68. Bölüm

68.BÖLÜM

Özlem Uğurlu Aydın
ugurluay

68.BÖLÜM

Nağme gözlerini usulca açtı. Bedeni kaskatı kesilmişti. Yer yer vücudunda sızlamalar hissediyordu. Gözlerini acısına rağmen açan kadın gecenin karanlığını farketti. Bir sandalyenin üzerine oturttulmuş, elleri arkadan bağlanmıştı. Ayaklarını hareket ettirmek istediğinde onlarında ip ile bağlandığını anladı. Zifiri karanlıkta gözlerini kamaştıran bir ışık vardı. Rahatsız olsa da bakışlarını kısarak ışığın altında oturan kişinin kim olduğunu seçmeye çalıştı. Karanlığa alışan gözleri ışığın altında koltukta oturan adamın kim olduğunu anladı. Bu hayatını cehenneme çeviren eski kocası Ömer SOLMAZ’dı. Nefret ile baktı irisleri, öfke ile soludu. Onun varlığının olduğu ortamda bulunmak bile midesini alt üst etmeye yetiyordu. Ama sakin olmalı, akıllı davranmalı ve bir an önce buradan çıkmanın bir yolunu bulmalıydı. Ve bu karşısındaki adamın damarına basmak ile olmayacaktı. Yıllar önce nasıl zihni ile oynayıp allak bullak ettiyse yine aynısını yapmalı ve adamı alt üst etmeliydi. Bulandırmalıydı aklını, yıllar önce yapmıştı yine yapabilirdi. Zaafından yakalamalı onda büyük bir boşluk yaratmalıydı.

“Sonunda gözünü açabildin prenses. Çok beklettin beni, her zamanki gibi…” derken sesi alayvari çıkmıştı. Bir eli çenesinde kısık gözler ile karşısında sandalyede oturan kızı süzüyordu. Aklından geçenleri genç kız okuyamıyordu. Zihnini diline döndürmek için sakin kalmaya çabaladı.

“Yorulmadın mı Ömer? Sürekli kavgada durmaktan, sürekli peşimde mücadele içinde var olmaktan tükenmedin mi? Neden yapıyorsun tüm bunları? Anlam veremiyorum? Neden kendine, bana tüm bunları reva görüyorsun?” Başını dik tutmaya kendince anlayışlı olduğunu hissettirmeye çabalasada meydan okuduğu sesinin tınısından anlaşılıyordu.

“Yorulmak.” dedi oturuşunu dikleştirdi. Öne doğru eğilerek dirseklerini dizlerine yerleştirdi. Gözlerinin içine bakarak usulca konuşmaya başladı. “Yıllardır sabırsız davrandığımda karşılaştıklarım ile kazandığım tecrübe ve bilinç, bana sabırlı olmayı öğretti. İşte bu yüzden artık yorgun değil sabırlıyım prenses. Bu sebeple bu defa seni kaybetmemeye yeminliyim.” Gözlerinde ve sesinde yaşanmışlıkların izi vardı. “Sahiplenmek istediğim tek yer kalbinin gökyüzü semaları, yüreğimdeki bulutlara ismini kazımak, güneşi kalbime yeniden doğdurmak istiyorum.”

Nağme duydukları karşısında şaşkındı. Ne olduğunu anlamıyordu. Konuşmalara anlam veremiyordu. Ömer ayağa kalktı ve bir iki adımda genç kızın yanı başına geldi. Elinin tersi ile kızın yanağını okşamaya başladı. Başını yana doğru yatırdı. “Ben ihanet elbisesini giydiğini unutmaya razıyım.” dedi dudakları saçlarına doğru eğildi ve başının üzerine bir öpücük kondurdu. Nağme’nin bu temas ile karnı kasıldı. Tüyleri diken diken oldu. “Yaşamının ince çizgilerinde hor görme beni. Geçmişimize yüklediğin acımasız anlamlardan vazgeç. Sarmaş dolaş olduğumuz kaderimize razı gel, direnme artık.” Derince hasret kaldığı kokusunu içine çekti.

“Ne saçmalıyorsun sen Ömer?” dedi çoktan kontrolünü kaybetmeye başlamıştı. Yakınlığı yüreğini sıkıştırıyordu. Adamın duruşu duydukları ile tef gibi gerildi. Hareketleri duruldu. Usulca kıza yaklaşan bedeni aynı yavaşlıkla ondan uzaklaştı.

“Beni kabul etmek, beni sevmek, seviyor gibi yapmak bu kadar mı zor Nağme? Tüm yaptıklarını, bize yaşattıklarını affettiğim halde bu kadar mı zor? Hiç denemedin. Beni sevmeyi şu kadarcık bile denemedin.”

“Seninle büyük bir yalanı yaşayacağıma, sensiz gerçeklerle yüzleşmeyi tercih ederim.”

“Yeter! Yeter, sus artık.”

“Gerçekleri duymak ağrına mı gitti Ömer Efendi? Sen beni bırak bir fert olarak görmeyi, insan olarak bile görmedin. Sevmek nedir bilmiyorsun. Geleneksel baskıların altında ezilen, olgunluğa erişememiş, toplumsal konumunu korumak için cinsel kimliği ile var olmaya çalışan yetersiz adamın tekisin. Sen insani değerlerin ile anılmak yerine etkisiz bir adam olmayı tercih edensin.”

“Beni hep noksan gördün, hep eksik hissettirdin. Sen yoksan hayata dair bir sözüm ya da hakkım yoktu. Senin hissizliğin benim tüm hayatıma sirayet etmişti. Sen hep beni muhtaç bir varlık gibi gördün.”

“Çünkü sen şeytanın kapısında nefes alan iblisin silahıydın Ömer.İnsan kendini gerçek anlamda tanıdığı ölçüde özgürdür. Sen kendini tanımıyorsun işte bu yüzden özgür değilsin ve asla olamayacaksın.” Duydukları karşısında sert bakışlarla yüzünü arşınladı. İçsel kırgınlıkları olsa da duygularının üzerini örtmeye, hissettiklerini perdelemeye çalışıyordu.

“Tüm didinmem, çabam, gayretim senin içindi be kadın. Senin yüzünden benliğime olan saygımı kaybettim ben. İnsanlığımı yitirdim. Beni büyük bir yıkıma uğratmana rağmen bir an olsun senden, seni sevmekten vazgeçmedim ben. Zamansız gelişinle, kuralsızca yaşamak isteyen beni amansız bir sevdaya sürükledin. Ben acımın da kaderimin de farkındayım. Farkında olmam yok olmamı gerektirmez. Farkında olmam beni senden geçiremez.”

Nağme hayretler içinde dinliyordu. Ne söylese ulaşamıyordu. Sağır kalmış cümleleri vardı. Anlamak istemediklerini adama bir türlü anlatamıyordu.

Acı ile beslenen insanların hüzün bulutlarının etrafında gezinmesine izin verdiğinde, acısıyla acı bulduğunda asla ona iyilik yapmazsın. Sadece acısıyla beslenmesini sağlar ve ruhsal bir baş dönmesine sebep olursun.

Nağme giderek tükendiğini hissediyordu. Ruhsal olarak örselenmişti. Dayanıklı olmaya çalışıyordu. Fakat Ömer’i zihni ile kurduğu tuzaklara düşürüp onu büyük karanlık bir boşluğa itmeyi bir türlü başaramıyordu. Aklından geçenleri okuduğunu sanmıştı ama bundan başarılı olamadı. Kontrollü davranıp duygularına göre çıkarım yapmaya , onu düşünsel yanlışlardan doğrulara sürüklemeye çalıştı. Fakat onun zihninde kök salmış zehirli düşünceleri ortadan kaldıramadı. Nedenler yanlış anlaşıldıkça çözümler doğru yolu bulmaya engel oldu.

“Ne o duydukların ve tepkilerim seni şaşırttı mı? Sen gibi ben de değiştim be Nağme’m…” dedi derin bir iç çekti. “Yıllar önce çok iyi biliyordum delicesine, ölesiye sevdiğim kadın benim en büyük düşmanımdı. Farkettirmeden azar azar sırf beni yıkabilmek için canımı yaktın. Zamanla önce güvenimi kazandın, sonra ilmek ilmek canımı yakarak benden kendini azaltmaya çalıştın. İçten içe usulca farkettirmeden beni yıkmaya çalıştın. Sen karanlığında nefes aldırmadan beni o zifiri karanlıkta sadece boğmaya çalıştın. Canının yandığı yerden canımı yakmak için büyük çaba sarf ettin. Ama olmadı, bak herkes gitti, herkes bitti geriye sadece sen ve ben kaldık.” Nağme gözleri irileşerek adama baktı. Geçmişten fırlayıp gelen hortlaktan farksızdı.

Çözülmemiş bir dava, bin yıllık bir kavgadan sağ çıkmak mümkün değildir. Ezber edilmiş öfke ve kırgınlıklar hayata dair tüm umut renklerinin üzerine kara bir çarşaf gibi örter, sarıp sarmalar. Kaderinden alacaklı gibi hissediyorsan, kanlı bıçaklı olmuş bir kavgaya tutunduydan ölümü prova eder gibi hissedersin. Avazın çıktığı kadar bağırmak ister ama gücünün tükenmişliği ile boğulursun.

“Ömer yeter artık ne saçmaladığını anlamıyorum. Görmen gereken sadece iki gerçek var. Birincisi ben seni sevmiyorum, ikincisi ben Çakır’a ölesiye, amansızca yürekten bağlıyım.”

“Ne söylersen söyle sonunda her zamanki gibi ben kazandım. Sen yine sadece benimsin.”

“Buna gerçekten inanıyor musun? Yaşadığın ilişkiyi bir mücadeleye, kazanılması imkansız bir savaşa dönüştürdüğünün farkında mısın? Seni seveceğimi, korkuya dayalı olarak sana saygı duyacağımı, seninle gerçek bir evlilik yapacağımı gerçekten düşünüyor musun?”

“İnatçısın ama artık bana sökmez Nağme?”

“Hala anlamıyorsun? Yıllar önce de tehdit, şantaj yaptın da ne oldu? Sana itaat ettim mi? Tüm benliğime nüfuz etmek istedin. Ruhumu ele geçirmek için çabaladın. Başarabildin mi? Bak gözlerimin içine orada senden bir gram iz var mı?Şefkat nişanesine dair bir ışık, yanan bir alev var mı?”

“Gururun öyle fazla ki, gizlersin Nağme? Gurur cevherinin parlaklığından şefkatini sarıp sarmalar bana inat olsun diye göstermezsin. Ama boyun eğeceksin, ben bunca yaptığına rağmen fedakarlık yapıyorsam, sende eninde sonunda bana, sevdama boyun eğeceksin. Çünkü ciddiye aldığım tek şey gülüşündü. Ciddiye aldığım tek şey yanaklarında kaybolduğum, büyülendiğim o iki çukur. Başka hiçbir şeyi ciddiye almıyorum artık.”

“Hayal dünyanda kurduğun saçmalıklara inanıyorsun. Aptalca bir hayale sığınıyorsun. Hissettiğin ve inandığın her şey karşılıksız.”

“Bu yılankavi cümleleri bırak Nağme. Ben sana adanmışım. Gittiğin günden bu yana mevsizmsizliğin içinde bir lanete bulandım.”

“Yekpare yokuşlarda boşuna nefes tüketme Ömer, benden sana ne yar ne de yara olmaz. Benden sana hiçbir şey olmaz.”

“Varlığına yandığım tarafsın Nağme, senin sayende illegal düşlere ev sahipliği yaptı bu yürek. Asıl sen nefesini boşuna tüketme.”

“Yıllar önce de gittim. İlk fırsatta yine gideceğim.”

“Sen gelmek için gidenlerdesin Nağme, dönüşün yine bana olur. Gidişin ne çözüm ne de kurtuluş olur. Sonun hep ben olurum.”

“Allah senin belanı versin Ömer, Ben gelmek için gitmedim. Senin anlamadığın bu.”

“Anladım Nağme, merak etme yıllar içinde çok güzel anlattın her şeyi bana. Sayende Nağme’ce yeni bir lisan öğrendim. Artık aynı dilden konuşuyoruz.”

“Anlamış halin buysa… Hem biz seninle hiçbir zaman aynı dilde konuşamadık ki, sen hangi lisandan bahsediyorsun.”

“En çok da bunu özlemişim biliyor musun? Sen benim dilimden anlayan, benimle aynı yönde konuşan şu hayattaki tek kadınsın.”

“Konuşmalarımıza saçma sapan anlamlar yükleme Ömer, aptalca çıkarımlar yapmaktan vazgeç. Verdiğin duygusal tepkiler yanlış. Dışlanmışlığın hissettirdikleri ile öfke ve hırsına yenik düşüyorsun.”

“Duyguların, hissettiklerin neyse onu düşünür onu yaşarsın.”

“Düşüncelerini bir kalıba yerleştirmişsin ve gerçekçi olduğuna kendini inandırmışsın. Yapıcı düşünceler yerine bilişsel çarpıtmalara olanak tanıyorsun. Kendi hikayeni yaşamak yerine kendince tutum okumayı tercih ediyorsun, gelişimine ket vurup olumsuz anlamda hikayeni doğru yönde yaşamak yerine felaketleştiriyorsun. Sen beni kaybettin. Önce bunu kabul et. Kaybettiklerine değil kazanabileceklerine odaklan artık.” Karanlıkta yankılanan fısıltılar gibiydi cümleleri. Hiçbiri adama ulaşmıyordu. Diyaloglar tek taraflı yürütülüyor gibiydi. İki ayrı insan sadece duvarla konuşuyor gibiydiler.

“Sen sayısını hatırlayamadığım tebessümlerin tek şahidi ve sebebisin. İşte bu yüzden prenses zihnimle oynamaya çalışma. Senin kadar bende değiştim. Ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Ama artık başaramazsın.” Ruhunu teslim eder gibiydi bakışları, acımasızca hayatına gelip çöken kötü bir kabus gibiydi.

“Sen korkularını bana geçiremeyeceksin.” dedi dişleri arasında tehlikeli bir şekilde tıslamaya başladı. “ Yaşattıklarınla ezip geçtin hepimizi, yok saydın önem atfettiklerimi. Senin olmadığın , senden farklı hayaller kuruyorum diye beni suçlayamazsın. Buna hakkın yok.” Geçmişi düşündü, Geçmişinden bugüne kadar yaşattığı her şeyi düşündü. Çaresizliğini, çektiği acıyı, kimsesizliğini…

Beyin anıları depolar. Zirve ve dip, hatırlanan tek şey bunlardan ibarettir. Sürenin uzunluğu ya da kısalığı değil, önemli olan yoğunluğu ve etkisidir. Bazı şeyler değersiz hale dönüştüyse eğer geriye kalan büyük bir yıkım olur.

“Aşkın zehirli bir sarmaşık gibi beni sarıp sarmalarken bana can vermek yerine benim sonum olmayı mı istiyorsun? Bana uyar. Can ovasında mahpus olduğum ey yar, Soğuk ve soluk harelerinle bakma öyle yüzüme, Fütursuzca ve bir o kadar umursamazca davranarak kalbimi kırma. Senin aşkınla nurlanmış gönlüme, yükümlü bırakma firak zamanına.” dedi ve kahkaha atmaya başladı.

Nağme bu mısraları duyduğu an birden ürperdi. Bu mısralar onun kontrolden çıktığı anın işaretiydi. Kahkahasının ardına sinsice gizlenmiş gözyaşı can yakmak için fırsat kolluyordu. Ömer’in kahkahası birden bıçak gibi kesildi. Surat ifadesi keskinleşti. Birden ruh hali değişti ve bir hışım ile kızın üzerine yürüdü. Saçlarından tutup geriye doğru çekerken acıdan inlemesini kulakları duymadı. Şimdi korkusuz, soğukkanlı bir katil gibi kızın yüzüne suratını yaklaştırdı.

“Herkes kendi cinsiyle yoldaşlık eder Nağme. Sen tam benim cinsimsin. İster kabul et ister etme. İster güzellikle ister zorla.”

“Asla …” dedi dişleri arasından tıslarken adam kızın saçlarını geriye doğu tekrar acımadan çekti.

“Duyamadım.”

“Asla seninle aynı yolda yürümeyeceğim. Ölürüm daha iyi.”

“Ölüm, ölüm senin için çok basit bir seçenek prenses.” Gönlünün duydukları ile acı bir gülümseme peyda oldu dudaklarında.

“Ölüm senin yanında nefes almaktan daha onurludur, şereflidir. Yalandan evetler ile idare etmek yerine gerçekçi bir hayır ile yüzleşmelisin.”

“Geçmişin kuyusuna inerek duygusal kapasitemi ölçmeye çalışma. Sana dair fedakarlığımın sınırı yok Nağme. Sınırlarımın ne kadar geçirgen olduğunu tahmin bile edemezsin.”

“Senin aksine ben sağlıklı sınırlara sahibim. Önceliklerim her zaman belliydi. Net ve tutarlıyım.”

“Nağme.” diye hiddetle bağırıp kızı geriye doğru ittirdi. “ Ne kadar en güçlü muhafızlarını diksen de karşıma direncin kırılacak.”

“Benim üzerimdeki yansımaların kişiliğimi, karakterimi ve kararlarımı etkileyemez.” Rahat hareketlere sahipti. Tüm örselenmiş ve sarsılmışlığına rağmen zarif bir duruş sergiliyordu.

Bazen çok fazla kelimelere, cümlelere, sözlere ihtiyaç yoktur. Talep etmek için arzın kapısını çalmaya müdana yoktur. Bazen tek bir bakış ya da göz kaçırış ruhunun halini aynaya aksiyle beyan eder.

“ Vesvese ile gün dönmez, vakit geçmez Nağme. Sınırını bilmiyorsun ama çok yakında sana öğreteceğim. Çakır’ının mezar taşını gördüğünde ne demek istediğimi anlayacaksın.”

Nağme’nin duydukları ile bakışları gölgelendi. Endişeli gözler ile ona bakarken hissettiklerini anlamasını istemiyordu. Buz gibi duran adama karşı “Beni üzmek için başka bir yol seçmelisin Ömer. Bu yalanlara karnım tok benim.” sesi belli belirsiz çıkmıştı. Dudakları ince bir çizgi halini aldı. Gözleri buğulandı. Kalbinin titrediğini hissediyordu. Yüreğine hayat veren bakışların görüntüsü zihninde canlandığında ruhunun ürperdiğini hissetti. Ellerinin dermanı tükenmişti. Tehlikeli adımların kendine doğru geldiğini hissetti. Bakışlarının üzerindeki gezintiyi farkettiği an midesinin kasılmasına engel olamadı.

“Yalan mı? Böyle bir konuda yalan söyleyecek bir adam mıyım ben Nağme? Yarın sevdiğin adamın cenazesi var. Son bir vedayı hak ediyorsunuz. O kadar da insafsız değilim prenses. Buradan gitmeden son defa vedalaşmana izin vereceğim. Sevdiğin adam annesi ve babasının mezarının yanına gömülecekmiş.”

“Yalan.” diye can yangınıyla bağırdı. “Yalan söylüyorsun. Çakır ölmüş olamaz. ölemez. Ölmüş olsa hissederdim. Ölmüş olsa bu kalbim atmaya devam etmezdi. Yalan söylüyorsun.” Adamın cümleleri ateş gibi düşmüştü yüreğine. Acısını kıyamet ilan etmişti.

“İhtimalleri severim prenses. Ama söz konusu sen isen , geleceğe dair hiçbir ihtimaline yer bırakmam. Çakır için de bırakmadım. Yoğun bakımdayken küçük bir ihtimali küçük bir emir ile ortadan kaldırdım. Ölüm dediğin şey ne kadar kolay aslında değil mi? Bir şırınga dağ gibi adamın soluğunu kesip atabiliyor. Ve hiçbir şey yapamıyor. Çakır da yapamadı. İhtimal demek umut demek, ümit etmek demekti. İhtimal var ise henüz atacak adım bitmemiş demekti. Ama küçük ihtimal ortadan kalktığına göre senin içinde atacak adım bitti Nağme. Artı geleceğinde benden başkasına yer yok. Gönülden inandığım her hadisenin altına yüreklice şerhimi düşmekten geri durmam. Söz konusu sen isen şerhimi her daim düşerim.”

“Bırak beni, yalan söylüyorsun. Bu kadar karaktersiz olunmaz, bu kadar şerefsiz olunmaz. Bırak beni karakterini satarak geleceğini planlayan adamla işim olmaz benim. Bırak beni bırak.”

“Nefretle biliyorsun kelimlerini, dudaklarından serpilen kelimeler o mezar taşına sarıldıktan sonra nefretten sevdaya yol alacak. Omzumda teselli bulacaksın. Hem sana söz erkek çocuğumuz olursa senin hatrına adını Çakır koyacağım.”

“Asla duydun mu beni asla…”

“Sen geçmişte içimde telafisi mümkün olmayan bir ateş yaktın. Sen de dahil bu cehennemden herkes kendine düşen payı olacak. Herkes bana yaşattığı sensizliğin bedelini ödeyecek. Ya canıyla ya sevdasıyla…”

“Sen yasaklarla örülü bir hayatın içine hapsedemezsin beni. Zihnimi ve duygularımı kontrol etmeye hakkın yok. İrademi ele geçirip ona yön vermeye hakkın yok. Zorbalığa varan duygusal tacize başvuramazsın. Senin karşında eski Nağme yok. Ben buna müsaade etmem. Ruhuma düşecek karanlık gölgeleri istemiyorum. Kendimin kahramanlıkları dışında hiçbir kahramanı hayatıma kabul etmiyorum. Senden nefret ediyorum. Senden korkmuyorum.Ve sana inanmıyorum. Çakır ölmedi.”

“Yarın mezar taşına sarılıp ağlarken de bu dik duruşunu görmeyi isterim prenses.” dedi ve kızın ağzını açıp tek bir şey söylemesine müsade etmeden bir baş işareti yaptı. Nağme varlığından haberdar olmadığı adamların karanlıklar içinde kendisine doğru geldiğini anladı.

“Ne oluyor? Bırakın beni? Bırakın.”diye çırpınırken adamlar kızın kollarını ve bacaklarını tuttular. Çırpınmasını engellemeye çalışırken adamlardan biri cebinden bir şırınga çıkardı. Kız çığlıkları arasında kolunda bir acı hissetti. Gözleri kapanıp zihni bulanıklaşırken dilinden dökülen son kelime “Çakır…” olmuştu.

İnsanlar kendinde eksik gördüğünü tamamlayacak karakteri seçip hayatlarına sokarlar. Ömer de kendi eksikliklerini Nağme ile tamamlamaya çalışıyordu. Onu yeniden doğuşu hayata dair en büyük umudu olarak görüyordu. Onun yokluğunda yaşadıkları, hissettikleri büyük bir uçurumdan aşağıya kontrolsüzce yuvarlanmasına sebep oldu. Gerçek yüzleşmeyi asla yaşayamadı. Kabul etmedi. Gerçek yüzleşmeyi yaşamış olsaydı unutmaya başlaması gerekti. Ama o Nağme’ye takılı kaldı ve asla onu unutamadı. Onsuz geçirdiği her Allah’ın günü kesik soluklar aldı. Hayata yeni baştan başlama korkusu, cesareti önünde büyük bir engel teşkil ediyordu. Ve asla yeni bir hayata başlayamıyordu. Tutunduğu tek dal Nağme’ydi. Ve bu uğurda her yeri ateşe vermeye hazırdı.

 

Herkese merhabalar,

Hikaye uzun zamandır ara vermiştim. Ama artık buradayım sıklıkla bölümler gelecek ve çok yakında kitap final verecek. Sizlerden ricam lütfen bölüm içinde hissettiğiniz duyguları siz de yorum olarak yazınız. Siz olsanız ne yapardınız? Siz olsanız ne söylerdiniz? Siz olsanız ne hissederdiniz?

Beğendiyseniz beğeni tuşunu lütfen ihmal etmeyiniz. Şu an saat 05.31 sen saat kaçta bölümü okuyorsun?

Yeni bölümü ne zaman okumak istersin?

Bu arada instagramda ozlemugurluaydin adlı bir yazar hesabım mevcut. Takip ederek hiakyelerim ve kitaplarım ile ilgili gelişmeleri takip edebilirsin. Beğendiğin alıntıları instagramda hesabımı etiketleyerek paylaşman ise beni çok mutlu eder. Şimdilik veda vakti. En kısa zamanda yeni bölümlerde görüşmek üzere...

Bu arada gelecek bölüm için soruları bırakıyorum, bakalım tahminler tutacak mı?

*Çakır gerçekten öldü mü?

*Ömer Nağme'yi gerçekten vedalaşmak için götürecek mi?

*Nağme'nin koluna yapılan şırınganın içinde ne var?

*Efe ve Gökçe nerelerde?

*Derya ve Doktor Melih ne alemde?

*Caner 'in ihaneti yanına kar mı kalacak?

* Peki Nasuh ve Çiçek hikayeye tekrar nasıl dahil olacak?

*Yoksa hepsi Çakır'ın cenazesinde bir araya mı gelecek?

Hepsi ve daha fazlası gelecek bölümde....

Bölüm : 04.04.2025 05:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...