10. Bölüm

9.

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

9.BÖLÜM(ÇÖZÜLME)

 

“İmkânsızım değil hayata dair en büyük imkânımsın sen benim.

 

Sensiz geçirdiğim her bir gün için daha bir fazla,

 

daha bir ayrı, daha bir özenli seviyorum ben seni.

 

Ne çok seviliyorsun tarafımdan bir bilsen.

 

Bilmiyorsun ama…

 

Bilmek istemiyorsun.”

 

Güneş gökyüzünde yükselirken Özüm uykunun derinliklerinde kaybolup gidiyordu. Ta ki üzerine atlayış yapan bir adet Hande’nin ağır varlığını bedeninin üzerinde hissedene kadar. Özüm acı dolu bir inlemeyle feryat ederek gözlerini ovuşturarak açmaya çalıştı. Hande’nin heyecanlı ve bir o kadar pür neşe halini görünce küçük bir şaşkınlık yaşadı.

 

Allah’ım bu kız sabah sabah nereden buluyor bitip tükenmek bilmeyen bu enerjiyi diye içten içe yakınırken, gözleri tepesine çıkmış ve kendisinin vereceği tepkiyi bekleyen kızı buldu. Özüm inatla sesini çıkarmadı ve gözlerini kapatarak onun sayesinde yarım yamalak kalmış uykusuna devam etmeye çalıştı. Yapmış olduğu bu hareketi tepesindeki sabırsız kızı iyice ecirden sabırdan düşürdü.

 

“Kızım kalksana ya küp gibi uyuyorsun zaten günlerdir." Başının altındaki yastığı sertçe çekti.

 

“Of Hande ne istiyorsun güzelim uykumdan saat daha sabahın sekizi ya bırak biraz daha uyuyayım." Sesi şimdi yalvarırcasına çıkıyordu.

 

“Hayır olmaz." diyerek elinden tutup çekiştirmeye başladı. “Sen geçen bir haftada yeteri kadar uyuyup dinlendin bugün benimlesin ve ben ne dersem o olacak." Heyecanla küçük bir çocuk gibi tepesinde tepiniyordu.

 

“Sen bana acaba sabrı öğrenmem için mi gönderildin? Bu nedir arkadaş? Uykuda bile bir rahat yok.”

 

“Amma konuştun be kızım şu çenene verdiğin enerjinin binde birini giyinmek için harcasan çoktan yola çıkmıştık bile.”

 

“Nereye gidiyoruz?" Bir anda korku ile yerinden kalkarak doğruldu. Onun bu hareketi Hande’yi gülme krizine soktu. Derin soluk alıp vermeler ile karnını tutarak biraz sakinleşmeye çalıştı.

 

“Korkma be kızım sana muhteşem bir yerde, bol bol çay içeceğimiz bir kahvaltı ısmarlayacağım. Hem de…" dedi sözünü yarıda keserek arkadaşının heyecanını arttırmak istedi.

 

“Hem de ne?" Az önceki panik havasının yerini rahatlama almış bir halde saçlarını karıştırıyordu.

 

“Eee orası da sürpriz olsun." diyerek koşarak odadan çıktı. Onun bu sürprizli hallerinin ardından hep bir şey çıkıyordu. En olmadık yerlerde en olmadık şeyleri sayesinde yaşıyordu.

 

“Hande." diye haykırdı arkasından “Bak sevmeyeceğim bir şey ile karşı karşıya getirme sakın beni.” Dese de onu duyacak bir insan evladı kalmamıştı karşısında.

 

“Of!" diye inlediğinde yatağındaki yastığı kapıya doğru fırlattı. Sinirini alamayan Özüm rahatlamak için önce banyoya yöneldi. Ilık bir duş uykusuna da gerilen sinirlerine de kesinlikle iyi gelecekti.

 

***

 

“Sürpriz dediğin bu muydu yani?" dedi etrafını ilgisizce süzerken.

 

“Ne o? Beğenmediniz galiba burayı küçük hanım." Arkadaşının gözlerinden memnuniyetsiz pırıltıları gördükçe sinirlenmeye başlamıştı. Hande onun biraz olsun rahatlaması için Karasu’ya yakın olan Acarlar Longozuna getirmişti. Sessizlik hüküm sürerken, müptelası olduğu çayı kahvaltının yanında içmenin hazzını yaşayamadan karşısındaki kızın bu hoşnutsuz tavırları keyfinin kaçmasına sebep oldu.

 

“Yani ne bileyim, sen sürpriz falan deyince." Yüzünü buruşturarak beğenmediğini belli edercesine bir hareket içinde girdi. Hande ellerini göğsünün altında birleştirip başını ansızın büyüleyici manzaraya çevirdi. Dokunsan ağlayacak duruma gelmiş gözleri çoktan ışıl ışıl parlamaya başlamıştı. Özüm yüzüne sinsi bir ifade yapıştırdı, daha fazla onun bu haline dayanamadı ve kahkaha atmaya başladı.

 

“Ya sen ne kadar da hassas oldun böyle, şu haline bir bak." dedi gülmeye devam ederken. Hande bir hışımla ona döndü ve kaşlarını çatarak neler olup bittiğini anlamaya çalıştı.

 

“Bakma bana öyle şaka da yapamıyoruz artık şuna bak biraz daha üzerine gelsem utanmadan hüngür hüngür ağlayacaksın." dedi durum tespiti yaparak.

 

“Sen bana şaka mı yapıyordun?" Her bir kelimenin üzerine bastırarak tane tane söyledi. Onun bu tehditvari sesine hiç aldırış etmeden omuzlarını silkerek önündeki serpme kahvaltıya yöneldi.

 

Hande “Ihh!" diyerek dişlerinin arasından bir tıslama sesi çıkartıp ellerini yumruk yaparak masaya sertçe vurdu. “Sen çok kötü bir kızsın Özüm SÖNMEZ." dedi sinirlendiğini belirtircesine.

 

“Yav he he canım he, hadi çayın soğuyor. Daha longozun ahşap platformlu yolda yürüyüş yaparken bana eşlik edeceksin." Gönlünü alırcasına ona göz kırptı.

 

Özüm’ün ağzından çıkan çay kelimesi ile aklı bir anda durdu. Gözleri fal taşı gibi açıldı ve bakışları dumanı üstünde çayına döndü. Fazla uzatmanın bir anlamı olmadığını anladığında hemen çayını eline aldı.

 

“Haklısın bunun hesabını sorma işini sonraya bırakalım mesela çayın olmadığı bir ortamda. Ölüyorum kızım açlıktan." diyerek önündeki kahvaltıya nefes almaksızın yumuldu.

 

***

 

Hande ve Özüm kahvaltılarını yapmalarının ardından suyun üzerinde yüzen ağaçları, gür bitki örtüsü ve kulaklarına dolan kuş sesleri ile yürüyüşlerine başlamışlardı. Longozun üzerinde yer alan ahşap platform üzerinde yürüyüş yaparken iki arkadaşta sessizdi. Bu huzur veren ortam bir nebze olsun ikisine de iyi gelmişti. Yüzlerinde tatlı bir tebessüm vardı. Longozun üzerindeki yürüyüş alanı çok fazla uzun olmadığı için kısa sürede geri dönüş yoluna geçtiler.

 

“Buranın havası biraz olsun sana iyi geldi mi? Rahatladın mı?" dedi Hande arkadaşına bakarak. Bir yandan yürüyüp bir yandan da sohbet ediyorlardı.

 

“Gerçekten teşekkür ederim. Bugün kendimi daha iyi hissediyorum. Sayende…" Ona doğru küçük bir bakış atıp tebessüm etti.

 

“Hadi o zaman bu anımızı ölümsüzleştirelim." dedi ve cebinden telefonunu çıkararak selfie çekmek için arkadaşını kolundan çekiştirdi. Onun bu ani hareketlerine gülmemek için kendisini zor tutan Özüm aklına gelen bir gerçek ile birden yerinde huzursuzca kıpırdandı.

 

“Sen telefonunu kapatmamış mıydın?" Yüreği bir anda korku dolarken yüzü endişeliydi.

 

“Aaaa Özüm deli etme beni saniyede değişen şu yüz ifadenden inan ki nefret ediyorum. Merak etme telefon uçak modunda herkes bizi yurt dışında biliyor. Hem o dengesizlerin bizi telefonun sinyalinden bulabilme ihtimalini göz ardı edecek kadar akılsız değilim. Malum adamların elinin nereye nasıl uzanacağı belli olmuyor." dedi onun içini rahatlatmak için.

 

Özüm derin bir “Oh!” çektikten sonra arkadaşının daha fazla keyfini kaçırmamak adına onunla hemen fotoğraf çektirdi.

 

“Dur bakayım nasıl çıkmışız?" diyerek Hande’nin elinden telefonu çekiştirdi. “ Of gözüm kapalı çıkmış ya bir daha çekinelim Hande." dedi. Yanı başındaki cıvıldayan kızdan ses soluk çıkmadığında bir an kaşlarını çatıp ona doğru döndü. “Kızım sana diyorum bu fotoğraf güzel çıkmamış bir daha çekinelim."

 

Özüm seslenmelerine ve sorularına cevap vermeyen Hande’nin suratının bembeyaz olduğunu ve hareketsiz bir halde adeta bir heykel havasında yerinde sabit bir şekilde durduğunu gördü.

 

“Hey Hande iyi misin sen?" dediğinde arkadaşının gözünün odaklandığı yere doğru başını çevirdi. İşte o an Özüm içinde bir an dünya dönmeyi bırakmış ve nefesi boğazında takılı kalmıştı.

 

Yürüyüş yolunun karşı istikametinden gelen ikili iki arkadaşında sertçe yutkunmalarına sebep oldu. Teklifsizce birbirine dönüp bakışları buluştuğunda ikisinde de tedirginlik hissedilir derecedeydi.

 

“Şimdi ne yapacağız?" diyen sözsüz bakışları birbirine yöneldi. Durmaksızın adım adım gelenler onların yüreklerine büyük bir korkuyu çoktan salmışlardı. Şimdi ne mi olacaktı? İşte bunu hiçbiri şu an için bilmiyordu?

 

***

 

Adım adım yaklaşıyorlardı. Özüm Hande’ye döndü “Bu işin arkasında da sen mi varsın yoksa Hande?" dedi tıslarcasına çıkan sesine şüpheci bakışları eklenmişti. Onun bu sözleri ile kocaman açılan gözler ile arkadaşına baktı.

 

“Yok artık Özüm o kadar da değil yani, seni kurtarayım derken kendimi niye yakayım. Ecelim Hakan’ın elinden olacakken o dengesizi ne demeye buraya çağırayım ben ya. Aşk olsun!" diyerek çirkefçe ona karşılık verdi.

 

“Eee o zaman sen söylemediysen nereden buldular bunlar bizi?” Dişlerinin arasından konuşurken alaycı bakışlar eşliğinde onların yanı başına gelmiş kişi Alper ve Hakan’dan başkası değildi.

 

Alper ne kadar alaycı ise Hakan da bir o kadar öfkeliydi. Dizginleyemediği bakışlarını zehirli birer ok gibi şimdi Hande’ye gönderirken genç kız Özüm’ün arkasına saklanıyor, adeta küçücük kalıp yok olmak adına büyük bir çaba sarf ediyordu. Onun bu hareketine Hakan “Seninle görüşeceğiz.” Der gibi bakarken, kıstığı gözleriyle birlikte başını aşağıya yukarıya doğru salladı.

 

Özüm ardına sinip kalmış arkadaşının kolundan tutup sanki onlar orada yokmuş gibi çekip gitmek istedi. Tam Alper’in yanından geçmeye yeltendiği o anda kolundan nazikçe tutulup genç adam tarafından kendisine doğru çekildi. Yandan bir gülüş atıp kulağına eğilerek nefesinin sıcaklığını hissettirdiğinin farkında olarak “Nereye gidersen git vazgeçmem Özüm." dedi onu etkileyen ses tonuyla.

 

Genç kız hasret kaldığı kokunun burnuna dolması ve tutmayan ayaklarının etkisiyle toparlanmakta güçlük çekiyordu. Onun bu halini anlayan Hande, Alper’in esaretinden arkadaşını sertçe kendisine doğru çekerek kurtardı.

 

“Siz nereden çıktınız be? Kaçış yok mu sizden? Her yerde istemediğimiz ot gibi burnumuzun dibinde bitiyorsunuz.”

 

“Ben sana göstereceğim o ot burnunun dibinde nasıl bitiyormuş." diye söylenip Hande’nin üzerine doğru Hakan yeltendiğinde Alper’in kolları bu defa kardeşini tutsak etti.

 

“Bırak beni abi ya günlerdir bu cadının yapmış olduğu planın iç yüzünü çözene kadar canımız çıktı." diyerek haykırdı. Etraftaki yürüyüş yapmaya gelen insanların kendilerine ayıplayan bakışlar ile bakmasına pek de aldırış etmiyorlardı.

 

“Oh olsun sana Hakan ayısı, bana çektirdiklerine say." dedi yüzünü buruşturarak.

 

“Ya bak hala konuşuyor. Hala susmuyor şu sivri dili. Bak kızım benim gibi nezaket abidesi şeker gibi çocuğu bile zehirli dilin ile ne hale getirdin? Aklım çıktı lan günlerdir.” Derken aslında kendisinden daha beter olan abisinin durumunu da anlatmaya çalışıyordu. Her ne kadar Alper Özüm’ü görür görmez sakinleşmiş ve rahatlamış olsa da Hakan’ın bu defa sakinleşmeye pek de niyeti yoktu.

 

“Siz bizi nasıl buldunuz ya?”

 

“Her şeyi düşünen o küçük beynin maalesef ki Cem’in arabasıyla hız yapmamayı akıl edememiş küçük hanım. Karasu’ya giriş yaparken hız limitini aşmışsın ve radara yakalanmışsın, artık nereye yetişeceksen. Bir daha o kadar hız yaptığını öğrenirsem, görürsem, duyarsam elinden alırım o ehliyeti haberin olsun" diye haykırdı.

 

Duydukları karşısında iyice sinirlenen ve gözleri irileşerek ona bakan Hande “Sen kim oluyorsun da bana karışıyorsun be? İstediğim gibi hız yaparım? İstediğim yere de giderim? Sana ne?" diyerek ona karşılık verdi. Hakan abisine birkaç saniye baktı ve ondan aldığı onay ile Hande’ye aniden döndü.

 

“Gel bakalım küçük hanım." dedi ve onun engel olamayacağı bir hızda omzuna attı. “Sana kim olduğumu bir öğreteyim. Malum unutmuşsun. Benim için büyük bir zevk olacak." dediği anda longozun ahşap platformlu yolundan çıkış yönüne doğru yöneldi.

 

Hande “Ya bıraksana beni dengesiz ayı, indir beni, Özüm kurtarsana beni kızım." diye haykırıyordu.

 

Özüm, “Hande." diyerek arkasından koşmaya yeltendiği anda arkasından sıkıca bedenine sarılan kollar aşina olduğu göğse sertçe çarpmasına sebep oldu. Bu ani ve zamansız yakınlaşma onun nefesinin kesilmesine sebep oldu.

