
70.BÖLÜM
Nağme’nin göz altları çökmüş, ruhu karanlıklara bürünmüş hayal ve gerçekliğin arasındaki arafta kala kalmıştı. Kulaklarında yankılanan silah sesi ile gözlerini irileştirerek açtı. Bocalamış bir ifade ile etrafına bakındı. Bir kurşun sesi yankılanmıştı zihninde. Kendi mi çekmişti tetiği? Etrafındaki koşuşturmacalara, seslere anlam veremiyordu? Bir şeyler oluyordu ama her şey kendi dışında silik gibiydi. Hissetmiyordu. Kalbini yerinden söküp almak istiyordu. Rüzgar fısıldar gibi bir ses duydu. İmkansızın sesi…
“Nağme…” diyordu. “Nağme, dur yapma.” diyerek feryat ediyordu.
İmkansız olan sese gözlerini kapattı derin, büyük ve sarsıcı bir acı hissetti yüreğinde. Sureti hüzünlü bir hale büründü. Boğazındaki yumruyu yok etmenin mümkünatı yoktu. Bir an gözlerini araladı. Hayal bile olsa son gördüğü sevdası olsun istedi. Bakışları gölgelendi. Ömer yerde yaralanmış bir şekilde acı içinde kıvranırken ne olup bittiğine anlam veremedi. Ömer mi vurulmuştu? Ama nasıl olurdu? Silahının tetiği kendi boğazındayken onu vurmuş olamazdı. Bir an karşısında hiç beklemediği sureti , özlem duyduğu sesiyle bütünleşerek gördü.
“Çakır…” dedi olamaz dercesine. “Ben öldüm mü? Sonunda kavuştuk mu?” dedi eli çenesine dayadığı silaha bakmadan şaşkınlıkla ona baktı. Boğazının altındaki silahın soğuk varlığını hissetse de elini indirmiyordu.
Çakır bir elini ona doğru uzatmış, diğer eliyle kendi bedeni üzerinde tutuyordu. Acı çektiğini gösteren bir yüz ifadesi vardı. Güç bela adımlar atarken zorlanıyordu.
“Nağme, dur sakın yanlış bir şey yapma güzelim. Bak ben geldim. Buraya seni almaya geldim.” dedi ona doğru adımlar atarken kızın yanlış bir hareket yapmasına engel olmak istiyordu.Çünkü kendisinde olmadığını hissettiren bakışları vardı.
Mahşerden bir sahne gibiydi yaşananlar. Ruhu gerçekliğin varlığına direniyor. Zihni duydukları ve gördüklerinin hayal olduğuna inandırıyordu. Umutlarının ufuklarını saran , alev alev yanan bir yangın vardı. Kör bir duman sarıyordu sanki görüşünü. Gözlerini kapattığı an kaçırıldığı anlardan bu yana yaşadıkları bir bir gözünün önüne geliyordu. Korkunun şiddeti sarıp sarmalıyordu. Gözlerini tekrar açıp mezar taşına baktığında acı gerçekle tekrar yüzleşti. Çakır ölmüştü. Zihni ona oyun oynuyor, görmek istediklerini gösteriyordu. Düşleri ölüyor, içindeki sevdasına dair umut duvarları bir bir yıkılıyordu.
“Sen yoksun. Sen öldün. Sen yoksun. Sen burada değilsin. Sen kara toprağın altındasın. Sen yaşamıyorsun. Sen öldün.” transa girmiş gibi sayıklarcasına defalarca bu cümleleri tekrar tekrar kurdu. Yerine mıhlanmış gibiydi.
“Hayır, hayır Nağme ben ölmedim, buradayım, yanındayım. Sakın Nağme, ben ölmedim. Nasıl inanırsın öldüğüme, nasıl inanırsın bu yüreğin seni bıraktığına. Ölmedim, ben seni bırakmadım. Gözümü açtım soluğu senin yanında aldım. Yapma Nağme, bana dön, bana bak, varlığıma, gerçekliğime yalvarırım inan.”
Sirenler ötüyor, etrafta sesler yükseliyordu. Nağme kulak vermek istemiyordu. Çünkü tüm bu yaşananlar gerçek değildi. Eline geçirdiği fırsatı kaçıracak bir hamlede bulunmak istemiyordu. Tekrar Ömer’in eline geçmek istemiyordu. Çakır’sız bir hayatta nefes almak istemiyordu. Zihninin oyunlarına inanmayacak aklına koyduğunu yapacaktı. Dış alemi yok saydı, hiçe kattı sonsuzluğa kanat çırpmak için “Hayır sen yoksun. Benin sevdiğim adam bu mezarın altında ve ben onsuz yaşamak istemiyorum. Sen gerçek değilsin.” dedi gözyaşları yanaklarına hücum etmişti. İçinde kıyametler kopuyordu. Bir deli rüzgar esiyordu. Saçlarını havalandırıp görüşünü bulanıklaştırdı.
“Nağme yapma, yalvarırım dur. Ben hayal olsam sana bunları söyleyebilir miyim? Hatırla… Yola çıkmadan kulağına fısıldadıklarımı hatırla. Ne demiştim sana, zamansız olan her şeye öfkeliyim. Yersiz yağmasın yağmurlar, doğmasın güneş, zamansız esmesin rüzgarlar. Zamansız ve yersiz alıp götürmesinler seni benden, bendeki kokundan. Hasretlik sokmasınlar aramıza. Yazgımız kesişti bir kere, bir daha asla ayrılmayacağız.” dedi adım adım kızın dibine farkettirmeden geldi. Eli kızın çenesinde tuttuğu silahın tetiğine ulaştı. Eline değen sıcaklık ile gözleri yaşlı bir şekilde açtı kız. Tenindeki sıcaklık ile bir an gerçekliğin idrakine vardı.
“Sen,” dedi titreyen sesi ile “Burdasın, ölmedin.” dedi.
“Buradayım güzelim, burdayım hayat ışığım, ölmedim, ölmeye de hiç niyetim yok.” diyerek usulca onun şaşkınlığından faydalanarak elindeki silahı aldı. Yaşadığı duygu yoğunluğu ile gözleri kapanan genç kız Çakır’ın kolları arasında yığılıp kaldı. Çakır bedenindeki yaraların acısı, bünyesinin daha fazla dayanamaması sebebiyle Nağme ile birlikte yere çöktü.
“Nağme…” diye haykırdı. Genç kız günlerce verilen uyuşturucu maddenin de etkisiyle yaşadıklarının ağırlığı ile düşüp kalmıştı. Efe koşarak yanlarına geldi.
“Çakır ne oldu?”
“Nağme, o iyi değil Çakır. Ambulans, ambulans çağır yalvarırım. Hiç iyi değil Efe, Nağme çok kötü.” dedi bakışlarında gördüklerini hatırladı.
“Tamam hemen çağırıyorum. Polisler zaten tüm bu şerefsizleri topladı. Sen yeter ki sakin ol.”
“Çabuk ol Efe, yalvarırım acele et.” dedi. Efe koşarcasına mezarlığın çıkışında bekleyen ambulans görevlilerine doğru yol almıştı. Polisler etraftaki Ömer’in adamlarını etkisiz hale getirip toplarken yerde yaralı halde olan Ömer’i de iki polis kaldırarak götürüyordu. Ömer sinsi bir kahkaha ile omzundan akan kana rağmen Çakır’a baktı.
“Nağme bir daha asla eskisi gibi olamayacak.”
“Şerefsiz herif bunun bedelini en ağır şekilde ödeyeceksin.”
“Öderiz ama hep birlikte, sizin ödeyeceğiniz bedeller daha yeni başlıyor. Nağme gözünü açtığında kapımda yalvaracaksın. Onu kurtarmak için kapıma gelip köpeğim olacaksın.”
“Ulan seni var ya…” dediği an can acısı ve Nağme’nin kucağındaki varlığı ile hareket edemedi. Polisler Ömer’i sürüklercesine götürürken Ömer’in sinsi kahkahaları mezarlıkta yankılandı. Ama bu adamın boşa tehditler savurmayacağını da çok iyi biliyordu. Yüreğini tarifi imkansız bir korku sararken şu an bunu düşünmek istemiyordu. Şu an tek istediği sevdiği kadını bir an önce bu cehennemden çıkarıp götürmekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.89k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |