
69.BÖLÜM
Nağme bedeni acı içinde kıvranarak gözlerini araladı. Bir arabanın arka koltuğunda, iki adamın arasında yol aldığını anladı. Canı ölesiye yanıyordu, inildemeleri istemsizce dudaklarından dökülüyordu. Araba engebeli bir arazi üzerinde gidercesine sallanıyor, bedeni de aynı hızda sarsılıyordu. Bakışlarını araladıkça bulanık olan gözlerinin görüş alanına şoför koltuğunun yanında büyük bir rahatlıkla oturan Ömer girdi.
“Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?” dedi gözlerini güçlükle açık tutmaya çalıyordu. Dili damağı susuzluktan kurumuştu. Gücü de takati de kalmamıştı. Yanındaki adamlar olmasa arabanın koltuğunda oturmakta bile güçlük çekecekti.
“Ooo prensesimiz uyandı sonunda.” dedi geriye dönme ihtiyacı hissetmeden. Gözlerini sabit bir noktaya dikmiş hipnoz olmuş gibi o tarafa doğru bakıyordu.
“Beni nereye götürüyorsunuz?” dedi sesi tarazlı çıkarken gözlerini hala açmakta zorlanıyordu. Bir rüya aleminde gibiydi. Gözünü kapattığı her an Çakır’ın kanlar içindeki görüntüsü zihninde canlanıyordu. Uyumak için direniyordu. Tekrar tekrar ona acı veren o anı yaşamak istemiyordu. Ama kolundan bedenine ne veriyorlarsa zihni sürekli bulanıklaşıyordu. Gözlerini açtığında ise zaman, mekan algısını giderek yitirdiğini hissediyordu.
Nerdeydi? Ne zamandır bu adamın elindeydi? Yaşıyor muydu? Ölmüş müydü? Hangisi hayal,hangisi gerçekti artık ayırt edemiyordu. Nefes aldığına bile inancı kalmamıştı. Sanki bir toz bulutu içinde bilinçsizce oradan oraya savruluyordu. Ne zamandır Ömer’in esareti altındaydı? Kaç gündür Çakır’dan ayrıydı? Bilmiyordu. Hatırlamıyordu. Zihni ona oyunlar oynuyordu. Ve artık tükendiğini hissediyordu.
“Aaa ne çabuk unuttun? Seni Çakır’ın ile vedalaşman için mezarına götürüyorum ya sevgilim. Uyanmasan vedalaşamadan ayrılacaktın buralardan.” dedi ve arkaya doğru döndü. Kızın gözlerine bambaşka bir dünyadan öylesine büyük bir öfke ile baktı ki bir an Nağme bu bakışın hissettirdikleri ile irkildi. Adam elinin tersi ile kızın yanağına usulca dokunarak okşadı.
“Bak prenses ne kadar da insaflıyım. Söylediğin kadar da vicdansız değilmişim değil mi? Karımı eski sevgilisinin mezarına götürecek kadar da medeni bir adamım ben.” dedi ve kahkaha atmaya başladı.
“Yalan söylüyorsun. Çakır ölmedi.” diyerek son gücüyle konuşmasını sürdürdü. Gözlerini giden yola doğru döndürdüğünde bu yolu hatırladı.
“Bu yol…” dedi içi titrer gibi.
“Ne o? Hatırladın mı yoksa? Çakır’ı annesi ve babasının mezarının yanına defnettiler tam beş gün önce.”
“Ne? Beş gün mü?” dedi hatırlamaya çalışıyordu. Bu kadar zaman geçmiş olamazdı.
“Oooo prenses, gururumu okşuyorsun. Sen de haklısın tabi benimle birlikteyken zamanın akıp gidişinin farkında olmaman çok normal. Sonuçta beş gündür kollarımın arasındasın.”
“Kes sesini. Planın ne Ömer SOLMAZ?”
“Aşk olsun sana karıcığım. Ne planım olacakmış benim? Görüyor musunuz? Azıcık insaflı davranalım dedik yine yaranamadık karımıza.”
“Ben senin karın falan değilim. Bırak beni. Yeter senden bunca zamandır çektiğim.”
“Hah! Hah! Hah!” diye katıla katıla gülmeye başladı. O sırada araba durdu ve Ömer birden duruşunu dikleştirip bıçak gibi gülüşünü kesti. Arabadan hızla inerek Nağme’nin bulunduğu tarafa doğru yöneldi. Adamlar iki taraftan indi ve genç kız arabanın içinde tek başına kalakaldı. Ömer hızla arabanın içine yönelip kızı ensesinden tutarak sürüklercesine arabadan acımasızca çekip aldı. Çırpınmaya bile takati kalmayan genç kız artık ne olacaksa olsun bitsin istiyordu. Hala Ömer’in sözlerine inanmıyordu. Çakır ölmüş olsa hissederdi. Kalbine bıçak saplanır gibi bir acı saplanır ve soluğunu keserdi. Nağme hissederdi. Ama o hissetmemişti.
“Adamları mezarlığın etrafına yerleştirin hiç kimseyi yaklaştırmasınlar. Sevgili karım acı gerçeklerle yüzleştikten sonra memlekete geri dönüyoruz. Düğün dernek kuruldu. Herkes bizi bekliyor. Akşama yetişmeliyiz.” dedi.
“Ne? Ne düğünü?” diye baygın gözlerle fısıldayarak sordu.Ömer genç kızı göz hizasına getirdi yılan gibi tıslayarak “Bizim düğünümüz karıcığım. Hani bin bir oyunla benim olmamıştın ya, hani bin bir oyunla kendinin kısır olduğuna benimle birlikte tüm herkesi inandırıp kaçıp gitmiştin ya. Artık sana karşı ne insaf ne vicdan var bende. Bu gece benim olacaksın. Bakalım gerçekten çocuğun oluyor mu olmuyor mu deneyip göreceğiz?” dedi. Nağme duydukları karşısında ürperdi. Nasıl öğrenmişti? Oysa ki öğrenmesi imkansızdı.
“Ne o küçük beynin ve o kıl kuyruk doktorunla birlikte kurduğunuz düzeni öğrenemeyeceğimi mi sandın?”
“Faruk…” diye inledi bir an.
“Ya ardına bakmadan kaçıp gittin zavallı doktor Faruk’a da sebep oldun.”
“Ne yaptın ona şerefsiz.”
“Aaa karıcığım cidden yakışmıyor bu sözler sana. Hem de kocana.”
“Faruk nerede Ömer? Ne yaptın ona?”
“Sen sebep oldun Nağme? Bunları konuşacağımız uzun bir hayatımız olacak. Şimdi diğer sebep olduklarınla yüzleşme vakti.” Dedi ve konuşmasına fırsat vermeden itikleyerek mezarlığın içine doğru onu sürüklemeye başladı.
“Bırak beni.” diye haykırdığında adam kulağına doğru eğildi ve fısıltı halinde tehdit edercesine “Bana bak Nağme, eğer bir kere de bağırmaya, etraftan birilerinin dikkatini çekmeye, kurtulmaya, kaçmaya çalışırsan ahtım olsun karşıma çıkanı gözümü kırpmadan çeker vururum. Yaparım bilirsin. Başkasının canına sebep olma, uslu uslu sana tanıdığım bu tavizi kendine çok görme. Yoksa olacaklardan ben sorumlu olmam. Seni de gece düğüne kadar bekletmem. Anladın mı beni?” diyerek tısladı.
Gözlerini güçlükle açan genç kız derin bir soluk bıraktı. Bu adamın neler yapabileceğini çok iyi biliyordu. Acımazdı. Ve Nağme çökmüş omuzlar ile ayakta bile duramazken başka hiç kimseye sebep olmak istemiyordu. Hiç istemese de onun uyguladığı orantısız güç ve verilen ilacın etkisinde olduğu için ayakları onun sürüklemesine itaat ediyordu. Bu yolu biliyordu, Tanıyordu. Ama karşısına çıkma ihtimali olan gerçekle yüzleşmeye cesareti yoktu. Yüreği delicesine çarpıyordu. Bu anın büyük bir kabus olmasını istiyordu. Belki de gerçekten kabustu. Bunlar yaşanmıyordu. Tek ümidi bu dala tutunmaktı. Ömer’in bahsettiği gerçek ise bunu kaldıramazdı. Ömer aradığı mezarları bulduğu an “İşte geldik sevgili karım.” dedi ve onu biraz yukarıya doğru ensesinden tutup çekerek kulağına doğru eğildi.
“Bak.” dedi onu silkelerken genç kızın inatla kapatmış olduğu gözlerini açmasını istiyordu. “Aç gözlerini, aç da bak. Benden kaçışının sebep olduklarını gör. Aç gözlerini Nağme.” diye haykırdı.
Genç kız güçlükle açtı gözlerini işte o an, o an dünyada tüm her şeyin silikleşmeye başladığı, tüm seslerin kulağında uğultuya dönüştüğü andı. Mezar taşında Çakır yazıyordu. İnanamadı. Bu olamazdı. Gözlerini tekrar tekrar açıp kapattı.
“Hayır!Hayır! Hayır!” diye haykırdı. Kalbi yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı. Soluğunun boğazında düğümlendiğini hissetti. Ömer onun bu tavrı karşısında bir an bozguna uğradı. Sonra öfke ile mezarın üzerine doğru onu savurdu.
“Sen sebep oldun. Benden kaçamayacağını anlamışsındır. Benden bir adım öteye gidemeyeceksin. Buna izin vermem. Benim yanımdan başka bir yerde nefes almana müsade etmem. Sen benimsin, benim olmamak için gittiğin herkes sarıldığın o kara toprağın altına göndermeye aht ettim. Sakın bir daha Nağme beni zorlama, sınırlarımı aşma. Sadece Çakır değil sülalesini silerim bu yeryüzünden.” dedi.
“Çakır…” dedi toprağına dokunurken elleri titredi. “Ölmüş olamazsın. Ölmüş olamazsın. Gidemezsin. Ben buradayken beni bırakıp gidemezsin. Yapamazsın, yapmazsın Çakır.” dedi soluğu kesiliyordu. Hipnoz olmuş gibiydi. Kimseyi duymuyordu. Gördüğünün gerçekliği kabul edilebilir bir şey değildi. Sevdam dediği adam kendi yüzünden şimdi bu toprak altında mıydı? İnanmıyordu. Buna inanması mümkün değildi. Ölümü hissettiren toprak kokusu burnuna dolup taşıyordu. Ölüm ona yakışmazdı. Bölük pörçük anılar zihninde canlanıyor, uğultular arasında derin kayboluşlar yaşıyordu. Buraya gelene, mezar taşındaki isim ile yüzleşene kadar umut incilerini bir bir dizmişti yüreğine. Ama şimdi o inciler ansızın yere saçılmıştı. Ömer , Nağme’nin karanlığında kendine aydınlık arıyordu. Çalınmış bir hayat üzerine kendine gelecek kurmayı amaçlıyordu. Hafızasında duyduğu kalbine acı veren ölümün ayak sesleri ruhuna ağır darbeler indirdi. Yüzleştiği gerçekler ile gözlerinin feri söndü..
Nağme hayat merdiveninden tırmanırken defalarca düşmeyi de öğrendi. Ama bu düşüş kaldıramayacağı bir darbeyi indirdi. Artık bu dünyada varlığını sürdürmesi için bir anlam kalmadığını hissetti. Yoluna ışık tutan, gölgesine sığınıp nefes aldığı, renklerini fark etmesi için ona destek olan, ruhunda şiirler biriktiren, şefkat ve merhamet timsali olan adam artık yoktu. Kara toprağın altında cansız bedeninin var olduğunu bilmek cümlelerini çaresiz bırakıyordu. Onlar zamansız ve koşulsuz sevmişlerdi birbirlerini. Nağme derin derin soluklar alıp verdi. Zihninde gerçekler bir bir gün yüzüne çıkıyordu. O böylesi bir acısıyla yaşayamazdı. Karanlık bir gölgenin üzerinden çekilmesiyle yüzyıllardır süren derin bir uykudan uyanır gibiydi. Gözlerini keyifle ona bakan adama döndürdü. Güçlükle ve son defa sevdiği adamın toprağından güç alarak ayağa kalktı. Titrek adımlarla Ömer’in tam karşısına kadar geldi. Korkusuz ve bir o kadar tehlikeli bakışlarla ona baktı.
“Çakır’ın ölüm emrini sen mi verdin?”
“Evet. Benim olana el uzatanın sonu bu kara toprak. Şimdi de sonra da…”
“Ve sen tüm bunlardan sonra sana evet diyeceğimi, sana boyun eğeceğimi düşündün öyle mi?”
“Başka canlar yanmasın diye bana boyun eğeceksin. Şimdi…” dedi elini tutması için ona doğru uzattı “Bu eli tutup ölene kadar bırakmayacaksın.” diye devam etti emir verircesine. Nağme güçlükle ayakta duruyordu. Genç kız histerik bir gülümseme ile elini kaldırıp ona doğru uzattı.
“Şimdi ben bu eli tutup.” dedi adamın elinden tuttu “Ölene kadar bırakmayacağım.” dedi. Ömer genç kızın durumu bu kadar hızlı kabulleneşi ile bir an afalladı. Sadece bir anlık boşluğunu fırsat bilen genç kız hızlı bir hareket ile onun belinde duran silahı alarak adamın elinin tutuşundan kendini geri çekti. Ömer korku dolu gözler ile ona bakarken “Nağme ne yapıyorsun?”diye haykırdı.
“Sakın.” dedi silahı çenesinin altına yerleştirip bir adım daha atmasına engel oldu. “Sakın bir adım daha atma tetiği çekerim.”
“Nağme saçmalama? Ne yaptığını zannediyorsun? Oyuncak değil o elindeki, bırak o silahı.”
“Sakın Ömer, sakın ola ki bir yanlış yapma, çünkü canımdan başka kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı.”
“Nağme.” diye sesini sakin tutmaya çalışarak onu durdurmaya çalışıyordu. Etrafını bir anda adamlar sardı. Ömer adamlarını durdurup “Sakın, sakın ateş etmeyin. Nağme’nin kılına zarar gelirse yaşatmam hiçbirinizi. Nağme ne olur ver o silahı bana.” diyerek ona yakınlaşmaya çalıştı ama genç kızın sert bakışları ile yerinde hareketsiz kalmasına sebep oldu.
“Ne demiş Cemal Süreyya; Her daim kendin ol. Sen seni anlayana mucizesin. Sen beni anlayan mucizemi şu toprağın altına koydun ya bu saatten sonra benden de sana yar olmaz. Bu saatten sonra aldığım nefes bana haram, onsuz atacağım tek bir adım bana ziyan.”
“Yapma Nağme ben herşeyi senin için yaptım. Seni sevdiğim için yaptım. Sakın Nağme, sakın bunu bana yapma.”
“Neden Ömer? Ben sevdiğimin acısını yaşamışken sen neden yaşamayasın? Ben onsuzluğu tatmışken sen neden tatmayasın. Bak senin kadar olmasa da ben de medeniyim. Ölümüme şahit tutuyorum seni. Bak gözlerimin içine bir ömür sende sebep olduğunu asla unutamayacaksın.”
“Nağme dur, yalvarırım dur yapma.”
“Sana dedim, benim kalbim yol geçen hanı değil, orası yangın yeri. Her isteyen girip çıkamaz. Bu yüreğe biri girdiği zaman çıkış yolu yoktur onun dedim. Çünkü sevgim beni de yüreğime gireni de aşar dedim. Anlamadın Ömer, benim Çakır’a olan sevdamı anlamadın. Seni hiç sevmediğimi kabullenmedin.”
“Nağme yalvarırım dur, vicdansız bir zamanın içinde yokluğuna sürgün etme beni.” Ömer bir uçurumun kenarında çaresizlikle kıvranıyor gibiydi.
“Vazgeçtim yaşamaktan Ömer, vazgeçtim çünkü onsuz gideceğim yol bana ait değil. Seninle bir yolum olamaz benim.”
“Yapamazsın, sen kendine kıyamazsın.” Vazgeçirmek için kurduğu cümlelere kendi bile inanmıyordu. Günlerdir bedenine verdikleri uyuşturucu madde ile sağlıklı düşünemeyeceğini biliyordu. Çünkü şu an Nağme kendini rüyada gibi hissediyor, hayal ile gerçeği ayırt edemiyordu.
Nağme umutlarına sert bir yumruk gibi inen mezar taşına son bir defa baktı.
“Yanına geliyorum sevgilim.” dedi kalbi cehennemler içinde alev alev yanarken yüzünde acı bir tebessüm belirdi. Sevdasına günlerdir olan hasreti gözlerinin irislerinde parlarken son defa nefret duyduğu adama da baktı. Onu bu yola sürükleyen acımasız geçmişinin, celladının gözlerinin içine baktı.
“Tebrik ederim Ömer SOLMAZ, Nağme DOĞAN’ın sebebi de sen oldun. Bir ömür bu vicdan yükünü omuzlarında taşıman dileğiyle…” dedi ölümcül bir tebessüm sunduğu an gözlerini kapadı ve adam “Nağme…” diye haykırdı. Kulakları sağır eden silah sesi ortamda yankılanırken ağaçlardan gökyüzünü kuşlar kanat çırparak uçuşmaya başladı. Ve Kader onları beklenmedik bambaşka bir girdaba sürükledi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.89k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |