. Toprak altına gömüldü sen de gördün. Ayakta duracak halim bile kalmadı. Alper, Cem, ailem, çevrem, hayatım, yaşadıklarım ağır geliyor artık bana anlamıyor musun? Varlığımın şu dünyada bir anlamı olduğunu bile düşünmüyorum. Sanki olmasam herkes daha da mutlu olur gibi geliyor. Günlerdir düşünüyorum. Neydim? Ne oldum? Yalandan nefret eden ben attığım her adımda yalan söyler oldum. Kendimden nefret eder hale geldim. Sevdiğim dediğim adam tarafından yıllar önce ne için terk edildiğimi öğrendiğimde dünya başıma yıkıldı. Tamam diyorum bırak unut onu, kalbini at çöpe mantığını kullan diyerek yeni bir hayat istiyorum. Anlam veremediğim bir anlayış ve olgunluk gösteren nişanlandığım adama bin tane yalan söylüyorum. Söylesene benim konuşacak dermanım mı var? Karar vermek için geldim güya, neyin kararı Hande? Ne için karar vereceğim? Artık ondan bile emin değilim ben.”
“Yeter Özüm, bırak artık şu saçma sapan düşünceleri." Nefesleri boğuklaşan başı önünde omuzları sarsılarak ağlayan arkadaşının yanına giderek onu kollarından tutup silkelemeye başladı. Gözleri bakışlarını bulduğunda canının acıyacağını bildiği halde konuşmayı sürdürdü.
“Söylesene bir tek sen mi acı çekiyorsun şu hayatta? Bir tek senin mi derdin var? Şu yaptığın sadece şımarıklık başka hiçbir şey değil.”
“Sen ne diyorsun Hande? Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" Gözyaşları arasında inanamaz gözler ile ona baktı. Hayal kırıklığı yüreğinde ansızın canlanıvermişti.
“Evet." dedi genç kız kendinden emin bir şekilde “Gerçekten böyle düşünüyorum. Sen şımarık küçük bir çocuksun Özüm. Bak bir çevrene dünya senin acıların var diye dönmeyi bırakmıyor. Senin acının acı olarak kabul edilmediği bir dünyada yaşıyoruz biz. Senin yaşadıkların, tamam kabul ediyorum kolay değil ama bu kadar büyük de değil be Özüm. Hayat içindeki varlığını sorgulayacak kadar değil. Ailesini kaybedip kimsesiz kalan insanlar var biliyor musun? Sevdiğim dediği insanı toprak altına gönderip asla geri gelmeyeceğini bilerek sevmeye devam eden insanlar var. Sevdiği insanı günlerce hastane odalarında, yoğun bakım kapılarında bekleyen yürekler var. Anne kokusunu koklayamadan annesini göremeden yıllarca nefes almaya devam eden insanlar var. Ve daha niceleri…” dedi arkadaşını kendine getirmekti niyeti. Onun yüz ifadesinden hissettikleri ile durmadan devam etti.
“Sen şimdi benim karşıma geçmiş sevdiğim adam beni bu yüzden terk etmiş, nişanlıyım ama yalan söyledim mi diyorsun. Kusura bakma ama yeter, evet üzüntünü anlıyorum yanındayım ama yeter daha fazla senin bu halini görmeye tahammül edemiyorum. Affedemiyor musun Alper’i tamam affetme, istemiyor musun Cem’i tamam at yüzüğü, ama dön bir kendi hayatına bak. Sebepsiz yere acınacak hale düşüyorsun. Benden bu kadar Özüm ya kendini adam gibi toparla ya da bu gece geri dönüyoruz. İyileşmek istemeyen, tedaviyi kabul etmeyen bir hastaya en iyi doktorun bile yapacak hiç bir şeyi yoktur. Bu doktor en iyi ve tek dostun ben olsam bile…" dedi ve Özüm’e sırtını dönerek içeriye doğru yöneldi.
Biraz fazla ağırdı sözleri ama silkeleyip arkadaşını kendisine getirmesi gerekiyordu. Dost dediğin pohpohlamalar ile göz boyamaz acıyı acıtacağını bile bile söyleyendi.
Hande ise zehir zemberek bir arkadaştı. Söz konusu hayat ise onun söyleyecek sözü bitmezdi. Hele ki elindeki yaşamın, aldığı nefesin kıymetini bilmeyen memnuniyetsiz bir insan varsa karşısında.
Susmazdı bu konuda, şükür etmeyi kendisine yol etmeyen insanların mutlu olamayacağına inanan bir yüreğe uzun yıllar önce sahip olmuştu.
Şerrin hayra giden yolda bir sınav, aydınlığa çıkan yerde son karanlık olduğunu yüreğine nakış gibi işleyen bir ruh güzelliğine sahipti. İşte bu yüzden arkadaşının artık silkelenme vakti çoktan gelmişti. İçeriye girmek üzereyken titrek bir nefese sahip “Gitme." diyen ses Özüm’den başkasına ait değildi.
Hande geriye dönüp bakma gereği duymadan “Neden?" dedi tek kelime, tok bir sesle. Birkaç adımda arkadaşının yanına gitti. Omzuna dokunarak Özüm ona varlığını hissettirdi.
“Çünkü bu ölü toprağını üzerimden tek başıma atamam. Eski Özüm’ü bana hatırlatmana ihtiyacım var Hande. Sen olmadan ben bunu başaramam.”
Hande duydukları karşısında başarmış olmanın mutluluğuyla derin bir nefes alıp verdi. Arkadaşına dönerek sımsıkı sarıldı ona. Şimdi iki dost birbirlerine sımsıkı sarılmış ve eski hayatlarına geri dönebilmenin inancı ile gözyaşları sel olurken acılarını dindirmeye çalışıyorlardı. Hayat herkese güzel dostları nasip etmezdi. Kimine etse de kör olan insanoğlu bunları görmezden gelirdi. Hayatta varlığına şükür ettiğimiz insanlara dost derdi yüreklerimiz. Özüm de Hande de birbirlerinin dost namına şükür sebepleriydiler. Hayatın kader nezdinde en büyük kıyağı birbirlerine sahip olmalarıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |