İnsanoğlunun sessiz ve çaresiz kalarak boyun eğdiği
tek gerçek ve bir o kadar da acımasız olgudur.”
“Allah kahretsin!" diyerek elindeki telefonu duvara sertçe fırlatan genç adam başını ellerinin arasına alıp derin derin soludu.
Sakinleşmek için çabalasa da bu şu an için pek de mümkün görünmüyordu. Oturduğu yerden kalkıp ceketini alarak bir hışımla gitmek için kapıya yöneldi. Öfke bastığı yeri yakıp kavuruyordu.
Gözlerinde sadece delicesine özlediği kızın görüntüsü vardı. Gitmek onu kollarından tutup delicesine sarsıp kendine getirmek duygularına sahip çıkması için ona farkındalık kazandırmak istiyordu.
“Kendine gel, sevgime bu kadar kör olma." diye haykırmak istiyordu. Ama şu an kilometrelerce uzaktan Adana’dan bunu yapmaya pek de gücü olmadığı için bir an önce onun yanına İstanbul’a geri dönmesi gerekiyordu.. Arabasının anahtarını alıp kapıyı açtığında ise hiç beklemediği kişi tüm heybetiyle karşısında çatık kaşlar ile ona bakıyordu.
“Selam baba ve görüşürüz baba." diyerek babasını ardında bırakmaya çalışsa da geçemediği dağ gibi heybetli adam onu baştan aşağıya sorgu dolu tuhaf bakışlar ile süzüyordu.
“Hayırdır oğlum bu öfkenin ve acelenin sebebini neye borçluyuz?”
Genç adam gözlerinden yolunda gitmeyen bir şeyleri hissettirdiği için kendisine içten içe kızdı.
“Yok bir şey baba benim acil İstanbul’a gitmem gerekiyor. Sana söz yarın akşam mevlit törenine yetişirim." Ama bu cevap karşısındaki adamı pek de tatmin etmiş gibi görünmüyordu.
“Bu cevap ile yetinmemi beklemiyorsun umarım. Hem de bizim için yarın gece bu kadar önemliyken sen tutmuş bana İstanbul’a gideceğini söylüyorsun öyle mi?”
“Baba lütfen şu anda konuşacak gücüm yok. Ve bir an önce gitmem gerekiyor.” dedi isyan edercesine.
“Özer." dedi onu uyaran ses tonuyla adam.
Elleri ile yüzünü sıvazlayıp dışarıya çıkmak için tekrar yeltendiğinde “Önemli bir şey değil baba ama benim şimdi gerçekten çıkmam lazım." dedi soluksuzca gözlerini kaçırarak.
“İki elin kanda olsa ayrılmayacağın bir zamanda buradan gitmek istiyorsan gerçekten önemli bir şey var demektir. Ve sen bana bunu açıklamadan hiçbir yere gidemezsin. Hem de gözün dönmüş bir halde bu öfke ile.”
“Ben öfkeli falan değilim." diyerek haykırdı gidememenin vermiş olduğu büyük bir stresle. Karşısındaki adam tek kaşını havaya kaldırıp kendisine ilk defa sesini yükselten oğluna baktı.
“Ben özür dilerim baba." dedi. Başını önüne eğerek yaptığı hatanın farkına vardı. Böylesine bir saygısızlığı nasıl yapmıştı babasına hala anlam veremiyordu. Hem de böylesine bir zamanda onun yaralı olduğunu bilerek ona nasıl böyle düşüncesizce davranmıştı. Kendine içten içe delicesine kızıyordu.
“Özer." dedi adam sert ve otoriter bir tutumla konuşmasına devam etti. “İki dakika geç içeriye de ne olup bittiğini konuşalım. Bu öfke ile hiçbir yere gidemezsin. Buna asla müsade etmeyeceğimi bilecek kadar beni iyi tanıdığını düşünüyorum oğlum." dedi onu göndermeyeceğini bildiği için el mahkûm az önce kalktığı salondaki kanepeye doğru geri yöneldi.
“Anlat bakalım." diyerek tam karşısına oturdu. “Konu Derin mi?”
Duyduğu isim ile birden gözlerini yerden kaldırıp babasına baktı. Babasının bilmiş bakışları ile karşılaşmayı hiç hesap etmemişti. Hayretler içinde babasına bakarken babam Derin’i nereden biliyor, diye çoktan iç hesaplaşmaya girdi.
“Bakma bana öyle oğlumu bu hale sokan kızın ismini bilemeyeceğimi mi sanıyorsun?”
“Nasıl?" dedi fısıltı halinde konuşurken ağzı şaşkınlıkla bir karış açık kaldı.
“Ah be oğlum! Sen giderken biz o yollardan dönüyorduk. Annenle ben de zamanında az maceralar yaşamadık.”
“Ah güzel annem!" dedi genç adamın yüzünde o an şefkat gülleri açarken özlemle gözlerinin önüne görüntüsü canlandı. Özer aklına gelen sarsıcı bir düşünce ile “Peki ya Erdem amca, Yaren teyze onlar da biliyor mu yoksa?" dedi korku dolu yüreği bir anda endişe ile boğulmuştu.
Alper oğlunun böylesine bir paniğe kapılmasına keyifle gülerken “Yok oğlum onların daha henüz haberi yok ama geçen sefer ağzının yüzünün dağılmasına bakılırsa abisi Doruk’un haberi olmuş." dedi. Özer rahatlama ile derin bir nefes bıraktı.
“Evet Doruk öğrendi ama Derin Hanım hiç oralı değil."
Doruk Özer’in üniversiteden arkadaşıydı. Derin’i ilk gördüğü andan bu yana hayatı değişmiş ateşe uçuşan bir kelebek gibi etrafında pervane olmuştu. Ama Derin her defasında onu geriye ittirmişti.
“Sen abimin arkadaşısın sana o gözle bakamam.” Dese de Özer bir an olsun ondan vazgeçmemişti. Çünkü biliyordu Derin sadece abisi yüzünden istemiyordu onu. Gözlerinde hissettiği aşkı görmese o adımı ona doğru asla atmazdı. Sebebini bilmediği, anlama veremediği ve çözüme ulaştıramadığı başka bir şey vardı. Ve bu durum onu artık onun dayanamayacağı boyuta ulaşmıştı.
Özer tüm cesaretini toparlayıp Doruk’un karşısına dikilerek “Kız kardeşine aşığım." dediği anda ise ipler gerilip kopma noktasına gelmişti. Özer Doruk’un öfkesinden nasibini alırken ağzının burnunun yeri bir süre yer değiştirmiş olsa da genç adamın sevdiği kızdan vazgeçme gibi bir niyeti asla yoktu.
“Abisi öğrendiğinden bu yana daha fazla kaçar oldu benden. Doruk desen her gördüğü yerde sakın kardeşime yaklaşma diye yakalarıma yapışıyor. Özer, sen kardeşimi üzersin diyor adam başka bir şey demiyor." dedi sıkıntılı bir ses tonuyla.
“Of! İşin içinden çıkamıyorum baba, bu kız beni deli ediyor. Bu kadar mı zor aşkımı görmek, bu kadar mı zor bana bir şans vermek. Abisi, Erdem amca gerekirse tüm sülalesini karşıma almaya razıyım ama Derin bir kez bana gerçekten baksa, bir kez gözlerimdeki aşkı görse işte o zaman her şey çok güzel olacak." dedi. Elleri ile yüzünü kapayıp kederli bir halde aklından ne yapması gerektiğini düşündü.
“Bazen olur öyle oğlum kör değil de korku alır götürür başka diyarlara düşüncelerini. Derin’in tek yaptığı korkmak.”
“Ben ona korkması için bir sebep vermedim baba, gözümün ondan başkasına bakmadığını anlasın istiyorum artık. Çok mu şey istiyorum anlamıyorum ki…”
“Bazen korkunun sebebi sevginin büyüklüğündendir oğlum." dedi Alper oğlunun bu durumuna çok üzüldü. Ona baktığında kendi gençlik hallerini, deli dolu yıllarını, dizginleyemediği duygularını hatırlıyordu.
Ah Özüm’üm! Diye iç geçirdi o güzel yılları tekrar hatırladığında. Alper oturduğu yerden kalktı “Annen için peşiinden nerelere gittiğimi az çok biliyorsun değil mi?" diyerek salonun içindeki kilitli dolaba yöneldi. Her zaman yanında taşıdığı anahtarı cebinden çıkardı ve dolabı yavaşça açtı. Dolabın içinden çıkardığı küçük sandığı alarak Özer’in oturduğu kanepeye geldi ve yanı başına oturdu.
Genç adam yanındaki hareketlilik ile gözlerini babasına çevirdi. Babası elindeki küçük işlemeli sandığı oğluna uzattı. Özer kaşlarını havaya kaldırarak şaşkınlık ve büyük bir heyecan ile babasına baktı.
“Baba." diyerek fısıltı halinde büyük bir zorlukla konuştu.
Özer sandığı yavaşça eline aldı ve babasının ona verdiği anahtarla usulca kilidi açtı. Yüreği o kadar hızlı çarpıyordu ki elleri heyecandan titremeye başlamıştı. Sandığın kapağını yavaşça açıp da annesinin zamanında babası için hazırlamış olduğu yaşanmışlıklarla dolu albümü gördüğünde ise şaşırdı.
“Ama baba bu…" dedi sözlerinin devamını getiremedi şayet annesinin gelinlikle gülen yüzü ona bakıyordu. Çok özlemişti onu. Erkek çocuklar anneye düşkün olur derler ya Özer belki de bu tanımın en büyük karşılığıydı.
“Evet oğlum bu annen ile bizim hikayemiz.”
“Bana bu sandığı daha önce defalarca istememe rağmen bir kere bile göstermemiştin." dedi küçük bir kırgınlıkla “Hatta gizlice bakmaya çalıştım diye daha zamanı var diyerek ilk defa beni o zaman büyük bir öfke ile azarlamıştın.”
“Demek ki artık zamanı gelmiş oğlum. Baksan aşık olacak kadar büyümüşsün." dedi oğlunun elindeki albüme hasret ile baktı Alper. Elleri titreyerek sayfaları çeviren genç adam her sayfa da annesi ve babasının bambaşka bir hatırasına farklı bir macerasına seyre dalıyordu.
Alper oğluna albümün her yaprağındaki resimleri anlatırken fotoğrafların arkasındaki yazılan sözleri şiirleri okuyor ve ilk defa gerçek hikâyelerini oğluna anlatıyordu. Öfkenin ve sabırsızlığın nasıl olup da Özüm’ü kaybetmesine sebep olacağını anlatırken oğluna aslında sabır etmesini öğütlüyordu.
Öfkenin geri dönüşü olmayan hatalara sebep olabileceğini dillendiriyordu. Alper geçmişi dalıp gittiğinde kah gözlerine hasret bulanıyor ve bakışları ışıldıyor, kah gülüyor yer yer kahkaha atıyordu.
“Baba ilk defa annem ile hikâyenizi tam olarak ne yaşadığınızı bana anlatıyorsun." dedi büyük bir itirafı dillendiriyordu.
“Demek ki zamanı daha yeni gelmiş oğlum. Karşındaki insanı tam olarak anlayıp dinlemeden yargılamanı istemiyorum. Çünkü bu hayatın en büyük hatası olarak karşına çıkar. Bazen, bazen gerçekten birçok şey için geç olabilir. Hayat sana her zaman şanslı olman için fırsatlar tanımayabilir.”
“Ama sizin için…" dedi ve cümlesinin sonunu getirmesine izin vermeyen Alper onun sözünü keserek “Hadi çok konuştuk ben seni buraya almaya geldim. Mevlitten önce gitmemiz gereken bir yer var.”
“Nereye?" dedi genç adam büyük bir merakla.
“Mezarlığa. " dedi ve yüzünü derin bir keder sardı.
“Ama baba sen mezarlığa o günden sonra hiç gitmemiştin." Emin misin? Gitmeye hazır mısın?” dedi Özer babasının bugünkü halinin pek hayra alamet olmadığını hissediyordu. Babası o kara günden sonra bir daha asla o mezarlığa adım atmamıştı. Yüzleşmeye gücü de cesareti de olmamıştı yıllarca.
“Artık onunda zamanı geldi be oğlum.Dün gece rüyamda gördüm. Bana çok küskün ve dargın bakıyordu. Alper seni bekliyorum, dedi. Artık gitmem lazım. Ne kadar kaçarsam kaçayım, beynim, zihnim ve kalbim kabul etmese de yüzleşmem gerekiyor." dedi oğlunun omzuna dokunurken artık gitme zamanının geldiğini ona da hissettirdi. Babasının bugün ona ihtiyacı vardı ve onunla konuştuktan sonra artık yapması gerekeni biliyordu. Derin’e nefes alma alanı bırakacaktı ama asla daha fazlası değil. Sırf bu yüzden İstanbul’a gitmeyecek bir süre daha onsuz düşünmesine müsade edecekti. Ve babasının şu an ona ihtiyacı varken onun yanında olacaktı. Tıpkı babasının her zaman onun yanında olduğu gibi…
***
Ölüm… İnsanoğlunun sessiz ve çaresiz kalarak boyun eğdiği en gerçek ve bir o kadar da acı olgudur. Alper ve oğlu ellerinde çiçekler ile adım adım ilerliyorlardı. Alper gücünün tükendiğini hissettiği o an duraksamış bunu fark eden oğlu hemen yanı başına gelerek onun düşmesine engel olmak içine koluna girmişti.
“İyi misin baba, istersen geri dönelim."
“İyiyim oğlum merak etme, yalnızca biraz kötü oldum. Bu yolları yürümek sandığımdan daha ağır ve zor oldu. Onun burada bu toprak altında yattığına hala inanamıyorum." Her sene ölüm yıldönümü için mevlit okutulsa da mezarlığa öldüğü günden bu yana bir daha adım atmamıştı. Sanki gelip gerçeklerle yüzleşmedikçe onun hala yaşadığına olan inancı var oluyordu.
Alper, oğluna dönüp acı bir tebessüm ile bakarken “Gidelim oğlum yeterince onu beklettim." dedi ve oğlunun da desteğiyle ağır aksak yürürken, adım adım bugüne kadar hiç gelmese de nerede olduğunu bildiği mezara doğru yöneldi. Beyaz soğuk mezar taşın üzerindeki ismi gördüğünde içi bir tuhaf oldu adamın.
Nasıl olur da o toprağın altında olduğuna inanabilirdi ki? Hala içinde derin bir sızı halinde olan gerçek acı bir şekilde yüzüne sertçe çarptı. Beyni ona artık kabul etmesi için isyan ediyordu.
O öldü kabullen artık, diyordu. Gözleri yıllardır ilk defa dolup taşmıştı. Nasıl taşmasın ki hala hazır değildi bu gerçek ile yüzleşmeye…
Özer ellerini açarak mezar başında dua ederken Alper hareketsiz öylece duruyor ve mezar taşı üzerine yazılı isime bakıyordu. Derin bir nefes alıp bıraktı ve yavaşça isim yazılan mezar taşına dokundu.
“Bu kadar erken olmak zorunda mıydı? Beni yalnız bırakmak zorunda mıydın? Daha yaşayacak onca şeyimiz vardı." diyerek ismi okşarken yanağından bir damla akıp gitmesine artık engel olamadı. Diğer elindeki çiçeği mezarın üzerine yerleştirdi. Mezarın kenarındaki soğuk taşa otururken hala gözleri kabul etmekte zorlandığı isimde takılı kalmıştı.
Alper öylesine dalıp gitmişken arkalarından “Özer." diye seslenen sesi duyduğu an içine derin bir rahatlama hissetti. Gözlerini kapatıp yüzünde şefkat tohumlarının yine ve yeniden filizlendiğini hissetti. Aşk sesleniyordu, nefesi adım atmıştı bulunduğu mekâna. Özer arkasına dönüp de annesini gördüğünde hızlı adımlarla onun yanına gitti.
“Anne sen ne zaman geldin?" diyerek büyük bir özlemle annesine sıkı sıkıya sarıldı.
“Daha yeni geldim oğlum. Sizin burada olduğunuzu söyleyince yanınıza gelmek istedim.”
“O Eylül Hanım çok fazla oluyor haberin olsun, onun yüzünden bir haftadır annemden uzak kaldım." dedi küçük bir çocuk havasında annesine tekrar sıkıca sarıldı.
“Aaa çok ayıp kardeşin o senin, biraz uyum süreci uzun olmuş olabilir ama ona destek olmalıyız.”
“Ne uyum süreciymiş arkadaş üç senedir bir türlü bitmedi. Sanki biz dedik git yurtdışında oku diye, zırt pırt ya seni ya babamı yanına çağırıyor küçük hanım."
“Özer," dedi uyarır bir tonda “Bak kardeşin duysa çok üzülür sana ne kadar düşkün olduğunu biliyorsun.”
“Şaka yapıyorum anne cadı madı ama o deli kızını bende çok seviyorum. Eee onu getirmedin mi?”
“Yok oğlum nerede okul dersleri yetmezmiş gibi bir sürü de kursa yazılmış yok o kurs yok bu kurs başımı döndürdü bir haftada beni de sürükledi her yere.”
“Senin o cadı kızındaki hırs kimsede yok anne. Keşke biraz dinlenseydin buraya hemen gelmeseydin. Ben babamı yalnız bırakmadım.”
“Yok oğlum sizin burada olduğunuzu öğrendiğim için direk buraya geldim. Baban nasıl?" dedi iyi olmadığını bildiği halde oğlundan en azından iyi bir şeyler duymaya ihtiyacı vardı.
“İyi desem yalan söylemiş olurum anne." dedi yüzünü hüzünlü bir havaya sokarak.
“Hadi sen eve git ben babanı alır gelirim.”
“Emin misin anne? İstersen kalabilirim.”
“Gerek yok oğlum sen eve geç misafirlerimizi karşılarsan daha iyi olur.”
“Misafirlerimiz?" dedi soru dolu bakışlar ile annesine baktı. Bildiği kadarıyla şehir dışından misafirler yarın geleceklerdi.
“Erdem amcanla Yaren teyzen gelecekler." dedi oğlunun değişen yüz ifadesiyle soluğunu tuttuğunu hissetti.
“Eee…" dedi devamında beklediği ismi de duymaya ihtiyacı vardı.
“Başka gelen yok mu?" dedi umutları tükenmiş bir halde. Oğlunun bu haline daha fazla dayanamayan Özüm ona bakarak “Derin ve Doruk’ta mevlit törenine katılacaklar. İstersen gidip hazırlık yap." dedi ona göz kırparak.
Özer’in yüreği bir kuş gibi çırpınırken “Ben, şey o zaman gideyim. Yani gitsem daha iyi olacak." dedi bir ileri bir geri giderken elini kolunu nereye koyacağını şaşırdı. Öyle bir haldeydi ki mezarlığın çıkışını bile karıştırmıştı. Annesi ona seslenip “A benim şaşkın oğlum çıkış burada yanlış yöne gidiyorsun." diye seslenmese hayatta o çıkışı yönelip arabayı bulamazdı.
“Tabi canım oradaydı, ben zaten şaka yapmıştım." diyerek daha da saçmalarken annesi oğluna sadece gülüyordu.
Sevmeyi babasından, aşkı ve sadakati annesinden öğrenmişti. Vazgeçmemek nedir onların hikâyesinden anlamıştı. Ve Özer Derin ile kendi hikâyesini artık yeni baştan yazacaktı. Sabrederek, anlayarak, dinleyerek ve düşünerek hareket edecek ve sevdiği kızı kaybetmemek için her şeyi yapacaktı.
Özer koşar adım mezarlığın çıkışına doğru yöneldiğinde Özüm oğlunun arkasından baktı. İlk göz ağrılarıydı Özer, bu yüzdendir sevdiği adamla isimlerini birleştirerek adını koymuşlardı. Onu kucağına aldığı o ilk an gelmişti gözünün önüne ne kadar da mutluydular. Geçmişin güzel sayfalarından kendisini çekip alarak sevdiği adamın acı dolu kederli duruşuna baktı. Ne kadar da zordu onun için o mezar taşının başında eli kolu çaresiz bağlanırken sessizce beklemek. Yavaşça Alper’in yanına geldi ve elini omzuna koydu.
Alper kendisini toparlamak için güçlü bir nefes aldı zira sevdiği kadını üzüntüsü ile hüzne boğmak istemiyordu. Gözünün kenarlarındaki yaşları elinin tersi ile silip ayaklanırken bakışlarını ondan kaçırdı. Şu an delicesine özlediği ve bir haftadır yastıklarda kokusunu arayıp kıyafetlerine sarılarak yattığı karısına sarılmak istese de onu üzmemek adına yüzüne bakamıyordu.
Özüm onun ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Yavaşça önüne geçti ve elleri ile yüzünü avuçladı. Aşk ile baktı gözlerine, yıllar geçse de hala eksilmeyen büyük bir sevgi ile okşadı yüreğini. Onun bu ilgi ve alakasına karşılık teklifsizce hasret kaldığı kadınını kolları arasına aldı. Başına minik bir buse kondururken saçlarından kokusunu derince içine çekti.
“Çok özledim Özüm’üm, iyi ki geldin. Çok özledim seni."
“Neden buraya gelirken beni beklemedin? Bu acıyı tek başına sırtlanıp yüzleşmek için neden beni beklemedin hayatım?" diyerek ona küçük bir kırgınlıkla karşılık verdi.
“Seni de bu ana şahit bırakmak istemedim hayatım." dedi ondan ayrılmadan hala sımsıkı sarılmasına devam ederek konuştu. “Hala onun yokluğuna alışamadım. Ve bu sana da bu anı yaşatmak istemedim." dediği an gözleri mezar taşındaki isme kayıp gitti.
O mezar taşında koyu harfler ile Derviş DOĞAN yazıyordu. Dedesi. En büyük idolü, hayatta öğrendiği birçok şeyi borçlu olduğu insan, çocukluğunu birlikte geçirdiği, o dönemde babasından göremediği şefkati ve babalığı gördüğü, gerçek aşkı bulduğu için mutlulukla ona bakan adamın toprak altına girmiş olmasını hala hazmedemiyordu.
Koskoca Derviş Dedesi hiç ölmezmiş gibi geliyordu. Ta ki evliliklerinin ikinci yılında yine ve yeniden geçirdiği kalp krizi ile kaybettikleri ana kadar. Hala o ismin bir rüya bir hayal olduğunu bilmek istiyordu. Dedesinin kapıdan içeriye girip “Yine ne kıskançlık yaptın da benim güzel gelinimi üzdün kerata?" diye keyifle gülerken yapmacık bir kızgınlıkla hesap sormasını istiyordu. Ama artık o yoktu. Geri dönemeyeceği bir şekilde sonsuza kadar gitmiş ve artık sadece anılarda kalmıştı. Ruhsal olarak örselenmiş bir halde duygularını yoğun bir şekilde yaşıyordu. İçi kabul etmiyordu. Masalsı bir gelecek düşlerken kara bir kabusa uyanmak gibiydi o gün. Gerçekler ile yüzleşmek çok ağırdı. Cenaze günü güneş sızmıyordu gündüzlerine, gün ağarmıyordu hayatında. Ona vedası asla kabul edemediği karanlık bir anıdan başka bir şey değildi.
Yıllar geçmişti üzerinden ama Alper mezarlığa cenazenin ardından adımını bir kez daha atamamıştı. Bugünde gücü yoktu belki de… Ama oğlunun öfkesini gördüğünde ona bir ders vermek istedi. Ölüm de var demek istedi. Sevdiklerinin kıymetini bil, yoksa vakitsiz kaybettiğinde pişmanlıkların arasında kaybolup gidersin demek istedi. Belki konuşmadı dillendirmeye gücü yetmedi ama oğlunun onu anladığından adı gibi emindi.
“Ailemizin bu güzel anlarına şahitlik edemedi.” Özer’in, Eylül’ün doğumunu göremediğini kastediyordu.
Özüm yavaşça sevdiği adama döndü. Gülen gözler ile âşık olduğu adama baktı.
“Eminim Derviş dedem bizi görüyordur. Ve şu an bizim bu duygusallıkta olduğumuz için sağlam bir azarlamaya hazırlanıyordur." dedi onu biraz olsun toparlamak için.
Alper karısının sözleri ile dedesinin yaşına başına bakmadan onu nasıl azarladığını hatırlayınca yüzünde derin özlem dolu bir gülümseme oluştu.
“Haklısın." dedi ve onun alnına sıcacık bir öpücük kondurdu.
Yıllar geçse de bazı aşklar tükenmez. Bazı sevgilerde sonsuzluğu gözlerine bakarak hissedersin. Onların hikâyeleri sabrı, değer bilmeyi, yargısız infaz yapmamayı, anlamadan dinlemeden öfkelenmemeyi öğretti bize. Zamanın en büyük acıları bile yok etmese de alışmayı öğretti. Yeri geldi gözlerden damla damla akan yaşların yerini küçük tebessümlere bıraktı. Ve her zaman olduğu gibi bu hikâyede de gerçek aşk kazandı.
SON
Okur Yorumları | Yorum Ekle |