 

Alper, bir eliyle boynuna, bir eliyle karnına doladığı kolları ile içine soluyordu günlerdir deli gibi özlediği yıllardır vazgeçemediği sevdiğinin kokusunu. Özlemişti. Kokusunu, sıcaklığını, bakışını, kaçışını, her şeyini soluksuzca özlemişti. İçine çekmek istiyordu. Onu alıp kimsenin görmediği kuytularında saklamak özgürce yaşamak istiyordu. Onun tam teslimiyetini, yüreğini özgür bırakmasını istiyordu. Savaşmayı bırakmasını aşkına izin vermesini istiyordu.

 

Özüm, bu sarılışın etkisiyle bir an titrerken gözünden dökülen tek bir damla yaşa engel olamadı. Bitmiyordu. Vazgeçemiyordu. Ama tüm hissettiklerine rağmen tek bir gerçeği vardı. Özüm Alper’i geçmişe dair affedemiyordu. Bu adamla ne yapacağını bilmiyordu. Genzini temizleyip onun kollarından çıkmak için uğraşırken “Bırak beni." dedi zorlukla çıkan sesiyle.

 

“Bırakmam." dedi adam gizli bir itirafta bulunur gibi.

 

“Bırak beni Alper." dedi sesi giderek sertleşiyordu.

 

“Bırakmam Özüm. Bırakamam. Günlerdir sana bir şey oldu diye canımdan can gitti. Her uzandığım dal elimde kaldı. Neye dokunsam paramparça oldu. Nefes alamadım Özüm. Beni ardında bırakıp gittiğinde boğuluyorum sandım. Yokluğuna tahammülüm yok artık. Yalvarırım artık anla beni."

 

Alper içini ona dökerken aslında genç kızın yıllardır kabuk bağlamayan yarasına tuz basmıştı. Gözleri hiddetle açıldı ve sertçe onu geriye doğru ittirirken “Demek seni her ardımda bıraktığımda boğuluyorsun öyle mi? Yıllardır senin yüzünden ben ne çektim Allah’ın belası, ne çektim? Ne suçum ne günahım vardı söylesene? Biliyor muydun sebepsiz gidişlerinin ardından yanan umut ışıklarımın bir bir söndürüldüğünü. Canımın yandığını, soluğumun acımasızca kesildiğini. Söylesene biliyor muydun?”

 

“Özüm, yüreğime batan dikenlerin en büyük sebebi pişmanlığım. Adı sen olan eksik bir yanım var şimdi. Yalvarırım daha fazla eksik bırakma beni.”

 

“İmkânsızı istiyorsun Alper.”

 

“İmkânsızım değil hayata dair en büyük imkânımsın sen benim. Sensiz geçirdiğim her bir gün için daha bir fazla, daha bir ayrı, daha bir özenli seviyorum ben seni. Ne çok seviliyorsun tarafımdan bir bilsen. Bilmiyorsun ama… Bilmek istemiyorsun.”

 

“Dilimin kelamının tükendiği gönül acımın keder sisi oldun sen Alper. Anlamıyorsun. Artık izin yok gözlerimden acımasızca eriyip gitmene. Geçit vermiyor yüreğim adının geçtiği hiçbir yere. Herkes yakışanı, kendine yakıştırdığını yaşar Alper. Sen bize ayrılığı kader diye biçtin. Bize yakıştırdığının en güzeli buydu senin nezdinde. Şimdi çekil önümden. Ne seni ne de seninle ilgili bir şeyi yanımda, yakınımda, çevremde ya da hayatımda görmek, duymak, bilmek istemiyorum. Duydun mu beni?" diyerek haykırdı ve onu göğsünden geriye doğru iki eliyle sertçe ittirerek çıkış yoluna doğru yöneldi. Tam arkasını dönüp gitmeye yeltendiği o anda Alper’in söylediği sözler bir an onu duraksatıp gözlerini kapatarak adamı dinlemesine sebep oldu.

 

“Nereye gidersen git peşindeyim Özüm. Yediğin yemekte, içtiğin suda, baktığın tek bir bakışın odak noktasında hep ben olacağım. Ömür boyu sana yaptığım haksızlığın zehirli vicdan prangasını boynumda taşıyacağım. Sana geçmiş için artık affet demiyorum. Ama geleceğimiz için bana bir fırsat ver. Yalvarırım bunu bana, bize hak gör. İkinci şansı hak eden bir aşkımız var bizim. Ben hak etmesem de aşkımız bunu hak ediyor." dedi acı dolu yalvaran bir sesle.

 

Özüm hızla atan kalbini sakinleştirmek adına elini kalbinin üzerine koydu. Ona dönerse, geriye dönüp bakarsa… Hayır, diye haykırdı aklı kalbine yapma, geri dönme dedi içten içe mantığı. Gitmek için bir adım atmak üzereydi ki Alper’in içleri yakan “Özüm, canımın özü, lütfen, aşkımız için…" dedi titreyen sesiyle.

 

Özüm önüne eğdiği başını yukarıya kaldırdı. Geriye dönüp bir baksa elini uzatsa tutacağından emindi ama yine bırakmayacağının garantisini kimse ona veremezdi. Yıllar önce de âşık değil miydi? Yıllar önce de delicesine sevip kıskanmıyor muydu? Ah! Diye inledi yüreği, gözlerini geçmişe daldırdığı anda acı dolu hatıralar istila etti zihnini acımasızca.

 

“Artık çok geç Alper." dedi ve gözleri yaşlı koşarcasına ardında bıraktığı adamı düşünmeden gitti.

 

Alper elleri bomboş, yüreği acılar içinde kıvranırken dilinden dökülen cümleler “Vazgeçmeyeceğim Özüm, beni sevdiğini biliyorum. Hiçbir sözün senden vazgeçiremeyecek beni. Sözlerine değil aşk ile bakan gözlerine inanıyorum ben. Sözüne değil özünde taşıdığın yüreğine inanıyorum." dedi ve adım adım sevdiği kızın kaçarcasına gittiği yoldan şimdi o yavaşça gidiyordu. Biliyordu sevdiği kızın gideceği yeri, biliyordu, o da onun gittiği yerde ve yönde nefes almaya gidiyordu.

 

***

 

Gecenin karanlığına inat parlayan yıldızlara gözlerini dikmişti. Bahçede üzerine örttüğü battaniyeye sımsıkı sarılırken salıncakta oturuyordu. Bacaklarını karnına çekmiş başını dizlerinin üzerine yerleştirmişti. Canı yanıyordu Özüm’ün. Alper’i yine ve yeniden zamansız karşısında görmek direncinin giderek kırılmasına sebep olmuştu.

 

Korkuyordu Özüm, affetmekten, ona tekrar kapılıp hata yapmaktan, delicesine ona akıp gitmekten korkuyordu. Gözlerini kapatırken bir damla yaş gecenin karanlığında yanaklarından aşağıya doğru ışıldayarak akıp gitti. İkinci damla akmaya hazırlandığı sırada Hande’nin boğazını temizleyerek konuşmaya geldiğini hissetti.

 

Varlığını hissettiren genç kız “Şey Özüm…" dedi ne diyeceğini bilemez halde önünde birleştiği ellerini parmakları ile oynuyordu.

 

Alper ve Hakan’ın çıkıp gelmesi canını sıksa da asıl üzüldüğü mevzu Özüm’ün yine yerle yaksan olmasıydı. Ne iyileşebiliyor ne affedebiliyor ne de yoluna bakabiliyordu. Bir çıkmazda debelenip dururken arkadaşına yardım edememek daha da çaresiz hissetmesine sebep oluyordu. Hande’nin sesini duyduğu an gözündeki yaşı elinin tersi ile silip başını onun göremeyeceği yöne doğru çevirdi.

 

“Şimdi değil Hande, gerçekten ne konuşacak gücüm ne de anlatacak dermanım var. Ne olur sonra konuşalım.”

 

“Anlıyorum canım ama bilmen gereken bir şey var." dediğinde sesinin tedirgin çıkmasına engel olamadı. Bunu nasıl söyleyecekti bilmiyordu ama bir an önce de söylemeliydi. Hande’nin sesindeki tınıda bir sorun olduğunu hisseden Özüm kaşlarını çatarak kızarmış gözlerine aldırmadan ona döndü.

 

Söyle, diyen bakışlarının altındaki sorgulamayı hisseden Hande bir an önce söylemeye karar verdi. Sonuçta ecelin ölüme faydası yoktu değil mi?

 

Derin bir nefes alıp verdi ve tek solukta “ Alper saatlerdir kapının önünde seni bekliyor." dedi. Söylediği an üzerinden ağır bir yük kalktığını hissederek “Oh be!" dedi.

 

“Ne?” Birden ağzından firar eden şaşkınlık nidaları ile ansızın oturduğu yerde doğruldu.

 

“İnan ki gitmesini söyledim ama senin iyi olduğunu görmeden gitmeyeceğini söyledi.”

 

“Tekrar gitmesini söyle onunla konuşacak hiçbir şeyim yok benim.”

 

Hande “İstersen al karşına adam gibi bir konuş. Sakince, kavga etmeden, birbirinizin damarına basmadan olmaz mı?" dedi onu ikna etme çabası içindeydi. Çünkü bu iş giderek çığırından çıkmaya başlamıştı. Ve adam akıllı oturup sakince konuşularak çözülmeliydi. En azından artık Hande bu şekilde düşünüyordu.

 

“Ne konuşmasından bahsediyorsun Hande? Ben onunla daha kaç defa konuşacağım söylesene? Adam ne laftan ne de sözden anlıyor? Benim onunla konuşacak hiçbir şeyim kalmadı. Bir an önce gitsin buradan. Onun yüzünü dahi görmek istemiyorum." dedi bakışlarını boş bir halde ileriye doğru odakladı. Onun olduğu her yere geldiğini, onu beklediğini bilmek artık istemiyordu. Gücü giderek tükeniyordu. Gitsin ve yakınında olmasın istiyordu.

 

Hande “Özüm." dedi itiraz edercesine “Yapma ne olur?”

 

“Hande lütfen beni anla ve gönder onu buradan, nefes aldığı yerde daha fazla durmak inan ki istemiyorum.”

 

“Of! Tamam." dedi bıkkın çıkan sesiyle birlikte ağır adımlar ile ne yapacağını bilmez bir halde içeriye yöneldi.

 

“Git Alper, yalvarırım git. Tüketme beni. Daha fazlasına inan ki gücüm yok." dedi bir fısıltı halinde yalnızca kendisinin duyacağı şekilde konuşurken başını dizlerinin üzerine tekrardan yerleştirdi.

 

***

 

Saatler saatleri kovalamıştı. Özüm gecenin ilerleyen saatlerine ve günün stres ve yorgunluğuna daha fazla dayanamadı. Gözleri uykuya yenik düşmüş ve sarındığı battaniye ile bahçede salıncakta uyuya kalmıştı.

 

Kulağında duyduğu gürültü ile bir anda yerinde korkudan irkilerek uyandı. Gözlerini korku ile açtı. Nerede olduğunu anladığı an derin bir nefes alıp verdi. Tutulan bedenini doğrultmaya çalıştı. Sızılar ve ağrılar eşliğinde yavaşça uyuya kaldığı yerden kalktı.

 

Gökyüzünden bardaktan boşanırcasına yağmaya başlamış yağmurun eşliğinde yerle göğü birbirine geçirecek güçte ve gürültüde gürleyen ve çakan şimşek bir an ağzından korku dolu nidaların yükselmesine sebep oldu. Elini göğsüne götürüp heyecan ile atan kalbini sakinleştirmeye çalıştı. Uyuya kaldığı salıncağın tepesindeki korumalığa şükür ederken ıslanmamak adına üzerindeki battaniyeyi başına örttü ve koşarcasına içeriye doğru yöneldi.

 

Yazlıktan içeriye girdiğinde göğün yarılırcasına yağmuru bıraktığına hayretler içinde şahit oluyordu. Geldikleri günden bu yana ilk defa Karasu’da yağan yağmura şahit oluyordu. Ömründe ilk defa bu kadar şiddetli bir yağışa tanıklık ediyordu. Elindeki battaniyeyi koltuğun üzerine attı ve Hande’nin neden kendisini çağırmadığını düşündü. Sonra aklına gelen bir gerçek ile bir anda yüzü allak bullak oldu.

 

Hande en son geldiğinde Alper için net ve kesin kararını söylemiş ve onu göndermesini istemişti. Hande büyük ihtimalle tekrar bir fırça yemek istemediği için gelmemişti yanına. Tam yatak odasına gitmek için merdivenlere yöneldiğinde aklında tekrar eden bir ihtimal onun adımını donuklaştırıp hareketsiz kalmasına sebep oldu.

 

“Yok artık canım bu kadar saat beklemiş olamaz. Hem Hande konuştuysa çoktan gitmiş olmalı." dedi kendi kendisiyle konuşur gibiydi. Her ne kadar odasına gitmek için ileriye doğru bir adım daha atsa da içindeki meraka yenik düştü.

 

Titrek adımlar ile bu defa evin girişini gören kapının yanındaki cama yöneldi. Perdeyi korkak yüreğine ve titremeye başlayan ellerine rağmen usulca açtı. Gözleri inanamaz gibi bakarken gördüklerinin gerçek olduğunu anlamak adına tekrar tekrar kırpıştırdı.

 

“Hadi canım, bu kadar saat beklemiş mi?" dedi hayretler içindeydi yüreği de gözleri de…

 

Gün sabaha dönmeye hazırlanıyor ve zaman güneşin doğuşuna az bir vakit kalayı gösteriyordu. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken, o yağmurun altında sırılsıklam olmuş Alper gözünü kırpmadan elleri ceplerinde şimdi ona bakıyordu. Gözlerinin buluştuğu an endişeli bir halde ansızın elindeki perdeyi sertçe kapattı. Yakalanmış olmanın vermiş olduğu yürek çarpıntısı ile ayakta durmakta güçlük çekiyordu.

 

“Hayır ya hayır, git artık buradan git." Sanki duyacakmış gibi.

 

Perdeyi tekrar açtı varlığını tescil etmek için. İşte oradaydı ömrü hayatında tek sevdiğim dediği adam, yüreğim dediği o canda yaşayan yegâne insan orada yağmur altında ıslanırken hala ona bakıyor, gözlerindeki aşkı görüp inanması için ona yalvarıyordu.

 

“Git." Özüm dudaklarını okumasını istiyordu.

 

“Gitmem." dedi Alper onun dudaklarından dökülen kelimeleri anladığını belirtircesine.

 

“Vazgeç." dedi Özüm.

 

“Asla Vazgeçmem”. Dedi Alper tane tane konuşurken başını sağa sola olumsuz anlamda sallıyor, dudaklarından dökülen her bir kelimenin anlamını yüreğinden hissettirircesine konuşuyordu. Onun bu son hareketi bardağı taşıran son damla olmuştu.

 

Özüm “Yeter." diye haykırdı ansızın ve kapıyı sertçe açarak ona doğru koşmaya başladı. Ne yağmur ne gök gürültüsü nede başka bir şey umurunda değildi artık. Bitsin istiyordu bu mücadele artık. Bitsin.

 

***

 

Koşarak geldiği adamın tam dibine geldiği an durdu ve onun gözlerinin içine hiddet ile korkusuzca baktı.

 

“Ne istiyorsun Allah’ın belası, git dedim sana, kaç defa vazgeç dedim. Anlamıyor musun?” Ellerini göğsüne yaslayarak onu geriye doğru ittirdi. Alper bu öfkeyi sakin karşıladı ve onun kendisini geriye doğru itelemesine izin verdi. Şimdilik.

 

“Ne istediğimi biliyorsun Özüm." Onun gözlerindeki imayı anlayan Özüm daha da öfkelendi.

 

“Yeter be adam yeter. İstemiyorum diyorum bunun nesini anlamıyorsun. Çık git hayatımdan, ömrüm de geleceğimde sana yer yok alsın artık bu kalın kafan. Anlamıyorsun, inatla anlamak istemiyorsun. Senin her bir hareketin, her bir sözün hüzün seferleri düzenletiyor geçmişime. Her bir anda gözyaşı, her bir sayfada keder var varlığının esamesinin okunduğu her solukta. Yeter Alper defol git buradan." dedi gitmesi gerektiği yönü eliyle gösterdi.

 

İşte o an… Özüm ne olduğunu anlayamadan kolundan sertçe tutulup adama doğru çekilirken gücünün yetmediği için kendisine lanetler okudu. Anlayamadığı bir hızda teninde hissettiği sıcaklık onu afallattı ve dudaklarındaki sahiplenici tutku dolu dokunuşlar ruhunu derinden sarsmaya başladı.

 

Kurtulmak için çabalarken Alper bırakmıyor hükmedercesine dudaklarını esir alıyor karşılık almak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Özüm sarındığı tüm zırhın yavaş yavaş kendisini bıraktığını hissettiği an kendisinde toparladığı bir güç ile onu sertçe geriye doğru ittirdi.

 

Alper’in onu sert tutuşu ve kolları arasından bırakmaması ile birlikte sertçe geriye doğru ikisi de düştü. Bu ani düşüş ile dudaklarının esaretinden olsun kurtulmayı başaran Özüm adamın üzerinde debeleniyor “Bırak beni hayvan herif." diye haykırıyordu.

 

“Bırakmam Özüm." dedi itiraf eder gibiydi. “Ne olursa olsun bir daha asla seni bırakmayacağım. Sen bana böyle baktıkça, sen beni böyle soludukça, sen beni böyle sevip yüreğinde bana olan aşkını yaşattıkça asla senden vazgeçmeyeceğim.”

 

Özüm bir türlü kabul etmediği, kulakları ile duyduğu gerçekler ile bir anda allak bullak oldu. Kaçmalıydı ve bu adamın esaretinden bir an önce kurtulmalıydı. Alper’in kasığına doğru geçirdiği sert bir diz hareketi ile adamın ağzından acı dolu bir feryat yükseldi ve kollarını serbest bıraktı. Özüm bu serbestlikten faydalanarak iki elinden destek alarak düştüğü yerden kalktı. Alper acı dolu bakışlarını ona hissettirmemeye çalışarak ona bakıyordu.

 

Genç kızın gözlerinden çoktan yaşlar firar etmeye başlasa da yağan yağmurdan pek de anlaşılmıyordu. Adam da düştüğü yerden kalktı ve öfke ile kıza baktı.

 

“Beni seviyorsun neden bu kadar inat ediyorsun? Çok mu zor bir şans daha vermek, bu kadar mı zor aşkımıza bir kez daha inanmak? Yeter Özüm, seviyorum lan seni, Allah beni kahretsin ki hata yaptım, çok büyük bir hata yaptım. Haklısın, her sözün hakaretin kabulüm ama kendini benden mahrum bırakma. İşte o zaman gücüm kalmıyor sana ulaşmaya, nefesimi kesme be kadın. Soluğumsun, atan kalbimsin, geleceğimin sahibisin diyorum. Yalvarırım bir şans daha ver bize." diyerek haykırdı başından aşağıya damla damla yağmurlar akıyordu.

 

“Söylesene sana tekrar nasıl güveneyim. Ben ne zaman beni kapının önüne koyacak diye bir şüphe ile ömrümü geçiremem anladın mı beni? İki gün sonra başka bir insan çıkıp benim hakkımda bir şey dediğinde ya da gösterdiğinde ona inanmayacağını nereden bilebilirim. Sen sevdiğim dediğin kadına ihaneti yakıştıran adamsın Alper. Seviyorum diyorsun ama bana zerre kadar güvenmemişsin. İnsan sevdiğine güvenmez mi söylesene güvenmez mi be adam?”

 

“Kıskandım lan, ben seni kıskandım. Gözünün değdiği her yeri kıskanıyorum. O gözler yalnız bana baksın istiyorum. Bir başkasının sana başka bir gözle bakmasını istemiyorum. Tahammülüm yok anladın mı? Gözüm karardı. Her şey üstüme üstüme geldi. Dedem hastanedeydi, işin içinden çıkamıyordum. Sana sorduğumda cevap alamadım. Normal düşünemiyordum biraz olsun anla beni. Sağlıklı ve sağduyuya sahip bir ruh hali içinde değildim. Şu anki aklım olsa hiçbirini yapmazdım.”

 

“Hayat bu Alper geri sarma tuşu yok ve insanlar yaptıklarının bedelini ödemek zorunda. Sonuçlarına katlanamayacağın hareketlerde bulunmayacaktın. İçimde bu şüphe varken seninle olamam git buradan artık vazgeç benden.”

 

“Asla Özüm, senden asla vazgeçmeyeceğim. Sevdiğini bile bile bunu isteme benden.”

 

“Seviyorum Alper, inan ki seni kendimden, canımdan bile çok seviyorum." İtiraf etti içinde sakladığı bin bir kilit altına aldığı yüreğini son bir kez daha açtı. Alper duydukları ile ona sarılmak için bir adım attı ama genç kız tarafından sertçe uyarılarak durduruldu. Eli havada asılı kalan Özüm, durdurduğu adamın gözünün içine baktı.

 

“Seni seviyorum Alper, seni delicesine, ölürcesine çok seviyorum be adam." dedi içi acırcasına, yüreğindeki kabuğu kanayacağını bilerek kaldırdı. “Ama sana güvenmiyorum. Seni affedemiyorum." dedi ve gözlerini yavaşça kapattı. Elini usulca aşağıya doğru indirdi.

 

Alper duyduğu ilk itiraf ile ne kadar mutlu olduysa ikinci itirafta adeta yerle yeksan olmuştu. Lanetler okuyordu içinden kendisine. Özüm sırtını sevdiği adama döndü ve az önce bir hışımla çıktığı kapıya doğru yöneldi. Tam içeriye gireceği anda Alper’in “Özüm gitme." diyen acı dolu feryadı yankılandı kulağında. “Yalvarırım gitme Özüm, benden gitme, bizden vazgeçme yalvarırım.”

 

Derin bir nefes alıp verdi Özüm, arkasına dönüp bakmadı tekrardan ama onun duyması için yüksek perdeden tek bir cümle etti.

 

“Git buradan Alper.” Alper bu cümle ile gözleri yavaşça umutsuzca kapandı. Ellerini iki yanında yumruk yapmış sıktırırken çaresizliğine pişmanlıklarını ekliyor ve ne yapacağını bilmiyordu.

 

Ah! Dedi yüreği. Hak ettin dedi. Sonuna kadar her şeyi hak ettin.

 

Özüm içeriye girip sertçe kapıyı kapattığında ardında tüm umutlarını yıkıp geleceğe dair ümitlerini yıktığı adamı geride bıraktığını içi acısa da biliyordu. Ama elvermiyordu yüreği affetmeyi, sevse de ona bir türlü güvenemiyordu.

 

Güvenin olmadığı yerde ne aşk ne de sevgi yeşeremez kendisini büyütemezdi. Çürümeye, yok olmaya mahkûmdu.

 

Özüm karanlık bu gece de yağan yağmurla birlikte Alper ile yaptığı konuşmayla bir şeyi çok daha iyi anlamıştı. Ve artık yolun sonuna geldiğini hissetmişti. Bu gece karar gecesiydi ve genç kız geleceğe dair en büyük kararını artık almıştı. Hiç kimse için değil kendi hayatı ve mutluluğu için sonunda karar vermişti. En kısa zamanda bu kararını hayata geçirecekti. Ve bu defa hiç kimseyi dinlemeyecek ve yolun sonuna kadar devam edecekti.

 

***

 

Özüm, Alper ile görüştüğü o geceden sonra artık kararını vermişti. Karasu’dan ayrılır ayrılmaz hiç kimseye bir açıklama dahi yapmadan Cem’i aradı. Geriye döndüğünü ve bu gece onunla buluşmak istediğini söyledi. Hem ona arabasını verecekti hem de nişanlısının merakla beklediği konuşmayı sonunda gerçekleştirecekti. Özüm üzerine giydiği siyah elbisesi ile çok asil ve zarif görünüyordu. Yüzündeki hüznü silmek adına ne kadar makyaj yapsa da bunu bir türlü becerememişti.

 

Yorgundu, hem de çok… Artık hayatına yeni bir sayfa açmak için ilk adımlarını çoktan atmıştı. Bu yaptığı gizli girişimi de zamanı gelene kadar hiç kimseye açıklamama kararı almıştı. Onu kararından döndürmek için büyük bir çaba sarf edecek olan can dostum, kardeşim dediği Hande’nin bile bu yaptığından haberi yoktu.

 

Hande, can dostundaki değişikliği hissetse de Alper’den dolayı olduğunu düşündüğü için sormuyor, sorgulamıyor ve onun anlatmasını büyük bir sabırla bekliyordu.

 

Özüm’ün hazırlanıp evden çıkmasına ses etmese de deli gibi nereye gittiğini merak ediyordu. Cem’den emanet aldıkları arabayı otoparka park etti. Buluşmaya karar verdikleri restorana adım atar atmaz hiç beklemediği bir manzara ile karşılaştı.

 

Karşısında Cem, ellerinde çiçekleri, etrafta rengârenk ışıl ışıl mumlar ve loş bir aydınlatma ile onu karşılarken kulağına dolan hoş müzik onun bir anda yüreğinin panikle dolmasına sebep oldu. Adam onun için koskocaman restoranı günler sonra gerçekleşecek olan ilk buluşmaları için kapatmıştı.

 

Özüm, bu gece ayrılık kararını açıklamaya gelmişken böylesine bir manzara ile karşılaşmayı hiç mi hiç beklemiyordu. Derinden bir suçluluk duygusu bedenini ele geçirdi. Kalbi bu güzel yürekli ve sevilmeyi en çok hak eden adama tüm bunları yaşattığı için kendisine içten içe deli gibi öfkeleniyordu.

 

“Cem…" dedi sesi titrerken ona doğru bir adım daha atmaya gücü yoktu. Olduğu yerde hareketsiz bir şekilde kalakalmıştı.

 

“Hayatım hoş geldin." Aheste adımlarına eşlik eden baştan çıkarıcı gülüşünü ona bahşetti. Birkaç küçük adımda sevdiği kadının yanına kadar geldi. Onu belinden nazikçe kendisine doğru çekerek derince kokusunu içine soludu. Önce saçlarına sonra da yanağına tüy gibi dokundurduğu dudaklarıyla masumane bir buse kondurdu.

 

“Hoş bulduk." Ne bir ekleme ne bir çıkarma yapmasa da sesi tereddüt doluydu. “Ben böyle, birden şaşırdım. Beklemiyordum." dedi itiraf edercesine.

 

Cem elindeki kır çiçeklerini ona alması için uzatırken yüzünde şefkatli bir tebessüm oluştu. “Günlerdir seni görmüyorum ve inan ki çok özledim güzelim." Kollarını tekrar genç kızın bedenine sımsıkı sararak emrivaki bir tutum sergiledi.

 

Özüm’ün yüreği bedenine sarılan sahiplenici kollar yüzünden ansızın buz kesti. Yapma diyordu yüreği, ihanet etme sevdam dediğin yüreğinde taşıdığın her bir ayrıntısını ezbere bildiğin adama bunu hak görme, diyordu.

 

Yüreğinin sesini dinleyen genç kız güçlükle çıktığı adamın kollarından “Şey, oturalım mı?" diyerek rahatsızlığına çoktan bir kılıf uydurmuştu. Özlediği kokunun ve sıcaklığın ansızın elleri arasından kayıp gitmesi Cem’in canını feci halde sıksa da bozulmuş olmasını göz ardı ederek “Tabi gel şöyle oturalım." diyerek ona oturması için masalarını gösterdi.

 

Cem günlerdir ondan bir haber alabilmek için çıldırsa da genç kızın kendisini aramasını sabırla beklemişti. Nişanlısından gelen ilk haberde ise sesinin tonundan iyi şeyler olmayacağını hissetmişti. Özüm’ün konuşmasına fırsat vermeden günler öncesinden yapmış olduğu planı hayata geçirecekti. Artık Cem tüm ipleri eline alacak ve bir an önce evlilik işlemlerini hızlandıracaktı. Daha fazlasına tahammül sınırı kalmamıştı çünkü çoğu zaman sessiz kalmıştı. Yine ve yeniden elinden kaçıp gitmesine, yıllar önce olduğu gibi onun gözünün önünde başka bir adam ile olmasına bu defa seyirci kalmayacaktı. Cem bu konuda kararlıydı ve bu gece onun kararlı olduğunun en büyük ispatıydı.

 

***

 

Saatlerdir Özüm önündeki yemeği didiklerken Cem evlilik planlarını soluksuz anlatmaya devam ediyordu. Genç kız tam ağzını konuşmak adına açsa genç adam hemen lafı döndürüyor, dolaştırıyor ve yine lafı evliliğe getirmeye başarıyordu.

 

Özüm böyle bir konuşma ve gece planlamamıştı. İhtimallerinin ötesinde bir karşılama ve Cem’in acayip derece de evlilik düşkünü bir adam haline dönüşmesi onu hayretler içinde bırakmıştı. Ne diyeceğini nerden lafa girip ayrılmak istediğini söyleyeceğini bilmiyor adeta ona bir türlü ulaşamıyordu. Aşılmaz sert bir cam duvarın ardındaydı. Genç kız onu görüyor ama sesini ona ulaştıramıyordu. Ne dese kar etmiyordu. Tam artık sabrının taştığı, nefes alamadığı o noktada çatalını sertçe masaya bıraktı. Onun bu tepkisi karşısında sesini kesen adam bir kaşı havaya kalkarak karşılık verdi. Gözleri ne oluyor der gibi bakıyordu.

 

Özüm verdiği tepkinin fazlalığını ve sertliğini fark ettiğinde gerilse de ortamı biraz hafifletmeye çalışmak adına “Şey, Cem sanki biraz hızlı mı gidiyoruz? Bu planlarından daha yeni haberim oluyor ve sen bir ay içinde düğün yapmaktan bahsediyorsun. Bu biraz fazla acele değil mi? Cidden sen kendinde misin? Öncelikli planlama yaparken özellikle içinde benim de olduğum planlar, bana da haber vermen gerekmiyor mu? Oturup daha doğru düzgün karşılıklı konuşmadan sen annemlere bu planlarından ve düğünden bahsetmişsin. Ben bunu bile senden şimdi öğreniyorum. Bu biraz fazla değil mi?" dedi ellerini göğsünün altında birleştirip sıktığı dişlerinin arasından bağırıp çağırmamak ve sakin kalmak için büyük bir çaba sarf ediyordu.

 

Cem elindeki çatal bıçağı sakince bıraktı. Hevesli bir şekilde anlattığı her şeyin kursağına bir ip gibi dizilmesine sebep olan kızın tepkisine içten içe giderek öfkeleniyor ama kendisini sakin tutmaya çalışıyordu. Yapacağı küçücük bir hata ya da fevri bir hareket sonsuza kadar Özüm’ü kaybettirebilirdi. Peçeteyi eline alarak nazik dokunuşlar ile dudaklarını temizledi ve dirseklerini masanın üzerine koyarak ellerini birleştirdi.

 

“Hayatım eğer burada olsaydın sen de bu planların her bir ayrıntısına dâhil olurdun. Bu kararları ben tek başına almak zorunda kalmazdım değil mi? Ne olduysa zaten nişandan sonra oldu. Nişandan esrarengiz bir şekilde kayboluyorsun. Tatile gidiyoruz kim olduğunu bilmediğim bir adam ile Hande ortaya çıkıyor. Ertesi sabah yüksek lisansı bahane ederek yurt dışına çıkıyorsunuz. Ya da ben de dâhil olmak üzere yurt dışına çıkmadığınız halde bize bu şekilde söylüyorsunuz." Her şeyi bildiğini belirten ima dolu bakışlarını ona yöneltirken sesindeki tonu Özüm hiç sevmemişti. Genç adam da çözemediği bir tuhaflık vardı.

 

Yüreğine yersiz ve zamansız bıraktığı korku parçaları bir araya gelerek büyük bir çığ oluşturmak için adeta savaşıyordu. Yerinde huzursuzca kıpırdanan genç kız tüm gerçeklerin bir bir ortaya dökülmesi ile rahatsız oldu.

 

“Şey Cem ben aslında sana bu gece…" dediği sırada Cem elini havaya kaldırarak onun susması gerektiğini belirtti. Özüm bu ölüm sessizliğindeki tepkiden delicesine korkmaya başladı.

 

“Sen bu gece burada geleceğimiz ile ilgili konuşmaya geldin. Ve ben nişanlanırken sonunda evleneceğimiz gerçeğini bildiğim üzere şimdi olması gereken gelecek hayatımız ile ilgili seninle konuşuyorum. Senin burada takıldığın nokta ne anlayamadım? Ben her şeyi bilerek seninle evlilik kararı aldım Özüm? Seni çok seviyorum. Başka bir adama ait yüreğini yüreğime sorgusuz sualsiz kabul ettim. Beni seveceğin güne kadar, son nefesimi verene kadar senin yanında olacağıma söz veriyorum. Ve şimdi izin verirsen yalnızca bir ay içinde yapacağımız düğünümüz hakkında konuşmak istiyorum. Sadece ne istediğini söyleyeceksin ve ben her şeyi senin hayallerindeki gibi sana yaşatacağım. Senden koşturmanı, uğraşmanı, yorulmanı kesinlikle istemiyorum. Yalnızca bana hayallerini söylemen yeterli..." dedi ve sustu.

 

Özüm şaşkındı. Ne diyecekti? Senden ayrılmak istiyorum mu? Hem de onun üzerine bu kadar titrerken? Hayallerini gerçekleştirmeye çalıştırırken mi? Bu çok zordu. Hatta imkânsızdı.

 

Kendisinden bir cevap bekleyen adama bakarken ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Tam ağzını açtığı sırada sabırsızca çalan telefon ise imdadına cankurtaran gibi yetişmişti. Çalan telefona Özüm derin bir soluk verme ile karşılık verirken Cem kaşları çatılarak sinirle “Bu defa kim acaba? Hande mi? Sevgilisi mi? Okulun mu? Yoksa hiç tanımadığım biri mi?" Ani sert bir çıkışta bulundu.

 

Özüm kocaman açılan gözler ile ona bakarken eli açamadığı telefonda kalmıştı. Israrla çalan telefonun ekranına gözü kaydığında ise gözleri olabilirmiş gibi daha da irileşerek kocaman açıldı.

 

“Bu defa kimmiş Özüm?" Cem’in şüpheci bakışları altında ezilirken korkudan sesi titremeye başlamıştı.

 

“Ha-Hande." dedi.

 

“Önemli bir şey var galiba aç şu telefonu Özüm, bu ses giderek sinirlerimi bozmaya başladı." Gözlerini camdan dışarıya hiddet ile döndürerek homurdanmaya başladı.

 

“Şey ben onunla dışarıda konuşsam daha iyi olacak hem sen de biraz sakinleşirsin." Onay almak için gözlerine bakmaya çabaladı. Olumlu anlamda başını aşağıya yukarıya sallayan adam gözlerine öfkesini kusmamak adına dönüp de ona bakmamıştı. Özüm bu zoraki onaylama karşısında acele ile oturduğu yerden kalktı ve koşarcasına lavaboların olduğu tarafa yöneldi. Cem’den ne kadar korksa da telefonun ucundakine de bir o kadar öfkeliydi. Lavaboya girdiği an telefonu cevaplamak için ekrana dokundu.

 

“Ne var Alper?" dedi sinir küpüne dönmüş sesini kısık tutmaya çalıştı. Karşıdan gelmeyen cevap iyice sinirlerini bozdu. “Konuşsana be adam, bu kadar ısrarla aramanın sebebi sessiz kalmak için miydi? Sana diyorum konuşsana be adam?" dedi hiddetini yansıtmak için bir yılan edasında tısladı.

 

“Senin o adamla ne işin var?" Ses kulaklarında yankılandı ansızın. Özüm tam ağzını açıp öfkeyle cevap verecekti ki telefondan gelmeyen sesin idrakine yavaşça vardı. Yüzünü buruşturup gözlerini kapatırken başını olumsuz anlamda salladı. Hayır, diye haykırmak istese de buna şu anda gücü yoktu. Telefondan beklediği ses telefonun ucundan değil de ensesinde sıcak bir nefes ile bittiğinde canı tekrar yanmaya başlamıştı. Böyle olmamalıydı? Özüm bu kadar zorlanmamalıydı?

 

Alper, genç kızın tam arkasında kadınlar lavabosunda başı genç kızın boyun köküne yaslanırken kolları Özüm’ün karnına dolanıyordu. Genç kız bir heykel edasıyla sertleşmiş, taşlaşmış bir halde bunun bir kâbus olmasını gönülden diliyordu. Alper’in etkileyici sesi dudakları eşliğinde Özüm’ün kulaklarında baştan çıkarıcı dansına başlamışken Alper’in dilinde tek bir cümle vardı.

 

“Konuşsana Özüm, o adamla burada ne işin var?”

 

“.....” Sessizlik ev sahipliği yapıyordu.

 

“Konuşsana Özüm, neden susuyorsun? Ne işin var bu saate, burada hem de bu adamla?"

 

Özüm, içini ürperten o sesi kulaklarına değen dudakları ile fısıldandığında ayakta durmakta artık güçlük çekiyordu. Gözleri kapalı, hızla atan kalbini sakinleştirmek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Bir an önce bu adamın kollarının esareti altından kurtulmak istiyordu.

 

“Sana bu adamla bir daha görüşmeyeceksin demedim mi? Bir kere de beni dinle be Özüm.Bir kere be iki gözümün nuru…" İtaat etmesini istediğini belli eden bir ses tonu kullanmıştı.

 

Özüm adamın ağzından dökülen son kelimeler ile gözlerini hızla açtı. Bu durumdan bir an önce kurtulması gerektiğinin farkına yeni yeni varıyordu. Alper’in ellerinin karnındaki okşayan tutumu her ne kadar onu baştan çıkarmaya başlamış olsa da buna bir dur diyecek asla izin vermeyecekti. Artık aldığı kararların sonuna kadar ardında duracak ve duygularını artık esir etmeyecekti. Adamın karnında dolaştırdığı ellerinden tuttu. Bu tutuş genç adama başta kabulleniş olarak yansıdı. Fakat çok geçmeden ellerinin mesken tuttuğu yerden acımasızca koparılıp kendisinin sertçe geriye doğru ittirilmesiyle bir an neye uğradığını şaşırdı.

 

Özüm hiddet ile geriye doğru döndü ve burnunu havaya kaldırıp ona meydan okurcasına “Yanlış soru Alper, doğru sorumuz asıl senin burada ne işin var?" dedi hiddet kusuyordu şimdi gözleri.

 

“Soruma soruyla karşılık verme Özüm." Keskin ve bir o kadar da tok bir sesle kelimeleri dilinden döktü.

 

“Ya öyle mi? Ne ile cevap vermemi istersin peki? Ah Alper’ciğim hayatımın anlamı, hoş geldin bende seni bekliyordum diyerek kollarına atılmamı mı istersin?" İnanamaz gözler ile ona baktı. Alper yavaş yavaş onun verdiği bu tepkilere sinirlenmeye başlamıştı.

 

“Beni delirtme Özüm, sana bu adamdan uzak duracaksın dedim. Ve sen ne her hikmetse geri döner dönmez yine soluksuz bu adama koştun. Sen neredeysen ben oradayım. Sana daha önce de söyledim seni senden koruyacağım. En azından gerçekten aklın başına gelene kadar.”

 

“Ya sen kimsin de beni koruyacaksın? Sana ne be adam? Sa-na ne?" diyerek son cümlenin her bir hecesini tek tek bastırarak söyledi. “Ben koşup geldiysem nişan…" dediği an cümlesi boğazına Alper’in sert sesiyle tıkıldı. Acımasız bakışları gözlerine çoktan ulaşmıştı.

 

“Sakın Özüm," dedi tıslarcasına “Sakın o cümleyi tamamlama, sana yemin olsun ki burayı darma duman ederim. Ve hepimiz o enkazın altında kalırız." Söylediğini yapacağını belli eden öfkesi, sözlerinin gerçekliğinin teminatını verir gibiydi. Özüm bir anda duraksatılan cümlesi ile yerinde tepinmemek için kendisini zor tutuyordu.

 

“Ya sen her defasında beni nasıl buluyorsun? Yeter artık düş yakamdan, düşme peşime.”

 

“Sana daha önce de söyledim yine söyleyeceğim Vaz-geç-mem Özüm. Anladın mı? Vaz-geç-mem. Yüreğindekini şuramda," dedi ve onun yanına giderek elini nazikçe elleri arasından tutarak yavaşça kalbinin üzerine yerleştirdi. Şimdi eli elinde onun kalbinin üzerinde atan yüreğini birlikte hissediyorlardı.

 

“Tam şuramda hissediyorum Özüm, bu yalan olamaz. Bu gerçek, sen şu anda yalnızca kendini kandırıyorsun. Kaçıyorsun. Bir türlü hissettiklerini kabullenmiyorsun. Hepsi boşa çıkacak, yüreğindekinin, yüreğimdekinin varlığını tekrar kabul ettiğinde ben inanıyorum ki her şey çok daha güzel olacak. İşte ben o zamana kadar asla vazgeçmeyeceğim. Peşinden bir an olsun ayrılmayacağım. Kendine zarar vermene izin vermeyeceğim. İleride pişmanlık duyacağın her şeye engel olacağım." dedi.

 

Özüm onun gözlerine kapılıp gitmemek için çok güç sarf ediyordu. O kadar ikna edici konuşuyordu ki… Ama yok dedi aklı, kanma Özüm dedi mantığı, yalan dedi geçmişteki tek gerçeği… Aklına doluşan düşünceler beynini uğuldatmaya çoktan başlamıştı. Ansızın elini çekip aldı kendisi için attığını bildiği yüreğin üzerinden.

 

“Asıl kendini kandıran sensin. Olmayacak hayaller kurup kendini boşuna inandırıyorsun. Benim hayatımda Cem olmasa bile, ben ondan ayrılsam bile benim hayatımda sana yer yok. Güvenmediğim, beni bırakıp gitme ihtimalini hep aklımda şüphe ile taşıyacağım adamı tekrar hayatıma sokmam." dedi ve onu ardında bırakıp lavabonun kapısına yöneldi.

 

Tam çıkıyordu ki Alper’in “Eğer on beş dakika içinde bu restorandan çıkıp doğruca eve gitmezsen olacaklardan da ben sorumlu değilim Özüm." Tehdit eder gibi korkusuzca çıkmıştı sesi.

 

Özüm duydukları karşısında bir anda afalladı. Bu adam ne diyordu böyle? Eli kapının kolunda asılı kalmış bir halde ağzından dökülenler “Git buradan Alper ve bir daha da sakın karşıma hiçbir sebep ile çıkma. Bir daha da sana olan aşkımı, sevgimi kullanmaya kalkma, inan ki sen zararlı çıkarsın." Onun cevabını bile beklemeden Cem’in olduğu yere doğru yöneldi. Nefes almak hiç bu kadar zorlayıcı olmamıştı onun için. Güçlükle ulaştığı masa da gergin bir adam bulmayı beklerken güler yüzlü bir Cem beklemeyi hiç beklemiyordu.

 

Ne oluyor böyle? Diye içten içe sorgulamak istese de bunu şu an için kaldıracak bir psikolojiye sahip değildi.

 

“Hayatım sen iyi misin? Bembeyaz olmuşsun." Panikle ayağa kalkan adam Özüm’ün yanına gelip onu elinden tutarak sandalyeye oturttu.

 

Genç kız az önce kendisine esip gürleyen adamdan eser kalmamış bir ruh hali ile ona gülen gözlerle bakan adama şaşkınlıkla karşılık veriyordu.

 

Cidden biri kamera şakası yapıyor olmalıydı. Önce Cem asabi tavırlar ile her şeyi bildiğini belli ediyor, evlilik planlarından bahsediyor, gelen telefona bile öldürücü bakışlarını gönderip sonra da genç kızın yüzüne dahi bakmıyordu. Ardından Özüm bir gidip geliyor sanki adama sihirli değnek değmiş gibi sinirden, öfkeden eser kalmamış bir ruh haline bürünüyordu.

 

Özüm dengesini giderek kaybetmeye başlamıştı. Gözleri kararıyor, beyni uğulduyor, sanki kulaklarından aşağıya sıcak sıvılar akıp gidiyordu. Özüm’ün önce gözlerinin siyahı kayıp gitti ardından kendisini emanet etmek istemediği kollara mecburi bir düşüş yaşadı. Ne yüreği, ne bedeni, ne de ruhu kaldıramamıştı bu kadar dengesizliği ve gel gitleri. Şimdi Cem’in kollarında kendini bilmez bir halde yatarken genç adam panik ve korku ile “Özüm, kendine gel, yalvarırım kendine gel. Ambulans, ambulans çağırın." diyerek acı acı haykırıyordu.

 

Yüreği paramparça olurken onun bu haline sebep olma ihtimali yüzünden içten içe kendisine öfke kusuyordu. Ama biri daha vardı ki şimdi ruhu bedeninden çekilmiş gibi boş gözler ile bakıyordu.

 

Sebep olduğu durum yüzünden hareketsiz bir halde sevdiği kadının kendisinden geçişini sadece donuklaşmış gözler ve atmayı bırakmak için büyük mücadele veren kalbi ile izliyordu.

 

Sevdiği kızı, Özüm’ünü, canının özünü…

Bölüm : 24.12.2024 06:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş